@mutlusonsuz222
|
🖇️Selamlar, nasılsınız? Umarım iyisinizdir:) 🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim... 🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen.. 12. Bölüm Savcılık tıpkı diğer mesleklerde olduğu gibi çok kutsaldı. Birilerine yardımcı olmak, çözemedikleri problemleri çözmelerine yardımcı olmak, kötü olan insanların ceza almasını sağlamak, soruşturma yapmak, suçluyu bulmak gibi birçok tanımı olan bir meslekti. Sırf suçluların cezalarını verebilmek için bu mesleği seçmiştim. Mezun olduğumda çok bocalamıştım. Zaten kafam karmaşıkken avukatlık stajımın ardından savcı olarak atandıktan sonra işler istediğim gibi olmamıştı. İlk gördüğüm cesedi dün gibi hatırlıyordum. Maktul, genç bir kadındı. 5 yerinden bıçaklanarak öldürülmüştü. Mesleğe başladığım ilk anda bir kadın cinayetiyle karşılaşmak ülkemizde bu durumun ne kadar vahim olduğunu bana bir kez daha göstermişti. Sonra alışmıştım, gördüğüm cesetler artık beni rahatsız etmemeye başlamıştı. Tehditler almıştım, avukatlarla restleşmiştim ve bugünlere kadar gelmiştim. Ancak önüme gelen dava ilk defa ilgilendiğim bir konuyla ilgiliydi. Karşımda daha reşit bile olmamış genç bir kız vardı. Hayatını mutlu mesut yaşaması gerekirken, okula gidip arkadaşlarıyla oynaması ve sınavlarına çalışması gerekirken, üniversite için hayaller kurması gerekirken karşımda yaşadıklarının ağırlığı ile iki büklüm bir şekilde oturuyordu. "Olay ne zaman gerçekleşti?" dedim Dilan'a bakarken. Tuğçe hanım sözlerimi çevirirken Dilan elindeki peçeteyle burnunu silerek anlatmaya başladı. "Sê hefte berê bû Ez ji sûkê diçûm malê.. Paşê Azad hat. Pêşî xwest min bibe malê, min got na, ger birayê min me bibîne dê min bikuje." (3 hafta önceydi. Marketten çıkıp eve gidiyordum. Daha sonra Azad geldi. Önce beni eve götürmek istedi, hayır dedim. Abim bizi görürse beni öldürür.) Azad diye hitap ettiğine göre ve eve bırakmak için teklif yaptığına göre daha önce tanışıyorlardı. Tahminimi doğrulatmak için konuştum. "Azad ile daha önceden tanışıyor muydunuz?" dediğimde Tuğçe hanım sözlerimi çevirdi. Dilan sorumla birlikte göz ucuyla annesine bakıp bakışlarını yere doğru eğdi. Bu tanışıyoruz demek oluyordu galiba. Çekimser bir şekilde cevap verdi. "Azad yek ji kurên mezin ê eşîra Zamheroglû ye. Ew ji birayên xwe yên din bêtir xuya ye. Hemû keç heyranê wî ne. Me li daweta xwişka te hev dît. (Azad, Zemheroğlu aşiretinin ortanca oğlu. Diğer kardeşlerinden daha ön planda. Bütün kızlar ona hayran burada. Biz ablasının düğününde tanışmıştık.) Anladığımı belirtircesine başımı salladım. Önümdeki kağıda Azad ile ilgili bilgileri yazarken içim içimi kemirmeye başladı. 3 hafta önceden bahsediyordu, eğer hiçbir şekilde korunmadılarsa hamile kalma ihtimali vardı. Bu işin en kötü kısmıydı ne yazık ki, ancak ilk önce olayı ayrıntısıyla anlatması gerekiyordu. Sonra zaten ayrıntılı bir şekilde muayene edilmesi için hastaneye sevkini isteyecektim. Derin bir nefes alarak konuştum. En zor kısım şimdi geliyordu. "O gün orada ne olduğunu bize anlatman gerekiyor." Tuğçe hanım cümlelerimi çevirdiğinde Dilan'a doğru baktım. Ardından da tekrar konuştum. "Ne zaman istersen başlayabilirsin, sakin ol." dediğimde Tuğçe hanım bunu da çevirdi. Dilan önündeki sudan içerken bakışlarım Gülümser hanıma kaydı, o da içli içli ağlayarak kızına bakıyordu. Dilan konuşmaya hazır olduğunda genzini temizleyerek titreyen sesiyle birlikte anlatmaya başladı. "Wî ez bi zorê li erebeyê xistim û ez siwar bûm, da ku yên din şerm nekin. Heger bigihije guhê birayê min dê ne baş be. Ji ber ku mala me hinekî li derveyî bajêr bû, min pêşî nepirsî em ê biçin ku derê. Lê gava min fêhm kir ku em ji malê dûr dikevin, min xwest ku ji erebeyê derkevim." (Beni zorla arabaya bindirdi, ben de etrafa rezil olmayalım diye bindim. Abimin kulağına ulaşması iyi olmazdı çünkü. Evimiz şehrin biraz dışında olduğundan ilk önce yolu sorgulamadım. Ama evden uzaklaştığımızı anlayınca arabadan inmek istedim.) Anladığım kadarıyla sadece düğünde tanıştıklarıyla kalmamıştı bu iş. Dilan'ın evini bildiğine göre daha önce birkaç kez eve bırakmıştı. Anlatmaya başlamışken sözlerini kesmek olmazdı ancak bittikten sonra aralarında bir romantik ilişki olup olmadığı sorgulanmalıydı. "Wî qebûl nekir û ber bi qada daristanê ve bi rê ket. Min derî vekir û hewl da ku derkevim derve. Di nîvê rê de erebe rawestand û ez derxistim derve, paşê ji milê min kişand û ez birim nav daristanê. Min hewl da ku birevim lê min nekarî. Ew ji min dirêjtir û girantir bû, min nedikarî birevim." (Reddetti beni, izin vermedi inmeme.Ormanlık bir alana doğru sürdü arabayı. Arabanın kilidini açıp atlayacağım sırada arabayı durdurdu ve beni indirip ormanlık alana doğru götürmeye başladı. Kaçmak için çabaladım ama benden uzun ve kilolu, kaçamadım.") Sanki o an gözlerinin önüne tekrar gelmiş gibi bir noktaya odaklanmıştı Dilan. Ancak gözlerinden damlalar akmaya devam ediyordu. "Wî ez birim daristanê. Paşê, dema ku min kêm hêvî dikir, wî ez avêtim erdê û peyivî. Ger hûn nekarin bisekinin, em ê li vir rast bikin. Ez nikarim van gotinan ji bîr bikim." (Beni ormanda doğru iterek götürdü. Sonra hiç beklemediğim bir anda yere iterek konuştu. 'Madem biraz bekleyemedin bizde burada yaparız.' Sözlerini asla unutamıyorum.) Tepki vermemek için kendimi zor tuttum. Dilan ise devam etti. "Bêyî ku li bendê bimîne hat ba min. Min qîriya, min kir hawar, ez giriyam, min lava kir. Wî guh neda min. Min çiqas şer kir jî nehîşt ez birevim û tiştê ku dixwest bi dest xist." (Hiç beklemeden üzerime çıktı. Çığlık attım, bağırdım, ağladım, yalvardım. Beni görmezden geldi. Ne kadar mücadele etsem de kaçmama izin vermedi ve istediğini aldı.) Dişlerimi sıkarak dolan gözlerimi kırpıştırdım. Birinin bedenine izinsizce dokunmak, rızası olmadan onunla beraber olmak buna ne denirdi ki. Bu hangi adamlığı sığardı, hangi vicdana sığardı. Zorla, acımadan, sırf bir anlık zevk için kızın hayatını bitirmişti. Düşündükçe tüylerim ürperiyordu, düşündükçe sinir katsayım daha da artıyordu. Dilan hıçkırıklarla ağlarken bana doğru döndü. Yalvarır bir biçimde konuşmaya başladı. "Ez sond dixwim, min gelek hewl da, min lêxist, min hewl da ku lêxim. Ez têk çûm. Nameya gel nivîsê. Tu ji min bawer dikî, ne wisa?" (Yemin ederim çok çabaladım, çırpındım, tekme atmaya çalıştım ama başaramadım, engelleyemedim. Bana inanıyorsun değil mi?) Büyük bir beklentiyle kızarmış yeşil gözlerini kırpıştırırken Tuğçe hanımın cümleyi çevirmesiyle birlikte elimi masanın üzerinden ona doğru uzattım. Ne yapmak istediğimi anlamış gibi elini avuçlarımın arasına koyarken başımı salladım. "İnanıyorum sana, tabii ki inanıyorum. Sana yardımcı olmak içinde elimden geleni yapacağım." Tuğçe hanım cümlelerimi çevirdiğinde Dilan minnettar bir biçimde bana döndü. "Spas dikim gelek spas." (Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim.) Tuğçe hanımın çevirdiği cümlelerle birlikte küçük bir tebessüm ederken Gülümser Hanım'ın sesini duydum. "Rehma Xwedê li te be birêz dozger." (Allah razı olsun sizden savcı hanım.) Görevimi yaptığımı söyleyerek teşekkürlerini kabul ettikten sonra aklımdaki diğer soruları sordum. İlk önce Azad ile aralarında ne olduğunu sorguladığımda sadece birkaç kere denk geldiklerini ve hoş bir sohbet ettikleri cevabını almıştım. Sonra abisinin neden şikayetçi olmasına izin vermediğini sorduğumda ise beklediğim cevap gelmişti. 'Koskoca aşiret onlar, sana kim inanır, başımıza iş açma.' denilerek şikayet etmesi engellenmişti. İşin kötü tarafı üzerinden bu kadar uzun süre geçmiş bir olayı kanıtlamak zordu. Azad denen herifin bıraktığı DNA'lar hala Dilan'ın vücudunda bulunuyor muydu bunu ancak detaylı bir muayene sonrası öğrenecektik. İfadenin ardından adliyeden Dilan ve Gülümser hanımla birlikte çıktım. Hastanede bize yardımcı olması için görevlendirilen kadın doğum uzmanının yaptığı testlerin sonuçları bizim için önemliydi ancak onlarda bir iki güne ancak çıkacaktı. Doktoru çıkan sonuçlar için beni bilgilendirmesini tembihleyerek hastaneden çıktığımda yolda Cenk komiseri aramış ve benim için iki sivil polis ayarlamasını istemiştim. Dilan'ın abisi olacak Behram denen adam onlara bir şey yapabilirdi sözünü dinlemedikleri için. O yüzden sivil polisler kapının önünde bekleyecekti. Ayrıca Azad Zemheroğlu'nun kim olduğu, ne yaptığı, sicil kayıtları ve daha birçok şeyin araştırılması için emir vermiştim. Bizi nasıl sonuçlar bekliyordu merakla bekliyordum...
