Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Kaybolan Yıllar| 10

@mutlusonsuz222

🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim..

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen..

10.Bölüm

Başımda kesin bir acı, kulaklarımda çınlama hissederken adamın kapıyı açarak şoför koltuğundan indiğini duydum. Kaçmak için hamle yapacağım sırada benden önce davranarak kolumdan tutarak beni araçtan indirirken çınlayan kulaklarımda iğrenç sesini duydum. "Sana ayağını denk al demiştik savcı, şimdi sonuçlarına katlanma zamanı." diyerek elindeki silahı başıma doğru bastırdı.

İnsan böyle zamanlarda ne düşüneceğini bilemeyen bir varlıktı. Asker bir abi ve asker bir babaya sahip olmanın en iyi yanlarından biri bazı durumlarda ne yapacağını ne tepki vereceğini bilmekti. Aynı zamanda bir savcı olarak soğuk kanlı olmak, oluşan sorunları mantıklı yollarla halletmek gerekiyordu. Teorikte soğuk kanlı olunabiliyordu ama asıl önemli olan pratiğe bunu dökebilmekti.

Burada yalnızdım, ne yanımda abim vardı ne de babam. Cenk komiser telefonunu açmıyordu, Pamir'i aramıştım ama açıp açmadığını bilemiyordum çünkü telefonum ben araçtan indirilirken yere doğru düşmüştü. Ne yapacaksam kendi imkanlarımla yapmak zorundaydım.

Yalnızca birkaç saat evden ayrılacağım diye korumalarımı almamanın cezasını belki canımla ödeyecektim ama bunun sorumlusu bendim ve başımın çaresine bakmasını bilirdim.

"Yürü!" başıma silahın ucunu bastırarak beni ileri doğru iterken etrafıma doğru bakındım. Her yer karanlıktı. Yalnızca birkaç sokak lambası etrafı aydınlatıyordu. Beni arabadan indirdiğine göre götüreceği yer yakındı ya da ağaçlık bir yere götürüp icabıma bakacaktı.

Kaşımdan yanağıma doğru akan sıvıyı hissettiğimde elimi usulca sıcak sıvıya değdirdim ve titreyen parmaklarıma doğru baktım. Gördüğüm kanla birlikte yüzüm buruşurken büyükçe yutkundum. Adımlarım duraksarken arkamdaki adamın sesini duydum. "Yürü! Kafana kurşun yemek istemiyorsan ilerle!"

"O kurşunu sen bir yerlerine yiyeceksin hiç merak etme." diyerek adamın hiç beklemediği bir anda ona doğru dönerek çevik bir hareketle dizimi bacaklarının arasına geçirdim. Bu hareketimle birlikte adam inleyerek iki büklüm olurken hiç beklemeden dizimi burnuna geçirerek geriye doğru sendelemesine neden oldum. Böylece benden birkaç adım uzaklaşmıştı ve yaptığım hamlelerin şaşkınlığı ile silahı yere doğru düşmüştü.

Saniyeler içinde boynumda asılı duran çantamdan silahımı çıkartarak emniyet kilidini indirdim ve benden birkaç adım geride duran adama doğrulttum. "En ufak hareketinde kafana kurşunu yersin." diye bağırırken benim sert hamlelerimle birlikte yere düşen silahını yerden aldım. "Ne sanıyorsun lan sen.. bir savcıyı kaçırabileceğini mi?"

Adam kanayan burnuna elini değdirip bakarken buna fırsat vermeyerek bağırdım. "Diz çök! Diz çök ve elini ensende birleştir." Adam dediğimi yaparken bakışlarımı ondan çekmeden yere düşen telefonuma doğru uzandım. Ekranda Pamir'in adı ve aramanın açıldığına dair ekranı görürken telefonu kulağıma götürdüm.

"Pamir." dediğimde Pamir'in endişeli ve çaresiz sesini duydum. "Devrim, Allah'ım çok şükür. İyi misin!? Sorduğu soruyla birlikte bakışlarımı adamdan çekmeden cevap verdim. "Ben iyiyim Pamir, emniyete haber verir misin?" dediğimde Pamir'in sabırsız sesini duydum. "Verdim. Geliyorum bende güzelim, yola çıktım çoktan. Yer tespitini yaptırdım. Dikkat et, lütfen. Sadece birkaç dakika dayan."

Pamir endişeli bir biçimde cümlelerini sıralarken içini rahatlatmak için mırıldandım. "Ben iyiyim, sakin ol. Bekliyorum sizi." derken karşımdaki adamın elini ensesinden kaldırdığını gördüm. Ne yaptığını anlamaya çalışırken adamın eline aldığı küçük, bıçak tarzı kesici aleti görmemle birlikte ayağa kalkması ve bana doğru hamle yapması bir oldu.

Elimdeki telefon yere doğru düşerken yaşadığım panik ve adrenalinle birlikte elimdeki silahı ateşledim. İçinden çıkan kurşun adamın omzunu delip geçerken vurulmanın yarattığı etki ile birlikte adam yere düşerken ortamı inlemeleri doldurmaya başladı. Hata yapmıştım, onun sadece silah getirdiğini düşünmek büyük bir hataydı.

Elimdeki silahı ona doğrultmaya devam ederken hızlıca yanına giderek vurulmanın etkisiyle yere düşen kesici aleti uzaklaştırdım. Ardından da adamın ceplerini aramaya başladım. Kendi canının derdine o kadar düşmüştü ki benim ne yaptığımla ilgilenmiyordu bile. Hızlıca cebinden telefonunu ve cüzdanını çıkarttım. Dikkatimi adamın üzerinden ayırmadan cüzdana baktım. Kimlik Kayhan Altun adlı şahsa aitti.

Yanından birkaç adım uzaklaşırken hala inlemeleri kulağıma dolmaya devam ediyordu. Titreyen elimle silahı tutmaya devam ederken bende birkaç derin nefes alıp verdim. Yaşadığım korku tüylerimin diken diken olmasına neden olmuştu. Böyle bir olay ilk defa başıma geliyordu. Kurşunların hedefi olmuştum, arabam taranmıştı ancak ilk defa kaçırılmaya çalışılmıştım. Ancak bu durumdan da kurtulmam kolay olmuştu.

Beni hafife almışlardı ve tek kişi gelmek gibi bir hata yapmışlardı.. İyi ki de öyle olmuştu. Bu sayede kolayca başa çıkabilmiştim. Bakışlarımı yola çevirerek herhangi bir gelen olup olmadığına baktım. Başka gelen kişiler olursa onlarla başa çıkmam pek kolay olmazdı. Daha fazla etrafa bakmadan bakışlarımı adamın üzerine çevirdim. Yerde kıvranmaya devam ediyordu. Elini yaranın üzerine koymuş sızlanırken, yalnızca sokak lambasının aydınlattığı sokakta adamı izlemeye devam ettim.

Bakışlarım adamın üzerindeyken aniden yüzüme doğru gelen araba farlarıyla gözlerimi kıstım. Kalbim korkuyla çırpınırken arabanın ani fren sesini duydum ardından da açılan kapılarını. Kimin geldiğini görmeye çalışırken uzun halde duran farların kapatılması ve kısa farların yakılmasıyla birlikte görüş açıma Pamir girdi. Korkuyla kasılan kalbim onu görmenin rahatlığı ile sakinleşirken derin bir nefes verdim.

"Devrim." tek bir kelime söylemişti ancak sesindeki tını ne kadar endişelendiğini, korktuğunu net bir şekilde gösteriyordu. Gözlerini kapatıp başını havaya doğru kaldırdıktan derin bir nefes vererek tekrardan bana doğru baktı. Ardından da adımlarını bana doğru atmaya başladı.

Onun arkasında bana doğru bakan 7 kişiyi gördüm. İçlerinden birisi Hakan, diğeri de Soner üsteğmendi. Timiyle birlikte gelmişti. İçlerinden ikisi koşar adım vurduğum adama doğru giderken bakışlarım koşar adım bana gelen Pamir'e kaydı.

İyi olduğumu söylemek için dudaklarımı araladığım sırada Pamir'in beni kendine doğru çekip sarılmasıyla birlikte dudaklarımı birbirine bastırdım. Kollarından birini tamamen belime sarmış biriyle de ensemden tutmuş kafamı göğsüne doğru bastırırken derin birkaç nefes aldığını hissettim. Bu hissi o kadar özlemiştim ki.

Yaşadığım korku, içimdeki özlem, birine sığınma hissi onu itmemi engelledi. Hatta bende kolumu onun beline sararak daha da sıkı sarıldım.. Beni sevgisiyle, şefkatiyle sarıp sarmalasın, yaralarımı sarsın istedim. Ellerini saçlarımda gezinirken sonunda aradığım huzura ulaşmanın rahatlığıyla gözlerimi kapattım.

"Aklım çıktı Devrim, silah sesini duyunca ölüyorum sandım. Çıldıracaktım." Pamir'in endişeli sesiyle birlikte gözlerimi aralarken Pamir kolunu belimden çekmeden gözlerime doğru baktı. Elinin birini yanağıma koyarken gözbebekleri titreyerek mırıldandı. "İyisin, çok şükür iyisin." dedi kendini inandırmaya çalışır gibi.

Ardından ben daha cevap veremeden ekledi. "Buz gibi olmuş yanakların. Üşümüşsün." diyerek hızlıca üzerindeki parkayı çıkarttı. Hiç beklemeden parkayı omuzlarımın üzerine bırakırken hissettiğim sıcaklıkla üşüdüğümü ancak yeni yeni algılayabildim. Taksiye bindiğimde kabanımı çıkarmıştım ve zorla arabadan çıkartıldığım için tekrardan giyememiştim ve anın etkisiyle, şokuyla üşüdüğümü bile kavrayamamıştım.

Elini nazikçe yanağıma doğru tekrar yaslarken bakışları kaşımdaki yaraya doğru kaydı. Gördüğü yara veya kanla birlikte sanki kendi canı acıyormuşçasına yüzünü buruştururken mırıldandı. "Çok acıyor mu?" sorduğu soruyla birlikte başımı iki yana salladım. "Acımıyor, iyiyim."

