Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Kaybolan Yıllar| 2

@mutlusonsuz222

 

 

 

🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim..

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın..

Bu bölümü bisusunyaaa ithaf ediyorum..

2.Bölüm

Ocak 2019...

Devrim finallerini bitirmiş tatile girmenin sevinciyle derin bir nefes vermişti. Notları tam olarak beklediği gibi gelmiş, tüm derslerini başarıyla tamamlamıştı. Bunun rahatlığı üzerindeyken sınav zamanında aklını kurcalayan hatta aklından silmeyi beceremediği adamı daha da düşünür olmuştu.

Heyecandan telefon numarasını almadığı için veya onun hakkında daha fazla bilgi sahibi olmadığı için kendine kızmıştı. Yaptığı jeste karşılık bir şeyler yapmayı düşünmüştü ama onun hakkında tek bildiği şey ismi ve soy ismiydi; Pamir Arslan. Babasına sorsa beş dakikaya kalmadan telefon numarası dahil her şeyi öğrenirdi ancak soramıyordu.

"Hadi kızım, hazır değil misin hala?" diyerek salondan Devrim'in odasına doğru bağırdı Ahu hanım. Devrim ona seslenilmesiyle birlikte aynada kendine son kez baktı. Giydiği siyah, vücudunu saran elbisesinin altına siyah topuklu botlarını giyerek odasından çıktı.

Babası Turan Bey'in arkadaşlarından birinin kızı evleniyordu ve ailecek düğüne gideceklerdi. Salona doğru giderken maşalanmış sırtına doğru dökülen kumral saçların çekildiğini hissetti. Canının ufak da olsa acımasıyla birlikte kimin yaptığını adı gibi bildiği için bağırdı. "Ya abi napıyorsun ya!?"

Bora serseri bir gülüşle kardeşine doğru baktı. "Ne yapmışım canım?" Devrim çatık kaşlarla abisine bakarken ister istemez adamı süzdü. Siyah bir gömlek ve siyah pantolon giydiğini gördüğünde tek kaşını kaldırdı. "Bu yakışıklılığı neye borçluyuz abicim?"

Bora yamuk bir şekilde güldü. "Bir şeye borçlu değiliz, her zaman ki halim." dediğinde Devrim gözlerini devirdi. "İnsan bu kadar mı kendini beğenmiş olur ya." diye yakınarak anne ve babasının yanına ilerlemeye başladı.

Abisi güler bir şekilde kızın arkasından ilerlerken salona vardıklarında annesinin, babasının kravatını bağladığını görerek gülümsedi Devrim. Evliliklerinin üzerinden bu kadar yıl geçmesine rağmen hala birbirlerine sevgiyle bakan bu iki insana özenmeden edemiyordu. Bir gün kendinin de böyle bir eşe sahip olup olamayacağını düşünürken iç geçirdi.

Çocuklarının odaya girmesiyle birlikte Ahu hanım hem oğluna hem de kızına baktı. "Hele şükür gelebildiniz, geç kalıyoruz." diye sitem ederken Bora konuştu. "Bu hanımefendi 5 saattir hazırlanamadığı için."

Devrim duyduğu sözlerle sertçe abisine doğru baktı. "Benimle uğraşma artık, kendine bak. Saçların inek yalamış gibi." dedi Devrim abisinin saçlarını işaret ederken. Bora, kardeşinin sözleriyle birlikte kaşlarını çatıp salondan çıkarak antredeki aynaya ilerlerken Turan bey konuştu. "Bugün yine formunuzdasınız maşallah."

"Sende görüyorsun ama bana bulaşmadan yapamıyor baba." dedi Devrim sitemle. Ardından duvardaki saate bakarak ekledi. "Hadi çıkalım artık, başlayacak düğün."

Devrim'in sözleriyle birlikte tüm aile evden çıktılar. Hepsi bir arabaya toplaşarak düğün salonuna doğru yol almaya başladılar. Kısa süre sonra düğün salonuna vardıklarında arabayı park ederek düğün salonuna ailecek girdiler. Kapıdaki düğün sahipleriyle tokalaşıp güzel dileklerini ilettikten sonra boş yerlere bakınmaya başladılar.

Devrim etrafına dikkatle bakarken sahneye yakın bir masada oturan beyaz gömlekli, elindeki telefonuyla ilgilenen Pamir'i gördü. Gözleri şaşkınlıktan büyürken büyükçe yutkundu. Ellerinin terlediğini ve heyecanlandığını hissederken babasının önden o masaya doğru ilerlediğini görerek daha da şaşırdı.

Babası masaya ulaştığında masada babasının yaşlarında olan adamın ayaklanmasıyla birlikte masadaki diğer herkeste ayaklandı. Pamir'de ailesinin diğer üyeleri gibi ayağa kalkarken gördüğü tanıdık yüzle birlikte duraksadı. Şaşkınca aşina olduğu yüze bakarken onun komutanım dediği adamla birlikte geldiğini görünce yutkunmadan edemedi.

Buraya anne ve babasının zoruyla gelirken aklından çıkartamadığı kızı burada görmek bir kenara, bu kadar kısa sürede tekrar karşılaşacaklarını düşünememişti. Kızı görmek için tekrar fakülteye gitmek istemişti ama kuzeninden öğrendiği bilgi ile gidememişti, tatil bittikten sonra gidecekti ki şimdi buna hiç gerek kalmamıştı.

"İyi akşamlar." Devrim'in babası masadaki herkesle selamlaşırken annesi de kendisi gibi orta yaşlı olan adamın eşiyle selamlaşıyordu. Bora, Pamir ile tokalaşırken Devrim hala şaşkınlıkla karşısındaki manzaraya bakıyordu. Aileleri tanışıyor muydu? Peki nasıl oluyordu da Devrim bunu hiç bilmiyordu.

Adamı gördüğünde hissettiği tanıdıklık hissi bundan kaynaklanıyordu, belki de daha önce görüştük diye düşündü Devrim. Zihnini zorlarken birden gözünün önünde canlanan fotoğraf karesiyle birlikte büyük bir aydınlanma yaşadı. Pamir'i gördüğünde hissettiği tanıdıklık hissinin sebebini bulmuştu.

Kendi albümüne bakarken bebeklik fotoğraflarının içerisindeki bir fotoğraf karesi dikkatini çekmişti. Abisi ve tanımadığı bir çocuğun onun yattığı beşiğin başında bir fotoğrafı vardı. Devrim'in o gün dikkatini çekmişti ela gözler, annesine kim olduğunu sormuştu ve annesinden komşuları olduğunun cevabını almıştı.

"Ay Devrim, ne kadar büyümüşsün. Fıstık gibi olmuşsun." diyen kadınla birlikte Devrim düşüncelerinden sıyrıldı ve utanarak karşısındaki kadına doğru baktı. Karşısındaki kadın Pamir'e o kadar benziyordu ki annesi olduğunu anlamamak imkansızdı. "Teşekkür ederim." diyerek nazik bir biçimde cevap verdi Devrim.

Pamir'in annesi tekrardan konuştu. "Ben seni en son gördüğümde bebektin, beni hatırlamaman çok normal. Halide teyzen ben." diyerek kıza güler bir yüzle baktı Halide hanım. Devrim küçük bir tebessüm etti kadına. "Memnun oldum."

Ahu hanım, Pamir ve onun yanındaki liseye gittiğini tahmin ettiği kızla konuşurken Devrim onlara doğru baktı. Pamir, Ahu hanımdan bakışlarını çekip deminden beri göz hapsinde tuttuğu kıza tekrardan baktı göz ucuyla. Bakışlarının buluşmasıyla birlikte Devrim ufak bir tebessüm etti. Pamir'in bakışları saniyelik bir şekilde Devrim'in gülüşüne kaysa bile hızla bakışlarını çekerek Ahu hanımla konuşmaya devam etti.

Ahu hanım, Pamir'in baktığı yeri anlamış ve eliyle kızına gel işareti yapmıştı. Devrim annesinin yanına ilerlediğinde Ahu hanım konuştu. "Kızım, Pamir ve Burçe ile tanış. Eskiden komşuyduk onlarla yani baban Diyarbakır'da görevliyken. Tabii çok uzun zaman oldu, sık sık görüşemedik ama yine de yakın sayılırız."

Devrim şaşırmadan edemiyordu, madem bu kadar yakınlardı neden daha önce ne Pamir ile ne de Burçe ile tanışmamıştı? Annesinin Halide teyzesiyle irtibatta olduğunu falan da hatırlamıyordu. Bunu daha sonra annesine sormayı erteleyerek hem Pamir'e hem de Burçe'ye doğru baktı Devrim.

"Memnun oldum, Devrim ben." diyerek elini doğru uzattı Devrim. Pamir, Burçe'den önce davranarak Devrim'in elini tuttu ve güzel bir gülümsemeyle cevap verdi. "Memnun oldum Devrim, hem de çok." Pamir'in gülüşüyle birlikte Devrim'de istemsizce gülümsedi.

