@mutlusonsuz222
|
🖇️ Herkese selamlar, nasılsınız? 🖇️Hepinize güzel yorumlarınız ve oylarınız için teşekkür ederim, kitabımız sayenizde büyümeye devam ediyor:)💖 🖇️Umarım bu bölümü de beğenerek okursunuz. Keyifli okumalar<3 9.Bölüm Gece nöbetim sorunsuz bir biçimde bitmişti. Günün henüz yeni başlayan saatlerinde evime dönmüş yatağa girmiştim. Kısa sürede uykuya dalmıştım. Kendi evimde olduğum için o kadar huzurluydum ki. Yıllar sonra kendimi özgür hissediyordum. Buraya geleli neredeyse iki aya yakın bir zaman olacaktı ama ben daha yeni yeni hayatımı yaşamaya başlamıştım. Doktor olduğumdan günlerim hastanede de geçse ben halimden çok memnundum. Kafam rahattı, düşündüğüm tek şey hastalarımdı. Burası bana çok iyi gelmişti. Ne kadar zaman önce uykuya daldığımı anlamadığım anda telefonum çalmaya başlamıştı ve uykumdan uyanmama neden olmuştu. Gözlerimi zorlukla araladıktan sonra komodindeki telefonumu almış tek gözüm açık bir şekilde ekrana baktım. Arayan Alparslan Üsteğmendi. Şaşkınlıkla telefon ekranına bakarken arama ekranı kapanarak zil sesi sustu. Etraf sessizliğe gömüldü. Tam ekranı açıp ben onu arayacakken tekrar beni aramaya başladı. Bu kadar ısrarla aradığına göre önemli bir şey olmalıydı. Yattığım yerden aniden doğruldum ve genzimi temizleyerek telefonu açıp kulağıma götürdüm. "Efendim?" dedim yeni uyandığımı belli eden boğuk ses tonumla. "Uyandırdım mı?" diyen Alparslan üsteğmene daha cevap veremeden mırıltıyla bir şeyler söyledi ancak anlamadım. Sonra da duyabileceğim bir şekilde konuştu. "Kusura bakmayın, cenaze için haber vermemi istemiştiniz." dedi mahcup bir sesle. Hızla cevap verdim. "Ne kusuru. Önemli değil. Belli oldu mu saati?" dedim merakla. Cevap vermeden evvel karşı tarafın telefonundan gelen hışırtıyı işittim. Belli ki dışarıdaydı ve bu hışırtı sesi rüzgarın sesiydi. Kısa süre sonra sesini duydum. "Askeri tören 11.30 gibi yapılacak. Öğle namazına müteakiben ise defnedilecek şehidimiz." dediğinde o görmese bile başımı salladım sessizce. Öğle namazından sonra defnedilecek olması benim için çok iyi olmuştu. Eğer ikindi vaktinde yapılacak olsaydı hastanede olacağımdan cenazeye katılamayacaktım. "Mesaj atmıştım birkaç saat önce ancak cevap gelmeyince nöbetiniz olduğunu hatırladım. Ne kadar gelmek istediğinizi bildiğimden aramak istedim. Tekrar kusura bakmayın." diye açıklama yaptığında nahif düşüncesiyle gülümsedim. "Teşekkür ederim. Eğer aramasaydınız uyuyakalırdım eminim." dedim minnettar bir sesle. "Rica ederim, tabura geldiğinizde benim ismimi verirseniz sıkıntı olmaz. Ben söyleyeceğim nöbetçiye." dediğinde mahcup oldum. Onu çok uğraştırıyordum ve bunu dile döktüm. "Sizi çok uğraştırıyorum kusuruma bakmayın." dediğimde kendi kendime güldüm. Bizim aramızdaki diyaloglar sürekli 'teşekkür ederim ve kusura bakmayın' cümlelerinden öteye gidemiyordu. "Ne kusuru." Tam bir şeyler söylemek üzere dudaklarımı aralayacağım sırada karşı taraftan gelen sesi işittim. "Komutanım Harun Yarbay sizi ve timinizi harekât merkezinde bekliyor." "Tamam geliyoruz." dedi Alparslan biraz önce konuşan kişiye karşılık olarak. Ardından da bana dönerek konuştu. "Benim kapatmam gerekiyor şimdi, görüşmek üzere." "Görüşürüz." diyerek telefonu