Yeni Üyelik
17.
Bölüm

Hazan Vakti|16

@mutlusonsuz222

🖇️Selamlar, nasılsınız?

🖇️Umarım bölümü severek okursunuz.. Keyifli okumalar dilerim❤️

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen:)

16.Bölüm

Kulaklarımda birden fazla tüfeğin ateşleme sesi yankılanırken aynı zamanda Alparslan'ın endişeli sesi de geliyordu. Birden fazla çığlık sesi, onlara eşlik eden birkaç yatıştırıcı ses tonu ve kalbimin korkudan hızlı hızlı atım sesi kulaklarıma doluyordu. Gözlerim kendiliğinden kapanmış yaşadığım kabus dolu anın geçmesini bekliyordu ama geçecek gibi değildi.

"Hazan bana bak." Kulaklarıma Alparslan'ın sesi ulaştığına gözlerim aralandı. Yere doğru eğdiğim başımı hafifçe ona doğru kaldırdım ve yüzüne baktım. Ancak gözlerine ulaşamadım. Çünkü o bana bakmak yerine karşıya bakıyor ve bir yandan da tüfeğiyle ateş ediyordu.

Göz ucuyla bana baktığında benim gözlerimi görmenin rahatlığıyla derin bir nefes aldı. "Sakın arabanın arkasından çıkma, başını eğ ve ben söylemedikçe sakın kaldırma." dediğinde hızla başımı salladım. Ellerimi başımın üzerine yerleştirerek çöktüğüm yere iyice sindim.

En son Eren ile birlikte Buselerin yanına ilerliyordum. Ondan sonrası benim için yoktu. Alparslan ne zaman beni arabanın arkasına çekmişti bilmiyordum. Ama iyi ki de çekmişti yoksa şimdiye kadar delik deşik olurdum bunca mermi arasında.

Aklıma gelen şeyle bağırarak konuştum. "Eren, diğer herkes nerede? İyiler mi!?" telaşla sorduğum soruyla Alparslan'a baktım. Tam yanımda ateş etmeye devam ediyordu. "Herkes iyi. Korkma. Sakin ol."

Alparslan sırtını arabaya yaslayarak cebinden şarjör çıkartarak eskini tüfekten çıkardı ve yenisini taktı. Yukarıdan ateş eden teröristlere karşılık vermeden önce gözlerimiz nihayet buluştu. "Korkma tamam mı? Hiç kimseye bir şey olmayacak."

Başımı olumlu anlamda salladığımda Alparslan tekrar ayaklandı ve ateş etmeye devam etti. Beni rahatlatmaya çalışıyordu ama kendisinin gergin olduğunu anlıyordum. Bu soğukta alnında damla damla ter birikmişti.

Olduğum yerde öylece beklerken kulaklarım artık çınlamaya başlamıştı. Hayatımda ilk defa çatışmaya girmiştim ve öylece durup beklerken bile ne kadar zor olduğunu anlatamazdım. Askerlerimizin ne kadar zor bir meslek içerinde olduğunu şimdi daha net anlamıştım. Yavaş yavaş azalmaya başlayan seslerle elimi kulaklarımdan çektim.

Alparslan tüfeğini indirdiğinde eliyle sağ tarafındaki askerlere işaret verdi. "Yukarı bakın." Askerler onun dediğini yaparak yukarı bakarken telsizden cevap gecikmedi. "Temiz."

Alparslan derin bir nefes verdiğinde hızla konuştum. "Bitti mi?" beni başını sallayarak onayladı. Ardından elini bana doğru uzattı. Hiç tereddüt etmeden elini tutarak oturduğum yerden ayağa kalktım. "İyisin değil mi?" dedim gözlerimle vücudunu tararken. "İyiyim, sakin ol."

Hala panik halim geçmiş sayılmazdı. Birkaç kere yutkunarak Alparslan'a bakmaya devam ettiğimde Alparslan tüfeğini sırtına doğru asarak yanıma yaklaştı. Elini yüzüme koyarak konuştu. "Herkes iyi, sende iyisin." Gözlerimin içine bakarak neni yatıştırmaya çalışırken derin bir nefes verdim ve başımı salladım.

Yanımıza yaklaşan birkaç askerin adım sesiyle Alparslan elini yüzümden çekti. "Komutanım geri çekildiler." dediğinde Alparslan başını salladı. "Yaralımız var mı?" Alparslan'ın sorusuna karşılık asker cevap verdi. "Yok komutanım."

"Tamam Tahir." Tahir yanımızdan uzaklaşırken derin bir nefes verdim. Herhangi bir yaralımız olsaydı çok üzülürdüm. Bakışlarım benimle birlikte gelen arkadaşlarıma kaydığında hepsinin iyi olduğunu görmek beni rahatlattı.

"Geri dönüyoruz." diyen Alparslan ile bakışlarım hızla arkadaşlarımdan Alparslan'a çevrildi. "Nasıl dönüyoruz?" dedim şaşırmış bir ses tonuyla. Alparslan gözlerime bakarak konuştu. "Hazan çok tehlikeli. Daha yeni saldırıya uğradık. Bunun bir daha olmayacağının garantisini veremeyiz. Canınızı tehlikeye atamam."

Söylediği şeyde haksız sayılmazdı ama neredeyse yolu bitirmiştik. Şimdi nasıl vazgeçerdik. Hele de orada bizden yardım bekleyen insanlar varken.

"Yapma Alparslan. Orada bizi bekleyen insanlar var. Şimdi korkup kaçacak mıyız?" dediğimde Alparslan'ın kaşları çatıldı. "Kaçmak değil Hazan, daha şimdi gördün. Ne zaman nerede çıkacakları belli değil. Bunca insanı tehlikeye mi atalım?" dedi eliyle arka tarafımda duran arkadaşlarımı gösterirken.

