Yeni Üyelik
21.
Bölüm

Kaybolan Yıllar| 19

@mutlusonsuz222

🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dileriiim...

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen..

19.Bölüm

Yazarın anlatımından,

Pamir arabasını emniyetin otoparkına park ettikten sonra emniyet kemerini çözdü. Bora ondan hızlı davranarak arabadan indikten sonra bakışlarını iki gün önce kara kara düşündüğü banka çevirerek derin bir nefes verdi. Kardeşine bir şey olduğunu düşünüp kendini kahrederken çaresizliği iliklerine kadar hissetmişti burada. İçtiği sigaranın haddi hesabı yoktu, kardeşi yoktu, yalnızca gecenin karanlığı, Pamir ve zihnindeki düşünceler vardı. Silkelenerek kendine geldi Bora, kardeşi iyiydi ve şuan bunları düşünmesi yersizdi.

Pamir'in duyguları da Bora'dan farklı değildi. İki adamda canım dediği kişiyle sınanmışlardı. İkisi de askerdi, profesyonel olarak yetiştirilmişti. Ama söz konusu insanın sevdiği olunca soğukkanlılık kalmıyordu. Devrim'i kaçıran kişinin, gelişen olayların onların mesleği ile ilgili olmaması, müdahale edememeleri ellerini kollarını bağlamıştı.

İkisi yan yana bir şekilde emniyete girdiğinde adımlarını direkt olarak Cenk'in odasına doğru attılar. Tankut denilen adam buradaydı ve birazdan ifadesi alınacaktı. Pamir'de, Bora'da ifadeyi izlemek izlemek istiyordu.

"Hoş geldiniz, başsavcım sorgu odasına girmek üzere. Gelin hadi." Cenk, önden ilerlerken Bora ve Pamir'de arkasından ilerlediler. Arkalı önlü bir biçimde sorgu odasına girdikten sonra Cenk tekrar konuştu. "Burada dinleyebilirsiniz, ben içeri geçiyorum." Cenk aldığı onaydan sonra başsavcının yanına girdi.

Savcının yanında oturduğunda Muhammed beyin sesi duyuldu odanın içinde. "Susmanın bir faydası olmayacağını biliyorsun değil mi?" Muhammed bey bir yandan elindeki dosyaya bakarken bir yandan da karşısında oturan adama baktı göz ucuyla. Tankut ise sadece kelepçeli bir şekilde duran eline bakıyordu. "Anlat, o kadınları nasıl öldürdün? Amacın neydi? Neden öldürdün? Bir savcıyı kaçıracak kadar ileri nasıl gidebildin?" Başsavcı baskın bir sesle sorularını sıralarken Tankut sessiz kalmaya devam etti.

"Devrim savcı her şeyi anlattı, senin sessiz kalman bir şeyi değiştirmeyecek Tankut." dedi Cenk kendinden emin bir sesle. Ardından ekledi. "Çoğu şeyi biliyoruz, ordudan neden atıldığını, hapse neden girdiğini. Hepsini. Anlat!"

"Madem biliyorsunuz, savcınız her şeyi size anlattı. İddianameyi yazın, mahkemeye çıkartın. Uğraşmanıza gerek yok." dedi Tankut rahatlıkla. Büyük bir boş vermişlik içinde olduğu için ne savcı, ne mahkeme, ne hapis yatmak hiçbir şey umurunda değildi. Zaten bir gün bu yaptıklarının cezasını çekeceğinin bilincindeydi.

"Hale'yi çok seviyordun ama seni aldattı, hem de timden arkadaşınla. Sırt sırta çatıştığın, canını ona emanet ettiğin, kardeşim dediğin adamla aldattı seni." dedi Muhammed başsavcı. Tankut'un duyduğu sözlerle gözleri seğirmeye başladığında başsavcı devam etti sözlerine. "Gözünü kırpmadan ikisini de öldürdün. Senin için boynunda iz olan tüm kadınlar takıntı haline geldi, gözünü kırpmadan büyük bir planla onları da öldürdün. Sonra gözüne Devrim savcıyı kestirdin. Pamir'i kullanarak onu ayağına çağırdın ve kolaylıkla kaçırdın."

Başsavcının sözleri dışarıda sorguyu dinleyen Pamir ve Bora'nın da yüzüne çarparken Tankut bakışlarını başsavcıya doğru çevirdi. Başsavcı ise gözlerini kısarak Tankut'un yüzüne baktı. "Lekenin üzerine çizik attın ama onu öldürmedin. Neden?" dediğinde odada bulunan herkes ürperdi. Ölüm, o kadar kolay dile getirilmemeliydi. En azından normal insanlar için durum böyleydi ancak bir katil için bu çok basit bir şeydi.

"Devrim'i takip ederken Pamir'i görmemek imkansızdı zaten." dedi Tankut alaylı bir şekilde. "Kızın peşinden o kadar ayrılmıyor ki." dediğinde Bora'nın bakışları ters bir biçimde Pamir'e doğru döndü. Pamir ise gözünü kırpmadan sorgu odasındaki adama bakmaya devam ediyordu. "Küçük bir araştırmayla yaşadıklarını da öğrendim, açıkçası Devrim Pamir gibi bir adamı hak ediyor mu bilmiyorum." dedi Tankut umursamaz bir biçimde.

Pamir ise dışarıda elini yumruk yapmış bir şekilde mırıldandı. "Senin ağzını burnunu kırmazsam en adi şerefsizim." Zaten içindeki suçluluk duygusu, Devrim'i hak etmediği düşüncesi devam ederken bunları başka birinin ağzından duymak onu daha da sinirlendiriyordu.

"Konumuz Devrim savcının özel hayatı değil." dedi Muhammed savcı sertçe. Elindeki dosyayı masaya hızlı bir şekilde bıraktıktan sonra Tankut yüzündeki anlamsız sırıtışla başsavcıya bakmaya devam etti. "Bugüne kadar öldürdüğüm kadınların sayısı 20'yi geçmiştir." dedikten sonra gözleriyle başsavcının önündeki dosyayı işaret etti. "Zaten sizde kim olduklarını okumuşsunuzdur. Beni yakaladığınız yerde her bilgi vardı." dedi rahat bir şekilde.

Öldürdüğü kişilerin resimleri, kişisel bilgileri, onları yakaladıktan sonra çektiği fotoğraflar, öldürdükten sonra çektiği fotoğraflar, lekelerin üzerine attığı çarpı işaretinin fotoğrafları, cinayet aletleri gibi birçok şey vardı ele geçirilen. Bunlar Tankut için bir şey ifade etmiyordu, bunu zevk için yapıyordu. Bir savcıyı kaçırırken yakalanacağının bilincindeydi elbette ama yine de yapmadan duramamıştı. Bu onun hayat felsefesi haline gelmişti.

"Ama savcım farklıydı." dedi Tankut sırıtarak. Ardından ekledi. "Ne yalan söyleyeyim zekası beni etkiledi, güzelliğini saymıyorum bile. Aylin'in cesedi bulunduğunda dikkatimi çeken ilk şey otoritesi ve güzelliği olmuştu. Sonra boynundaki lekeyi fark ettim, o an kafama koydum zaten sıradaki hedefim oydu." dedi tam başsavcının gözlerinin içine bakarken. Cenk komiser hırsla adama bakarken bir yumruk çakmamak için kendini zor tuttu. Hayatında çok psikopat görmüştü de bu adam gibi rahatını hiç görmemişti.

"Sikerim ulan ben bunu." Pamir celallenerek elini saçlarının arasından geçirirken sorgu odasında kameraları izleyen polis memurunun bakışları Pamir'e doğru döndü. Bora bunu fark ederek mırıldandı. "Emin ol ben senden daha çok istiyorum bunu ama odadan atılmak istemiyorsan sesini kıs." dedi dişlerinin arasından. Duyduğu cümleler onunda canını çok sıkıyordu. Adam kardeşi hakkında iğrenç şeyler söylüyordu ve Bora sadece onu dinleyebiliyordu.

Pamir yerinde duramayarak ileri geri gidip gelirken derin birkaç nefes almaya çalıştı. "Onu elime bir verseler, anasından emdiği sütü burnunda getireceğim."

"Onun için planlarım farklıydı, evet öldürmek istiyordum. Hem de çok öldürmek istiyordum, ona her baktığımda ellerim kaşınıyordu, dişlerim kamaşıyordu. Hele öyle başını dik tutup bana kafa tutması." deyip iç geçirdi Tankut. Ardından dudaklarını büzerek üzgün bir tavır takındı. "Ama ne yazık ki kaçmak gibi bir hataya düştü, bende ne yapayım onu vurmak zorunda kaldım." dedi keyifle. Sonra devam etti. "Yoksa ona güzel bir sürprizim vardı, belki biraz eziyet fena olmazdı. Onun inlemelerini duymak için çok sabırsızdım."

Bu son cümle Pamir için bardağı taşıran son cümle olmuştu. Dişlerini sıkmaktan boynundaki damarlar patlayacak kıvama gelmişti, kendini sıkmaktan kıpkırmızı olmuştu. Karşısında öyle fütursuzca konuşan adamı öldürmek istiyordu. Hızlı bir hamleyle kapıyı açıp içeri girmek isterken Bora, sertçe Pamir'i tutarak bunu engelledi. Böyle bir şey yapması çok riskliydi ve buna izin veremezdi. Yoksa kendisi de biliyordu içeri girip adamı öldüresiye dövmeyi. Ama yapamazlardı.

"Bırak lan beni! Onun o dilini koparıp bir taraflarına sokacağım. İnim inim inleyecek orospu çocuğu!" Pamir, Bora'nın kolları arasında çırpınırken Bora sinirlenerek yüksek sesle konuştu. "Çık şu odadan, sakinleşmeden de gelme!" Pamir kaşlarını çatarak Bora'ya bakarken çırpınmayı bıraktı. "Ne sakinleşmesinden bahsediyorsun lan sen! Duymuyor musun adamın dediklerini!" dediğinde Bora Pamir'i kapıya doğru götürdü. "Duyuyorum gerizekalı ama tüm sorguyu bok etmene de izin vermem anladın mı? Çık şimdi!"

Pamir'i dışarı çıkarttıktan sonra kapıyı kapattı Bora. Pamir'in kapıya sert bir tekme attığını ve aynı zamanda bağırdığını duyduktan sonra sakinleşmek adına birkaç derin nefes alıp verdi. Kendisi de çok sinirliydi, içer girip adamı bir güzel dövmek istiyordu ama yapamazdı. Sakin olmak zorundaydı. Pamir'in de sakin olması gerektiğini bildiği için böyle bir çözüm yoluna başvurmuştu.