Aklına daha önce tanıştıkları o sahne geldiğinde gülüşü daha da büyüdü. Günlerce Pamir ile tekrar nasıl görüşebilirim derken şimdi ailelerinin tanıştığını öğrenmişti ve bu nedense çok fazla hoşuna gitmişti.

Pamir ile elleri ayrıldığında Burçe ile tokalaştı Devrim. Ardından babasının ve abisinin çoktan oturduğunu fark ederek abisinin yanındaki yerini aldı. Bir yanında Halide teyzesi, bir yanında da abisi vardı. Abisinin yanında ise Pamir. Halide hanım gülümseyerek oğluna doğru baktı. "Pamir, Devrim'i hatırlıyor musun annem?"

Devrim'in meraklı bakışları Pamir'e doğru döndü. Pamir'de Devrim'e bakarken usulca başını salladı. "Kısmen, biz taşındığımızda daha bebekti o." diyerek gözlerini kızın gözlerinden çekmedi. Devrim de bakışlarını ondan çekemezken abisinin hafifçe öksürdüğünü duydu. "Nereden hatırlasın, ben bile zor hatırlıyorum. 4 yaşındaydık o zamanlar."

"Doğru." dedi Halide hanım, Bora'yı onaylayarak. Ardından ekledi. "O zaman siz tekrardan tanışıp kaynaşırsınız. Burçe, Devrim ablan hukuk fakültesinde okuyor. Sorularını ona sorabilirsin." Devrim'in bakışları Pamir'in yanında oturan genç kıza kaydı. Utangaç bakışlarla ona bakan kıza ufak bir tebessüm etti. "Yoksa sende mi hukuk okumak istiyorsun?"

Devrim sevecen bir biçimde Burçe'ye bakarken Burçe başını sallayarak onayladı. "Şimdi konuşamayız ama bir gün sorularına seve seve yanıt veririm. Hatta istersen telefon numaramı vereyim." diye teklif sunan Devrim ile Burçe hemen telefonunu çıkartarak Devrim'e uzattı.

Devrim kızın elinden telefonunu aldıktan sonra kendi numarasını yazdı ve tekrardan kıza doğru uzattı. "Teşekkür ederim, Devrim abla." Devrim göz kırparak kıza gülümserken Burçe telefon numarasını kaydederek telefonu tekrardan çantasına koydu.

Gelin ve damadın giriş müziği ile hepsi sahneye odaklandılar. Nikah kıyıldıktan sonra gelin ve damat ilk danslarını etmeye başladılar. Müziğin bitimiyle birlikte diğer çiftlerin dans etmesi için çalan şarkıda Devrim abisinin onu dürttüğünü hissetti.

"Dans edelim mi?" Devrim abisine doğru baktı ve başını salladı. "Olur." Birlikte piste doğru ilerlediklerinde dans etmeye başladılar. Müziğin ritmine bağlı olarak sallanırken Devrim, Pamir ve Burçe'nin de dansa kalktığını gördü.

Kaçamak gözlerle onları izlerken abisinin kulağına doğru eğilip konuşmasıyla birlikte irkildi. "Pamir ile daha önceden tanıştınız galiba?" Abisinin sorusu ile birlikte Devrim'in gözleri şaşkınlıkla aralandı. Abisinin şak diye sorduğu soru ile dilinin tutulduğunu hissediyordu. Bora, kardeşinin tepkisini gördükten sonra artık daha da emin olarak konuştu. "Anlamıştım, nerede karşılaştınız?"

"Sence şuan bunu konuşmanın sırası mı?" dedi Devrim abisinin kulağına eğilerek. Bora yüzünde ufak bir gülümsemeyle başını salladı. "Tamam, nasılsa eve gideceğiz. O zaman konuşuruz."

Ritme uygun bir biçimde dans ederlerken Pamir de Devrim'e kaçamak bir şekilde bakmaya devam etti. Devrim'i gördüğünde hissettiği tanıdıklığın sebebini bugün çözmüştü. O zamanlar komşu oldukları için Bora ile sık sık oynarlardı ve Bora'nın bir kardeşi olduğunda onu çok kıskandığını, Devrim'in yattığı beşiğin başına gelip sık sık kızı izlediğini net bir şekilde hatırlıyordu.

İstemsizce yüzünde gülümseme oluşurken kardeşinin sesini duydu Pamir. "Demek Devrim abla ve Bora abiyi tanıyordun küçüklükten?" Burçe sorgulayan gözlerle abisine bakarken Pamir düşüncelerinden sıyrıldı. "Evet, Bora ile çok oynardık. Ama Devrim küçüktü. Zaten bende hayal meyal hatırlıyorum her şeyi."

Burçe anladığını belirtircesine kafasını sallarken dans müziğinin bitmesiyle birlikte hepsi birlikte masaya döndü. Kalktıkları yere oturmadan önce Pamir çalan telefonuyla birlikte düğün salonundan dışarı çıktı. O en yakın arkadaşı Hakan ile telefonda konuşurken Devrim lavaboya gitmek üzere salondan çıktı.

İşlerini hallederek lavabodan çıktığı sırada lavabonun önünde duvara yaslanmış bir şekilde bekleyen Pamir ile şaşırdı. Pamir telefonda konuşurken Devrim'in lavaboya gittiğini görmüş ve konuşması bittiğinde onu beklemek üzere lavabonun önüne ilerlemişti.

"Bir şey mi oldu?" Devrim sorgulayan gözlerle Pamir'e doğru bakarken Pamir başını iki yana salladı usulca. "Hayır."

Devrim biraz çekiniyordu, Pamir ile garip bir tanışma yaşamışlardı ve bir süre onu aklından çıkartamamıştı. Ama şimdi ailesinin bile onu tanıdığını bilmek Devrim'i utandırmıştı. Yine de dayanamayarak konuştu Devrim.

"İlk karşılaştığımızda benim kim olduğumu biliyor muydun?" Beklentiyle Pamir'e bakmaya devam etti Devrim. Pamir'in cevabını merak ediyordu. Çünkü eğer bilip de kendine söylemediyse çok büyük bozulacaktı. Pamir hafifçe kaşlarını çattı. "Bilmiyordum, gözlerin biraz tanıdık gelmişti ama senin komutanımın kızı olduğunu bilmiyordum."

Devrim duyduğu cümleyle epey şaşırdı. "Komutan derken?" Pamir'i ilk gördüğü anda saçlarından ve vücudundan onun asker olabileceğini tahmin etmişti ama babasının askeri olabileceğini hiç düşünmemişti. Pamir kızın şaşkınlığına ufak bir tebessüm ederek cevap verdi. "Birkaç ay babanın taburunda görev aldım, şimdi özel kuvvetler kursundayım. Ama baban hala komutanım sayılır."

Devrim, Pamir'in sözleriyle daha da şaşırdı. Abisi de şuan özel kuvvetler kursunu tamamlıyordu. Muhtemelen aynı eğitimlerden birlikte geçiyorlardı. Bir nevi devrelerdi, hem çocukluk arkadaşı hem devre. Tesadüfün böylesi diye düşündü Devrim.

"Anladım." diyerek Pamir'i onayladı. Pamir omzunu yasladığı yerden kaldırarak kıza doğru baktı. "İçeri geçelim istersen." dediğinde Devrim başını salladı.

Salona doğru ilerlerken Devrim tekrardan konuştu. "Pamir, yani Pamir abi." Kızın hitabıyla birlikte Pamir'in kaşları çatıldı. Duyduğu hitap hiç hoşuna gitmemişti. "Yalnızca Pamir, abi eklemene gerek yok." dedikten sonra ekledi. "Biz nasıl tanıştıysak öyle devam edecek, ailelerimizin tanışıyor diye bana abi deme."

Devrim duydukları ile içten içe sevinse de dışından belli etmedi bunu. O da bunun böyle olması gerektiğini düşünüyordu ama Pamir'in bundan rahatsız olabileceğini düşünerek ve onun tepkisini ölçmek için abi demişti. Ama yanılmıştı. Çünkü Pamir bu hitaptan hiç hoşlanmamıştı.

Belki de uzun zaman sonra tekrardan bir kadın aklını karıştırdığı içindi bu hoşlanmama. Devrim'i çarpıştıkları andan beri aklından çıkartamamıştı. Şimdi arkadaşım dediği kişinin kardeşi, komutanım dediği kişinin kızı olduğunu öğrenmişti. Muhtemelen ondan Devrim'e abilik yapmasını beklerlerdi ama Pamir'in buna hiç niyeti yoktu.

"O zaman Pamir, aslında ben sana yaptığın incelik için teşekkür etmek istiyorum. Beni büyük bir yükten kurtardın." dedi Devrim samimiyetle. Pamir gülümseyerek başını iki yana salladı. "Teşekkür edilecek bir şey yapmadım, yardımcı olabildiysem ne mutlu bana."