Bakışlarımı işaret ettiği yere doğru çevirdim. Buse, Eren ve daha tanımadığım birçok görevli vardı. Tamam onları tehlikeye atamazdım ama kendim gidebilirdim. Ben buraya bunun için gelmiştim, şimdi en ufak bir pürüzde yapacaklarımdan vazgeçecek değildim.

Bakışlarımı tekrar Alparslan'a çevirdim. "Tamam, siz onlarla geri dönün. En azından ben ilaçları alıp gideyim." dediğimde Alparslan gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. "İlla tehlikeye bodoslama dalacağım diyorsun öyle mi?"

"Öyle." dedim kararlı bir ses tonuyla. Bakışlarımı Alparslan'ın yüzünde gezdirirken arkamdan gelen sesle omuzlarımı dikleştirdim. "Bende gitmek istiyorum komutanım, biz bu yola bunları göze alarak çıktık." Buse'nin konuşmasıyla birlikte Alparslan ona baktı.

Bende Buse'ye döndüğümde göz göze geldik. Buse'ye küçük bir tebessüm sunduğum sırada arkamızdan birkaç ses daha geldi. "Bizde gideriz komutanım."

Aldığım destekle yüzümdeki gülümseme büyürken Alparslan burnundan nefes vererek başını iki yana salladı 'siz iflah olmazsınız' manasında. Ardından konuştu. "Peki, nasıl istiyorsanız." Alparslan'ın onayıyla Buse yanımdan ayrılırken zafer kazanmış bir edayla Alparslan'a bakmaya devam ettim.

"Gerçekten başıma bela almışım." diye mırıldanan Alparslan ile kaşlarımı havaya kaldırdım ve konuştum. "Aşk olsun, bela ben miyim? Ayrıca halinden gayet memnundun şimdi böyle mi oldu? " dediğimde dudakları kıvrıldı ve gözlerime bakarak mırıldandı. "Olsun tabii, aşk olsun."

Gözlerime bakarak kurduğu cümle ile ağırca yutkundum ve bakışlarımı kaçırdım. "O zaman gidelim üsteğmenim." dedim göz ucuyla Alparslan'a bakarak. Alparslan başını salladı. "Gidelim doktor hanım. Buyurun önden."

Alparslan eliyle arabayı işaret ettiğinde itiraz etmeden ilerledim ve arka kapıyı açarak arabaya yerleştim. Alparslan ise askerlerine gerekli talimatları vererek ön koltuktaki yerine yerleşti. Fırat da arabaya bindiğinde yolculuğumuza devam ettik.

 

 

 

◔◔◔

Köye giriş yapıp merkeze doğru ilerlediğimizde ilk dikkatimi çeken şey dışarıda hiç kimsenin olmamasıydı. Tamam hava soğuktu ama yine de dışarıda insanların olmasına alışmıştım. Camdan dışarıya bakarken konuştum.

"Dışarıda kimsenin olmaması normal mi?" dediğimde Fırat'ın sesini işittim. "Normaldir, eğer köye terör örgütleri çok fazla uğruyorsa insanlar korkuyor olabilir."

Fırat'ın verdiği cevapla birlikte dudaklarımı birbirine bastırdım. Köyün tam merkezinde geniş bir alanda durduğumuzda Alparslan arabadan indi. Onun arkasından bende indiğimde diğer arkadaşlar da arabadan inerek malzemeleri tırdan çıkartmaya başladılar.

Yine de etraf çok sessizdi. Bakışlarım tek katlı, bahçeli evlerin üzerinde dolandı. Kimisinin bacasından duman tütüyordu, kimisinde hiçbir duman yoktu. Kimi ev yeni sayılırken kimi evin sıvası dökülmeye başlamıştı. Birkaç evin kapısının açılmasıyla birlikte çocuklar, kadınlar ve birkaç erkek çıkmaya başladı. Ancak uzaktan bize bakmaya devam ediyorlardı. Buna bir çözüm bulmamız gerekiyordu.

O sırada Alparslan'ın yüksek sesi duyuldu. "Korkmayın biz Türk askeriyiz. Size ilaç, gıda, su ve temel ihtiyaç malzemeleri getirdik."

Etrafta sessizlik hakimken evlerden insanların çıkmaya başlamasıyla yüzümde büyük bir gülümseme oluştu ve heyecanla arabaya doğru ilerlemeye başladım. Üzerimdeki kabanı çıkartarak beyaz önlüğümü giydim. Bir köşede bizim için hazırlanan çadıra giderken Alparslan ile bakışlarımız buluştu. Ona büyük bir gülümseme göndererek çadıra girdim.

Tedavi olmak isteyen hastaları sırayla çadıra almaya başladığımızda ilk gelen kişi bir anne ve küçük bir kız çocuğu olmuştu. Annemizle Eren ilgilenirken ben de çocukla ilgilenmeye başlamıştım. Annesinin söylediği kadarıyla ateşi iki gündür yüksek seyrediyordu. O yüzden elimdeki ateş ölçeri kızın alnına yaklaştırarak ateşine baktım. Gerçekten yüksekti. Zaten o kadar halsizdi ki uzaktan gören bile mutlaka hasta olduğunu anlardı.

"Şimdi ağzını kocaman aç bakalım." diyerek elime abeslang çubuğunu aldım ve kızın dilinin üzerine bastırdım. Boğazını net bir şekilde gördüğümde dudaklarımı birbirine bastırdım. Bademcikleri fena şişmişti. "Boğazın çok acıyor mu?" Kız usul usul başını salladığında gülümsedim. Ardından sırtına geçerek tişörtünü hafifçe kaldırdım ve stetoskobu sırtına yaslayarak sırtını dinledim. Ciğerlerinde de hırıltılı sesler vardı. Çok fena üşütmüştü.

Elimdeki eldiveni çıkartarak yanımızda getirdiğimiz ilaç kutusundan calpol ateş düşürücüsünü çıkardım. Kızın yanına ilerleyerek konuştum. "Merak etme, bu ilacı içtikten sonra kendini daha iyi hissedeceksin." dediğimde kız elimdeki ilaca baktı. Sonra da bana bakarak konuştu. "Tadı acı mı?" hızla başımı iki yana salladım. "Hiç acı değil."