◔◔◔ Saçlarımı topuz yapmış ocaktaki çorbayı karıştırırken bir yandan da telefonun hoparlöründen yankılanan Can Ozan'ın şarkısına eşlik ediyordum. Her gece dualarım Uzun süredir evde yemek hazırlamıyordum ve bugün günler sonra ilk defa mideme ev yemeği girecekti. Günlerdir o kadar yoğun çalıştıktan sonra, Pamir'in de gelmesiyle ve işleri az da olsa yoluna koymamızın sevinciyle kendimi mutfağa atmıştım ve yemek hazırlamaya karar vermiştim. Ayrıca Dilan'ın yaşadıkları şeyleri düşünmemek içinde bu iyi bir karar olmuştu. Çünkü düşündükçe o adamı boğma isteğim daha da artıyordu. Çorba kaynarken önceden ıslattığım pirinçleri tavaya koyup kavurmaya başladım. Ardından üzerine suyunu koyarak ağzını kapattıktan sonra fırında pişen sebzeli tavuğa baktıktan sonra buzdolabına doğru ilerledim. Salata yapmak için gerekli malzemeleri çıkartırken çalan şarkının durması ve yerini telefon zil sesimin almasıyla birlikte elimdeki malzemeleri tezgaha koyarak ekrana baktım. Abimin aradığını gördüğümde derin bir nefes alarak korkudan hızlanan kalbimin sakinleşmesini sağladım. Benim için travma olmuştu artık bu. Telefonu kulağıma götürerek konuştum. "Abicim?" "Devrim, nasılsın güzelim?" Abimin sesini duymanın verdiği rahatlamayla birlikte gülümserken hızlıca cevap verdim. "İyiyim, sen nasılsın? İyisin değil mi?" merakla sorularımı sıralarken abim güldü. "İyiyim, abisinin gülü. Merak etme, keyfim yerinde." dediğinde derin bir nefes verdim. "Çok şükür." "Sesini duymak ve iyi olduğumu söylemek için aradım, çok vaktim yok abicim. Sen gerçekten iyisin değil mi?" dedikten sonra ekledi. "Pamir, Hakan, Sinem herkes iyi inşallah." dediğinde onayladım. "İyiler, bende iyiyim merak etme. Hatta şu aralar daha iyiyim. Her şey yolunda." dediğimde abim merakla konuştu. "Dava sonuçlandı mı? Ondan bu iyi halin yoksa başka nedeni var mı?" Abimin imalı sesiyle birlikte güldüm. Benden uzaktaydı ama buraya müdahale etmekten çekinmiyordu. "Dava sonuçlandı sayılır, artık size yani Türk Silahlı Kuvvetlerine devrettik davayı." dediğimde abimin gururlu sesini duydum. "O iş bizde güzelim o zaman. Hiç merak etmeyin." Göğsüm gururla kabarırken cevap verdim. "Etmiyorum, size güvenimiz tam üsteğmenim." dediğimde abimde güldü. Ardından da konuştu. "Benim kapatmam lazım güzelim artık. Kendine dikkat et, kolay gelsin." dediğinde hüzünle iç çektim. "Size de kolay gelsin, hepiniz dikkatli olun. " Telefonu kapatarak kulağımdan indirdikten sonra tekrardan tezgaha koydum. Abimin iyi olduğunu bilmek, sesini duymak çok iyi gelmişti ama içimde bir burukluk olmuştu yine de. Umuyordum ki sağ salim döneceklerdi görevden. Ocağın başına tekrar geçip pişen çorbanın altını kapattıktan sonra salata malzemelerini yıkamaya başladım. Ardından da malzemeleri doğrayarak salatayı bitirdim. Sosunu hazırlamak için zeytinyağına uzanacağım sırada kapının çalmasıyla birlikte irkilerek mutfaktan çıktım ve kapıya doğru ilerledim. Deliğe bakmadan kapıyı araladığımda Pamir'i görerek şaşkınca ona bakarken Pamir'de bana doğru baktı. Ev topuzu yaptığım saçım, giydiğim pijama tarzı kıyafetle mükemmel bir görüntü oluşturduğuma emindim. Pamir'in yüzünde gülümseme oluşurken mırıldandı. "Bu nasıl güzel bir görüntü böyle." dediğinde sitemle güldüm. "Ya dalga geçmesene." dediğimde Pamir omuz silkti. "Dalga geçen kim ki? Ben aklımdan geçeni söyledim." dedikten sonra ekledi. "Ben bir gelişme olup olmadığını sormak için uğramak istedim ama rahatsız etmedim umarım." dediğinde başımı iki yana salladım. "Elbette etmedin, içeri gelsene." dedim hiç beklemeden. Beklentiyle Pamir'e doğru baktığımda Pamir kararsız bir biçimde bana doğru baktı. Elimle içeriyi işaret ederken kanullenerek ayakkabılarını çıkardı ve içeri girdi. "Hoş geldin." dediğimde Pamir tebessüm etti. "Hoş buldum, elim boş geldim ama kusura bakma." dediğinde gözlerimi devirdim. "Çok kusura baktım." dediğimde Pamir güldü. Mutfakta çalan şarkı koridora kadar gelirken Pamir'in sesini duydum. "Kokudan anladığım kadarıyla şarkı eşliğinde yemek keyfi yapıyordun galiba. Kaynanam seviyor mu desem ne desem?" Söylediği şeyle birlikte duraksadım. Pamir'de ne söylediğini anlayarak panik olurken hızla konuştu. "Özür dilerim, ben öyle derler ya hani." diyerek kendini açıklamaya çalışırken burukça tebessüm ederek başımı salladım. "Biliyorum." dedikten sonra ekledim. "Ayrıca haklılık payın var, kaynanan severdi seni." Annem, Pamir'i severdi. Biz sevgili olduğumuzda ilk anlayanlardan biri olmuştu annem ve desteğini bizden hiç esirgememişti. Babamı ve abimi o yumuşatmıştı. Onun varlığıyla kolaylaşmıştı her şey. Zaten Pamir'in çocukluğunu bildiği için çok seviyordu, damadı olarakta kabul etmesi zor olmamıştı. Pamir'in şehit olduğu haberini aldığımızda herhangi birine değilde şehit olan oğluna ağlamıştı. Gerçekten Pamir'i oğlu yerine koymuştu. Eminim ki şimdi yaşadığını öğrense onu bağrına basardı. Düşüncelerimden sıyrılarak Pamir'e doğru bakmaya devam ettiğimde kaşlarının verdiğim cevapla birlikte şaşkınlıkla havalandığını gördüm. Ardından sözlerime yenilerini ekledim. "Açsın değil mi? Bak çok güzel yemek hazırladım. Ellerini yıkayıp mutfağa gel hadi." Pamir dediğimi yaparak lavaboya ilerlerken bende mutfağa girerek tezgaha doğru ilerledim. Salatanın sosunu döküp karıştırırken bir yandan da çalan şarkıya eşlik etmeye devam ettim. Bana düşlerimi geri ver Bana hatıradır ateşin Pamir'in ayak seslerini duyarak bakışlarımı ona doğru çevirdim. Pamirle anında bakışlarımız buluşurken Pamir konuştu. "Yardım edebileceğim bir şey var mı?" dediğinde elimle üst mutfak dolabını işaret ettim. "Şuradan iki tane servis tabağı çıkartır mısın?" Pamir tezgaha doğru yaklaşıp dolabın kapağını açtıktan sonra servis tabağı çıkardı. Ardından masaya tabakları yerleştirirken bende salata kasesini masanın ortasına koydum. Sonra tezgaha doğru tekrar dönüp ocağa ilerleyeceğim sırada Pamir ile burun buruna gelmemizle birlikte adımlarım duraksadı. Yüzlerimiz arasında santimetreler varken Pamir'in dudaklarını yalayıp büyükçe yutkunmasıyla birlikte bakışlarım dudaklarına doğru kaydı. Çok özlemiştim onun sıcaklığını hissetmeyi, dudaklarımız buluştuğu anda kalbimin içinde at koşturur gibi olmasını çok özlemiştim. Hissettiğim heyecandan kalp atışlarının yanı sıra şarkı sözleri kulaklarıma doldu. "Ezberimde yüzün Bana hatıradır ateşin Şarkı sözlerinin uyumuyla, Pamir'in derin ve istekli bakışlarıyla, içimdeki teslimiyetle birlikte büyükçe yutkunup gözlerimi bir izin niteliğinde kapatıp dudaklarımızın arasındaki santimetreleri sıfıra indirmek için parmaklarımın üzerinde dikilerek yüzümü yüzüne doğru yaklaştırdım. Nefesini dudaklarımın üzerinde hissederken kalbimin yerinden çıkacak gibi atmasını umursamayarak onun dudaklarına doğru derin bir nefes verirken duyduğumuz 'ding' sesi ile irkilerek gözlerimi araladım ve vücudumu ele geçiren utanç duygusuyla Pamir'den bir iki adım uzaklaştım. Gezimiz temizleyerek hızlıca konuştum. "Be-ben fırına bakayım bir." diyerek yanından geçerken Pamir'in de genzini temizleyerek elini ensesine atarak aramızdaki mesafeyi açtı. Hızlıca fırına doğru ilerleyerek kapağını açtıktan sonra tezgahın üzerinden aldığım fırın eldiveniyle birlikte tepsiyi çıkardım ve tezgaha bıraktım. Mutfağa yayılan kokuyla birlikte derin bir iç çekip gülümserken göz ucuyla Pamir'e bakarak konuştum. "Çorba kaselerini verir misin?" Pamir hızlıca kaseleri uzatırken mırıldandı. "Az koy olur mu?" Sorgulamadan dediğini yaparak az koyarken kaseyi Pamir'e doğru uzattım. Aslında merak ediyordum, görevde neler yaşamıştı? Ama soramıyordum, bana kendisi anlatsa daha iyi gibiydi. Travmasının tetiklenmesini hiç istemiyordum. Kendi çorbamı koyduktan sonra masadaki yerime doğru geçerken Pamir de benimle birlikte karşıma geçerek oturdu. Çorbadan içmesi için beklerken Pamir bir kaşık alarak içti. Beklentiyle dolu bir şekilde ona bakarken Pamir'in bakışları bana doğru döndü. Bense merakla konuştum. "Beğendin mi?" İlk defa benim yaptığım bir yemeği yiyecekti. Geçen sefer geldiğinde çoğunu abim yapmıştı. O yüzden merak ediyordum. Biz sevgiliyken ben okuduğum için yemek yapmakla ilgilenmemiştim hiç. Daha doğrusu annem bizim için yemekleri pişirdiği için hiç ihtiyacım olmamıştı. Annem vefat ettiğinde girmiştim