"Çok yardımcı oldun, sayende iyi bir notla geçtim dersi." dedi Devrim gururla. Ardından ekledi. "Bu yüzden teşekkür etmek için kahve ısmarlamak istiyorum sana, hem o gün sen bana teklif etmiştim ama sınavım olduğu için reddetmek durumunda kalmıştım." Devrim kendini açıklamak için konuşmaya devam ederken Pamir gülümseyerek onu izlemeye devam etti.

Kızın teklifini reddetmek olmazdı. Bu yüzden seve seve kabul edecekti. "Olur, telefon numaranı verirsen haberleşiriz." dedi Pamir telefonunu cebinden çıkartarak. Telefonu kıza doğru uzatarak telefon numarasını yazmasını bekledi. Devrim heyecanla numarayı yazdıktan sonra telefonu tekrardan Pamir'e uzattı.

"Sen ne zaman müsait olursan bana yazarsın." dedi Devrim. Abisinden biliyordu, çok yoğun bir programları vardı o yüzden Pamir'in müsait olduğu bir zaman olması gerekiyordu. Pamir kızın dediklerini onayladı. "Tamam, yazarım."

Birlikte salona giriş yaptıklarında hem Halide hanımın hem de Bora'nın bakışları ikisinin üzerinde takılı kalmıştı. Halide oğluyla Devrim'in yan yana ne kadar yakıştıklarını küçük bir tebessümle izlerken Bora hafifçe kaşlarını çatmıştı. Kardeşiyle Pamir'in nereden tanıştıklarını merak ediyordu çünkü kardeşinin bakışlarında bir farklılık olduğunu görebiliyordu.

⁎⁎⁎⁎⁎

Günümüz..

Kulağımda yankılanan sözler tüylerimin ürpermesine neden olurken telefon aniden kapandı ve büyük bir sessizlik oluştu arabanın içinde. Arabadan inmeden etrafa doğru bakındığımda hiç kimseyi görmemenin gerginliği ile büyükçe yutkundum. Arabamın torpidosunu açarak birkaç parça eşyanın altında saklı duran silahıma baktım. Yerindeydi, herhangi bir olayda onu kullanmaktan çekinmezdim.

Emniyete gitmek üzere arabamı çalıştırarak yola koyulduğumda dikiz aynasından takip edilip edilmediğimi kontrol ettim. Bir savcıyı tehdit edebilecek kadar akıllarını yitirmişlerdi. Bu da demek oluyordu ki bu işin içinde bir şeyler vardı. Cinayetin ardında sandığımızdan da büyük işler dönüyordu, daha adamın kimliği yeni belli olmuşken bu kadar panik olmaları garipti.

Ancak beni tanımıyorlardı, bir tehdit aldım diye bu davayı kapatacak değildim. Hele ki ortada kesilmiş bir el varken intihar deyip kapatmak hiçbir şekilde benim yapacağım bir şey değildi. Daha önceki davalarımdan birinde daha tehdit almıştım ve tehdittin altı boş çıkmıştı. Muhtemelen bununda altı boş çıkacaktı. Yine de kendimi gergin hissetmekten alıkoyamıyordum.

Arabamı emniyetin önündeki boş park yerine park ettikten sonra arabadan inerek hızlı bir şekilde içeriye girdim. Benim girdiğimi gören polis memurları dikkatlerini bana verirken ortaya konuştum. "Kemal baş komiser odasında mı?"

"Biraz önce geldi sayın savcım ancak odasında değil, buyurun siz isterseniz odasında bekleyin." diyerek beni yönlendiren polis memurunu başımı iki yana sallayarak reddettim. Öğrenmem gereken şeyler vardı. "Dün bulduğumuz cesetle ilgili tüm delilleri istiyorum. Adli tıptan rapor geldi mi?" merakla karşımdaki polise bakarken polis memuru onayladı. "Geldi sayın savcım, Kemal baş komiserin odasındaki dosyada. Bu sabah size ulaştırılacaktı."

Başımı sallayarak onayladım ve başka bir soru sordum. "Kamera görüntüleri veya görgü tanığı hiçbir şey yok mu?" sorduğum soruyla birlikte hızla cevap verdi polis memuru. "Bir tane kamera görüntüsü bulundu, dosyaya eklendi savcım." Duyduğum sözler içimin biraz da olsa rahatladığını hissettirmişti, bu kamera görüntüsünden bir şey çıkabilirdi belki.

Yanımıza yaklaşan adım seslerini duyduğumda düşüncelerimden sıyrıldım ve bakışlarımı bize yaklaşan Kemal baş komisere doğru çevirdim. Beni gördüğünde yüzünde büyük bir şaşkınlık oluşurken sesini duydum. "Günaydın sayın savcım."

Sorgulayıcı bakışlarını ve ses tonunu es geçerek konuştum. "Günaydın baş komiserim, bir an önce delilleri görmek istiyorum. Odanıza geçelim." dedim hiç beklemeden. Bu davayı bir an önce çözüme kavuşturmak istiyordum. Bugün aldığım tehdit hırslanmama neden olmuştu.

"Tabii savcım, buyurun önden. Çay, kahve içer misiniz?" sorduğu soruyla birlikte başımı salladım. "Sert bir filtre kahve iyi olur." dedikten sonra Kemal baş komiserin odasına doğru ilerlemeye başladım. Arkamdan Kemal baş komiserin "Savcımı duydun bir filtre kahve, bir de çay alalım." dediğini duydum. Ardında da peşimden gelen adım seslerini.

Odaya girdiğimde Kemal baş komiser eliyle oturduğu masayı işaret etti. "Buyurun savcım, siz geçin böyle." dediğinde ilk önce üzerimdeki paltoyu çıkarttım ve odadaki askılığa astım. Ardından da işaret ettiği yere oturarak derin bir iç çektim.

"Otopsi sonuçlarını görebilir miyim?" dediğimde Kemal baş komiser masasının üzerindeki dosyayı alarak tam önüme koydu. Hızlıca dosyanın kapağını açarak ilk sayfayı incelemeye başladım.

Ben kağıdı incelerken Kemal baş komiser çıkan otopsi sonucunu anlatmaya başladı. "Adli tıpa göre maktul eli koparıldığı için çok kan kaybetmiş ama asıl ölüm nedeni boğulmasıymış. Boğazı elle sıkıldığı için soluk borusunun tıkanması nedeniyle ölümü gerçekleşmiş. Tabii kan kaybı da bunu hızlandırdı diyebiliriz. Yani cinayet olduğu onaylandı."

Söylediği şeyi başımı sallayarak onayladım. Zaten tahmin etmek zor değildi ancak elimizde somut bir veride vardı artık. Kemal komiser ise sözlerine devam etti. "Katil iki elini de kullanarak maktulün boğazını sıkmış. Soluk borusunun bulunduğu kısımda 2 baş parmağının bıraktığı morluk, ensesine doğru da 8 parmağının bıraktığı morluk tespit edildi."

Derin bir iç çekerek dosyada bulunan fotoğraflara baktım. İnsan canı ne kadar kıymetsizdi böyle. İlk önce ona acı çektirmek için elini kesmişlerdi sonra da boğmuşlardı. Bir bilim insanını neden öldürmüş olabilirlerdi ki?

"Elinden bir iz yok değil mi?" başımı kağıttan kaldırarak Kemal baş komisere bakarken başını iki yana salladı. "Ne yazık ki savcım." dediğinde başımı salladım. Demek ki eli almışlardı ve kullanacaklardı. Peki kim almıştı?

"Etrafta kamera bulabildiniz mi?" dediğimde Kemal baş komiser cevap verdi. "Evet bir tane bulduk ama çöpü net bir şekilde göstermiyor, başka bir görgü tanığı da yok." dediğinde sıkıntılı bir iç çektim. Polis memuru kamera görüntüleri var dediğinde içimde oluşan umut yerle bir olmuştu. İşler istediğim şekilde gitmiyordu.

Bakışlarımı kağıda tekrardan çevirmeden önce kapının tıklanmasıyla birlikte komut verdim. "Girin." Elindeki karton olan kahve ve çay bardağı ile gelen görevli içeri girdikten sonra ilk önce benim önüme kahveyi ardından da Kemal baş komiserin önüne çayı koyduğunda konuştum. "Teşekkür ederiz."

Görevli afiyet olsun dileklerini diledikten sonra odadan çıkarken bakışlarımı tekrardan elimdeki kağıtlara çevirdim. Maktulün üzerinde yapılan incelemeler sonucunda gömleğinde kısa, siyah bir saç teli ve maktulün sağlam olan elindeki tırnaklarının içinde doku kalıntısı bulunmuştu. Bu işimize yarayabilirdi belki. Ancak bu dokunun karşılaştırılması için bir şüphelimizin olması gerekiyordu.

Kağıdı incelemeye devam ederken Kemal komiser tekrardan konuştu. "Ölüm saati gündüz 10:00 olarak tespit edilmiş. Muhtemelen öldükten sonra bir süre bekletildi. Gece kimse görmezken çöp kutusunun yanına atıldı." Bu soğukta neden o kadar çok koktuğunu anlatıyordu bu durum.

