@mutlusonsuz222
|
🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim... 🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın...
17.Bölüm Pamir Arslan'ın anlatımından, Kolumdaki saate bakarken derin bir iç çektim ve sırtımı duvara yaslamaya devam ettim. Mesai bitimine az kalmıştı ve ben bir an önce Devrim'in yanına giderek onu görmek istiyordum. Ona olan sevgim kalbimden taşıyordu ve ben ona bunu hissettirmek istiyordum. Annemle olan konuşmalarından sonra yaşadığım karamsarlığı anlatmak zordu, aramız bozulacak sanmıştım ama Devrim benim tüm düşüncelerimi bir çırpıda kesip atmıştı. Aramızın bozulmasına izin vermemiş ve beni bırakmamıştı. Yaşadığım o rahatlama dile dökülemezdi. Birkaç gündür o kadar rahattım ki. Annem hatasını anlamış mıydı, pişman mı olmuştu bilmiyordum ama bir sorun çıkartmıyordu. Kendi köşesine çekilmiş durumdaydı. Belki de benim tepkim içine oturmuştu bilmiyordum. Normalde asla anneme sesimi yükseltmezdim, yükseltemezdim. Onlar başımızın tacıydı ancak bazen o kadar ileri gidiyordu ki bende kendime hakim olamamıştım. Bu iyi mi olmuştu yoksa kötü mü olmuştu hala daha anlayabilmiş değildim. Bugün annem ve babam gidiyorlardı, Burçe biraz daha kalmak istemişti. Annemi öyle kırgın bir şekilde göndermek içime sinmese de onunda artık bir şeyleri kavraması ve çaba göstermesi gerekiyordu. Devrim'i istememesi ona her ağzına gelen lafı sayacağı anlamına gelmiyordu. Sessizce bir köşede otursa, bir şeylere karışmasa bir sorun yoktu ama o herkesin kırılacağı tarafı seçmeye karar vermişti. Karşımdaki odanın kapısı açıldığında odadan çıkan Bora'ya baktım. Bugün birlikte tabura gelmiştik. Yeni timiyle ilgili bilgileri alacaktı. Bakışları bana doğru döndüğünde hafifçe kaşları çatıldı. "Hayırdır?" dediğinde cevap verdim. "Yalnızlık çekme diye bekleyeyim dedim." dediğimde Bora alaylı bir şekilde sırıttı. "Hadi ya, daha çok bana yaranmaya çalışıyormuşsun gibi geldi." söylediği cümleyle göz devirirken mırıldandım. "Sence öyle şeyler yapmaya ihtiyacım mı var?" Bora'nın kaşları havalanırken 'öyle mi?' anlamına gelen bir ima ile yüzüme baktı. "Yok mu? Hala seni affedebilmiş değilim." dediğinde sırıttım. "Affetmesi gereken kişi affetti desem." dedim kendimden emin bir şekilde. Söylediğim cümle ile birlikte Bora'nın yüz hatları sertleşirken genzini temizledi. "Neyse, daha fazla laf dalaşına girmeye gerek yok. Hayri üsteğmenin yerine gelmişim ben, onun timine komutanlık edecekmişim." diyerek işe dönüş yaptığında bende ona uyarak konuştum. "Hayri üsteğmen iyidir, daha doğrusu timi de iyidir. Hayırlısı olmuş senin için." "Sağ olasın, gidip tanışayım hepsiyle. Sen alışabildin mi sizinkilere?" dediğinde başımı salladım olumlu manada. Alışmamak ne mümkündü, kendilerini sevdiriyorlardı. Hepsi kardeşim gibiydi. "Alıştım, alışmaz olur muyum? Hepsi aslan gibiler maşallah." Birlikte Baran Albay'ın odasından uzaklaşırken binadan dışarı çıktık. Hava bugün daha bir soğuktu ancak bizimkiler dışarıda olmaktan keyif aldıkları için yine bir çardağı kaplamışlardı. Bakışlarım etrafta dolaşırken Bora'nın yeni timini görerek başımla işaret ettim. "Seninkiler şurada bak." dediğimde Bora benim baktığım tarafa doğru yöneldi. "Eyvallah, ben yanlarına gideyim." Bora yanımdan uzaklaşırken bende adımlarımı bizimkilerin yanına doğru atmaya başladım. Yanlarına yaklaştığımda Batuhan beni görerek oturduğu yerden kalkmaya yeltendi. Ellerimle işaret yaparken konuştum. "Otur aslanım, rahatsız olmayın." Yiğit'in yanındaki boş yere geçerek oturduğumda merakla konuştum. "Ne yapıyorsunuz?" "Ne yapalım komutanım, operasyon falan olmayınca öyle boş boş oturuyoruz." dedi Taner sıkılmış bir biçimde. Kaşlarım hafiften çatılırken cevap verdim. "Boş boş oturmayın oğlum, çıkın gezin. Sinemaya falan gidin." dediğimde Yiğit mırıldandı. "Aman be komutanım, ne yapalım erkek erkeğe sinemada. Zaten her gün bunların yüzünü görüyorum bir de sinemaya mı gideyim" dediğinde Batuhan, Yiğit'in koluna yumruğunu geçirdi. "Bizde senin yüzüne çok meraklı değiliz ya." "Soner komutanım Allah için sende yok mu şöyle gizli operasyon falan, bende geleyim." dedi Yiğit bezmiş bir şekilde. Soner bıyık altından gülerken cevap verdi. "Var olmaz mı? Kız düşürmeye gideceğiz gelecek misin?" dediğinde Yiğit kendinden emin bir şekilde güldü. "Tam benlik operasyonlar, bir bakışım yeter." dediğinde Batuhan alayla güldü. "Yapma ya, ondan sap geziyorsun." Yiğit ve Batuhan'ın konuşmalarına gülerken Kürşat'ın sesini duydum. "Komutanım, diğer time yeni bir komutan gelmiş. Siz biliyor musunuz?" dediğinde bakışlarım ona doğru döndü. Başımı olumlu anlamda sallarken cevap verdim. "Kıdemli üsteğmen Bora Akyol." dediğimde Soner kaşlarını çatarak bana baktı. "Tanıdık geldi gibi." diyerek gözlerini kısarken görevinin hakkını veriyordu. "Devrim'in abisi." dediğimde Batuhan bıyık altından güldü. "Kayınçonuz yani." "Evet." dedim bıkkın bir nefes vererek. Ahmet abi gülerken konuştu. "Allah yardımcınız olsun komutanım, yanı başınızda size çektirecek gibi duruyor." dedikten sonra ekledi. "Eşimin kardeşinden biliyorum." dediğinde derin bir iç çektim. İçime yara olan o noktaya parmak basmıştı. Çektirirdi elbet. "Başladı bile." Biz sohbete devam ederken yanımıza doğru gelen Hakan ile birlikte Taner konuştu. "Ooo komutanım nerelerdeydiniz?" dediğinde Hakan yanımıza oturarak soluklandı ve konuştu. "Çarşıda işlerim vardı. Hayırdır siz ne yapıyorsunuz bu soğukta burada?" dediğinde göz ucuyla Hakan'a baktım. Çarşıda olan işini tahmin etmek zor değildi. Yüzümde sırıtış oluşurken Kürşat cevap verdi. "Ne yapalım komutanım, içeri oturmaktan gına geldi. Çıkalım dedik." "E Pamir komutanınız size bir antrenman ayarlasaydı, tam teçhizat 20 tur. Mis gibi sıkıntınız giderdi." diyen Hakan ile tim üyelerinin bakışları bana döndü korkuyla. Hepsi vereceğim cevabı beklerken Batuhan mırıldandı. "Yok komutanım, sanki iyi gibiyiz biz böyle. Sıkıntımızda geçti çok şükür. Sonra inşallah yaparız." derken ciddi ifademi bozarak güldüm. "Bugün keyfimi kimse kaçıramaz, hadi yine iyisiniz." dediğimde hepsinde bir rahatlama ifadesi oluştu. "Hakan komutanım sizde çok fenasınız." dedi Yiğit mırıltı şeklinde. Hakan ise omuz silkti. "Ne yapayım burada kös kös oturmuşsunuz bakınıyorsunuz, sizi diri tutalım dedim." dediğinde gülmeden edemedim. "Buldum lan!" diyen Batuhan ile birlikte şaşırırken hepimizin bakışları ona doğru döndü. "Adam akıllı tepki versene gerizekalı, ne bağırıyorsun dibimizde." diye kızdı Kürşat. Batuhan onun söylediklerini umursamadan konuştu. "Komutanım bir piknik mi yapsak?" dediğinde elimle havayı işaret ettim. "Bu havada mı?" dediğimde Batuhan kafasını salladı. "Ne var havada komutanım, mis gibi hava. Yakarız mangalı, bir de odun ateşinde çay demledik mi oh mis." dedi o anları düşünüp zevk aldığını belirtir bir şekilde. "Oğlum dağda yeteri kadar çay içiyorsun zaten, ne yapacaksın çayı?" dedi Soner kaşlarını çatarak. Batuhan iki elini kaldırarak konuştu. "Öyle demeyin komutanım, çay bizim milli içeceğimiz. Kış mı geldi iç için ısınsın, yaz mı geldi, bunaldın mı iç hararetini alsın. Her halükarda içilir, bıkılır mı hiç?" dedi ciddi bir şekilde. Yiğitte onu onaylarcasına konuştu. "İlk defa Batu'ya katılıyorum, çaysız olmaz." "Hah zaten pikniğe karar verdik, çayı kaldı anasını satayım." dedi Taner oradan. Soner araya girerek bana doğru baktı. "Ne dersiniz komutanım gidiyor muyuz?" dediğinde başımı salladım. "Gidelim gidelim de, üflesem nefesim donacak. En azından hava ısınsın öyle gidelim, arkamızdan kovalamıyorlar ya." dediğimde Yiğit araya girdi. "Daha ısınmasına çok var ohooo." dedi elini sallayarak. Batuhan