Yeni Üyelik
23.
Bölüm

Kaybolan Yıllar| 21

@mutlusonsuz222

🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur. Keyifli okumalar dilerim..

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın..

21.Bölüm

Cenk komiser beni onaylarken aniden duyduğumuz üç el silah sesiyle birlikte elimi kulaklarıma koyarak eğilirken benden birkaç adım ileride durup beni izleyen Pamir'in koşarak yanıma geldiğini duydum. Bedenini bedenim üzerine siper edip yere eğilmemi sağlarken etraftaki insanların bir kaos ortamına sürüklendiğini gördüm...

Başka hiçbir silah sesi duyulmazken Pamir'in birkaç dakika içinde üzerimden kalkarak kollarımdan tuttu. Gözleri tüm vücudumda gezindikten sonra rahat bir nefes aldı. "İyisin değil mi?" gözlerine inanmayıp iyi olduğumu benim ağzımdan duymak için sorduğu soru ile başımı salladım. "İyiyim. Sen, sende iyisin değil mi? Bir şey yok?" dedim panik içinde. Aynı onun yaptığı gibi vücudunu incelerken sesini duydum. "İyiyim, korkma."

Tereddütsüz bir biçimde üstüme kapanması korkmama neden olmuştu. O kurşunlar beni hedef alsaydı, Pamir'e gelirdi ve bunu düşünmek bile kalbimin acıyla sızlamasına neden olmuştu. İçimdeki paniği atmak adına bakışlarımı etrafta gezdirirken Pamir'in tok ve kalın sesiyle bağırdığını duydum. "Sakin olun! Kimsede bir şey var mı!?"

Pamir'in sorusuyla herhangi birinde bir şeyin olup olmadığına baktım itinayla. Kimsede bir şey yok gibiydi. Sivillerde, polislerde, Pamir'in timi de iyiydi. Yalnızca sivillerin yüzlerinde korku ifadeleri vardı. Ne yalan söyleyeyim o korkuyu bende çok net hissetmiştim. Hiç kimsede bir şey olmadığına ve bir yere isabet eden kurşun olmadığına göre bize sıkılmamıştı o silah. Peki nereye sıkılmıştı? Kime sıkılmıştı?

Bakışlarımı polis memurlarına çevirerek konuştum. "Tırın yaması olayını gören var mı sivillere sorun, sonrada uzaklaştırın onları buradan." dedim sert bir şekilde. Emrimi alan polis memurları teker teker sivillerin yanına giderken Pamir'in telsizden emir verdiğini duydum. "Kürşat, Taner, Ahmet abi siz sağ tarafa ilerleyin. Şüpheli bir şey var mı bakın. Hakan, Batuhan sizde benimle gelin sol tarafa bakacağız. Yiğit ve Soner sizde burada kalın, gözünüzü dört açın."

"Emredersiniz komutanım." Pamir aldığı onayla birlikte sol tarafa gitmek için hazırlanırken hızlı bir hamleyle kolundan tutarak durdurdum. Bakışları bana dönerken endişeli bir şekilde konuştum. "Ne olur çok dikkatli olun." dediğimde Pamir başını salladı. Ardından ciddi bir ifade ile konuştu. "Sende komiserin yanına geç, silahın yanında mı?" dediğinde başımı salladım. Belimde takılıydı. "Tamam, bir şey olacak olursa kullanmaktan çekinme." dedikten sonra bakışlarını Yiğit'e çevirdi. "Yiğit ve Soner burada olacak." Bende bakışlarımı Yiğit ve Soner'e çevirdiğimde Yiğit ikimize de baş selamı verdi. Bende başımı eğip kaldırarak ona selam verdim.

Pamir başka bir şey söylemeden sert adımlarla sol taraftaki ormana doğru ilerlemeye başladı. Anında görev adamına dönüşmüştü. Bu sert, otoriter hali ayrıca etkilenmeme neden olurken onların gözden uzaklaşmasıyla birlikte derin bir iç çektim. Şimdi içimdeki endişeye yenilmeden görevimin başına tekrardan dönmem gerekiyordu.