Tatlı kaşığına şurubu döktükten sonra kızın ağzına götürdüm. Biraz tereddüt etse de itiraz etmeden kaşığı ağzına aldı ve ilacı yuttu. Hafifçe yüzü buruşurken gülümsedim. Tadını sevmeyebilirdi ama bu ilaç ona iyi gelecekti. En azından ateşi düşecekti yarım saate kadar.

Annesi yanımıza geldiğinde ilaç kutusundan penisilin türevi bir antibiyotik kutusu daha çıkartarak yanlarına ilerledim. İlk önce elimdeki şurubu kadına uzattım. "Bu şurubu 6 saatte bir ateşi yükseldikçe kullanabilirsin. Günde 4 defadan fazla kullanmamaya dikkat et lütfen. Bir tatlı kaşığı versen yeterli olur." dediğimde kadın başını salladı. Ardından da elimdeki antibiyotiği uzattım. "Bunu da 12 saatte bir alsın ve 10 gün boyunca mutlaka atlamadan kullansın."

Aslında iğne şeklinde vermek daha çabuk iyileşmesine yardımcı olurdu ancak burada iğneyi yaptırabilecekleri kimse olmadığından şurup şeklinde kullanması gerekiyordu.

"Allah razı olsun doktor hanım." diyen kadına gülümsedim. "Sizden de." Kız çocuğu oturduğu sedyeden inerken ona yardım ettim ve annesiyle çadırdan çıkışını izledim.

Onlardan sonra içeriye bir yaşlı amca girmişti. Elindeki bastonuyla zor bir şekilde yürüyordu. Sedyeye kadar yürümemesi için kenarda duran sandalyeyi çekerek önüne doğru koydum ve kolundan tutarak oturmasına yardım ettim. "Sağ ol kızım."

"Ne demek, nasıl yardımcı olabilirim size?" dediğimde amca anlatmaya başladı. "İki gündür ensemden başlayan bir ağrı var. Kulaklarım da çınlıyor arada kalbimde de bir ağrı hissediyorum." dediğinde başımı salladım. Tansiyon aletini masanın üzerinden almadan önce amcanın gömleğinin kolunu açarak dirseğinin üzerine doğru sıyırdım. Ardından tansiyon aletini alarak tam atardamarın geçtiği yere aleti sararak ölçmeye başladım.

Tam tahmin ettiğim gibi normalde 120/80 mmHg olması gereken sistolik ve diastolik kan basıncı (tansiyonu) yükselmişti. Tansiyon aletini kolundan çıkartarak konuştum. "Korkulacak bir şey yok, sadece tansiyonunuz yükselmiş."

Amcanın biraz da olsa telaşlandığını gördüğümde tansiyon aletini masaya koyarak konuştum. "Korkulacak kadar yüksek değil, ilaca bile gerek yok. Eve gittiğinizde limonlu su içerseniz düşecektir. Günlük yarım saat kadar yürümek, tuz miktarını azaltmak ve yağlı yiyeceklerden kaçınmak tansiyonunuzu düşürecektir." Söylediğim şeyleri dikkatle dinleyen amca konuştu. "Sağ ol doktor kızım, dediklerine dikkat edeceğim."

Amca oturduğu yerden kalkarken kapıya kadar ona yardım ettim. Kapıdan dışarı baktığımda ilk geldiğimizden bu yana dışarıdaki insan sayısı çok fazla artmıştı. Caner, Kadir, Barış ve Emre çocuklarla top oynuyor; Murat abi ve Fırat insanlara yardım ediyordu. İsimlerini daha yeni öğrendiğim Tahir, Kerim ve Akif ise etrafın güvenliğinden sorumluydu. Gözlerim Alparslan'ı ararken arkamdan gelen sesle irkildim.

"Beni mi arıyorsunuz doktor hanım?" Alparslan'ın imalı sesini duyduğumda arkama dönerek Alparslan'a baktım. "Yoo, neden seni arayacakmışım?" dedim kendimden emin bir sesle. Alparslan nasıl oluyordu da aklımdan geçenleri biliyordu? "Ne bileyim öyle etrafa bakınca beni arıyorsun sandım." dediğinde dudaklarında küçük bir tebessüm vardı.

Yanıma iyice yaklaşarak elindeki bardağı bana doğru uzattı. "Hava soğuk, için ısınır." dediğinde elindeki bardağı aldım. Böyle düşünceli olması beni o kadar etkiliyordu ki. Alparslan'ın sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. "Burada kahve yok, çayla idare edeceğiz artık." Söylediği şeyle yüzümdeki gülümseme büyüdü. "Beni düşünüp ısınmam için getirmişsin, çay da olsa kahve de olsa düşünmen yeter."

Alparslan da söylediğim şeye gülümsediğinde çaydan bir yudum içtim. Gerçekten içim ısınmıştı. "Kahveyi şekersiz içiyorsun ama çaya şeker atıp atmadığını bilemediğimden yanımda getirdim." diyerek cebinden üç tane şeker çıkardı. Benimle ilgili detayları hatırlaması kalbimin yerinden çıkacak gibi atmasına neden oluyordu.

Avuçlarında duran şekerlerden bir tanesini alarak paketinden çıkardım ve çayın içine attım. "Tek şekerli içiyorum." dediğimde Alparslan geri kalan şekerleri cebine tekrar koydu. "Artık bunu da öğrenmiş oldum. Senin hakkında öğrendiklerim bir bir çoğalıyor." dediğinde gülümsedim. Araba da birlikte yolculuk yaparken bana ' seni henüz tanımıyorum ama yavaş yavaş tanımak istiyorum' demişti. Yine sözünü tutmuş beni yavaş yavaş tanımaya başlamıştı.