Verdiğim cevapla birlikte Pamir ikna olmayarak nazikçe başımı sola doğru döndürdü ve kaşımdaki yaraya daha da dikkatli baktı. Ardından da arkasını dönerek konuştu. "Yiğit, buraya bak." dediğinde benim bakışlarımda time doğru döndü. Benim yaraladığım adamın yarasına tampon yapan asker Pamir'in sesiyle birlikte ayağa kalkıp yanımıza doğru geldiğinde Pamir konuştu. "Yaraya bak aslanım."

"İzninizle komutanım." Yiğit, yaraya bakmak için Pamir'in çekilmesini ima ederken Pamir elini yüzümden çekerek yanıma doğru geçti. Ancak hala kolumdan tutmaya devam ediyordu ben yanındayım dercesine.

"Dikiş atılması gerekir mi?" diye aklımdaki soruyu sorarken Yiğit bakışlarını yaradan çekip başını salladı. "Birkaç dikiş atılabilir savcım." dediğinde derin bir iç çektim. Yiğit ilk yardım çantasından küçük bir parça sargı bezi çıkartıp kaşımın kenarına bastırdığında hissettiğim acı ile yüzümü buruşturdum. "Yavaş olsana oğlum. Bırak ben yapayım." diyerek elini Yiğit'e doğru uzattı Pamir.

Yiğit şaşkın bakışlarla Pamir'e doğru bakarken mecburen elindeki sargı bezini ve sargı bezini yapıştırmak için gerekli olan bandı uzattı. Pamir onları alırken ben konuştum. "Adamın yarası ne durumda, kötü mü?" dediğimde Yiğit başını iki yana salladı. "Sinirlere gelmemiş savcım, küçük bir ameliyatla çözülür merak etmeyin." dediğinde derin bir nefes verdim. Adama bir şey olması bizim için kötü olurdu.

"Şuan önemli olan o mu sence?" Pamir'in kızgın sesini duyduğumda bakışlarımı ona doğru çevirdim. Elindeki sargı bezini dikkatlice, canımı acıtmaktan kaçınarak kaşıma sabitlerken bir yandan da bana laf yetiştiriyordu. "İşimize yarayacak ondan sordum." diyerek açıklama yaparken Pamir kaşlarını çattı. "Canının hiç mi kıymeti yok senin? Devrim ölümden döndün, nasıl hala davayı düşünebilirsin?"

"Pamir.. Bu adam bir şeyler biliyor olabilir. Beni nereye götürecekti? Ne yapacaktı hepsinin sorgulanması gerekiyor." diye kendimi açıklayacağım sırada Pamir inanamayarak gözlerime baktı. "Canımdan can gitti benim, sen hala dava diyorsun. İnanamıyorum sana."

Tereddüt etmeden elimi koluna doğru yasladım ve gözlerinin içine doğru baktım. Aylarca Pamir'i göreve uğurlayıp ulaşamadığım zamanlarda endişeden deliye dönmem, ona bir şey olacak korkusuyla yaşamam geçti zihnimin köşesinden. Şuan onun yaşadığı duyguları en iyi anlayan kişi bendim. Sakin olması gerekiyordu ve benim zamanında yaptığım gibi onunda benim mesleğimin tehlikelerini kabullenmesi gerekiyordu.

"Korkunu çok iyi anlıyorum ama bak ben iyiyim, sapasağlam karşındayım. Sadece ufak bir yara aldım. Eminim kurşun yarası kadar acımıyordur bile." dediğimde Pamir başını iki yana salladı. "Emin ol senin canının yanması, hissettiğim kurşun yaralarından bile daha çok yaktı canımı. İyi ol Devrim, hep iyi ol."

Kolunu tuttuğum elimi sıkıca tutarak gözlerime bakmaya devam etti. Duyduğumuz siren sesleriyle birlikte birbirimizde olan bakışlarımız ayrılırken birkaç polis arabası ve bir ambulans görüş açıma girdi. Polis arabasından inen Cenk komiser yanımıza doğru gelirken sesini duydum.

"Savcım iyi misiniz? Ben aramanızı görmedim, gerçekten çok özür dilerim." diyerek can havliyle kendini açıklayan adama bakarak cevap vereceğim sırada Pamir'in sert sesini duydum. "Sen telefonu açmıyorsun diye Devrim canından olabilirdi, ben yetişemeseydim ne olacaktı?" İkisi birbirlerine sert bakışlar atarlarken araya girdim. "Lütfen, şuan bunu kaldıracak durumda değilim beyler. Bir an önce gitmek istiyorum buradan."

Benim söylediklerimle birlikte sessizleşirlerken vurduğum adamı ambulansa bindiren görevlileri görerek Cenk komisere baktım. "Bu adamın başında sen gideceksin ve ameliyatı bitene kadar bekleyeceksin komiser. Ameliyattan sonra odasının önüne terörle mücadele polislerinden arkadaşları yerleştir, daha sonra ifadesi alınacak. İçeri doktordan başka kimse girmeyecek, hemşire dahil. Eğer o adam kaçsın ya da fişi çekilsin her türlüsünü sizden bilirim ona göre."

"Emredersiniz savcım." dedikten sonra yanımdan uzaklaşarak ambulansa bindi Cenk komiser.

Ambulans sirenlerini çalarak ortamdan uzaklaşırken Cenk komiserden sonra ekibe emir veren polis memurunu çağırarak adamın telefonunu ve cüzdanını uzattım. "Bunlar didik didik incelenecek, telefon özellikle. Kimlerle konuşmuş, ne yapmış hepsini bilmek istiyorum. Ayrıca bu taksinin plakası kimin üzerine onu da öğrenin ve arabayı güzelce inceleyin." dediğimde beni onayladı polis memuru. "Emredersiniz savcım."

Polis memurları yanımızdan uzaklaşırken derin bir nefes aldım. Pamir elini sırtıma doğru koyarak mırıldandı. "Hadi gel, ilk önce seni bir hastaneye götürelim. Sonra da eve geçip dinlenirsin." dediğinde başımı sallayarak onayladım. Pamir beni arabaya doğru yönlendirirken diğer tim üyeleri de peşimizden gelmeye başladı.

Siyah volkswagen tarzı arabaya doğru ilerledikten sonra Pamir boş olan koltuklardan birine oturmama yardımcı olduktan sonra kendisi de yanıma doğru oturdu. Tim üyeleri sırayla arabaya binerken sırtımı koltuğa yasladım.

Hakan tam arkamıza geçerek otururken elini omzumda hissettim. "Devrim, geçmiş olsun. İyisin değil mi?" dediğinde ona doğru dönüp gülümsedim. "İyiyim Hakan, sağ ol." dedikten sonra bakışlarım Hakan'ın yanında oturan Yiğit ile buluştu. Onun ardından da arka arkaya sıra sıra dizilmiş olan diğer tim üyelerine. İkidir karşılaşıyorduk ancak henüz tanışamamıştık. Soner'in ve Yiğit'in ismini öğrenmiştim bir tek.

"Geçmiş olsun sayın savcım." diyen üyeye doğru baktım. Geçen gün Pamir ile tanışıklığımızı sorgulayan askerdi. Başımı eğip kaldırarak cevap verdim. "Teşekkür ederim, buraya kadar zahmet etmişsiniz hepiniz." dediğimde benimle konuşan asker gülümsedi. "Ne demek savcım." dedikten sonra ekledi. "Batuhan ben savcım, Batuhan Ünal. Ne zaman ihtiyacınız olursa arayabilirsiniz."

Pamir'in bakışları aniden Batuhan'a doğru dönerken Batuhan büyükçe yutkundu. "Tabii Pamir komutanımdan sonra." dedikten sonra araya ben girdim. "Memnun oldum Batuhan."

Batuhan'ın ardından timin diğer üyelerine kıyasla orta yaşlı olan "Madem Batuhan kendini tanıttı, bizde kendimizi tanıtalım savcım. Ben Ahmet Çelikkol." dedikten sonra lafa onun yanında oturan asker girdi. "Bende Taner Keskin savcım." dediğinde başımı salladım. Taner'in ardından lafa arabayı süren diğer asker girdi. "Bende Kürşat Kılıç savcım. Ahsen sizden bahsetmişti."

Kürşat'ın söylediği şey ile birlikte şaşırdım. Ahsen'in nişanlısı Kürşattı. Pamir merakla bakışlarla bizi dinlerken ufak bir tebessüm ettim. "Memnun oldum, Devrim Akyol bende. Hepinize çok teşekkür ederim, geldiniz." dediğimde Ahmet Abi cevap verdi. "Bizde memnun olduk savcım, ne zaman ihtiyacınız olursa geliriz."

Önüme dönerek camdan dışarıya doğru bakmaya başladığımda hemen yanı başımda açılan su şişesi sesi ve önüme doğru uzatılan şişeyle birlikte bakışlarımı Pamir'e doğru çevirdim. Pamir şişeyi işaret ederek konuştu. "Çok korkmuşsundur, rahatlarsın biraz." dediğinde bir şey demeden şişeyi alarak birkaç yudum içtim. Şişeyi tekrardan Pamir'e uzattığımda eline alarak hiç gocunmadan dudaklarına götürüp o da birkaç yudum içti.

Tim üyelerinin kendi aralarında konuşmasını dinlerken hastaneye ulaşmamızın ardından hepsine iyi geceler dileyerek arabadan indim. Pamir üyelerin gitmesini söyleyerek onları uğurladıktan sonra birlikte hastanenin kapısına doğru ilerlemeye başladık. Göz ucuyla Pamir'e doğru bakarak konuştum. "Keşke sende gitseydin arkadaşlarınla, ben hallederdim. Zaten Cenk komiser falan da burada."

Söylediğim cümlelerle Pamir'in adımları duraksarken tamamen ona doğru döndüm. "Devrim, yapma." dedikten sonra ekledi. "Senin için ne kadar endişeleniyorum görmüyor musun? İyi olduğunu bilmeye, sana yardımcı olmaya, senin yanında olmaya hiç hakkım yok mu? Bu kadar mı nefret ediyorsun benden, bu kadar mı tahammül edemiyorsun? Daha bir hafta önce tanıştığın adamın yanında durmasına izin veriyorsun, benim vermiyorsun. Onun kadar hakkım yok mu?"