Bu zamana kadar birçok cinayet görmüştüm. Kadın cinayetleri, bilim insanı cinayeti, bir kavga sonucu öldürülen kişiler, mal mülk davası yüzünden öldürülen kişiler.. Ama hiçbiri beni bu gördüğüm insanlar kadar etkilememişti. Tam sayısı bilinmemekle birlikte onlarca kişi vardı o tırın içinde ve anlaşıldığı üzere hepsi çoktan öldürülmüştü. Öldürüldükten sonra da yakılarak kurtulmak istemişlerdi. Peki bunun nedeni neydi? Gerçi hangi sebep bir cinayeti haklı çıkartıp meşrulaştırırdı ki.

Tekrardan maskeyi burnuma takıp tıra çıktığımda bakışlarım direkt olarak tırın içindeki olay yeri incelemede görevli olan Derya Hanım'ı buldu. "Bir şeyler var mı? Cinayet aleti, başka bir delil?" dediğimde Derya hanım cesetlerin arasından geçerek bana doğru geldi. "Cinayet aleti yok, cesetlerde delici veya kesici bir aletle ve ateşli silahla yaralandıklarına dair bulgu yok. Boğulduklarına dair bir emareye de rastlanmadı savcım. İlk değerlendirmelere göre bu kişilerin zehirlenerek öldürüldüğünü düşünüyorum."

"Hangi maddeden zehirlenmişler bulmak mümkün mü?" merakla aklımdaki soruyu dile getirdikten sonra ekledim. "Öldürülmelerinin üzerinden epey bir süre geçmiş gibi duruyor, tenleri beyazlamış, kokuyu saymıyorum bile." dediğimde Derya hanım başını salladı. "Evet, bu kadar kokunun oluşması için 4-5 gün yeterli bir süre, ayrıca tam olarak 41 tane cesedin bulunuyor olması da bunu etkiler. Zehir kanlarında hala mevcut olabilir bunu adli tıpa gidince anlayacağız ne yazık ki." dediğinde kabullenerek başımı salladım.

Bakışlarım cesetlerin üzerinde dolaşırken gözüm öylece yatan adamın ceketinin cebindeki cüzdana takıldı. "Bana eldiven verin." emrimle birlikte anında eldiven uzatılırken elime eldiveni geçirip adama doğru yaklaştım. Adamın ceketinin cebine uzanıp cüzdanı aldıktan sonra cüzdanı açarak içine baktım. Açtığım anda bir kadın fotoğrafı gözüme çarparken içimin acıdığını hissettim. Kim bilir yakınları haberi alınca ne hissedecekti?

Fotoğrafa bakmayı bırakıp cüzdanın ceplerine bakmaya devam ettim. Bir kimlik bulduğumda elime alıp üzerindeki ismi okudum ardından da doğum tarihine baktım. Çok gençti..

Kimliği yerine koyarak yanımda bekleyen polis memurunun bana uzattığı delil torbasına cüzdanı koyduktan sonra eldivenlerimi çıkartarak tırdan indim. Tek tek kimliklerin bulunması, parmak izlerinin alınması, ailelere ulaşılması, teşhis işlemleri, haklarında kayıp ilanı var mı araştırılması ve en önemlisi bunu kimin yaptığı veya arkasında kimlerin olduğu.. Araştırılacak ve yapılacak o kadar çok şey vardı ki.

"Savcım." Yiğit'in koşar adımlarla yanıma doğru geldiğini gördüğümde endişeyle konuştum. "Bir şey mi oldu?" dediğimde Yiğit cevap verdi. "Pamir komutanım haber vermemi istedi, ormanda bir ceset daha varmış. Muhtemelen silah sesleri oradan geldi." dediğinde başımı salladım. "Tamam, neredeler gidelim hemen." dediğimde Yiğit eliyle sol tarafı işaret etti. "Bende sana eşlik edeceğim." dediğinde onayladım. Bakışlarımı Cenk komisere çevirerek seslendim. "Komiser! Yanına olay yeri araştırmadan birkaç kişi alıp gel hemen."

