Yeni Üyelik
20.
Bölüm

Kaybolan Yıllar| 18

@mutlusonsuz222

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın...

18.Bölüm

Gün ağarırken...

Devrim Akyol'un anlatımından,

Umut etmek, insanın yaşaması için gerekli olan duygulardan biriydi benim için. Umut olmayınca, bir şeylerin olacağına olan inancında yitip gidiyordu. Buraya geldiğim ilk andan beri umudumu yitirmemeye çalışmıştım, umudumu korumaya çalışmıştım. Abimde, Pamir'de ne olursa olsun beni bulur demiştim ama saatler ilerledikçe benimde bu düşüncem azalmıştı, umudum yitip gitmeye başlamıştı.

Bu adamın ne kadar planlı olduğunu, işini titizlikle yaptığını biliyordum. Bunca zaman kaç cinayet işlemişti ve hepsinin üstü örtülmüştü. O köpek o bahçeye girmeseydi belki de bu hiç ortaya çıkmayacaktı. Muhtemelen ben öldürülsem de kimin yaptığı ortaya çıkmayacaktı çünkü her şeyi kitabına uyduruyordu.

Uykuya direnememiş gözlerimi kapatmıştım. Ellerim, ayaklarım, bacaklarım, boynum hareketsizliğimden dolayı kaskatı kesilip uyuşmuştu. İçimdeki korku git gide büyümüştü. Bazı şeylerin detaylarını bilmeyince insan daha rahat oluyordu ama ben artık karşımdaki adamın nasıl bir katil olduğunu en ince ayrıntısıyla öğrenmiştim ve korkmadan duramıyordum. Eğer beni bulamazlarsa benimde sonum diğer öldürülen kadınlar gibi olacaktı.

Kapı gıcırtıyla açılırken gözlerim duyduğum sesle birlikte anında açıldı. Tankut denilen adam içeri girerken konuştu. "Kusura bakmayın savcım, sizi de uyandırdım." dedikten sonra içeri tam olarak girip karşıma dikildi. "Ama artık işimizi halletmemiz gerekiyor." dediğinde kalbim telaşla çırpınmaya başladı. "Yanlış anlama, seni misafir etmek büyük bir zevk ama malum. Benimde yapmam gereken başka işler var." dediğinde içimden bir şeyler akıp gitti.

Bu adam gerçekten hastaydı. Hangi katil öldüreceği kişiye bunu söylerdi ki?

"Yapma." dedim korku dolu bir sesle. Tankut dudaklarını birbirine bastırıp başını iki yana salladı. "Yapabileceğim bir şey söyle savcı, imkansız şeyler istiyorsun." dediğinde büyükçe yutkundum. Tankut ise derin bir nefes alarak konuştu. "O zaman şöyle yapalım. Nasıl ölmek istersin, sana bir ayrıcalık yapalım." dediğinde nutkum tutuldu. Bir insan nasıl öleceğini daha önceden nasıl karar verirdi ya da ölüm şekline nasıl karar verirdi?

"Kimse ölmeyi hak etmez, bende ölmek istemiyorum." dedim gözlerine bakarken. Tankut derin bir nefes alarak başını sağa doğru eğerken mırıldandı. "Anlaşıldı, sana sormamam gerekiyordu. Ben kafamda karar veririm, sana da sürpriz olur." dediğinde ürperdim. Ben ölmek istemiyordum ki.

"Ben tuvalete gitmek istiyorum." dedim kendimden emin bir sesle. Belki kaçacak bir yer bulurdum, bir şeyler yapardım. Yapmam gerekiyordu, buradan kurtulmam gerekiyordu. Göz göre göre ölümümü bekleyemezdim, karşımdaki adam çok ciddiydi ve ben ölmek istemiyordum. Tankut saniyelik olarak düşündükten sonra başını salladı olumlu manada. "Tamam gidelim, kötü bir ev sahibi olabilirim ama buna izin veriyorum."

Yavaşça önümde eğilip ayak bileklerimdeki ipi çözdükten sonra arkama geçerek elimdeki ipleri de çözdü. Kolumdan tutarak beni ayağa kaldırdığında elimi bileğime götürerek ovuşturdum. Bunca saat bağlı durmaktan ipin izi geçmişti. Kolumdan tutarak beni odadan çıkartırken dikkatlice etrafıma baktım. Karanlık bir koridordu burası, birkaç tane daha oda vardı gördüğüm kadarıyla ve oldukça basık bir yerdi.

Gözlerim çıkışı ararken çıktığım odanın tam karşısındaki tavanda bir kapı gördüm. Başka bir çıkış kapısı görünmediğine göre o kapı ya çıkışa açılıyordu ya da tavana. Bunu anlamanın tek yolu oraya gitmekti. Öleceksem de kaçmayı denemeden ölmek istemiyordum.

"Gir içeri, işini hallet çık." diyerek bir kapıyı açan Tankut ile birlikte içeri girdim. Kapıyı arkamdan kapatarak etrafa bakındım. İşime yarayacak tek şey duvarda asılı duran aynaydı ve ben bu aynayı kırdığım an Tankut içeri girecekti. Tek çarem onu yaralayıp buradan kaçmaktı. İçeride pencere falan yoktu çünkü.

Aynada kendime bakarak derin birkaç nefes alıp verdim. Gözaltlarım ağlamaktan ve uykusuzluktan çökmüştü. Rimelim akmıştı. Ama bunların hiçbiri umurumda değildi, tek umurumda olan şey buradan bir an önce kurtulmaktı ve ben bunu başarabilirdim. Karşımdaki bir askerdi biliyordum ama denemekten başka çarem yoktu. Yapmam gerekiyordu.

İçimdeki heyecanı es geçerek tek hamlede aynayı alıp yere attım ve kırdım. Kırılan parçalardan uzun bir tanesini aldım. Saniyesinde kapı açılırken elimdeki aynayı karşımdaki adamın karın boşluğuna sapladım hızlıca. Bu hamlem onda bir şok etkisi yaratırken hızlı davranarak belindeki silahı aldım ve o yaranın etkisiyle iki büklüm olurken koşarak biraz önce gördüğüm kapıya ilerledim. Arkamdan gelen herhangi bir ayak sesi olmaması içimi biraz olsun rahatlatırken kapalı olan kapıyı bütün gücümü kullanarak açmaya çalıştım, o kadar ağırdı ki birkaç defa azıcık kaldırıp gerisini getirememiştim.

"Allah'ım yardım et baba ne olursun." diyerek mırıldanırken arkamdan gelen ayak seslerini duyarak daha da panik oldum ve hızlıca kapıyı kaldırarak merdivenden çıktım. Kapıyı hızlıca kapattıktan sonra derin bir nefes verdim. En azından onu oyalardı bu biraz. Tam tahmin ettiğim gibi burası yerin altında bir yerdi.

Dışarı çıkmak için etrafa bakındıktan sonra kapının bulunduğu odanın karşısındaki kapıyı gördüm. Hızlı adımlarla evden çıktığımda kalbimin gümbürtüsü kulaklarıma kadar ulaşmaya başlamıştı bile.

Evden çıktıktan sonra etrafıma bakınarak anayola çıkan yolu ararken sadece ormanlık alan görmemle birlikte sıkıntılı bir nefes verirken arkama bakmadan koşmaya başladım. Hava daha yeni aydınlanıyordu sanki. Ya da belki daha yeni kararıyordu bilmiyordum. Zaman algımı yitirmiştim. En azından bir araba ya da telefon edebileceğim bir yer bulsam her şey kolay olacaktı ama yoktu. Burası sadece ağaçlardan oluşan kocaman bir ormandı. Nereye gittiğimi bilmeden ilerlerken peşimden koşan adım sesleri gerilememe neden oldu.

Dizlerimin dermanı kalmamıştı ama içimdeki adrenalin duygusu bana güç veriyordu sanki. Kurtulabilirdim. Bunu yapabilirdim, arkamdaki adam yaralıydı. Ben ondan hızlı olabilirdim. Kendimi bu cümlelerle teselli etmeye çalışırken arkamdan gelen adamın sesini duydum. "Nereye kaçabileceğini sanıyorsun? Yakalayamayacak mıyım seni!?"

Hiç beklemeden koşarken korkuyu iliklerime kadar hissediyordum. Hayatımda hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyordum ben. Peşimde bir seri katil vardı ve ben kurtulmak için hiç durmadan koşmak zorundaydım. Dizlerim beni taşımayıp hızımı yavaşlatırken elimdeki silahı arkaya doğrultarak adama sıkmaya çalıştım. Ancak elimi tetiğe bastığım an silahtan ne bir ateşleme sesi geldi ne de başka bir şey.

Silaha doğru bakarken içinde mermi olmadığını görüp hırsla yere attım. "Allah kahretsin!" cırlayarak koşmaya devam ederken Tankut'un gülüşünü duydum. "Beni bu kadar salak zannetmen çok komik savcı, oysa davaları gördüğünde ne kadar zeki olduğumu anlaman gerekiyordu." dediğinde onu umursamadan koşmaya çalıştım.

Karşıma çıkan sapa yola girerek koşmaya devam ederken Tankut'un sesini duydum tekrar. "Sana bir şans vermiştim savcı, ölümünü kendin seç demiştim ama sen kaçmayı seçtin. Benim seçtiğim gibi öleceksin yani." dediği an kulaklarıma iki el silah sesi doldu.

Kulaklarım çınlarken birkaç sarsak adım atarak durdum. Sırtımda dayanılmaz bir acı hissederken ayaklarımın beni taşımadığını hissettim. Bu acıyı daha önce hiç tatmamıştım. Acı tüm bedenimi ele geçirirken gözyaşlarımın yanaklarıma damladığını hissettim. Bedenim yere doğru düşerken göz kapaklarım ağırlaşmaya başladı. Ben ölüyordum...

Aldığım nefes ciğerlerime dar gelirken derin bir nefes almaya çalıştım ancak nafileydi. Sanki koskoca ormandaki o oksijen ciğerlerime girmemek için savaş veriyor gibiydi. Göğüs kafesim alamadığı nefesle hızlı hızlı inip kalkarken bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Bir soğukluk sardı bedenimi, üşüdüğümü hissettim. Abim, babam veya Pamir yanımda olsa beni sıcaklıklarıyla sarıp sarmalasalar diye düşündüm o an.

Kesik kesik nefes almaya çalışırken tüm vücudum uyuşuyordu sanki. Gökyüzüne doğru bakarken önüme gelerek bakış açımı kapatan adamla gözlerimi kapattım. Ölmeden önce görmek istediğim en son yüz katilimin gözüydü.

İnsanın ölmeden önce hayatı gözlerinin önünden film şeridi gibi geçer derlerdi de inanmazdım. Öyleymiş. Annemle olan hatıralarım, abimle olan didişmelerim, babamla olan güzel anlarım, Pamir'in yanımda olduğu her an, Sinem, sevdiğim herkes bir bir aklımdan geçerken gülümsedim. Ben ölüyordum, belki de ismi bilinmeyen nice öldürülen kadından biri olacaktım.