"Kes lan sesini kes! Cinayetten bahset diyoruz sana!" Cenk komiser sinirlerine hakim olamayıp bağırırken başsavcı göz ucuyla Cenk'e doğru bakıp uyarı dolu bir bakış attı. Cenk bunu anlayarak sakinleşmeye çalışırken Tankut alayla güldü. "Konuşayım mı? Konuşmayayım mı? Hangisini istiyorsunuz anlamadım ben." dediğinde başsavcı kaşlarını çatarak Tankut'a doğru eğildi. "Karşında bir savcı olduğunu, bahsettiğin kişinin de bir savcı olduğunu bilerek, üslubuna dikkat ederek konuşacaksın. Karşında arkadaşın yok senin!"

Tankut kaşlarını çatarak başsavcıya bakarken konuştu. "Kaçacağını biliyordum, bir savcıdan da bu beklenirdi zaten. Belime boş bir silah taktım, o da bunu aldı. Beni yaraladıktan sonra kaçtı ancak onu yakalamak benim için zor değildi. İki el ateş ettim tam olarak ciğerine ve kalbine isabet ettirmek istedim kurşunları." dedi kendinden emin bir şekilde. Ardından da ekledi. "Başına gittiğimde çok zor nefes alıyordu, beni görünce gözlerini kapattı. Zaten bir süre sonrada nefesi iyice yavaşladı, nabzı da aynı şekilde. Acı çekerek ölsün istedim. Nefes alamamak ne demek, kan kaybından uyuşmak ne demek, acıdan kıvranmak ne demek öğrensin, ölümü iliklerine kadar hissederek korksun ve öyle ölsün istedim." dedi canice.

Bora gözlerini kapatmış dişlerini sıkarken Tankut başsavcının tam gözlerinin içine bakarak sözlerine devam etti. "Zaten 2 saat içinde bilemedin 4 saat içinde ölecekti. Sabahın ilk saatlerinde vurdum onu ve öğleye kadar ölür diye düşündüm. Çünkü normalde öyle olması gerekiyordu ama öldürmeyen Allah öldürmüyor işte." dedi Tankut sırıtırken. Yüzündeki sırıtış öyle mide bulandırıcı öyle korkunçtu ki Cenk komiser kusacağını hissetti. Tankut ise devam etti. "Savcımı öyle gömmek içime sinmedi, kefenleyip gömmek istedim. O yüzden kefen almak istedim ama tebrik ederim beni yakaladınız."

"Allah belanı versin senin." Cenk komiser mırıldanırken Tankut sırtını oturduğu sandalyeye yaslayarak başını salladı. "Cümlemizin komiserim."

O sırada Pamir dışarı çıkmış, emniyetin bahçesini kaç kere turladığını bilmeyerek sakinleşmeye çalışmıştı. Sigarasını içtikten sonra kendini sakinleştirmiş ve tekrardan sorgu odasına dönmüştü. Sakinleşmesi çok zordu ama sakinleşmesi gerektiğini biliyordu, o yüzden kendisini zorlamıştı. Odaya girdiğinde Bora'nın bakışları Pamir'e dönmedi, çünkü Tankut'a kilitlenmiş bir biçimde bakıyordu. Düşünceleri, kanını dondurmuştu ve düşündüğü ihtimalin gerçekleşmesi durumunda gözünü kırpmadan bu adamı öldüreceğini biliyordu.

"Bitti mi sorgu?" Pamir'in meraklı sesiyle birlikte Bora onun sorusunu duymazdan gelerek konuştu. "Sakinleştin mi?" dediğinde Pamir belli belirsiz başını salladı. Sakinliği anlıktı, adamın tek bir cümlesinde yeniden sinirleneceğini biliyordu çünkü içindeki ateş, Devrim'in o hali gözünün önüne geldikçe harlanmaya devam ediyordu.

Başsavcı tiksinerek oturduğu yerden kalkarken Cenk'te onunla birlikte ayağa kalktı. "Adamı nezarethaneye alın, iddianamesi hazır olmak üzere." dedikten sonra odadan direkt olarak çıktı.

Cenk, Pamir ve Bora'nın bulunduğu odaya girdiğinde bakışları direkt olarak kamera görüntülerini çeken polis memuruna doğru döndü. "Sorgu bitti, sen çıkabilirsin." dediğinde polis memuru sorgusuz bir biçimde odadan çıktı. Cenk onun odadan çıkmasıyla birlikte kapıyı kitlerken Bora ve Pamir anlamaz gözlerle ona bakmaya devam ediyordu. "Sahne sizin beyler." diyerek bakışlarıyla Tankut'u işaret etti Cenk. Ardından kaşlarını kaldırarak konuştu. "Burada ne olduysa aramızda, ne gördüm ne duydum ne bilmiyorum." dedikten sonra cebindeki kelepçe anahtarını çıkartıp Pamir'e doğru uzattı. Ardından ekledi. "Yalnız çok süreniz yok, nezarethaneye indirilmesi gerekiyor. Ben kapıyı tıklatacağım süre dolduğunda." dediğinde Pamir'de Bora'da onayladı.

Adamın konuşmaları bir tek Bora ve Pamir'in zoruna gitmemişti. Cenk'in de çok zoruna gitmişti. Savcısıyla her ne kadar arada sürtüşme yaşasalar da onu gerçekten benimsemişti ve yaşadıklarını sindirememişti. O içeride sinir küplerine dönmüşken dışarıda olan Pamir ve Bora'nın ne halde olduğunu tahmin bile edememişti.

Cenk tekrardan Tankut'un yanına gireceği sırada Pamir mırıldandı. "Komiser, teşekkür ederiz." dediğinde Cenk komiser arkasını dönmeden omzunun gerisindeki adamlara baktı yandan. "Teşekkür edilecek bir şey yok, Devrim hanım sizin canınızsa benimde iş arkadaşım, savcım." dedikten sonra kapıyı açarak odaya girdi.

Tankut'un bakışları Cenk'e dönerken Cenk hiçbir şey söylemeden sorgu odasından çıktı ve kapıyı arkadan kilitledi. Bora ve Pamir arkalı önlü bir şekilde Tankut'un bulunduğu odaya girerken Tankut kaşlarını çatmış bir biçimde içeri giren ikiliye baktı. Pamir beklemeden adamın elindeki kelepçeleri çözerken Tankut tekrar konuştu. "Neler oluyor?"

Kelepçeler çözüldükten sonra Pamir adamın yakasından tutarak onu kaldırdı ve hiç beklemeden adamın yüzüne yumruğunu çakarken konuştu. "Yüz yüze tanışalım dedik. Gerçi tanışmıştık ama birde burada tanışalım." Tankut hiç beklemediği bu darbe karşısında yere doğru düştüğünde Bora onu sertçe düştüğü yerden kaldırdı ve bir yumrukta o geçirdi yüzüne. "Ama hiç memnun olmadık biliyor musun?"

"Hangi elinle tutuyordun lan silahı!" Pamir adamın yüzüne doğru bağırırken Tankut konuştu. "Bu yaptığınız suç biliyorsunuz değil mi?" dedi kaşlarını çatarak. Bora ise alayla güldü. "Konuştu katilimiz." dedikten sonra ciddileşerek Tankut'a baktı. "Sence suç olup olmaması umurumuzda mı amına koyduğumun pezevengi."

"Madem cevap vermiyorsun ne yapalım, iş başa düştü." dedi Pamir kaşlarını çatarak. Ardından ekledi. "İş başa düştü." dedikten sonra adamın sağ elini tutarak sert bir hamleyle bileğini çevirdi. Tankut'un inlemesiyle karışık bir biçimde çıt sesi duyulurken Pamir umursamadan konuştu. "Bu parmağınla mı bastın lan tetiğe?" dedikten sonra işaret parmağını hızlı bir hamle ile büktü. Ardından tek tek diğer parmakları içinde aynı işlemi uyguladı. her parmaktan ayrı ayrı çıt sesi çıkarken Tankut yaşadığı acı ile hem kıvranıp hem bağırdı. "Şikayet edeceğim sizi!"

Ne Pamir ne Bora bunu umursamazken yerde yatan adamın sol tarafına Bora eğildi. "Sanki sağ eli değil gibiydi ha Pamir?" dedikten sonra adamın sol bileğini tutarak çevirdi. Tankut yaşadığı acıyla bir kez daha inlerken Pamir işaret ve baş parmağını adamın yanaklarına koyarak sıktı. "Böyle mi dinleyecektin lan Devrim'i!? Ha!? Böyle mi?!" derken Bora, aynı Pamir'in yaptığı gibi tek tek parmaklarını kırmaya devam etti. Ardından da güldü. "Haklıymışsın lan, harbiden zevkliymiş." dedikten sonra dişlerini sıkarak konuştu. "Ama masum bir kadının inlemesi değil, orospu çocuğu bir katilin inlemesini dinlemek zevkliymiş."

"Bırakın lan beni! Bırak!" Tankut yerde debelenirken Bora'da Pamir'de işini bitirerek ayağa kalktı. Pamir, Bora'ya doğru bakarken mırıldandı. "İçim soğumadı biliyor musun benim, keşke şuan başka bir yerde olsaydık." dediğinde Bora omuz silkti. "O da Tankut'un şanssızlığı, oysa bizimde çok güzel işkencelerimiz vardı. Gerçi sen biliyorsundur ne de olsa eski meslektaşımızsın." derken sertçe Tankut'un sırtına doğru tekme attı.

Tankut, Bora'nın tekmesiyle inleyerek Pamir'e doğru dönerken Pamir hiç beklemeden adamın bacaklarının arasına geçerek ayağındaki postalı sertçe erkeklik organına doğru bastırdı. Tankut acı dolu bir inlemeyle bağırırken Pamir güldü. "Hah şöyle, bak şuan daha çok zevk aldım." diyerek ayağını bastırmaya devam etti acımadan.

Yüzüne çok fazla hasar bırakırlarsa telafisi mümkün olmazdı, başsavcı bunun peşine düşebilirdi ama fiziksel acının peşine kimse düşmezdi. İstese de kanıtlayamazdı Tankut bunu.

Bora'da sırıtarak Tankut'un kıvranışını izlerken içi birazcık da olsa soğumuştu. Tam olarak hıncını alamamıştı. Belki öldüresiye dövseydi, onun Devrim'e yapmak istediği gibi ölümün kıyısına getirseydi içi daha da rahatlardı ancak Cenk'i de riske atmak istemiyordu. Pamir'de Bora ile aynı düşüncedeydi. Ancak yine de hırsını, sinirini çıkartmak istercesine ayağını altındaki organa bastırmaya devam etti.