Cenk komiser beni onayıp birkaç dakika içinde yanıma iki kişiyle birlikte geldiğinde Yiğit ile birlikte ormana doğru yürümeye başladık. Yiğit önümde etrafa dikkatli bir şekilde bakarak ilerlerken benim arkamda ise Cenk komiser vardı. Onun arkasında ise Soner.. Hızlı bir o kadar da temkinli adımlarla ormanın içinde ilerlerken kısa süre sonra Pamir'i, Hakan'ı ve Batuhan'ı gördüm.

Pamir benim geldiğimi görerek elindeki sigarayı söndürürken ona onaylamaz bir bakış attım. Ardından da cesede doğru baktım. Direkt olarak yanına ilerlediğimde kalbine isabet etmiş iki kurşun deliği ve bir tanede başına isabet etmiş olan kurşun deliğini gördüm. Bizim az önce duyduğumuz silah sesi muhtemelen buradan gelmişti. Peki bu adamın ormanda ne işi vardı? Yanan tırla bir ilgisi olabilir miydi?

"Kimseyi görmediniz mi?" merakla karşımda dikilen üçlüye bakarken Pamir cevap verdi. "Olumsuz savcım." derin bir nefes aldıktan sonra başımla olay yeri inceleme polisine işaret ettim. "Kurşun çıkışı var mı bakın." dediğimde polis hemen dediğimi yaparak cesede eğildi. Yan çevirdiğinde ne sırtından bir çıkış izi olmadığını ancak başına isabet eden kurşunun çıkış izinin olduğunu görerek Cenk komisere döndüm. "Çıkış izi var, bu da demek oluyor ki çekirdek buralarda bir yerde. Her yeri didik didik edip bulun onu. Ayrıca kovanlarda muhtemelen buradadır, birkaç kişiyi daha çağır burayı en ince ayrıntısına kadar inceleyin."

"Emredersiniz savcım." dediğinde olay yeri inceleme polisinin bana doğru seslendiğini işittim. "Kimliği üzerinde savcım, buyurun." eldiven olmadığı için elimle dokunmak istemezken bana doğru uzatılan peçete ile birlikte peçeteyi uzatan Batuhan'a bakarak gülümsedim. "Teşekkürler." kimliği peçeteyle tutarak üzerine baktım. "Kamil Göçer." diye fısıldadım. Okuduğum isimler benim için bir şeyler ifade etmiyordu. Bu yüzden bakışlarımı komisere çevirdim. "Kim olduğu, ne olduğu, ailesi hepsi araştırılsın."

Birkaç polis memuru daha gelip etrafta incelemelere başladığında elimi belime koyarak cesede baktım. Bu adamın burada ne işi vardı? "Buralarda bildiğiniz yerleşim yeri falan var mı? Bu adamın burada olması çok ilginç. Kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdeyiz, sadece arabalar geçiyor yoldan. Ya birisi yolda bıraktı ya buralarda bir yerde yaşıyor ya da yanan tırla ilgisi var." dedim aklımdaki ihtimalleri sıralarken. Cümlemi bitirmemle birlikte Pamir'in sesini duydum. "Buralarda insanlar için yerleşim yeri yok." dedikten sonra Hakan konuştu. "Ama insan olmayanlar için mağara, in ne ararsan vardır."

Kastettiği şeyi anlayarak dudaklarımı birbirine bastırdım.. Terör üyesi mensubu olabilir miydi? Eğer öyleyse onu vuran kimdi? O da mı bir teröristti? Ya da bu tırla bir ilgisi var mıydı? Tüm bu düşünceler zihnimde dolaşırken bakışlarımı ormanlık alanda gezdirdim ayrıntılı bir şekilde. Burada kameranın olması imkansız gibi bir şeydi.

"İncelemelere devam edin, ağaç kovukları dahil her yere bakın. Çekirdeği bulabilirsek elimize geçen silahlarla karşılaştırırız o da bizi katile götürür.." dedikten sonra bizimkilere bakarak konuştum. "Burada yapılacak bir şey kalmadı." dediğimde başlarıyla beni onayladılar. Bakışlarımı Cenk komisere çevirdim. "Sen benimle gel, söyleyeceklerim var."