Kemal baş komiser tekrardan konuştu. "Bir de sayın savcım, maktulün üzerinden telefon çıktı. Kayıtlarda hiçbir anormallik yok." dediğinde başımı salladım.

Kağıdı okuduğumda telefonun üzerinde Mahmut bey dahil olmak üzere hiç kimsenin parmak izinin olmadığı yazıyordu. Bu gerçekten ilginçti. Hiçbir anormallik yoksa telefonla ne yapmışlardı da parmak izlerini temizlemişlerdi?

Belli ki telefonda bir şeyler yapmışlardı ki parmak izlerine kadar temizlemişlerdi her şeyi. O yüzden bakışlarımı kağıttan çekmeden konuştum. "Kayıtlar tekrar incelensin, bir şeyi gözden kaçırıyoruz." dediğimde Kemal baş komiser beni onayladı.

Aldığım onayla birlikte başımı kağıtlardan kaldırdım ve Kemal baş komisere bakarak mırıldandım. "Ailesi teşhis etti mi?" dedim hüzünlü bir sesle.

Bunu yapmak o kadar zordu ki. Birkaç kere teşhis yapmaya giden ailenin yanında bulunmuştum. Maktulün yakınlarından birisi olduğunu gördükleri anda verdikleri tepki insanın içini yakıyordu. Sevdiklerinin acısını yaşamış biri olarak bu durum beni içten etkiliyordu ancak yapacak bir şey yoktu.

"Şimdi bir ekip evlerine gittiler, yarım saate kadar teşhis için gelmiş olurlar." dediğinde Kemal baş komiseri onayladım. "Teşhisten sonra ailesine verelim cenazeyi, bir an önce defnetsinler." dediğimde Kemal baş komiser beni onayladı. "Emredersiniz savcım."

Maktulün bir eşi ve bir kızı vardı, haberi aldıklarında yıkılacaklardı. Hele ki bir cinayetle beklenmedik bir şekilde sevdiklerini kaybetmek onlara daha da acı verecekti. Katilin bir an önce yakalanmasını ve en ağır şekilde cezalandırılmasını isteyeceklerdi. Bende bunun için elimden geleni yapacaktım.

Elimdeki kağıtları masanın üzerine koyduktan sonra tekrardan Kemal komisere baktım. "Cenazeden sonra da eşiyle konuşmak istiyorum, düşmanları var mı, kim yapmış olabilir. İlla ki bir şey vardır. Bir de evine ve iş yerine arama izni çıkartacağım. Kişisel eşyaları, telefon, bilgisayar gibi ya da ne bileyim defter falan. Onların incelenmesini istiyorum. Bir şey çıkabilir."

Ciddi bir şekilde söylediğim sözlerle Kemal baş komiser onayladı. "İzin çıktıktan sonra hemen ekipleri yollayacağım savcım." aldığım cevaptan sonra oturduğum yerden kalkarken getirilen filtre kahvemi elime aldım. Benimle birlikte kalkan Kemal baş komiser ile birlikte konuştum. "Yeni delil bulunursa mutlaka bana haber verin. Kolay gelsin."

Kabanımı da alarak odadan çıkmak için yöneleceğim sırada aklıma gelen şeyle birlikte duraksadım. Tekrardan Kemal baş komisere doğru dönerek elimdeki kabanı sandalyenin koluna bırakırken kahveyi masanın üzerine bırakarak cebimdeki telefonu çıkardım.

Masanın üzerinde küçük kağıtların bulunduğu bölmeden kağıt aldıktan sonra kalemle bugün beni arayan bilinmeyen numarayı kağıda yazdım. İşimi bitirdiğimde Kemal baş komisere doğru döndüm. "Bu numara kime ait, kim ne zaman kullanmış araştırıp bana bilgi vermeni istiyorum."

Anlamaz gözlerle bana bakarak elimdeki kağıdı alırken benden bir cevap alamamasıyla birlikte beni onayladı. "Emredersiniz savcım." aldığım cevapla tatmin olarak bıraktığım eşyalarımı tekrardan elime alarak odadan çıktım.

Arabama binerken derin bir iç çektim. Bu iş sandığımdan da sıkıntılı olacaktı belli ki. Kamera kayıtlarının olmaması çok büyük kayıptı. Adam ceset bulunmadan neredeyse 24 saat önce öldürülmüştü. Ne zaman oraya bırakılmış bilinmiyordu. Görgü tanığı yoktu. İşimize yarar neredeyse hiçbir şey yoktu.

Belki karısının ifadesi doğrultusunda elimize bir şeyler geçebilirdi. En azından düşmanları var mı onu öğrenirsek gerekli kişileri sorgular belli başlı sonuçlara ulaşabilirdik. Elbette ki kişisel eşyalarında yazdığı ufak bir detay bile bizi katile götürebilirdi, tabii bir de beni arayan kişi vardı. Telefon numarasından tespit edilebilirse ona ulaşmamız daha kolay olurdu.

Emniyetten çıkarak adliyeye vardığımda tempolu adımlarla içeri girerek başsavcımın odasına doğru ilerlemeye başladım. Bana selam veren herkesin selamını ya baş selamı olarak ya da sözlü bir şekilde cevaplayarak başsavcımın odasına ulaştım.

Başsavcımın odasına girmeden evvel kalem müdürünün odasına ilerleyerek kapıyı çaldım ve içeri girdim. Talha bey beni gördüğünde ayağa kalkarken konuştum. "Günaydın, başsavcım geldi mi?" dediğimde Talha bey beni onayladı. "Evet, biraz önce geldi savcım."

"Müsaitse ona bir şeyler danışmam gerekiyor." dediğimde Talha bey odadan çıkmak için yöneldi. Aynı zamanda da bana cevap verdi. "Sizi bekleteceğim biraz."

Talha beyle birlikte başsavcımın odasına ilerlerken gergince yutkundum. Ben gerekli şeyi yapmıştım ancak bu tehdit mevzundan başsavcımın da haberinin olması gerekiyordu.

Talha bey odaya girdiğinde kapının önünde beklemeye koyuldum. Çok kısa bir süre sonra Talha bey odadan çıkarak konuştu. "Sizi bekliyor başsavcım." dediğinde ufak bir tebessüm ettim. "Teşekkür ederim."

Kapıyı çaldıktan sonra gerekli komutu duyarak kapıyı açtım ve içeri girdim. Halit başsavcım meraklı gözlerle bana bakarken genzimi temizleyerek söze girdim. "Günaydın başsavcım, önemli bir mesele vardı." dediğimde Halit başsavcı eliyle masasının önünde sandalyeyi işaret etti. "Buyurun savcım oturun, çok telaşlı görünüyorsunuz. Bir sorun yok ya?

İşaret ettiği yere oturarak yutkundum. "Bu sabah bilinmeyen bir numaradan telefon aldım, dün işlenen cinayetle ilgili. Maktulün kimliği belli oldu, bilim insanı Mahmut Süer. Ve bu sabah aldığım telefonda bu cinayetin peşini bırakmam ve intihar gibi göstermem gerektiği hakkında bir tehdit aldım."

Sözlerimi bitirerek başsavcımın vereceği cevabı bekledim. Başsavcımın yüzünde güler gibi bir ifade oluştu, ardından da konuştu. "Yine birinin kuyruğuna bastın ha Devrim savcım." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. "Öyle oldu galiba." Aslında bu benim için gurur verici bir şeydi, demek ki doğru ilerliyordum ki önüme taş koymaya çalışıyorlardı.

"Havlayan köpek ısırmaz sen benden daha iyi biliyorsun ama telefon numarasına bir baktıralım ne çıkacak." dediğinde onayladım. Haklıydı, havlayan köpek ısırmazdı. Bunu çok iyi biliyordum. "Ben telefon numarasını incelemesi için emniyete haber verdim." dediğimde Halit başsavcım şaşkınca bana doğru baktı. "Bu ne hız savcım?"

Söylediği şeyle ufak bir tebessüm ettim. "Bir an önce bu dosyanın katilini bulmak istiyorum. Beni arayan kişi katil olabilir." dediğimde başsavcım başını salladı. "İyi düşünmüşsün. Kolluk kuvvetinden senin için koruma ayarlayalım." dediğinde reddettim. "Şimdilik gerek yok buna savcım."

Şimdilik gerek yoktu. Daha büyük bir şeyle karşılaşana kadar da gerek olduğunu düşünmüyordum. İçi boş bir tehdit olma ihtimali yüksekti. Yine de her ihtimale karşılık başsavcımın bilgisi olması gerekiyordu. Bir tehditle davamı bırakacağımı düşünüyorlarsa da çok büyük yanılıyorlardı.

"Sen nasıl istersen ama yine de dikkatli olun savcım, yine de tedbirli olmakta fayda var." dediğinde başımı salladım. Tekrar bir tehdit alma durumunda bunu değerlendirebilirdik.