ise tekrar konuştu. "Hem Ahmet abim de yengemizi, kızlarını getirir. Kürşat sende Ahsen yengemi getirirsin." diyerek sırayla Ahmet abiye ve Kürşat'a baktı. Ardından bana doğru dönerek ekledi. "Komutanım sizde Devrim hanımı getirirsiniz." dediğinde Ahmet abi cevap verdi. "Benimkiler çok mutlu olur vallahi, ne zamandır sıkıldık deyip duruyorlar." dediğinde Kürşat'ta onayladı. "Ahsen'de dünden razı zaten." Bakışlar bana doğru dönerken birkaç saniye düşündüm. Devrim'de piknik yapmayı çok severdi. Teklif ettiğimde seve seve kabul ederdi muhtemelen. O yüzden onayladım. "Tamam, ayarlayalım o zaman. Gidelim." dediğimde Taner güldü. "Hah şöyle komutanım ya, cümbür cemaat gidelim. Bir rahatlayalım, sıkıntımız gitsin." dediğinde Hakan araya girdi. "İstersen kayınçonu da çağırırız." diye bana takılırken göz devirdim. "İsterse gelir tabii." Tim bıyık altından gülerken sabır çekercesine başımı havaya kaldırdıktan sonra bugün hiç bakmadığım telefonumu çıkartıp ekranı açtım. Öğleden sonra komutanımın yanına girdiğim için telefon sessizdeydi ve ben açmayı hiç akıl edememiştim. Ekranda Devrim'in arama kaydını gördüğümde kaşlarım çatıldı. Neredeyse 2 saat olmuştu beni arayalı ve ben görmemiştim. Oturduğum yerden kalkarken mırıldandım. "Siz devam edin ben geliyorum." dedikten sonra timden biraz uzaklaşarak Devrim'in numarasını tuşladım. Telefonu kulağıma götürüp açılmasını beklerken numaraya ulaşılamıyor oluşu kaşlarımı çatmama neden oldu. Normalde telefonu hep açık olurdu ama şarjı bitmiş olabilirdi. Ekrana bakıp kendi içimde ne olduğunu sorgularken bilinmeyen bir numaranın beni aradığını gördüğümde beklemeden telefonu açıp kulağıma götürdüm. Devrim başka bir numaradan arıyor olabilirdi. "Efendim?" dediğimde karşıdan tanıdık olan sesi duydum ve içim büyük bir hayal kırıklığı ile doldu. "İyi günler Pamir bey, ben emniyetten komiser Cenk." dediğinde kaşlarım çatıldı. Bu adam beni neden arıyordu ki? "Buyurun Cenk bey?" dediğimde karşı taraftan cevap geldi. "Rahatsız ettim ancak Devrim savcımın telefonuna ulaşılamıyor. En son sizin yanınıza gelmiş galiba. Yanınızdaysa rica etsem telefona verebilir misiniz? Dava hakkında bir şeyler soracaktım." En son sizin yanınıza gelmiş cümlesinden sonra kulaklarım diğer söylediği cümleleri işitmez hale gelmişti. Biz bugün hiç görüşmemiştik, beni aramıştı ve ben açmamıştım. Şimdi telefonuna ulaşılamıyordu. Benim yanımda değildi, benim yanımda değilse neredeydi? "Benim yanımda değil, bugün hiç görüşmedik." dedim acele bir şekilde. Karşı taraf bir süre sessiz kalırken tekrar konuştu. "Emin misiniz? Çünkü odamdaki masanın üzerinde sizin yazdığınız bir not var Pamir bey. Savcım sizin yanınıza gelmiş." dediğinde elimi saçlarımın arasından geçirdim. "Ben yazmadım, benimle değil Devrim." dedim endişeyle. Ben ona bir not yazmadıysam kim yazabilirdi? Hem de benim adımı kullanarak. Bundan daha önemli şey ise Devrim'in ortada olmayışıydı. Neredeydi? Telefonuna bile ulaşılamazken nereye gitmişti? Başına bir şey mi gelmişti? Bir şey mi olmuştu? Zihnim çoktan kötü düşüncelerle dolmaya başlamıştı. Kalbim yaşadığım endişeden kasılırken nefesimin daraldığını hissediyordum. "Selim, notun bahsettiği yere iki kişi gidin bakın hemen." Cenk komiserin söylediği cümleyle birlikte hızlıca konuştum. "Geliyorum ben oraya." dedim zorla. Ardından telefonu telaşla kapattım. Beynim durmuştu resmen. Boş boş telefona bakarken tekrar aradım Devrim'i belki açar umuduyla. Ama telefon yalnızca uzun uzun çalıp kapanıyordu. "Komutanım, bir şey mi oldu? Betiniz benziniz attı." Ahmet abi kolumu tutarken sanki onun temasıyla kendime gelmiş, olayı daha yeni kavrıyor gibiydim. "Devrim.." cümlenin devamını getirmeye dilim varmıyordu ki. "Pamir? Ne oluyor?" Bora'nın sesi kulaklarıma dolarken bakışlarımı ona doğru çevirdim usulca. Anlamaz gözlerle bana bakarken mırıldandım. "Devrim yok." Söylediğim cümleyle birlikte Bora'nın kaşları çatılırken panik dolu sesini duydum. "Nasıl yok? Ne diyorsun Pamir?" dedi sert bir sesle. "Gitmemiz lazım hemen, emniyete gitmemiz lazım." ağzımdan çıkan cümleleri bile seçemezken başka hiçbir şey söylemeden otoparka doğru koşmaya başladım. Peşimden gelen adım seslerini duysam da umursamadan arabanın kilidini açtım ve telaşlı bir biçimde içine bindim. Ön koltuğa Bora otururken arka koltuğa Hakan ve Batuhan'ın bindiğini gördüm. Şuan onlara laf yetiştirmek için vaktim yoktu. Bir an önce emniyete gidip neyin ne olduğunu öğrenmek istiyordum. Ne zamandır yoktu Devrim? Neredeydi? O notu kim yazmıştı, neden yazmıştı? "Pamir, neler oluyor bana anlatacak mısın!? Devrim yok dedin gerisi yok, nerede benim kardeşim?" Bora bağırarak bana bakarken bakışlarımı ona çevirmeden konuştum. "Bilmiyorum, bende hiçbir şey bilmiyorum! Tek bildiğim şey yok! Nerede olduğu bilinmiyor." dedim aynı şekilde bağırarak. Bora elini yüzüne götürüp sıvazlarken telefonunu çıkartıp kulağına götürdü. Muhtemelen Devrim'i arıyordu. "Sakin olun bir gidelim, öğreneceğiz Allah'ın izniyle." Hakan bizi yatıştırmak için konuşuyordu ama nafileydi. İçim içimi yemeye başlamış, kalbim göğüs kafesimi parçalayacak derecede hızlı atıp sanki yaşadığım endişeyi unutturmamaya çalışıyordu... O yolları nasıl gitmiştik bilmiyordum ama çok kısa sürede emniyete ulaşmıştık. Her zaman büyük bir heyecanla arabamı park edip Devrim'i görmek için beklerken şimdi kalbim yine aynı heyecanla çarpıyordu, Devrim'in iyi olduğunu görmek için. Benim arabamın yanına Soner'in arabası park edilirken araçtan inen timimi gördüm. Burada bile beni yalnız bırakmamışlardı, onlara olan minnettarlığımı göstermek istiyordum ancak şuan kaybedecek vaktim yoktu. Bakışlarım Hakan ile buluşurken söylemek istediğimi anlayarak time doğru döndü. Ben ve Bora ise hızlı adımlarla emniyetten içeri girdik. Komiserin odasını bildiğim için direkt oraya ilerlerken Bora da peşimden geliyordu. Açık olan kapıyı gördüğümde direkt olarak içeri daldım. Odadaki Cenk komiseri gördüğümde konuştum. "Haber yok mu?" Cenk komiser ilk önce bana ardından da Bora'ya baktığında Bora konuştu sertliğinden taviz vermeyen sesle. "Aval aval bakma yüzüme, abisiyim ben. Anlat." dediğinde Cenk komiser iç çekti. "Telefonunu notta belirtilen yerde bulduk." diyerek masanın üzerindeki telefonu aldı ve bize doğru uzattı. Hiç beklemeden telefonu alırken ekranı açarak baktım. Benim, abisinin, komiserin araması vardı. "Ne notundan bahsediyorsunuz? Biri bana her şeyi anlatsın artık." dedi Bora. Cenk komiser eliyle sandalyeleri işaret ederken konuştu. "Buyurun oturun şöyle." dediğinde ikimizde işaret ettiği yerlere geçtik. Cenk ise bize bakarak konuşmaya başladı. "Biz dava için kameralara bakıyorduk, savcım gerekli talimatları verip yanımızdan ayrılmıştı. Görüntülere bakmak birkaç saatimizi aldı, bulduğumuz şeyi söylemek için odaya geldiğimizde savcım yoktu. Masanın üzerinde de bu notu bulduk." diyerek notu Bora'ya uzattı. Bora notu alıp okuduktan sonra bana doğru baktığında başımı iki yana salladım. "Ben yazmadım bu notu, ben tüm gün taburdaydım." dedim sakin olmaya çalışarak. Keşke gelseydim, keşke o notu ben yazmış olsaydım. Onu görmek için saatleri sayacağıma keşke gelip görseydim.. İçimde o kadar büyük bir vicdan azabı vardı ki anlatamazdım. Beni aramıştı.. Muhtemelen o notu aldığında beni aramıştı ama ben açmamıştım. Eğer ben açsaydım Devrim şuan burada yanımızda olurdu, kollarımın arasında olurdu ve ben onun yokluğuyla sınanmazdım. İçimde onun yokluğuyla bir kor oluşmazdı. Bu konuda asla kendimi affetmeyecektim. "Notu siz yazmadıysanız kim yazıp koydu buraya?" Cenk komiser bana bakarken kaşlarım çatıldı. "Emniyete herkes