Pamir sitemli bir şekilde konuşmasından, acı dolu bakışından ve ses tonundan canına tak ettiğini anlayabiliyordum artık.. Aslında demek istediğim kesinlikle bu değildi ama sürekli onu engellediğim, yanımdan uzaklaştırdığım için söyledim şeyleri buraya çekmesini anlayabiliyordum. O yüzden sakin olacaktım.

"Nefret etmiyorum.." dedim gözlerine bakarak samimiyetimi anlaması için. "Pamir, sözlerimi yanlış anladın. Ben yalnızca işin vardır diye çünkü tabura giderken canın sıkkındı belki operasyon falan vardır diye düşündüm." dedim cümlelerimi tam olarak toparlayamayarak.

"İşim falan yok, hele ki bu durumdan kendimi suçlarken bir de işi düşüneceğimi aklına getirdiysen beni gerçekten kalbinden silmeye başlamışsındır." dediğinde son dediklerini umursamadan tek bir cümleye odaklandım. 'Bu durumdan kendimi suçluyorum' Kaşlarım hafifçe çatılırken mırıldandım. "Kendimi suçluyorum da ne demek?"

Pamir sorduğum soruyla birlikte derin bir nefes alırken bakışlarını benden kaçırdı. "Seni ben götürmeliydim havaalanına, sonra da evine bırakmalıydım. Kendi ellerimle bıraktım tehlikenin ortasına." dediğinde başımı iki yana salladım. Asla böyle bir şeyi aklıma bile getirmemiştim ben, getirmezdim de. "Bunu ben yaptım, tehlikeyi bile bile korumalarımı yanıma almadım. Burada bir suçlu varsa o da benim. Senin yapacağın bir şey yoktu ki, sen her anımda yanımda olamazsın." dedim teselli cümlelerini sıralarken.

Pamir cümlelerime alayla güldü. "Olmalıydım, bu tehlikeyi biliyorsam yanında olmak zorundaydım. Bunu düşünemeyen beynimi sikeyim." dedikten sonra eliyle hastaneyi işaret etti. "Hadi, daha fazla dikilmeyelim burada. Hava çok soğuk, bir an önce yarana baktıralım da içimiz rahat etsin."

Söylediği cümleleri daha fazla kurcalamadan hastanenin kapısından içeri girdim ancak bunları daha sonra konuşmak istiyordum. Onun kendisini suçlaması çok saçmaydı, bunda onun ufacık bile bir suçu yoktu ki.

Acil kısmından sıra aldıktan sonra Pamir ile yan yana oturarak sıranın bize gelmesini beklemeye koyulduk. Aramızda hiçbir konuşma geçmezken kısa süre sonra bana sıranın gelmesiyle birlikte nöbetçi olan doktor kaşımı uyuşturarak dikmeye başladı.

Tepkisiz bir biçimde doktorun işini bitirmesini beklerken başımda dikilen Pamir'in sesini duydum. "Herhangi bir sorun yok değil mi? Yani iz falan kalır mı?" Pamir'in sorusuyla birlikte doktor ona doğru baktı. "Küçük bir yara zaten, iz kalacağını düşünmüyorum. Her şey yolunda gibi duruyor." dediğinde Pamir itiraz etti. "Beyin tomografisi çekilmeyecek mi?"

"Travmaya bağlı bir bulgu görünmüyor. Ama içiniz rahat edecekse çektirelim." dediğinde konuşacağım sırada Pamir benden önce davrandı. "Çektirelim, içimiz rahat etsin." diyerek bana baktığında mecburen kabullenerek onayladım.

Dikiş işlemi bittikten sonra acilden çıkarak tomografi odasına doğru ilerledik. Ben içeri girip beyin tomografisi çektirirken Pamir dışarıda elinde çantam ve kabanımla beni bekledi. İçeriden çıkmamla birlikte elimi Pamir'e doğru uzatarak konuştum. "Teşekkür ederim." Pamir elindeki kabanımı ve çantamı uzatırken cevap verdi. "Teşekkür edeceğin bir şey yapmadım."

"Parkayı yıkadıktan sonra sana versem olur mu?" dediğimde Pamir başını iki yana salladı. "Olmaz, yıkama." dediğinde kaşlarım çatılırken Pamir devam etti sözlerine. "Kokunla uyumaya ihtiyacım var."

Pamir böyle söyledikçe ne diyeceğimi bilemiyordum ben. Önceden olsa parkaya gerek yok, ben seninle uyurum derdim. Ama şimdi böyle bir şeyi söyleyemiyordum. Aramızdaki bakışmayı ismimi seslenen bir adamla bozan taraf ben olurken bakışlarımı bana seslenen kişiye çevirdim. Pamir'in elini silahının üzerine koyarak önlemini alırken konuştum. "Tanışıyor muyuz?"

Adam tam olarak karşıma geçtikten sonra elini bana doğru uzatarak konuştu. "Henüz tanışmıyoruz savcım ancak isminizi çok duydum geldiğinizden beri. Ben cumhuriyet savcısı Volkan Tanrısever." dediğinde bana doğru uzattığı elini tutmayarak dikkatle adama bakmaya devam ettim. Volkan bey gülerek tekrar konuştu. "Pardon." dedikten sonra cebinden savcı kimliğini çıkartarak bana doğru uzattı.

Kimliğe bakıp onun gerçekten savcı olduğuna inanarak bana doğru uzattığı elini tutarak sıktım. "Kusura bakmayın savcım, memnun oldum Devrim bende." dediğimde Volkan savcı başını salladı. "Yüz yüze tanıştığımıza bende çok memnun oldum." dedikten sonra ekledi. "Başsavcım bu davada size yardımcı olmam gerektiğini söyledi."

"Yardıma ihtiyacım yok aslında, ben hallediyorum." dediğimde Volkan savcı başını salladı. "Elbette hallediyorsunuz ancak ufak bir yardımdan zarar gelmez, ayrıca davanın savcısı halen sizsiniz. Benimki ufak bir yardım olacak yalnızca. Ayrıca çok yıprandığınız belli oluyor, Ankara'da yaşadıklarınızı da biliyorum. Sizin üzerinizdeki iş yükü de azalmış olur." diyerek nazik bir biçimde bana durumu anlatırken derin bir iç çektim.

İşlerime başkasının karışmasını hiç sevmezdim. Hele ki yapacağım şeylerde başkasının fikrini almayı hiç istemezdim. Ancak başsavcının emriyse kabul etmekten başka şansım yoktu ne yazık ki.

Benim sessizliğimle birlikte Volkan savcı Pamir'e doğru bakarak tekrardan konuştu. "Hem erkek arkadaşınız da sizin için endişeli duruyor. Birazcık dinlenmek sizin de hakkınız." dediğinde kaşlarım çatıldı. Her konu hakkında fikri olan insanlar neden hep beni buluyordu acaba? "Başsavcımdan böyle bir şeyi talep etmemiştim ancak madem buraya kadar geldiniz, davaya hakimsiniz diye düşünüyorum. Bana saldıran kişinin telefonu da, cüzdanı da incelemede. Adam da şuan ameliyatta. Çıkınca sorgusunu bizzat ben yapacağım."

"Elbette, ben yalnızca sizi dinlerim ve gözden kaçıp kaçmayan şeyleri incelerim." dediğinde başımı salladım. "Sağ olun, iyi çalışmalar o halde." diyerek yanından uzaklaşırken Pamir'de benimle birlikte ilerlemeye başladı. Volkan savcının yanından uzaklaşıp kafeteryaya doğru ilerlerken Pamir'in sesini duydum. "Erkek arkadaşın olduğumu inkar etmedin."

Başımı ona doğru çevirirken cevap verdim. "Hiç tanımadığım birine laf anlatmak istemediğimden, yoksa başka bir şey arama altında." dediğimde Pamir'in yüzündeki ufak tebessüm soldu. "Biliyorum, her seferinde bunu net bir şekilde yüzüme vuruyorsun zaten." dediğinde derin bir iç çektim. Bugün yeterince zor bir gün geçirmiştim zaten, bir de bunlarla ilgilenmek zorunda kalıyordum. Her şey üst üste geliyordu.

Tomografi sonuçları çıkıncaya kadar kafeteryada oturduktan sonra doktora sonuçları gösterip hiçbir sorun olmadığını öğrendikten sonra içimiz rahat bir şekilde hastaneden çıkmıştık. Ne Pamir'in arabası ne benim arabam burada olduğu için bir taksiye binerek lojmana doğru yola çıkmıştık. Yaklaşık yarım saat gibi bir sürede lojmana vardığımızda taksinin ücretini ödeyip binadan içeri girmiştik.

Yan yana merdivenleri çıkarken çantamdan anahtarımı çıkarttıktan sonra koridorun tam ortasında Pamir ile karşı karşıya dikilerek birbirimize doğru baktık. "Bu gece yanımda olduğun için teşekkür ederim, sen gelmesen ya da yanımda olmasan ben bu kadar sakin kalamazdım galiba." dedim minnetle.

Adamı etkisiz hale getirdiğimde Pamir'in geleceğini bilmesem ne yapacağımı bilemezdim bile. Cenk komiser telefonu açmamıştı, eğer Pamir de olmasaydı orada bana ne olurdu kestiremiyordum. Belki de beni paketlerlerdi ben emniyetteki birilerine ulaşana kadar.

"Sen benim canımsın Devrim, sen istesen de istemesen de ben senin her daim yanında olurum. Bunun için teşekkür etme." dediğinde büyükçe yutkundum. Her seferinde ondaki yerimi hatırlatmak istermiş gibi konuşuyordu.

Hastane kapısında konuştuğumuz şeyler aklıma geldiğinde dudaklarımı yalayarak konuştum. "Hastanenin önünde söylediğin şeyler.." diyerek söze başladıktan sonra devam ettim. "Pamir, bu konuda kendini suçlamanı istemiyorum. Yanlış seçimlerimin sonucunda olan bir şeydi bu. Senin ne suçun var ki? Sen benim bakıcım değilsin, her daim yanımda olamazsın, beni bir şeyler için uyaramazsın. Yaşanan olayın bütün sorumlusu benim."