kulağımdan çekerek kapattım. Bir süre ekrana bakarken kendi kendime gülümsemeye devam ediyordum. Nedense Alparslan'ın beni düşünmesi hoşuma gitmişti. Attığı mesajlara bakmak için uygulamaya girdim ve mesajları açtım. Gönderen; Alparslan Üsteğmen Günaydın, doktor hanım Cenaze saatini haber vermemi istemiştiniz. Askeri tören 11.30 da ve öğle namazına müteakiben defnedilecek. Bu iki mesajı saat 9.00 gibi atmıştı. Ardından da ben cevap vermeyince birkaç mesaj daha atmıştı ardından. Muhtemelen o mesajları uyanmam için atmıştı ve benden ses gelmeyince aramakla bulmuştu çareyi. Çokta iyi yapmıştı. Mesajları okuduktan sonra yataktan kalkarak kısa bir duşa girdim. Saat 10.30 olduğu için ancak yetişirdim. Uyumaya vaktim yoktu. Duştan çıktıktan sonra biraz daha ayılmıştım. Üzerime siyah bir kazak ve pantolon giydim. Orta uzunlukta olan saçlarımı omuzlarımdan sarkıttıktan sonra boynuma siyah bir şal doladım cenazede takmak için. Daha önce bir kez kaybettiğim hastamın cenazesine katılmıştım. Küçük bir kız çocuğunun. Büyük bir kaza sonrası gelmişti. Annesi, babası ve kardeşiyle birlikte onu da kaybetmiştik. Dün olduğu gibi onu kaybetmek de beni çok etkilemişti. O yüzden cenazesine katılmıştım. Bugün de şehidimizinkine katılacaktım. Mutfağa giderek kendime filtre kahve hazırladım ve içtim. Evden çıktıktan sonra hemen yakınlardaki taksi durağına ilerleyerek bir taksiye bindim. Adresi verdikten sonra dışarıyı izlemeye başladım. Askeriye biraz daha şehir merkezine uzak olduğundan yolculuk normalden uzun sürmüştü. Askeriyenin girişinde ücreti ödeyerek taksiden indim. Giriş kapısına yaklaştığımda nöbetçi kulübesinde olan askerlerden biri içeriden çıkarak yanıma doğru yaklaştı. "Buyurun Hanımefendi?" "İyi nöbetler, ben askeri cenaze töreni için gelmiştim. Alparslan üsteğmen size bilgi vereceğini söylemişti." dedim nazikçe. Adam hatırladığını belirtir bir ifadeyle başını salladı. Ardından da konuştu. "Kimliğinizi görebilir miyim?" Çantamdaki cüzdanımın içinden kimliğimi çıkartarak karşımdaki askere doğru uzattım. Asker kimliğimi inceledikten sonra tekrar bana baktı. "Kusura bakmayın beklettim sizi ancak kontrol etmemiz gerekiyor." diyerek elindeki kimliği bana doğru uzattı. Kimliği elinden alarak gülümsedim. "Sorun değil." İşlerini yapmak zorundalardı. Bu kadar küçük bir bekletmeyi sorun yapmak olmazdı. Asker geçmem için kapıyı açarak askeriyenin bahçesini işaret etti. "Tören yerini biliyor musunuz? Alparslan üsteğmene sizin geldiğinize dair bilgi vereyim." dediğinde onu onaylamak için başımı salladım. Burada Alparslan'dan başka tanıdığım birkaç kişi vardı. Ancak onlara da ulaşmam mümkün değildi. O yüzden en iyi seçenek Alparslan idi. Asker cebindeki telefonu çıkardığı sırada arkamdan gelen sesle irkildim. "Ben eşlik ederim çavuş, sen nöbetine geri dönebilirsin." diyen kişi Semih Yüzbaşıydı. Nereden geldiğini hiç görmemiştim. "Emredersiniz komutanım!" diyerek askeri selam verdi nöbetçi asker. Ardından da kulübesine geri döndü. Bakışlarımı nöbetçi olan çavuştan çekerek Semih yüzbaşına çevirdim. Bu sıralar fazla karşılaşır olmuştuk. Bakışlarımız buluşurken kendimi açıklamak amacıyla konuştum. "Tören için gelmiştim." "Hoş geldiniz doktor hanım. Size eşlik