Öleceğim için üzülmüyordum, sadece arkamda bırakacaklarım için üzülüyordum. Üzülemezdim ki, ben anneme kavuşacaktım. Sonunda onunla kavuşacak olmak beni sevindiriyordu.

Ben Devrim Akyol, bu hayatta çok şey başarmıştım. Bir evlat olarak, kardeş olarak, sevgili olarak, öğrenci olarak, savcı olarak çok şey yapmıştım ve şimdide çok özlediğim annemin yanına gidiyordum...

 

 

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından,

O an bacaklarının titrediğini ve onu daha fazla taşıyamadığını hissetti Pamir. Dizlerinin üzerine sertçe çökerken titreyen ellerini dizlerinin üzerine yasladı ve karşısında cansızca yatan o kadına baktı. Kadının üzerindeki kıyafetler bugün Devrim'in giydiği kıyafetlerin aynısıydı. Tek fark krem renkli olan o gömleğin sırtındaki iki kurşun deliği ve deliklerden sızan kanla kırmızıya bulanmış olmasıydı...

Pamir zorla diz çöktüğü yerden kalktı ayağa. Kalbi ağzında atarken sendeleyerek birkaç adım atıp yerde uzanan kadına doğru ilerledi. Kadının yanına ulaştığı an yan profilinden gördüğü yüzle birlikte cehennemi yaşıyorum sandı Pamir. Deli gibi her yerde aradığı, yokluğunda öldüğünü hissettiği kadındı, güzel sevgilisiydi.

Gözyaşlarının etkisiyle bulanık görmeye başlarken başını havaya doğru kaldırdı. "Allah'ım, yalvarıyorum sana." dedi kelimeler diline dolanırken. Aslında içinden geçen cümle şuydu: 'Allah'ım yalvarıyorum sana beni onun yokluğu ile sınama.'

Devrim'in yanına diz çökerken kadının boynundaki doğum lekesi gözüne çarptı. Üzerine bıçakla bir çarpı işareti yapılmıştı. Pamir onunla ilgilenmeyi sonraya bırakarak titreyen eliyle Devrim'e dokundu. Hissettiği soğuklukla birlikte titremesi daha da artarken mırıldandı. "Do-donmuşsun..."

Korkuyordu, o kadar çok korkuyordu ki yüreği sanki göğüs kafesinden çıkmak istercesine atıyordu. Elini nabzına götürdüğünde nabız alamamaktan o kadar korkuyordu ki elini oraya götüremiyordu Pamir. Nutku tutulmuş gibiydi. Eliyle yavaşça Devrim'i kendine doğru çevirdiğinde kadının solgun yüzünü görmek Pamir'in içinden bir parça daha kopup gitmesine neden oldu.

"Pamir, Pamir! Devrim mi o!?" Bora'nın sessizlik içinde yankılanan telaşlı ve korku dolu sesiyle cevap veremedi Pamir. Bora koşar adımlarla yanlarına gelirken gördüğü yüz ile birlikte sendeledi. "Allah'ım, hayır, hayır, hayır." yere doğru çökerken feryat etti. "Yaşıyor mu!? Pamir yaşıyor de! Ölmedi kardeşin de, Pamir!" Bora ilk defa gardını bu kadar indirirken yüreği yanıyordu.

Bora'nın bağırtılarıyla Cenk komiserde yanlarına giderken gördüğü görüntü ile afallayıp kaldı. Eli telsize giderken anons geçti. "Devrim savcı bulundu, saat 10 yönünde sapa yolda. Acil ambulans çağırın. Tekrar ediyorum acil ambulans çağırın."

Anonsu duyan tüm ekipler bildirilen yere doğru gelirken Pamir nihayet cesaretini toplayıp elini Devrim'in nabzına doğru götürürken nefesini tuttu. Parmaklarını kadının sağ boynuna doğru bastırdığında parmaklarının ucunda atan nabzı duymayı bekledi. O nabzı hissedene kadar kendi kalbinin atmayı bıraktığını sanarken parmaklarının ucunda zayıf olan o nabzı hissetti.

Hissettiği nabız sinirlerinin boşalmasına neden olurken güldü Pamir. O adamın söylediği sözlerin gerçek olma ihtimali sinirlerini o kadar yıpratmıştı ki, şimdi kendini tutamıyordu. "Yaşıyor! Allah'ım sana şükürler olsun. Yaşıyor!" verdiği müjdeli haberle birlikte Bora'da güldü. "Biliyordum, bizi bırakmayacağını biliyordum." İkisini de o içlerini kaplayan kara bulutları bir nebze olsun dağıtmışlardı. Evet Devrim yaralıydı ama bulmuşlardı ve yaşıyordu ya önemli olan oydu onlar için.

Kardeşinin yanı başına geçerek elini kardeşinin yüzüne doğru götürdü. "Ben geldim abicim, ben geldim. Merak etme. Emin ellerdesin artık." Gözyaşları kardeşinin yüzüne damlarken bağırdı. "Bir bez bulun, bir şey bulun!"

Arkada Devrim'in yaşadığı haberini alan tim üyeleri birbirlerine sarılıp sevinçlerini paylaşırken Bora'nın sesiyle birlikte birbirlerinden ayrıldılar. Batuhan yanında getirdiği çantadan hızlıca sargı bezi çıkartırken Devrim'in yanına yaklaşarak bezleri kurşun yarasına bastırdı ve kanamayı durdurmaya çalıştı.

"Ambulansı beklemeyelim, o gelene kadar çok kan kaybeder. Biz götürelim." dedi Pamir hızlıca. Devrim'i bulmuştu ya şimdi aklı başına gelmişti ve o soğukkanlı haline tekrar bürünmüştü. Sevdiği kadın yaşıyordu, şuandan itibaren önemli olan tek şey onun hızlıca hastaneye yetiştirilmesiydi. Başka bir şey umurunda değildi. "Pamir komutanım haklı, beklersek çok kan kaybeder. Zaten yeteri kadar kaybetmiş, nabzı yavaş." dedi Batuhan hızlıca.

Pamir hiç beklemeden Devrim'e doğru eğilip bir kolunu kızın bacaklarının altından geçirirken diğerini de beline doğru sararak kucağına aldı. Bora üzerindeki parkayı çıkartarak kardeşinin üzerine örterken konuştu. "Hadi, hadi çabuk olun."

Pamir koşar adım arabalarının olduğu yere doğru ilerlerken bir yandan da kucağındaki kadına bakıyordu. "Dayan bitanem, dayan güzelim... Yetiştireceğiz seni, sen yeter ki dayan." İçi ferahlamıştı ferahlamasına ama daha Devrim'in iyi olup olmayacağı belli değildi. Şimdide bu düşünce korkutuyordu onu.

Hızlı adımlarla arabalara vardıklarında Tankut'un da aşağıda buldukları o adamında çoktan ekip otosuna alındığını gördüler. Bunu umursamadan Devrim'i geldikleri minibüs tarzı siyah volkswagen transporter araca bindirdiler. Pamir kucağında Devrim ile birlikte koltuklardan birine otururken onu bir saniye bile kucağından indirmedi, indiremedi. Sanki kucağından indirirse, temaslarını keserse Devrim ellerinden uçup gidecekmiş gibi hissediyordu.

"Bas gaza Kürşat!" Ahmet, Kürşat'a seslenirken Kürşat sakin olmaya çalışarak cevapladı. "Hiç merak etmeyin, en kısa sürede yetiştireceğim sizi." Araç en önde hız sınırlarını zorlayarak ilerlerken arkada diğer ekipler vardı.

"Komutanım, yaraya tampon yapın. Kanaması fazla. Ara ara nabzını kontrol edin." Batuhan'ın sözleriyle birlikte Bora hızlıca Pamir'in ve kardeşinin yanına ilerlerken yaranın üzerine bastırdı. Devrim'i bulduğuna ne kadar seviniyorsa içindeki acıda bir o kadar fazlaydı Bora'nın. Kardeşini böyle görmüştü ya artık ölse gam yemezdi, onun yerinde olmak için canını verirdi ama olmamıştı, Devrim'i koruyamamıştı. İçindeki suçluluk duygusu ve Devrim'i böyle görmek onu yiyip bitiriyordu sanki. "Dayan güzelim, dayan abicim."

Pamir'de Bora'dan farksızdı. Elini Devrim'in yanağına koymuş usul usul kızın yüzünü okşayıp izlerken içinden dualar ediyordu.

"Batuhan, bana bak. İyi olacak değil mi?" dedi Yiğit, Batuhan'ın kulağına doğru fısıldarken. Komutanlarının perişanlığına ilk defa şahit olmuştu tüm tim. Devrim'in onun için kıymetini elbette biliyorlardı ancak Pamir'in tüm soğukkanlılığını kaybetmesini, gardını indirmesini hiç beklemiyorlardı. Şimdi onun bu perişan hali tüm timi endişelendiriyordu. Ayrıca daha yeni tanıştıkları o gencecik kadının yaşam savaşı vermesi de içlerini yakıyordu.

"Bilmiyorum, bilmiyorum Yiğit. Çok kan kaybetmiş, nabzı epey yavaştı. Dayanabilir mi bilmiyorum." dedi karamsar bir biçimde. Onları arkadan dinleyen Ahmet eğilerek fısıldadı. "Allah'ın izniyle dayanacak, dua edin."

Araç hastanenin önünde ani bir frenle durduğunda önde oturan Soner arabadan inerek bağırdı. "Sedye getirin çabuk, yaralı var." Onun bağırdığını duyan görevliler sedye getirirken arabanın kapısını açtı Soner. Pamir kucağında Devrim ile birlikte inerek getirilen sedyeye onu yatırırken sedye hastaneye doğru ilerletilmeye başladı. Ne Pamir ne de Bora bir saniye olsun o sedyenin başından ayrılmayıp Devrim ile birlikte ilerlediler.

Açık kumral, yeşil gözlü bir kadın sedyeyi ilerletirken konuştu. "Hastayla ilgili bilgi verin." dediğinde Batuhan konuştu. "26 yaşında kadın, sırtında iki kurşun yarası var, kurşun çıkış izi yok. Nabzı yavaş, onu bulduğumuzda çok kan kaybetmişti." dediğinde kadın onayladı. "Kan grubu nedir?" dediğinde Bora'da Pamir'de aynı anda cevap verdi. "AB Rh(+)" Doktor başını sallayarak konuştu. "Kan bankasına haber verilsin."

Sedye ameliyathaneye götürüldüğünde ne Pamir ne de Bora içeri giremedi. İkisi de kapının ardında kalırken sadece Devrim'in içeri götürülüşü seyrettiler. Bu saatten sonra ellerinden hiçbir şey gelmezdi, bundan sonrası doktorlarda ve Devrim'in yaşama tutunma isteğine bağlıydı...