elini kolunu sallaya sallaya giriyor mu? Siz bulacaksınız onu." dedim sertçe. Bora ise elindeki notu masaya bırakarak konuştu. "Onca saat nasıl fark etmezsiniz yokluğunu?" Kaşları çatılmış bir şekilde hesap sorarken Cenk komiser cevap verdi. "Her an savcımızın yanında olamıyoruz maalesef, nereye gittiğine dair hesapta soramayız." Elimi boynuma götürerek sıvazlarken mırıldandım. "Baktığı davalarla ilgili olabilir mi?" dediğimde Cenk komiser başını salladı. "Olabilir, masanın üzerine bir isim bırakmış. Muhtemelen araştırmamız için. Onu araştırmaya başladık. Şimdi kamera görüntülerini de getirecek arkadaşlar." dediğinde kapının tıklanması ve içeri polis memurunun girmesi bir oldu. "Komiserim görüntüleri getirdik." "Getir." Cenk komiser masanın üzerindeki bilgisayarı açarken getirdikleri flash belleği bilgisayara taktı ve görüntüleri açtı. Kameranın görüş açısına önce Devrim girdi. İlk öne etrafına bakındı. Onun ardından kameraya arkası dönük olan bir adam girdi görüş açımıza. Yüzü görünmüyordu. Boyu yaklaşık 1.90 santimetre, yapılı vücudu olan biriydi. Arkadan Devrim'e yaklaşıp eterli bezi burnuna götürdü. Devrim hamleler yaparak elinden kurtulmak için birkaç dakika uğraşırken en sonunda bayılarak yere doğru yığıldığında adam kucaklayarak onu kaldırdı ve sadece ön kaputundan bir parça görünen arabaya götürdü. Görüntüler daha fazla bilgi vermezken titrek bir nefes verdim. Kaçırılmıştı. "Ben böyle işin amına koyayım!" Bora yumruk yaptığı elini duvara vururken tekrar sertlendi. "Lan savcıyı kaçırıyor adam bu kadar kolay mı bu!?" O sinirini çıkarmaya çalışırken Cenk komiser talimat verdi. "Buradan sonraki kamera görüntüleri de incelensin, arabanın plakasına dikkatli bakın ve kaçırmadan izleyin. Hayat memat meselesi." Polis memuru aldığı talimatla odadan çıkarken oturduğum yerden kalkarak ellerimi saçlarımın arasına geçirdim. Kaçırılmıştı. Neredeydi, ne haldeydi? O adam ona ne yapacaktı? Bu düşünceler zihnimde dolaşırken içimin yandığını hissettim. Daha bugün sabah konuşmuştuk, sözleşmiştik. Şimdi yoktu, kim bilir nereye götürmüşlerdi onu? İyi miydi? Canı yanıyor muydu? Üşüyor muydu? Bir şey yapmışlar mıydı? Kapı tekrar çalındığında başka bir polis memuru içeri girdi. "Komiserim, savcımın istediği adam incelendi. Buyurun." elindeki dosyayı komisere uzatırken Cenk komiser dosyayı alarak dosyayı açtı. Açtığı gibi kaşları çatılırken mırıldandı. "Allah kahretsin." Bakışlarım ona dönerken korkarak sordum. "Ne oldu?" Cenk komiser, baktığı fotoğrafı bize gösterirken biraz önce arkasından gördüğümüz adamla fotoğraftaki adamın benzerliğini görerek konuştum. "Bu iyi bir şey değil mi? Kaçıran o işte. Bu iyi değil mi?" dedim bir umut. Cenk komiser benim dediğimi umursamadan konuştu. "Bu adamın üstünde kayıtlı olan bütün yerleri didik didik arayacaksınız anlaşıldı mı? Savcım onun elinde olabilir." dediğinde içimde bir umut yeşerdi. Adam bulunduysa nerede olduğu da bulunabilirdi. Buna neden böyle bir tepki vermişti. "Bu adam Devrim savcımın baktığı dosyanın baş şüphelilerinden biri." dediğinde başımı salladım. Tahminimiz doğruydu. Cenk savcı ise bir süre duraksadığında Bora'nın sesini duydum. "Nasıl bir dava?" Cenk komiser söylemek ve söylememek arasında bize bakarken mırıldandı. "Cinayet davası, 3 kadını öldüren bir seri katil." dediğinde dünyamın başına yıldığını hissettim. Kesilen nefesimle birlikte tutunma ihtiyacı hissederken elimle sandalyenin sırtına tutunmaya çalıştım. "Hayır, hayır, olamaz." diye mırıldanırken Bora elini yüzüne doğru kapattı. Yanlış duymuş olmak istiyordum. Yanlış duymuş olmalıydım, olamazdı böyle bir şey. Olamazdı. Duyduğum cümle mıh gibi kalbime saplanırken elimi üniformanın yakasına götürerek aşağı doğru çekmeye çalıştım. "Anlamadığım şey savcımı neden kaçırdı? Gayet iyi gizleniyordu." dedi Cenk komiser mırıldanarak. Ardından kaşlarını çatarak bize doğru baktı. "Savcımda doğum lekesi var mıydı?" dediğinde Bora hızlıca cevap verdi. "Boynunda var." Cenk komiser duyduğu cümle ile birlikte afallarken dudaklarını birbirine bastırdı. "Olamaz. Bizim bir an önce bulmamız gerekiyor onu." Oturduğu yerden telaşla kalkarken kapıdan dışarıya doğru seslendi. "Kamera kayıtları izlenmedi mi hala!" Onun bu telaşını anlayamazken kendime hakim olamayıp bağırdım. "Ne oluyor adam akıllı anlatsana lan bize!" Cenk komiser bana doğru dönerken konuştu. "Bu adam sadece boynunda leke olan kadınları öldürüyor. Dahası adam ordudan atılmış bir asker, işkenceleri ve daha birçok şeyi biliyordur." Pat diye söylediği cümleyi algılayamazken Bora'nın sesini duydum. "Ne diyorsun lan sen! Ne diyorsun!" Oturduğu yerden ayağa kalmış Cenk'in üzerine doğru yürürken olduğum yere doğru çöktüm. Ellerimle yüzümü kapatırken ciğerlerime nefes çekmeye çalıştım. Dün ben lekesinin üzerini öperken duraksamıştı, düşüncelere dalmıştı. Hepsi bu yüzdendi. "Bana kardeşin ölecek mi diyorsun! Arayın lan o zaman! Koskoca emniyetten adam kaçırıyorlar. Bulacaksınız onu, anladın mı bulacaksınız!" Bora, Cenk'in yüzüne yüzüne bağırarak içindeki acıyı, telaşı atmaya çalışıyordu ama ben ölüyor gibi hissediyordum. "Burada böyle bağırarak işleri yürütemezsiniz beyefendi." duyduğum tanıdık sesle birlikte bakışlarım Volkan savcıya dönerken Bora ona doğru döndü. Cenk komiser ayağa kalkarken Volkan denen herif Cenk komisere baktı ciddi bir şekilde. "Ne oluyor burada?" Kendi derdimiz başımızdan aşkın değilmiş gibi bir de bu herife dert anlatacaktık şimdi. "Savcım, Devrim savcım baktığınız davadaki adam tarafından kaçırıldı. Adamın kimliği tespit edildi. Gerekli araştırmalar yapılıyor." dediğinde Volkan, Bora'ya doğru döndü. "Siz kimsiniz beyefendi?" dediğinde Bora sabır çekercesine başını havaya kaldırdı ve cevap verdi. "Abisiyim." dediğinde Volkan denen savcı bana doğru baktıktan sonra bakışlarını Cenk komisere çevirdi. "Ekipler her yeri didik didik arasın, o adam çok tehlikeli. Bir ihmal yüzünden savcımızın hayatının tehlikede olması kabul edilemez." İlk defa düzgün cümle kurduğuna şahit olurken ekledi. "Nasıl kaçırmış koskoca savcıyı?" diye sorduğunda Cenk komiser masanın üzerindeki notu uzattı ona doğru. Volkan denilen herif notu alıp okuduktan sonra bakışlarını bana çevirirken kaşları çatık bir biçimde yüzüme baktı ve sorgulayıcı bir biçimde konuştu. "Bu notu senin yazmadığına emin miyiz?" dediğinde kaşlarım çatıldı. "Ben yazdım aynen, ondan burada Devrim'den bir haber bekliyorum." "Nereden bileceğiz yazmadığını? Notu seni getirmediğini?" dediğinde alayla güldüm. "Bana bak, sabrımın son demlerindeyim. Öfkemi senden çı-" Volkan'a karşı kuracağım tehdit cümlesini kesen kişi Bora oldu. "Pamir tüm gün benim yanımdaydı, ne buraya geldi ne not yazdı. Ayrıca buranın kamera görüntüleri yok mu? Onlar incelensin. Notu sorgulayacağınıza kardeşimi bulun savcı." dedi sinirine hakim olmaya çalışarak. Karşısındaki kişinin kim olduğunu biliyordu muhtemelen. O yüzden ona karşı hem tahammülsüz hem de sinirliydi. "Bulacağız, elimizden geleni yapacağız." dedi Volkan bakışlarını benden çekip Bora'ya çevirirken. Adam hala daha benim üzerime oynamaya devam ediyordu, benden istediği karşılığı ona misliyle verirdim ama bunu yapmam şuan her şeyi daha da çıkmaza sokardı. Benim önceliğim Devrim'di. Bunu her zaman dile getiriyordum, Devrim olmazsa ben yaşayamazdım. Şimdi yoktu, bir katilin elindeydi. Yaşıyor muydu? Yoksa çoktan kıymışlar mıydı? Hiçbir şeyi bilmiyordum, bilemiyordum. Elim kolum bağlıydı ve bu canımı daha da sıkıyordu. Sanki ruhum can çekişiyor gibiydi. Onu sağ salim bulamadıkça da can çekişmeye devam edecekti ve eğer ben onu sağ bir şekilde bulamazsam ölürdüm...