edeyim." Küçük bir tebessüm ettiğimde Semih yüzbaşı eliyle karşıyı işaret etti ve tekrar konuştu. "Bu taraftan." yönlendirmesiyle birlikte işaret ettiği yönde yürümeye başlarken ikimizde sessizdik. Kolumdaki saate baktığımda törenin başlamasına biraz süre vardı. "Tören başlayana kadar odamda bir şeyler ikram edeyim size." diye bakışlarını bana çeviren yüzbaşının teklifini nazikçe reddettim. "Sağ olun, direkt gitsek daha iyi olur." dediğimde Semih yüzbaşı fazla üstelemeden yürümeye devam etti. Bir süre daha ilerledikten sonra arkamdan tekrar bir ses işittim. Bu sefer gelen ise Alparslan üsteğmendi. Geldiğimin haberi ona ulaşmış olmalıydı. "Doktor Hanım?" Sesin geldiği yöne bakışlarımı çevirdiğimde Alparslan üsteğmen büyük adımlarla yanıma ilerliyordu. Başında ilk defa gördüğüm bordo beresi vardı. Kamuflajı ve parkası her zamanki gibi üzerindeydi ve postallarıyla hoş bir görüntü oluşturmuştu. Aynı kamuflaj Semih Yüzbaşında da vardı ancak o kadar dikkatimi çekmemişti. Adımları yanımıza ulaştığında durdu. Elini alnına götürerek asker selamı verdi yanımdaki Semih yüzbaşına. Semih yüzbaşı başıyla onay verdiğinde Alparslan'ın bakışları ondan bana doğru kaydı. "Geldiğinizi haber vermediniz?" hesap sorarcasına söylediği şeyle kaşlarım hafifçe çattım. O ise ifadesini yumuşatıp tekrar konuştu. "Yani haber verseydiniz eşlik ederdim size." dedi yutkunarak. "Ben eşlik ediyordum üsteğmen merak etme." dedi Semih yüzbaşı. Alparslan üsteğmenin bakışları Semih yüzbaşına doğru döndü. Ters bir şeyler söyleyemiyordu ama bakışlarından onu sevmediğini gayet net bir şekilde ifade edebiliyordu. "Sağ olsun Semih Bey bana yardımcı oldu." dedim bende aralarındaki gerilimi sonlandırmak adına. Aslında aralarında ne olduğunu merak etmiyor da değildim. Belki de rütbelerden kaynaklı bir şeydi. Üçümüz yan yana dikilirken tekrar konuştum. "Gidelim mi?" İkisi de başını sallayarak beni onayladığında yürümeye başladık. İkisinin ortasında kendimi rahatsız hissetmiştim. İkisinin de boyu epey uzundu ben aralarında ufak kalmıştım. Sessizlik içerisinde yürümeye devam ederken sessizliği zil sesi bozdu. Semih yüzbaşı cebinden telefonunu çıkartıp açarken bize doğru baktı. "Önemli bir telefon, açmam gerekiyor. Siz gidin alana." dedi Alparslan'a hitaben. Ardından da bana doğru döndü. "Alanda görüşürüz Hazan hanım." dediğinde başımı salladım. "Görüşürüz." Semih yüzbaşı telefonunu açarak bizden uzaklaşmaya başladığında biz de Alparslan ile birlikte törenin yapılacağı alana ilerlemeye başladık. Aramızda ufak bir sessizlik olurken sessizliği bozan o oldu. "Dünden sonra nasıl oldunuz?" diye sorduğunda bakışlarımı ona çevirdim. O ise çoktan başını bana çevirmiş gözleriyle yüzümü inceliyordu. "İyiyim, teşekkür ederim. Siz?" Bakışlarımı ona çevirerek yüzünü inceledim. Belki şehit olan askeri tanımıyordu ama yine de aynı yerde yiyip içtiği, belki taburda birkaç kez karşılaştığı birini dahası bir askeri kaybetmişti. Kim bilir nasıl hissediyordu? Ya da ona özeniyordu belki de. Sonuçta o her askerin olmak istediği o mertebeye ulaşmıştı. "Bende iyiyim." dediğinde düşüncelerimden sıyrılarak gözlerimi yüzünden çektim ve yola bakmaya devam ettim. Alparslan üsteğmen ise tekrar konuştu. "Dün