 

 

 

⁎⁎⁎⁎⁎

"Pamir, bak biz buradayız. Hadi sen ellerini yıkayıp gel kardeşim." dedi Hakan, Pamir'in önünde dikilerek. Devrim ameliyata alınalı yarım saati geçmişti. O dakikadan itibaren Pamir ameliyathane kapısının yanındaki yere çökmüş, sırtını duvara yaslayarak kanlı ellerine bakıyordu. "Hayır, ondan bir haber almadan gidemem..." dedi Pamir acıyla. Sevdiği canıyla cebelleşirken ne üzerindeki ne ellerindeki kan umurunda değildi.

Hakan derin bir iç çekerek karşıda çaresizce oturan Bora'ya baktı. Onunda durumu Pamir'den farksızdı. Çaresizce, içindeki umutla, korkarak kardeşinden bir haber bekliyordu. İyi olduğuna dair güzel bir haber... Eğer onun ölüm haberini alırsa ne yapacağını bilmiyordu. Bu ihtimali aklına getirmek istemiyordu ama o ihtimal hiç çıkmıyordu içinden. Annesinden sonra kardeşini de kaybederse artık vatanı hariç hiçbir yaşama sebebi kalmazdı Bora'nın. Ellerindeki kurumuş kana bakarken yutkundu. Bu ellerle kaç kişinin tabutunu taşımıştı hiç saymamıştı ama kardeşinin tabutunu taşırsa dayanamazdı...

Taner, kantinden aldığı su şişelerini ameliyathane önüne getirirken sırayla herkese dağıtmaya başladı. Saatlerdir kimse ne su içmişti ne de bir şey yemişti. Ama güçlü olmak için en azından su içmeleri gerekiyordu. Bunu en iyi deneyimleyenlerden biri Taner'di. Bu yüzden tim arkadaşlarına suları dağıttıktan sonra sandalyede oturan Bora'nın yanına ilerledi.

Elindeki su şişesini Bora'ya doğru uzattığında Bora başını iki yana salladı. "Sağ ol, istemiyorum." dediğinde Taner iç çekerek Bora'nın yanındaki boş yere oturdu ve konuştu. "Komutanım, güçlü olmak için içmeniz lazım." dedikten sonra ekledi. "Hem Devrim hanımın ameliyattan çıktıktan sonra size ihtiyacı olacak, o yüzden içmeniz gerekiyor." dediğinde Bora bir şey söylemedi. Taner ise bakışlarını ameliyathane kapısına çevirerek mırıldandı. "Sizi en iyi ben anlarım, bu ameliyathane kapısında üç kişiyi bekledim ben. Sizin gibi canım dediğim üç kişiyi. Ciğeriniz nasıl yanıyor, beklemek nasıl bir azap bilirim. Ama güçlü olmanız gerekiyor."

Taner, bu kapıda annesiyle, babasıyla ve kardeşiyle vedalaşmıştı. O yüzden onları en iyi kendisi anlıyordu. Bu olay ona kendi kayıplarını hatırlatmıştı ve komutanlarının yanında olmak için elinden geleni yapacaktı.

Taner'in sözleriyle birlikte Bora'nın bakışları Taner'e döndü. Taner ise burukça gülümseyerek hem Bora'ya hem de Pamir'e baktı. "Ben biliyorum, siz bir kayıp yaşamayacaksınız ve bu ameliyathane önünden mutlu bir şekilde ayrılacaksınız." dediğinde Bora başını salladı. "İnşallah."

Taner tekrardan su şişesini Bora'ya uzatırken Bora şişeyi alarak kapağını açtı ve birkaç yudum içti. Su boğazındaki yumruyu, kuruluğu azaltırken bakışlarını ameliyathane kapısına çevirdi.

Koridorda duyulan kalabalık adım sesleriyle birlikte tüm bakışlar gelen kişilere doğru döndü. Serhat bey, Halide hanım, Burçe ve Sinem koşar adım yanlarına ilerlerken Sinem'in gözleri direkt olarak Pamir'in yanında dikilen Hakan'a kaydı. O haber vermişti Devrim'in bulunduğunu. Ancak durumun ameliyatlık olduğunu söylememişti. Şimdi Sinem, arkadaşının ameliyatta olduğunu öğrenince yıkılmıştı. Turan Bey ise hala gelememişti. Ankara'dan Hakkari'ye en yakın uçak akşam üzeriydi.

"Bana yalan söyledin." diyerek Hakan'a doğru bakarken Hakan yaslandığı yerden doğrularak direkt olarak Sinem'e doğru ilerledi. "Korkmayın diye söylemedim, telefonda bu haber nasıl verilirdi ki?" dedi sıkıntılı bir şekilde. Sinem'de, Burçe'de defalarca kez Pamir'i ve Bora'yı aramışlardı ama onlar kendi dertlerinde olduğu için haber verme görevi Hakan'a düşmüştü. O da onları telaşlandırmamak için sadece hastanede olduğunu, durumunun iyi olduğunu söylemek zorunda kalmıştı.

"Bana Devrim iyi dedin, buraya bir geliyorum ki kardeşim ameliyatta. Senin benim hayallerimle oynamaya ne hakkın vardı?" dedi sitemle ve titreyen sesiyle. Şuan Hakan ile tartışacak gücü bile kendinde bulamıyordu. Bir yandan hak veriyordu ama bir yandan da acıdan ağzından hangi sözler çıkıyor bilemiyordu. "Özür dilerim, çok üzgünüm ama elimden başka bir şey gelmedi." dedi Hakan kendini savunurcasına. Sinem'in iyi olmadığının farkındaydı, bu yüzden sözlerine takılmadan kızın kolundan tuttu ve oturması için ona yardım etti.

"Bir haber var mı, durum nedir?" diyen Serhat bey hem oğluna hem Bora'ya bakarken onlardan bir cevap gelmemesi üzerine Batuhan cevap verdi. "Sırtından vurulmuş, bir haber yok. Bizde bekliyoruz, daha 40 dakika ancak oldu." dediğinde Burçe şokla mırıldandı. "Ne?" Bakışları Batuhan ile buluştuğunda akan gözyaşlarını umursamadan tekrar konuştu. "Vurulmuş mu?" Batuhan başını olumlu anlamda sallarken Burçe daha fazla ağlamaya başladı. Batuhan kızın hıçkırıklarıyla panik olurken hızla konuştu. "Ama iyi olacak, ben biliyorum. Sakin olun lütfen." diyerek elindeki hiç açılmamış olan su şişesini kıza doğru uzattı.

Burçe, Batuhan'ın elindeki su şişesini alıp kapağını açtıktan sonra birkaç yudum içti. "Teşekkürler." dediğinde Batuhan başını eğip kaldırdı. "Rica ederim."

Cenk komiser, Tankut'un tedavisi için onu doktorlara emanet etmiş ve kapısına iki polis dikerek Devrim savcısının durumunu merak ettiği için ameliyathanenin önüne ilerlemeye başladı. Cenk'in geldiğini gören Pamir oturduğu yerden aniden ayağa kalkarken Cenk'e doğru ilerleyip konuştu. "Nerede o döl israfı?" dediğinde Cenk komiser cevap verdi. "Yaralarına bakıyorlar, kolundaki yara fena değil ama karnındaki yara epey kanamış." dediğinde Bora'da oturduğu yerden kalkarak mırıldandı. "Keşke ölseydi orospu çocuğu."

"Karnındaki yara bir delici aletle olmuş, evdeki incelemelerde kanlı bir ayna parçası bulunmuş. Tuvalette de ayna kırıkları. Savcımın yaptığını düşünüyoruz, muhtemelen kaçmak için adamı yaraladı ve sonra ormana doğru ilerledi. Ancak Tankut'ta peşinden giderek sırtından vurdu." diyerek çıkarımlarını anlattıktan sonra ekleme yaptı. "Ormanda boş bir silah bulundu, muhtemelen onu da savcım aldı, parmak izi tespiti yapıldığında anlayacağız bunu. Etrafta Devrim savcımın vurulduğu yer dışında hiç kovan bulunmadı, incelemeler devam ediyor. Anlamadığım şey neden öldürmemiş.." dedi düşünceli bir biçimde.

Pamir duyduğu cümleler ile kaşlarını çatarken içinden iyi ki diye düşündü, iyi ki öldürmemişti. Gerçi ne olacağı da belli değildi, belki adam amacına ulaşacaktı hiçbir şey belli değildi. "Onu ifadeden sonra öğreneceğiz bakalım." diye kendi kendine ekledi Cenk.

Sinem oturduğu yerden ayağa kalkarak yanlarına doğru geldi. "Davaya kim bakıyor?" diye sorduğunda Cenk komiser, Sinem'in kim olduğunu anlamak istercesine bakarken Sinem tekrar konuştu. "Hakime Sinem Türksoy dava ile ilgili bilgileri bizzat öğrenmek istiyorum." dediğinde Cenk komiser hızlıca başını salladı. "Nasıl isterseniz hakime hanım. Başsavcı Muhammed Tezer, dava ile bizzat ilgileniyor. Devrim savcımı bu hale getiren adamın en ağır cezayı alması için iddianameyi hazırlamaya başladı. Tedavisi bittikten sonra emniyette sorgusu yapılacak."

Sinem aldığı bilgilerle başını sallarken Bora burnundan sert bir nefes verdi. "En ağır cezayı alsa kaç yazar, kim bilir kaç kişiyi öldürdü? Kaç kişiyi yaraladı. Müebbet yese bile ona ödül olur, böyle adalet sisteminin içine sıçayım ben." diyerek yanlarından uzaklaşırken Cenk komiser, Bora'nın haklılığı karşısında bir cevap veremeden sessiz kaldı.

Saatler ilerlerken herkes bir köşeye çekilmiş kara kara düşünüyordu. Pamir artık çıldıracak raddeye geldiğinde oturduğu yerden kalkarak bağırdı. "Neden kimse bir şey söylemiyor?" diye sertlenirken Burçe abisinin kolundan tutarak sakinleştirmeye çalıştı. "Abi, sakin ol. Birazdan çıkarlar." derken ameliyathane kapısının açılması bir oldu.

Herkes ayağa kalkıp çıkan doktora bakarken Bora hızla, hastanenin önünde onları karşılayan doktora yaklaşarak konuştu. "İyi mi kardeşim? Durumu nedir?" Alacağı cevaptan korksa da doktorun yüzündeki ifadeyi anlamaya çalışıyordu. Doktor başını salladığında herkes derin bir nefes verirken doktor anlatmaya başladı. "Buraya geldiğinde çok fazla kan kaybetmişti, kan transfüzyonu yapıldı. Kurşunlardan birisi kalbine yakın bir yere isabet etmiş yani sol akciğeri kötü durumda. Önümüzdeki 24 saat kritik diyebiliriz, yoğun bakıma alıyoruz."

"Nasıl kritik? Ne demek istiyorsunuz açık konuşun." dedi Pamir, karşısındaki doktorun ne söylediğini kavramaya çalışırken. Doktor ise derin bir nefes alarak cevap verdi. "Her şeye hazırlıklı olun yani, dua edin." dediğinde dünyasının başına yıkıldığını hissetti Pamir.