◔◔◔ Devrim Akyol'un anlatımından, Metal bir şeyin yere sürtünmesiyle oluşan, kulağımı delip geçen bir gıcırtı... Beynimde yankılanan son sözler..."Duydum ki her yerde beni arıyormuşsun savcım. Madem savcım bizi çağırıyordu, bize de teşrif etmek düştü." Burnuma dolan kan, rutubet ve nem kokusu... O kokuların midemde yarattığı bulanma.. Bilincim yavaş yavaş yerine gelirken göz kapaklarımın üzerindeki ağırlık kalkmıştı ve ben yavaşça gözlerimi aralamıştım. Uzun süre kapalı olan gözlerimi loş ışığa alıştırmak için kırpıştırırken boğazımdaki kuruluğu gidermek adına yutkundum. Görüşüm netleşirken zihnimdeki bulanıklığı gidermek için etrafa bakındım. Tavanda asılı duran lamba loş bir şekilde içinde bulunduğum küçücük odayı aydınlatıyordu. Odada pencere yoktu, yalnızca aralık duran bir kapı vardı. Duvarlar rutubetten dolayı rengini kaybetmişti. Yer tahta ile kaplıydı, odada başka hiçbir şey yoktu. Benim dışımda kimse de yoktu. Yerimde kıpırdanıp yerimi rahatlatmaya çalışsam da oturduğum tahta sandalyede bu pek mümkün değildi. Ellerim sandalyenin arkasında bağlanmıştı ve her hareketimde ip bileklerimin acımasına neden oluyordu. Ayak bileklerimde aynı el bileklerimde olduğu gibi bir iple bağlıydı. Tutulan boynumu sağa sola eğerek rahatlatmaya çalışırken kapının büyük bir gıcırtıyla açıldığını duydum. Bakışlarım kapıya doğru kayarken içeri giren adamı gördüm. Yaklaşık 1.90 boylarında, yapılı, asker tıraşı olmuş, kirli sakallı ve yeşil gözlü bir adamdı karşımdaki. Muhtemelen Pamir ile aynı yaştaydı. "Ooo savcımızda kendine gelmiş." Aynı bayılmadan önce duyduğum tondaki sesi, beni kaçıran kişinin de o olduğunu kanıtlıyordu. "Kusura bakmayın savcım, sizi rahat ettiremedik. Eminim ki o oturduğunuz yer çok serttir ama ne yapalım, şartlar buna el veriyor." dedi alaylı bir biçimde. Direkt olarak aklıma gelen isimi dilime dökerek konuştum. "Tankut Demir?" Yüzünde büyük bir sırıtış meydana gelirken dudaklarını büzdü. "Ama bu hiç eğlenceli olmadı, beni yakaladınız savcım." dediğinde sessiz kalarak yüzüne bakmaya devam ettim. Tankut ise yüzü benimle aynı hizaya gelecek şekilde eğilerek tam olarak gözlerimin içine baktı. "Böyle zeki olduğunu duymuştum da şahit olmak ayrı bir zevkli oldu." tam gözlerinin içine bakarken kaşlarım hafiften çatıldı. "Ne istiyorsun benden?" Tankut başını omzuna doğru eğerken derin bir iç çekti. "Bazı davalar araştırıyordun savcım, eski defterleri açıyordun. Bu da beni aradığını gösteriyor. E savcıma yardım edeyim dedim, fena mı oldu?" karşımda pişkin pişkin konuşurken gözüm seğirmeye başladı. "Ne istedin o kadınlardan?" Karşımda bir katil vardı, şuana kadar 3 kişiyi öldürdüğünü bildiğimiz bir katil vardı. Ki bence 3'ten de fazlaydı bu sayı... Üçünün boynunda da leke vardı, aynı lekeye bende sahiptim ve muhtemelen beni de öldürmek istiyordu. Burada neden olduğumun cevabı buydu. Bu cevap tüylerimin ürpermesine, korkmama neden olsa da ben ona korktuğumu belli edemezdim, etmemeliydim. "Cevabı çok basit değil mi? Sen zeki bir kadınsın Devrim. Bence bunun cevabını çoktan biliyorsun." dedikten sonra elini saçlarıma doğru götürdü ve saçlarımın sırtımdan aşağı dökülmesine izin vererek boynumun açılmasını sağladı. Elini boynuma doğru götürüp doğum lekesine dokunacağı sırada beklemediği bir hamleyle birbirine bağlı olan ayaklarını kaldırarak Tankut'un bacak arasına geçirdim. "Dokunmayacaksın bana!" Hamlemle birlikte Tankut iki büklüm olarak birkaç adım geriledi. Yüzünde anlamsız bir sırıtış oluşurken adama daha da ifrit olarak burnumdan sert bir nefes verdim. "Biz seninle çok iyi anlaşacağız belli oldu." büktüğü belini doğrultarak eski halini alırken yüzündeki gülüş soldu ve ifadesiz bir biçimde yanıma yaklaşarak ani bir hamle ile beş parmağının izinin geçeceği sertlikte bir tokat patlattı yanağıma. "Ama bana yaptığının bir bedeli de olmalı." Yanağım tokadın etkisiyle yana doğru yana doğru savrulurken hissettiğim sızısıyla dişlerimi sıkarak gözlerimi kapattım. Ağzımdan acı çektiğime dair bir ses çıkmazken Tankut eliyle sertçe çenemden tutarak ona doğru bakmamı sağladı. "Uslu durursan ölümün en acısız şekilde olur ama böyle yapmaya devam ettiğin sürece acı çekmen için elimden geleni yaparım." dedikten sonra yüzümü bıraktı. Ardından başka hiçbir şey söylemeden odadan çıkarak kapıyı tekrardan aralık bıraktı. Ensemden bedenime bir ürperti yayılırken duyduğum cümleleri hazmetmeye çalıştım. Ölecektim. Buradan kurtulabilir miydim, sağ çıkabilir miydim hiçbir fikrim yoktu. Ama umudum vardı. Kaçırılmamın üzerinden ne kadar geçmişti bilmiyordum ama benim yokluğumu fark ederek çoktan beni aramaya başladıklarına emindim. Pamir bırakmazdı ki beni, sonra abim vardı. O da asla bırakmazdı beni. Cenk komiser yokluğumu fark edip masanın üzerindeki ismi bulduysa bir ipucuna ulaşmış olabilirlerdi. Emniyetin dışında yer alan kamera kayıtlarını izleseler belki beni kaçıranı görebilirlerdi ya da nereye götürüldüğümü takip edebilirlerdi. Ama umarım bu işleri yapmak için acele ederlerdi yoksa ben bu caninin elinden kurtulabilir miydim bilmiyordum. Bakışlarım etrafta tekrar dolanmaya başlarken en azından elimdeki ipleri kesebileceğim bir şeyler aramaya devam ettim ama yoktu. Oda bomboştu. En azından elimdeki iplerden kurtulsam belki adamı halledebilirdim ama yoktu. Kesecek bir şeyler olmasa bile kendi imkanlarımla ipten kurtulmak için çabalamaya başladım ama nafileydi, ipler çok sıkı bağlanmıştı. Yerdeki tozlar hariç oda temizdi, maktulleri burada mı öldürüyordu yoksa başka yerde mi öldürüyordu? Belki burada öldürüp hiçbir iz bırakmadan gömüyordu. Belki de burası bana özeldi, bilemiyordum. Tek bildiğim şey ölmek istemediğimdi, tıpkı diğer ölen kadınlar gibi.. Tankut Demir... Onunla ilgili araştırılan hiçbir şeye bakamamıştım. Yalnıza ismini görmüştüm ancak saçlarından, yapılı vücudundan bir asker olması olası gibiydi. Bir askerse herhangi bir taburda mutlaka kaydı olmalıydı. Ya da bir boksördü, bu da o vücudunu açıklardı. Ya da başka bir meslekti, kafam o kadar karışmıştı ki. Umuyordum ki Cenk komiserler bunları araştırırdı...