Odanın kapısının tıklanmasıyla birlikte ikisi de sürenin dolduğunu anladı. "Tüh bizden bu kadar." dedi Bora dudaklarını büzerek. Ardından ekledi. "Bizim için zevkti, belki yine görüşürüz ha Tankut." derken odanın kilidinin açıldığını duydular.

Pamir ayağını çektiği anda Tankut yan dönerek bacaklarını kendine doğru çekti. Pamir ise tam Tankut'un yüzüne doğru gelerek hafifçe eğildi. "Allah kurtarsın." dedikten sonra gözlerini kısarak ekledi. "Ya da kurtarmasın, aldığın her nefeste bu hissettiğin acı aklına gelsin." dedikten sonra Tankut'un kırdığı eline doğru tekme attı. Bu hamlesiyle Tankut'un eli savrulurken kendisi acıyla haykırdı.

Cenk odaya girerken bakışları ilk olarak yerde yatan Tankut'a döndü. Onun yerde kıvrandığını görerek merakla konuştu. "Ne yaptınız?" dediğinde Bora omuz silkti. "Hiçbir şey, sadece elini nasıl kullanması gerektiğini öğrettik." dediğinde Cenk durumu anlayarak başını salladı. "Ellerinize sağlık."

Üçünün yüzünde de gülümseme oluşurken Cenk kapıdan başını uzatarak dışarıya doğru baktı. Ardından tekrar Pamir ve Bora'ya bakarak konuştu. "Kimse yok, çıkabilirsiniz." dediğinde Pamir ve Bora odadan çıktılar. Bora son kez Cenk'e dönerek konuştu. "Sağ olasın." dediğinde Cenk başını eğip kaldırdı. "Görevimiz."

Devrim'in de söylediği gibi bu olay herkes için bir dönüm noktası olmuştu. Kimileri pişmanlıkla kavrulmuştu, kimilerinin araları düzelmişti, kimileri empati yapmayı öğrenmişti. Ama her ne olursa olsun hepsi hayatın çok kısa olduğunu öğrenmişti...

 

 

 

◔◔◔

Devrim Akyol'un anlatımından,

"Devrim kızıyorum ama bak, aç şu ağzını." diyerek ağzıma kaşığı sokmak için bekleyen babama doğru bakarak başımı başka tarafa doğru çevirirken mırıldandım. "Tadı çok kötü, içmek istemiyorum." diyerek yüzümü buruşturdum. Doktorum Işık hanım gerekli tahlillerin ardından sıvı bir şeyler yiyebileceğimi söylemişti ve sağ olsunlar hastanede bu çorbayı reva görmüştü bana.

"İçmezsen nasıl iyileşeceksin? Yemen gerekiyor" dedi babam kızgın bir tonla. Başımı iki yana sallayarak reddederken babam sabır çekerek elindeki kaşığı kasenin içine geri bıraktı. "İnatçı keçi." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Hiçte bile değilim." dediğimde babam cevap verdi. "Abine şikayet edeyim de gör. O zorla ağzına sokar."

"Baba yapma ya. Zaten iştahım yok, bir de tadı kötü. Hiç yiyesim gelmiyor." dediğimde babam derin bir iç çekti. "Gidip kantinden bir çorba alayım madem öyle. O güzel olur belki." dedi babam düşünceli bir şekilde.

Dün sabaha kadar deliksiz uyumuştum. Hem aldığım ilaçlar, hem de Pamir'in yanı başımda olmasının vermiş olduğu güvenle uyumuş ve sabah gözlerimi dinç bir şekilde aralamıştım. Uyandığımda refakatçi kanepesinde Sinem'in uyuduğunu, yattığım yatağın yanına çekilmiş olan sandalyede Pamir'in uyuduğunu görmüştüm. Eli gece boyu bir saniye olsun elimi bırakmamıştı ya da ben hissetmemiştim bilmiyordum. Başı ellerimizin yanında yatağa yaslıydı.

Evet korkuyordum. O adamın tekrar gelmesinden, bana bir şey yapmasından çok korkuyordum. Ama Pamir yanımdayken korkum uçup gitmişti sanki, deliksiz uyumuştum. Onun güven veren elleri ellerimi tutarken, bedeni yanımdayken ne pahasına olursa olsun beni koruyacağını biliyordum. Aynı güven duygusunu abim ve babam yanımdayken de hissediyordum. Onlar benim sırtımı yasladığım dağımdı.

Uyandıktan kısa bir süre sonra babam, abim, Hakan ve Burçe gelmişti. Babam yanımda kalırken abim, Pamir ve Hakan tabura uğramak üzere yanımdan ayrılmışlardı ama biliyordum ki tabur dışında emniyete de giderlerdi.

Kapı tıklanıp açılırken Sinem'in sesini duydum. "Girebilir miyiz?" dediğinde güldüm. "Birde soruyor musun? Girin tabii ki." dediğimde Burçe ve Sinem arka arkaya odaya girdiler. Babamla bizi baş başa bırakıp kantine gitmişlerdi ikisi. Babam oturduğu yerden kalkarken kızlara dönerek konuştu. "Ben hemen kantine gidip geliyorum, siz göz kulak olun." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Aşk olsun baba, çocuk muyum ben?"

Babam ima ile yüzüme bakarak cevap verdi. "Çocuk değilsin ama işine aşık ve bağımlısın. Muhtemelen telefonu eline alıp davayı soracaksın." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım suçluluk duygusuyla. Beni o kadar iyi tanıyordu ki. Ama elimde değildi, ne olup bittiğini merak ediyordum. Mesela o adam yaptıklarını itiraf etmiş miydi? Öldürdüğü kişilerin listesine ulaşılabilmişler miydi?

"Hiç merak etme Turan amcacım, biz Burçe ile onu oyalarız." dedi Sinem. Babam onaylayarak odadan çıkacağı sırada kapının tekrar çalınmasıyla birlikte hepimiz merakla kapıya döndük. Serhat amcanın elinde bir çiçek buketiyle içeri girdiğini gördüğümde büyükçe gülümsedim ancak arkasından gelen Halide hanım ile gülüşüm yavaşça soldu.

O da bunu fark ederken Serhat amcanın sesiyle birlikte bakışlarımı ondan Serhat amcaya çevirdim. "Güzel kızım çok geçmiş olsun." Serhat amca elindeki çiçek buketini bana doğru uzatırken küçük bir tebessümle buketi aldım. Serhat amca ve Halide hanımın gitmediğini bugün sabah Burçe sayesinde öğrenmiştim ve Serhat amcanın geleceğini tahmin etmiştim. Ancak Halide hanım benim için sürpriz olmuştu. "Teşekkür ederim Serhat amca. Neden zahmet ettin?"

"Zahmet olur mu hiç?" dedi Serhat amca gülümseyerek. Ardından ekledi. "Sana az bile, çok korkuttun bizi. Ama o eşek sıpasının senin yaşadıklarını anlaması gerekiyordu. Her şerde bir hayır var derler." dediğinde Burçe gülerek konuştu. "Abim bunu duymasın, bozulur." dediğinde Serhat amca omuz silkti. "Ne bozulacak, o da bunun farkında."

Gerçekten onların böyle bir deneyim yaşamalarını hiç istememiştim ancak elimde olmayan sebeplerden ötürü Pamir benimle empati kurmak durumunda kalmıştı. O beni zaten anlamıştı ama belki de böylece daha iyi anlamıştı bilemiyordum.

"Siz geçin oturun, ben bir çorba alıp geliyorum." dedi babam soğuk bir tonda. Babamla Serhat amca arasından su sızmazdı, şimdi neden böyle olduğunu anlamaya çalışırken bakışlarımı Sinem ve Burçe'ye çevirdim. Sinem ağzını oynatarak 'Ben sana sonra anlatırım.' gibi yüz ifadesi yaparken başımı salladım.

"Dur Turan, gitme." dedi Halide hanım sessizliğini bozarak. İlk önce babama ardından bana mahcup bir şekilde baktığında bakışlarını sorguladım. Halide hanım ise elindeki poşeti kaldırarak konuştu. "Ben bilirim hastane yemekleri güzel olmaz, Burçe babasına söylerken duydum yemek yemeye başladığını. Çorba yaptım." dediğinde şaşkınlıkla baktım Halide hanıma. Elindeki poşeti babama doğru uzatırken mırıldandı. "Terbiyeli tavuk sulu çorba, sen seversin."

Söylediği cümle daha da şaşırmama neden olurken rüyada mıyım diye düşünmeden edemedim. Halide hanım daha günler önce bana ağzına gelen lafları sayarken şimdi mülayim bir biçimde konuşması bana bakması garipti. Babam Halide hanımın elindeki poşeti alırken göz ucuyla ona doğru baktı. "Sağ olasın."

"Turan amca ben yediririm onu Devrim'e, isterseniz siz çıkıp çay için." dedi Sinem babamın elindeki poşete uzanırken babam başıyla onu onaylarken Serhat amca ile ikisi dışarı çıktılar odadan. Halide hanım hüzünlü gözlerle hala daha bana bakarken mırıldandım. "Sizde ayakta kaldınız." dedim içimden gelmeyerek. Ne söylemem gerektiğini, ona karşı nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum.

Halide hanım sözlerimle kızının yanındaki boş yere oturduğunda Sinem poşeti açarak içindeki saklama kabını çıkartıp kapağını açtı. Biraz önce babamın bıraktığı kasedeki kaşığı alarak yanıma oturduktan sonra kasenin kapağını açarak kaşığı içine daldırdı. Odada çorbanın kokusu yayılırken karnımın acıktığını hissettim.

Sinem kaşığı bana doğru uzattığında hiç beklemeden kaşığı ağzıma aldım ve çorbayı içtim. Damağıma yayılan tatla birlikte zihnimde anılar canlanırken Sinem bir kaşık daha ağzıma uzattı. Annem gelmişti aklıma, ben hastayken elleriyle bu çorbayı pişirirdi ve bana kendisi yedirirdi. Yine bana elleriyle yedirmesine o kadar ihtiyacım vardı ki. Keşke yanımda olsaydı, keşke elleriyle o yedirseydi bana diye düşünmeden edemiyordum.

Bu düşünce ağlamama neden olurken annemin eksikliği bir hançer gibi yüreğime saplandı. Yanımda duran kişilere de büyük bir minnet doluydum ancak annemin yeri ayrıydı. En çok böyle zamanlarda annemin yokluğu canımı yakıyordu. Şimdi yanı başımda olsa, şefkatiyle beni sarıp sarmalasa belki her şey daha güzel olurdu. Elimi yüzüme kapatıp hıçkırırken dayanamamıştım. Belki de ağzımda yayılan o tat, annemin çorbasıyla aynı olduğu içindi..