Doktor başka hiçbir şey söylemeden yanlarından uzaklaşırken Bora başını iki yana salladı. "Hayır, dayanır benim kardeşim. Dayanır, bırakmaz bizi." dedi kabullenemeyerek. Elini kalbine götürüp nefes almaya çalışırken Serhat bey, Bora'nın önüne geçerek kolundan tuttu. "Dayanır, sakin ol yavrum. Metanetini koru."

Burçe ve Sinem birbirlerine sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlarken Halide hanım elini duvara yaslamış duyduklarını sindirmeye çalışıyordu. Zaten oğlunun sözlerinden sonra vicdan azabı çekmeye başlamışken şimdi Devrim'in içinde bulunduğu durum vicdanını daha da sızlatmaya başlamıştı. Oğlunun yanına doğru adımlarken Pamir olduğu yerde kalakalmıştı. Bugün üst üste o kadar çok kötü haber almıştı ki artık algıları kapanmıştı sanki.

"Oğlum..." diyerek Pamir'e bakan Halide hanımla birlikte irkildi Pamir. Bakışlarını annesine çevirirken küçücük oğlan çocuğu gibi dolu gözleriyle baktı annesine. Devrimle yaşadıkları o olaydan sonra annesiyle konuşmayı kesmişti. Halide hanım, oğlunun bu görüntüsü ile daha da yıkılırken Burçe, Sinem'den ayrılarak abisine doğru ilerledi.

Abisiyle annesinin arasının bozuk olduğunu biliyordu ve abisinin de şuan yaslanacağı bir omuza ihtiyacı olduğunu bildiğinden kollarını abisine doladı sıkıca. Pamir başını kardeşinin omzuna doğru koyarken mırıldandı. "Ona bir şey olmasın... Allah'ım onu bize bağışla." Pamir titrek sesle mırıldanırken sessizce gözyaşlarını kardeşinin omzuna akıttı.

Burada birçok kişi vardı.. Emrindeki askerler, kardeşi, annesi, babası, tanımadığı kişiler ama hiçbirini umursamadı Pamir. Umursayamadı. Onun en ihtiyacı olan kişi yaşam savaşı verirken yıkılışını başkalarının görmesini umursamadı Pamir. Belki soğukkanlı olması gerekiyordu, belki yılmadan ayakta durması gerekiyordu ama yapamadı. Başı kardeşinin göğsüne yaslanırken mırıldandı. "Ona bir şey olmayacak de, siz beraber olacaksınız de." dedi çaresizce.

Burçe gözyaşlarını akıtırken başını salladı. "Yengem çok güçlü biri, bir şey olmayacak. Dayanacak, siz hep birlikte olacaksınız..." dedi içindeki inançla. Abisinin saçlarını okşayarak sakinleşmesini sağlarken ağlamaya devam etti.

O sırada oğlunun acısına ortak olamayıp uzaktan onu izlemek zorunda kalan Halide hanım hem yaptığı şeylere pişman olup hem oğlunun acısına hem de içeride yaşam savaşı veren Devrim için ağladı...

 

 

 

⁎⁎⁎⁎⁎⁎

"Nerede benim kızım?" Turan bey telaşlı adımlarla koridorda yürürken nefes nefese kalmıştı. Uçak saati gelinceye kadar, uçakta ve havaalanından hastaneye gelene kadar meraktan ölmüştü. Yolda Bora'yı aramıştı, Bora babasının dayanamayacağını bildiği için sadece Devrim hastanede, bulundu diyebilmişti. Durumun kritik olduğundan bahsedememişti.

Bora babasını gördüğü gibi ayağa kalkarken Turan bey Bora'ya baktı. "Devrim nerede? Hastanede dedin, nerede?" diyerek etrafına bakarken Serhat bey, Turan beyin yanında giderek kolunu tuttu. "Gel Turan, şöyle oturalım bir." dediğinde Turan bey korkuyla arkadaşına baktı. "Bir şey mi oldu Devrim'e? Neden konuşmuyorsunuz?" diyerek koridorda bekleyen gözü yaşlı herkese baktı Turan.

"Yoğun bakımda, durumu kritik." dedi Bora daha fazla beklemeden. Daha fazla saklayamazdı ondan. İçinde tutamıyordu ki bu düşünceyi, onunda derdini paylaşmak için bir omuza ihtiyacı vardı. Turan bey duyduğu cümle ile elini kalbine doğru götürürken sendeledi. "Turan amca." Sinem hızlıca Turan beyin yanına koşup diğer kolundan tutarken Bora konuştu. "Baba otur şöyle."

Turan bey başını iki yana salladı. "Oturamam, kızımı göreceğim ben." derken bakışları yoğum bakımı gören camın başında dikilen Pamir'e doğru kaydı. Pamir sanki etrafta yalnızca Devrim ile kendisi varmış gibi kendini dış dünyadan soyutlamıştı ve olan bitenle ilgilenmiyordu.

Turan beyde cama doğru ilerlediğinde hasta yatağında entübe edilmiş biçimde uzanan kızını gördüğünde gözyaşlarının yanaklarına aktığını hissetti. Göğsünden uzanan kablolarla kalp atışları bir monitör yardımıyla izleniyordu. O kalbin attığına dua etti o an için Turan bey. Elini cama doğru yaslarken mırıldandı. "Ben geldim kızım, sen beni böyle mi karşılayacaktın? Biz seninle böyle mi buluşacaktık tekrar?"

(Entübe= Herhangi bir nedenle oluşan solunum yetersizliğinde, kendi haline bırakıldığında rahatça nefes alamayan ve oksijeni hayati organlara gönderemeyen bir kişiye dışarıdan solunum desteği verebilmek için ağızdan soluk borusuna bir tüp yerleştirilmesi işlemidir.)

 

"Baba, gel otur şöyle lütfen." dedi Bora tekrar babasının kolunu tutarken. Zaten mecali kalmamıştı, kardeşini bu durumda görmek elinin kolunun dermanını kesmişti. Ayakta zor durduğunu hissediyordu, birde babası fenalaşırsa onunla nasıl ilgilenirdi bilemiyordu.

Saatler geçmişti ameliyat biteli. Bora tüm tim üyelerine teşekkür etmiş ve gitmelerini sağlamıştı. Belli etmeseler de onlarında yorulduğunu biliyordu çünkü. Bugün hiç kimse için kolay geçmemişti. Cenk komiser ise Tankut'u ifade için emniyete götürmüştü. Hastanede sadece Pamir'in ailesi, Hakan, Sinem, Bora ve hasta yatağında baygınca uzanan Devrim kalmıştı. Birde şimdi Turan bey gelmişti..

"Kızım, sen nasıl bu hale geldin. Yavrum benim." Turan bey kızının acısını en içinde hissederken oğlunun desteği ile boş olan sandalyelerden birine oturdu. Gözyaşları yanaklarına akmaya devam ederken emekli asker kimliğini bir kenara bırakmıştı. Karşısındaki odada ölümle cebelleşen kişi kendi canından, kanından olan evladıyken insanın dayanma gücü kalmıyordu. Evlat acısı bir başkaydı..

"İyi olacak Turan, Devrim güçlü kız. İyileşecek." dedi Halide hanım okuduğu Yasin'den başını kaldırarak. Doktor dua edin dediği andan itibaren çantasında bulunan Yasin kitabını çıkarmış ve Devrim'e okumaya başlamıştı. İçindeki vicdan azabından bir nebze olsun kurtulmak için, içini rahatlatmak için bunu yapıyordu ve belki birazda hatasını anlayıp telafi etmek istediği için...

Sinem, Halide hanımın cümleleri ile alayla güldü. "Yapmayın Halide hanım, Devrim'in ölmesi en çok sizin işinize gelir." dedi eliyle gözyaşını silerken. Turan bey ne olduğunu anlamaya çalışırcasına Sinem'e bakarken Bora kaş göz işareti yaparak Sinem'i uyarmaya çalıştı. "Sinem, şimdi yeri değil abicim." derken Sinem başını iki yana salladı. Çünkü Sinem'in canına tak etmişti artık. "Tam yeri Bora abi."

Devrim zaten yıllarca Pamir için acı çekmişken, Halide hanımın acımasızca Devrim'e laf sayması, laf sokması, acısını anlamaması bardağın taşmasına neden olmuştu. Bunca zaman Devrim istiyor diye susmuştu ama şimdi karşısındaki kadının birden iyi olmasına dayanamıyordu.

"Buraya geldiğin andan itibaren hatta Pamir'in yaşadığını öğrendiğin andan itibaren Devrim'i üzmek için elinden geleni yaptın, onun mutlu olması gereken anları burnundan getirdin sen." dedi lafını geri çekmeden. Sinem'in sesinin yükselmesiyle birlikte Halide hanım büyükçe yutkundu, hatasının farkındaydı çünkü. "Devrim, Pamir'i affedemiyor diye ayrı laf saydın, Pamir'e kız ayarlamaya çalıştın. Yetmedi kıza kendini yalnız hissettirdin. O seni annesi yerine koydu, sen onu bir kez daha annesiz bıraktın."

"Sinem, şimdi sırası değil bunun. Herkes çok üzgün." Hakan, Sinem'in kolundan tutup onu dışarı doğru götürmek için hamlede bulunurken Sinem kolunu Hakan'dan kurtarıp tekrar baktı Halide Hanım'a. "Şimdi üzülmeye hakkın var mı senin? Devrim ölüm döşeğindeyken mi aklın başına geldi?" dedi sinirle. Tahammül edemiyordu. Kardeşinin yaşadıklarını bir o biliyordu çünkü.

Hakan, tekrar Sinem'in kolundan tutup hava alması için dışarı çıkartacağı sırada Sinem içinde yaşadığı patlamayla acıyla konuştu. "Ölüyor benim kardeşim, ölüyor. Senin burada durmaya hakkın var mı?" diye sertlenirken Hakan kızın kendine gelmesi için kendine çekerek sarılırken Sinem başını istemsizce Hakan'a doğru yaslayarak gözyaşlarını akıtmaya başladı.

Ağlayacak bir omuza olan ihtiyacı olduğunu düşünerek Hakan'a sığınırken Hakan'da bunu kabullenerek Sinem'in sırtına ellerini koydu ve aşağı yukarı sıvazlayarak ona destek olmaya çalıştı. Sinem'i anlayabiliyordu, bugün Pamir'e bir şey olsa o da aynı tepkileri verirdi. İkisi belki de ilk defa birbirlerine sataşmadan normal bir şekilde konuşup temas etmişlerdi.

"Doğru mu bunlar?" dedi Turan bey duydukları ile yıkılırken. Kendisi Pamir ayağına geldiğinde onu hoşgörü ile karşılamıştı. Kendi oğlu gibi sevinmişti yaşadığını öğrendiğinde. Serhat ve Halide'nin de Devrim'i kendi kızları gibi gördüğünü düşünmüştü ve şuan duydukları ile çok büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. "Yazıklar olsun. Bende Devrim'i gerçekten kızınız gibi görüyorsunuz sanmıştım. Hepsi Pamir gelene kadar mıydı?"