şehit olan askerimizin ailesi yok demiştim ancak arkadaşlarından biri bir kız arkadaşı olduğundan bahsetti, bizde ona vermek durumunda kaldık haberi." dediğinde içim cız etti. Ailesinin ölmüş olmasına üzülmüştüm ancak onlara kavuştuğunu bilmek beni rahatlatmıştı. Şimdi ise ardında birini bıraktığını düşünmek kalbimi çok acıtmıştı. Kim bilir nasıl hayalleri, düşünceleri vardı birlikte. Şimdi hepsi yarım kalmıştı. Aşkları birçok aşk gibi yarım kalmıştı. "Burada mı?" dedim mırıltı şeklinde. Başımı Alparslan üsteğmene çevirmesen bile bakışlarını üzerimde hissediyordum. "Evet, törende olacak." dediğinde başımı salladım ve buraya gelmekle ne kadar doğru bir karar verdiğimi anladım. En azından onun yanında olurdum. Adımlarımız tören alanına geldiğimizde son buldu. Birçok asker alanda toplanmış ve hizaya geçmişti. Alanda tanıdık yüzlerde görmüştüm. Alparslan'ın timinden olan askerlerin yüzleri. Henüz isimlerini bilmesem de birkaçını sima olarak tanımıştım. Alparslan'ın onlara yaklaşmasıyla hazır ola geçerlerken uzaktan onları seyrettim. Alparslan "Rahat!" diye bağırdığında askerleri hazır ol pozisyonundan çıktı. Alparslan devam etti konuşmasına. "Birazdan tören başlayacak." deyip askerlerini bilgilendirdikten sonra başını bana doğru çevirdi. Başıyla gel manasında işaret yaparken yanına doğru ilerledim. Tam yanına ilerlerken ileride bir bankta oturmuş, bakışları yerde olan bir kadın gördüm. Bu kadın muhtemelen askerimizin sevgilisiydi. Alparslan'ın yanına ulaştığımda başımla kadını işaret ettim. "O mu?" onun da bakışları kadına kaydığında başını salladı. "Evet." dedi. Ardından da eliyle iki timin arasındaki boşluğu işaret etti. "Tören başladığında onunla orada bekleyebilirsiniz." "Teşekkür ederim." dediğimde başını aşağı eğip kaldırdı her zamanki gibi. Hafifçe tebessüm ettiğimde Alparslan üsteğmen konuştu. "Törenden sonra direkt defin için mezarlığa geçeceğiz. Cenazeye de katılacaksanız eğer birlikte gidebiliriz." diyerek teklif sunduğunda hızla konuştum. "Sizi daha fazla meşgul etmek istemiyorum, bir taksiyle gelirim." "Meşgul etmiyorsunuz sonuçta aynı yere gideceğiz. Tabii o geceden sonra arabama binmek istemiyorsanız o ayrı." dedi ifadesiz bir ses tonuyla. Söylediği şeyle hayretle suratına baktım. Söylediklerimden nasıl böyle bir sonuç çıkarmıştı merak etmiştim. "Ne alakası var şuan?" dedim bende merakla. Bakışlarımı gözlerinden çekerek bizi dinleyen time doğru çevirdim. Odaklanmış bir biçimde bize bakıyorlardı. Alparslan üsteğmen omuz silktiğinde bakışlarımı tekrar ona çevirdim. "Ne bileyim, korktunuz sanırım." Keyifli bir tonda söylediği şeyle kaşlarımı çattım. Benimle uğraşmak hoşuna gidiyordu anlaşılan. "Ben mi korkuyorum?" dedim elimle kendimi gösterirken. Alayla güldüm. Şuan bunu konuşmanın ne yeri ne zamanıydı ancak kendisi bu durumdan hoşnut gibiydi. "Korkacak olsam baştan buraya gelmezdim." dedim kaşlarım çatık bir şekilde. Alparslan üsteğmende üzerime fazla geldiğini anlamış olacak ki konuştu. "Hemen kızmayın, yalnızca gerginliğinizi rahatlatmaya çalışıyordum. Fazla üzerinize gittim galiba." Gözlerini kırpıştırarak vereceğim cevabı beklerken ben ağırca yutkundum. Biraz önce sinirle çatılan kaşlarım yavaşça eski halini