⁎⁎⁎⁎⁎ Saatler geçiyordu ya da bana geçen bir saniye bir saat gibi geliyordu, anlayamıyordum. Ama uzun bir süre olmuştu. Sessizlik insanın kendiyle baş başa kalmasını sağlıyordu. Bu benim gibi düşüncelerinden kaçan kişiler için o kadar zor bir şeydi ki. Saatlerdir aklımda tek bir soru vardı: Beni ne zaman öldürecek? Ölümden korkmuyordum elbet. Beni orada bekleyen bir annem varken, ölüm benim için güzel bir nimetti. Belki de bugüne kadar sayısını unutacak kadar çok gördüğüm ölüler nedeniyle ölüm kelimesi bana uzak değildi. Bir gün mutlaka ölecektik sonuçta. Ama bu şekilde ölmeyi hiç istemezdim. Bu sabah evden çıkarken son kez Sinem ile sarıldığım, son kez şakalaştığımı, abimle Pamir'i gülerek izlememin son olacağını düşünmemiştim. Sonra Pamir'e veda etmeden öleceğimi düşünmemiştim. Ölüm aniydi, bunu biliyordum ancak bu kadar çabuk olmasını beklememiştim hiç. Uyur uyanıklık arasında gidip gelirken aralık duran kapının sessizlik içinde oluşturduğu rahatsız edici gıcırtıyla birlikte düşüncelerimden sıyrıldım. Tankut denen katil içeri yüzünde rahatsız edici sırıtışla içeri girerken gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Tankut elinde getirdiği sandalyeyi karşıma koyduktan sonra oturarak bacak bacak üstüne attı. Bu hamlesiyle birlikte açılan ceketinden ben buradayım diye bağıran silahı gördükten sonra gördüğümü anlamaması için bakışlarımı çektim. O silahı ele geçirebilirsem buradan kurtulabilirdim. Bir şeyler yapıp o silahı almalıydım, tabii önce ellerimin açılması gerekiyordu. "Kötü bir ev sahibiyim biliyorum, sana ne yemek verdim ne su verdim. Affedin savcım. Huyum kurusun, hizmet etmeyi hiç sevmem." dediğinde mırıldandım. "Senin yemeğini, suyunu isteyen kim?" dediğimde Tankut hafifçe kaşlarını çattı. "Bir şey dedin ama anlamadım, üstelemeyeceğim." dedikten sonra kollarını göğsünde bağlayarak bana bakmaya devam etti. Bakışlarımı gözlerinden çekmeyip dik dik yüzüne bakarken Tankut konuştu. "Bir şeyi merak ediyorum, Pamir'i nasıl affedebildin?" dediğinde kaşlarım çatıldı. Pamir'i nereden tanıyordu? Tankut ne düşündüğümü anlamış gibi tek kaşını kaldırarak bana baktı. "Hadi ama savcı, senin her adımından haberdar olduğumu düşünmediğini söyleme bana." dedikten sonra ekledi. "Yoksa seni nasıl emniyetten çıkartacaktım değil mi?" dedi gülerek. Ardından devam etti. "Tamam o biraz tesadüfi oldu itiraf edeyim, Pamir'in böyle bir şey yaptığına inanıp gelip gelmeyeceğinden emin olamadım. Ama merak etme B planımda hazırdı." "Sen nasıl?" diyecekken Tankut göğsüne bağladığı kollarını çözerek oturduğu yerde dikleştirdi vücudunu. "Aylin'in cesedinin bulunduğu gün gördüm seni, oradaydım savcım ama hiçbiriniz bilmiyordunuz." dedi rahatlıkla. Buradan sağ çıkmayacağımı düşündüğü içindi muhtemelen bu rahatlığı. Bana anlattığı her şey benimle birlikte mezara girecekti onun için. Ama ben buradan sağ çıktığım anda onu yakalatmak için her şeyi yapacaktım bunu bilmiyordu. "Sen o sarı bandın altından geçerken boynundaki lekeyi gördüm. O andan itibaren yeni hedefim sendin." dediğinde sertçe yutkundum. "Ne istiyorsun lekesi olan kadınlardan? Amacın ne?" dedim merakla. Bunun bir nedeni olmalıydı. Daha doğrusu insan öldürmenin elbette bir nedeni olamazdı ancak neden sadece lekeli olan kadınları seçtiği merak konusuydu. Sorumla birlikte kaşları hafiften çatılırken mırıldandı. "Ah be savcı sende epey uzun bir mesele seçtin sormak için." İfadesizce yüzüne bakarken Tankut derin bir nefes aldı. "Ama madem uzun saatler buradayız." diyerek saatine baktıktan sonra bana baktı tekrardan. "Bu arada söylemiş miydim? Sen ortadan kaybolalı 10 saati geçti." dediğinde şokla baktım Tankut'a. Tankut ise bunu hiç umursamadan konuştu. "Ne dersin seninkiler arıyor mudur seni? Bence arıyorlardır ama kötü bir haberim var, bulamazlar bizi." dedi kararlı bir biçimde. Yüzüne alaylı bir şekilde baktım. Türk askeri ve polisi için imkansız diye bir şey yoktu. Eninde sonunda bulacaklardı beni. Ya ölümü, ya dirimi... "Neyse lafı çarpıtmayalım madem." diyerek derin bir nefes aldıktan sonra ekledi. "Yalnız bu mesele benim için biraz can sıkıcı. Haberin olsun senin de canın sıkılabilir." dediğinde sessiz kaldım. Bu adam ne içiyordu böyle? Psikolojik sorunlarının olduğu belliydi... "Teğmen Tankut Demir." dediğinde ilk düşündüğüm şeyin doğru çıkışı ile zaferle gülümsemek istesem de ifadesizliğimi korudum. Tankut ise yere doğru bakarak mırıldandı. "Yaklaşık 5 yıl önceye kadar, bu isimle anılıyordum. Ama artık bir katil olarak anılıyorum." dedi kabullenmiş bir biçimde. Bu hikaye nasıl devam edecekti merak ediyordum. Muhtemelen ordudan atılmıştı. Ama bunun nedeni neydi? "Bir sevgilim vardı, Hale. Çok seviyordum onu, öyle çok seviyordum ki onun için dünyaları yakardım. Herkesi, her şeyi karşıma alırdım. Gözleri, kokusu, saçları, teni bağımlıydım ona resmen." dedi duvara bakarak. Ardından ekledi. "Sizin gibi boynunda doğum lekesi vardı, en çok onu severdim. Sürekli öperdim." dedi düşünceli bir sesle. Sonra ne düşündüyse yüzünde saf bir nefret gördüm, kaşları çatıldı. ifadesi sertleşti. "Onu tim arkadaşımla basıncaya kadar çok sevdim." Duyduğum cümleler bana tanıdık gelirken derin bir nefes aldım. Tankut ise hala aynı öfkeyle duvara bakmaya devam etti. "O gün, onları bastığım gün ilk önce arkadaşımı sonra da Hale'yi alnının çatından vurup öldürdüm. Hapse girdim ve iki yıl yatıp çıktım." dediğinde kaşlarım çatıldı. Hapse girmişti ancak 2 kişiyi öldürmesinin bedeli iki yıl mı olmuştu? Kim vermişti bu cezayı ona, hangi hakim buna göz yummuştu? "Akli dengem yerinde değilmiş." dedi Tankut gülerek. Bu halleri korkmama neden oluyordu. Duygu değişimleri o kadar ani oluyordu ki, ürpermeden edemiyordum. "O iki yıl boyunca içeride yalnızca onları düşündüm, Hale'nin bana nasıl oynadığını, nasıl bana bunu yaptığını düşündüm." dediğinde olaylar yavaş yavaş netlik kazanmaya başlamıştı. "Hapisten çıktığım ilk ay Hale'ye çok benzeyen birini gördüm ve içimden bir ses onu öldürmem gerektiğini söyledi. Bende plan yapıp öldürdüm." Bunu böyle kolayca anlatıyor oluşu zaten başlı başına bir hastalıktı. Psikolojisinin bozuk olduğunu artık daha da iyi anlamıştım. "Sonra da diğerleri geldi işte. Her boynunda iz olan kadın benim için Hale gibiydi ve ben onları öldürmeden duramıyorum. O boynunuzdaki iz var ya onlara bıçakla attığım çarpı bana zevk veriyor." diyerek gözlerime baktığında içimden bir şeylerin akıp gittiğini hissettim. Korku tüm bedenimi sararken yutkundum. Korkunçtu, gerçekten çok korkunçtu. Kanım donmuştu söyledikleri şeylerle. Şuan onun gözlerine bakıyor olmak bile işkence gibiydi benim için. Ben bu duyduklarımı nasıl atlatacaktım? Ya da karşımda bu kadar psikopat biri varken sağ çıkabilecek miydim? Bu sefer gerçekten çok korkuyordum. Savcı kimliğim bir yana, bir kadın olarak, bir insan olarak karşımdaki bu caniden korkmamak imkansızdı. Bir hareketiyle canımı alabilirdi ve bunu gözünü kırpmadan yapardı. "Bu kadar sohbet yeter." diyerek oturduğu yerden kalktıktan sonra başka hiçbir şey söylemeden odadan çıktı ve kapıyı aralık bıraktı Tankut. Yaşadığım korku, zihnimde dolanan iğrenç görüntüler ve düşünceler gözlerimin dolmasına neden olurken gözyaşlarının yanaklarıma süzülmesine izin verdim. İçimden Allah'a binlerce kez dua ederek bana yardım etmesini diledim. Bu sefer gerçekten kurtuluşum yok gibiydi...