"Turan, öyle değil." diye kendini açıklamaya çalışan Serhat beyin sözünü kesti Turan bey. "Ben anlayacağımı anladım Serhat, madem yılların dostluğu hatırına bile kızıma saygı göstermediniz bundan sonra ne arkadaşlık kalır ne başka bir şey. Ben kızımı sokakta bulmadım." diyerek rest çekerken oturduğu yerden kalktı hızla. Halide hanım suçlunu bilip başını yere doğru eğerken Serhat bey kızgınca eşine doğru baktı.

Tekrardan kızına bakmak için cama yaklaşırken camın önünde dikilen Pamir'e doğru baktı Turan Bey.. Onun nasıl bitik bir halde olduğunu görebiliyordu, bu yüzden kızı iyileşene kadar susacaktı ama onunda Pamir'e bir çift lafı vardı. Madem Halide hanım, Devrim'e karşı bu kadar laf sahibi olabiliyordu. Bundan sonra o da gerektiği gibi davranacaktı.

Sessizlik içinde beklemeye devam ederlerken Devrim'in ameliyatını yapan doktor onlara doğru ilerlemeye başladı. Kapının önünde merakla, endişeyle, korkuyla bekleyen aileye göz ucuyla baktıktan sonra yoğun bakım ünitesine girerek Devrim'in hayati fonksiyonlarını kontrol etti. Ardından tekrar dışarı çıktığında Turan bey, Bora ve doktorun geldiğini gören Pamir doktora doğru yaklaştılar.

Bora, göz ucuyla doktorun yaka kartını okudu. 'Işık Altınel' O sırada babası hızlıca konuştu. "Kızımın durumu nasıl?" dediğinde doktor Işık hanım cevap verdi. "Bir değişiklik yok, aynı ne yazık ki." dediğinde Bora hızlıca araya girdi. "Yani bu iyi bir şey değil mi? Kötü bir şey yok, yani iyileşebilir." dedi bir umutla. Işık hanım buruk bir şekilde kardeşinin güzel haberini bekleyen abiye baktı. "Kötü bir şey olmaması açısından iyi evet ama iyi bir gelişme olduğu da söylenemez. Beklemeye devam edeceğiz."

Turan bey elini duvara yaslayıp ayakta durmaya çalışırken Işık hanım tekrar konuştu. "Burada beklemekten başka elimizden bir şey gelmez, isterseniz sizde gidip dinlenin. Devrim hanım iyileşirse bundan sonra size çok ihtiyacı olacak. Ben bugün nöbetçiyim, mutlaka size haber verdirtirim bir gelişme olursa." dedi nazik bir biçimde.

Pamir doktorun söylediği 'iyileşirse' kısmına takılı kalırken Bora hızlıca başını iki yana salladı. "Ben gitmem, onun iyi olduğunu bilmeden gidemem. Kalmamda bir sakınca var mı?" dediğinde Işık hanım başını iki yana salladı. "Hayır ama bu kadar kalabalık olmanız doğru değil." dedikten sonra ekledi. "Çok geçmiş olsun, dediğim gibi ben nöbetçiyim. Bir şey olursa odam 2. katta solda." dediğinde Bora onayladı. "Teşekkür ederiz."

Işık hanım yanlarından uzaklaşırken Pamir tekrardan cama doğru döndü. O sırada Burçe, abisine yaklaşarak başını koluna doğru yasladı ve mırıldandı. "Abi, iyi olacak Devrim yengem. Ben biliyorum, sende inancını hiç kaybetme ne olur." dedi teselli etmek için. Kendisi de çok üzgündü ama abisinin daha çok teselliye ihtiyacı olduğunu biliyordu. Devrim, Burçe için bir yenge, bir ablaysa Pamir için her şeydi.

Kalbi Devrim için pır pır attığında Pamir kalbinin yerini net bir biçimde hissediyordu. Ya da Devrim'in kokusunu soluduğunda nefes aldığını hissediyordu.. O yanındaysa kendini iyi hissediyordu, o yanında değilse özlemden deliriyordu. Şimdi o özlemden delirdiği kadının gözlerini neredeyse 2 gündür görememişti. Devrim o çok sevdiği kahverengi gözleriyle aşık aşık bakmamıştı Pamir'e ya da Pamir'e sıkıca sarılıp onu çok sevdiğini söylememişti. Bir insan bir insanın sesini bile özler mi derseniz Pamir için cevap evetti. Pamir şimdiden çok özlemişti.

Bunlar bile Pamir'in nefesini keserken Devrim'i bir daha görememe düşüncesi, onu kaybetme düşüncesi ağır geliyordu. Boğazında gitmek bilmeyen bir yumru vardı. Bakışlarını bir an olsun Devrim'den çekemiyordu, çektiği an onu kaybedeceği düşüncesi aklını yitirmesine neden oluyordu. Pamir, Devrim'e öyle bir bağlanmıştı ki bunu kelimelere dökmek çok zordu.

"Bora abi, Pamir." diyerek camın başında bekleyen iki adama seslendi Sinem. Biraz önce Hakan'a sarılmanın utancını üzerinden atmış ve aklına gelen şeyi paylaşmak için onlara dönmüştü. Bora'da Pamir'de Sinem'e doğru döndüğünde Sinem konuştu. "Ben kalırım burada, siz tüm gece uyumadınız. Bir de operasyona gittiniz." dediğinde Pamir anında reddetti. "Devrim'i burada bırakıp gidemem ben."

"Yorgun hissediyor musun diye sorsana, kardeşim içerdeyken yorgunluk aklımın ucundan bile geçmiyor." dedikten sonra ekledi Bora. "Siz gidin abicim. Hakan, sen babamı da Sinem'i de alıp eve götürsene." dediğinde Turan bey itiraz etti. "Kızım burada yatarken ben nasıl eve gideyim oğlum, bırakamam ki onu." dediğinde Bora elini babasının omzuna yasladı. "Zorluk çıkarma baba ne olursun, ben buradayım. Pamir'de burada. Emin ellerde Devrim." dedi.

"Turan, eve gidelim. Sen hem yol yorgunusun hem de burada durmak sana da iyi gelmez." dedi Serhat bey arkadaşını ikna etmek için. Ahu hanım ölmeden önce sürekli hastaneye gittikleri için arkadaşının hastanede nasıl bir psikoloji içine girdiğini biliyordu. Turan bey çok fazla ikna olmasa da oğlunu daha fazla uğraştırmamak için onayladı mecburen.

Pamir, bakışlarını Devrim'den çekip kardeşine doğru çevirdi. "Hadi güzelim, sizde gidin." dediğinde Burçe abisine doğru baktı. "Ama abi, bırakmak istemiyorum hiç. Şurada otursam, bende beklesem." dediğinde Sinem'de Burçe'yi onaylarcasına konuştu. "Bizde kalalım, nasıl bırakayım ben arkadaşımı burada? Evde nasıl zaman geçireyim?" dediğinde Pamir hem kardeşine hem Sinem'e baktı. "Doktor hanım haklı kızlar, iyileştikten sonra bize daha çok ihtiyacı olacak Devrim'in. O zaman siz yardım edeceksiniz ona." dedi büyük bir inançla.

"Aynen öyle, Pamir ilk defa doğru söylüyor. Hadi abicim, siz gidin. Yarın sabah tekrar gelirsiniz tamam mı?" dedi Bora. İkisi de mecburen onaylarken Hakan Hem Pamir'e hem de Bora'ya baktı. "Ben hemen bırakıp geliyorum onları."

"Gelme Hakan, sende dinlen kardeşim." dedi Pamir Hakan'a doğru bakarak. Hakan hızla başını iki yana salladı. "Olmaz, sizi yalnız bırakmam burada." diyerek itiraz kabul etmezken Halide hanımda oğluna doğru baktı. Öyle oğluna uzak durmak o kadar içine işliyordu ki, aynı zamanda Sinem'in sözleri de bir ok olup kalbine saplanmıştı ki hangi birinin acısıyla baş edeceğini bilemiyordu.

"Oğlum." diyerek konuşacağı sırada Pamir mırıldandı. "Hadi Hakan, götür onları." dedikten sonra başını tekrar Devrim'e çevirdi. Halide hanım dolu gözlerini kırpıştırıp gözyaşlarını akıtırken Hakan, Halide hanımın koluna girerek onu dışarı götürmeye başladı. Eve gidecek olan herkes onların peşinden ilerlerken koskoca hastane koridorunda bir tek Pamir ve Bora kalmıştı...

"Pamir, otur sende. Saatlerdir ayaktasın zaten. Biraz oturup dinlenmeye ihtiyacın var." dedi düşünceli bir sesle Bora. Pamir'e karşı içinde ufakta olsa bir öfke vardı ancak Pamir, kardeşinin sevdiği adamdı. Bora bunu çok net biliyordu. Pamir'in annesinin davrandığı gibi davranmazdı o yüzden. Çoğunlukla lafını çekmeyip Pamir'e laf dokundursa da bunu ondan nefret ettiği için yapmıyordu. Zaten nefrette edemezdi. Çocukluk arkadaşıydı Pamir onun, sonra omuz omuza çarpıştığı silah arkadaşıydı ve en önemlisi eniştesi sayılırdı.

"Biraz önce kendin söyledin, yorgunluğu hisseden kim diye. Devrim oracıkta öyle yatarken ben nasıl oturayım." dedi Pamir bakışlarını Devrim'den çekmeden. Ardından devam etti sözlerine. "Daha iyi anlıyorum artık biliyor musun? Onun nasıl acı çektiğini, beni neden uzun süre kabullenemediğini çok daha iyi anlıyorum." dedi Pamir acıyla.

Çok iyi anlıyordu Devrim'i. Zaten ona en başından beri hak verirken şimdi o kadar iyi anlıyordu ki. En azından Pamir'in içinde bir umut vardı, Devrim kritik süreci atlatabilirdi ve onlara geri dönebilirdi. Devrim için durum böyle olmamıştı ama. O bir anda Pamir'in öldüğünü öğrenmişti. Pamir o haberi alsa nasıl dayanacağını bilmezken Devrim üç yıl boyunca bu acıyla yaşamıştı. Şimdi çok daha iyi anlıyordu onu ve onu anlamak yüreğine katlanılmaz bir acı veriyordu.

"Bunu deneyimlemeni hiç istemezdim.." dedi Bora sakince. Pamir bakışlarını Bora'ya çevirirken mırıldandı. "Mutlu olursun sanmıştım." dediğinde Bora Pamir'e doğru baktı hafifçe kaşlarını çatarak. "Sen beni ne sanıyorsun gerçekten merak ediyorum, insanların acı çekmesinden neden zevk alayım? Devrim bunun en alasını yaşadı, seninki hiçbir şey bunu mu dememi istiyorsun?" dedi gözlerini devirerek. Ardından bakışlarını tekrardan kardeşine çevirdi. "Hepimiz büyük şeylerle sınanıyoruz, kimsenin acısını kimseyle kıyaslamaya lüzum yok."