Oturduğum yerden kalkarken mırıldandım. "Ben çıkayım savcım." Başsavcı beni onaylarken odadan çıkarak kendi odama doğru ilerledim. Şimdi sırada davamla ilgili kanıtları toplamak, bu cinayeti aydınlatmak vardı. Katilin bir an önce bulunması gerekiyordu.

Odama geçmeden evvel benim odamın bulunduğu koridordan çıkarak üst kattaki odalardan birinde makamı bulunan arkadaşıma uğramak istiyordum. Dün ona geri dönüş yapmamıştım, daha doğrusu yapamamıştım. Bu dava kafamı çok kurcalamıştı.

Kapıyı çaldığımda içeriden duyduğum sesle birlikte kapıyı araladım ve içeri girdim. Başını dosyadan kaldırmış bana doğru bakan arkadaşımla birlikte gülümsedim. "Benim için ayırabilecek vaktiniz var mı hakime hanım?"

Sinem oturduğu yerden ayağa kalkarken konuştu. "Tabii ki, gelsene içeriye." Ona doğru yaklaşırken ortada buluşup yanaklarımızı birbirine değdirerek selamlaştık. "Hoş geldin, hangi rüzgar attı seni buraya?"

Sinem'in sorusuyla cevap verdim. "Dün sana haber veremedim hem onun için hem de dünün nasıl geçtiğini sormak için geldim." dediğimde Sinem eliyle koltukları işaret etti. "Geçsene şöyle. İçecek bir şeyler söyleyeyim."

İşaret ettiği yere otururken söylediği şeyi reddettim. "Yok ben almayayım, biraz işim var. Onlara gömülmeden önce sana uğramak istedim." dediğimde Sinem karşıma oturarak konuştu. "Olmuyor ama böyle, bizim bir yerde oturup konuşmamız lazım. Kaç gündür böyle ayak üstü konuşuyoruz olmuyor."

Verdiği tepki ile gülmeden edemedim. Haklıydı, neredeyse 1 aydır öyle adam gibi oturup sohbet edememiştik. İkimizde çok yoğunduk. Ben müsait olduğumda o olmuyordu. O müsait olduğunda ben olmuyordum.

"Konuşuruz şekerim. Ayarlayalım ikimizin de müsait olduğu bir gün." dedim gülerek. Sinem beni onaylarken tekrardan konuştum. "Anlat bakalım, nasıl geçti dün?" sorduğum soruyla birlikte Sinem yüzünü buruşturdu. "Hiç özlememişim biliyor musun? Gelmemekle iyi yaptın aslında."

Söylediği şeyle birlikte kaşlarım çatılırken merakla konuştum. "Ne oldu ki?"

"Aslında spesifik bir şey yok. Öyle boş muhabbetler. Berk yine salak salak konuştu. Üniversiteyi bitirmemizin üzerinden yıllar geçti ama o çocuk hala değişmedi." dedi gözlerini devirerek. Sinem'in, Berk'e olan nefreti de hiç geçmiyordu.

"Desene isabet olmuş." dediğimde Sinem onayladı. "Aynen öyle, seni sordular. Bende davası var dedim ki zaten varmış. Odama çıkmadan sana uğramıştım Hatice hanım söyledi." dediğinde başımı salladım. "Var, onunla uğraştım bende. Hala da uğraşıyorum."

Sinem burukça bana doğru baktı. "Allah kolaylık versin arkadaşım, senin işinde zor vallahi." dediğinde güldüm. "Gülü seven dikenine katlanır."

Bir süre daha Sinem ile sohbet ettikten sonra odama geçmiş saatlerce odamda başka bir dava üzerine iddianame hazırlamıştım ve sisteme yüklemiştim. Bir önce yüklediğim iddianame onaylanmıştı ve dava için tarih belirlenmişti. İki gün sonra olan duruşmada delilleri sunacak ve tutuklu yargılanma isteyecektim.

Kendimi kaptırmış giderken telefonumun çalmaya başlamasıyla birlikte masamın üzerinde duran telefonumun ekranına baktım. Kemal baş komiserin aradığını gördüğümde hızlıca telefonu elime alarak açtım ve kulağıma götürdüm.

"Buyurun baş komiserim. Telefonla ilgili bir haber mi var?" benim konuşmamla birlikte Kemal baş komiserin sesini duydum. "Ne yazık ki savcım, haberler pek iç açıcı değil." dediğinde içimdeki umutların tekrardan yıkıldığını hissettim. Yine de bunu belli etmeden mırıldandım. "Ne çıktı telefondan?"

"Maalesef kullan at telefon. Hiçbir şey çıkmadı." dediğinde sert bir nefes verdim burnumdan. Hayal kırıklığı ile kapattığım gözlerimi açarak konuştum. "Mahmut beyin ofisinden veya evinden bir şeyler çıktı mı?" dedim merakla.

"Ofisindeki kasadan bir telefon daha çıktı savcım. Bilgisayarını ve önemli gördüğümüz defterleri aldık. Şimdi incelemede." dediğinde onayladım. "O telefondan bir şey çıkma ihtimali yüksek olabilir." dediğimde Kemal baş komiser konuştu. "Hiç merak etmeyin, titizlikle inceleniyor."

Teşekkürümü ederek telefonu kapattığımda sertçe masaya bıraktım. Elimizde hiçbir şey yoktu. Beklediğimden akıllılardı, çok iyi plan yapmışlardı. Arkalarında ne bir iz ne başka bir şey vardı. Bu durum sinirime dokunmaya başlamıştı artık. Sırtımı oturduğum sandalyenin arkasına yaslarken gözlerimi kapattım.

Beni tehdit ettiklerine göre bir açıkları olmalıydı ancak neydi? Belki o telefondan veya diğer şeylerden bir açıklarını bulabilirdik. Tek umudum bu yöndeydi..

 

 

 

◔◔◔

2 gün sonra..

Baş ağrımı geçirmek için elimle şakaklarıma masaj yaparken gözlerimi kapattım. Mahmut Bey'in kişisel bilgisayarı incelenmeye devam ediyordu, şifresi olduğu olduğu için şifreyi kırmak biraz zor olmuştu ancak en sonunda başarılı olarak incelemeye başlamışlardı. Telefonda ise yalnızca bir numara bulmuştuk ancak o da aynı beni tehdit eden numara gibi kullan at bir numaraydı.

Mahmut bey dün defnedilmişti. Eşi Şengül hanım dün defin işleminden sonra fenalaştığı için ifadesini alamamıştık. Bugün alacaktık. 12 yaşındaki küçük kızları içinse bir çocuk savcı ve pedagog görevlendirilecekti ve ona birkaç soru soracaklardı.

Kapının çalmasıyla birlikte oturduğum yerde dikleşerek komut verdim. "Girin."

Kapı açıldığında Hatice hanımı görerek ona bakarken Hatice hanım konuştu. "Şengül hanım ve avukatı ifade için geldiler savcım." dediğinde başımı salladım. "Gelsinler." Hatice hanım eliyle içeriyi gösterirken en önden 40'lı yaşlarda bir kadın ve arkasından da avukatı içeriye girdi.

Şengül hanım ve avukatlarının ardından Hatice hanım da benim oturduğum masanın yanında kendine ait olan masaya geçerek oturdu. Bakışlarım kısaca döndüğünde ondan aldığım işaretle birlikte hazır olduğunu anlayarak ifadeye başladım.

Şengül hanım ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözleriyle bana bakarken mırıldandım. "Buyurun oturun şöyle." söylediğim şeyle birlikte masamın önündeki sandalyeye oturduklarında genzimi temizleyerek söze başladım. "Başınız sağ olsun."

"Dostlar sağ olsun, siz sağ olun." üzgün bir sesle verdiği cevapla birlikte derin bir iç çektim. "Sizi çok fazla yormak istemiyorum ancak birkaç soru sormam gerekiyor." dediğimde Şengül hanım başını sallayarak onayladı beni. "Olayın olduğu gece yani 3 gün önce evde miydiniz?"

Şengül hanım cevap vermek için karşısında oturan avukatına baktığında ondan onay alarak bana doğru döndü. "Evet, evdeydim. Selinle yani kızımla birlikte." dediğinde başımı salladım. "Tamam, bunu doğrulatacağız. Peki son zamanlarda eşinizde bir değişiklik fark etmiş miydiniz? Korku olabilir, endişe olabilir. Yani bir şey sezdiniz mi?"

Merakla gelecek cevabı beklerken Şengül hanım birden ağlamaya başladığında ne olduğunu anlayamadım. Şaşkınca ona bakarken hıçkırıklarının arasından sesini duydum. "Ben ona söyledim polise haber verelim dedim, dinlemedi beni."

Duyduğum cevapla kaşlarım çatılırken konuştum. "Şengül hanım sakin olun lütfen, neyi söylediniz? Teker teker anlatır mısınız?" dediğimde Şengül hanım elindeki peçeteyle gözyaşlarını temizledi. İç çekişleri devam ederken avukatının sesini duydum. "Sayın savcım, müvekkilim Mahmut bey bir süre önce tehdit içeren bir telefon aldı."