"Bende senin kahveyi sevmediğini ve çayı şekersiz içtiğini biliyorum. Sen beni tanımaya başladın ama ben senin hakkında çok şey bilmiyorum." dedim gözlerine bakarak. Onun hakkında bildiğim şeyler sınırlıydı. Annesini, babasını tanımıştım, şiir-kitap okuduğunu öğrenmiştim ama daha fazla bir şey bilmiyordum ve onu merak ediyordum. "O zaman döndükten sonra bir akşam yemeğe çıksak, sen benimle ilgili merak ettiklerini sorarsın bende seve seve cevaplarım."

Ettiği teklifle dudaklarımı yalayarak Alparslan'ın gözlerine bakmaya devam ettim. Ancak o gözlerimde takılı kalan gözlerini yavaşça dudaklarıma indirdiğinde yutkundum. Ardından dikkatini çekmek için konuştum. "Bu bir çıkma teklifi mi?" dedim muzip bir şekilde. Alparslan gözlerini tekrar gözlerime çevirdiğinde omuz silkti. "Diyelim ki öyle cevabını değiştirir mi?"

Böyle açık açık konuşmasına alışamamıştım. Normalde bende bazı şeyleri uzatmayı sevmez her şeyin açık açık konuşulmasını isterdim ancak konu Alparslan olduğunda kendimi bile tanıyamıyordum.

"Bilmem, bunun cevabını yemeğe çıktığımızda öğrenirsin belki." dedim bende sırıtarak. Alparslan burnundan nefes vererek güldü ve başını hafifçe aşağı eğip kaldırdı. "Sabırsızlıkla bekliyor olacağım."

Bakışlarımı Alparslan'dan kaçırarak çayımdan birkaç yudum daha aldım. Yanımıza yaklaşan genç bir çocukla ikimizin de bakışları ona doğru kaydı. Çocuk tam karşımıza geldiğinde baştan aşağı bana bakarak konuştu. "Doktor sen misin?" söylediği şeyle kaşlarım çatıldı. "Benim." Galiba beğenememişti beyefendi.

"Benim ufak bir yaram var onu gösterecektim." dediğinde elimle çadırın kapısını gösterdim. "Buyurun geçin şöyle." dedim sert bir biçimde. Çocuğun ne tavrını ne de bakışlarını beğenmiştim. Çocuk içeri geçerken bende elimdeki çayı hızlıca içip çöpe attım. Ardından da Alparslan'a döndüm. "Teşekkür ederim."

Alparslan kafa selamı verdiğinde içeri girerek çocuğun yanına doğru ilerlemeye başladım. Arkamdan gelen adım sesleriyle geriye doğru döndüğümde Alparslan'ın da arkamdan geldiğini görerek merakla yüzüne baktım ne oldu manasında. Alparslan başıyla çocuğu işaret ettiğinde başımı salladım. O da benim gibi pek beğenmemişti çocuğu anladığım kadarıyla.

"Yaranız nerenizde?" diye sorduğumda çocuk üzerindeki tişörtü sıyırdı. Ufak bir yara dediği resmen kocaman bıçak kesiğiydi. Şaşkınca çocuğa döndüğümde kendimi toparlayarak konuştum. "Tişörtünü çıkart ve sedyeye uzan."

Çocuk dediğimi yaparak tişörtünü çıkarttı ve sedyeye doğru uzandı. Elime eldivenlerimi giyerek ilk önce yaraya doğru eğilerek dikkatlice inceledim. Dikişler yamuk yumuk atılmıştı ve iyi bakılmadığı için de enfeksiyon kapmıştı. İlk olarak dikişleri yenilemem gerekiyordu çünkü bu dikişlerle yaranın iyileşmesi zordu.

Yarayı uyuşturmak için iğne hazırlarken bir yandan da Alparslan'a doğru baktım. Büyük bir ciddiyetle sedyede uzanan adama bakıyordu. İğneyi hazırlayarak adama yaklaştım. "Dikişlerini yenileyeceğim, yaran enfekte olmuş."

Adamın bir şey söylemesini beklemeden iğneyi yaraya yakın kısma yaparak birkaç dakika bekledim bölgenin uyuşması için. Ardından daha önceden atılmış olan dikişleri ucu sivri olan bir makasla yavaş yavaş kestim. Hazırlamış olduğum malzemelerle yaraları tekrar dikerken Alparslan'ın sesini işittim.

"Nasıl yaralandın?" Merakla adamın vereceği cevabı beklerken dikmeye devam ettim. "Neden soruyorsun komutan?" diye cevap veren adamla birlikte bakışlarımı yaradan çektim ve adamın yüzüne doğru getirdim. Çok şüpheli davranıyordu. "Ufak dediğin yara kocaman bıçak yarası. Bence merak etmem normal." dedi Alparslan sabırla.

Adam yerinde kıpırdanırken konuştu. "Bir kaza oldu, önemli değil."

Dikiş işlemini bitirdikten sonra gazlı beze serum fizyolojik dökerek yarayı temizlemeye başladım. Ardından antibiyotikli bir bezle yarayı kapattıktan sonra bezi bantlarla sabitlemeye başladım. Tam o sırada Alparslan'ın sert sesini işittim.

"Önüne dön, gözlerin yanlış yerlerde dolaşıyor. Yoksa ben gelip seve seve döndürürüm önüne." Alparslan'ın tehditkâr sözlerinin ardından bakışlarımı yaradan kaldırdığımda sedyede yatan hasta ile bakışlarımız buluştu. Eğildiğim yerden doğrulduğumda konuştum. "Yaraya günlük pansuman yaparsanız daha kolay iyileşir."

Elimdeki merhemi çocuğa doğru uzattığımda çocuk yattığı yerden doğruldu. Elimdeki merhemi alarak sırıttı. "Eliniz çok hafifmiş." Söylediği şeyle yüzümde hiçbir mimik oynamazken Alparslan çocuğun kolundan tutarak kapıya doğru götürdü hızlı adımlarla. "Elimden bir kaza çıkmadan defol git şuradan." Adamın giderken bile sinsi sinsi sırıtması gericiydi.