mutfağa. Annemin yerini ben almıştım. Babamın da hakkını yememek gerekiyordu elbette ama çoğunlukla ben yapıyordum. "Yediğim en güzel yemeklerden biri, zaten sen yapıyorsan kötü olamaz." diyerek birkaç kaşık daha içerken bakışlarımı çekemedim. Her seferinde beni kendine aşık etmeyi başarıyordu. Her genç kızın aşık olacağı türden biriydi, sözleri, bakışları, düşüncesi kendine hayran bırakıyordu. "Çoğunlukla beğenirler yemeklerimi ama sen ilk defa denedin." dedim açıklama yapmak için. Pamir başını yemekten kaldırdı ve bana doğru baktı. "İlk deneyenlerden olmak isterdim ama hayat şartları.." dediğinde sessizleşerek başımı yere doğru eğdim. Çorbamdan içerken Pamir'in meraklı sesini duydum. "Bu arada beğenirler derken kastın umarım ki abin baban falandır." dediğinde güldüm. Biz görüşmeyeli daha da mı kıskanç olmuştu sanki? Ona doğru baktığımda Pamir cevap beklercesine bana doğru baktığını gördüm. "Elbette babamlar, zaten başka kimseye yemek yapmam. Uğraşamam yani." dediğimde Pamir derin bir nefes verdi. "Bende Ahmet'ten falan bahsediyorsun sanmıştım." dediğinde kaşlarım çatıldı. Hangi Ahmet'ten bahsettiğini hatırlamaya çalışırken Pamir bunu fark ederek açıkladı. "Sizin fakültedeki çocuktan bahsediyorum, hani şu sürekli senin yanına geliyordu. Birkaç kere kütüphanede bizim yanımıza da gelmişti." Hafızası karşısında dilim tutulmuştu resmen. Ben bile hatırlamazken Pamir unutmamıştı. Zihnime düşen sahnelerle birlikte Ahmet'i hatırlarken konuştum. "Yuh Pamir, Ahmet ne alaka?" verdiğim tepki ile birlikte omuz silkerek cevap verdi. "Ne bileyim çok kıl olmuştum ona." dediğinde başımı iki yana sallayarak güldüm. Ardından da konuştum. "Senin kıl olmadığın biri var mı?" Ahmet, fakülteden birkaç arkadaşım, Cenk komiser, Volkan savcı.. Bazen sayısını unutuyordum. Pamir kaşlarını kaldırarak başını iki yana salladı. "Senin yanında erkek sinek olsa bile kıl olurum." dediğinde gözlerimi belerttim. "Abartma." dediğimde Pamir güldü. "Şaka yapıyorum ama bence haksız değilim kıl olmakta. Sinir herifler. Ama yeni hedefim şu Volkan denen adam." Haksız sayılmazdı Volkan savcıyı bende sevemiyordum ama çalışmak mecburiyetindeydim. "Boş ver, ben umursamıyorum bile." dedikten sonra oturduğum yerden kalktım. Pamir'in tabağını alacağım sırada beni engellemesine karşılık merakla yüzüne doğru baktım. "Ben doydum aslında.." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Nasıl doydum? Hiçbir şey yemedin ki." Pamir bakışlarını benden kaçırırken yüzüne bakmaya devam ettim. O ise bir süre sessizliğin ardından konuşmaya karar verdi. "Yemeklerle pek aram yok, o yüzden bugünlük beni affet." dediğinde içimin cız ettiğini hissettim. Pamir ve yemekle arasının olmaması? Düşünsem bu ikisinin yan yana geleceği aklımın ucundan geçmezdi. Yemek yemediğinin farkındaydım, zayıflamıştı. Heybetinden bir şey kaybetmemişti ama çok zayıflamıştı. Yüzünün çöktüğünü de görebiliyordum. Böyle olmazdı ama bu. Yemek yemesi gerekiyordu, bunun altında yatan sebep neydi bilmiyordum ama bu canımı sıkmaya başlamıştı artık. "Olmaz, kabul etmiyorum. O kadar hazırladım. Tadına bakmayacak mısın gerçekten." dedim sitemli bir şekilde. Pamir'in bakışları yüzümde dolaşırken tekrar ekledim. "Hiç hatrım yok mu sende?" diye gözlerimi kırpıştırırken Pamir küçük bir tebessüm etti. "Hatır mı? Sen iste çiğ tavuk bile yerim ama." dediğinde itiraz edeceğini anlayarak hızlıca konuştum. "Çiğ değil, pişmiş olanı yesen yeterli." dedikten sonra ocağa doğru ilerledim. İlk önce pişirdiğim pilavdan koyduktan sonra ardından da fırından çıkarttığım tavuk ve sebzeleri tabağa koyduktan sonra Pamir'in önüne doğru tabağı bıraktım. "Devrim, vur dedik öldürmüşsün güzelim." dediğinde cevap verdim. "İtiraz yok, o tabak bitecek. Hem azıcık koydum, hadi." Pamir beni kırmayarak yemekten yerken bende kendime tabak hazırlayarak tekrardan karşısına geçip oturdum. Bakışlarım üzerinde dolaşırken çatalıyla yemekle oynadığını gördüm ancak ses çıkarmadım. Üstüne daha fazla gitmek istemiyordum ama biraz da olsun yesin istiyordum. Yesin, eskisi gibi olsun diye elimden geleni yapardım. Zihnimde biraz önceki cümleleri yankılanırken bana ettiği hitap şeklini aslına ne kadar özlediğimi fark ettim. Güzelim, güzel sevgilim, birtanem, Devrim'im, bebeğim. Bunlar Pamir'in ağzından duymayı en sevdiğim hitap şekilleriydi. Duymayalı çok uzun zaman olmuştu ama hissettirdikleri aynıydı. Pamir dikkat ediyordu söylememek için bunu fark ediyordum ama arada ağzından kaçırmadan edemiyordu. Bende sesimi çıkartmıyordum çünkü hoşuma gittiğini inkar edemezdim. "Gerçekten çok güzel olmuş, yiyebilseydim emin ol birkaç tabak daha yerdim." dediğinde düşüncelerimden sıyrıldım ve tebessüm ettim. "Afiyet olsun, belki başka bir zaman yersin tabak tabak." dediğimde Pamir tek kaşını kaldırdı. "Yani başka bir zaman tekrardan yemek yiyeceğiz? Bunu mu anlamalıyım?" dediğinde ters bir bakış attım. "Pamir.." "Tamam, bir şey demedim." dediğinde gülerek yemeğimi yemeye devam ettim. Kısa sürede bende yemeğimi bitirdiğimde her ne kadar Pamir'e oturmasını söylesem de beni dinlememiş ve bulaşığa yardım etmek istemişti. Kabul ederek el birliği ile bulaşıkları toplarken mutfakta yankılanan zil sesiyle birlikte konuştum. "Kim arıyor bakabilir misin? Ellerim kirli şimdi, önemli değilse sonra açayım." dedim makineye bulaşıkları yerleştirirken. Telefon Pamir'in tarafında olduğu için böyle bir şey istemiştim. "Psikiyatri Nuran Hanım." dedi Pamir ciddi bir şekilde. Bakışlarımı makineden çekerek Pamir'e doğru çevirdiğimde bakışlarına bir hüznün yerleştiğini gördüm. Aynı zamanda büyük bir merak.. Elimi hızlıca yıkayarak elinde tuttuğu telefona uzandım ve hiç beklemeden alıp kulağıma götürdüm. "Efendim?" "Devrim hanım, iyi günler. Ben Nuran hanımın sekreteri Nevin. 2 gün sonra olan randevumuzu yarına çeksek sizin için uygun olur mu? Nuran hanımın beklenmedik bir işi çıktı." dediğinde onayladım. "Olur, aynı saatte değil mi?" dediğimde Nevin hanımın onaylayıcı cevabını duydum. "Evet, o zaman ben randevunuzu oluşturdum. İyi günler." İyi günler dileyerek telefonu kapattıktan sonra telefonu masanın üzerine bırakıp bakışlarımı Pamir'den çektim. Tabakları makineye yerleştirdikten sonra makinenin deterjanını koyarak çalıştırdım. Pamir'in tezgaha yaslanmış beni izlediğini biliyordum. Muhtemelen zihninden bin çeşit düşünce geçiyordu. Psikolojik destek aldığımı ona söylememiştim, böyle tesadüfen öğrenmesini de istemezdim ama öğrenmişti. Burada amacım ondan bunu gizlemek değildi, yalnızca kendini suçlamasını istememiştim. "Çay demleyeyim mi? Ya da kahve mi içsek?" Aramızdaki sessizliği bozmak için konuştuğumda Pamir dikkatle yüzüme bakmaya devam etti. Sertçe yutkunarak bakışlarını benden başka tarafa çevirdiğinde cevap vermesini beklemeden ocağın üzerinde duran çaydanlığa su koyduktan sonra ocağa yerleştirerek altını açtım. Bakışlarımı tekrardan ona doğru çevireceğim sırada Pamir nihayet konuştu. "Bana neden söylemedin?" dediğinde omuz silktim. "Söylemem gerekiyor muydu? Bu benimle alakalı bir şey. Ruhsal olarak sağlıklı olmadığımın sende farkındasın." dediğimde Pamir'in kaşları çatıldı. "Bunun sebebi benim, lanet olsun ki buna ben sebep oldum." dediğinde tam beklediğim tepkiyi vermişti. Evet, destek almamın en büyük nedeni oydu. Ama bende kendimi daha iyi hissediyordum böyle. Hiç pişman değildim. "Pamir, bir konuda anlaşalım olur mu?" dediğimde hüzünle çevrelenmiş elaları bana doğru dönerek kahvelerimle buluştu. "Olan hiçbir şeyde suçunun olmadığını kabul et önce. Bunu bana sen söyledin, görevdi. Yapmak zorundaydın, eğer itiraz etme hakkın olsaydı ederdin." dedim tane tane bana söylediklerini hatırlatarak. Pamir itiraz edecekken onu engelleyip sözlerimi devam ettirdim. "Sana aşık olmak ise benim seçimimdi, bir askerin yolunu gözlemek kendi isteğimdi ve en baştan senin bir gün şehit olabileceğin ihtimalini bilerek sana evet dedim." Pamir, söylediklerimle sertçe yutkunurken başımı omzuma doğru eğerek gözlerine bakmaya devam ettim. "İlk geldiğinde seni suçladım doğru, ama bende ne yapacağımı bilemedim ve sonra anladım ki bunu destek almadan halledemeyeceğim. Ki haklıydım da. Şuan daha iyi hissediyorum ve daha da iyi olacağım. Sana söylemiştim çabalıyorum." "Kendini zorlamanı