Psikolojim normal değildi ki benim, daha yeni yeni toparlanırken bu olayın olması daha beter bozulmasına neden olmuştu. Ani duygu değişimleri yaşıyordum. Şuan olan şeyde bunlardan biriydi.

"Kızım ne oldu?" Halide hanımın endişeli sesinin ardından Sinem'in mırıltısını duydum. "Her şey üst üste geldi, duygu patlaması yaşıyor." Tam olarak öyleydi. Kendime hakim olamıyordum. "Yaşadıkları kolay değil.." dedi Burçe üzgünce.

Ellerimi yüzümden çekip gözyaşlarımı temizlerken fısıltı şeklinde konuştum. "Ben, üzgünüm. Dayanamadım öyle çorbayı içince..." diye kendimi açıklamaya çalışırken Sinem beni anladığını belirtircesine yüzüme baktı. Beni en iyi o anlardı zaten. Burnumu çekerken Halide hanımın ilgili sesini duydum. "Annende yapardı bu çorbayı bilirim, sana onu hatırlatmak değildi amacım. Seviyorsun diye yapmıştım." kendini açıklamaya çalışırken umursamaz bir tonda konuştum. "Biliyorum, ellerinize sağlık."

Halide hanıma ne olmuştu, ne düşünüyordu hiç anlamıyordum. Yaralanmam vicdanına mı dokunmuştu, bana acıyor muydu anlayamıyordum. Pamir'in onunla konuşmadığını biliyordum, belki de o yüzden bana iyi davranmaya karar vermişti ama bu iyi halleri hayra alamet değildi.

Sinem bana çorbayı yedirirken kapının çalınmasıyla birlikte hepimizin bakışları kapıya doğru döndü. Pamir'in geldiğini gördüğümde yüzümde gülümseme oluşurken Pamir'in ela gözleri ilk önce beni buldu. Bakışlarındaki sevgi içimi ısıtmaya yeterken gözlerini benden çekti ve odadaki annesini görmesi ile kaşları çatıldı. Odaya tamamen girip kapıyı kapattıktan sonra annesine tekrardan bakmadan direkt olarak yanıma doğru geldi.

"Nasılmış benim güzel sevgilim?" Annesinin ve kardeşinin yanında söylediği cümle ile utanarak kaçamak bir şekilde onlara baktığımda Burçe'nin küçük bir gülümsemeyle bakışlarını yere eğdiğini, Halide hanım ise tepkisizdi diyebilirdik. Bakışlarımı onlardan çekerken Pamir'e doğru baktım. "İyiyim, daha iyi hissediyorum."

Pamir yataktaki boşluğa oturup tam olarak gözlerimin içine bakarken başını salladı belli belirsiz. Ardından dikkatini çeken bir şey varmış gibi gözlerini kısarken konuştu. "Ağladın mı sen?" sesinde merak ve endişe vardı. Ben daha bir şey söyleyemeden bakışları annesine doğru dönerken kaşlarını çattı. "Anne, yine mi?" diye sertçe konuştu. Resmen patlamaya hazır volkan gibiydi, bu konu hakkında canı çok sıkkındı biliyordum.

Halide hanım afallayarak itiraz edeceği sırada Pamir'in elini tutarak konuştum. "Annen bir şey söylemedi, bana çorba yapmış. Onu içince duygulandım sadece." dedim Halide hanıma kızmasını engelleyerek. Sonuçta onun bir suçu yoktu, bu benim yaptığım bir şeydi. Pamir bakışlarını annesinden çekip bana çevirirken tebessüm etmeye çalıştım. "Annemi hatırladım sadece." derken sesimin titrek çıkmasına engel olamadım. Annem benim en hassas noktamdı.

Pamir hüzünlü gözlerle bana bakarken elini yüzüme götürerek nazikçe yanağımı sevdi. Annemin ölümünde de yanımda olamadığı için kendisini suçladığını biliyordum ama onun elinden hiçbir şey gelmezdi bunu da biliyordum.

Halide hanım genzini temizlerken Pamir ile olan bakışmamız bölündü. Halide hanım ise bana dönerek konuştu. "Devrim..." diyerek direkt olarak bana hitap ettiğinde merakla baktım ona doğru. Sesi uzun zamandır duymadığım kadar ılımlı ve sakin çıkıyordu. Oysa ben birkaç haftadır onun sert, umursamaz sesini duymaya alışmıştım. "Ben sana haksızlık ettim, bunu biliyorum." diye sözlerine başladığında şaşırsam da bunu belli etmedim.

Pamir'de annesine doğru baksa da Halide hanım direkt olarak bana bakıp sözlerine devam etti. "Anneler evlatlarına çok düşkün olurlar, ben Pamir'i kaybettiğimde benim halimi en iyi sen biliyorsun. Sonra yaşadığını öğrendiğimde bilmiyorum..." deyip duraksadı. Doğru kelimeleri bulmaya çalıştıktan sonra devam etti sözlerine. "Mutlu olsun istedim, dile kolay üç yıl. Onunda mutlu olmaya hakkı olduğuna inandırdım kendimi, sen Pamir'i affedemeyince ben Pamir daha fazla üzülsün istemedim."

Cümleleri tipik olarak her erkek annesinin kurduğu cümlelerdi. Ne kadar haklıydım, herkes kendi çocuğuna anneydi. Oğlum veya kızım dışındaki kimsenin duygularının, düşündüklerinin önemi yoktu. Yeter ki oğlum veya kızım mutlu olsundu. Halide hanım çocukları konusunda tam bir bencildi. Oysa onunla geçirdiğim vakitlerin, ona olduğum desteğin hatırına bana anlayış göstermeliydi ama o ilk fırsatta beni harcamayı seçmişti.

"Ben Pamir'in seninle mutlu olduğunu anlayamadım, Pamir'in bir tek seni sevdiğini, seni istediğini anlamak istemedim, görmezden geldim. Başkasıyla mutluluğu bulur sandım. Ama şuan bunu yaptığım için ne kadar pişmanım anlatamam." Halide hanım samimi bir tonda düşündüklerini dile getirirken dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım. Onu anlıyordum, hak vermiyordum kesinlikle ama anlayabiliyordum. En azından bencilliğini kabul ediyordu.

"Halide Hanım, elbette kolay şeyler yaşamadınız. Evlat kaybını yaşamadan anlayamam biliyorum. Allah kimseye de yaşatmasın. Ama sizde söylediniz, Pamir'in acısını tuttunuz yıllarca ve sonra Pamir çıkıp geldi. O sizin yıllarca beklediğiniz oğlunuzdu, kabullendiniz anında. Ama benim yalnızca sevgilimdi. Ne kanımdandı, ne canımdan bir parçaydı, ne de kocamdı. Sadece sevgilimdi. Siz benimde onu çabucak kabullenmemi istediniz bencilce." dedim direkt Halide Hanım'ın gözlerine bakarak.

Bu sözler Pamir'e de dokunuyordu. Annesinin de benimde psikolojik olarak iyi durumda olmamamızın nedeni bu görevdi. Kendini suçladığını anlamamak için salak olmak gerekiyordu ama bazı şeylerinde dile getirilmesi lazımdı. Hepimiz yıpranmıştık, hepimiz kötü anlar yaşamıştık. Ben hırsımı, beni bu duruma getiren muhatabımdan çıkarmıştım. Pamir'i kırıp geçirmiştim, kendimi böyle rahatlatırım sanmıştım. Ama sonra bunun yanlışlığını kavrayarak yardım almaya başlamıştım ve şimdi toparlanmış sayılırdım. En azından Pamir'i suçlamayı bırakmıştım. Ama Halide Hanım beni suçlamayı seçmişti, bu kolayına gelmişti. Onun için el kızı önemli değildi, o kırılsa da olurdu ama benimde bir annenin evladı olduğumu unutmuştu.

Bakışlarımı saniyelik olarak Pamir'e çevirdiğimde suskunca bana baktığını görerek bakışlarımı tekrardan Halide hanıma çevirdim. "Ben buna rağmen Pamir'in yasını tuttum yıllarca. Evet kocam değildi, kanım değildi. Ama canım dediğimdi. Bende canımı kaybetmiştim, hayatımın aşkını kaybetmiştim. Yıllarca onun yasını tuttum, başka birini sevmeyi denemeyi geçtim ben başka birini aklımın köşesinden bile geçirmedim ve bunun en büyük şahidi de sendin. Ve buna rağmen, onu çok sevdiğimi bilmene rağmen benim onu affetmeyeceğimi, boşa uğraşmaması gerektiğini söyledin ve ona kız buldun." dedim kırgınlıkla. Artık konuşma sırası bendeydi, madem bana bu hakkı vermişti bende tüm düşündüklerimi söyleyecektim ki hiçbiri içimde kalıp bana ağırlık yapmasındı.

"Annem vefat etti, onu toprağa koyduğumuz andan itibaren beni kaldıran sen oldun. Babam ne yapacağını bilemiyordu. Abimle ben öksüz kalmıştık, kaç yaşında insanlardık ama ikimizde annemizin kuzusuyduk. Çok büyük boşluğa düştük o gidince, sen kaldırdın bizi. Günlerce yanımızda oldun, ben seninle ağladım çoğu zaman. Sonra annemin yemeklerini özlediğimde senin yemeklerini yedim, sana sarılınca anneme sarılıyormuş gibi hissettim. O da oğlunu kaybetti, beni evladı yerine koyuyor dedim. Bende seni annem yerine koydum." dedim içli bir şekilde gözyaşı dökerek. O günleri hatırlamak bana zaten acı veriyordu, bir de o zamanlar bana anneliği hissettiren kadının bugün düşmanımmış gibi davranması büsbütün dağıtmıştı beni.

Halide hanım dudaklarını birbirine bastırıp başını havaya kaldırırken yanaklarına damlayan gözyaşlarını gördüm. Eliyle onları temizlerken benim gözyaşlarımı Pamir temizledi usulca.

Bense bakışlarımı Halide hanımdan hiç çekmeden devam ettim sözlerime. "Sen annemdin, Serhat amcam babamdı, Burçe kardeşimdi. Ben sizi ailem yerine koydum, nasıl koymazdım ki? Pamir'in ailesiydiniz siz, aşkından ölüp bittiğim adamın ailesiydiniz. Aynı zamanda annemle babamın da yakın arkadaşlarıydınız." deyip duraksadıktan sonra devam ettim. "İnsanın canını hep sevdikleri yakar derlerdi, doğruymuş. Ben Pamir ile çalkantılı süreçlerden geçerken sizin destek vereceğinizi düşündüm ama çok büyük yanıldım. Sözleriniz bende o kadar büyük hayal kırıklığı oluşturdu ki bunu anlatamam. İşte o zaman anladım ki insanın kendi ailesi dışında hiç kimse onu koşulsuz şartsız sevmez."