Ilımlı bir şekilde söylediğim cümleler eminim ki Pamir'in fikrini değiştirmesinde pek etki etmiyordu. Onu tanıyordum bir şeyi kafasına koyduysa o düşünceden kolay kolay vazgeçmezdi. Bundan da vazgeçmeyecekti. Yine de küçükte olsa düşüncelerini değiştirir diye söylemek istemiştim.

"Ufacıkta olsa içimi rahattın, sağ ol." diyerek gülümsediğinde bakışlarım gülüşüne doğru kaydı. Bende ufak bir tebessüm ettim. "O zaman..İyi geceler." diyerek arkamı dönerek evime ilerleyeceğim sırada Pamir'in elini bileğimde hissettim.

Ne olduğunu anlamak için Pamir'e doğru döndüğümde Pamir kendini açıklamak için konuştu. "Devrim, bu gece operasyona çıkıyoruz." Duyduğum kelimelerle içime bir ateş düşerken yutkunamadım. Üç yıl önceki telefon konuşmamızda Pamir'in söylediği cümleler beynimde yankılandı. 'Güzelim, biz operasyona çıkacağız.. Uzun süreli bir operasyon, vakit bulduğum ilk anda sizi arayacağım. Seni çok seviyorum, beni düşünmekten derslerini ihmal etme sakın.'

"Ne kadar sürecek?" dedim mırıltı şeklinde. Bu sorunun cevabını bildiğim halde sormaktan vazgeçemiyordum. Pamir başını omzuna doğru hafifçe eğerek derin bir iç çekti. "Bilmiyorum ama çok uzun süreceğini düşünmüyorum." Verdiği cevapla birlikte başımı sallarken büyükçe yutkundum. "Allah'a emanet olun hepiniz, sağ salim ailelerinize, sevdiklerinize dönün inşallah."

"İnşallah." dedi Pamir gözlerime bakarken. Ardından başka bir şey söyleyecekmiş gibi dudakları açılıp kapandı. İkimizde bir şey söyleyemiyorduk, ben kendimde vedalaşacak veya başka bir şey söyleyecek gücü bulamıyordum. Pamir ise söyleyeceği şeyden vazgeçmişti anladığım kadarıyla.

Arkamı dönüp evime gideceğim sırada Pamir nihayet konuşmaya karar verdi. "Devrim.." adımı seslenmesiyle birlikte bakışlarımı ona döndürürken Pamir yutkundu, anlaşılan söyleyeceği şey için hala kararsızdı. Beklentiyle ona bakarken konuştu. "Bir kere daha sarılabilir miyiz?"

İsteği ile birlikte gözlerim dolmaya başladı. Biz nasıl bu hale gelmiştik? Birbirimize dokunurken bile izin alır olmuştuk, ben onu kırmaktan çekinmez olmuştum, gerçekten birbirini çok seven iki kişi için bu durum eziyetti. Onun özlemle bakan gözlerine bakarken, çaresiz sesini duymuşken nasıl reddedecektim?

Onun bakmaya doyamadığım ela gözleri de hafiften dolarken başımı salladım olumlu manada. Bir kez daha onu kaybedersem içimde hiç pişmanlık kalsın istemiyordum. Bu yüzden kendimden nefret etmek, kendimi suçlamak istemiyordum.

Pamir cevabımla birlikte hevesle tebessüm ederken aramızdaki bir adımlık mesafeyi kapatarak beni sıkıca kollarının arasına aldı. Başını omuz hizama eğerek çenesini omzuma yasladıktan sonra burnunu saçlarımın arasına götürerek derin bir nefes çekti ciğerlerine. Benim kollarımda onun belindeki yerini alırken gözyaşlarımın akacak olmasını umursamadan gözlerimi kapattım. Kokusu burnumun direğini sızlatırken bende ciğerlerime onun kokusunu çektim. Yine sigarayla karışıktı kokusu ancak onunla ilk karşılaştığım andaki kadar çok değildi.

"Bu o kadar iyi geldi ki." Pamir'in fısıltı şeklindeki sesiyle birlikte gözlerimi araladım. Kollarımı belinden çekerken Pamir de son kez ellerini saçlarımda dolaştırıp benden ayrıldı. Gözlerime baktığında çekinerek elini yanağıma doğru getirip baş parmağıyla akan gözyaşımı sildi. "Ağlama, lütfen ağlama. Canımı daha fazla yakma." diye açık sözlülükle konuşurken başımı sallayarak burnumu çektim. "Aklın kalmasın, ben öyle birden aklıma gelen şeyler yüzünden duygulandım." dedim kendimi açıklayarak.

Önceden Pamir'e karşı içimde büyük bir güvensizlik, büyük bir kabullenmeme durumu vardı. Ama şimdi yavaş yavaş bu durumu atlatıyor gibiydim ya da ben öyle sanıyordum. En azından içimdeki güven duygusu tekrardan yeşeriyordu. Bakışları, sözleri, davranışları bana olan sevgisini dile getirmede çok başarılıydı.

Pamir burukça gülümseyerek söylediğime bir cevap vermedi. Ardından da ekledi. "Biliyorsun komutanım burada, dava ile ilgili bir şey olduğunda ona ulaşabilirsin. Ya da bana mesaj atarsan gördüğümde dönerim." dediğinde başımı salladım. "Merak etme ben iyi olacağım, asıl sen kendine dikkat et."

"Ederim.." birbirimize bakmaya devam ederken gülümsedim. "İyi geceler, tekrardan" diyerek aramızdaki konuşmayı bitirirken Pamir cevap verdi. "Görüşürüz, pansumanını ihmal etme."

Başımı sallayarak onu onaylarken isteksiz bir şekilde arkamı dönerek evime doğru ilerledim. Anahtarla kapıyı açıp içeri girdikten sonra son kez Pamir'e doğru baktım. İkimizin de gidesi yoktu, birbirimize bakıp duruyorduk. Bırakmak kolay değildi. Onun tekrardan bir operasyona gidecek olması, operasyondan nasıl döneceği, tekrar aynı şeyin olma düşüncesi ve bu sefer oynanan oyunun gerçek olması ihtimali yüreğimi ağzıma getirmeye yetiyordu. O yüzden ondan ayrılmak zor oluyordu.

Belli bir süre bakışlarımı ondan çekerek kapıyı kapattım ve direkt olarak kapının deliğinden baktım. Pamir'in merdivenlerden indiğini gördüğümde adımlarımı salona doğru atarak pencereye ilerledim ve perdeyi hafifçe aralayarak dışarı baktım. Saniyeler sonra Pamir apartmandan dışarı çıktığında bakışları benim bulunduğum pencereye doğru kaydı. Işık kapalıydı ama camdan net bir şekilde görünüyordum. Bu yüzden başımı usulca aşağı eğip kaldırarak selam verdiğimde Pamir selamımı alarak arabasına ilerledi ve binerek lojmandan dışarı çıktı.

Pencerenin önünden çekilerek odama doğru ilerledikten sonra üzerime değiştirerek yatağıma girdim. Ancak çok iyi biliyordum ki hem Pamir'i hem de davayı düşünmekten gözüme hiç uyku girmeyecekti...

 

 

 

◔◔◔

"Yaşadıklarınız hiç kolay değil Devrim hanım, bunu bir insanın yardım almadan hazmetmeye çalışması inan ki hiç doğru değil. Siz kendinizin farkına vararak ya da birinin isteği ile buraya geldiniz, ancak buraya gelme cesareti göstermeniz Pamir beyle tekrar bir arada olmak için elinizden gelen çabayı gösterdiğinizi bize ifade eder." Elini masasına yaslamış tane tane konuşarak düşüncelerini benimle paylaşan doktoruma baktım.

İlk iş olarak bir psikiyatriden randevu almıştım ve küçük bir arada soluğu burada almıştım. Nuran hanım bana bakarken sözlerine devam etti. "Peki Pamir bey? O sizinle birlikte olmak istiyor mu tekrardan, bunun için çabalıyor mu? Yoksa iyileşmek için çabalayan taraf tek siz misiniz?" Nuran hanımın sözleri beni düşüncelerin içinde sürüklerken başımı salladım. "Pamir, ilk geldiği günden beridir bana olan duygularının değişmediği gösterdi. Ondan kaçan taraf ben oldum. Galiba bu konuda da kendimi biraz suçlu hissediyorum."

"Hayır Devrim hanım, bu sizin kendinizi koruma mekanizmanız. Bunu bir suç olarak görmeyin. Siz verilmesi gereken en normal tepkiyi verdiniz, insanlar için her zaman konuşmak kolaydır. Sizin yaşadığınız şeyi kimse yaşamadan anlayamaz." diyerek sakince cevap verdi. Ardından da ekledi. "İlk önce kendinizi suçlamamanız gerektiğini, yaptığınız davranışların normal olduğunu kendinize kabul ettirmelisiniz... Böyle düşünmenizin nedeni Pamir beyin verdiği tepkiler mi?"

"Hayır, Pamir bana hiçbir şey söylemedi. Ben ona bağırıp çağırırken de, ihanetle suçlarken de sesini bir kere bile yükseltmedi. Bana olan her şeyi doğru bir şekilde anlatmaya çalıştı. Ben sadece.. onun bakışlarından hissettiklerini, canının sözlerimden yandığını gördüm, belki de hissettim bilmiyorum." dedim kafam karışık bir biçimde.

Nuran hanım başını sallayarak beni onayladı. "Buna sevindim, size anlayışla yaklaşılıyorsa tedavinizin iyi gitmemesi için hiçbir sebep yok. Yolumuz uzun Devrim hanım, yavaş yavaş her şey yoluna girecek. Bu daha ilk seansımız, sizde zaman ilerledikçe iyileştiğinizi fark edeceksiniz." dediğinde derin bir iç çektim. "Bende öyle umuyorum."

"Kolay şeyler yaşamamışsınız, her şey üst üste gelmiş ve büyük bir düğüm oluşturmuş zihninizde. Bunları yavaş yavaş çözeceğiz.." dedikten sonra ekledi. "Bugünlük bu kadar diyelim, haftaya tekrardan görüşmek üzere." dediğinde oturduğum yerden kalktım ve vedalaşarak odadan çıktım.