istemiyorum Devrim. Sırf benim için kendini zorluyorsan.." cümlesini toparlamak için duraksadı. Eliyle yüzünü sıvazladıktan sonra devam etti. "İyi olmama sebebin benken, seni bir şeyler için zorluyorsam gerçekten.." cümlesini bitirmesine izin vermeyerek sözünü kestim. "Senin için değil Pamir, bizim için. Seni sevdiğim için, yarım kalan hikayemizin tamamlanması için.." dediğimde başını yere doğru eğip gülümsedi. Bakışlarım gülümsemesinde takılı kalırken genzimi temizleyerek ekledim. "Yalnız bu süreçte senden bir isteğim var." "Ne istersen.." dedi Pamir hiç beklemeden. Yüzündeki tebessümü silmeden gözlerime bakarken konuştum. "En azından birkaç seansta olsa senin de bir destek alman gerektiğini düşünüyorum. Mesleğin için sıkıntı olur mu bilmiyorum ama bunu bir düşün olur mu? Sağlıklı bir ilişki kurmamız için bu önemli." dedim aklındakileri dile getirerek. O da iyi değildi. İkimiz de iyi değildik. Ama iyi olacaktık, gerekirse birlikte yaralarımızı saracaktık. Beklentiyle yüzüne bakarken Pamir başını salladı. "Biliyorum, iyi değilim.. Albayımla konuşacağım, eğer bir sorun olmazsa bende başlarım görüşmeye." Gülümseyerek baktım yüzüne. Aşacaktık, ben inanıyordum. İkimizde de bu istek varken zaten önümüzde kim durabilirdi ki? "O zaman çayı demliyorum." dediğimde Pamir gülerek konuştu. "Yalnız bu çay sözünü tuttuğun anlamına gelmez." dediğinde hafifçe kaşlarımı çattım. "Ne demek gelmek?" dediğimde Pamir ellerini havaya kaldırdı. "Kabul etmiyorum, bir gün randevu sonrası içilecek o çay. Başka türlüsü olmaz." dediğinde dayanamayarak güldüm. "Peki Pamir, peki." Kaynayan suyla çayı demledikten sonra Pamir'e dönerek konuştum. "Ben seni tutmuyorum değil mi? İşin falan varsa eğer.." dediğimde Pamir bana ters bir biçimde baktı. "Benim senden başka ne işim olabilir ki?" dediğinde cevap vermedim. Bakışlarımı ocağa doğru çevireceğim sırada Pamir'in aramızdaki iki adımlık mesafeyi sıfıra indirdiğini gördüm. Bakışlarımı tekrardan ona çevireceğim sırada Pamir sıcacık olan avuç içini yanağıma yaslayarak yüzümü nazikçe kendisine doğru çevirdi. Şaşkınlıkla karışık merakla ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken bakışları kaşımdaki yaraya doğru kaydı. Sol elinin baş parmağını yavaşça yaranın kenarına yaslayarak okşarken büyükçe yutkundum. Dokunuşları bana iyi gelmiyordu. "Acısı geçti değil mi?" diyerek üstten bir şekilde gözlerime bakarken başımı salladım olumlu manada. "Çoktan geçti, artık daha iyiyim." dediğimde Pamir yaraya bakmaya devam etti. Ardından da elini nazikçe yanağımdan indirdiğinde hissettiğim soğukluktan nefret ettim. "Operasyondayken aklım sende kaldı, iyi olup olmadığını çok merak ettim." diyerek tam önümde dikilerek tezgaha kalçasını yasladı ve bana bakmaya devam ederken cevap verdim. "Ufak bir yaraydı, daha kötülerini eminim yaşamışsındır. Acısı bir günde geçti." dediğimde Pamir başını iki yana salladı. "Daha kötüsünü yaşamadım, insanın kendi canı kıymetli olmuyor ama sevdiğinin saçının tek teline bir şey olsa canından can gidiyor. O gün seni daha iyi anladım Devrim." "Anlamamanı tercih ederdim." dedim mırıldanarak. Gerçekten zordu çünkü. Bir gün benim yaşadığım acıyı tatmasını hiç istemezdim. O yüzden konuyu değiştirerek ekledim. "Böyle ayakta kaldın, çok kötü bir ev sahibiyim." diyerek güldüğümde Pamir kollarını göğsünde birleştirdi. "Ben halimden gayet memnunum. Sen hiç merak etme." "İyi o zaman." Yaklaşık yarım saat kadar sonra çay demlendiğinde Pamirle birlikte salona ilerledik. Çaylarımızı koymak için sehpa çıkartarak kanepeye yakın koyduktan sonra karşılıklı olarak oturduk. Pamir dirseğini kanepenin üst kısmına yasladıktan sonra yumruğunu çenesinin altına koyarak yüzüme doğru bakarken zihnimde piknik yaptığımız o gün canlandı. O günde aynı bu şekilde beni izlemişti, saatlerce bir şey anlattığımda sesini çıkarmadan dinlemişti. Aslında konuşacak çok şeyimiz birikmişti bizim. Böyle karşılıklı oturmayalı yıllar olmuştu. Yavaş yavaş o yılları da konuşacaktık. Her şeye yeni başlıyorduk. Aramızdaki bakışmayı bölmek adına konuştum. "Yeni timine alışabildin mi?" diyerek çayımdan içerken Pamir derin bir iç çekti. "Alıştım, alışmam mı? Ne yalan söyleyeyim sırt sırta verip çatışmayı, operasyonda yanında bir nefes olmasını özlemişim." dediğinde buruk bir tebessüm ettim. Pamir ise devam etti. "Hepsi çok iyi insanlar, elbette Hakan'ın da payı var alışmamda. Tanıdık birinin olması iyi." "Çok sevindim senin adına, tek başına olmak zordur. Ama şimdi bir ekip halinde korku salıyorsunuz düşmana." dediğimde Pamir'in dudakları iki yana kıvrıldı. Söylediğim hoşuna gitmişti belli ki. "Dosta güven, düşmana korku." dediğinde benimde yüzümdeki gülümseme büyüdü. Öyleydi, biz onlara ne kadar güveniyorsak dağdaki itler o kadar korkuyordu. Gurur duyuyordum tüm askerlerimizle. "Aramızda bir şeyler olduğunu çözdüler ama senden tırsıyorlar biraz." diyen Pamirle birlikte şaşırarak elimle kendimi işaret ettim. "Benden mi korkuyorlar?" dediğimde Pamir başını salladı. "Tabura geldiğin o gün ciddiliğini görmüş olsan sende korkardın. Ki savcı Devrim olarak herkes senden çekinir." dediğinde onayladım. Haklıydı, savcı kimliğimde ciddi olmak zorundaydım. "Belki bir gün savcı kimliğim olmadan bir araya geliriz, o zaman beni tanırlar." dedikten sonra ekledim. "Batuhandı ismi, onun söylediği cümleyi hatırlıyorum. Aralarında bir şey mi var gerilimi buradan bile hissediyorum demişti." dedim gülerek. Pamir başını yere doğru eğip gülerken onayladı. "Evet, Batu en küçüğümüz. Bir o kadar da komiktir. Hele Yiğitle yan yana geldiler mi değmeyin keyiflerine." dediğinde Yiğit'i hatırlamak için gözlerimi kıstım. Ardından hatırlayarak konuştum. "Başıma pansuman yapan asker." dediğimde Pamir başını salladı. "Güzel, çözmüşsün sen bu işi." Gülerek çayımdan birkaç yudum daha içerken salonda yankılanan zil sesimle birlikte irkildim. Oturduğum yerden ayağa kalkıp masadaki telefonuma doğru ilerledim. Ekrana baktığımda bilinmeyen bir numaranın aradığını görerek genzimi temizledim ve telefonu açıp kulağıma götürdüm. "Efendim?" "Devrim savcı ile mi görüşüyorum?" diyen kadın sesiyle birlikte kaşlarım çatıldı. "Buyurun benim, ben kiminle görüşüyorum?" dediğimde Pamir'in de merakla beni dinlediğini gördüm. Bakışlarımı ondan çekerken karşı taraftan cevap geldi. "Ben doktor Arzu, test sonuçlarının bildirilmesini istemiştiniz." diyen kadını hızlıca onayladım. "Evet, evet doktor hanım sizi dinliyorum." "Bugün yaptığımız kan ve idrar testi sonuçları çıktı. Dilan hanımın hCG testi gebeliğini doğruladı." Duyduğum cümleyle gözlerimi kapatırken mırıldandım. "Allah kahretsin." Küçücük kızın hayatı kararmıştı. Daha kendisi çocuktu, daha tecavüzün şokunu atlatamadan bununla nasıl baş edecekti? O adamı elime geçirip parça pinçik etmek istiyordum. Elimden gelse bir kaşık suda boğardım ama adalet böyle işlemiyordu. Benim tepkimle birlikte Pamir ne olduğunu anlamaya çalışırcasına kaşlarını çattı ve oturduğu yerden ayağa kalktı. Bense tekrardan konuştum. "DNA testi için tekrardan kapınızı çalacağız doktor hanım. Teşekkür ederim bilgi verdiğiniz için." dediğimde Arzu hanım rica ederek telefonu kapattı. Elimdeki telefonu masaya koyarak sandalyeden destek almaya çalıştım. Duyduğum kelimeler o kadar büyük yıkım yaratmıştı ki içimde. "Devrim, ne oldu?" Pamir endişeli bir biçimde yanıma gelip eliyle kolumu tutarken bakışlarımı ona çevirdim. "Hamile." dediğimde Pamir'in gözleri büyüdü şaşkınlıktan. "Nasıl hamile?" Ardından kaşları çatılırken elini yumruk yaparak sertçe masaya vurdu. "Allah kahretsin." Hızlıca elini tutup bir daha vurmasını engellerken Pamir diğer eliyle yüzünü sıvazladı. "Çocuk o lan daha, çocuk. O adi şerefsizi bir yerlerinden sallandırmak istiyorum, döl israfı." Ellerimi saçlarımın arasından geçirirken mırıldandım. "Bu süreç çok yıpratacak onu." Bu süreçte ailesinin desteği onun için çok önemliydi. Annesinin desteği aşikardı ancak abisinin tepkisi, yapacakları bunları düşünmek bile istemiyordum. Dilan'ın vereceği her kararda destek olunması gerekiyordu, ona yalnız olmadığını hissettirmek gerekiyordu ancak buna ne kadar yardımcı olabilirdim bilmiyordum. Çocuğu doğuracak mı, aldıracak mı? Bunların hepsi muammaydı. Ne olacağını yaşayıp görecektik..