"Devrim..." Halide hanım konuşacağı zaman araya girdim. "İzin verin lütfen." dediğimde Halide hanım kabullenerek sessiz kaldı. Bense devam ettim. "Eğer göreve giden ben olsaydım, Pamir beni öldü bilseydi ve sonra da geri gelseydim annem Pamir'i bağrına basardı. Şuan yaşasaydı, bana yaşattıklarını kabullenip yine bağrına basardı ve onu sevmeye devam ederdi. Çünkü annem hep onu oğlu gibi gördü, Pamir'i kaybettiğimizde de bana değil kaybettiği oğluna ağladı günlerce. Eminim şuan kırgınlıkla izliyordur sizi. Aynı babamın size baktığı gibi."

Halide hanım söylediğim sözlerle birlikte başını yere doğru eğip eliyle ağzını kapattı hıçkırmamak için. Belki sözlerim ağırdı bilmiyordum, belki onun bana yaptığı gibi sözlerim kalbine ok olup saplanıyordu ama içimde tutmak istemiyordum. Ben az kalsın ölüyordum, muhtemelen öleceğimi düşündüğü için pişmanlık duymuştu, belki de oğlunun halini gördüğü için bizim ayrılmayacağımızı anlamıştı bilmiyordum ama birinin benim kalbimin de olduğunu hatırlatması gerekiyordu.

"Canınız sağ olsun Halide hanım." dedim durgunca. Halide hanımın bakışları tekrardan bana dönerken ela gözlerinin kızardığını gördüm. Başını omzuna doğru eğerek üzgün gözlerle baktı bana. "Ben böyle olmasını hiç istemezdim." diye titrek bir nefes verirken yutkunarak başımı salladım. "Bende istemezdim." dedikten sonra devam ettim sözlerime. "Her ne kadar pişmanlığınızı gözlerinizden görsem de bundan sonra benim için hiçbir şey değişmeyecek Halide hanım. Siz benim için yalnızca Pamir'in annesi olarak varsınız artık, bundan ilerisinin olacağını sanmıyorum."

Sözlerimi bitirdiğimde Halide hanım kabullenerek başını salladı. "Peki kızım, nasıl istiyorsan." Bakışlarımı ondan çekerek ellerime doğru çevirdiğimde Pamir'in elleri elimi kavradı. O sırada Sinem'in sesini duydum. "Hadi ben sana biraz daha yedireyim." dedikten sonra Pamir'e doğru bakarak konuştu. "Ya da Pamir yedirsin sana, ben bir dışarı çıkayım. Malum işbaşı yapacağım birkaç telefon görüşmesi yapmam gerek." dediğinde başımı salladım. "Bende bir babamlara bakayım." dedi Burçe ayağa kalkarken. Halide hanım ise kızına yönelerek konuştu. "Bende geleyim seninle."

Hep birlikte odadan çıkarlarken Pamir oturduğu yerden ayağa kalkarak Sinem'in biraz önce bıraktığı çorba kasesini eline aldıktan sonra tekrardan yatağa oturdu. Çorbayı kaşıkla karıştırdıktan sonra bir kaşık alarak ağzıma uzattı, onu kırmamak için uzattığı birkaç kaşık çorbayı içtikten sonra mırıldandım. "Bu kadar yeterli." dediğimde Pamir kaşlarını çattı. "Hayır, bu kadarla doymazsın." dediğinde cevap verdim. "Ama canım hiç istemiyor. Midem bulanıyor."

Yalan söylemiyordum, midem gerçekten bulanıyordu, stres muhtemelen mideme vuruyordu. Birde bu hastane odasında olmak hiç hoş değildi. Bir an önce buradan çıkıp evime gitmek istiyordum. Pamir elindeki kaşığı kasenin içine koyduktan sonra ilgili bir biçimde yüzüme bakarak konuştu. "Doktoru çağırayım mı kötüysen?" dediğinde başımı iki yana salladım. "Hayır, doktorluk bir şey yok. Sen yanımda olsan yeter."

Pamir küçük bir tebessüm ederek elindeki kaseyi tekrardan yatağın ucundaki masa tarzı yere koyduktan sonra yanıma tekrar döndü. Gözlerime uzun uzun, dinlenmek istermiş gibi baktıktan sonra elini serum takılı olmayan elime getirdi ve bakışlarını da elime çevirdi. Başparmağı nazikçe bileğimde gezinirken bende uzun uzun yüzüne baktım. Sessizdi, düşünceli duruyordu.

"Bana kızgın mısın?" diye aklımdaki soruyu sorarken Pamir'in kaşlarını çattığını gördüm. Bakışları aniden bana dönerken mırıldandı. "Sana neden kızayım, haklı olduğun için mi?" dediğinde duraksadım. Sonuçta Halide hanım onun annesiydi, belki sözlerim onun ağrına gitmişti bilmiyordum ve bundan emin olmak istiyordum.

Bakışlarım Pamir'in yüzünde tedirginlikle dolaşırken Pamir elini yanağıma getirdi ve nazikçe okşadı. "Canım, canımın içi." sanki kalbinden sökülüp geliyormuşçasına içten bir şekilde hitap ederken karnımın içindeki kelebeklerin uçuştuğunu, kalbimin pırpır ettiğini hissettim. "Yaşadıklarını bilen sensin, yaşayan sensin. Sen nasıl istiyorsan öyle olacak. Benim seni bir şey için zorlamam mümkün değil, sen zaten içine nasıl siniyorsa öyle davranırsın ve benim için önemli olan bu."

Söylediği cümleler benim için o kadar değerliydi ki bunu cümlelere dökmekte zorlanıyordum. Elimi Pamir'in elinden çekip kollarımı iki yana açtım. "Gelsene." dedim pırıldayan gözlerle ona bakarken. Pamir isteğimi anlayarak bana doğru eğilirken kollarımı Pamir'in boynuna sardım sıkıca. Gözlerimi kapatarak ferah kokusunu ciğerlerime çekerken o ellerini bana temas ettiremeden yatağa yasladı. Bu hareketi daha da hoşuma giderken daha sıkı sarıldım. "Teşekkür ederim."

Pamir'in nefesi boynuma vururken dudaklarını tenimde hissettim. Yüzümdeki gülümseme büyürken Pamir derin bir çekti. İkimizde birbirimizi o kadar özlemiştik ki. Daha yılların özlemini gideremeden aramıza yine mesafeler girmişti.

Kollarımı boynundan çekerken Pamir geri çekilerek eski yerine oturdu. Ardından elini kabanının iç cebine sokarak bir merhem kutusu çıkardı. Merakla ne olduğuna bakarken Pamir kremi kutusundan çıkarttıktan sonra nazikçe bileğime doğru eğilerek kızarıklığın üzerine dudaklarını bastırdı. Ardından kremin kapağını açarak bileğimin üzerine sıktı ve kremi nazikçe masaj yaparak bileğime sürmeye başladı.

Hayranlıkla onu izlerken içimdeki sevginin taşacağını hissettim. Pamir beni o kadar güzel seviyordu ki benim ağlayasım geliyordu, ona sürekli sarılmak istiyordum. Evet canım dolaylı olsa bile onun yüzünden çok yanmıştı ama bunu o kadar güzel telafi ediyordu ki benim kendimi zorlamama gerek olmuyordu. Kendimi onun sevgisine bıraktığım an tüm acılarımdan sıyrılmış gibi hissediyordum.

"Neden öyle bakıyorsun?" Pamir bana bakmadan diğer bileğime de merhem sürerken gülümsedim. "Sadece senin gibi güzel seven bir adamı nasıl kazandım onu düşünüyordum, düşünürken de kalbimi delicesine attıran bu adamı izlemek istedim." dedim açık sözlülükle. Düşüncelerini, sevgisini, aşkını hep o dile getiriyordu. Bende haykırmak istiyordum. Hele ki yaşadığım olay sonrasında bazı şeylere geç kalmamamız gerektiğini daha net anlamıştım.

Söylediklerimden sonra Pamir'in bakışları bana döndü usulca. Yüzünde güzel bir gülümseme oluşurken bende gülümsedim. "Şımartıyorsunuz beni Devrim hanım." neşeli ses tonuyla birlikte başımı salladım. "Şımarın Pamir bey, hakkınız." Pamir odaklanmış bir biçimde gülüşüme bakarken mırıldandı. "Şu gülüşü bir daha göremeyeceğimden o kadar çok korktum ki. İyi ki Devrim, iyi ki bizi bırakmadın. Yoksa ben ne yapardım bilmiyorum." dedi düşünceli bir şekilde.

Elimle sıkıca elini kavrarken başımı yastığa daha rahat bir şekilde yaslayarak iç geçirdim. Onu o kadar iyi anlıyordum ki. "Hayat bu Pamir, hepimiz bir gün öleceğiz." diyerek sözlerime başladığımda Pamir'in kaşları çatıldı. Bense sözlerime devam ettim. "Biliyorum bende bunu başta kabullenemedim ama artık daha iyi anladım, ölüm herkes için ve hiç beklemediğin bir anda olabilir. Bize düşen şey ölüm gelene kadar hayatı doyasıya yaşamak." Tam olarak düşüncelerim bu şekildeydi. Bunu artık kabullenmiştim ben.

Pamir sözlerim karşısında sessiz kaldığında bir cevap vermesini bekledim yüzüne bakarak. Ama o cevap vermek yerine bakışlarını benden kaçırarak oturduğu yerden kalktı ve ayak ucuma doğru geçerek ayak bileklerime de krem sürmeye başladı. Bu sefer kabullenemeyen taraf belli ki oydu. Sessizlik içerisinde bileklerime kremi sürdükten sonra odadaki lavaboya doğru ilerledi.

Ellerini yıkayıp yanıma doğru geldiği sırada kapının çalınmasını ve ardından da açılmasını duydum. Önden giren Muhammed başsavcı ile birlikte yerimde doğrulmaya çalıştığımda Pamir hızla yanıma gelerek beni engelledi. "Dur, ne yapıyorsun?" Beni tekrardan yatağa yatırırken Muhammed başsavcının sesini duydum. "Rahatsız olmayın savcım, dinlenmenize bakın lütfen."

Muhammed başsavcının ardından içeri Volkan savcının, Kevser savcının ve birkaç savcı arkadaşımın daha içeri girdiğini gördüm. "Geçmiş olsun canım, nasıl oldun? Biraz daha iyi misin?" Kevser savcı ilgili bir şekilde konuşurken başımı salladım. "Daha iyiyim, teşekkür ederim."