aldı. "Tamam, ben biraz fazla tepki verdim." dedim sakince. Amacım olayı büyütmemekti. Burada bunca askerin içinde onunla laf dalaşına girmek istemiyordum. Ki yapmak istediği şeyi de anlamıştım. Alparslan üsteğmen de bu konuyu fazla uzatmayarak konuştu. "Sizinle birlikte Aslı hanımı da götürürüz diye böyle bir teklifte bulundum." diyerek bakışlarını biraz ilerimizde oturan kadına çevirdiğinde bahsettiği kişinin o olduğunu anladım. Bu güzel düşüncesiyle bir kez daha hayran kalmıştım ona. "Olur."" dedim bende başımı sallayarak. Alparslan üsteğmen de hafifçe başını salladı. Ardından da kolundaki saate bakarak konuştu. "Vakit gelmiş, benim timimin başında durmam gerekli. Tören bitiminde görüşürüz." "Tamam." diye cevap verdiğimde Alparslan üsteğmen benden uzaklaşarak timinin yanına ilerledi. Bende ileride oturmuş olan Aslı Hanım'ın yanına doğru ilerlemeye başladım. ◔◔◔ Yanı başımda ağlayan ve ayakta zor duran kadının sol kolundan tutmuş ona destek olmaya çalışıyordum. Al bayrağa sarılı tabut ambulanstan indirilmiş askerlerin omuzlarının üzerinde taşınmaya başlanmıştı. En önde bir asker şehidimizin fotoğrafını tutmuş nizami bir biçimde yürüyordu. "Dikkat!" komutuyla birlikte alandaki tüm askerler sağ ellerini sağ kaşlarının hizasına kaldırarak askeri selam verdi. Şehidi tutan askerler am ortada duran beyaz örtülü masanın iki yanından geçerek "Şehit Bırak!" komutuyla şehidimizi masaya bıraktı. Ardından Al bayraklı tabutun hemen önüne şehidin fotoğrafı bırakıldı. Askerler uzaklaşırken karşımızda bir tek Al bayrağa sarılı bir tabut ve fotoğrafı kalmıştı. Aslı hafifçe tabuta doğru ilerlediğinde bende onunla birlikte ilerledim. Tabutun başına gittiğimizde ağlaması artmıştı. Kesik kesik şehidimizin ismini sayıklıyordu. İlk önce tabutun önündeki resme elini değdi, sevdiği adamın yüzünü sevdi. Ardından da tabutuna sarılarak ağlamaya devam etti. O içini boşaltırken bende onunla birlikte ağlıyordum. Onun acısını anlayamıyordum ama onun yanında olmak istiyordum. Kısa sürede askeri tören sona erdiğinde Alparslan ile birlikte yanımızdaki kadını arabaya bindirmiştik. Konuşacak, yürüyecek mecali kalmamıştı ağlamaktan ancak sevdiğine karşı son görevini yapmak için dayanmaya çalışıyordu. Defin işleminden sonra herkes dağıldığında Aslı biraz daha sevdiğinin yanında kalmak istemişti. Bende onu yalnız bırakmak istememiştim. Evet onu tanımıyordum ancak ölümün ne demek olduğunu gayet iyi biliyordum. Kimseyi kaybetmemiştim ancak birden fazla kez ölüm haberi vermiştim. Herkesin acısına şahit olmuştum. O yüzden o gitmeyi isteyene kadar onunla birlikte beklemiştim uzaktan. Tabii Alparslan üsteğmende ikimizi yalnız bırakmamıştı. En sonunda Aslı'yı kaldığı otele bırakmıştık. Şimdiyse ikimiz arabada yalnızdık. Alparslan üsteğmen beni hastaneye bırakacak sonra da tabura geri dönecekti. Cama doğru dönmüş yolu izlerken bir yandan da burnumu çekmekle meşguldüm. Aslı ağladıkça ben ağlamıştım ve şimdi de sakinleşmeye çalışıyordum. Yüzüme doğru bir peçete uzatıldığında bakışlarım elin sahibine döndü. O ise bana bakmayıp yola bakıyordu ancak yüz hatlarının gerilmesinden dişlerini sıktığını anlamak zor değildi. Kim bilir onun canı nasıl acıyordu, intikam ateşiyle kavruluyordu