Komiser beni onaylarken arkalı önlü bir biçimde ormandan, anayola doğru ilerlemeye başladık. Arka arkaya ilerlerken en önde Pamir ve Hakan onun arkasında biz vardık. En arkamızda da Yiğit, Soner ve Batuhan vardı. Her ne kadar etrafta kimse yok gibi görünse de güvenli olmadığını söylemişlerdi ve haklılardı da. Anayola vardığımızda Cenk komisere hitaben konuştum. "Ben gittiğimde iki tarafla da sen ilgileneceksin, hiçbir aksaklık istemiyorum." dedim taviz vermez bir şekilde. Ardından ekledim. "Güvenliğiniz için PÖH ekiplerini yönlendireceğim başsavcımla konuşup."

"Nasıl uygun görürseniz savcım." diyerek beni onayladığında bakışlarımı etrafta gezdirdim. Ardından aklıma gelen şeyle birlikte bakışlarım Pamir'e doğru döndüğünde uzaktan bizi izlediğini gördüm. "Geleyim mi?" diyerek dudaklarını kıpırdatırken başımı olumlu anlamda anlamda sallayarak onu yanıma çağırdım. Pamir birkaç hızlı adımın ardından yanımıza geldiğinde konuştum. "Siz nereden gördünüz bu tırın yandığını?" diye merakla gözlerine bakarken Pamir, Kürşat'a dönerek elini kaldırdı ve yanına çağırmak için seslendi. "Kürşat gel aslanım buraya." Kürşat komutanının emri ile hızlı adımlarla yanımıza gelirken merakla baktı bize. "Buyurun komutanım."

"Savcı hanıma anlat olanları." dediğinde bakışlarım Kürşat'a doğru döndü. Kürşat ise eliyle tırın arka sağ çaprazında olan kayalıkları işaret ettiğinde bakışlarım o tarafa döndü. "Şu kayalıkların arkasında mola vermiştik bir süre, ben etrafı gözetlemek için bu tarafa doğru geldim. Dürbünle etrafı incelerken gördüm tırın yandığını. Ben gördüğümde çoktan dorse yanmaya başlamıştı, kimse de yoktu etrafta. Sonra Pamir komutanıma haber verdim. O da itfaiyeyi aradı. Polise haber verdi."

Başımı usul usul sallarken kayalıklara doğru bakmaya devam ettim. "Saat kaç gibiydi?" dediğimde Kürşat hiç tereddüt etmeden cevap verdi. "15.50 idi. Ahsen'i arayacaktım saati oradan gördüm." dediğinde Cenk komiserin sesini duydum. "Muhtemelen yangında 15.50'den çok kısa süre önce çıkartıldı. Hızlı haber verildiği için yangın ilerlemeden durduruldu. Yakan kişinin özellikle kasayı yaktığını düşünüyorum. Ön kaputtan yaksa şimdiye kadar araba patlamıştı." dediğinde başımı salladım.

Cenk komiserin söyledikleri doğruydu. Ardından ben ekledim. "Kasanın hemen yanmayacağının, yangına dayanıklı olduğunun bilincindeydi. Bu da içindeki insanları aslında yakmak istemediğini kanıtlar. O yüzden kasadan başlattı yangını ve alevler tırın önüne gelene kadar yangın söndürüldü. Yani kundakçı tırı iyi bilen biri, ya şoförü ya da tır hakkında bilgi sahibi biri belki de tırın bağlı olduğu firmadan biri."

Buradan bakıldığında tırı yakan kişinin çok büyük kumar oynadığını görüyordum. Buradan kimse geçmese, Pamirler burada olup o yangını görmese alevler çoktan tırın patlamasına neden olmuş olacaktı ve bizde içerideki cesetler dahil hiçbir şeye ulaşamayacaktık.

"Aynen öyle savcım, belki de ormanda bulduğumuz adam tırın şoförüdür. Ona yakması emrini kim verdiyse onu öldürende o olabilir." dediğinde bakışlarımı Cenk komisere çevirerek küçük bir tebessüm ettim. Tam benim düşündüğüm şeyleri söylüyordu. "Bingo." dediğimde Cenk komiser de küçük bir tebessüm etti.