◔◔◔ Pamir Arslan'ın anlatımından, Her şey düzelmeye başlamıştı... Buraya geldiğimde içimdeki korku, umutsuzluk, özlem, belki birazda karamsarlık azalmaya başlamıştı. Devrim'in gözlerini ilk gördüğüm an, elalarımla kahverenginin en güzel tonu olan gözleri buluştuğunda içimdeki özlemden deliriyorum sanmıştım. Olayın etkisinden göz temasımız çok kısa sürmüştü ama o gözleri gördüğüm ilk an aklımda Devrim'e sıkı sıkı sanki içime hapsetmek istercesine sarılmak ve kokusunu ciğerlerime çekmek vardı. Yapamamıştım, çünkü bana karşı duvarları vardı. O kadar büyük duvarları vardı ki ben bu Devrim ile daha önce hiç karşılaşmamıştım. Ne yapacağımı bilemeyişim bu yüzdendi. Kendi haline mi bırakmalıydım? Hiçbir şey olmamış gibi mi davranmalıydım bilememiştim. Ama şimdi, o duvarların biraz biraz yıkıldığını görmek içimdeki umudun büyümesine, karamsarlığın bir bulut gibi dağılmasına izin vermiştim. Devrim beni seviyordu, hala beni istiyordu. Buraya geldiğimde emin olamadığım bu sorunun cevabını kendi ağzından duymuştum ve buna o kadar ihtiyacım olduğunu duyduğum an anlamıştım. Bana karşı ördüğü duvarları bir bir indirmesi her ne kadar içimde kelebeklerin uçuşmasına neden olsa da bunu kendi kendine değil de bir başkasının yardımıyla yapmak zorunda olması içimdeki tüm kelebeklerin ölmesine neden olmuştu. Birlikte olduğumuz süre boyunca hep en cıvıl cıvıl haline şahit olduğum, güzel bir gençlik geçiren kadına şahitken şimdi sinirine hakim olamayan, sözleriyle karşındakinin kalbini kırmak için çabalayan, sert bir kadınla karşı karşıya kalmak benim yüzümden olan bir şeydi. İnsan böyle olacağını bilemezdi, geleceği göremezdi. Hiçbir zaman askerim diye kendime bencillik etmemiştim. Askeriz diye sevmemeliyiz, aşık olmamalıyız, evlenmemeliyiz. Çünkü arkamızda hep bizi yüreği ağzında bekleyecek birilerini bırakacaktık. Hiçbir zaman böyle düşünmemiştim. Bizde insandık, severdik, aşık olurduk. Yalnızlık bir tek Allah'a mahsustu. İnsanoğlu onu seven, sevdiği birini bulduğunda onu kendinden uzaklaştırmamalıydı. Öyle de olmuştu. İsteseydim Devrim'i kendimden uzaklaştırırdım. Hem komutanımın kızıydı, hem çocukluk arkadaşımın ve devre arkadaşımın kız kardeşiydi. Bahanem çoktu ama ben bırakamamıştım. Onun gözlerine baktıktan, kokusunu soluduktan sonra, kalplerimiz birbirine kenetlendiğinde bırakamazdım. Ama şuan ben hayatında girmemiş olsaydım belki mutlu bir hayat geçireceğine olan inancım artmıştı. Ben hayatına girmeseydim belki başka bir adamla mutluluğu tadacaktı, acı çekmeyecekti, yıllarca yas tutmayacaktı. Psikolojisi daha iyi olacaktı. Tüm bunları düşünmekten gece boyu uyuyamamıştım. Devrim benim hayatıma girdiği için ben ne kadar şükretsem azdı, onunda benim için aynı şeyleri düşünmesini isterdim. Ona acı çektiren adam olmayı değil de onu dünyanın en mutlu kadını yapan adam olmak isterdim ama olmamıştı, ona acıdan başka bir şey verememiştim. Yine de onu bırakmak aklımın ucundan geçmiyordu, geçemezdi. Ben ölsem ancak o zaman bırakırdım Devrim'i. Günlerce, haftalarca, yıllarca bir gün ona sarılmanın hayaliyle yaşamıştım. Her şey düzelmeye yüz tutmuşken onu bırakmazdım. Sadece aklımdaki düşüncelerle baş etmeyi öğrenmem gerekiyordu. Devrim haklıydı, benim psikolojim de normal değildi. O istediği için değil, bizim için Baran Albay'a danışıp destek alacaktım. Bize iyi gelecek her şeyi yapmaya hazırdım. "Bugünlük bu kadar yeter beyler, paydos." diyerek tutunduğum demirden kendimi yere doğru sarkıttım. Barfiks çekerken zihnimde dolanan düşüncelere engel olamamıştım. "Allah razı olsun komutanım." diyerek kendini yere doğru bıraktı Batuhan. Ardından uzanarak nefeslerini düzenlemeye çalıştı. Bende yere doğru oturarak ayaklarımı uzatırken Ahmet abinin sesini duydum. "Komutanım, bir şeye mi sinirlendiniz siz? Bir sorun yok inşallah." diyerek babacan bir şekilde konuşan Ahmet abiye baktım. Bir şeye sinirliydim evet, dün Devrimleyken öğrendiğim habere çok sinirliydim. Küçücük kız çocuğunun düştüğü duruma çok sinirliydim ve elimden hiçbir şey gelmediği için sinirim katlanıyordu. Su şişesinden birkaç yudum su içip cevap verecekken Yiğit'in sesini duydum. "Sinirlendiği çok belli değil mi komutanım, anamızı ağlattı." sözde kısık sesle yanındaki Ahmet abiye hitaben konuşmuştu ama çok net bir şekilde duymuştum. "Yiğit az mı geldi aslanım sana, hemen tam teçhizat 15 tur atabiliriz." Söylediğim şeyle birlikte Yiğit'in gözleri fal taşı gibi açıldı. O sırada yerde uzanan Batuhan sertçe Yiğit'in bacağına doğru tekme attı. "Senin söyleyeceğin sözü sikeyim." Yiğit eliyle bacağını ovuştururken hızlıca itiraz etti. "Olur mu komutanım hiç, yetti vallahi. Mis gibi oldu." derken dudaklarımda sırıtış oluştu. "Öyle diyorsan." Söylediğim cümleyle derin bir nefes verirken biraz önce Ahmet abinin sorduğu soruya cevap verdim. "Devrim savcının bir davasına şahit oldum, canım sıkıldı." dediğimde Soner konuştu. "Umarım kötü bir şey yoktur komutanım." Meraklı gözlerle bana bakan timime bakarken Hakan kaşlarını çatarak konuştu. "Şu Suphi denen adamla mı ilgili? Yine mi başı belada?" Hakan sorularını sıralarken Taner konuştu. "Yoksa yine mi kaçırmaya çalıştılar?" "Vay orospu çocukları, güçleri ancak kadınlara yetsin zaten. Karşımıza çıkamıyorlar tabii." Batuhan yattığı yerde söylenirken hızlıca araya girdim. "Yok öyle bir şey değil bu sefer, merak etmeyin." dedim ortamı sakinleştirmek için. Çok çabuk benimsemişlerdi onu. Belki mesleğiyle ilgiliydi, belki de benimle arasında bir şeyler olduğunu bildikleri içindi bilmiyordum ama lafın yeri geldiğinde mutlaka soruyorlardı. Ardından devam ettim sözlerime. "Söylemem doğru olmaz muhtemelen ama can sıkıcı bir mevzu. Bende o yüzden sinirliyim." "Çok şükür komutanım, o şerefsizlerle ilgili değilse hallolur inşallah." dediğinde Kürşat. Ahmet Abi, Kürşat'ı onayladı. "Aynen öyle komutanım, hem savcım da bu işin peşini bırakmaz. En doğrusu neyse onu yapar." dediğinde gururla başımı salladım. Yapardı, elinden ne geliyorsa hatta gelmeyeni bile yapmaya çalışırdı. "Yalnız komutanım ben nasıl şahit olduğunuzu anlamadım." diyerek yattığı yerden doğruldu Batuhan. Ardından devam etti sözlerine. "Komşuculuk mu oynuyordunuz, yoksa makamına mı gitmiştiniz hangisi olduğuna emin olamadım." derken kaşlarım çatıldı. "Kes sesini oğlum, komutana hesap mı soruyorsun?" diyerek Batuhan'ın ensesine şaplak attı Taner. Ardından da bana doğru dönerek konuştu. "Siz buna bakmayın komutanım, kendisinin dilinin ayarı yoktur. İnşallah sizin sayenizde ayarlanacak bir gün." "Komutanınız komşuculuk oynamayı çok sever aslında ama.." diyerek kısık sesle konuşan Hakan'a doğru baktım. Bir de en yakın arkadaşımdı, dalga geçmeden edemiyordu. Başımı iki yana sallayarak iflah olmazsınız gibi bakış atarken telefonumun çalmaya başladığını duydum. Oturduğum yerden kalkarken time doğru seslendim. "Herkes bir saat sonra harekat merkezinde hazır olsun." dediğimde hepsinin onaylayan sesini duydum ve kenarda duran telefonuma ilerleyerek elime aldım. Annemin aradığını görerek derin bir iç çektim. Çok ayıp etmişti. Devrim'e söyledikleri cümleleri duyduktan sonra resmen şok geçirmiştim. Benim annem asla böyle sözler söylemezdi. Hele ki kızı gibi görüp sevdiği Devrim'e. Onu da anlıyordum, kolay şeyler yaşamamıştı benim yüzümden ama aramızdaki olaylara karışmaması gerektiğini atlamıştı. Görev dönüşü annemleri aradığımda Burçe anlatmıştı her şeyi. Burçe anlatmasa Devrim anlatmazdı. Hem benim annemle aramın bozulmaması için hem de canımın sıkılmaması için ama onun canı çok sıkılmıştı. O gün onu aradığımda duyduğum sıkıntılı sesin sebebini de öğrenmiştim. Bize karışmaması için annemi kesin bir dille uyarmıştım. "Efendim?" diyerek telefonu açtığımda