Biraz da olsa hafiflemiştim sanki. Beni anlayan birilerinin olması güzeldi. Herkes bana hak veriyordu, ailem, en yakın arkadaşım, hatta Pamir bile ama ben hala kendimi kötü bir şey yapmış gibi hissetmekten alıkoyamıyordum. Pamir'in bana beklentiyle bakan gözleri, sarılmak için izin alışı aramıza mesafeyi benim koyduğumu, ben şimdi evet desem her şeyin düzeleceğini söylüyordu sanki. Ama bunun olması çok zordu, travmalarım beni bırakmazdı. Bize rahat vermezdi.

Nuran hanımın muayenehanesinden çıkarak kapının önünde bekleyen aracıma doğru ilerledim. Mesut ve Engin dün olan olay yüzünden bana mahcup bir şekilde bakmaya devam ediyorlardı ancak onların bir suçu yoktu ki. Bunu ben seçmiştim ve seçimimin yanlışlığını da çok kötü bir şekilde öğrenmiştim.

Arabaya bindiğimde emniyete gideceğimizi söyleyerek camdan dışarı bakmaya koyuldum. Araba yolda ilerlerken çalan telefonumla birlikte çantamdan telefonu çıkardım ve ekrana doğru baktım. Burçe'nin aradığını görerek telefonu hiç beklemeden açtım ve kulağıma götürdüm. "Efendim canım?"

"Devrim abla nasılsın?" Burçe'nin konuşmasıyla birlikte cevap verdim. "İyiyim, çalışıyorum. Sen nasılsın? Nasıl gidiyor okul?" dediğimde Burçe konuştu. "Fena sayılmaz, gidip geliyorum işte." dedikten sonra duraksayarak ekledi. "Abla.. abim yaşıyormuş." dediğinde hafifçe kaşlarım çatıldı bu cümlesinden sonra ne geleceğini tahmin ederek. Burçe ise devam etti sözlerine. "Ben inanamıyorum hala, rüyada gibiyim. Seni de arayamadım öğrendikten sonra. Sen gerçekten nasılsın?" Burçe'nin düşüncesi ile gülümsedim. Gerçekten benim olmayan kardeşim gibiydi.

"Onu ilk gördüğümde halüsinasyon gördüm sandım." dedim buruk bir sesle. Bakışlarımı camdan dışarıya çevirirken devam ettim sözlerime. "Ama her gün görüştüğümüzde, gözlerine baktığımda gerçekliğini kabullendim. Anlattıklarını dinleyince kabullenmeye başladım.." dedim burukça. Ardından ekledim. "Sen peki? Abin bahsetti bir şeylerden. Sen ne durumdasın?"

"Boşa acı çekmişiz gibi hissediyorum, yaşadığımız veya yaşayamadığımız şeyler içimde ukde kaldı. Ben böyle söyleyince annemler kızıyor ama beni en iyi sen anlarsın diye düşündüm. O kadar özlemişim ki onu, bana takılmalarını ama yeri geldiğinde de nasihat edip bana akıl vermesini özellikle. Sadece birkaç saat vakit geçirdik ama o kadar iyi geldi ki." dediğinde gözlerimin dolmasını engelleyemedim. Ben bile Pamir'i o kadar özlerken Burçe'nin özlemini hayal etmek çok zordu.

Ben sessizce onu dinlerken Burçe devam etti. "Şimdi yine göreve gitti, ben çok korkuyorum onu tekrar kaybetmekten. Sen bir haber aldın mı ondan?" Burçe'nin meraklı sesiyle birlikte cevap verdim. "Dün giderken söyledi sadece, bilmiyorum. Sizi arar ama mutlaka." dediğimde Burçe muzip bir şekilde konuştu. "Bence bizden önce seni arar."

"Burçe." dediğimde diğer taraftan kıkırtısını duydum. "Kızma ablacım ama ben hala sizin birleşmenizi bekliyorum. Abim seni çok seviyor bunu biliyorum, sende onu çok seviyorsun. Ama sana hak veriyorum kesinlikle, biraz süründür onu." dediğinde güldüm. "Şuna bak ya, bir de bana akıl veriyor."

"Kızım, kiminle konuşuyorsun?" Burçe'nin sesini duymayı beklerken Halide teyzenin sesini duyduğumda sessizce ikisinin konuşmasını dinledim. "Devrim abla anne." diye cevap veren Burçe'den sonra Halide teyzemin sesini duydum. "Bana da versene, bende bir konuşayım."

"Devrim abla, anneme veriyorum ben şimdi. Kendine dikkat et. Konuşuruz sonra yine olur mu?" dediğinde onayladım. "Tamam güzelim, iyi dersler. Görüşürüz yine."

Birkaç hışırtıdan sonra telefonda Halide teyzemin sesini duydum. "Devrim, nasılsın kızım?" dediğinde cevap verdim. "İyiyim Halide teyze, öyle iş güç uğraşıyorum. Sen nasılsın? Oğluna kavuştun." dediğimde Halide teyzem büyük bir iç çekti. "Çok şükür rabbime ama kısa sürdü be kızım."

"Olsun, yaşadığını biliyorsun ya. Yine gelir, yine görüşürsünüz." dedim teselli vermek için ama bunun işe yaramayacağını biliyordum. Ben bile Pamir'in göreve gidişini hala kabullenememiştim. "İnşallah yavrum, inşallah. Dün aradı ama yetmedi, ana yüreği işte ne kadar konuşursam konuşayım özlüyorum." dediğinde onayladım. "Öyle."

"Siz.. Konuştunuz mu?" Halide teyzenin çekimser bir biçimde sorduğu soruyla birlikte cevap verdim. "Dün bana da söyledi gideceğini." dediğimde Halide teyze konuştu. "Ondan bahsetmiyorum yavrum, aranızdaki şeylerden bahsediyorum." dediğinde hafifçe kaşlarım çatıldı. Bakışlarım Mesut ve Engin'e kayarken onların dikkatli bir şekilde yola baktığını gördüm ancak bu beni dinlemedikleri anlamına gelmiyordu. Böyle meseleleri tek başıma konuşmayı yeğlerdim.

"Aramızda, eskisi gibi bir şey yok." dedim kısaca. Halide teyze derin bir nefes alarak konuştu. "Devrim, Pamir'i affedemez misin?" dediğinde büyükçe yutkundum. "O affedilecek bir şey yapmadı." dediğimde Halide teyzenin sesini duydum. "O zaman sorun ne kızım? Neden olmuyor Pamirle, neden hayat bu kadar kısayken aranıza mesafe koyuyorsun?" dedi tahammülsüz bir biçimde.

Halide teyzenin sorusuyla birlikte kaşlarım daha da çatıldı. Oturduğum taraftaki camı açarak içeri temiz hava girmesini sağlarken Halide teyze tekrar konuştu. "Pamir'de çok acı çekmiş, neden ona acı çektirmeye devam ediyorsun? O ister miydi seni, bizi ardında bırakmayı?" Halide teyzenin suçlayıcı cümleleri şaşırmama sebep olurken konuştum. "Halide teyze ben ister miyim acı çektirmeyi, beni tanımıyormuş gibi konuşuyorsun."

"Ben gördüğümü söylüyorum, oğlum acısından ne yapacağını şaşırmış. Sigaraya başlamış, zayıflamış sende ona destek olacağına daha da acı çekmesine neden oluyorsun." dediğinde hızla konuştum. "Halide teyze, lütfen. O senin oğlun diye böyle söylüyorsun, o senin oğlun diye kolayca kabullenebiliyorsun ama bir de benim tarafımdan düşün." dediğimde onun itiraz dolu sesini duydum. "Evet ben anneyim, oğlumu her koşulda kabulleniyorum ama benim oğlum kötü bir şey yapmadı. Seni aldatmadı, ihanet etmedi. Onu affetmemen için hiçbir sebep yok. Biraz abartıyorsun sanki ya da oğlumu çabuk unuttun."

"Anne yeter artık, neler söylüyorsun?" diyen Burçe'nin sesiyle birlikte Halide teyzenin sesini duydum. "Sen karışma Burçe, doğruları söylüyorum ben. Birinin gerçekleri söylemesi gerekiyor." dediğinde dayanamayarak konuştum. "Ben gerçekleri zaten biliyorum, bunları dinlemek zorunda değilim." dedim kırıcı olmamaya çalışarak. Gerçekten o tanıdığım Halide teyze gitmiş yerine başkası gelmişti. İnanamıyordum bu duyduklarıma.

"Devrim abla, ben annem adına özür dilerim. O ne dediğini bilmiyor." Burçe mahcup bir şekilde konuşurken cevap verdim. "Benim kapatmam gerekiyor Burçe, iyi günler size." diyerek telefonu kapattım onun bir cevap vermesini beklemeden.

Hiç böyle şeyler duyacağımı beklememiştim. O bana her daim destek çıkan Halide teyzem gitmişti de yerine başka biri gelmişti sanki. Pamir öldü sanarken, birbirimize destek olurken, annem öldüğünde sürekli yanımdayken onu annem yerine koymuştum ben. Ama şimdi bu söyledikleriyle içimdeki anne kelimesini bir kez daha öldürmüştü. 'Oğlumu çabuk unuttun.' ne demekti? Benim ona olan aşkımı, acımı görmüşken nasıl bunu kolayca söylemişti inanamıyordum.

Seanstan çıktıktan sonra kendimi ne kadar hafiflemiş hissetiysem şimdi tam tersine üzerime yine yük binmiş gibi hissediyordum. Kendimi suçlamamam gerektiğini sürekli zihnimde döndürürken Pamir'in annesinin suçlayıcı cümleleri içime oturmuştu. Ayrıca yalnız olmamam ve Mesutla Engin'in her şeyi duymuş olması da canımı sıkmaya yetmişti.

Emniyetin önüne geldiğimizde hiç beklemeden arabadan indim ve elimi kalbime yaslayarak birkaç derin nefes çektim ciğerlerime sakin olmak için. Ardından da hızlı adımlarla emniyetten içeri girerek cinayet büroya ilerledim. Şuan kafamı bunlara yoramazdım, davamı bitirmem gerekiyordu.