İşler şimdi daha da ilginçleşmeye başlıyordu işte. Sırtımı yasladığım koltuktan doğrularak kollarımı masaya yasladım. "Şengül hanım neler olduğunu baştan anlatır mısınız lütfen." dedim gergin bir şekilde.

"Biliyorsunuz Mahmut füzelerle ilgileniyordu." dediğinde başımı sallayarak onayladım. Şengül hanım ise devam etti sözlerine. "Bundan aylar önce bir teklif geldi. Bir şirketten ama öyle çok büyük bir şirket değil." dediğinde hızlıca araya girdim. "Hangi şirket? İsmini söyleyebilir misiniz? Bir de Mahmut beyle iletişime geçen kişiyi biliyor musunuz?"

Şengül hanım sorduğum soruyla birlikte duraksadı. "Karcıydı galiba, evet Karcı. Kartlarını görmüştüm. Mahmut, Mustafa Duran adında biriyle görüşmüştü." dedi Şengül hanım gözlerini kısarak. Duyduğum isimleri önümdeki kağıda yazarken tekrar konuştum. "Devam edin lütfen."

"Mahmut gitti oraya, onlarla bir anlaşma sağladı. Bir sistem üzerinde çalışıyorlardı. Ama ne olduğunu bilmiyorum, bana söylemezdi böyle şeyleri. Gizli derdi." dedikten sonra ekledi. "Oraya gitmeye başladıktan sonra her şey güzeldi bir süre. Birkaç ay geçti geçmedi bilmiyorum eve garip bir şekilde geldi. Yüzü bembeyazdı, bir şeyden korkmuş gibi."

Kaşlarımı çatarak dinlemeye devam ettim. "Sordum, neyin var dedim bir şey yok dedi. Hiçbir şey söylemedi. O günden sonra sanki isteksiz bir şekilde gidiyor gibiydi." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım.

Bu ismini aldığımız şirkette bir şeyler olma ihtimali yüksekti. Araştırılması gerekiyordu. Ayrıca patronuyla da yüz yüze görüşmemiz gerekiyordu o yüzden ifadeye çağıracaktım. Belki Mahmut beye ne olduğunu anlayabilirdik.

"Peki bahsettiğiniz telefon nedir?" dedim hem avukata hem de Şengül hanıma bakarak. Şengül hanım akan gözyaşlarını temizleyerek bana doğru baktı. "Bir gün proje bitti diye eve geldi Mahmut. Yani şeyden bir hafta önce işte." diyerek duraksadı.

Ne söylemek istediğini çok net anlamıştım, dili varmıyordu söylemeye. Bu duyguyu çok iyi bilirdim. Bu söylemeye zorlandığı kelime yüzünden insanın boğazında bir yumru oluşurdu, gözleri dolardı, kabullenemezdi. Hele şuan acısı bu kadar tazeyken..

Büyükçe yutkunarak devam etti sözlerine. "Başka hiçbir şey söylemedi, bende üstelemedim. O günün ertesi sabahı bir telefon geldi. Biz kahvaltı yapıyorduk. Telefonu hoparlöre alınca kalınlaştırılmış bir ses duyduk. İşi bozarsa olacaklardan sorumlu değillermiş."

Söylediği cümle ile birlikte alayla güldüm. Bana gelen telefonla aynıydı. Mahmut beyi kim tehdit ettiyse beni de aynı kişi tehdit etmişti muhtemelen. O zaman bu şirkette bir şeyler olduğu kesinleşmişti. Bu durum içten içe beni sevindirirken Şengül hanıma doğru baktım.

"Bunun neyle ilgili olduğunu sordunuz mu eşinize?" sorduğum soruyla birlikte Şengül hanım yakınırcasına bana doğru baktı. "Sormam mı? Sordum. Hiçbir şey söylemedi bana. Polise gidelim dedim dinlemedi. Ben halledeceğim dedi." dedikten sonra hıçkırdı.

Sandalyemde hafifçe dönerek masamın çekmecesinde bulunan cep mendilini çıkardım ve Şengül hanıma doğru uzattım. Mendilden bir tane alarak kendini toparlamaya çalışırken iç çektim. Onun için anlatması çok zordu biliyordum. Ama onun verdiği bilgiler sayesinde bizde bir şeyler öğreniyorduk.

Mahmut beyin ölümüne neden olan şey bu tehditti. Peki nasıl bir iş yapmışlardı ki bu Mahmut beyin ölümüne sebep olmuştu? Ya da Mahmut bey neyi yapmamıştı da onu öldürmüşlerdi? Kafam git gide karışmaya başlıyordu.

"Peki bu tehditten sonra neler oldu? Mahmut bey işe gitmeye devam etti mi?" dedim merakla. Birkaç soru daha sorduktan sonra bu ifadeyi bitirecektim. Zaten yeteri kadar bilgi almıştım. Şengül hanım başını salladı. "Gitti işe, öldürüldüğü günde gitti." dedikten sonra ekledi. "Akşam eve gelmeyince aradım ama açmadı sonra mesaj attı, mesaiye kalacağım. Rahatsız etmeyin diye."

Söylediği şeyle birlikte büyükçe yutkundum. "Saat kaç gibi geldi mesaj?" dediğimde Şengül hanım kaşlarını çatarak hatırlamaya çalıştı. "Telefonum yanımda, bakabilir miyim?" dediğinde başımı sallayarak onayladım.

Telefonunu çantadan çıkartarak ekranı açtıktan sonra eşinden gelen mesaja ağlamaklı gözlerle bakarak bana doğru döndü. "Akşam 9 gibi gelmiş mesaj, normal de 7 gibi eve gelirdi."

Her şey yavaş yavaş çözülüyordu. Mesajı atan kişi Mahmut bey değildi çünkü otopsi sonucuna göre ölüm saati sabahtandı. Yani dikkat çekmesin diye Mahmut beyin ağzından mesaj atmışlardı. Daha sonra da telefonu imha ederek cesedin cebine tekrardan bırakmışlardı. Telefonda Mahmut beyin parmak izi dahil hiç kimsenin parmak izinin olmamasının sebebi buydu. Güzel temizlik yapmışlardı.

"İşbirliğiniz için teşekkür ederiz." dediğimde Şengül hanım bana doğru baktı. "Bitti mi, gidebilir miyim?" dediğinde başımı sallayarak onayladım. "Evet, ifadenizi imzaladıktan sonra gidebilirsiniz. Yalnız ifadenize tekrardan ihtiyacımız olabilir, yurtdışı gibi bir programınız varsa ertelerseniz iyi olur."

Söylediğim şeyle birlikte Şengül hanım başını iki yana salladı. "Gidemem ki, gitmem zaten. Kocamın katilinin bulunması için her şeyi yaparım. Yeter ki siz bulun." dediğinde küçük bir tebessüm ettim. "Elimizden geleni yapıyoruz."

Hatice hanım yazdığı ifadeyi çıktı alarak bana doğru uzattığında bende kalemle birlikte Şengül hanıma doğru uzattım. Şengül hanım ifadesini imzaladıktan sonra iyi günler dileyerek odadan çıkarken derin bir nefes verdim. Şimdi sırada Karcı adındaki şirketi araştırmak vardı.

Masanın üzerinde bulunan cep telefonumu elime aldıktan sonra hızlı bir şekilde Kemal baş komiserin numarasını tuşladım. Telefon birkaç kere çaldıktan sonra açılırken Kemal baş komiserin sesini duydum. "Buyurun savcım?"

"İyi günler baş komiserim, Karcı adında bir şirket varmış. Onu hızlı bir şekilde araştırmanızı istiyorum ve Mustafa Duran adlı şahsı ifade için bekliyorum." dediğimde Kemal baş komiser konuştu. "Hemen araştırıyorum savcım, bir ekibi de adrese yolluyorum. Hemen emniyete alıyoruz adamı."

Telefonu kapattıktan sonra cebime koyarak asılı olan paltomu aldım ve odadan çıktım. Emniyete giderek bizzat takip etmek istiyordum durumu. Adam gelir gelmez ifadesine başlamak istiyordum çünkü onun ifadesiyle bir şeylere ulaşacağımızı umuyordum.

Hatice hanımı durumla ilgili bilgilendirdikten sonra adliyeden çıkarak direkt olarak emniyete doğru ilerledim. Kısa süre sonra arabamı park ettikten sonra kendimden emin adımlarla içeriye girerek Kemal baş komiserin odasına doğru ilerlemeye başladım. Umuyordum ki ben gelene kadar çoktan araştırmasını yapmıştı.

Kapıyı tıklatıp açtığımda Kemal baş komiser beni görerek oturduğu yerden ayağa kalktı. "Hoş geldiniz savcım." başımı aşağı eğip küçük bir baş selamı verdim ve direkt olarak konuya giriş yaptım. "Şirketle ilgili bir şey bulabildiniz mi?"