Normalde hiç kimsenin hastamla benim arama girmesine izin vermez, hastalarıma böyle davranılmasına müsaade etmezdim ve gereken uyarıyı yapardım. Ama biraz önceki adamda insanı rahatsız eden hareketler vardı. Bu yüzden Alparslan'a hak veriyordum.

Elimdeki eldivenleri çöp kutusuna attığımda Alparslan'ın söylendiğini duydum. "Pis pis sırıtıyor bir de tipini siktiğim." Onun ağzından ilk defa duyduğum küfürle birlikte şaşkınca ona doğru döndüm. Alparslan'ın bakışları benimle buluştuğunda genzini temizledi. "Kusura bakma, öyle seni süzüp süzüp sırıtması kanıma dokundu."

"Önemli değil, bende pek haz etmedim zaten." diyerek Alparslan'ın yanına doğru adımladım. "Hadi gel, biraz hava alalım." koluna dokunduğumda Alparslan ilk önce kolundaki elime baktı. Ardından da başını salladı.

Birlikte çadırdan çıkarak yürümeye başladık. Top oynayan çocukların yanına doğru geldiğimizde Kadir'in sesini duydum. "Komutanım siz de gelsenize." Kadir'in böyle seslenmesinden sonra çocuklar bize doğru dönmüş beklentiyle Alparslan'a bakmaya başlamışlardı. Onların böyle bakmasına dayanamayarak Alparslan'a döndüm. "Hadi, kırma onları."

"Sen ne yapacaksın?" dediğinde etrafıma bakındım. "Ben yapacak bir şeyler bulurum, sen keyfine bak." dediğimde Alparslan başını salladı. Çocukların yanına gidip oyuna katıldığında bir süre onların top oynayışlarını izledim.

Alparslan çocuklarla vakit geçirmeyi çok seviyordu. Efe'nin yanındayken sürekli gördüğüm gülümsemesi şimdi burada çocuklarla oynarken de ortaya çıkmıştı. O herkesin korktuğu, adımlarıyla yeri göğü inleten üsteğmen çocuklarla çocuk olup vakit geçiriyordu. Bu çok güzel bir şeydi.

Çadıra dönmek için Alparslan ile yürüdüğümüz yolu geri giderken köşede oturmuş direkt olarak karşıyı izleyen Fırat'ı gördüm. Öyle dikkatli bakıyordu ki bende merak ederek onun baktığı yöne doğru baktım. Eren ve Buse gülerekten sohbet ediyorlardı. Dudaklarımı birbirine bastırıp Fırat'ın yanına doğru ilerlemeye başladım.

Yanına ulaştığımda konuştum. "Oturabilir miyim?" Fırat kısaca bana bakarak başını salladı olumlu anlamda. "Tabii, buyurun." Yanına oturduktan sonra aynı onun gibi karşıya yani Buse ve Eren'e doğru baktım. Ardından da tekrar Fırat'a. "Aralarında bir şey yok biliyorsun değil mi?"

Aralarında gerçekten bir şey yoktu. Bunu Fırat'ı rahatlatmak için söylememiştim. Yalnızca iyi anlaşan iki insandı onlar. Eren zaten insanları güldürmeyi seven biriydi. Fırsat buldukça üçümüz sohbet ederdik.

"Biliyorum." diye cevap veren Fırat ile kaşlarım hafiften çatıldı. "O zaman bakışlarındaki hüznün nedeni ne?" Fırat bakışlarını bana çevirdiğinde yanlış bir şey söylediğimi düşündüm ilk olarak. Aslında Fırat şuan kalksa gitse onu anlardım çünkü hiç tanımadığı birine derdini anlatmasını bekleyemezdim. Fırat bakışlarını yere eğdikten sonra cevap verdi. "Onun gülüşünü yalnızca uzaktan izleyebildiğim için."

Verdiği cevapla birlikte ağırca yutkundum. Çok acı bir cümleydi. Ne demem gerektiğini bilmiyordum. Açıkçası Fırat'ın Buse'ye karşı bir şeyler hissettiğini biliyordum ama durumun bu kadar vahim olduğunu bilmiyordum.

"Bence bu kadar karamsar olma." diye söze başladığımda Fırat'ın yerde olan bakışları bana doğru döndü. Merakla bana bakarken gülümsedim. "Bir gün senin duygularını anlayacak ve karşılık verecek, buna eminim." dediğimde Fırat'ın gözlerinden soru işaretlerinin geçtiğini gördüm. "Sana bir şeyler mi söyledi?"

Başımı iki yana salladım. "Yoo, bana bir şey söylemedi. Yine de Hazan demişti dersin." dedim tebessüm ederek. Fırat başını eğip kaldırdı. "Sen öyle diyorsan."

Oturduğum yerden ayaklandığımda Fırat'ın sesini tekrar işittim. "Hazan Hanım." dediği an sözünü keserek ben konuştum. "Bana hanım diye hitap etmesen, Hazan yeterli olur." dediğimde Fırat başını salladı. "O zaman teşekkür ederim Hazan."

"Rica ederim." diyerek çadıra doğru ilerlemeye başladım.

İçeri girdiğimde masanın arkasında yere doğru çömelmiş bir şekilde duran erkek çocuğu görmemle şaşırdım. İçeride kimsenin olmamasından istifade ederek buraya girip saklanmıştı anlaşılan. Daha doğrusu saklanmaya çalışmıştı ama bariz belliydi burada olduğunu.

Yavaş yavaş yanına yaklaşarak konuştum. "Burada küçük bir yaramaz varmış." dediğimde çocuğun bakışları bana doğru döndü. Yakalanmanın vermiş olduğu utançla gözlerime bakmaya devam etti. Ben ise gülümseyerek konuştum. "Saklambaç mı oynuyorsunuz?"