annemin sımsıcak sesini duydum. "Pamir, nasılsın annecim? Müsaitsin değil mi?" dediğinde cevap verdim hızlıca. "İyiyim, müsaidim. Biraz önce bitti çalışmamız." dediğimde annem rahatlamış bir biçimde konuştu. "İyi bari tam zamanında aramışım." "Siz nasılsınız? Babam, Burçe nasıl?" dedim meraklı bir biçimde. Babamla bir iki gün önce konuşmuştuk ancak Burçe şu aralar sınavlarıyla uğraşıyordu. Neyse ki birkaç güne kurtulup güz dönemini bitirecekti. "Nasıl olsunlar annem, baban evde oturmaz biliyorsun. Turan amcanla falan beraber sürekli birileriyle görüşüyorlar." dediğinde yüzümde tebessüm oluştu. Biliyordum, babam oturmayı hiç sevmezdi. İlk emekli olduğu zamanları biliyordum, evde oturmaz sanki taburda görev yapan bir askermiş gibi erkenden kalkar ve dışarı çıkardı. Onu da anlamak zor değildi, yıllarca dağ bayır gezdikten sonra evde oturmaktan sıkılması çok normaldi. Emekli olduğumda belki bende böyle olurdum. "Burçe de evde, odasına kapandı ders çalışıyor abisi. Öyle uğraşıyoruz." dedi annem. Ardından ekledi. "Sen bizi düşünme kendine odaklan. Yemeğini falan düzgünce yiyorsun değil mi? Bak buraya geldiğinde hiçbir şey yedirememiştim sana." diyerek cümlelerini sıraladığında onayladım. "Bende burada çok iyiyim, senin de aklın bende kalmasın." dediğimde annem cevap verdi. "Aklın kalmasın deyince kalmıyor sanki. Öyle kilometrelerce uzaktasın bizden." dedikten sonra ekledi. "Annecim, tayinini buraya istesen. Gelsen yanımıza." Annemin sözleriyle kaşlarım çatılırken kestirip attım. "Olmaz." dediğimde annemin tahammülsüz sesini duydum. "Orada seni bağlayan bir şey yok Pamir, burada ailen var. Gözümüzün önünde olursun hem." dediğinde kaşlarım daha da çatıldı ve uyarı dolu bir sesle cevap verdim. "Ne demek orada seni bağlayan bir şey yok?" dedikten sonra ekledim. "Bu konuyu konuştuk anne seninle, şimdi ne demek bu?" "Bir şey demek değil oğlum, gerçekler sadece. Seni istemeyen birinin peşinden yıllarca koşacak halin yok değil mi? Hem bak yaşında geldi, hayırlısıyla buradan bir kısmet buluruz sana." diyen annemi şaşkınlıkla dinledim. Ardından da dayanamayarak sert bir biçimde konuştum. "Ben kapatıyorum, yoksa bu konu hiç istemediğimiz yerlere gidecek. Kalbini kıracağım bende." dediğimde annem derin bir iç çekti. "Peki oğlum, peki. Ama sonra annem demişti diyeceksin. Umarım geç olmaz." "Sen kafanı bunlara yorma, ben halimden gayet memnunum. Ayrıca ucunda Devrim'e kavuşacaksam yıllarca beklerim. Çünkü bende bizden üç yıl çaldım." dediğimde annem alayla güldü. "Senin onun kıymetini bildiğin gibi o da senin kıymetini bilse gam yemeyeceğim." dediğinde gözlerimi kapatarak derin bir iç çektim sakin olmak adına. "Neyse oğlum, kendine dikkat et sen. Müsait olduğunda ara bizi yine." Annem telefonu kapattığında kulağımdan indirdim. Beni düşünüyordu, bunu anlayabiliyordum ama iş sana kız bulalım durumuna kadar gelmişti hem de Devrim'e olan aşkımı bildiği halde. Buna tahammülüm yoktu işte. Umuyordum ki Devrim'e takındığı tavrı bir an önce değiştirirdi yoksa bizim için iyi olmayacaktı bazı şeyler. Ben ne ailem ne sevdiğim kadın arasında kalmak istemiyordum...
◔◔◔ Devrim Akyol'un anlatımından, Karşımda hıçkıra hıçkıra ağlayan kız çocuğuna içim giderek bakıyordum. Annesi Gülümser hanım verdiğimiz haberle fenalaşmıştı ve şuan hastanenin acilinde tansiyonunun düşmesi için uğraşılıyordu. Dilan aldığı haberden sonra şoka girmiş, belli bir süre tepki verememişti. Durumu algıladığında elleri direkt olarak karnına gitmişti annelik içgüdüsüyle. Gerçi bu yaşta annelik içgüdüsü diye bir şey var mıydı bilinmezdi. "Ez niha çi bikim" (Ben ne yapacağım şimdi?) diyerek hıçkırıklarının arasından konuşmaya çalışırken elimi ellerinin üzerine doğru yasladım. Tuğçe hanım söylediklerini çevirdikten sonra samimi bir sesle konuştum. "Her şey yoluna girecek, o adamın cezasını çekmesini sağlayacağım. Sen ne istersen o olacak, kimse seni bir şey için zorlayamaz anladın mı?" dediğimde Tuğçe hanım sözlerimi çevirdi. Dilan ağlayarak bana doğru döndü ve elimi sıkıca kavradı. "Ez nikarim vî zarokî bidim dinyayê. Ez çawa dikarim wê mezintir bikim? Wê demê mirov wê çi bêje? Min sûcdar dikin. Dibêjin te xapandin" (Ben bu çocuğu doğuramam, nasıl bakarım ona? Sonra etraftakiler ne der? Beni suçlarlar. Sen baştan çıkarttın derler.) Dilan'ın sözlerinin doğruluğu yüzüme bir tokat gibi çarptı. Dilan veya başka bir kadın ya kısa etek giydi diye, ya gece dışarı çıktı diye tecavüz edilmesi gerekiyormuş gibi yaftalanmamış mıydı bu ülkede? "Tamam, DNA testinden sonra bu durumu hallederiz. Annenin imzasıyla bu iş çözülür. Yasal vasisin annen değil mi?" dedim merakla. Tuğçe hanım cümlelerimi çevirdiğimde Dilan hızla başını iki yana salladı. "Na, ne diya min, xwişka min." (Hayır annem değil, abim.) Kurduğu cümle kaynar suyun başımdan aşağı dökülmesini sağlarken gözlerimi kapattım. Abisinin imzasına kaldıysak bu iş çok zordu. Eminim ki bize bir zorluk çıkartırdı. Dilan ellerimi sıkıca kavrayarak tamamen bana döndü. Yalvarırcasına konuştu. "Ji kerema xwe alîkariya min bike, ji kerema xwe. Bi birayê min re bipeyive, bila îkna bibe. Ji kerema xwe ve." (Ne olur yardım et bana, ne olur. Abimle konuş, ikna olsun. Ne olursun.) Yalvarışlarına elbette ki sessiz kalamazdım. Ama elimden ne gelirdi bunu da hiç bilmiyordum. Kürtaj için imza atması gerekiyordu mutlaka. Yasal süre olan 10 haftayı geçmeden bu işlemi bitirmemiz gerekiyordu. Bu konuda elimden ne geliyorsa yapacaktım. Elimi Dilan'ın yanağına götürüp sicim sicim akan gözlerini sildim. "Konuşacağım, ikna etmeye çalışacağım onu." dediğimde Dilan hiç beklemediğim anda kollarını bana doğru doladı. "spas gelek spas" (Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim.) Tuğçe hanım sözlerini çevirdiğinde ellerimi Dilan'a doğru sardım. Küçücüktü, benden yardım bekleyen biriydi. Nasıl hayır diyebilirdim ki ona. Bir savcı olarak, savcılığı geçtim bir kadın olarak hemcinsime yardım etmek benim boynumun borcuydu. Dilan kollarımda sakinleşirken koridorda duyulan telefon zil sesimle birlikte Dilan benden ayrıldı. Cebimdeki telefonu çıkartıp ekrana baktığımda adliyeden Tuna beyin aradığını görerek hızlıca oturduğum yerden kalktım ve telefonu açtım. "Efendim?" "Savcım Azad Zemheroğlu, avukatıyla birlikte geldi. İfade için sizi bekliyorlar." dediğinde onayladım. "Geliyorum hemen. Beklesinler." dediğimde Tuna bey beni onaylayarak telefonu kapattı. Bakışlarım Dilan'a doğru kaydığında konuştum. "Benim gitmem gerekiyor şimdi, polis arkadaşlar kapının önünde yine size eşlik edecekler. Ben Arzu hanıma da talimat vereceğim DNA testi için, tamam mı?" Tuğçe hanım cümlelerimi çevirdiğinde Dilan beni onayladı. Aldığım onayla birlikte hastaneden çıktıktan sonra kapının önündeki aracıma binerek adliyeye doğru yola koyulduk. Bir an önce bende tanışmak istiyordum bu beyefendiyle. Yaklaşık 20 dakikalık bir yolculuğun ardından adliyeye ulaştığımızda içeri girerek odama doğru ilerlemeye başladım. Odamın önündeki koridorda bekleme sandalyelerinde oturan orta yaşlı, gözlüklü bir beyefendi ile yanında oturan ve Dilan'ın bahsettiği yaşlarda, hafif kilolu ve uzun boylu olan adamı gördüm. Odama girerek makamıma otururken telefondan Tuna beyi arayarak şüpheliyi içeri almasını ve kendisinin de gelmesini söyleyerek beklemeye koyuldum. Odanın kapısı tıklanıp komutumla açıldığında içeri ilk önce avukat olduğunu düşündüğüm adam, sonra Azad ve en son Tuna bey girdi. Tuna bey ifadeyi yazmak üzere kendi yerine geçerken avukatın sesini duydum. "Ben avukat İbrahim Ciğerci savcım, Azad beyin avukatıyım." Kendini tanıtan avukata göz ucuyla bakarak elimle karşımdaki sandalyeleri işaret ettim. "Oturun, buyurun." dediğimde Azad'da, avukatta