Cinayet bürodan içeri girdiğim anda polis memurlarından biriyle konuşan Cenk komiser beni gördü. Polis memuru ile konuşmasını bitirip hızlı adımlarla yanıma doğru geldiğinde konuştum. "Durumlar ne komiser?"

"Ufuk Karaman'ın bugün davası görülecek savcım, şuan sorgu odasında." dediğinde başımı salladım. "O zaman son kez gidelim bakalım yanına, avukatı burada mı?" sorduğum soruyla birlikte Cenk komiser başını iki yana salladı. "Burada değil savcım ancak yoldadır, duruşma 1 saat sonra." dediğinde konuştum. "Biz bir ön görüşme yapalım madem."

Başka hiçbir şey söylemeden artık ezbere bildiğim sorgu odasına doğru ilerledim. İçeri girmeden evvel üzerimdeki kabanı ve çantamı Cenk komisere uzatırken o da elindeki dosyayı bana doğru uzattı. Hiç beklemeden sorgu odasının kapısını açtığımda masada elleri kelepçeli bir biçimde oturan sanık bana doğru baktı.

"2 gün boyunca güzel düşünmüşsündür ha Kobra?" dediğimde hiçbir şey söylemeden bana bakmaya devam etti. Bense tam karşısına geçerek elimdeki dosyayı sertçe masaya bıraktım. "Sessizlik oyunumuz devam ediyor belli ki." dedikten sonra karşısına geçerek oturdum. Cenk komiser yanımda otururken elimi masada birleştirerek karşımdaki adama doğru baktım.

Dudaklarımı birbirine bastırarak bakışlarımı dosyada gezdirirken aklımdaki soruyu sordum. "Tahsin Korucu'yu sen mi öldürdün?" dediğimde Kobra denen adam başını iki yana salladı. "Hayır." dediğinde şaşırarak başımı salladım. "Güzel, bildiğin bir şeyler varmış belli ki. Sen yapmadın ama yapanları tanıyorsun." dediğimde hiçbir cevap vermedi Ufuk denen adam.

Dosyadaki fotoğrafı çıkartarak sertçe önüne koydum. Parmağımla fotoğrafı işaret ederken Ufuk bakışlarını benden çekmedi. "Savcı sana fotoğraf gösteriyorsa bakacaksın!" Cenk komiserin uyarısıyla birlikte Ufuk bakışlarını fotoğrafa çevirirken gördüğü yüzle birlikte yüzünde ufacık bir şaşırma mimiği belirdi. Saniyelik bir şeydi ama yakalamak zor olmamıştı.

"Tanıyorsun değil mi?" dediğimde Ufuk başını iki yana salladı. "Nadya denen bu kadını tanımıyorsun yani?" dediğimde Ufuk cevap verdi. "Tanımıyorum." dediğinde başımı salladım. Cenk komisere dönerek alayla güldüm. "Baksana komiser tanımıyormuş bile. Adamı boşa aldık desene." dediğimde Cenk komiser de benim gibi güldü. "Öyle olmuş galiba savcım."

Gözlerimin içine baka baka yalan söylüyordu ancak bilmiyordu ki elimiz kuvvetliydi. Muhtemelen avukatı ne talimat verdiyse onu yapıyordu ancak bizim de elimiz armut toplamıyordu.

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun lan?" diyerek iki elimi masaya vurarak oturduğum yerden kalktım. Çıkan sesle birlikte karşımdaki adam irkilirken dosyada duran diğer fotoğrafı aldım ve biraz önce koyduğum fotoğrafın üzerine sertçe bırakarak tahammülsüz bir içimde konuştum. "Bu sen değil misin Kobra? Hayal mi görüyoruz biz?" dediğimde adam göz ucuyla fotoğrafa baktı. Ardından bana bakarak hiçbir şey söylemezken bağırdım. "Dikkatli bak!"

Ufuk tekrardan fotoğrafa bakarken tekrar konuştum. "Buna da bir cevabın var mı? Yoksa hala tanımadığını mı söylüyorsun?" dediğimde Ufuk sessiz kaldı. Avukatının sözünü çok güzel dinliyordu. Başımı iki yana sallayarak yerime tekrardan otururken artık son kozumu oynama vaktim gelmişti. "Burada evli olduğun yazıyor, pardon dul olduğun." dediğimde Ufuk başını kaldırıp bana doğru baktı.

Kaşları hafiften çatılırken ben konuşmaya devam ettim. "Bir de çocuğun varmış?" dediğimde gözbebeklerinin büyüdüğüne şahit oldum. "Herkesten gizliyormuşsun, öyle mi Kobra?" dediğimde Ufuk panik bir şekilde kekeledi. "Siz, hayır yok öyle bir şey." dediğinde dosyadaki uzaktan çekilmiş küçük bir oğlan çocuğunun fotoğrafını uzattım. "Bu senin oğlun değil yani?"

Kobra fotoğrafa bakarak büyükçe yutkunurken tek kaşımı kaldırdım. "Bunlara ulaşmak hiçte zor olmadı biliyor musun Kobra? Biz ulaştıysak örgütte ulaşır. Biliyorsun değil mi?" dediğimde itiraz dolu sesini duydum. "Oğluma bir şey yapmayın."

İşte bu çocuk, karşımdaki adamın kırılma noktasıydı. Bakışlarıyla, mimiği ile, sözleriyle bunu çok net belli etmişti. "Türk devleti sizin gibi mi şerefsiz? Bizi kendinizle karıştırmayın." diyen Cenk komisere doğru elimi kaldırdım susması için. Şuan küfür etmesinin yeri değildi. O da beni dinleyerek susarken konuşan taraf ben oldum. "Biz ona bir şey yapmayız da, örgüt ne yapar emin olamadım. Sen bizden daha iyi bilirsin bunu, değil mi?"

"Lütfen, lütfen oğluma bir şey yapmayın." dediğinde önündeki fotoğrafları alarak dosyama koydum. Ardından sırtımı sandalyeme yaslayarak rahat bir biçimde karşımdaki adama baktım. "Bu sana bağlı Kobra, itirafçı olursan oğluna Türk devleti bakar, korur. Eğer hiçbir şey bilmiyorum diyorsan da sen cezaevine girersin. Oğlun da nerede kalır bilmiyorum."

Kollarımı göğsümde birleştirerek adama doğru bakarken Ufuk birkaç dakikalık düşünme süresinin ardından cevabını verdi. "Kabul ediyorum, oğlumu korursanız her şeyi anlatacağım size." dediğinde kaşlarım alayla havalandı. İşte bu kadar kolaydı yıllarca çalıştığı örgütü satması. "Anlatmaya başla, oğlun şuan sakladığın yerden ekipler tarafından alınıp Türk devletinin himayesi altına alınacak."

Kobra başını salladı hızlıca. Ardından konuşmaya başladı. "En başta Suphi denen adam var, her emri o veriyor bize. Örgütün iyi adamlarından biri. Sonra Nadya var, silahlar ondan geliyor. Ben onun yanındaydım. Her ay belli sayıda tüfek, bomba, roketatar gibi şeyleri getiriyorduk biz. Suphi'nin emriyle tabii ki. Örgütte onları eğitim kamplarında saklıyor, yeni getirilen kişilere eğitim veriyordu." dediğinde Cenk komiser konuştu. "Bir de marifet gibi anlatıyorsun."

"Tahsin Korucu cinayetine gel." dedim sabırsızca. Terör kısmı silahlı kuvvetleri ve savunma bakanlığını ilgilendiriyordu. Bizim cinayetle ilgili bir şeyler öğrenmemiz gerekiyordu. Ufuk başını sallayarak onayladı beni. "Bir proje üzerinde çalışılıyor, söyledim ya ayda bir silah geliyor diye. Onlar depolanıyor. Büyük bir eylem üzerinde çalışıyor örgüt. Tahsin denen adam yazılım mühendisiydi, Ankara'da öldürülen adam da bilim insanıydı. İkisinin öldürülme nedeni de işimizin bitmesiydi."

Tam tahmin ettiğim gibi örgüte yardım etmişlerdi ve işleri bitince fişleri çekilmişti. "Devam et." dediğimde konuşmaya devam etti Kobra. "Bir yer var, kimse bilmiyor. Bende bilmiyorum üst rütbeli olanlar girebiliyor oraya. Ama füzeler üstünde bir çalışma yapıyorlar. Mahmut füzeleri üretirken onların kodlarının içerdiği dosyaları kendi özel kasasında saklıyormuş, örgüte bir süre vermedi onları. Çok direndi. Kasa bir tek onun el iziyle açılıyordu. O direnince en sonunda eli kesilerek adamı öldürdüler. Sonra da çöp kenarına attılar."

Duyduğum sözlerle birlikte ne düşüneceğimi şaşırmıştım. Örgütle bağlantısı olduğunu biliyordum ancak işin füzelere kadar gideceğini düşünmek istememiştim hiç. Ben düşünceler arasında boğulurken devam etti Kobra. "Kodları girmesi içinde Tahsin'i kaçırdılar. Füzeler sınırın dışında bir yerde, onu oraya zorla götürüp kodları girmesini sağladılar tehditle."

"Onu tehdit eden sendin. Bahsettiğin video ne?" dedim merakla. Ufuk hiç çekinmeden konuştu. "Bir kadınla seviştiği görüntülerdi, kadını da biz tuttuk sonra video kaydı almasını sağladık. Adam Hakkari'nin ünlü yazılımcılarındandı. Adı kötülensin istemedi, mecburen kabul etti." dediğinde yüzümü buruşturdum. Adı kötülenmesin diye ülkesini satmayı tercih etmişti.

"Peki öldüren kişiler?" dedim biraz önce anlattıklarını es geçerek. Ufuk başını iki yana salladı. "Bilmiyorum, ama Suphi'nin adamlarındandır." dediğinde sessiz kaldım. Ufuk çaresiz bir biçimde konuştu. "Oğluma iyi bakacaksınız değil mi?" dediğinde Cenk komiser cevap verdi. "Bir şey söyledik mi yaparız biz, kendinle karıştırma."