◔◔◔ Yazarın anlatımından, Bora gecenin ayazında banklardan birine oturmuş boş duvara bakarken bir elinde sigarası vardı. Diğer elini ise yumruk yapmış dizine vuruyordu sert bir şekilde. İçindeki öfke, vicdan azabı, acı, merak, endişe ezim ezim eziyordu sanki. İçine çektiği sigara dumanı ilk defa ciğerlerine bu kadar acı veriyordu. Zaten aldığı her nefes ciğerlerine zehir olup yayılırken kendini daha da zehirlemeyi seçmişti Bora. Kardeşinin ne halde olduğunu bilmeden, iyi olup olmadığını bilmeden böylece beklerken aldığı nefes ciğerlerini yakıyordu. Pamir'de ondan farksız değildi. Soğuk kaldırım taşına oturmuş, sırtını duvara yaslayıp tek dizini kendine çekip diğer bacağını uzatmıştı. Kolunu dizine yaslayarak başını elini koymuş kara kara düşünüyordu. Üşümek bir yana içindeki öfkeden, telaştan yandığını hissediyordu. Bilinmezlik onu çıkmaza sürüklüyordu. Hayatında hiç hissetmediği çaresizlik duygusu içindeydi. Koskocaman gökyüzünün altındaydı ama hiç bir yere sığamadığını hissediyordu. Onu nerede arayacağını bilemiyordu? Nasıl olduğunu bilemiyordu. Onu kaçıranlar terörist olsa dağ taş demez her ine tek tek bakardı ama karşındaki zeki bir seri katildi. Nereye götürmüştü, ne planlamıştı hiçbir şeyi bilmiyordu. Saatlerdir aldığı nefes işkence gibi geliyordu ona. Yıkılmak istemiyordu, boğazında kocaman bir yumru oluşmuştu gitmek bilmiyordu. "Koruyamadım lan, koruyamadım kardeşimi." dedi Bora titrek bir nefes vererek. "Koskoca Üsteğmenim, gücüm kardeşimi korumaya yetmedi." dedi kendine kızarcasına. Ardından acı çekerek mırıldandı. "Ben babama ne diyeceğim, kardeşimi koruyamadım diye nasıl diyeceğim? Onun yanında olmak için geldim, destek olmak için ama yok. Devrim yok. Abiliğimi siksinler benim." Bora'nın kendini kızarcasına söylediği cümlelerle birlikte Pamir duruşunu bozmadı, sesini çıkartamadı. Bora'ya verecek tesellisi yoktu. Kendisi de sahip çıkamamıştı sevdiğine. "Aç mı? Susuz mu? Nerede, ne yapıyor, iyi mi? Yoksa çoktan ö-" Bora içi giderek söylediği sözlere devam edemeden Pamir bitik bir şekilde sözünü kesti. "Söyleme, onu söyleme..." Duymak istemiyordu, bu ihtimalin kelimelere dökülmesini, sesli bir şekilde dile getirilmesini istemiyordu. Kalbi buna dayanmıyordu. Şimdi Devrim'i o kadar iyi anlıyordu ki. Kendisi Devrim'e bir şey olma ihtimaline bile dayanamazken, ölecek gibi hissederken Devrim bunu yaşamıştı. Hem de üç yıl boyunca gündüz gece demeden acı çekmişti. Pamir bir kere daha nefret etti kendinden, çaldığı yıllar için bir kez daha kızdı kendine. Böyle boş boş oturmak kanına dokunuyordu. Bu yüzden ani bir hamle ile ayağa kalktı. Çıldıracak dereceye gelmişti artık. Önüne kim gelse yumruklamak, Devrim'i kaçıran o adamı parça parça etmek istiyordu. Sert adımlarla emniyetten içeri girerken Cenk komiserin kapalı olan kapısını kırarcasına açtı ve kapının duvara çarpmasını umursamadan konuştu. "Hala bir haber yok öyle mi?" dedi soğuk ve sinirine hakim olamayan bir sesle. Cenk komiser üzgünce başını iki yana sallarken Pamir alayla güldü. "Yer yarıldı içine mi girdi lan bu adam?!" diye bağırırken Cenk komiser oturduğu yerden ayağa kalktı. "Pamir bey, elimizden geleni yapıyoruz. Ama maalesef..." derken Pamir araya girdi. "Elinizden geleni yapmayacaksınız! Gelmeyeni de yapacaksınız!" dedikten sonra derin bir nefes verdi sakin olmak adına. Ardından hiç beklemeden odadan çıkarak emniyetin çıkışına doğru ilerlemeye başladı. Bora, Pamir'in sinirli bir biçimde emniyetten çıktığını gördüğünde bir şeyler bulunduğunu düşünerek ayağa kalkarken konuştu. "Haber mi var?" bir umutla konuşurken Pamir başını salladı. "Yok, hiçbir haber yok!" Bora içindeki umudun yittiğini hissederken kaşlarını çattı. "Sen nereye?" Pamir ters bir biçimde Bora'ya bakarak konuştu. "Gerekirse her sokağı didik didik arayacağım bulacağım Devrim'i. Bulacağım, o adamın da ecdadını sikeceğim." dedi kendinden emin ve öfkeli bir şekilde. Artık dayanamıyordu. "Pamir, bir de seninle uğraşmayalım. Otur şuraya." dedi Bora bezmiş bir şekilde. Pamir ise kaşlarını çattı. "Ne yapalım böyle elimiz kolumuz bağlı oturalım mı!? Dalga mı geçiyorsun lan sen benimle! Devrim yok, böyle boş boş oturuyoruz." "Sence ben farkında değil miyim bunun!?" dedi Bora bağırarak. "Devrim senin sevdiğin kadınsa benim kardeşim lan, canım o benim. Canımın içi. Mutlu muyum sanıyorsun böyle oturup beklerken, keyfimden mi oturuyorum lan ben!" dedi dayanamayarak. Ardından ekledi. "Nerede arayacağını biliyorsan çık ara! Gez sokak sokak, durdurursam namerdim. Arabanın plakası bile belli değil daha, ne aramasından bahsediyorsun. Yok! Hiçbir şey yok! İlk defa bu kadar çaresizim, ilk defa elim kolum bağlı." dedi Bora içini dökerken. Pamir, Bora'nın söyledikleri karşısında yutkunup boğazındaki yumruyu geçirmeye çalıştı. Ardından arabasının yanına ilerleyerek sırtını duvara yasladı. Yere çömelerek ellerini yüzüne yasladı ve sakin olmaya çalıştı. Bir şey yapmalıydı, bir yolu olmalıydı. Düşün dedi içinden, düşün Pamir. Parçaları birleştir, bir şeyler bul dedi. Orada saatlerce düşündü ancak aklı her seferinde Devrim'in iyi olup olmadığına kaydığı için bir çözüm yolu bulamadı...
⁎⁎⁎⁎⁎ Gün ağarmıştı... Kuşlar ötmeye başlamış, insanlar işe gitmişlerdi... Saatler geçip gidiyordu, güneş doğmuş ve çoktan tepeye ulaşmıştı. İnsanlar gelip gidiyordu ama tek gelmeyen Devrim'di. Bora ve Pamir, hala bir haber alamamanın verdiği yükle eve gelmişlerdi. Başsavcı Muhammed bey, emniyete gelmiş tüm herkesi devreye sokarak büyük çaplı bir arama çalışması başlatmıştı. Apartmandan içeri girerken Pamir gözünün önüne gelen sahnelerle boğulduğunu hissetti. Anıları her yerdeydi, şimdi o anıların sahibi olan kadın yanında yoktu. Saatler olmuştu onu görmeyeli, kokusunu solumayalı, sesini duymayalı. Özlemden deliriyordu, bir daha onu görememekten çok korkuyordu. Onca çabaya rağmen hiçbir şey bulunamamasına öfkeliydi, tüm duyguları birbirine girmişti. Oturdukları kata geldiklerinde Bora kardeşinin oturduğu evin kapısını çaldı. Devrim açsın istedi kapıyı, Devrim açsın 'canım abim' diyerek kollarına atılsın istedi. Tekrardan kardeşine sarılabilmeyi, onu sinirlendirmeyi iple çekiyordu. Kapıyı açan Halide hanımla birlikte büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Halide Hanım ve Serhat bey, haberi aldıkları için gitmemişlerdi. Gidememişlerdi. Devrim'den iyi haber geldiğinde, onun iyi olduğunu gördükten sonra gitmek istemişlerdi. Halide hanımın arkasında dikilen Sinem, kan çanağına dönmüş gözleriyle Bora'ya bakarken konuştu. "Ne oldu? Nerede Devrim ha?" dedikten sonra Bora'nın arkasındaki Pamir'e baktı. İkisinin yüzündeki ifadeden bir haber olmadığı belli olsa da Sinem bir umut sormak istemişti. Gözyaşları tekrar yanaklarına akarken ağlamaklı bir şekilde konuştu. "Nerede benim kardeşim, nerede?" eliyle yüzünü kapatıp ağlamaya devam ederken Burçe'de ağlayarak hıçkırdı. Sinem için çok değerliydi Devrim. Üniversitenin ilk günü, amfi önünde beklerken tanışmışlardı onunla ve o günden sonra hiç ayrılmamışlardı. Birlikte çalışmışlar, birlikte derslere girip çıkmışlar, birlikte dersleri ekip sohbet etmişlerdi. Yedikleri ayrı gitmemişti o günden bugüne kadar. Şimdi ciğeri yanıyordu. Bu zamana kadar çok davayla karşılaşmıştı. Kiminde kanı donmuştu, kiminde sinirlenmişti. Şimdi o gördüğü davalardaki katillerden biriyle kardeşinin yan yana olması Sinem'in yüreğini ağzına getirmeye yetiyordu. Birbirlerine dayanak olup salondan içeri girerken ilk önce Bora, ardından Pamir eve girdiler. Hakan yanlarına geldiğinde üzgünce dikilen iki adama baktı. Serhat bey elini oğlunun omzuna koyarken mırıldandı. "Bulunacak oğlum, siz içinizi ferah tutun." dedi Bora ve Pamir'e bakarak. İçten bir şekilde buna inanıyordu. "Babamı aramam lazım." dedi Bora halsizce. "Tamam ara, bende geleyim seninle. Birlikte söyleriz." dedi Serhat bey. Bora ve Serhat bey evin mutfağına doğru ilerlerken Pamir koridorda öylece kalakaldı. "Pamir'im, annem." Halide hanım elini oğlunun omzuna koyarken Pamir annesinin üzüntülü sesini duymadı bile. Bu eve geldiği ilk andan beri yapmak istediği şeyi yaparak adımlarını Devrim'in odasına doğru atmaya başladı. Odaya girdiğinde kapıyı arkasından kapattı ve odaya baktı. İlk olarak odadaki kitaplığın üzerindeki çerçeve çekti dikkatini. İkisinin olduğu fotoğraftı bu. Mutlulardı, ikisi de gülüyordu... Daha sonra bakışları yatağa doğru kaydı. Yatağa yaklaşarak oturduktan sonra yatağın üzerindeki haki renkli tişörtü gördü. Usulca tişörtü eline alırken burnuna doğru götürdü. Derin bir nefes alırken burnundan sızıp giren Devrim'in kokusu Pamir'in kırılma noktası oldu. Gözlerini kapatırken kirpiklerinin arasından bir gözyaşı yuvarlanıp yanağından süzüldü. Ardından başka bir gözyaşı, bir tane daha bir tane daha derken iki gözünden de durmadan yaşlar akmaya devam etti. Başını Devrim'in yastığına yaslayarak tişörtü göğsünün üzerinden kalbine bastırdı. Dizlerini büküp kendine çekerken tıpkı savunmasız bir oğlan çocuğu gibi içli içli gözyaşlarını akıtmaya devam etti. O bir askerdi, duygularını içinde yaşardı. Kimseye göstermezdi, böyle olmalıydı. Bu yüzden buraya kadar zor dayanabilmişti Pamir. İçi cayır cayır yanarken saatlerce dik durmaya çalışmıştı ama şimdi sığındığı liman olan sevdiği kadının kokusunu solurken dik duramıyordu, beli bükülüyordu. Bora'da Pamir'den farksız değildi. Babasına yalnızca Devrim yok, kayıp diyebilmişti. Bir seri katilin kaçırdığından, belki de öldürüldüğünden bahsedememişti. Babasının kalbinin dayanmayacağını biliyordu çünkü. Şimdi balkonun köşesine sinmiş içine akan gözyaşlarını dışına taşırmıştı. Annesinin acısını görmüştü, silah arkadaşlarının acısını görmüştü. Hepsinde dik durmaya çalışmıştı ama Devrim farklıydı. Onun canıydı. Şimdi nasıl dik duracaktı ki? Durması gerekiyordu bunu biliyordu ama elinden bir şey gelmiyordu. Karşısındaki terörist olsa tüm marifetini gösterir belki de saatler içinde kardeşini bulurdu ama bu olay elini kolunu bağlıyordu, işi ehillerine bırakıyordu ama böyle boş boş oturmakta onluk değildi. Eninde sonunda bulunacağını biliyordu, bulunacaktı ancak onu bulduklarında olacağı halden korkuyordu. Aklından her ihtimal geçiyordu ve her ihtimalden biraz daha korkuyordu. Telefonunun çaldığını duyarak hızlıca cebinden çıkartırken ekranda gördüğü isimle birlikte gözyaşlarını temizleyerek burnunu çekti ve korkarak telefonu açtı. "Bir haber mi var?" "Aracın plakası bulundu, şimdi yer tespiti yapılıyor. PÖH ekipleri hazır.. Sizde gelmek isterseniz." diyen Cenk komiserin sesi sevinçliydi. Sonunda bir şeyler bulmuşlardı. "Tamam, tamam geliyoruz bizde hemen." dedi Bora sevinçle. O kaybettiği umudu yeniden yeşerirken hızlıca oturduğu yerden kalktı. Hızlı adımlarla balkondan çıkarken bağırdı. "Haber geldi!" Herkes duyduğu cümle ile oturduğu yerden kalkarken salon kapısından ilk çıkan kişi Sinem oldu. "İyi mi? Neredeymiş!" Pamir'de, Bora'nın seslenişiyle birlikte yattığı yerden doğrulmuş ve gözyaşlarını hızlıca temizlemişti. Odadan çıkıp Bora'nın sesinin geldiği yere doğru ilerlerken Bora cevap verdi. "Bilmiyorum, bilmiyorum ama onu kaçıran arabanın izini bulmuşlar. Hadi Pamir." dedi Bora alelacele evden çıkarken. "Ne olur, sağ salim bulun kardeşimi. Ne olursunuz." dedi Sinem arkalarından. Elinden ancak bu kadarı geliyordu. Bir hakime olarak davaya bakmak istese izin vermezlerdi, o da yalnızca Pamirlerin bildiği şeyleri öğrenebilmişti. Daha fazlasını öğrenememişti. Pamir içinde oluşan sevince engel olmadan Bora'nın peşinden giderken Hakan'da onlarla beraber çıktı. Halide hanım içinden dualar ederek onlara destek olmaya çalışırken Burçe ve Sinem birbirlerine sarıldılar sonunda iyi bir haber almanın mutluluğu ile. Serhat bey derin bir nefes vererek evden çıkan oğullarına bakarken içi bir kez daha gururla doldu. Hepsinin içinde tek bir istek vardı. O da Devrim'e sağ salim kavuşmaktı. Halide hanımın bile...