Merakla sorduğum soruyla birlikte çocuk başını iki yana salladı. Cevabından sonra kaşlarım hafifçe çatıldığında konuştum. "O zaman neden buraya saklandın?"

Çocuktan bir cevap alamayınca dudaklarımı yalayarak konuştum. "Tamam, o zaman ilk önce tanışalım. Benim ismin Hazan. Senin ismin ne?" sevimli bir ses tonuyla konuştuğumda çocuk saklandığı yerden ayağa kalkarak karşıma dikildi. "Halil."

Sessizce vermiş olduğu cevaptan sonra elimi eline doğru uzattım. "Memnun oldum Halil." dediğimde avuçlarıma elini koydu ve aşağı yukarı salladı. Elini uzattığı an gözüme çarpan ilk şey bileğindeki morluk olmuştu. Bakışlarımı morluktan çekip gülümsedim. "Şimdi anlatmak ister misin orada neden saklandığını?"

Çocuk birkaç kere yutkunduktan sonra konuştu. "Ben, ben merak edip girdim buraya. Sonra adım seslerini duyunca saklandım." dediğinde gülümsedim. Elimi saçlarına götürerek okşadım. "Burayı küçük bir hastane gibi düşünebilirsin. Hasta olan insanlara bakıyoruz."

Halil etrafa bakmaya devam ederken hırıltılı bir şekilde öksürdü. "Buraya gelmişken seni de muayene edelim olur mu?" dediğimde Halil benden biraz uzaklaştı. Yaptığı hareketle kaşlarım çatılırken tekrar konuştum. "Korkmana gerek yok, yalnızca sırtını dinleyeceğim."

Halil'i ikna etmek için konuşmaya hazırlanacağım sırada çadırdan içeri giren kadınla birlikte Halil de bende kadına doğru döndük. "Oğlum sen buraya mı girdin? Bende her yerde seni arıyorum."

Kadın yanımıza gelip Halil'in elini tuttu ve tekrar konuştu. "Siz mi buldunuz doktor hanım, sağ olun." dediğinde başımı iki yana salladım. "Ben bulmadım, Halil burayı merak etmiş yalnızca."

"Ah oğlum ah çok korkuttun beni." diyen kadın Halil'e doğru baktığında Halil ürkek bir biçimde bana doğru baktı. Bu çocukta bir şeyler vardı ama çözememiştim. Sanki bana bir şeyler anlatmak istiyordu ama anlatamıyordu. Kadının sözlerine devam etmesiyle bakışlarımı Halil'den çektim. "Biz gidelim artık, deden evde bizi bekliyor oğlum. Hadi."

Annesi Halil'i elinden tutup kapıya doğru götürürken konuştum. "Öksürüyor, bir muayene edeyim öyle götürün." dediğimde kadın gülümseyerek bana döndü. "Daha geçen gün hastaneye getirdik, doktor ilaç verdi. Sağ olun."

Söylediği şeye bir şey söylemediğimde kadın kapıdan çıktı. Peşlerinden ilerleyerek onların gidişini izlemeye başladım. Çocuğu neden alelacele götürüyordu anlamış değildim. Sonuçta kötü bir şey yapmamıştı. Ayrıca kolundaki morlukta öyle gözden kaçırılacak kadar küçük değildi. Umarım bunların altında düşündüğüm şey olmazdı. Belki de ben abartıyordum.

Çadıra tekrar girmeden önce oyunları bitmiş olan çocukları ve Alparslan'ı gördüm. Çadırın kenarında duran su şişesini alarak Alparslan'a doğru ilerlemeye başladım. Yanına ulaştığımda elimdeki şişeyi ona doğru uzattım. Alparslan küçük bir tebessümle elimdeki şişeyi alarak kapağını açtı ve büyük birkaç yudum içerek şişedeki suyun neredeyse yarısından çoğunu içti. Çok susamış olmalıydı.

Aramızda daha hiç konuşma geçmeden yanımıza orta yaşlı bir adam gelmeye başladı. Alparslan ile ikimizin bakışları ona döndüğünde adam konuştu. "Hoş gelmişsiniz komutanım" diyerek elini Alparslan'a uzattığında Alparslan elini adama uzattı ve tokalaştı. Adam ardından bana dönerek elini uzattı. "Sizde hoş gelmişsiniz doktor kızım." Aynı şekilde bende elimi uzatarak tokalaştım ve adama cevap verdim. "Hoş bulduk."

"Komutanım ben bu köyün muhtarıyım Hasan ağa derler bana. Evimde size yemek hazırlattım. Buyurun misafir edelim sizi." dediğinde bakışlarım Alparslan'a döndü. Alparslan konuştu. "Zahmet vermeyelim."

"Zahmet olur mu komutanım, siz buralara kadar gelmişsiniz zahmet ne demek." dediğinde adamın samimiyeti karşısında gülümsedim. Gerçekten buranın insanı çok misafirperverdi. Alparslan ilk önce bana dönerek sorgularcasına baktığında gözlerimi kapatıp açtım. Benden ondayı aldığında adama tekrar dönerek sözlerini başıyla onayladı. "Peki o zaman geliriz. Hazan sen sizinkileri topla, bende bizimkileri."

Alparslan'ın sözlerini başımla onayladıktan sonra çadıra doğru ilerledim. Herkesi yanıma çağırarak yemeğe gideceğimizi haber verdim. Onlardan da onay aldığımda muhtarın işaret ettiği eve doğru ilerlemeye başladık topluca. Ev merkeze yakın iki katlı, bahçeli bir yerdi. Kapıdan içeri girdiğimizde güler yüzlü bir kadın karşıladı bizi.

"Hoş gelmişsiniz, sefalar getirmişsiniz." diyerek bizi içeri buyur ederken hepimiz sırayla içeri girdik kadınla tokalaşarak. Kadının ardından daha yaşı 16-17 olan bir kız çocuğu karşıladı. Onunla da tokalaştıktan sonra 20'lerinde olan bir erkek karşıladı.