Masadan kalkmadan evvel aklımda kalan soruyu sordum. "Peki tehditler?" dediğimde Ufuk cevap verdi. "Hepsini ben getirdim. Suphi emir verdi. Telefonla arayanda bendim. Ama Kaya ve Nadya'nın olduğu fotoğrafı getirmemi Nadya istedi." dediğinde duyduğum isimle kaşlarım çatıldı. Kaya, Pamir'in takma ismiydi anladığım kadarıyla.

"Nadya hapiste değil mi?" dedim düşünceli bir biçimde. Ardından ekledim. "Ondan nasıl haber aldın?" dediğimde Ufuk hızlıca cevap verdi. "Avukatıyla haber gönderdi. Ben bana ne söyleniyorsa onu yaptım."

"Senin üzerinde bulunan depo peki? İncelendi, kan izleri Tahsin beye ait. Orada mı yapıldı?" dediğimde Ufuk büyükçe yutkundu. "Depo bize ait, Nadya ile çalışırken kullanıyorduk. Nadya tutuklandıktan sonra benim üzerime geçti depo. Adam orada öldürüldü ama ben yoktum. Anahtarı da Tetik'e verdim." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Tetik? Adı soyadı yok mu?" dediğimde Ufuk başını iki yana salladı. "Hayır, biz sadece takma isimleri kullanırız. İsmini bilmiyorum."

"Eşkalini çizdirebilirsin ama, değil mi?" dedi Cenk komiser benden önce davranarak.

Ufuk cevap vereceği sırada kapının çalınmasıyla birlikte içeri bir polis memuru girdi. "Savcım, avukat bey geldi." dediğinde yüzümde bir sırıtış oluştu. "Gelsin." diyerek ayağa kalktığımda avukat içeri girdi. Bakışları ilk önce sandalyede oturan müvekkiline kayarken ardından bize doğru baktı. "Hoş geldiniz avukat bey." dedikten sonra ekledim. "Ama biraz geç kaldınız."

"Müvekkilimi ben olmadan nasıl sorguya alırsınız?" diye hesap sorduğunda bakışlarımı Ufuk'a çevirdim. "Ufuk beyin bundan bir şikayeti olduğunu düşünmüyorum." dediğimde Ufuk başını sallayarak beni onayladı. Yüzümdeki zafer gülümsemesiyle avukata bakarken konuştum. "Ama çok merak ediyorsanız özet geçeyim, müvekkilinizle TCK 272. madde hakkında konuştuk. Size de açıklayayım; Hukuka aykırı bir fiil nedeniyle başlatılan bir soruşturma kapsamında tanık dinlemeye yetkili kişi veya kurul önünde gerçeğe aykırı olarak tanıklık yapan kimseye, dört aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir."

Avukat kaşlarını çatmış bana bakarken ekledim. "Ayrıca 3713 Terörle mücadele kanunu madde 1'de açıklanan tanımlara uyan müvekkilinizin bir terör suçlusu olduğu delillerle sabittir. Duruşmada görüşmek üzere avukat."

(3713 Terörle Mücadele Kanunu Madde 1–Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.)

Avukatın suratındaki ifadeyi görerek mutlu bir şekilde sorgu odasından çıkarak ilerlemeye başladım. Üzerimden büyük bir yük kalkmıştı. Gerçekten büyük bir iş başarmıştık ekipçe. Kolluk kuvvetleri araştırmalarını çok güzel yapmıştı. Bugünlük öğrendiğimiz isimler bize birçok ipucu verebilirdi. Dün bana saldıran kişi ile ilgili de bilgi almam gerekiyordu ancak onu daha sonraya erteleyecektim. Muhtemelen avukatının yanında hiçbir şey anlatmayacaktı çünkü. Eşkali de aynı şekilde sonra alabilirdim.

"İyi iş başardık ha komiser?" dediğimde Cenk komiser gülümsedi. "Elinize, ağzınıza sağlık savcım." dediğinde gülümsedim. "Sizin de elinize sağlık, en büyük iş sizindi."

Birlikte Cenk komiserin odasına ilerlerken odanın önünde bizi bekleyen Volkan savcıyı gördüm. Yanına doğru ilerlerken konuştum. "Savcım, hoş geldiniz." dediğimde Volkan savcı ciddi bir biçimde cevap verdi. "Hoş buldum Devrim savcım. Erken başlamışsınız mesaiye. Ben bugün izin alırsınız diye düşünüyordum." dediğinde burukça gülümsedim. "Suçlular beklemiyor ne yazık ki.."

"Davanın diğer savcısı olarak sorguyu izledim. Durumun terörle bağlantısı doğrulandı. Bundan sonra bizim yapabileceğimiz pek bir şey kalmıyor." dediğinde başımı salladım. "Evet, katil Suphi'nin adamı ve terörist olduğu belli. O yüzden bundan sonrası Türk Silahlı Kuvvetlerinin işi. Milli Savunma Bakanlığına bir yazı göndereceğim bu durumla alakalı."

"Bana gerek kalmadan çok iyi bir şekilde davayı çözdünüz. Tebrik ederim savcım." diyerek elini bana uzatan Volkan savcının elini tutarak sıktım. "Teşekkür ederim, görevimi yaptım." dedikten sonra ekledim. "Ancak dava çözülmüş değil. Dün bana saldıran adamdan da bir şeyler çıkabilir." dediğimde Volkan savcı onayladı. "Muhtemelen o da bir maşa, Ufukla aynı isimleri verecektir ama yine de sorgulamakta fayda var savcım."

Volkan savcı ile bir süre daha dava hakkında konuştuktan sonra mahkemenin olduğunu söyleyerek emniyetten çıktım. Mahkemede Ufuk Karaman, iddianamede yazdığım tüm suçlamaları kabul ederek hem avukatını hem de mahkemedeki diğer insanları şaşırtmıştı. Hakim gerekli olan cezayı verdiğinde avukatı itiraz etmeye çalışmıştı ancak durumun itiraz kabul edecek bir yönü yoktu. Ben mahkemedeyken ise Cenk komiser hastanedeki adamın ifadesini almaya gitmişti benim emrimle birlikte. Artık bu davanın sonlanmasını istiyordum, gerçekten benim için çok yorucu olmuştu..

 

 

 

◔◔◔

Pamir Arslan'ın anlatımından birkaç gün sonra,

"Saat 3 yönü temiz komutanım." telsizden duyduğum Kürşat'ın sesinden sonra Soner'in sesi duyuldu. "9 yönü temiz." etrafın temiz olduğundan emin olduktan sonra telsizden tüm tim üyelerinin duyacağı şekilde emir verdim. "Anlaşıldı, mola veriyoruz." emrimle birlikte hepsi de yerlerinden ayrılırken sırtımı kayaya yaslayacak şekilde oturdum.

Hava karanlıktı, yıldızlar ve Ay gökyüzünde parlıyordu. Ailemle, Devrim ile konuşmayalı günler olmuştu. Bu karanlık gecede ve soğukta tek bir şey ayakta kalmamızı sağlıyordu; vatan aşkı. Kimimiz arkasında çocuklarını bırakmıştı, kimimiz nişanlısını, kimimiz de annesini-babasını veya sevdiğini. Dinlenmek için özellikle burayı seçmiştim, telefon çekiyordu. Onlarında enerji depolamaya, sevdiklerinin seslerini duymaya ihtiyaçları vardı. Böylece motivasyonları artacaktı.

Sırt çantamdan su matarasını çıkartıp birkaç yudum su içtikten sonra sigara paketini açarak bir dal sigara çıkardım. Yakarak dudaklarımın arasına koyduktan sonra derin bir nefes çekerek gökyüzüne bakmaya devam ettim.

Gökyüzü bana hep sevdiklerimi hatırlatırdı, uçsuz bucaksızdı. Tıpkı ailemin bana olan sonsuz sevgisi ve güveni gibi. Yıldızlar ve ay ise parıldayıp gecemizi aydınlatıyordu. Onlar ise bana Devrim'i hatırlatıyordu. Hayatıma girip karanlığımı aydınlatmıştı.

"İçme şu zıkkımı, ne anlıyorsun şundan." Hakan'ın söylenerek yanıma oturmasının ardından bakışlarımı gökyüzünden çekip ona doğru çevirdim. "Keşke bırakmak kolay olsa be kardeşim." dediğimde Hakan iç çekerek sırtını benim gibi kayaya yasladı. "Kolay değil biliyorum ama çabalarsan zor olmayacaktır. Hem Devrim kızmıyor mu sana içtiğin için?"

"Hoşlanmadığını anlıyorum ama ağzını açıp tek kelime etmiyor." dedim sıkıntılı bir şekilde. Sorun da buydu. Önceden yaptığı hiçbir şeyi yapmıyordu. Hoşlanmadığı, istemediği şeyleri çat çat söylerdi o her zaman. Yapmamam içinde beni zorlandı. Özellikle yaptığım şey zararlıysa çok kızardı. Şuan yapmıyordu, hiçbir şey söylemiyordu canımı en çok yakan şeyde buydu zaten.

Lafı değiştirmek için bakışlarımı Hakan'a doğru çevirdim. "Fulya teyzemi arasaydın, merak etmiştir." Fulya teyze, Hakan'ın annesiydi. Ahmet amca ile birlikte İzmir'de yaşıyorlardı. Hakan'da izin alabildiği zamanlarda yanlarına gidiyordu ama çoğunlukla onlar Hakkari'ye geliyordu. "Arayacağım şimdi, sen aradın mı? Halide teyze çok telaşlıdır. Bu senin yaşadığını öğrendiklerinden sonraki ilk operasyonun. İçi pır pırdır kadının."

"Arayacağım ama ondan önce Devrim'i aramak istiyorum." dediğimde Hakan alayla güldü. "Pardon önceliği başkaydı paşamızın, unutmuşum." dediğinde gözlerimi devirdim. Ardından sakince mırıldandım. "Sence açar mı?" dediğimde Hakan bana doğru baktı. "Açar tabii ki, Pamir o seni hala çok seviyor. Senin için endişeleniyor, meraktan ölmüştür."