Bora başka bir şey söylemeden camın önünden uzaklaştı. Biraz önce doktor Işık hanımın tarif ettiği odasına doğru ilerlemeye başladı. Kardeşinin yanına girmek istiyordu, onun yanında olduğunu göstermek istiyordu. Bu yüzden doktorun odasına girerek yoğun bakıma girmek için izin istedi. Doktor Işık hanım kısa süre olması şartıyla izin verdiğinde Bora ağzı kulaklarında bir şekilde yoğun bakım ünitesine geri döndü.

Hemşire ona giymesi gereken gerekli şeyleri verirken Pamir mırıldandı. "Bende girmek istiyorum." dediğinde hemşire başını salladı. "Bora beyin ardından sizde girebilirsiniz." dediğinde Pamir başını sallayarak teşekkür etti. Ardından abi ve kardeşi yalnız bırakmak adına camın önünden uzaklaşarak boş olan sandalyelerden birine oturdu.

Bora odaya girdikten sonra yavaş adımlarla kardeşine yaklaşmaya başladı. Ölse Devrim'i böyle göreceğini hiç tahmin etmezdi ama hayat şaşırtmayı severdi ve yine şaşırtmıştı. Devrim'in yanına geldiğinde elini tutarak yanında olduğunu hissettirmeye çalıştı. "Abim, ben geldim..." dedi Bora derin bir nefes alarak.

İçeri girdiği ilk andan itibaren aldığı nefes ciğerine dar gelmeye başlamıştı. Devrim'i böyle görmek ona çok acı veriyordu. "Devrim, herkes senin uyanmanı bekliyor güzelim... Ben, babam, Pamir, Sinem, Burçe hepimiz senin uyanmanı dört gözle bekliyoruz." dedi titrek bir sesle. Ardından güldü. "Evet, Pamir'de burada. O camın arkasında benim konuşmamın bitmesi ve içeriye girmek için dakikaları sayıyor güzelim.." deyip duraksadıktan sonra konuşmaya devam etti. "Sinem ortalığı ateşe verdi bir görsen seni nasıl koruduğunu..."

Kardeşinin elini yavaş yavaş okşarken konuşmaya devam etti. "Uyanıp halimizi görmen, bize o kahverengi gözlerinle mutlulukla bakman ve sımsıcak gülümsemen gerekiyor... Çok kısa süre geçti ama abim diyerek bana sarılmanı o kadar özledim ki.." derken gözyaşlarını tutamadı Bora.

Elinin tersiyle gözlerini silerken mırıldadı. "Sen güçlüsün, nelerin üzerinden geldin güzelim. Bununda geleceksin biliyorum. Bir an için bizi bırakmayı düşünürsen ne hale geleceğimizi düşün, bizi sensiz bırakma. Yalvarıyorum sana." diyerek Devrim'in elini dudaklarına götürüp öptü uzunca. "Ben çıkayım şimdi, ama hiçbir yere gitmeyeceğim seni beklemeye devam edeceğim. Sende sevdiceğine kavuş."

Bora, tuttuğu eli nazikçe yatağa geri bırakırken uzunca kardeşinin yüzüne baktı. Ardından hiç beklemeden başındaki boneyi, maskeyi ve önlüğü çıkartarak yoğun bakım ünitesinden uzaklaşmaya başladı. Dışarı çıkıp biraz hava alması gerekiyordu çünkü. Onu böyle görmek içindeki acıyı daha da katlanılmaz yapmıştı.

Dışarı çıktığı anda ciğerlerine nefes çekerken gözyaşlarını temizledi hızlı bir biçimde. İçindeki umut hiç tükenmiyordu ama bir an için tökezliyordu sanki. Koskoca Kıdemli Üsteğmendi, sayısız operasyona çıkmıştı, sayısız çatışmaya girmişti ve yaralandığı zamanlarda olmuştu. Ama hiçbir zaman canı bu kadar yanmamıştı. İnsan kendini düşünmüyordu da söz konusu kardeşi olunca gardını indirip kendinden beklenmeyen hareketler sergileyebiliyordu.

Gözlerini kapatmış ciğerlerine derin birkaç nefes çekerken yanına doğru yaklaşan adım seslerini duydu. Gözlerini aralamazken burnuna dolan vanilyalı kadın parfümü ile gözlerini aralayacağı sırada nahif bir ses duydu. "Zor bir akşam değil mi?"

Bora, gözlerini aralayarak yanı başında konuşan kadına doğru baktı ve gördüğü kişiyle şaşırdı. Devrim'in doktoru Işık hanımdı gelen. Elinin tersiyle yüzünü silip genzini temizledi. "Hayatımda yaşadığım en zor anlardan, akşamlardan biri."

Işık başını olumlu anlamda sallayarak iç çekti. "Bilirim, beklemek zordur. Allah sabır versin." dedi içten bir şekilde. Kendisi bunu yaşadığı için ve çok defa şahit olduğu için nasıl bir şey olduğunu biliyordu. Bora'nın çaresizliğinde sanki kendisini görmüştü ve yanına gelmek istemişti.

Bora ise meraklı gözlerle yanında elleri cebinde dikilen kadına baktı. Işık'ın bakışları onda değildi, direkt karşıya bakıyordu. Bora bunu fırsat bilerek dikkatle kızın yüzüne doğru baktı. Açık kumral saçları topluydu. Uzun kirpikleri yeşil gözlerini çerçevelemişti. Işık kendine bakıldığını hissederek bakışlarını Bora'ya çevirirken Bora bakışlarını kaçırarak mırıldandı. "Devrim, iyi olacak mı? Yani eğer sakladığınız bir şeyler falan varsa." dedi Bora korkarak.

Işık başını iki yana salladı. "Hayır, size ne söylediysem o kadar. Değerleri iyiye gidiyor diyebiliriz ama dediğim gibi ciğeri epey hasar görmüş. Kendisi nefes almakta zorlanıyor." dediğinde Bora gözlerini kapatarak sakin olmaya çalıştı. "Ama kardeşiniz şanslı, onu çok seven ve başında sürekli dua eden bir ailesi var. Ben iyi olacağına inanıyorum." dedi içindeki duyguları dışa vurarak. Ardından merak ettiği soruyu sordu. "Kardeşiniz asker mi?"

"Savcı." dedi Bora gururla. Hep savcı olmak istemişti ve hayallerinin peşinden gitmişti. Çok başarılı ve parmakla gösterilen biri olmuştu. Bu Bora'nın o kadar gururlanmasına neden oluyordu ki. "Anladım, onu bekleyen birçok asker gördüğüm için rütbeli biri olduğunu düşündüm." dedi Işık. Ardından devam etti sözlerine. "Dediğim gibi güçlü olun, kardeşinizin size ihtiyacı olacaktır."

Bora sadece başını sallamakla yetinirken Işık ufak bir tebessümle konuştu. "Ben gideyim artık, sizin de yalnız kalmaya ihtiyacınız vardır." dedikten sonra hiç beklemeden Bora'nın yanından ayrılırken Bora hızlıca kıza doğru dönüp seslendi. "Işık hanım?" Işık ne olduğunu anlamak için Bora'ya bakarken Bora birkaç adım atarak Işık'ın tam önünde durdu. "Ben sizin isminizi biliyorum ama siz benimkini bilmiyorsunuz. Bora ben." diyerek elini uzattı.

Işık, ufak bir tebessümle Bora'nın elini kavrayarak tuttu. "Siz biliyorsunuz ama Işık bende, memnun oldum Bora bey." dediğinde Bora minnettar bir biçimde mırıldandı. "Her şey için teşekkür ederim." dediğinde Işık küçük bir tebessümle omuz silkti. "Görevim."

Elleri birbirinden ayrılırken Işık, hastaneden içeri girdi hiç beklemeden. Bora bir süre arkasından baktıktan sonra önüne dönerken derin bir iç çekti. İçi biraz olsun rahatlamıştı. Bu karşısındaki kadının doktor oluşundandı ya da o öyle zannediyordu...

O sırada Pamir, hızlı adımlarla uzaklaşan Bora'nın ardından bakarken derin bir nefes verdi. Oraya girip de Devrim'i öyle görmenin ne kadar acı vereceğini biliyordu. Ama girmesi gerektiğini hissediyordu. Devrim'e yalnız olmadığını, onu beklediğini söylemesi gerekiyordu. Devrim onu hissederse eğer uyanırdı, buna inanıyordu.

Hemşire, Pamir'e de giymesi için gerekli eşyaları verdiğinde Pamir hızlı bir şekilde üzerine geçirip içeri girdi. İçeri girdiği anda kulaklarına monitörden gelen bip sesleri dolarken Pamir, bu sesi duyduğu için şükretti. Yavaş adımlarla Devrim'e doğru yaklaştıktan sonra onun solgun yüzünü yakından görmenin ağırlığı ile yutkundu. "Birtanem..."

Devrim'den bir tepki bekledi. Hitabıyla birlikte büyükçe gülümsemesini görmeyi istedi ama göremedi Pamir. Çünkü Devrim öylece uzanıyordu yatakta, ne hareket ediyordu ne de bir tepki veriyordu. Yalnızca entübasyon borusunun yardımıyla alıp verdiği nefes sayesinde göğsü inip kalkıyordu.

"Bu acı bambaşkaymış, tarifi yokmuş... Sevdiğin öylece yatarken senin elin kolun bağlı oturman, elinden hiçbir şey gelmemesi, çaresizlik çok başkaymış Devrim.. Canından bile çok sevdiğinin ölümle burun buruna olması çok zormuş, dayanılmazmış." dedi Pamir titrek bir nefes vererek. Elini Devrim'in yanağına götürüp usulca okşarken konuşmaya devam etti. "Sen nasıl başa çıktın, nasıl dayandın bilmiyorum... Beni duyuyorsan, bunu sana yaşattığım için kendimden bir kez daha nefret ettiğimi bil.." dedikten sonra duraksadı Pamir. Şimdi Devrim uyanık olsa ona çok kızardı, bunu biliyordu.

"Uyan güzelim, uyan ve bana söylediklerim için tekrar kız. Tekrar bana sarıl, o güzel sesinle tekrar ismimi seslen, tekrar beni öp, bana sinirlen, bağır. Yeter ki uyan, yanımda ol." dedi gözünden akan yaşı umursamadan. Bakışları Devrim'in yüzünde dolaşırken devam etti. "Bizim yaşayacak daha çok mutlu günümüz olacak, mutlu olacağız herkese ve her şeye inat. Sakın bizi bırakmayı aklından bile geçirme... Bana bizi bırakmayacağını sen söyledin, biliyorum sen sözlerini tutarsın." dedi söylediklerinden emin olarak.

"Çok özledim seni, bizi daha fazla bekletme sevgilim.. Seni çok seviyorum, hep de seveceğim." diyerek burnunu çektikten sonra burnundaki maskeyi indirerek dudaklarını Devrim'in şakaklarına bastırdı. Ardından hiç beklemeden odadan çıktı. Sırtını duvara yaslayarak gözlerini kapatırken birkaç damla daha aktı yanağına. Onu dışarıdan bile o şekilde görmek zorken, içeride öylece hareketsiz biçimde olduğunu görmek, tepkisizliğini görmek daha da canını yakmıştı.