"Hadi buyurun sofraya." diyerek bizi yönlendirdi muhtarın karısı. Yer sofrasına hazırlanmış bin bir çeşit hazırlanmış yiyecek vardı. Açıkçası mahcup olmuştum. Herkes yan yana otururken sağıma Buse, soluma muhtarın karısı ve karşıma Alparslan denk gelmişti.

Herkes yemeğe başlarken bende önümde duran nohutlu pilav ve üzerinde kıyma bulunan yemekten bir kaşık alarak ağzıma götürdüm. Tadı o kadar güzeldi ki masada yalnızca bundan olsa hiç dert etmez yerdim. Ama o kadar çok yemek vardı ki. Hepsinden yersek tıka basa doyardık.

"Bak bu duvaklı pilav kızım, yöremizin en meşhur yemeklerindendir." diyerek biraz önce yediğim yemeği işaret eden kadına karşı konuştum. "Gerçekten çok güzel olmuş, ellerinize sağlık." Kadın memnun olmuşçasına konuştu. "Afiyet olsun."

Önüme dönüp her bir yemekten birkaç kaşık alarak yemeye devam ettim. Her şey o kadar güzeldi ki. Ardından bardakta bulunan ayranımdan da içtim. Buraya gelip yemek kokusunu alana kadar aç olduğumu hiç fark etmemiştim. Ki buraya gelip bu yemekleri gören kişinin de aç değilim diyeceğini sanmıyordum. Hem göz doyuruyordu hem mide.

Bir süre sonra doyarak yemeyi kestim. Tam konuşacağım sırada muhtarın sesini duydum. "Doydun mu doktor kızım?" başımı olumlu anlamda salladım. "Doydum, ellerinize sağlık." Dediğimde yanımda oturan teyze konuştu. "Ne doktorusun sen kızım?"

"Genel cerrahım teyze." dediğimde gururlu bana baktı. Ardından da konuştu. "Maşallah sana. Pekte yakışmış beyaz önlük. Bizim kız da doktor olmak istiyor. Bakalım hayırlısı." dediğinde bakışlarım bizden uzakta duran kıza doğru kaydı. Gülümseyerek ona baktığımda o da bana küçük bir tebessüm etti. Umarım hayallerine kavuşurdu.

"Bir yavuklun falan var mı?" dediğinde şaşkın bakışlarımı yanı başımda oturan teyzeye çevirdim. Ben daha bir şey diyemeden teyze tekrar konuştu. "Eğer yoksa bizim oğlanla bir tanışın. Eğer anlaşır, kaynaşırsanız yaparız düğününüzü."

Bir dakika da düğün hayalleri kuran teyzeye karşı ağzım açık kalmıştı resmen. Annesinin yanında oturan çocukla bakışlarımız kesiştiğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Daha 20'lerinin başındaydı bu çocuk. Benden kaç yaş küçüktü. Yaşı geçtim ben başkasından hoşlanıyordum.

Teyzeye cevap vereceğim sırada karşımda oturan Alparslan'ın öksürdüğünü duydum. Bakışlarım ona kayarken Fırat, Alparslan'ın sırtına vurarak konuştu güler bir biçimde. "Helal komutanım helal." dedikten sonra ekledi. "Biz bir bardak soğuk su alabilir miyiz?"

Alparslan'ın timinden birkaç asker alttan alttan gülerken Alparslan gelen suyu kafasına dikerek bana doğru baktı. Ben ise tekrar yanımdaki teyzeye dönerek konuştum. "Benim sevdiğim var teyze." dediğimde Alparslan ile bakışlarımız buluştu.

Teyzenin sesini duyduğumda bakışlarımı kaçırdım ve teyzeye baktım. "Tüh kaçırdık gül gibi kızı." dediğinde gülerek başımı yere doğru eğdim. Alparslan'ın bakışlarının üzerimde olduğunu gayet net anlayabiliyordum. O yüzden bakışlarımı yerden kaldırmadan bardağımda kalan son yudum ayranı içtim.

Birkaç dakika sessizlik olduğunda etrafta yalnızca kaşık çatal sesi duyuluyordu. Bu sessizliği Alparslan'ın sesi bozdu. "Terör örgütü buraya sık gelir mi?"

Duyduğum sözlerle tüylerim ürperdi. Bakışlarımı kaldırarak verilecek cevabı beklemeye koyuldum. "Önceden çok sık gelirlerdi, evleri yağmalarlardı. İnsanları tehdit ederlerdi komutanım. Ama şu sıralar uğramıyorlar." diye cevap verdi muhtar.

Çok korkunç bir durumdu. Buradaki insanların yerinde olmayı hiç istemezdim. Maalesef ülkemizdeki doğu illerinde böyle sorunlar sıkça karşımıza çıkıyordu. Ortam ister istemez gerilirken Alparslan'ın sesini işittim. "Ellerinize sağlık."

"Afiyet olsun komutanım." diye cevap verdi teyze. Alparslan'ın ardından birkaç kişiden daha aynı nidalar döküldüğünde herkes sofradan ayaklandı. Önümdeki bulaşıkları alarak ayağa kalktığımda teyze konuştu. "Otur kızım sen misafirsin, biz toplarız Fatma ile." Annesinin dediği şeyle Fatma yanıma yaklaşıp bulaşıkları almaya çalıştığında konuştum. "Olur mu öyle şey. Siz zaten bunları hazırlamışsınız. İki bulaşık elimize yapışmaz."

Teyze memnunca başını sallarken elimdeki bulaşıklarla tekrar konuştum. "Mutfak neredeydi?" Fatma eliyle işaret ettiğinde gülümseyerek teşekkür ettim ve bulaşıkları mutfağa doğru götürmeye başladım. El birliği ile sofrayı topladıktan sonra Fatma tüm ısrarlarımıza rağmen bulaşığı kendisinin yıkayacağını söyleyerek bizi mutfaktan çıkardı.