karşılıklı olarak oturdular. "Azad beyi neden ifade için çağırdığınızı öğrenebilir miyiz savcım?" diye meraklı bir şekilde konuşan İbrahim beye bakarak başımı salladım. "Müvekkiliniz hakkında bir suç duyurusu var." Söylediğim cümle ile birlikte bakışlarımı Azad beye çevirdiğimde kaşlarının çatıldığını gördüm. Hiç beklemeden devam ettim sözlerime. "Sizin bu konu hakkında bir tahmininiz var mı Azad bey?" dediğimde Azad zoraki bir şekilde gülümsedi. "Nasıl bir tahminim olabilir?" dedi tedirgin bir şekilde. Bense tek kaşımı kaldırarak cevap verdim. "Onu size sormak lazım." "Suç duyurusunun içeriğini öğrenebilir miyiz? Müvekkilim bilinen bir iş adamı, şirketlerle alakalı bir suç duyurusuysa mutlaka bir yanlış anlaşılma vardır sayın savcım." dedi İbrahim bey tane tane. Önümdeki dosyada duran kağıdı çıkartıp İbrahim beye uzattıktan sonra tepkisine baktım merakla. Okuduğu cümlelerle birlikte kaşları havalanıp ani bir biçimde Azad'a baktı. Anlaşılan müvekkilinden böyle bir şey beklemiyordu. Bakışlarımı Azad'a doğru çevirerek konuştum. "Dilan Karaaslan, bu isim tanıdık geliyor mu size?" dediğimde Azad'ın kaşları çatıldı. Başını iki yana sallarken büyükçe yutkunarak cevap verdi. "Tanımıyorum, hiç duymadım ismini." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım. "Tanımıyorsunuz, anladım." dedikten sonra ekledim. "Ancak kendisi sizin onu yakından tanıdığınızı söylüyor, hem de çok yakından." dediğimde Azad cevap verdi. "Ben böyle birini tanımıyorum savcı hanım ama beni herkes tanır, muhtemelen bana ulaşmaya çalışan kadınlardan biridir." Özgüveni karşısında dilim tutulurken elimi yumruk yapıp suratına vurmamak için kendimi zor tutuyordum resmen. Gencecik kızın hayatını kararttığı yetmiyormuş gibi bir de bilmiyormuş gibi davranıyordu. Küçücük kız yalan söylüyor olamazdı ki zaten DNA testinden sonra bu durum onaylanacaktı. Önümdeki dosyadan kamera görüntülerinin olduğu bir kağıt çıkartarak Azad beye uzattım. "O zaman arabanın içindeki adamda siz değilsiniz, yanınızdaki de Dilan hanım değil. Arabanın plakası da sizin üzerinize ait değil. Öyle mi?" dediğimde Azad'ın bakışları avukatına doğru döndü. Avukat şoktan kurtulmuş olacak ki bana doğru döndü. "Savcı hanım, biliyorsunuz müvekkilim genç ve tanınan bir iş adamı küçük bir kaçamak yapmış olabilir ve bunun açığa çıkmaması için tanımıyormuş gibi davranması normal takdir edersiniz ki." Yaptığı açıklama, savunma ortada olan olaydan bile beterdi. Bu nasıl bir savunmaydı böyle? "Normallik anlayışınız çok farklıymış avukat bey." dedikten sonra tekrar Azad'a döndüm. "Tanıştığınız konusunda hemfikir olduğumuza göre gelelim diğer meseleye. Arabayla nereye gittiniz Azad bey?" dediğimde Azad kurtulmak amacıyla tekrar avukatına baktı. Bense araya girdim. "Sakladığınız bir şey mi var? Neden sürekli gözünüz avukatınızda?" "Hayır, hiçbir şey yok." dedi Azad hızlıca. Ardından ekledi. "Bir yere gitmedik, evine bıraktım yalnızca. O kadar." dediğinde kaşlarımı çattım. "Ancak Dilan hanım öyle söylemiyor. Sizin ona cinsel saldırıda bulunduğunuzu iddia ediyor." dediğimde Azad başını iki yana salladı panik bir şekilde. "Hayır, hayır yok öyle bir şey." dediğinde avukat araya girdi. "Böyle bir şey mümkün değildir savcım." "Onu eve bıraktığınızı ispatlayacak bir deliliniz, söyleyebileceğiniz bir şey var mı?" dediğimde Azad avukatına baktı. İbrahim bey ise konuştu. "Sizin bir deliliniz var mı savcım? Bu sadece bir iddia, suç duyurusunda bulunan kızın yalan söylemediği ne malum?" Elimizde bir delil olacaktı. DNA testi sonuçlanınca gerçekler ortaya çıkacaktı. "Elimizde bir kanıt olacak, tabii Azad beyin de yardımını alacağız bu konuda." dedikten sonra Tuna beye doğru döndüm. "Beyefendiyi nezarethaneye indirilelim." dediğimde itiraz dolu sesler yükseldi. "Ne hakla savcı hanım?! O kadının iftira atmadığı ne malum, belki kendini kakalamaya çalışıyor, belki para koparmaya çalışıyor." diye cümlelerini sıraladı Azad. Bana sesini yükseltmesi bir yana sarf ettiği cümleler sinirime dokunmuştu. Nasıl aşağılık biriydi bu adam böyle? "Her şeyin cevabını çok basit bir şekilde öğreneceğiz, şimdi sizi bir süre nezarethanede misafir edelim." dediğimde avukat itiraz etti bu sefer. "Elinizde hiç delil yok savcım, bunu yapamazsınız." dediğinde masanın üzerindeki kağıdı işaret ettim. "Bu yeterli değil mi avukat? Suç duyurusu sizin müvekkiliniz adına yapılmış! En son arabada birlikte görüntülenmişler. Bu gözaltı için yeter de artar. Eğer suçsuzsa gözaltı süresi bittiğinde çıkar. Bu kadar basit." dedim sert bir sesle. Cümlelerimle birlikte Tuna beyin çağırdığı kolluk kuvvetinden arkadaşlar Azad beyi kollarından tutup nezarethaneye indirirken avukat İbrahim beyde arkalarından koşa koşa ilerlemeye başladı. Olay yeri incelemeden telefonunu aldığım görevlilerden birini arayarak Azad Zemheroğlu'ndan DNA örneği alınmasını isteyerek telefonu kapattım. Sonuçlar bir hafta içerisinde çıkardı muhtemelen ve bizde ona göre davranırdık. Derin bir nefes vererek rahatlamaya çalıştım. Söylediği cümleler resmen içime işlemişti. Küçücük bir kız neden böyle bir yalan söylesindi ki? Ayrıca ortada bir çocuk vardı, sonuçlar çıktığında olayı kim gerçekleştirmiş, ne olmuş her şey ortaya çıkacaktı. Tek düşündüğüm şey Dilan'ın psikolojisiydi. Sürekli ağlıyordu, perişandı. İçi hiçbir zaman soğumayacaktı belki ama bunu ona yapan şahıs cezasını çektiğinde korkmazdı artık. Bir de bebek meselesi vardı. Onu nasıl halledeceğimi hiç bilmiyordum. Masamın üzerindeki suyumdan birkaç yudum içerek rahatladım. Ardından da buraya geldiğimde astığım çantamı ve kabanımı alarak odadan çıktım ve kapıyı kilitledim. Mesaim bitmişti. Sabahtan birkaç dava ile ilgilenmiştim, öğleden sonram hep Dilan ve annesiyle geçmişti. Şimdi de abisinin yanına gitmem gerekiyordu. Adliyeden dışarı çıkmak için çıkışa ilerlerken ismimin seslenilmesiyle birlikte duraksadım. "Devrim savcım?" Volkan savcının sesini duyduğumda iç çekerek ona doğru döndüm. "Buyurun?" dediğimde Volkan savcı merakla konuştu. "Elinize gelen davayı ne yaptınız diye soracaktım." dediğinde kaşlarımı çattım. "Gereken neyse onu yapıyorum savcım." verdiğim cevapla birlikte Volkan savcı tatmin olmuş olmayacak ki tekrar konuştu. "Yardıma ihtiyacınız vardır belki." Söylediği cümleyle gözlerimi devirdim. "Yok, halledebiliyorum." dedikten sonra kolumdaki saate bakarak ekledim. "Mesaimiz bitti, iyi günler savcım." diyerek yanından uzaklaşırken Volkan savcının sesini duydum. "Bende çıkıyorum, birlikte çıkalım madem." sakin olmak için derin bir nefes alıp verirken birlikte adliyeden çıktık. Merdivenlerden inmeden arabamın nerede olduğunu algılamaya çalışırken Mesut ve Engin ile gülerek konuşan Pamir'i gördüm. Benim adliyeden çıktığımı gören Engin ve Mesut ciddi bir tavır takınırlarken Pamir'in bakışları da bana doğru döndü. Şaşkınlıkla ona doğru bakarken Pamir'in yüzünde küçücük bir tebessüm oluştu. Ardından yanımdaki Volkan savcıyı görmesiyle yüzündeki gülümseme soldu ve kaşları çatıldı anında. "O zaman iyi akşamlar." diyen Volkan savcıyı başımla onayladım. "İyi akşamlar." Volkan savcı yanımdan uzaklaşırken merdivenlerden inerek yanlarına doğru ilerleyeceğim sırada adliyenin bahçesine giren iki siyah araba tam olarak merdivenlerin önünde durdu. Arabanın arkasından hışımla inen orta yaşlı bir adamın şiveli ve sert sesini duydum. "O savcıyı bulacaksınız bana." diyerek adamın indiği arabanın arkasından duran arabadan inen kişilere emir verdi. "Dingonun ahırı mı burası beyefendi? Böyle elinizi kolunuzu sallayarak giremezsiniz!" dedim sert bir biçimde. Ne oluyordu bilmiyordum ama hiç iyi şeyler olmayacağı kesindi. "Sen kimsin be kadın, çekil önümüzden!" dedi biraz önce emir