Yaslandığı duvardan çekilerek adımlarını camın karşısındaki sandalyelere doğru attı Pamir. Sandalyeye geçip oturduktan sonra iki kolunu da dirseklerinden kırıp dizlerine yasladıktan sonra elleriyle yüzünü kapattı. Çaresizlik içini kemirip bitirirken bir tek Allah'a sığınıyordu. Onun içine ferahlık verecek olanda, Devrim'i onlara bağışlayacak olanda bir tek oydu çünkü...

⁎⁎⁎⁎⁎

"Neden uyanmıyor? Saatler geçti.." Sinem gözü yaşlı bir biçimde Devrim'e bakarken iç çekti. Eve gitmişlerdi, sabah olmuştu. Saat öğlene yaklaşmıştı, Devrim hala uyanmamıştı. Artık korkudan ölecek gibi hissediyordu Sinem. Doktorun söylediği 24 saatin bitmesine neredeyse 4 saat kalmıştı ve Devrim hala uyanmamıştı. "Ya uyanmazsa, uyanmazsa ne olacak?" dedi panik içerisinde.

"Şşt, uyanacak. Ben kardeşimi tanımaz mıyım uyanacak o. Atlatacak." dedi Bora içindeki son umut kırıntısıyla. Elini Sinem'in sırtına koyup sıvazlarken derin bir iç çekti. Artık onun sabrı da taşmak üzereydi. İki güne yakın uyumuyordu, uyumamaya alışıktı da kardeşinin bu durumda olması yıpratıyordu onu.

"Komutanım, sizde gidip dinlenseniz biraz. Bakın biz buradayız. Tamam hastaneden gitmek istemiyorsanız bir oda ayarlatalım, orada dinlenin." dedi Batuhan üzgün gözlerle. Burçe, abisinin omzundan başını kaldırarak Pamir'e doğru baktı. "Beyefendi doğru söylüyor abi, bende buradayım. Bora abide sende perişan oldunuz." dedikten sonra Batuhan'a doğru baktı. Adını bilmediği için böyle hitap etmek durumunda kalmıştı. Batuhan ise karşısındaki kızın komutanının kardeşi olduğunu bugün öğrenmişti.

Pamir başını iki yana salladı. "İyiyim ben, iyiyim." dedikten sonra bakışlarını Soner'e doğru çevirdi Pamir. "Baran Albay'ımın haberi var mı burada olduğumuzdan?" Soner başını sallayarak onayladı. "Hakan'da bende konuştuk komutanım, bir sorun yok. Baran albay bizzat uğrayacağını söyledi, Bora komutanımla size de izin verdi." dediğinde başını salladı Pamir.

O sırada Turan bey hava alıp tekrardan içeri girdiğinde adımlarını Devrim'e doğru yöneltti. "Burada sayamadığım kadar çok asker, sayamadığım kadar çok arkadaşımı bekledim, karımı bekledim de bir gün kızımı bekleyeceğim aklımın ucundan geçmezdi. Hayat işte." diye mırıldanırken Ahmet, Turan beye yönelerek konuştu. "Allah dağına göre kar verirmiş komutanım..." dediğinde Turan bey başını salladı. "Öyle aslanım öyle, bizimde daha görecek günlerimiz, yaşayacağımız acılar varmış belli ki."

Sessizlik içinde beklerken birden Sinem'in bağırtısı koridorda yankılandı. "Bir şey oluyor! Devrim'e bir şey oluyor." Oturan herkes panik içinde ayağa kalkarken durumu fark eden hemşire hızlıca içeri girdikten sonra yatağın başındaki düğmeye basarak doktoru çağırdı. Ardından da yoğun bakım camında bulunan stor perdeyi indirerek dışarıdaki insanların içeriyi görmesini engelledi.

Bu hamle dışarıda bekleyenlerin daha da panik olmasına neden olurken hepsinin içinde aynı korku vardı. İçeriden gelecek herhangi bir kötü haberde ne olacağı belliydi, burada bulunan hiç kimse hayatına kaldığı yerden, eskisi gibi devam edemeyecekti..

Doktor Işık hanım koşarak içeri girdiğinde direkt olarak Devrim'e yöneldi. Devrim'in kendi kendine nefes almaya çalışıp gözlerini araladığını gördüklerinde hızlıca takılı duran entübasyon borusunu çıkardılar. Devrim yorgun gözlerle karşısındaki doktora bakarken Işık hanım hızlıca Devrim'in göz bebeklerine ışık tutarak reflekslerini kontrol etti. "Beni duyabiliyor musunuz Devrim hanım?"

Devrim usulca başını sallarken zorlukla mırıldandı. "E-evet." dediğinde Işık hanım gülümsedi. "Zor olan kısmını atlattınız, Allah sizi ailenize bağışladı. Daha da iyi olacaksınız inşallah." dedikten sonra yanında dikilen hemşireye doğru baktı. "Devrim hanımı normal odaya alalım. Kanlarına bakılsın, biraz dinlendikten sonra tomografi görmek istiyorum." dedikten sonra mutlu haberi vermek için yoğun bakımdan çıktı.

"Doktor hanım neler oluyor? Allah rızası için kötü haber vermeyin." dedi Turan bey yalvararak. Tüm tim dahil koridorda bulunan herkes gelecek haberi beklerken Işık hanım cevap verdi. "Gözünüz aydın, Devrim hanım kendine geldi. Şimdi normal odaya alıyoruz."

 

 

 

◔◔◔

Devrim Akyol'un anlatımından,

Yaşıyordum. Sırtımda kurşunları hissettiğim an öleceğimi düşünerek kendi içimde, kendimce sevdiklerimle vedalaşmıştım ve şimdi yaşıyor olmak garip hissettiriyordu. Uyandığım anda ailemden birini görmek istesem de tanımadığım bir doktor görmüştüm. Ancak ne bunu umursayacak gücüm vardı, ne de halim. Canım çok acıyordu.. Bunu doktorlara söylemiştim, güçlü bir ağrı kesici verilmişti ancak etki edene kadar acısını çekmek mecburiyetindeydim.

Duyduğum kapı açılma sesiyle birlikte kapattığım gözlerim usulca aralandı. Gözlerimi kapatıp açtığımda kendimi o psikopatın beni kapattığı yerde bulmak çok korkutsa da kendime hakim olamıyordum. İlaçlardan olsa gerek çok uykun vardı ve halim yoktu. Onun bende bıraktığı travma bir süre devam edecekti bunu biliyordum.

Babamın ve abimin içeri girdiğini gördüğümde gülümsemeye çalıştım. Babam yaşlı gözlerle bana doğru gelirken onu ne kadar çok özlediğimi fark ettim. "Yavrum, güzel kızım benim. İyi misin babacım?" elini saçlarıma getirerek okşarken başımı salladım. "İyiyim..." Babam saçlarımı öperken mırıldandı. "Allah'ım bağışladı seni bize, şükürler olsun."

Abimin uzaktan bize doğru baktığını fark ettiğimde bakışlarımı ona doğru çevirdim. Onu görmeyeli çökmüştü sanki, gözlerindeki yorgunluğu, kızarıklığı fark etmemek imkansızdı. Sahi beni ne zaman bulmuşlardı? Ben ne zamandır bu haldeydim?

Elimi kaldırarak ona doğru uzattığımda beni bekletmeden hızlıca yanıma yaklaştı ve elimi sıkıca tuttu. "Ömrümüzden ömür gitti be kızım." Abim elimi tutup yatağımın yanındaki boşluğa oturduğunda mırıldandım. "Bende çok korktum, bir an gerçekten ölüyorum sandım." dediğimde abim kaşlarını çattı. "Ölüm kelimesini duymak istemiyorum, ağzına da sana da hiç yakışmıyor."

"Ağrın sızın var mı yavrum?" diyerek endişeyle bana bakan babama dürüst olarak cevap verdim. "Sırtımda biraz ağrı var ama iyi hissediyorum, hiç merak etmeyin." dediğimde abim cevap verdi. "Ederiz efendim, bundan sonra sana hiç olmadığı kadar çok dikkat ederiz." dedikten sonra derin bir nefes alarak ekledi. "Sinem, Pamir, Burçe, Hakan hepsi dışarıda seni görmek için bekliyorlar. Pamir'in timi de buradaydı ama seni rahatsız etmek istemediler ilk dakikadan." dediğinde gülümsedim. Meğer ne çok sevenim vardı...

Pamir'in timindeki kişiler gerçekten çok iyi insanlardı... Pamir şanslıydı bu konuda. Onlardan sonra Pamir'i düşündüm.. Abim ve babam bu haldelerse Pamir'de onlardan farksız değildi eminim. Bu duyguyu çok iyi bildiğim için ne hale geldiğini tahmin edebiliyordum. Bunu tatmasını hiç istemezdim.

"Alıyorum içeri." dediğinde başımı salladım usulca. Abim kapıya ilerleyip açtıktan sonra içeri ilk önce Sinem girdi. Bakışları direkt olarak beni bulduğunda gözlerindeki yaşı gördüm. "Allah'ım çok şükür sana." diyerek yanıma doğru geldiğinde mırıldandı. "Aklımı aldın salak!" diye sitemle bakarken dudaklarındaki gülümsemeyi görebiliyordum. "Biraz ekşın oldu, kötü mü?"

Ortamı yumuşatmak için gülümserken abim göz devirdi. "Ne ekşındı sorma, o kadar güzeldi ki. Sanki hayatımızda hiç ekşın yokmuş gibi. Tövbe yarabbi." diye sabır çekerken Burçe diğer tarafıma doğru geçerek konuştu. "İyisin değil mi yenge? O kadar korktuk ki sana bir şey olacak diye." dediğinde elimle elini tuttum. "İyiyim güzelim, daha da iyi olacağım."

"Geçmiş olsun Devrim, korkuttun bizi vallahi." dedi Hakan küçük bir tebessümle. Ona doğru bakarak gülümserken cevap verdim. "Teşekkür ederim, ne yalan söyleyeyim bende sizi bir daha göremeyeceğim sandım ama bakın buradayız." dedim içlerini rahatlatmak için. Hepsinin yorgunluğu, korkusu, üzüntüsü gözlerinden okunuyordu. Onları bu halde görmek canımı sıkmıştı. Şimdi biraz olsun rahatlasınlar, iyi hissetsinler istiyordum.

Bakışlarım buluşmak için can attığı elalarla buluştuğunda gözlerimi kırpıştırdım. Odaya geldiği andan itibaren sesini duymak için beklemiştim ama sanki yemin etmiş gibi hiç konuşmuyordu. Konuşmuyordu ama gözleriyle birçok duyguyu anlamamı sağlıyordu. Korkusu, bitmişliği, çaresizliği, özlemi ve birçok duyguyu daha...