⁎⁎⁎⁎⁎ "Komutanım, bizim gelmeyeceğimizi düşünmediniz herhalde." diyen Kürşat ile birlikte Pamir karşısındaki askerlerine baktı gururla. Emniyete geldiklerinde karşısında onları bulmuştu tam teçhizat hazır bir halde. Tam aklındaki cümleleri dile dökeceği zaman Soner araya girerek konuştu. "Baran Albay'ımın haberi var komutanım, sizi yalnız bırakmayacağımızı söyledik. O da kabul etti." dediğinde Pamir buruk bir tebessüm etti. "Sağ olun aslanlarım." "Allah'ın izniyle sağ salim bulacağız Devrim hanımı, içinizi ferah tutun siz." dedi Ahmet hem Bora'ya hem de Pamir'e bakarken. Bora derin bir iç geçirerek başını salladı. "İnşallah." O sırada Cenk emniyetten çıkarak Pamir ve Bora'nın yanına ilerlemeye başladı. Başsavcı Muhammed bey de onunla birlikte çıkarken PÖH dahil dışarıda hazır olarak bekleyen ekipler direkt olarak onlara döndü. Başsavcı konuşmaya başladı. "Devrim savcımı sağ salim istiyorum, dikkatli ateş edin. İçeride bir savcı olduğunu unutmayın." dediğinde herkes onu onayladı. "Emredersiniz savcım." "Gazamız mübarek olsun." dediğinde herkes arabalara bindi ve Devrim'i bulmak üzere yola koyuldular. En önde Cenk komiserin de içinde bulunduğu ekip aracı varken onun arkasında PÖH ve en arkada Bora'nın da içinde bulunduğu Sancak timinin ekip vardı. Araçlar sessizlik içerisinde ilerlerken yaklaşık 40 dakikalık bir sürenin ardından Hakkari'nin sınırına yakın bir eve vardılar. Adres burasıydı. Sessiz bir biçimde araçtan indiklerinde evin önünde ne bir araba vardı, ne de başka bir şey. Katil ya gitmişti, ya da içeride saklanmaya devam ediyordu. Yine de umutlarını kaybetmeden konuştukları gibi ilk önce bir kısım PÖH evin etrafını sardı. İki katlı, bahçeli, ormanın içinde bir yerdi burası. Ardından Pamir başta olmak üzere arkasından Bora, Hakan ve Batuhan kapının önüne geçtiler. Yiğit evi net bir şekilde görebileceği bir tarafa geçip keskin nişancı tüfeği ile etrafı izlerken Pamir tekme atarak kapıyı açtı ve içeri girdi. Kırılan kapının duvara çarpma sesi sessizlik içinde yankılanırken Pamir önden ilerledi. Eliyle diğer odalara bakmaları için arkasındaki arkadaşlarına işaret verirken kendisi üst kata doğru çıkmaya başladı. Her çıktığı basamakta içinde Devrim'e kavuşma umudu dolup taşarken nihayet basamakları bitirip sırasıyla odaları gezmeye başladı. Ancak odalar bomboştu. Ne birisi vardı ne de bir eşya. Yalnızca tozlu, bomboş bir yerdi. Hayal kırıklığı ile telsizden konuştu. "Temiz." Omuzları taşıdığı yükle düşmüş bir biçimde merdivenlerden tekrar inerken Hakan'ın sesi duyuldu telsizde. "Temiz." Pamir bir kere daha yıkıldı bu sözle. Hakan'ın ardından Batuhan'ın sesi duyuldu. "Temiz." Ve bir kere daha... "Burada bir kapı var." Bora'nın sesiyle birlikte Pamir adımlarını hızlandırıp Bora'nın bulunduğu yere giderken Bora yerin altına açılan kapının yanında bekliyordu. Pamir, Hakan ve Batuhan Bora'nın yanına geldiklerinde Bora konuştu. "İçeride birinin olma ihtimali yüksek." dediğinde Pamir başını salladı. "Girelim madem, bakalım." El birliği ile metal ve ağır olan kapıyı açtıktan sonra önden Bora indi. Ardından Pamir indiğinde aldıkları ağır kan kokusuyla birlikte yüzlerini buruşturmadan edemediler. "Bu ne amına koyayım, katliam mı yapmış bu adam burada?" dedi arkalarından inen Hakan fısıldayarak. Batuhan ise cevap verdi. "Öyle görünüyor komutanım." Teker teker tüm odalara bakarken hepsi bir tarafa dağılmışlardı. Yerin altındaki bu yer epey büyüktü. "Komutanım, burada bir şeyler var." diyen Batuhan ile birlikte Bora konuştu. "Olay yeri incelemeye haber verin." Bora'nın emriyle birlikte Batuhan tekrardan yukarı çıkarken Pamir karşıda kapısı kapalı olan yere doğru ilerledi. Usulca kapıyı açtıktan sonra içeri baktığında boş bir sandalye, sandalyenin yanında yere atılmış olan bir kaban ve ipler gördü. İçeri tamamen girerek etrafa baktığında başka hiçbir şey göremedi. Yerde duran kabana dikkatlice bakarken kaşları çatıldı Pamir'in. Dün Devrim evden çıkarken giydiği kabandı bu. Hızlıca yerden alırken içini bir panik duygusu kapladı. Kabanı buradaysa Devrim'inde burada olması gerekiyordu ancak yoktu. Yerde duran ipler Devrim'in başka bir yere götürüldüğünün kanıtı gibiydi. Bora, Pamir'in yanına girerek yerde duran kabana baktığında mırıldandı. "Devrim'in o değil mi?" dediğinde Pamir başını salladı usulca. "Allah kahretsin! Götürmüş Devrim'i! Kahretsin." Hıncını çıkartmak için sandalyeyi tekmelemek istese de olay yeri incelemenin inceleme yapacağını bildiği için derin derin nefes alıp verdi. İkisinin de içindeki umut böylece yok olup gitmişti. "Neredesin güzelim, neredesin?" Pamir mırıldanırken elini kalbine doğru yasladı. Yoktu, yine ve yine elleri boş kalmıştı. "Komutanım burada biri var." Hakan'ın sesiyle birlikte hızlıca odadan çıkarlarken Hakan'ın bulunduğu odaya doğru ilerlediler. İçeri girdiklerinde Hakan'ın, yerde dizleri üstünde duran ve elleri teslim olurcasına havada duran adama silah doğrulttuğunu gördüler. Pamir adama doğru atılarak adamın yakasını kavradı ve kendine doğru çekerek tok b ir sesle konuştu. "Savcı nerede!?" Adam korku dolu gözlerle Pamir'e bakarken Pamir, yumruk yaptığı elini adamın yüzüne geçirdi. Aldığı darbenin etkisiyle yere düşmesini engellemek amacıyla tek eliyle yakasından tutmaya devam ederken tekrar bağırdı. "Savcı nerede dedim sana! Duymuyor musun lan beni!" "Ben bilmiyorum." diye cevap verdi karşısındaki adam. Pamir tekrar ve tekrar yüzüne yumruğu geçirirken bağırdı. "Nasıl bilmiyorsun orospu çocuğu!?" Adam aldığı darbelerin arasından konuşmaya çalıştı. "Ben geldiğimde kimse yoktu, Tankut aradı beni. Gel dedi." dediğinde Bora, Pamir'in kolundan tutarak engelledi vurmasını. Pamir'i adamdan ayırarak biraz uzaklaştırırken kendisi yerde yatan adamın yanına giderek hızlıca yakasından tuttu ve kaldırdı. "Bana bak, buradaki savcıyı nereye götürdü?" dediğine adam korkuyla başını iki yana salladı. "Bilmiyorum, yemin ederim kimse yoktu buraya geldiğimde. Tankut tek başınaydı. Bana burada dur dedi, geleceğim dedi." dediğinde Bora burnundan sert bir nefes vererek adamı yere doğru iterek bıraktı. O sırada dışarıdan duyulan iki el silah sesiyle birlikte Bora ve Pamir birbirlerine doğru baktılar. "Komutanım, Tankut şerefsizi etkisiz hale getirildi." Soner'in telsizden söylediği cümle bile birlikte içeride bulunan üçlü derin bir nefes verdiler. Pamir, telsizden hızlıca konuştu. "Devrim? Devrim'de yanında mı!?" sorduğu soruya telsizden yanıt geldi. "Olumsuz komutanım." Hakan, yakaladığı adamı kaldırıp ellerini kelepçelerken Pamir ve Bora hızlı adımlarla dışarı doğru ilerlemeye başladılar. İkisi de kafayı yemek üzerelerdi. Devrim'den hala daha bir haber yoktu. Onu kaçıran kişi buradaydı, Devrim yoktu. İçlerinde olmasını hiç istemedikleri düşünceler oluşmaya başlamıştı artık. Dışarı çıktıklarında omzundan yaralanan Tankut'u