"Korkuttunuz bizi savcım, geçmiş olsun." Volkan savcının sözleriyle birlikte başımı sallamakla yetindim. Onunla aramızda olan meseleyi yalnızca ben, Kevser savcı ve doğal olarak başsavcım biliyordu. Onun dışında diğerlerinin haberi yoktu, mahkeme görüldüğünde herkes her şeyi öğrenecekti.

"İçiniz rahat olsun savcım, size bunu yapan adam tutuklandı ve en ağır cezayı alması için elimden geleni yapıyorum. Siz rahatça dinlenin ve iyileşin size ihtiyacımız var biliyorsunuz, davalar sizi bekler." dedi başsavcı gülümseyerek. Tam cevap vereceğim sırada Pamir araya girdi. "Keşke öyle söylemeseydiniz, şimdi aklı davalarında kalacak." dediğinde Pamir'e baktım kaşlarımı çatarak. Muhammed başsavcı ise başını salladı. "Haklısınız, Devrim savcımın nasıl işkolik olduğunu daha geldiği ilk gün anlamıştım."

"Aşk olsun, bir olup beni gömüyorsunuz." diye sitemle konuşurken Muhammed başsavcı ciddileşerek konuştu. "Şaka bir yana, eğer kendinizi iyi hissediyorsanız savcım ifadenizi alalım. Bende iddianameyi hazırlayayım." dediğinde başımı salladım. "Olur."

Muhammed başsavcı telefonunu çıkartıp birini aradıktan sonra bakışları odadaki savcılara doğru döndü. Onlar başsavcının ne istediğini anlayarak dışarı çıkarken Pamir'de odadan çıkmadan önce bana doğru bakarak konuştu. "Dışarıdayım ben, sizin işiniz bittiğinde gelirim tekrardan." dedikten sonra şakağımı öperek odadan çıkmak için yöneldi.

Odanın kapısı açılıp da içeri Cenk komiser girdiğinde Pamir ile ikisinin arasında bir selamlaşma meydana geldi. Ben yokken bir şeyler değişmişti belli ki yoksa Pamir ile yıldızlarının barıştığını söyleyemezdik.

"Savcım çok geçmiş olsun, şükür ki iyisiniz." diyerek samimi bir şekilde bana bakan Cenk komisere tebessüm ettim. "Teşekkür ederim." dedikten sonra Cenk komiserin sesini duydum tekrardan. "Hiç merak etmeyin o adam layığını buldu." dediğinde başımı salladım. Ülkemizin adalet sisteminde layığını bulduğunu söyleyemezdik ama en azından başka kişilere zarar veremeyecekti.

Başsavcım yatağın yakınındaki kanepeye oturduktan sonra içeri giren başka bir polis memuru da ifadeyi yazmak üzere başsavcımın yanına oturdu. Bense yaşadıklarımı bir bir anlatmaya başladım. İfade bitiminde Tankut denen adamla ilgili ele geçirilen bilgiler, öldürdüğü kişilerin kimliklerinin bulunduğu liste, fotoğrafalar gibi birçok şeyin daha ele geçirildiğini öğrendim.

 

 

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından,

Pamir odadan çıktıktan sonra sırtını duvara yaslayarak derin bir nefes verdi. Devrim'e olanları hala daha atlatabilmiş değildi. Ona bir şey olmasından hala daha korkuyordu. Gözlerini kapattığı anda onu bulduğu an gözlerinin önüne geliyordu ve bu korkusu rüyalarına bile yansıyordu. Bugün sabah Devrim'in yanında da uyansa, onun elini de tutuyor olsa kabus görerek uyanmıştı ve kendine gelememişti. Devrim'e bunu yapan adama bir güzel eziyette etseler yine de içinde kalmıştı bazı şeyler.

Şimdi Devrim'in ölümü bu kadar kabullenmiş olması onu büsbütün yıkıp geçiyordu. Devrim'in aslında gözlerini kapatırken annesine kavuşmak için hevesli olduğunu bilmemesine rağmen Devrim'in tavrından ve cümlelerinden bunu çok net anlamıştı ve bu içindeki korkuyu daha da artırmıştı. Sanki Devrim vazgeçmiş gibiydi de arkasında onca insanı bırakıp gitmek istiyordu, o umursamazlığı sezmişti Pamir.

"Oğlum?" Babasının sesini duyduğunda Pamir yaslandığı yerden doğrularak babasına doğru baktı. Babasının yanındaki Turan amcası ise mesafeli bir biçimde konuştu. "Devrim uyudu mu, neden yanında değilsin?" Pamir, bu soğuk sesi umursamadan cevap verdi. "Başsavcı yanında ifade veriyor." dediğinde Turan bey başını salladı usulca. Serhat bey ise cevap verdi. "Boralar kantinde, sende git yanlarına istersen. Biz gireriz Devrim'in yanına."

Pamir başını iki yana sallayarak reddederken Turan bey sert ve soğuk bir sesle konuştu. "Madem Devrim şuan ifadede biz seninle konuşalım biraz Pamir." Bu ses tonu Pamir'in duymaya alışık olduğu bir tondu. Turan bey onun komutanıyken sürekli onunla bu tonda konuşurdu, bu tonda emirler verirdi. Zaten direkt olarak ismiyle seslenmesinden de kendine karşı mesafe koyduğunu anlamıştı Pamir. "Konuşalım Turan amca."

Turan bey ve Pamir yan yana hastanenin dışına doğru çıkarken Serhat bey Devrim'in odasının önündeki sandalyelere oturmuştu. Kendisi Turan beyle konuşmuştu, Halide'nin hatasını anladığını söylemişti ama Turan beyin siniri ve kırgınlığı geçmiş değildi. O yüzden müdahale etmek istemiyordu Serhat bey.

Banklara yan yana oturduklarında bakışları birbirine doğru döndü. "Ben sana ne söylemiştim Pamir?" sorduğu soruyla birlikte Pamir'in aklında Ankara'ya gittiğinde Turan amcasının söylediği sözler yankılanmaya başladı. "Benimle gurur duyduğunu ama kızın söz konusu olduğunda işlerin değiştiğini, zamana ihtiyacımız olduğunu söyledin." dediğinde Turan bey başını salladı. "Aynen öyle söyledim, zamana ihtiyacınız vardı çünkü. Belki senin yoktu çünkü sen zaten tüm zamanını ailene ve Devrim'e kavuşacağını bilerek geçirdin ve bunu bekledin. Ama Devrim'in toparlanması için zamana ihtiyacı vardı."

Pamir başını sallayarak onayladı. Bunları biliyordu zaten. Ona zaman vermeye çalışmıştı elinden geldiğince. Belki peşinden ayrılmamıştı, belki hareketleriyle sürekli yanında olduğunu hissettirmişti ama yine de onu zorlamamıştı.

"O gün bana zaman vereceğini söyledin bende sana güvendim. Hem eski bir askerim olarak hem de oğlum olarak. Devrimle konuştuğumuzda onu yumuşatmak için elimden geleni yaptım, kendi açısından değil de vatan açısından düşünmesi gerektiğini vurguladım hep. Ben orada kızım bir şeylerin üstesinden geliyor diye düşünürken neler oluyormuş ve bize hiçbir şey söylemiyormuş." Turan bey içinden geçen cümleleri dökerken Pamir mahcup bir şekilde Turan beye baktı. Bu yaşadığı kaçıncı mahcubiyetti artık o da sayamıyordu.

Turan bey karşıya bakarken derin bir nefes aldı. "Devrim aradı beni, baba biz barıştık dedi. Çok mutlu oldum, artık kızımda mutluluğu bulacak dedim. Sesi o kadar iyi geliyordu ki. Uzun zaman sonra ilk defa o kadar mutlu duydum sesini, meğer mutluluğu kısa sürmüş." dediğinde Pamir konuşmak için araya girdi. "Turan amca.." Turan bey ise buna izin vermeyerek Pamir'e doğru baktı. "İzin ver bitireyim."

Pamir sessizleşip onu dinlerken Turan bey devam etti sözlerine. "Bak Pamir seni bir asker olarak hep anladım, hep hak verdim ucunda kızım olmasına rağmen. Çünkü bizi bizden başka kimse anlayamaz. Kendi oğlumdan ayırmadım, Ahu'da ayırmadı. Başta kızımın bir askerle olmasını doğru bulmadım aynı Bora gibi ama sesimi çıkartmadım. O zorluğu kendisi tatsın, kendi kararlar alsın istedim. O seni kaybetmenin acısını yaşadıktan sonra bile tekrar cesaretini toplayıp seninle olmayı seçti. O seçimini yaptıktan sonra bize bir şey demek düşmezdi çünkü bir anne babanın evladı mutluysa diyeceği hiçbir şey yok."

"Biz senin ailende böyle düşünüyordur derken bir geliyorum ki her şey farklı" dedi Turan bey hayal kırıklığı ile. "Allah razı olsun Halide, Ahu'nun ölümünden sonra bizi yalnız bırakmadı. Bende düşündüm ki biz Pamir'i nasıl oğlumuz gibi gördüysek o da Devrim'i kızı gibi kabullendi. Ama işler farklıymış, annen kızımın üzerinde de senin üzerinde de hakimiyet kurmaya çalışmış. Sözleriyle çok yaralamış onu. Merak ediyorum Bora gelmeseydi ne olacaktı? Siz anneni engelleyecek miydiniz yoksa o kızımın üzerine gitmeye devam mı edecekti?" Turan bey sertçe cümleleri Pamir'in yüzüne vururken Pamir büyükçe yutkundu.

Engellemeye çalışmıştı. İlk önce nazikçe derdini anlatmaya çalışmıştı, ardından sinirlerine hakim olamayıp çıkışmıştı, bağırmıştı ama ne yapsa engelleyememişti. Halide hanım, Pamir'in annesiydi. Pamir onu kırmadan çok uyarmıştı ama sözünü dinletememişti. Halide hanım bildiğini okumaya devam etmişti.

"Kız bulmak ne demek Pamir! Hayatımda bu kadar rencide edici bir şey yaşamadım, çocuklarımın yaşamaması içinde uğraştım. Ama bir bakmışsın en büyük darbeyi en güvendiğimizden yemişiz." dedi Turan bey sinirle. Ardından ekledi. "O zaman bizde Devrim'e başkalarını bulsaydık, bizim kızımızın mürüvvetini görmeye hakkımız yok muydu? Koskoca savcı, kim istemez bir savcıyla evlenmeyi?" diye devam ederken Pamir duyduğu sözlerle kaşlarını çatıp aniden başını eğdiği yerden kaldırdı. Düşüncesi bile içinde büyük bir öfke ve kıskançlık ateşinin harlanmasına neden olurken Turan bey gözleriyle Pamir'i işaret etti. "Bak düşüncesi bile nasıl yüzüne çarptı, irkilmene neden oldu."