"Buldum savcım, buyurun oturun şöyle. Anlatayım. Bir şey içer misiniz?" sandalyelerden birine geçerken cevap verdim. "Teşekkür ederim." Kemal baş komiser benim karşıma oturarak elindeki kağıda baktı ve anlatmaya başladı.

"Karcı adlı şirket 2019 da kurulmuş, başta başında Tahsin Karcı varmış. Asıl şirket kurucusu da o zaten. Ancak adam kalp krizinden vefat edince şirketi Mustafa Duran devralmış." anlattıklarını başımı sallayarak onayladım. Kemal baş komiser ise devam etti. "Birkaç küçük şirketle de ortaklık yapıyorlar, hiçbir sorun görünmüyor."

Haklıydı, hiçbir sorun yoktu. Ancak bunu bilemezdik. O şirkette bir şeyler olduğu kesindi. Ne olduğunu da Mustafa bey gelince öğrenecektik.

"Ekipler çıktı değil mi?" dediğimde Kemal baş komiser kolundaki saate baktı ve mırıldandı. "Şimdi adamı aldık diye aramaları an meselesidir." dediğinde usulca başımı salladım ve konuştum. "Mahmut bey benim gibi bir tehdit telefonu almış. Aynı kişi muhtemelen. Bu şirketten burnuma iyi kokular gelmiyor."

Kemal baş komiser söylediğim şeye cevap veremeden telefonu çalmaya başladı. Cebinden telefonunu çıkartarak kulağına götürdüğünde konuştu. "Efendim, Cihan." bir süre karşısındakini dinlerken kaşlarının havalandığını gördüm. Meraklı gözlerle onu izlerken Kemal baş komiser bana bakarak mırıldandı. "Mustafa Duran'ın yurtdışında bir toplantısı varmış, oraya gitmek için hazırlanıyormuş. Şirkette onun yerine vekaleten biri duruyormuş."

Algıladığım cümle ile birlikte içimi kaplayan panik duygusu ile mırıldandım. "Allah kahretsin." Kemal baş komiser ne söylediğimi anlamak için dikkatle bana bakarken bağırdım. "Adam kaçıyor! Ankara'daki tüm giriş çıkışlar kapatılsın. O adam kaçmayacak anladın mı?" dedim telaşla.

Elimizdeki tek şüpheliyi de kaçıramazdık. Kaçırırsak her şey daha da kötü olurdu, elimiz kolumuz bağlanırdı.

"Emredersiniz sayın savcım." Kemal baş komiser telefonu kapatmadan önce hızla konuştu. "Siz vekaleten orada bulunan adamı alın ve buraya dönün." dedikten sonra masasının üzerindeki telsizi alarak hızlı bir şekilde odadan çıkarken bende hızlıca peşinden ilerlemeye başladım.

Birçok polisin bir arada çalıştığı alana varmadan önce Kemal baş komiserin telsizden seslendiğini duydum. "4540'dan tüm birimlerin dikkatine, Ankara'daki tüm giriş ve çıkışlar kapatılsın. Mustafa Duran adlı şahsı bulduğunuz anda emniyete getirin."

"Emir anlaşıldı baş komiserim."

Ortak alana doğru vardığımızda herkesin dikkati bize doğru yönelirken hızla konuştum. "Ekiplerden biri Mustafa Duran'ın evine gitsin derhal." dediğimde Kemal baş komiser başıyla ekiplerden birine işaret verdi. "Fırlayın."

Birkaç kişi koşarak emniyetten dışarı çıkarken gözlerimi kapatarak sert bir nefes verdim. Elimizden kaçıramazdık. Kaçırırsak neredeyse son şansımız da kaybolacaktı. Ellerimi saçlarımdan geçirerek tekrardan Kemal baş komisere doğru baktım. O da benim gibi panik halindeydi.

"Bu adam kaçtığına göre bir şeyler biliyor, çıkmadan yakalamak zorundayız." dedim işaret parmağımı ona doğru uzatarak. Kemal baş komiser beni onayladı. "Yakalayacağız savcım."

Dişlerimi dudaklarıma geçirirken tekrardan gözlerimi kapattım. Bende bunu umuyordum. Onlara güvenim sonsuzdu ama işin içinde nasıl bir pislik vardı bilmiyorduk. Kaçtığına göre büyük bir pislik vardı ve kaçmaktan öte daha da çirkefleşebilirlerdi, her şey olabilirdi...

 

 

 

◔◔◔

Arabamı evin önüne park ettikten sonra inmeden önce derin bir nefes verdim. Saatlerdir emniyette Mustafa denen adamın yakalanmasını beklemiştim. Evinde yoktu, herhangi bir havaalanında yoktu, terminalde yoktu. Onu aradığımızı öğrenmişti büyük ihtimalle. Bu durum canımı epey sıkmıştı.

Mustafa'nın yerine vekaleten bakan adam getirilmişti. İfadesinden bir şey çıkmamıştı. Adamın bir şeyden haberi yoktu. Yalnızca Mustafa gitmeden önce onu görevlendirmişti. Yine de onu göz altında tutmaya devam ediyordum. Onun sayesinde uçak biletinin akşam 8 gibi olduğunu öğrenmiştik ama uçağa binecekse çoktan havaalanında olması gerekiyordu, gelmemişti.

Sanki elimizdeki bütün ihtimaller birer birer kayıp gidiyordu. Tek şüphelimiz yoktu, başka delil yoktu, kamera görüntüsü yoktu. Katil elini kolunu sallaya sallaya gezerken ne bu dava ile ilgilenen ben ne de bu ülkede yaşayan hiç kimse güvende değildi.

Arabadan inerek eve doğru ilerlediğimde salonun ışığının açık olduğunu gördüm, babam muhtemelen televizyon izliyordu. Onu rahatsız etmemek için anahtarla kapıyı açacağım sırada kapının aniden açılmasıyla şaşırdım.

Kapıyı açan kişinin abim olduğunu gördüğümde şaşkınlıktan gözlerimin irileşmesine engel olamadım. "Abi?" sevinçle karışık özlem dolu bir sesle abime seslenirken boynuna doğru atıldım.

Abim kollarını belime dolayıp sıkıca bana sarılırken ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim. Özlemiştim bu duyguyu. Aramızda epey boy farkı olduğu için sarılırken hep beni kaldırırdı. "Naber cadı?" dedi sıkıca bana sarılırken.

Söylediği hitapla birlikte kaşlarım çatılırken abim beni yere indirerek güldü. Bende fırsattan istifade koluna doğru vurdum. "Koskoca savcı oldum hala aynı hitap. Oluyor mu böyle?" dedim ters ters. Abim gülerek bana bakarken konuştu. "Savcı olmuş olabilirsin ama hala benim için cadısın."

Cümlesi biter bitmez eliyle saçlarımı karıştırırken "Uf çekil başımdan ya." dedim yüzümü buruşturarak. Aslında kendimi gülmemek için zor tutuyordum. Bu dava yüzünden o kadar stresliydim ki abim daha birinci dakikadan itibaren üzerimdeki stresi geçirmişti. Çok özlemiştim onu.

Ayakkabılarımı çıkartırken mırıldandım tekrardan. "Sen ne zaman geldin? Hani yarın gelecektin?" merakla ondan gelecek cevabı beklerken abimin sesini duydum. "Sürpriz yapmak için öyle söyledim güzelim." dedikten sonra ekledi. "Akşam üzeri geldim, saatlerdir seni bekliyorum. Nerede kaldın be kızım?"

"Kardeşin nelerle uğraşıyor bir bilsen?" dedim sıkıntılı bir sesle. Üzerimdeki paltoyu çıkardıktan sonra portmantoya astım ve abime doğru döndüm. "Yemek yediniz mi?" abim başını sallayarak onayladı beni. "Yedik, sende yersin diye sofrayı toplamadık." dedikten sonra yüzüme doğru bakarak dikkatli gözlerle yüzümü inceledi. "Yüzün çökmüş sanki, iyisin değil mi?"

Küçük bir tebessümle yüzüne doğru baktım. Beni düşünen birilerinin olması çok güzeldi. İnsan bazen yaslanacak bir omuz arıyordu. Babam her zaman benimleydi ama onu üzmemek için çoğu zaman kendi içimde halletmeye çalışıyordum bazı şeyleri. Pamir gittiğinden beridir abimle dertleşirdim ama o da uzun zamandır benden uzaktı. Sinemle de uzun süredir baş başa kalamamıştık. Galiba biraz konuşmaya ihtiyacım vardı.

"İyiyim abicim, yorgunum biraz. Peki sen? Sen iyi misin? Duru'ya söyledin mi geldiğini?" dediğimde abim başını iki yana salladı. "Söylemedim. O da sizin gibi beni yarın akşama bekliyor. Sabahtan gidip sürpriz yapacağım." dediğinde onayladım. "Eminim seni gördüğüne çok sevinir." dedim içimden gelmeyerek.