Bakışlarımı Pamir'e doğru çevirdiğimde onun hayranlıkla bana baktığını gördüm. O bakışlarına her ne kadar eriyip bitsem de savcı kimliğimden ödün vermeden konuştum. "Sizin göreviniz devam ediyor mu?" meraklı bir şekilde Pamir'e bakarken o başını iki yana salladı. "Baran Albay'ıma durumdan bahsettik, operasyon son erdi." dediğinde zaferle gülümsedim. İçim rahatlamıştı, Pamir'e sağ salim kavuşmuştum ya şimdi moralim düzelmişti. "Olayı ilk görenler olarak ifadenize başvurmamız lazım, eğer yorgun değilseniz sizi odamda misafir edeyim." dediğimde bakışlarım tüm tim üyelerinde gezindi.

"Tabi savcım, seve seve veririz ifademizi." dedi Ahmet abi bana bakarak. Ardından ekledi. "Bu masumlara bunu yapan şerefsizleri bulmanıza bir katkısı olacaksa bu bizim boynumuzun borcu." dediğinde gururla baktım ona doğru. Eminim çok yorgunlardı, evlerinde gidip ailelerine kavuşmak için can atıyorlardı. Ama meslek tanımlarında olduğu gibi masumlar onlar için ön plandaydı. Timdeki diğer üyelerde onu onaylarken bakışlarımı Cenk komisere çevirdim. "Bu yolu gören, bu yola açılan tüm karayollarının mobeselerine bakılsın, emniyeti arayıp haber ver."

"Emredersiniz savcım." dedikten sonra ekledim. "Kolay gelsin." dedikten sonra bakışlarımı tekrardan bizimkilere çevirerek konuştum. "Hadi beyler gidebiliriz."

Arkalı önlü bir şekilde ilerlerken hemen şeridin yanındaki polis memuruna seslendim. "İki ekip otosu ayarlayın, bizi adliyeye kadar götürüp sonra tekrar geri dönecek buraya." dedim emir verir bir tonda. Anladığım kadarıyla Pamir'ler direkt kayalıklardan inip buraya gelmişlerdi. O yüzden bir araçları falan yoktu. İstediğim araçlar getirilirken onlara hitaben konuştum. "Arkadaşlar sizi adliyeye getirecek." dedikten sonra ekledim. "Bir araç daha isteyeyim mi?" dedim kararsız bir biçimde. Rahat etmelerini istiyordum.

"Üçümüz bir araca, dördümüz bir araca bineriz. Yiğit, Batuhan, Soner ve Ahmet abi ilk araca binsin. Ben, Taner ve Kürşat'ta diğer araca binelim." dedi Hakan arkadaşlarına eliyle işaret ederken. O sırada Pamir'in sesini duydum. "Beni adamdan saymıyor musun lan sen? Nereye oturacağım kucağınıza mı?" dediğinde Hakan sırıtarak bana doğru baktı. "Savcımın arabasında tek kişilik bir yer vardır diye düşünüyorum. Yanılıyor muyum savcım?"

Hakan'ın yapmak istediği şeyi anlayıp gülerken başımı salladım. "Doğru düşünmüşsünüz Hakan bey." dediğimde Hakan, Pamir'e bakıp 'bak gördün mü?' bakışı atarken tüm timin bıyık altından güldüğünü gördüm. Pamir ise kaşlarını çattı. "Size de iyi eğlence çıktı, hadi binin arabalara." dediğinde herkes onun dediğini yaparak gelen arabalara binmeye başladı. Bende elimle kendi aracımı işaret ettim. "Benimki şurada."

Pamir eliyle elimi kavrayarak beni arabaya doğru götürürken mırıldandım. "Ne yapıyorsun?" Pamir anlamaz gözlerle bana doğru bakarken bakışlarımla ellerimizi işaret ettim. Beni anlayarak omuz silkerken cevap verdi. "Ne yapıyormuşum? Sevgilimin elini tutuyorum." dediğinde bakışlarımı omzumun üzerinden çevirerek arkama doğru baktım. Kimsenin bize bakmadığına emin olduktan sonra Pamir'e doğru dönerken tekrardan onun sesini duydum. "Bir de arkaya bakıyor, sanki ayıp bir şey yapıyoruz." diye küçük bir sinirle söylenirken cevap verdim. "Ya Pamir, ben onların amiri sayılırım. Bir ağırlığım var. Öyle aşık halimi görmelerini istemem ama senin şu haline kayıtsız kalmak çok zor."