"Turan amca, sence ben kabul eder miydim böyle bir şeyi? Zaten anneme gerekli şeyleri söyledim." Pamir itiraz ederek kendini savunmak isterken Turan bey kaşlarını çattı. "Söylememişsin Pamir, annen bu yüzü nasıl buldu? Gerçi suç benim kızımda her şeyi alttan alır, Pamir'in annesi diye hiç sesini çıkartmaz. Ama bu kadarı yeterli. Babana da söyledim, annen Devrim yaralanmasaydı devam edecekti bu hareketlerine sizde öyle izlemeye devam edecektiniz." dedi sertçe.

Ardından tamamen Pamir'e dönerek devam etti sözlerine. "Benden bu kadar Pamir. Sana karşı anlayışımda, gururumda bir yere kadardı ve bugünden itibaren o sınır doldu. Senin yüzünden veya annen yüzünden kızımın gözünden tek bir damla yaş düşsün, ben onun ağladığını göreyim, kulağıma bir şeyler gelsin; aşkmış, sevgiymiş umurumda değil anladın mı?" dedi elini kaldırıp işaret parmağını Pamir'e doğru sallarken. " Devrim'i de alırım, götürürüm, yüzünü de sana göstertmem. Benim neler yapabileceğimi, elimin kolumun uzunluğunu henüz görmemiş olabilirsin ama ben annen gibi sözlerimle yaralamam seni direkt kopartır atarım aramızdaki ilişkiyi. Ben kızımı sokakta bulmadım, yeter artık sizin yüzünüzden çektiği. Ölüyordu benim kızım, bundan sonra ben kızımı size yedirir miyim sanıyorsun?"

Turan bey dile getirdiği sözleri söylerken zorlanmıştı. Kendisi koskoca albaydı, çok ölüm görmüştü, çok kurşun yemişti, bir sürü askerinin tabutunu taşımıştı, şehitleri kendi elleriyle toprağa vermişti ama hiçbirinde bu kadar sarsılmamıştı. Evlat başkaydı, insan kendi acı çekerdi hissetmezdi de evladının acısını en derinlerinde hissederdi.

Turan bey birazda kendini suçluyordu, kızını yalnız bıraktığını hissediyordu. Ama Devrim'in kendi ayaklarının üzerinde durmak istediğini bilerek onunla gitmemişti Hakkari'ye. Böyle olacağını bilse, kızının kimsesiz gibi hissetmesine neden olacağını bilse bir dakika bile durmaz yanına giderdi. Şimdi çok pişmandı ama elinden yalnızca bu kadarı geliyordu. Hiçbir zaman Pamir'i suçlamamıştı bu konuda ama kızının üstüne gelindiğini öğrendiğinde ipler onun için kopmuştu artık.

Turan bey nemlenen gözlerini temizledikten sonra oturduğu yerden kalkarken Pamir'i arkasında bırakıp hastaneden içeri girdi. Pamir orada öylece otururken zihninde biraz önce Turan amcasının söylediği sözler yankılanıyordu. Zaten içi içini kemirirken birde onun sözleri iyice içine oturmuştu. Pamir'de ne yapacağını bilmiyordu ki, uğraştığı o kadar çok şey vardı ki hangisine yeteceğini o da bilmiyordu.

Devrim'e karşı yaşadığı suçluluk duygusuyla uğraşıp ona layık biri olmaya çalışmakla mı uğraşsın, annesini engellemeye mi çalışsın, görevlerle mi uğraşsın yoksa hala daha kuramadığı düzeniyle mi uğraşsın bilmiyordu. Her şey üstüne üstüne geliyor gibi hissediyordu, bir süre uyuyup uyanmak istemiyordu ama mümkünse bu uykuda yanında Devrim'de olsun istiyordu. Dizine yasladığı ellerini yüzüne koyup dizlerini sallarken dişlerini sıktı Pamir. Ne yapacağını, bazı şeylerle nasıl baş edeceğini bilmiyordu...

 

 

 

◔◔◔

Devrim Akyol'un anlatımından,

"Ağır bir ameliyat geçirdiniz Devrim hanım, çok sert hareket etmeyin lütfen. Dikişleriniz hala daha iyileşmiş değil." Işık hanım cümlelerini sıralarken ben, Pamir ve abim dikkatli bir şekilde onu dinliyorduk. Merakla aklımdaki soruyu sordum. "Peki ne zaman taburcu olabilirim?" dediğimde abimin sert sesini duydum. "Ne taburcusu kızım, saçma sapan konuşma." dediğinde kaşlarımı çattım. "Sıkıldım ne yapayım?"

Işık hanımın bıyık altından gülerek bize baktığını gördüğümde abim de ona doğru dönerek konuştu. "Işık hanım bir şeyler söyler misiniz bu hanımefendiye çünkü ona kalsa bugün hastaneden çıkıp işe gidecek." dediğinde elimle abimin eline doğru vurdum. Işık hanım ise dudaklarını birbirine bastırıp gülüşünü engellemeye çalıştı. Rezil oluyorduk onun yüzünden. "Bu durumu genelde askerlerde yaşarız, o yüzden asker olduğunuzu düşünmüştüm ama abinizin dediğine göre cevval bir savcıymışsınız."

Işık hanımın cümlesi ile birlikte ima ile abime doğru baktım. Ne ara konuşmuşlardı ki? Abim bakışlarını benden kaçırırken Pamir'in sesini duydum. "İşkolik bir savcı." dediğinde kaşlarımı çattım. Resmen ummadığım taş başımı yarmıştı. "Bari sen yapma." diye ona bakarken Pamir omuz silkti. Bense Işık hanıma dönerek konuştum. "Siz onlara bakmayın, normal bir savcıyım ve mesleğim gereği biraz yoğunum." dediğimde Işık hanım güldü. "Anlıyorum sizi ama bir süre daha misafir edeceğiz ne yazık ki, bir süre de evde istirahat edeceksiniz. Birkaç gün içerisinde yavaş yavaş ayağa da kaldıracağız sizi hiç merak etmeyin."

Işık hanım nazik bir şekilde cümlelerini sıralarken başımı salladım kabullenerek. İyi birine benziyordu. Ne yalan söyleyeyim kumral saçları ve yeşil gözleriyle gerçekten güzel kadındı.

"Teşekkür ederiz doktor hanım." diyen abimle birlikte düşüncelerimden sıyrılırken Pamir'in sesini duydum. "Bora sen gidebilirsin, bugün ben kalayım Devrim'in yanında." dediğinde abim tek kaşını kaldırdı. "hadi oradan, ben kalırım kardeşimin yanında." dediğinde gözlerimi devirdim. İkisinin inatlaşmaları gerçekten bitmiyordu. "Ben kendim kalabilirim." dediğimde ikisinin de aynı anda sesini duydum. "Olmaz öyle şey."

Bakışlarım Işık hanımla buluştuğunda başımla işaret ettim. "Görüyorsunuz değil mi? Ben hastaneden çıkmak istemeyim de kim istesin?" dediğimde abim elini kafamın üzerine getirerek saçlarımı karıştırdı. "Utanmadan bizi şikayet ediyor birde." dediğinde Işık hanımın güldüğünü gördüm. Ardından da sesini duydum. "Tek kişi kalırsa iyi olur, dün Devrim hanımın ilk günü olduğu için iki kişiye pek ses çıkartmadık ama bir kişi olması gerekiyor."

"Merak etmeyin doktor hanım biz onu ayarlarız." dedi abim kararlılıkla. Işık hanım geçmiş olsun dileklerini ilettikten sonra odadan çıkarken bakışlarım hem Pamir'e hem de abime doğru döndü. "Aferin size, rezil ettiniz bizi." dediğimde abim omuz silkti. "Ben ne yaptım, bunun yüzünden oldu her şey." diyerek Pamir'i işaret ederken Pamir göz devirdi. "Aynen, kesin benim yüzümden olmuştur."

"Allah aşkınıza kesin şunu." dedim dayanamayarak. Bakışlarımı Pamir'e çevirerek konuştum. "Dün kaldın sen benim yanımda, hatta iki büklüm uyudun. Gidip dinlenmen gerekiyor." dediğimde Pamir başını iki yana salladı. "Ben senin yanında dinleniyorum zaten." dediğinde yüzümde büyük bir gülümseme oluştu. Birbirimize aşkla bakarken abimin genzini temizlediğini duydum. "Ben buradayım ya hani."

"O zaman şöyle yapalım. Bugün abim kalsın, yarında sen kal Pamir." dedim konuyu değiştirerek. Babamla Sinem eve gitmişti. Sinem dün kaldığı için bugün dinlenmesini istemiştim, babamın ise hastanede kalmasını hiç istemiyordum. Burçe'de çok ısrar etmişti ancak onu da göndermiştim çünkü buraya dinlenmek için gelmişti ve benim yüzümden hastane köşelerinde sürünsün istemiyordum. Geriye abim kalmıştı çünkü Pamir zaten dün gece yanımda kalmıştı ve eminim ki sandalye köşesinde kalınca beli tutulmuştu.

Söylediğim şeyle birlikte Pamir isteksizce konuştu. "Bende kalayım, tamam Bora burada yatsın ben dışarıdaki sandalyelerde beklerim." dediğinde uzanarak elini tuttum sıkıca. "Sevgilim, ben iyiyim. Gerçekten iyiyim, için rahat olsun. Sen öyle sandalye köşelerinde uyurken ben burada nasıl rahatça yatayım?" içten bir şekilde Pamir'in gözlerine bakarken Pamir'in gözlerime derin derin baktığını gördüm. "O zaman bir şey olursa bana haber ver."

Tam Pamir'e cevap vereceğim sırada abimin sesini duydum. "Ben burada olacağım ya hani." dediğinde Pamir derin bir iç çekerek abime doğru baktı. "Sen aramıza sürekli girmekten zevk mi alıyorsun?" dediğinde abim sırıtarak başını salladı. "Evet." dediğinde araya girerek konuştum. "Abi, Işık hanıma bir sorar mısın dışarıdan yemek yiyebilir miyim? Çünkü buranın yemekleri cidden çok kötü." dediğimde abim söylediğim şeyi yemediğini ima ederek bana doğru baktı.

Ardından da kabullenerek odadan çıktı. Abimin odadan çıkmasıyla birlikte bakışlarım Pamir'e doğru tekrar dönerken sesini duydum. "Çekeceğimiz var bundan." dediğinde gülümsedim. "Öyle ama o da kardeşini korumak istiyor." dediğimde Pamir iç geçirdi. "Biliyorum."

Gözlerindeki hüzün hala yerli yerinde duruyordu. Gülüyordu ama öyle çok içinden gelerek değildi sanki. Keyifsizdi bir kere. Bir şeyler vardı ama ben anlayamıyordum. Evet ifadeleri çok güzel okuyordum ama nedenini bulamıyordum.