belki de. Hiçbir söylemeyip elindeki peçeteyi aldım ve akan gözyaşlarımı temizledim. Hastaneye vardığımızda ikimizde bir süre sessiz kaldık. Genzimi temizleyerek sessizliği ben bozdum. "Her şey için teşekkür ederim." "Ben bir şey yapmadım o yüzden teşekküre gerek yok." dediğinde emniyet kemerimi çözdüm. Arabadan inmeden evvel tekrar konuştum. "O zaman görüşmek üzere." diyerek bir şey söylemesini beklemeden kapıyı açtım ve arabadan indim. Daha kapıyı kapatmadan Alparslan üsteğmenin sesini işittim. "Bir dakika bekler misiniz?" Alparslan üsteğmen kendi emniyet kemerini çözüp kapısını açtı ve arabadan indi. Arabanın bagajına ilerlediği sırada bende kapıyı kapattım ve olduğum yerde dikilmeye devam ettim. Ne olduğunu sorgulamaya çalışırcasına onu izlerken Alparslan üsteğmen arabasının bagajını kapattı ve elindeki küçük karton bir poşetle yanıma doğru ilerlemeye başladı. Merakla onu izlerken tam karşımda durarak elindeki poşeti bana doğru uzattı. Anlamayan gözlerle ona baktığımı gördüğünde elini ensesine götürerek konuştu. "Fularınız o gece kan olmuştu." Şaşkınca ona baktığımda elindeki poşeti hareket ettirerek dikkatimi çekti. Poşeti alarak gülümsedim. "Hiç gerek yoktu gerçekten." "Bir süre önce aldım ama fırsatım olmadı vermeye. Operasyona çıkmadan evvel vermek istedim. Ne olacağı belli olmaz." dediğinde içimi bir huzursuzluk kapladı. Haklıydı gidip de dönmemek dönüp de bulamamak vardı bu hayatta. "Teşekkür ederim." dedim gülümsemeye devam ederken. Poşetin içindeki hediye paketini alarak açtım. O gün taktığıma benzer olan gri ve siyah tonlarının ağırlıklı olduğu bir fulardı. Cidden zevki güzeldi. Böyle ince düşünmesi ayrıca hoşuma gitmişti. "Gerçekten çok güzel, bir an önce takacağım." dedim beğeni dolu bir sesle. Onun da dudaklarında hafif bir gülümseme oluştuğunda bakışlarım dudaklarına kaydı. Az gülümsüyordu ancak gülüşü güzeldi. Hızla bakışlarımı gözlerine çıkardığımda konuştu. "Beğenmenize sevindim, normalde zevkime güvensem de pek emin olamadım beğenip beğenmeyeceğiniz konusunda." Egolu konuşmasıyla burnumdan nefes vererek güldüm. Egolu, sert falandı ama özünde gerçekten çok düşünceliydi. "Gerçekten çok zevkliymişsiniz. Tekrardan teşekkür ederim." "Güle güle kullanın." Elimdeki fuları paketine tekrar koyarak kolumdaki saate baktım. Mesaim henüz başlamamıştı. Bu güzel düşünceye karşılık bir kahve ısmarlamamak olmazdı. O yüzden konuştum. "Mesaim henüz başlamadı, sizin de vaktiniz varsa bir kahve ısmarlamak isterim." dedim ardından da ekledim. "Yani teşekkür için." Söylediğim şeyle birlikte o da kolundaki saatine baktı. Ardından bana döndü. "Bir saat kadar boşluğum var ondan sonra tabura dönmek zorundayım." dediğinde hızla konuştum. "Eğer başka bir işiniz varsa lütfen şey yapmayın, yani benim yüzümden ertelemeyin." dedim heyecanlı bir biçimde. Dudakları hafif kıvrılır gibi olurken ben yutkundum. O ise konuştu. "Başka bir işim yok, sizinle kahve içmeyi bende isterim. Hem bir türlü içemedik o kahveyi." dediğinde bende gülümsedim. Haklıydı. Kahveyi kendi alıp gelmişti yanıma ancak yaptığı patavatsızlıkla kahveyi içemeden kalkmak zorunda kalmıştım yanından. "O zaman buyurun." dedim hastanenin kapısını göstererek. Sonra da ekledim. "Daha