veren adam. Üzerime doğru gelirken yerimden bir adım bile kımıldamadım. O sırada önüme doğru geçen bedenle, soluduğum kokuyla Pamir'in adamla benim arama geçtiğini fark ettim. "Bas geri, asıl sen kimsin?" dedi Pamir sertçe. Adam bir adım geri çekilirken tekrar emir verdi. "İçeri girip savcının odasını öğrenin." dediğinde merdivenlerden hızlı adımlarla inen ve bana doğru seslenen polis memurlarının sesini duydum. "Bir sorun mu var savcım?" karşımdaki adam duyduğu hitap şekliyle birlikte kaşlarını çatarken konuştu. "Seninle işimiz yok, Devrim denen o savcı lazım bize." dediğinde kaşlarım çatıldı. Elimle Pamir'in kolunu tutarak önümden çekilmesini sağlarken dik dik adama baktım. "Benim Devrim savcı, ne işin varmış?" Karşımdaki adamlar daha da şaşırırken merdivenlerden nefes nefese inen bir ses duyuldu. "Şehmuz bey, durun." duyduğum ses biraz önce Azad denen şahsın avukatlığını yapan İbrahim beydi. Şehmuz denen adamla aramıza doğru girdiğinde Şehmuz konuştu. "Bu mu benim oğlumu nezarete attıran?" dediğinde İbrahim bey başını salladı. Olay şimdi anlaşılmıştı. Azad'ın babasıydı bu adam. "Bir yanlış anlaşılma var belli ki savcı, çıkart Azad'ı." dedi Şehmuz'un arkasında dikilen ve Azad'a çok benzeyen adam. Muhtemelen kardeşlerinden biriydi. "Ortada bir gerçek var beyefendi, kanun ne diyorsa ben onu yaptım. Yani kardeşinizi çıkartmıyorum." dedim kendimden emin bir sesle. Ardından ekledim. "Sizde boşuna zahmet etmişsiniz buraya kadar." "Bak savcı, sen bizim kim olduğumuzu bilmiyorsun belli. Buranın adı bizden sorulur." diye tehditkar bir biçimde konuşan Şehmuz ile birlikte sertçe konuştum. "Birincisi savcı değil, sayın savcım." dedikten sonra ekledim. "İkincisi evet, tanımıyorum beyefendi. Kim olduğunuzla da ilgilenmiyorum. İster buranın adı isterse dünyanın adı sorulsun sizden, ortada bir suç var ve oğlunuz suçluysa eğer ben en ağır cezayı çekmesi için elimden geleni yaparım." dediğimde karşımdaki adam dişlerini sıktı. "Benim oğlum öyle bir şey yapmaz." "Madem bu kadar eminsiniz neden bir ordu adamla geldiniz? Zaten suçsuzsa yarın gözaltı süresi bittiğinde çıkardı." dediğimde bakışlarımı avukatlarına doğru çevirdim. "Ha avukat, sen bahsetmedin mi durumdan? Yoksa bu kadar adam odamı basmaya mı geliyordu?" dediğimde İbrahim bey başını iki yana salladı. "Yok savcım, sadece oğlunu merak etti Şehmuz bey." dedi avukat ılımlı bir sesle. Şehmuz bey sinirli bir şekilde avukata bakarken Şehmuz'un arkasında dikilen adamın sesini duydum. "Şimdi gidelim biz baba, Azad yarın çıktığında tekrar görüşürüz savcı hanımla." dedi tehlikeli bir tınıyla. Hızlıca konuştum. " Görüşelim ama duruşmada görüşeceğimiz kesin. Zira kardeşiniz için durum hiçte parlak değil." dedikten sonra Pamir'e doğru baktım. "Gidelim." Onları arkamda bırakıp önden ilerlemeye başladığımda Pamir'in, Engin'in ve Mesut'un arkamdan ilerlediğini hissediyordum. Derin bir nefes verirken tekrar arkama dönmedim. Bu adamlar başımıza bir iş açmazlardı umarım. Resmen onca adam toplaşıp adliyeyi basmaya gelmişlerdi. "Devrim, bu adamlar sağlam pabuç değil." diyen Pamir ile birlikte bakışlarımı ona doğru çevirdim. "Şimdi bir şey yapamazlar, asıl Azad tutuklanınca olan olur." dedim sakince. Ardından ekledim. "Sen merak etme, elimizde yeterli deliller olduğu sürece tutuklanır. Bunlar da sesini keser." dediğimde Pamir başını iki yana salladı. "Devrim, büyük bir aşiret oldukları belli. İstemedikleri bir şey olduğunda onun istedikleri gibi olması için her şeyi yaparlar." "Ellerinden geleni artlarına koymasınlar o zaman." dediğimde Pamir başını iki yana salladı tahammülsüz bir biçimde. "Kendi canını hiç düşünmüyorsun değil mi?" dediğinde kaşlarım çatıldı. "Ne yapayım Pamir? Aşiretler diye davayı mı düşüreyim? Delil mi saklayayım. Ortada bir bebek ve küçücük bir kız var." dedim son cümlelerimde sesimi kısarken. Pamir cevap verdi. "Düşürme ama başka birine devret, Volkan denen herif çok istekliydi. Devret ona. Başsavcı karşı çıkmaz eminim." "Hayır, Dilan için adalet sağlanmasını kendi ellerimle yapacağım. Bunu benden isteme Pamir. Tehlikeyse her davada var tehlike, her meslekte var. Senin de bunu kabullenmen gerekiyor." dedim sıkıntılı bir biçimde. Ben nasıl onun için endişeleniyorsam o da benim için endişeleniyordu bunu biliyordum ama buna alışması gerekiyordu artık. Çünkü ben onun mesleğinin tehlikelerini bilerek onu kabulleniyordum, korkularımı yenmeye çalışıyordum. O da bunu yenecekti. "İnatçılığın hiç değişmemiş biliyor musun? Hala o zamanki gibisin." dediğinde başımı salladım. "Öyleyim." dedikten sonra ekledim. "Sen neden gelmiştin, sorun yok değil mi?" dediğimde Pamir başını iki yana salladı. "Bir sorun yok, seni görmek istedim. Belki yemek yeriz diye düşündüm." dediğinde hafifçe kaşlarım çatıldı. "Sende iyi alıştın bakıyorum." Pamir yüzündeki küçük gülümsemeyle omuz silkti. "Ne yapayım, seni görmek için her yolu deniyorum." dedikten sonra beklentiyle konuştu. "Ne diyorsun, yiyor muyuz yemek?" dediğinde duraksadım. Pamir ise sessizliğim karşısında hızlıca konuştu. "Küçük bir teşekkür yemeği gibi düşün." dediğinde kabullenerek başımı salladım. "Tamam, ama ondan önce benim bir işim var." Pamir merakla bana baktı. "Mesain bitmemiş miydi?" dediğinde derin bir iç çektim. "Dilan çocuğu doğurmak istemiyor, abisine gidip konuşacağım." dediğimde Pamir kaşlarını çattı. "Bir de o adamın yanına gideceksin öyle mi?" dediğinde başımı salladım. Pamir ise gözlerini kapatarak başını yukarı doğru kaldırdı sabır dilercesine. Ardından da ekledi. "Gerçekten merak ediyorum sen böyle tüm belaların içine kendini atmaktan zevk mi alıyorsun?" dedi hem sıkıntılı hem de meraklı bir sesle. "O ne demek? Sence zevk alıyor gibi mi duruyorum Pamir? Dilan'ın vasisi abisi, kürtaj için onun imzası gerekiyor. Ne yapayım? Sen ne yaparsan yap mı diyeyim kıza?" dedim sinirle. Ardından ekledim. "Kızın annesinden başka yanında olan kimsesi yok, o ırz düşmanı ifadesinde kız bilerek yapıyor kendini kakalamaya çalışıyor dedi. Bir şeyler yapmam gerekiyor Pamir. Nasıl durayım hiçbir şey yapmadan." dedim sıkıntıyla. Pamir büyükçe yutkundu. Derin bir iç çektikten sonra konuştu. "Tamam, bende geleceğim seninle. Kiminle konuşacaksan birlikte konuşuruz. Seni o herifin yanına tek göndermem." dediğinde gülümseyerek başımı salladım. "Teşekkür ederim üsteğmenim." dediğimde Pamir istemsizce gülümsedi. Bense bizden biraz uzakta dikilen Mesut ve Engin'e doğru seslendim. "Siz gidebilirsiniz, ben bugün Pamir komutanınızlayım." Mesut ve Engin beni onaylarken Pamir arabanın kilidini açtı. Hiç beklemeden ön tarafa geçip oturduktan sonra emniyet kemerimi taktım. Pamir de kemerini taktıktan sonra arabayı çalıştırdı ve yolda ilerlemeye başladı. Dinlemem için radyoyu açtığında bende ona gideceğimiz adresi verdim. Ne yalan söyleyeyim Pamir'in gelmesi çok iyi olmuştu. Adamın nasıl biri olduğunu görmüştüm ve vereceği tepkilerden de korkuyordum. Pamir yanımda olunca hissettiğim korku uçup gitmişti. Çünkü ne olursa olsun Pamir beni korurdu ve Dilan'ın abisi gibi zihniyette olan adamlara sözünü daha iyi geçirirdi..
Bölüm Sonu ‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz? Beğendiniz mi? ‣‣‣ Devrim ve Pamir sahneleri nasıldı? Birazcık daha yol kat ettik... ‣‣‣ Dava sahneleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce neler olacak? Tahminlerinizi bekliyorum.. ‣‣‣ Pamir'in anlatımından olan kısmı beğendiniz mi? Pamir'in annesinin düşünceleri hakkında ne düşünüyorsunuz? ‣‣‣ Olmasını beklediğiniz sahneler neler? Merak ediyorum, yazarsanız bende ona göre bir şeyler eklerim.. ‣‣‣ Beğenmediğiniz yerler varsa onları da belirtirseniz sevinirim.. Yorumlarınızı bekliyorum, görüşmek üzere... |
0% |