"Pamir.." dediğimde Pamir bana doğru bakarak başını eğip kaldırdı. "Güzelim.." yüzümde küçük bir tebessüm oluşurken aklımdaki soruyu sordum. "Neyin var senin? Neden gözlerin öyle hüzünlü hüzünlü? Bana anlat lütfen, seni böyle görmek istemiyorum ben. Eğer elimden gelen bir şey varsa yaparım." dedim meraklı gözlerle yüzünü incelerken. Pamir küçük bir tebessüm ederek yüzüme baktıktan sonra cevap verdi. "Önemli bir şey yok, sanırım üzerimdeki korkuyu henüz atabilmiş değilim."

Onu çok iyi anlıyordum.. Bu konuda neler yapabilirdim bilmiyordum ama yanında olurdum her daim. Elimle elini kavrayarak mırıldandım. "Ben iyiyim, daha da iyi olacağım. Biz daha el ele sokaklarda gezeceğiz sonra güzel günler geçireceğiz. Korku her daim içinde olacak bunu biliyorum ama korkunun anılarımızın önüne geçmesine izin verme, gününü zehir etmesine izin verme. Bırak bir anımızı yaşayalım, korku illaki olacak." dediğimde Pamir elimi tutarak uzunca öptü ve ardından konuştu. "Sen böyle mi yapıyorsun?" dediğinde başımı salladım. "Evet, bunu yapmam gerekiyor çünkü. Bizden anlarımızı çalamam." dediğimde Pamir başını salladı. "Benim senden öğreneceğim çok şey var."

"İkimizin de birbirinden öğreneceği çok şey var, zaten birliktelik böyle bir şey değil midir? Birbirimize bilmediklerimizi öğreteceğiz ve birbirimizi tamamlayacağız." dedim kendimden emin ve net bir şekilde. Pamir dudaklarını dudaklarıma doğru yaklaştırıp alt dudağımı kavrarken bende onun üst dudağını kavrayarak gözlerimi kapattım. Elimi ensesine doğru götürüp kendime iyice çektim ve dudaklarını emmeye devam ettim. Onunla baş başa vakit geçirmeyi, temas etmeyi çok özlemiştim.

Dudaklarımız birbirinden kısa sürede ayrılırken bunun uzamayacağının bilincindeydim. Çünkü ben ne kadar istesem de Pamir bunu uzatmazdı ciğerlerimi zorlamamam gerektiğini söyleyerek. O yüzden üstelemeden bu kadarla yetinecektim.

Gözlerim çalınan kapıyla birlikte aralanırken Pamir oturduğu yerden ayağa kalktı. Kapıdan başını uzatan Ahmet abiyi görürken aynı zamanda sesini duydum. "Devrim hanım gelebilir miyiz?" dediğinde büyükçe gülümsedim. "Tabii, hoş geldiniz." Pamir'in timi sırasıyla içeri girerken hepsine baktım tek tek. Böyle yatakta uzanarak onlara baktığımda cidden uzun böyle ve epey yapılı olduklarını daha yeni fark edebilmiştim.

"Geçmiş olsun Devrim hanım." diyen Ahmet abi ile birlikte cevap verdim. "Teşekkür ederim Ahmet abi ama hanım çok resmi gibi sanki, bana Devrim desen." dedim nazikçe. Benden yaşça büyüktü ve aramızda ister istemez de bir yakınlık olacaktı Pamir'den dolayı. Bana öyle hitap etmeleri beni rahatsız ederdi. "Nasıl istersen." dedi Ahmet abi memnuniyetle.

"Geçmiş olsun sav-" deyip duraksayan Batuhan'a bakışlarım dönerken o devam etti. "Yen-" deyip tekrar duraksadığında kararsız bir biçimde hem bana hem Pamir'e bakıyordu. Daha fazla uğraştırmamak için gülerek konuştum. "Nasıl hitap etmek istersen öyle hitap et, komutanına bakmana gerek yok." dediğimde Batuhan rahatlayarak güldü. "O zaman geçmiş olsun yenge." dediğinde gülerek cevap verdim. "Teşekkür ederim Batuhan."

"Yengemin hafızası zehir gibi maşallah hepimizi hatırlıyor." dedikten sonra kendini işaret etti Yiğit. "Beni de hatırlıyor musun yenge?" dediğinde gözlerimi kısarak Yiğit'e doğru baktım. Hatırlıyordum elbette ama azıcık kandırmaktan zarar gelmezdi. "Sen Mücahit miydin?" dediğimde Yiğit ağzını şokla araladı. "Aşk olsun, lafımı geri alıyorum." diye triplenirken gülerek konuştum. "Şaka yaptım, Yiğitsin sen." dediğimde Yiğit güldü. "Doğru bildiniz."

Gerçekten komiklerdi ve ilginç bir şekilde yanlarında kendimi rahat hissediyordum. O sırada Soner'in sesini duydum. "Çok geçmiş olsun bizi gerçekten korkuttunuz, Allah bir daha göstermesin inşallah." dediğinde burukça başımı salladım. "Sağ olasın Soner." dedikten sonra Taner'in sesini duydum. "Ama ben demiştim yengem güçlü diye." dediğinde gülümseyerek ona baktım. "Gerçekten çok mutlu ettiniz beni, teşekkür ederim geldiğiniz için."

"Ne teşekkürü yenge, biz artık bir aile sayılırız. Pamir komutanım nasıl bizim ailemizse sizde öylesiniz." dedi Kürşat içtenlikle. Duygulanarak hepsine bakarken Batuhan'ın sesini duydum. "Aynen öyle yengem, hem bak daha pikniğe gideceğiz." dediğinde merakla baktım Batuhan'a. Pamir ise cevap verdi. "Oğlum aklın fikrin piknikte mi senin? Bismillah kız daha yeni uyandı." dediğinde Batuhan ellerini havaya kaldırdı. "Ben karışmam komutanım konuştuk bir kere."

"Ne pikniğinden bahsediyorsunuz?" dediğimde Yiğit araya girerek konuştu. "Şimdi şöyle ki biz bir piknik planı yapmıştık ama kısmet olmadı, onu söylüyor Batuhan'da. Ahmet abinin eşi ve çocukları, sen, Ahsen yengemiz falan hep birlikte güzel zaman geçiririz dedik. Tabii Bora komutanımda davetli, sende gelmek istersen yani." diye açıklama yaptıktan sonra hepsi merakla bana doğru baktı. Bende keyifle başımı salladım. "Bayılırım piknik yapmaya, ne zaman gidiyoruz?" diye hevesle konuşurken Pamir'in sesini duydum. "Mümkünse bir 5-6 ay sonra, sen tamamen iyileştiğinde."

"Pamir." diye itiraz ederken Pamir itiraz kabul etmeyeceğini belirtircesine başını iki yana salladı. Üzgünce ona doğru bakarken Batuhan'ın sesini duydum. "Yengem senin istediğin piknik olsun, yaparız sen üzme canını." dediğinde ister istemez gülümsedim. Aklıma gelen şeyle birlikte konuştum. "Hem Sinem ve Burçe'de gelir." dedim Pamir'e bakarak.

O sırada Batuhan'ın sesini duydum. "Tabii, Burçe hanımda gelsin." dediğinde Pamir'in bakışları anında Batuhan'a doğru döndü. Kaşlarını çatmış bir biçimde Batuhan'a bakarken Batuhan büyükçe yutkundu. "Yani komutanım ben yalnız kalmasın diye şey ettim, hem yengemde ister diye." cümlelerin sonuna doğru sesi fısıltıya dönüşürken Pamir bakışlarını Batuhan'dan çekmeden konuştu. "Sen şey etme aslanım."

Batuhan başını olumlu anlamda sallarken neler olduğunu anlamak adına ikisine bakıyordum ancak bir şeyler anlayamıyordum. "Pamir, çocuğa öyle bakmasana. Ne dedi sanki, hem ben söyledim Burçe'de gelsin diye. Onun ne suçu var." dediğimde Batuhan bana baktı minnettar bir biçimde. Pamir ise bakışlarını bana çevirerek konuştu. "Onu o zaman düşünürüz."

Odanın kapısı çalındığında içeri abimin girdiğini gördüm. Abim odadaki herkese bakarken konuştu. "Hoş geldiniz." Hepsiyle tek tek selamlaşırken tim toplu bir şekilde geçmiş olsun dileklerini iletti. Abimse büyük bir nezaketle bu dileği cevapladıktan sonra Taner'in yanına doğru ilerledi ve elini onun omzuna doğru attı. "Sağ olasın aslanım, senin sayende toparlandım ben." dediğinde Taner küçük bir tebessüm etti. "Ne demek komutanım, görevimiz."

Ben uyurken neler olmuştu bilmiyordum ama güzel şeyler olmuştu belli ki. Sinem yalnızca bana Halide hanımın yaptıklarını babama anlattığını söylemişti. Babamın Serhat amcaya neden mesafeli olduğunu öyle anlayabilmiştim. Onun dışında herkesin beni beklediğini, birbirine teselli verdiğinden bahsetmişti. Başka da hiçbir şey bilmiyordum ama gözlemlerime göre Sinem ve Hakan'ın arası azıcıkta olsa düzelmişti, en azından birbirlerine çok sataşmıyorlardı. Pamir'in tepkisine bakılacak olursa Batuhan ve Burçe'de tanışmış olmalıydı. Abim ile Işık hanım tanışmıştı muhtemelen ve abimin bakışlarını kaçırması pek hayra alamet değildi. Pamir ile Cenk komiserin arası düzelmiş gibiydi. Halide hanım bile hatasını anlamıştı. Benim kaçırılmam iyi bir şeylere vesile olmuş gibiydi. Tek kötü yanı babamların arasının bozulmuş olmasıydı...

 

 

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz beğendiniz mi?

‣‣‣ Cenk komiserin yaptığı şey hakkında ne düşünüyorsunuz, başta hepimiz gıcık olduk ama adam çıktı:) Sahneler nasıldı?

‣‣‣ Devrim ve Pamir sahneleri nasıldı?

‣‣‣ Halide hanım, Devrim'den özür diledi. Devrim'in söyledikleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Siz olsanız nasıl cevap verirdiniz?

‣‣‣ Pamir ile Turan beyde konuştu. Nasıldı sahne? Sizce çok mu yüklendi Turan bey?

‣‣‣ Timle olan sahne nasıldı? En azından yüzümüz güldü biraz olsun:)

‣‣‣ Diğer bölümde biraz zaman atlaması olacak, hastane kısımlarını geçelim diyorum ne dersiniz?

Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum...

Loading...
0%