Onca söylediğim cümlenin arasından Pamir tek bir kelimeye takılmıştı. "Aşık halin ha? O aşık halini daha çok seviyorum bilmiş ol." dediğinde sırıttım. "Bilmez miyim? Biliyorum."

Birlikte arabama yaklaştığımızda Engin ve Mesut'un arabadan inmek için hareketlendiğini gördüm. Pamir sol elini kaldırarak onlara dur işareti yaptı. Ardından kendisi benim kapımı açtığında gülümsemeden edemedim. Beklemeden arabaya bindikten sonra Pamir'de yanımdaki yerini aldı. Bense arabayı süren Mesut'a hitaben konuştum. "Adliyeye geçiyoruz."

"İyisin değil mi? Bir yerinde bir şey var mı?" dedim merakla ona dönerek. Pamir bana doğru dönerek elimi tuttu sıkıca. "İyiyim güzelim, senin yanındayım ya artık çok daha iyiyim." dediğinde gülümsedim. Pamir ise merakla bana bakarak konuştu. "Sen nasıl oldun? Gerçi mesajlarını okudum kontroller iyi gidiyordu. Bir sorun yok değil mi?" itinayla yüzüme bakarken tebessümle cevap verdim. "İyiyim, her şey yolunda. Hem sende geldin artık, daha iyiyim."

Hiç beklemeden başımı koluna doğru yasladım. Pamir'e ne kadar ihtiyacım olduğunu daha yeni anlıyordum. Başını başımın üzerine yaslamadan önce dudaklarını saçlarıma bastırdı Pamir. Ardından başını yaslayarak yola bakmaya devam etti. Yol boyunca ben dava hakkında düşünürken Pamir, Mesut ve Enginle konuşmuştu. Adliyeye ulaştığımızda arabadan inip direkt odama doğru yürümeye başladım.

Odamın anahtarını çantamdan çıkartarak kapıyı açtıktan sonra elimle içeriyi işaret ettim. "Buyurun beyler." Sırayla içeri girerlerken ben de peşlerinden içeri girip hepsine ayrı ayrı baktım. "Ne içersiniz?" Yemek molası verdiklerini söyledikleri için karınlarının aç olduğunu düşünmüyordum. Ama yine de sormadan edemedim. "Karnınız açsa bir şeyler de hazırlatabilirim." dediğimde Pamir'in sesini duydum. "Sağ ol, karnımız tok ama birer çay içeriz değil mi beyler?" dediğinde Taner onayladı. "Aynen."

Direkt olarak masamın üzerindeki telefona yönelirken ayakta beklediklerini görüp konuştum. "Otursanıza, ayakta kaldınız." dedikten sonra telefonu kulağıma götürerek Tuna beyi aradım. Telefon açıldığında hiç beklemeden konuştum. "Odama 9 tane çay, 3 tane de sandalye getirin. İfade alacağım." Tuna beyden onay aldıktan sonra telefonu kapatıp makamıma oturdum. Odamdaki koltuklar 5 kişi için yeterliydi ve Taner, Batuhan ve Yiğit ayakta kalmıştı.

"Yalnız yenge, bu makama ne kadar yakıştığını söylemeden edemeyeceğim." diyen Batuhan ile birlikte tebessüm ettim. "Utandırıyorsun beni." dediğimde Yiğit araya girdi. "Utanma yengem, Batuhan haklı vallahi." dediğinde yüzümdeki gülümseme büyüdü. "Sağ olun."

O sırada kapının tıklanmasıyla birlikte komut verdim. "Gir." dediğimde Tuna bey ilk önce elindeki sandalyeyi soktu içeri. Taner hızlıca onun getirdiği sandalyeyi alıp boş olan yere doğru çekerken Batuhan ve Yiğit'te diğer ikisini çekerek boş yere geçti. Tuna bey daha sonra elinde çaylarla içeri geldiğinde bu sefer tepsiyi Soner aldı ve ilk benden başlayarak tüm arkadaşlarına dağıttı.