Umarım sevinirdi, buna içten içe inanmak istesem de yine sorunlar çıkacağına emindim. O yüzden fazla üstelemeden tekrar konuştum. "Ben üzerimi değiştireyim de yemeğimi yiyeyim. Acıktım. Sonra da size kahve yaparım karşılıklı konuşuruz olur mu?"

"Olur tabii, özledim senin kahvelerini." dediğinde gülümsedim. Abim beni kolunun altına çekip şakağıma küçük bir öpücük bırakırken hissettiğim güven duygusuyla gözlerimi kapadım. İyi ki gelmişti. Bu sürprize ne kadar ihtiyacım olduğunu daha yeni fark ediyordum.

Odama giderek üzerimi değiştirdikten sonra salondan içeri girdim ve babama doğru baktım. "Nasılsın babacım?" dediğimde babam oturduğu yerden kalkarak yanıma doğru geldi. "İyiyim kızım, sen nasılsın asıl? İki gündür yüzünü azıcık gördüm."

Kollarını bana dolarken bende ona sıkıca sarıldım. "İş güç biliyorsun, çok önemli bir dava üzerine çalışıyorum." dediğimde babam başını salladı. "Biliyorum, yine de kendini çok kaptırma. Ben inanıyorum sana."

Babamdan duyduğum sözlerle gülümsedim. Bana olan güvenleri çok güzeldi. Onlar böyle söyleyince ben işime daha da sarılıyordum sanki. Babamla olan konuşmamız bittikten sonra mutfağa ilerlediğimde abimin ocağın başında olduğunu gördüm. Çorba kaseme çorbamı koyarken bende masadaki yerime geçtim.

"Hamaratız Bora bey?" dediğimde abim göz ucuyla bana doğru baktı. "Yorgunum dedin, bende kardeşime yardım edeyim dedim. Şımarma hemen. Bir daha olmaz." dediğinde gözlerimi devirmeden edemedim. Bana olan sevgisi göz yaşartır cinstendi.

Abim çorba kasemi önüme koyarken tam karşımdaki yere geçerek oturdu. Çorbamdan birkaç kaşık içerken abimin bana doğru baktığını gördüm. Başımı iki yana sallayarak mırıldandım. "Ne oldu, neden öyle bakıyorsun?"

"Sen gerçekten iyi misin Devrim?" abimin merakla gözlerle yüzümü incelemesinden rahatsız olarak gözlerimi kaçırdım. Abimse tekrardan konuştu. "Nedense duygularından kaçtığını hissediyorum, bunun içinde kendini işe vermiş gibisin."

Şıp diye beni çözmesiyle bakakalırken büyükçe yutkundum ve omuz silktim. "Öyle bir şey yok." diyerek itiraz ettiğimde abim derin bir iç çekerek sessiz kaldı. Onun sessiz kalmasıyla birlikte çorbamdan içmeye devam ederken bakışlarını hala üzerimde hissediyordum.

"Ben seni çok ihmal ettim değil mi?" diye mırıldandığında bakışlarım aniden ona doğru kaydı. İhmal etmemişti yalnızca artık önceliği değildim. Her zaman ilk sırada vatanı, mesleği geliyordu elbette. Ben buna alışkındım zaten. Ama ikinci sırada ben değil de Duru vardı.

"Hayır." dedikten sonra ekledim. "Neden öyle düşündün ki?" gülümsemeye çalışarak söylediğim şeyle birlikte abim yaslandığı yerden doğrularak tam olarak gözlerimin içine baktı. "Duru o gün sana neler söyledi Devrim?" dedi gözlerini kısıp yüzümü incelerken.

Duyduğum soru ile afallamadan edemedim. Biz bu konuyu çoktan kapatmıştık diye düşünürken neden şimdi bu soruyu soruyordu anlamış değildim. Muhtemelen babam bir şeyler söylemişti abime. Belki de kızmıştı beni bu işe karıştırdığı için.

Bakışlarımı kaçırırken omuz silktim. "Sana ne anlattıysa onları söyledi." dedim. Onu abime şikayet edecek değildim, bu bizim Duru ile aramızda olan bir şeydi.

Abim alayla gülerek başını iki yana salladı. Neden böyle yaptığını kendi içimde sorgularken abimin sesini duydum. "Bana sadece konuştuğunuzu söyledi, ne bir tartışma ne de başka bir şeyden bahsetmedi. Ben o gün senden özür dilediğimde sorun olmadığını söyledin. Yani aranızda bir tartışma olduğunu, senin kalbinin kırıldığını kabullenmiş oldun."

Söylediği şeylerle ağzım açık kalırken nasıl oyuna geldiğimi düşünüyordum. Koskoca savcı olmuştum ama ailenin en küçüğü olarak hala ailemin oyunlarına geliyordum. Savcılık ailede işlemiyordu bunu daha iyi anlamıştım. Ağzımdan laf almak için yapmıştı bunu, ben de pat diye atlamıştım.

"Sen bana oyun mu oynadın?" dedim kaşlarımı çatarak. Abim masanın üzerinde duran sigara paketinden bir sigara alarak çakmakla yaktı ve derin bir nefes çekti. Dumanı üflerken başını salladı. "Evet, iyi ki de yaptım yoksa senin bana bir şey anlatacağın yoktu. Bana nasıl anlatmazsın Devrim?" dedi sert bir biçimde.

Ben daha cevap veremeden abim tekrardan konuştu. "Pamirle ilgili bir şey söyledi değil mi? Ondan canın sıkkındı." dediğinde gözlerimi kapattım. Onu hatırlamak bana iyi gelmiyordu, onu düşünmek canımı yakıyordu. Yaşayamadıklarımızı düşünüyordum, içim sızlıyordu.

Dolu gözlerimi açarak mırıldandım. "Ben sadece aranız daha da bozulmasın istedim, bana onu ne kadar sevdiğini söyledin. Senin acı çekmene izin veremezdim." dedim sessizce.

Ne yazık ki kötü bir huyum vardı, sevdiklerim için her şeye katlanırdım, her fedakarlığı yapardım. Abim içinde yapmıştım. O gün Duru'ya okkalı bir küfür savurmadıysam, lafı ağzına tıkamadıysam bunun nedeni abimdi.

"Bozulsun Devrim, bozulsun! Senin yaranı deşiyorsa zaten benim onunla nasıl bir işim olabilir? Ben o kadar kötü bir abi miyim?" sert ve neredeyse bağırarak söylediği cümlelerle hızla başımı iki yana sallayarak reddettim. "Asla kötü değilsin, sen çok iyi bir abisin."

Abim söylediklerimi es geçerek sigaradan bir kez daha çekti içine. Ardından bana doğru baktı. "Yarın senden özür dileyecek, kimse benim kardeşimi üzemez. Sana saygılı olmayı öğrenmeyecekse de bu iş olmaz zaten."

Abimin sözleriyle birlikte içimde kocaman çiçekler açtığını hissettim. Kendine yapılan saygısızlığı sineye çekerken bana yapılan saygısızlıkla birlikte tüm gemileri yaktığını gördüğümde gözlerimin daha da dolmasına engel olamadım. İyi ki onun gibi bir abiye sahiptim.

Hayranlıkla yan profiline doğru baktım. Gülümseyen gözlerle ona doğru bakmaya devam ederken telefonumun zil sesi bakışlarımı abimden çekmeme neden oldu. Ekrana baktığımda Kemal baş komiserin aradığını gördüm.

"Bu saatte kim arıyor?" diye hem merakla hem de tersçe konuşan abimle birlikte mırıldandım. "Baş komiser."

Telefonu açarak kulağıma götürdüm merakla. "Buyurun baş komiserim, akşam akşam önemli bir şey mi var?" Emniyetten çıkalı 1 saati ancak geçmişti. Ne olmuş olabilirdi ki?

"Haberler kötü sayın savcım." Kemal baş komiser sıkıntılı bir sesle cevap verdiğinde kaşlarım çatıldı. Abim meraklı gözlerle beni izlerken konuştum. "Ne doldu?" sorduğum soruyla birlikte aldığım cevapla başımdan aşağı kaynar suların döküldüğünü hissettim.

"Şengül hanım evinin bahçesinde ölü olarak bulundu ve üzerinde bir not var. Notta diyor ki; Olacaklardan sorumlu olmadığımızı söylemiştik."

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz?

‣‣‣ Pamir ve Devrim'in neden birbirlerine karşılık tanıdıklık hissettiğini bu bölümde öğrenmiş olduk. Sahne nasıldı? Yeni tanıdığımız karakterler hakkında ne düşünüyorsunuz?

‣‣‣ Bölüm sonu hakkında ne düşünüyorsunuz, bu bölüm cinayetle ilgili birkaç bilgi daha öğrendik? Tahminleriniz neler?

‣‣‣ Bora ve Devrim sahnesi nasıldı? Duru, Bora ve Devrim'in arasında neler olacak sizce?

‣‣‣ Bölüm uzunluğu hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu kadar uzun yazmayı bende planlamıyordum ama olaylar beni buna zorluyor:)

Diğer bölümde görüşmek üzere...

Loading...
0%