görerek direkt olarak yanına doğru ilerlediler. Cenk komiser adamın tam karşısında dikilmiş onu konuşturmaya çalışırken Tankut ona doğru yaklaşan iki adam ile sırıttı. "Sonunda teşrif edebilmişsiniz ama geç kaldınız." "Ne diyorsun lan sen!" Pamir duyduğu cümlelerle sarsılırken çoktan karşısındaki adama saldırmıştı bile. Tankut onun bu haline sırıtmaya devam ederken mırıldandı. "Geç kaldın diyorum komutan." dedi Tankut hırıltılı bir sesle. Pamir hırsla yumruğunu adamın yüzüne indirdi. Hiç beklemeden yüzüne ardı ardına yumruklarını indirirken sesi kısılırcasına bağırdı. "DEVRİM NEREDE!?" "Bırakın komutanım." Pamir'in kollarından tutan Ahmet ve Kürşat onu adamdan uzaklaştırmaya çalışırken Tankut ağzına giren kanı tükürerek güldü. "Bilmem, nerede acaba?" dedikten sonra bakışları Cenk komisere döndü. "Belki de diğer cesetleri nasıl bulduysanız, savcımın cesedini de öyle bulursunuz." dediğinde Bora'da Pamir'de kalbinin duracağını hissetti. Pamir duyduğu cümlenin ağırlığı ile kalakalırken titreyen elini saçlarının arasından geçirerek nefes almaya çalıştı ancak aldığı o nefesin her zerresi soluk borusu dahil tüm ciğerini yaktı geçti. Olmazdı öyle bir şey. Olamazdı. Çıldıracak gibi hissediyordu kendisini. Karşısındaki adama olan öfkesi, hırsı duyduğu cümlenin ağırlığı ile artmıştı ancak ona saldıracak gücü bile kendinde bulamıyordu. Eli ayağı tutmuyordu. Bora'nın duyduğu cümleyle başından aşağı kaynar sular dökülmüştü ve kanı öfkeyle kaynamaya başlamıştı. Karşısındaki adamın sözleri bir yana, bunu bu kadar kolay söylemesi onu öldürmek istemesine neden oluyordu. Hiç beklemeden atıldı adama doğru. "Ne diyorsun sen!? Ecdadını sikerim senin pezevenk! NE DİYORSUN SEN!?" Bora içindeki öfkeyi, acıyı adamın boğazını tüm gücüyle sıkarak atmaya çalışırken duyduğu cümleler beyninde yankılanmaya devam ediyordu. Tankut nefes alamayıp kızarırken Bora bağırdı. "Öldürürüm lan seni, öldürürüm!" "Bora komutanım, Allah aşkına bırakın." Kürşat ve PÖH timinden bir polis Bora'yı adamdan uzaklaştırırken Tankut kızaran yüzüyle birlikte öksürmeye başladı. Cenk komiser ise adama doğru bakarak konuştu. "Konuş lan, nerede savcı!?" dediğinde Tankut sesini çıkarmadı. Cenk elini adamın yarasına bastırıp tüm hıncını çıkartmaya çalışırken bağırdı. "Konuş! Kaçacak yerin kalmadı Tankut!" Tankut yüzünü buruşturup acı içinde kıvranırken zorla konuştu. "Dedim ya komiser, diğer cesetleri nasıl bulduysanız belki savcıyı da öyle bulursunuz." dedikten sonra ekledi. "Hadi size bir iyilik yapayım yine de, belki de şu ormanın herhangi bir yerindedir." dediğinde Cenk'te dayanamayarak adamın suratına yumruğunu geçirdi. Ardından hiç beklemeden konuştu. "Üzerindeki kan? Devrim savcı yaptı değil mi?" Tankut öksürerek güldü. "Ne yalan söyleyeyim gözü karaymış savcının, kaçmaya çalıştı ama bilmediği tek şey benden öyle kolayca kaçamayacağıydı." dedi. Pamir'de Bora'da gözleri döndüğü için ne adamın üzerindeki kanı görmüştü ne de böyle bir şey düşünmüştü. İkisinin içi de gururla doldu. Devrim'e silah kullanmayı da, kendini korumayı da abisi öğretmişti ve şimdi Devrim'in kendini kurtarmak için yaptığı uğraşı duyduğunda gururlanmadan edememişti. Devrim gerçekten beklediğinden iyi bir savcı olmuştu. "Hadi, arayalım hemen." diyerek onu tutan kişilerin elinden kurtuldu Bora. Sakin olması gerekiyordu. Devrim'in ona ihtiyacı olabilirdi. Sakin olup onu bekleyen kardeşini bulması gerekiyordu. Bu yüzden adamın sözlerine inanıp kendini kötüye hazırlamayacaktı. İçinde hissediyordu, Devrim onları bırakmazdı. "Arabadan köpeği getirin, her yeri didik didik edeceğiz!" diye bağırdı Cenk komiser. Onun emriyle birlikte arama köpeği getirildiğinde evin arkasındaki ormanlık alana doğru ekipler ilerlemeye başladı. Bora onlarla ilerlemeden önce nutku tutulmuş bir şekilde dikilen, umutları tükenen adama doğru baktı. "Benim kardeşim yaşıyor, biliyorum ben. Pamir, duyuyor musun beni! Yaşıyor o. Ben abisiyim onun hissediyorum." dedi Bora elini kalbine bastırarak. Ardından ekledi. "Bulacağız, ne pahasına olsun bulacağız. O bekliyor bizi. Hadi." dedikten sonra hızlı adımlarla ormana doğru ilerlemeye başladı Bora. Pamir koşar adımlarla ormana giren adama bakarken sözlerine tüm kalbiyle inanmak istedi. Buna çok ihtiyacı vardı çünkü. Bu inançla kendine geldi Pamir. Adımlarını ormana doğru atarak koşmaya başladı. "DEVRİİİM!" Bir yandan bağırıp bir yandan da koşarken her yere itinayla bakmaya çalışıyordu ama koskocaman orman bomboştu. Adımları yavaşlarken dinlenmek için elini dizlerine koyarak derin nefesler alıp verdi. "Nerdesin güzelim, neredesin?" diye mırıldandıktan sonra tekrardan bağırdı boğazı yırtılırcasına. "DEVRİİİM!" Ondan cevap gelirse diye birkaç dakika bekledi ancak hiçbir ses gelmiyordu. Tekrardan koşmaya devam ederken etrafta Devrim'in ismini bağıran birçok kişinin sesini duydu. Tankut'un söylediği sözleri aklına getirmeden, Devrim'in cesedini bulma düşüncesini zihninden silerek bir umutla her taşın altına bakarak sevdiği kadını aramaya devam etti Pamir. Eğer aklına getirirse şurada dizlerinin üzerine çöküp hüngür hüngür ağlayabilirdi. Artık dayanacak gücü kalmamıştı, sadece içinde Devrim'i bulacağı onu ayakta tutuyordu. O umudu da kaybederse yıkılırdı. Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken karşısına çıkan sapadan sağa doğru döndü. Diğerleri zaten arıyordu öteki tarafları. İçinden bir ses buraya gitmesini söylerken Pamir hızlı adımlarla sapadan ilerlemeye başladı. Bir yandan Devrim'e seslenirken bir yandan da kendi içinden Allah'a yalvarmadan duramıyordu. Gözleri koskocaman çam ağacının büyük gövdesinin önünde, yerde yatan bir kadına değdiğinde adımları duraksadı. Kahverengi saçlar kuru yaprakların ve toprağın üzerine dağılmış, yüzü ağacın gövdesine dönük bir şekilde uzanan bir kadın vardı karşısında ve hareketsiz bir şekilde yerde yatıyordu. O an bacaklarının titrediğini ve onu daha fazla taşıyamadığını hissetti Pamir. Dizlerinin üzerine sertçe çökerken titreyen ellerini dizlerinin üzerine yasladı ve karşısında cansızca yatan o kadına baktı. Kadının üzerindeki kıyafetler bugün Devrim'in giydiği kıyafetlerin aynısıydı. Tek fark krem renkli olan o gömleğin sırtındaki iki kurşun deliği ve deliklerden sızan kanla kırmızıya bulanmış olmasıydı...
Bölüm Sonu ‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz, beğendiniz mi? ‣‣‣ Bu bölüm yazarın anlatımından okuduk fazlaca. Umarım beğenmişsinizdir sahneleri... ‣‣‣ Katilin kim olduğunu öğrendik, neden bunu yaptığını öğrendik... Böyle bir şeyi bekliyor muydunuz? ‣‣‣ Son sahneler nasıldı? Sizce Devrim nasıl kaçmaya çalıştı, aralarında neler oldu? ‣‣‣ Bölüm sonundaki kadın Devrim mi sizce? Yoksa başka biri mi, tahmininiz var mı? ‣‣‣ Sizce bu bölümden sonra neler olacak? Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum... |
0% |