Söylediği cümleler ile derin bir iç çektim. "Başlarda çok sertti, şimdi biraz yumuşadı sanki. Sinem yumuşattı galiba onu." dediğimde Hakan alayla tek kaşını kaldırdı. "Sinem mi yumuşatacak? O kız senin üstüne doldurmuştur bence." dediğinde kaşlarım çatıldı. "O ne demek?"

Hakan suyundan birkaç yudum içtikten sonra cevap verdi. "Tam bir ukala, havaalanında ona çarpınca demediğini bırakmadı resmen. Hayvan dedi bana." diyerek kendini işaret ederken sırıttım. Hakan ters bir biçimde bana bakarak tekrar konuştu. "Gülme Pamir, başıma sen sardın zaten onu. Sinirimi bozdu."

"Aslında Sinem iyi kızdır ya, bayağı eğlencelidir." dediğimde Hakan başını iki yana salladı. "Ya ya çok eğlenceli, gıcığın teki." dedikten sonra merakla bir şekilde konuştu. "Bora ile aralarında bir şey mi var onların?" dediğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Neden sordun kardeşim?"

Hakan omuz silkerek cevap verdi. "Öyle samimi gibilerdi de. O yüzden sordum, yoksa bana ne? Bora'ya sabır dileyecektim." dediğinde başımı salladım alayla yüzüne bakarak. Sinem belli ki kafasını bir güzel karıştırmıştı. Sigaradan bir nefes daha çekerek konuştum. "Onlar kardeş gibilerdi, yani ben göreve gitmeden öylelerdi. Ben yokken bir şey olduysa bilmiyorum ama."

Hakan bir süre sessiz kaldıktan sonra yanımdan kalkarak telefon konuşması yapmak için bizden uzağa doğru ilerledi. Bakışlarım diğer tim üyelerine kaydığında Ahmet abinin uzakta gülümseyerek telefonla konuştuğunu gördüm. Muhtemelen kızıyla konuşuyordu. Kürşat'ta ondan biraz uzakta telefonla konuşurken yüzündeki küçük tebessüm nişanlısı ile konuştuğunu net bir şekilde gösteriyordu. Batuhan ve Yiğit oturmuş telefonlarından bir şeylere bakışıp gülüşürken Taner'de etrafı izlemekle meşguldü.

Bende oturduğum yerden kalkarak cebimden telefonumu çıkardım. Arama kayıtlarının en üstünde bulunan Devrim'in ismine tıklayarak telefonu kulağıma götürdüm. Telefon uzun uzun çalıp açılmazken kaşlarım çatıldı. Hala Devrim için çok endişeliydim, aklımda bin çeşit ihtimal doluşurken Devrim'in tatlı sesi kulaklarıma dolarak zihnimdeki düşüncelerin bir bir arınmasına ve kulaklarımdaki pasın silinmesine neden olmuştu. "Efendim?"

Devrim'in çekimser ve kısık sesini duyduğumda hızla konuştum. "Devrim.. rahatsız etmedim değil mi?" dedim çekingen bir biçimde. Ondan bir cevap beklerken dudaklarımı ısırırken Devrim'in rahatlamış sesini duydum. "Etmedin, etmedin tabii ki. İyisin değil mi?" endişeli ve meraklı sesini duyduğumda gülümsedim. "İyiyim, sesini duydum daha iyi oldum." dedim hiç beklemeden. Devrim'in derin bir nefes verdiğini duyduğumda yüzümdeki gülümseme daha da büyüdü. Ardından ekledim. "Sen, sen iyi misin peki? Kaşın nasıl, pansumanını yaptırdın değil mi?" dedim aklımdaki soruları sıralayarak.

O gün Devrim beni aradığında içim içime sığmamıştı. Ekranda onun adını görmek uzun zamandır hayal ettiğim şeylerden biriydi ve nihayet gördüğüme sevinemeden telefonu açtığımda duyduğum sesler tüm sevincimi kursağımda bırakmıştı. Duyduğum emir verir tarza konuşan erkek sesi, hışırtılar ve daha birçok şey kalbimin korkudan kasılmasına neden olmuştu.

Panik halde oturduğum yerden kalkmış ve Devrim'in nerede olduğunu tespit etmek için Taner'in yanına gitmiş ve Devrim'in yerini öğrenmiştim. Timimde beni yalnız bırakmayacağını söyleyerek yanımda gelmişti. Yolda Devrim'in hem korkmuş hem nefes nefese sesini duyduğumda iyi olduğunu kendime inandırmaya çalışmış ve biraz da olsa rahatlamıştım ancak sonradan duyduğum silah sesi dünyamın kararmasına neden olmuştu.

Silah sesinin ardından Devrim'den hiçbir ses alamayınca çıldırmıştım. Onu kaybettim sanmıştım ve bu hayatımın en kötü dakikaları olmuştu. O yol nasıl bitmişti, ben nasıl dayanmıştım hiçbir şeyi hatırlamıyordum. Panik olmamam gerektiğini, soğukkanlı olmam gerektiğini gayet net biliyordum ama olamamıştım. İnsan en değerlisini kaybetmekle burun buruna geldiğinde sakin olamıyordu. O arabadan inip de Devrim'in sapasağlam karşımda dikildiğini gördüğümde ciğerime çektiğim nefes sadece o an acı vermemişti. Kollarımın arasına girdiğinde kokusunda sakinleşmiştim, sesiyle kendime gelmiştim. Ona bir şey olsaydı ne yapardım bilemiyordum.

O an Devrim'i daha iyi anlamıştım işte. İnsanın sevdiğini kaybettiğinde ne hissettiğini o an anlamıştım. Devrim'in nasıl acıdan kavrulduğunu çok net anlamıştım ve bir kez daha hak vermiştim.

"Ben iyiyim, pansumanımı da yaptırdım. Hiçbir sorun yok. Sen benim için endişelenme, görevine odaklan." dediğinde sesindeki kırıklıkla kaşlarım çatıldı. Sanki bir soğukluk vardı sesinde. Vedalaştığımız gece içimi ısıtan sesinde bir değişiklik vardı. "Dava ile ilgili bir şey mi oldu? Sesin sanki canın sıkkınmış gibi geliyor." dedim aklımdaki ilk ihtimali söylerken.

"Her şey yolunda, davanın sonunu getirdik sayılır." dedi Devrim sesini sevinçli çıkarmaya çalışarak. Ardından ekledi. "Sen bunları düşünme lütfen, kendine dikkat et. Herkes iyi değil mi?" dedi konuyu değiştirerek. Daha fazla üstelemek istesem de sıkmamak için sorusunu cevapladım. Ancak aklım hala ondaydı. "Herkes iyi." dediğimde Devrim bir süre sessiz kaldı ve ardından konuştu. "Ne zaman döneceğiniz belli oldu mu?"

"Hayır, ama az kaldı." dedikten sonra çekimser bir biçimde ekledim. "Seni.. özledim." Sabırsızca Devrim'den bir cevap beklerken duyduğum erkek sesiyle kaşlarım çatıldı. "Devrim ben içeri geçiyorum, sende gelirsin. Seni bekliyorum içeride." tanıyordum bu sesi. Devrim'in yaralandığı gece yanımıza gelen savcının sesiydi; Volkan Tanrısever.

"Ben galiba yanlış bir zamanda aradım, kusura bakma. Sonra görüşürüz." diyerek hiç beklemeden telefonu kapattım. Kapatmam en doğrusuydu çünkü konuşmaya devam ettiğimiz sürece içimi kemiren düşüncelerin esiri olup Devrim'e çıkışabilirdim, sakin olamayabilirdim. Ben eski ben değildim, sinirlerim yıpranmıştı ve verebileceğim tepkileri kendim bile kestiremiyordum.

Ne çabuk samimiyet kurmuşlardı böyle? Seni içeride bekliyorum ne demekti? Belki de Devrim aramızda hiçbir şey olmadığını söylemişti. İçimdeki kıskançlık duygusunun fitili ateşlenirken hiçbir şey söyleyemedim. Söyleyemezdim. Devrim'in nerede olduğunu, kiminle olduğunu soramazdım çünkü bana bunu net bir biçimde söylemişti. Sen benim kimimsin demişti. Abim değilsin, babam değilsin, sevgilim değilsin demişti. O söyledikleri o an canımı çok yakmamıştı belki ama şuan çok yakıyordu.

Telefon ekranına boş bir şekilde bakarken telsizden duyulan sesle birlikte irkildim. "Sancak timi, gönderdiğiniz adres doğrulandı. İHA'lardan alınan görüntülere göre içeride 10 kişiden fazla kişi var. Bu gece bu işi bitirin ve dönün. Allah yardımcınız olsun." Baran Albay'ın emrini onayladım. "Emredersiniz komutanım."

Elimle time işaret verirken konuştum. "Albay'ı duydunuz, bugün bu iş bitecek arkadaşlar. Mühimmatlar ne durumda?" dediğimde Taner cevap verdi. "Mühimmatlar yeterli komutanım." dediğinde onayladım. "O zaman gidip adamımızı alıp geliyoruz, Allah yardımcımız olsun."

Hep bir ağızdan 'sağ ol' lafını duyduktan sonra bulunduğumuz yere yakın olan konuma ilerlemek üzere yola koyulduk. Görevden önce aklımın karışması hiç iyi olmamıştı...

 

 

Bölüm Sonu

‣‣‣Bölümü nasıl buldunuz, beğendiniz mi?

‣‣‣ Devrim ve Pamir'in sahneleri nasıldı? Bence güzel bir yol kat ettik. Sizce?

‣‣‣ Devrim'in psikiyatri sahnesini beğendiniz mi?

‣‣‣ Halide Hanım ile Devrim'in konuşması hakkında ne düşünüyorsunuz?

‣‣‣ Dava ile ilgili birçok gerçeği öğrendik bu bölümde. Başlarda böyle tahminlerde bulunanlar vardı, onları tebrik ediyorum.

‣‣‣ Pamir'in anlatımından olan kısım nasıldı? Pamir beyimiz azıcık kıskandı sanki:)

‣‣‣ Diğer bölümlerde neler olacak sizce?

‣‣‣ Bölümlerde beğenmediğiniz şeyler var mı?

Yorumlarınızı bekliyor olacağım.. Diğer bölümlerde görüşmek üzere..

Loading...
0%