Ona karşı çıkmayarak oturduğumuz salona geri dönmeden evvel banyoya ilerlemeye başladım. Kapı koluna elimi atıp tam açacağım sırada kapının açılamasıyla korkarak geri çekildim. İçeriden çıkan Alparslan da benim gibi şaşkındı.

"Kortun mu?" diye sorduğunda gözlerimi kırpıştırdım. "Yok yani sen birden çıkınca, içeride olduğunu bilmiyordum." diyerek birkaç adım geri çekildim Alparslan'ın banyodan çıkması adına. Alparslan banyodan çıkarak bana doğru birkaç adım attığında duyduğumuz sesle ikimizde başımızı sese doğru çevirdik.

"Ben temiz havlu getirmiştim." diyen muhtarın oğluyla Alparslan yanına yaklaşarak elindeki havluyu aldı. "Sağ ol koçum." Bakışları çocuğun üzerinde dolanırken sanki git dermiş gibi bakıyordu. Çocukta bunu anlayarak yanımızdan uzaklaştığında ben konuştum. "Ben gireyim en iyisi."

İçeri girerek işlerimi halletmiş ardından da ellerimi yıkayarak banyodan çıktım. Çıktığım an kapının karşısında bekleyen Alparslan'ı gördüğümde merakla ona baktım. Elindeki havluyu bana doğru uzattığında tebessümle havluyu aldım. "Teşekkür ederim."

Havluyla elimi kuruladıktan sonra banyodaki askıya asarak tekrar dışarı çıktım. Kolumdaki saate bakarken saatin çoktan akşamüzeri olduğunu gördüm. Vakit çok çabuk geçmişti. "Yarım saate çıkış yapsak iyi olur, geceye kalınca ne olacağını bilemeyiz."

Alparslan'ın konuşmasıyla başımı ona doğru çevirerek başımı salladım. "Olur zaten bizimde işimiz bitti." dediğimde Alparslan başını salladı. "Tamam."

Birlikte biraz önce oturduğumuz odaya doğru ilerlerken cebimdeki telefonu çıkartarak ekrana doğru baktım. Başhekim aramıştı ama ben duymamıştım. Olduğum yerde duraksadığımda Alparslan da benimle birlikte durdu ve konuştu. "Bir şey mi oldu?"

"Başhekim aramış." diyerek tekrar başhekimi aramak istediğimde telefonun çekmemesi engel olmuştu. Başımı telefondan kaldırarak Alparslan'a baktım. "Benim onu tekrar aramam lazım ama burada çekmiyor."

Merdivenlere doğru yöneldiğimde kolumdan tutulmasıyla duraksadım. Bakışlarımı geriye çevirerek Alparslan'a çevirdim. "Hazan, kapının önünden çok ayrılma. Tamam mı?" cevap bekleyen gözlerle bana bakarken başımı salladım. "Merak etme iki dakika çıkıp geleceğim." dedim gülümseyerek.

Kolumu bıraktığında merdivenlerden aşağı inerek kapıdan dışarı çıktım. Birkaç adım atarak telefonun ekranına baktım. Hala çekmiyordu. Aslında çadırın oraya gitsem çekerdi ancak Alparslan'ın sözünü çiğnemek istemiyordum. O yüzden içeri girmek için kapıya yönelirken duvarın arkasında duran Halil'i görmemle kaşlarım çatıldı.

Bakışlarımız buluşurken merakla ona bakmaya devam ettim. Öylece bana bakarken ona doğru adımlamaya başladım. Bu çocukta bir şeyler vardı, sanki gözleriyle bir şeyler anlatmak istiyordu.

Yanına yaklaştığımda merakla konuştum. "Halil, sen burada ne arıyorsun?" dediğimde Halil bir cevap vermedi.

Kaşlarım çatık bir şekilde ona bakmaya devam ederken birden ağzıma ve burnuma kapatılan bezle neye uğradığımı şaşırdım. Bezi burnuma kapatan kişiden kurtulmak için hareket ederken beni iyice sıkıştırmış çırpınmamam için kollarımı sıkıca tutmuştu. Gözlerim yavaş yavaş kapanırken artık ayakta durmakta da zorlanarak kendimi yere doğru bıraktım.

 

 

 

Bölüm Sonu

‣‣‣Bölümü nasıl buldunuz?

‣‣‣Hazan ve Alparslan sahneleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

‣‣‣Alparslan'ın yemek daveti hakkında ne düşünüyorsunuz?

‣‣‣Sizce Alparslan o yemek davetinde duygularını açar mı Hazan'a? Ya da Hazan ne cevap verir?

‣‣‣Bölüm sonu hakkında ne düşünüyorsunuz?

‣‣‣Fırat ve Buse sizce birleşirler mi? Fırat'ın Buse'ye karşı duyguları var peki Buse ne hissediyor sizce?

‣‣‣İlerleyen bölümlerde neler olacak sizce?

Yorumlarınızı merakla bekliyorum, görüşmek üzere💖

Abeslang Çubuğu= sağlık merkezlerinde muayene sırasında boğazın ve ağzın rahatlıkla görüntülenebilmesi için kullanılır. Doktorlar daha hijyenik ve güvenli sağlık uygulamalarında bulunmak için abeslang çubuğu ile dili bastırarak kontrollerini gerçekleştirir.

Calpol= her bir ölçeğinde (her 5 ml'de) 120 mg parasetamol içeren, ağrı kesici ve ateş düşürücü

Penisilin= Enfeksiyona karşı çok etkili olduğu bilinen bir ilaçtır.

Sistolik- diostolik kan basıncı= Kalbin attığı esnada oluşan basınç, sistolik kan basıncı olarak tanımlanırken kalbin gevşemesiyle birlikte damarların içinde kalan basınç, diyastolik kan basını olarak tanımlanır.

Enfekte= Enfeksiyon kapmış.

Loading...
0%