güzel bir yerde ısmarlamak isterdim ancak malum elimizdeki imkanlar bunlar." "Olsun, sohbet güzel olduktan sonra mekanın benim için pek önemi yok." dediğinde gülümsedim. Adımlarımızı kafeteryaya doğru atarak kısa sürede kafeteryaya vardık. Alparslan üsteğmen benim her zaman oturduğum masaya oturduğunda bende kahvelerimizi almak için sıraya girdim. Kısa sürede kahvelerimizi aldıktan sonra yanına ilerledim. "Burada mı içelim yoksa dışarıya mı çıkalım?" dedim elimde kahveleri tutmaya devam ederken. Alparslan üsteğmen üzerime doğru bakıp gözlerini bana doğru çevirdi. "Dışarı çıkalım o zaman." Üşümeyeceğimden emin olmuş olmalı ki böyle bir karar vermişti. Adam haklıydı parkasını sürekli bana veriyordu ve kendi üşüyordu. Utanarak bakışlarımı kaçırdım. Alparslan üsteğmende oturduğu yerden kalktığında elimdeki kahveyi ona doğru uzattım. "Teşekkürler." dediğinde bu sefer bende onun gibi yaparak başımı aşağı eğip kaldırdım. Hastaneden çıktığımızda dün oturduğumuz banka doğru ilerledik. Havalar daha fazla soğumadan buranın keyfini çıkarmak lazımdı. Banka oturduğumuzda ikimizde sessizce kahvelerimizi yudumluyorduk. Aramızdaki sessizliği o bozdu. "Ablam bahsetti biraz evinize yerleşmişsiniz galiba. Hayırlı olsun." dediğinde gülümseyerek başımı salladım. "Evet, yerleştim. Sağ olun çok yardımcı oldunuz bana. Siz ayrı Semra abla ayrı." Alparslan üsteğmen omuz silkti. "Biz ne yaptık ki? Ufak tefek dokunuşlar sadece." dediğinde mütevazılığına karşı güldüm. Ardından aklıma gelen şeyle dudaklarımdaki gülümsemeyi sildim. "Biraz önce operasyona gidiyorum dediniz, zor bir operasyon mu?" dediğimde bakışları yavaşça bana doğru döndü. Merak ediyordum, endişeleniyordum. "Her operasyonun zorluğu vardır." diye üstün körü bir cevap verdiğinde dudaklarımı büzdüm. Görev gizliliği diye bir şey vardı ve doğal olarak bana bir şeyler söyleyemezdi. Ancak yine de merak ediyordum. Yine de konuyu kapatmak adına konuştum. "Sağ salim dönersiniz umarım, dikkat edin kendinize." "Umarım." dedi kısaca. Sessiz bir biçimde kahvelerimizi içerken Alparslan üsteğmenin telefonunun zil sesi sessizliğimizi bozdu. Cebinden telefonunu çıkartıp açtı. "Efendim Fırat?" Karşıdan gelen sesleri dinlerken bende onu izlemekle meşguldüm. "Tamam geliyorum siz başlayın hazırlanmaya." Dediğinde şaşırdım. Bu kadar çabuk mu gidiyordu? Galiba şans pek bizden yana değildi. İkidir kahvelerimizi içemiyorduk. Telefonu kapattığında oturduğu yerden ayaklandı ve telefonu cebine koydu. Bende onunla birlikte ayağa kalktığımda konuştu. "Gitmem gerekiyor kusura bakmayın." "Hiç önemli değil." dedim gülümsemeye çalışarak. Ardından ekledim. "Lütfen dikkatli olun." dediğimde başını aşağı eğip kaldırdı. Bakışları bitmeyen kahve bardağına kaydığına tekrar konuştu. "Kahveyi bitiremedim, sohbetimiz de yarım kaldı." dediğinde sorun olmadığını söylemek için dudaklarımı araladım ancak o buna izin vermeden tekrar konuştu. "Döndüğümde bunu telafi edeceğim. Bu sefer kahvelerimizi bitireceğiz söz veriyorum." diyerek bardağını çöp kutusuna attı. Dudaklarımdaki gülümsemeyle konuştum. "O zaman kahve sözü için sizi burada bekliyor olacağım." dediğimde başını salladı. "En kısa zamanda sözümü yerine getireceğim." Başka bir şey