"Ben iki dakika doktorun yanına gideyim, ne yapmamız gerekiyor öğreneyim. Hadi Bora sende gel." diyen babamla birlikte abim başını salladı kabullenerek. Onların ardından Sinem'de ayağa kalkarken mırıldandı. "Bende sizinle geleyim, öğreneyim." dedikten sonra bakışlarıyla Burçe ve Hakan'a işaret verdi. Ne yapmaya çalıştıklarını çok net anlamıştım ve bunun için onlara minnettardım.

Hepsi birlikte odadan çıkarken tekrardan Pamir'e doğru döndüm. "Sen özlemedin mi beni?" diye gözlerine bakarken ekledim. "Ben çok özledim..." diye içli bir şekilde mırıldandığımda Pamir gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. Yüzünde acı dolu küçük bir tebessümle yanıma doğru adımlarken titreyen sesini duydum. "Özlemek mi? Bittim ben Devrim.. Bittim." Yatakta duran elimi sıkıca tutarken dolu olan gözlerini gördüm. "Özlemek, duygularımın yanında bir hiç kalır. Aklım gitti, seni bulamadığım her saniye öldüm ben.."

Acı dolu sesi gözlerimi doldurmaya yeterken elimi elinden çekerek yanağına koymak istedim. Pamir çok hareket etmemem için başını bana doğru eğerken ona minnettar bir biçimde bakarak elimi yanağına yasladım. Pamir gözlerini kapattığı anda gözyaşı yanağından kayıp akarken hızlıca akan yaşı sildim. Pamir yanağını elime bastırırken mırıldandı. "Canımdan can gitti be güzelim, bir daha sakın beni sensizlikle sınama." dedi kelimelerin üstüne bastırarak. Ardından dudaklarını avuç içime bastırarak uzunca öptü.

"Özür dilerim..." derken Pamir başını iki yana salladı. "Dileme.. Yeter ki iyi ol, yeter ki yaşa, yeter ki o kahverengi gözlerini tekrar göreyim. Başka hiçbir şey istemem." dedikten sonra elimi tutarak yanağından indirdi ve yatağa tekrar bıraktı.

Gözleri tüm vücudumda dolaşırken burnunu çekerek mırıldandı. "Nasıl hissediyorsun kendini? Ağrın var mı?" diye endişeli bir şekilde sorduğunda babamlara verdiğim cevabın aynısını verdim. "Vardı ama şimdi daha iyiyim." dediğimde Pamir elini saçlarıma götürerek okşadı. "Daha iyi olacaksın, el birliği ile kaldıracağız seni." dediğinde gülümseyerek başımı salladım. Bunu çok iyi biliyordum.

Aramızda bir süre sessizlik oluşurken merakla mırıldandım. "Pamir..." dediğimde Pamir gözlerini kırpıştırdı. "Söyle birtanem." dediğinde küçük bir tebessüm ettim. Pamir gülüşüme içi giderek bakarken yutkunarak konuştum. "Ben ne zamandır bu haldeyim? O adam yakalandı mı?" dediğimde Pamir iç çekti. "İki gün hatta üç güne yaklaştı diyebiliriz." dediğinde şaşırdım. Sorumu yineleyeceğim sırada Pamir araya girerek konuştu. "Ve evet o adam yakalandı ama şuan düşünmen gereken en son şey dava. Sen iyileşmene bakacaksın, dava emin ellerde."

Düşünmeden edemezdim ki, o adam hakkında birçok bilgi öğrenmiştim. Onların hepsini anlatmam gerekiyordu. Gerçi ifademi eminim ki alacaklardı. O yüzden bir süre bunu erteleyebilirdim.

Bakışları hala üzerimdeyken gülümsemeden edemedim. "Bana neden öyle bakıyorsun?" dediğimde Pamir omuz silkti. "Kalp kime aitse göz ona dönermiş sürekli." dedikten sonra ekledi. "Bunca saattir uzaktan izledim yüzünü, bu güzel gözlerini göremedim. Şimdi izin ver hasret gidereyim." dedi yoğun bir sesle. İlk duyduğum cümle kalbimin hızlanmasına neden olurken içimde Pamir'e sıkı sıkı sarılma isteği oluşuyordu. "Sana şuan o kadar sarılmak istiyorum ki."

"Sarılacağız, ama birazcık sabretmemiz gerekiyor. Emin ol ben senden daha çok istiyorum bunu ama riske atamam seni." dediğinde düşünceli hali içimin daha da gitmesine neden oluyordu. Başımı omzuma doğru eğerken tekrar mırıldandım. "Pamir..." dedikten sonra ekledim. "Eğilsene bana doğru." dediğimde Pamir anlamaz gözlerle bana bakıp dediğimi yaptı ve eğildi. Bense hiç beklemeden dudaklarımızı birleştirerek gözlerimi kapattım.

O kadar özlemiştim ki onu, madem sarılamıyorduk bende böyle bir çözüm yolu bulurdum. İlk uyandığım anda hissettiğim yorgunluk ailemi gördüğümde üzerimden kalkarken şimdi kendimi çok daha iyi hissediyordum.

Pamir dudaklarımızı ayırdığında hafifçe kaşlarım çatıldı. Pamir ise yüzümü avuç içine alarak gözlerime baktı. "Ciğerlerini zorlamaman gerekiyor, yoksa biliyorsun en sevdiğim aktivitemiz bu." dediğinde sesli bir şekilde güldüm ancak güldüğüm an sırtıma saplanan ağrı ile yüzüm buruştu. Pamir hızlıca ellerini yüzümden çekerken endişeli bir biçimde konuştu. "Ne oldu? Doktoru çağırayım mı hemen? Sen dur geliyorum ben."

Pamir odadan çıkmak için yöneldiğinde durdurdum. "Dur, dur iyiyim ben. Gitme. Sadece ufak bir acıydı." dedikten sonra yerimi rahatlatmak istediğim için mırıldandım. "Bana yardım etsene."

Pamir anında yanıma gelerek koltuk altlarımdan tuttu ve yerimi rahatlatmama yardımcı oldu. Yüzüne doğru bakarken onun gözlerinin boynumda olduğunu gördüğümde elim istemsizce lekeme doğru kaydı. Lekenin üzerinde tahriş olmuş bir deri hissederken gözlerim kocaman aralandı. Pamir elimi tutup lekenin üzerinden çekerken panik içinde mırıldandım. "Çarpı mı? çarpı mı atmış?"

Kalbim korkudan kasılırken Pamir cevapsız kaldı ancak ben anlamıştım çoktan. Eğer ben şuan bulunmasaydım çoktan ölmüştüm ve boynunda bu iz olan kadınlar gibi adım bir dava dosyasında olacaktı. Benimde katilim didik didik aranacaktı, bende o isimsiz kadınlar gibi kim bilir ne zaman bulunacaktım. Nefesim hızlanırken Pamir'in sesini duydum. "Sakin ol güzelim, kabus bitti. O adam yakalandı, sana zarar veremez bir daha. Sakin ol."

Ciğerlerim sanki nefesi filtreliyordu ve ben tam olarak nefes aldığımı hissedemiyordum. Panik tüm vücudumu sarmış gibiydi. Pamir elini yüzüme götürerek tam olarak gözlerine bakmamı sağlarken hem endişeli hem de soğuk kanlı kalmaya çalışırken konuştu. "Sakin ol, ben yanındayım, sana hiçbir şey yapamaz o. Yakalandı, en ağır cezayı da alacak. Sakinleş güzelim..."

Sözlerini anlıyordum ama içimdeki panik duygusu geçmiyordu sanki. Derin nefesler almaya çalışırken Pamir sakin olmaya çalışarak konuştu. "Hadi birlikte nefes alıyoruz tamam mı? Benimle birlikte." diyerek ciğerlerine derin bir nefes çekerken ona uyum sağlayarak bende çektim. Pamir dudaklarından uzunca bir nefes verirken bende onunla aynı anda verdim.

Birkaç defa daha aynı işlemi tekrar ederken nefesimin düzeldiğini hissettim. Gözlerimi kapatıp yutkunurken Pamir alnını alnıma yaslayarak derin bir nefes verdi.

"Pamir... Ben bulunmasaydım şimdi çoktan öl-" endişeyle sözlerimi dile getirirken devam ettiremedim, Pamir sert bir şekilde sözümü kesti. "Sakın dile bile getirme." dedikten sonra alnını alnımdan çekip gözlerime baktı derince. "Sen yaşıyorsun, iyisin ve daha iyi olacaksın. Yanındayım, yanımdasın." dedi. Sanki hem kendini hem beni ikna etmeye çalışıyordu. Usul usul ona bakarken başımı salladım.

"Hadi kapat gözlerini artık, uyuman gerekiyor. Uyuyup dinlenmen ve bir an önce iyileşmen gerekiyor savcım. Ben buradayım, hiç merak etme. Rahat rahat uyu." dedi küçük bir tebessümle. Bense içim rahat etmeyerek konuştum. "Ama senin de dinlenmen gerekiyor..." dediğimde Pamir başını iki yana salladı. "Sen yanımdayken, iyiyken ben dinleniyorum zaten. Hadi güzelim." dedikten sonra dudaklarını şakağıma bastırarak öptü.

Onu daha fazla uğraştırmamak için gözlerimi kapattım ancak uzun süredir uyumadığına hatta ve hatta dinlenmediğine emindim. Ama ona izin vermem gerekiyordu, ben ne kadar korktuysam onun benden daha çok korktuğuna emindim. Ben bilincim kapalı bir şekilde burada yatarken o benim başımda beklemişti biliyordum. Benim iyi olduğuma emin olmalıydı, kendini ikna etmeliydi bunu anlayabiliyordum.

Saatler öncesinde gözlerimi anneme kavuşuyorum diye kapatmıştım. Şimdi ise sevdiklerimi tekrar görerek, onlara kavuştuğumu bilerek kapatıyordum. Bu çok garip bir duyguydu. Hem benim için hem benim için endişelenenler için. Bu yaşadıklarımız bizim için bir dönüm noktasıydı bunu hissedebiliyordum...

 

 

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölüm nasıldı? Beğendiniz mi?

‣‣‣ Yaralı olan kişi Devrimdi, çoğunuz beklemiyordunuz böyle bir şeyi tüm yorumlarınızı okudum:) Ama tahmin edenleri tebrik ediyorumm.

‣‣‣ Devrim'in nasıl kaçmaya çalıştığını da okuduk, savcım çok uğraştı ama ne yazık ki katil ondan daha güçlüydü..

‣‣‣Turan bey geldi, her şeyi öğrendi. Sizce tavrı nasıl olur? Sinem iyi mi yaptı sizce o sözleri söylemekle? Halide hanımda pişman gibi..

‣‣‣ Hastane sahneleri nasıldı? Aramıza yeni bir karakter daha katıldı, umarım onu da diğer karakterlerimiz gibi benimsersiniz:)

‣‣‣ Devrim'imiz uyandı çok şükür, onun anlatımından olan kısımlar nasıldı?

‣‣‣ Devrim ve Pamir sahnesi nasıldı?

‣‣‣ Olmasını istediğiniz sahneler var mı? Ekleme yapayım düşüncelerime:)

Loading...
0%