söylemeden birbirimize baktığımızda bir şey demeden arabasına ilerleyip bindi ve hızla uzaklaşmaya başladı. Bende sadece arkasından bakmakla yetindim. Yarım kalan kahvemden birkaç yudum daha içerek bitirdim ve bende çöpe attım. Aklım Alparslan üsteğmen ve timinde kalmıştı. Tek dileğim sağ salim sevenlerine, evlerine dönmeleriydi. Hastaneye girdiğimde kapıda Azra hemşire ile karşılaştım. Tam önümde durmuş bana bakıyordu. Bu hallerinden artık sıkılmıştım. Buraya geldiğimden beridir bakışlarıyla rahatsız ediyordu beni. Anlamadığım şey ben ona hiçbir şey yapmamıştım. Hastaya müdahale ederken iki kelime ancak konuşuyorduk ondan sonra da hiç muhatap bile olmuyordum. Benimle derdi neydi? Yanından geçmek için bir hamle yaptığımda tekrar önüme geçti. Yaptığı hareketle sinirlerim gerilmeye başlıyordu. "Ne yapmaya çalışıyorsun sen?" dedim kaşlarımı çatarak sert bir sesle. Azra hemşire aynı pişkinlikle konuştu. "Seninle konuşmak istiyorum." dediğinde senli benli konuşmaya geçmesini göz ardı ettim ve başımı salladım. Derdini öğrenmek istiyordum. "Konuşalım." Kollarımı göğsümde birleştirerek söyleyeceklerini dinlemeye başladım. Azra ise konuşmaya başladı. "Alparslan'dan uzak dur." dediğinde kaşlarımı iyice çattım. O ise devam etti sözlerine. "Geldiğinden beridir onun yanından ayrılmıyorsun, sürekli dibinde bitiyorsun. Onun aklını karıştırıyorsun. Senin yüzünden benden uzaklaşmaya başladı." Söylediği şeyle ağırca yutkundum. Ben ne yapmıştım ki bana bunları söylüyordu. Bana böyle şeyler söylemeye ne hakkı vardı? "Sen ne hakla benimle böyle konuşuyorsun?" dedim sertçe. "Alparslan'ın sevgilisi olarak seni uyarıyorum sadece. Ondan uzak dur." dediğinde içten içe şaşırdım ancak şaşkınlığımı ona belli etmedim ve konuştum. "Ne sen ne de sevgilin benim umurumda değil, ben yalnızca görevimi yapıyorum." dedim tahammülsüz bir sesle. Konuşmak için dudaklarını araladığında işaret parmağımı ona doğru sallayarak konuştum. "Bir daha benimle bu şekilde konuşmaya kalkarsan sonuçlarına da sen katlanırsın, bende seni uyarıyorum!" dedim gözlerinin en içine bakmaya devam ederken. Bir şey söylemesini umursamadan yanından geçip koridorda ilerlemeye başladım. Sinirden ağlayacak kıvama gelmiştim resmen. Ben bu sözleri duymayı hak etmemiştim. Yalnızca işimi yapmaya çalışıyordum. Alparslan üsteğmenle de arkadaş olmaya çalışıyordum ancak hata benimdi. Hala kimseye güvenmemem gerektiğini öğrenememiştim. Çarşıda gördüğüm kavga da benim yüzümdendi belli ki. Bu durumda ne yapmam gerektiği hakkında da hiçbir fikrim yoktu. Ben hiçbir zaman Alparslan üsteğmenle çizgiyi aşan bir konuşma, sohbet yapmamıştım ama dışarıdan bakıldığında arkadaşlığımızın böyle yorumlanması beni gerçekten çok kırmıştı. Bundan sonra ne Alparslan üsteğmenle eskisi gibi diyaloğa girerdim ne de Azra hemşireye eskisi gibi ılımlı davranırdım. Bölüm Sonu ‣‣‣Bölümü nasıl buldunuz? ‣‣‣Alparslan ve Hazan sahneleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Beğendiniz mi? ‣‣‣Bölüm sonu nasıldı? Sizce Azra ve Alparslan arasında gerçekten bir şeyler var mı? ‣‣‣Sizce Hazan bundan sonra nasıl tavır sergilemeli? ‣‣‣Bölümde beğenmediğiniz yerler var mı? Oylarınızı ve yorumlarınızı merakla bekliyorum... <3 |
0% |