Tuna beyinde hazır olmasıyla birlikte ifade almaya başladım. Kürşat ayaküstü anlattığı şeyleri tekrar anlatırken tim arkadaşları da olanları onaylayarak ifadeye katkı yaptılar. Onlar kayalıklardan inene kadar birkaç aracın durduğunu ve tıra yardım etmeye çalıştığını söyleyerek eklediler. İfade bittiğinde Tuna bey odadan çıktı, bizde birer çay daha içerek sohbetimize devam ettik.

"Nedense bunun terörle bağlantısı olduğunu düşünüyorum." diyen Pamir ile bakışlarımı ona doğru çevirerek merakla baktım. "Öldürülen adam, görevde gördüğün adamlardan biri miydi?" dedim aklımdaki soruyu sorarak. Terör işin içine girdiğinde Pamir'in tecrübelerinden yararlanmak iyi oluyordu. Pamir başını iki yana salladı. "Hayır. Ama içimden bir ses öyle olduğunu söylüyor." dediğinde Soner'in sesini duydum. "Pamir komutanım haklı, açıkçası öyle izbe bir yerde ancak terör örgütleri olur."

"Tırı yaktılar ancak sizin orada olduğunuzu hesaba katmadılar. Amaçları tırın içindeki cesetleri yakıp delilleri yok etmekti ama siz ihbarı yapınca tır yanmadı. Ormanda öldürülen adam tırın şoförüyse tırı yakmayı beceremediği için imha edildi." dedim aklımda tüm bu söylenenleri birleştirerek. "Aynen öyle, böyle olması çok büyük bir ihtimal." dedi Hakan beni onaylayarak. Böyle bir ihtimal vardı ama böyle olmayıp işin içinden başka şeyler de çıkabilirdi.

Başımı sallayarak onaylarken konuştum. "Kimlikler belli olsun. Tır kime aitmiş, öldürülen adam tırın şoförü mü bütün bunları öğrendikten sonra her şey belli olacak." dedim kendimden emin bir şekilde. Tüm bunlar belli olduğunda mutlaka bir şeyler çıkacaktı ortaya.

Konuşmamız sona erdiğinde hepimiz evlerimize gitmek üzere dağılmıştık. Timi buraya getiren ekip otoları onları gitmek istedikleri yere bırakacaktı. Hakan, ben ve Pamir ise üçümüz aynı yere gittiğimizden olayı benim arabamla gidecektik. Mesai saati çoktan bittiği için Sinem çoktan işten çıkıp eve geçmişti muhtemelen. Öyle olmasaydı belki Hakan onunla gidebilirdi.

Arabaya bindiğimizde ortaya ben oturmuştum, soluma Pamir, sağıma ise Hakan oturmuştu. Böyle iki tarafımda da izbandut gibi yapılı adamlar oturunca kendimi istemsizce çok güvende hissetmiştim. Gerçekten ortalarında küçücük kalmıştım. "Keşke ben taksiyle gelseydim, böyle sıkışık oldu." diyen Hakan ile birlikte reddettim. "Ne taksisi canım, aynı yere gidiyoruz. İki dakika sıkışmaktan ne olacak?"

"Yine de pek fena fikir değilmiş." dedi Pamir göz ucuyla Hakan'a bakarak. Hakan ise gözlerini kısarak Pamir'e baktı. "Sağ ol ya, istenmediğimi bu kadar belli edemezdin." dediğinde araya girdim. "Olur mu hiç öyle şey." dedim gözlerimi belerterek Pamir'e bakarken. Pamir omuz silktikten sonra tekrar Hakan'a bakarak konuştu. "Hem sen Sinemle gitseydin ya, o da burada değil mi?" dediğinde Hakan bana baktı merakla. "Burada mıydı?"

Meraklı sesiyle birlikte ima ile ona bakarken Hakan genzini temizledi. "Yani buradaysa sizi de sıkıştırmazdım." dediğinde başımı salladım inanıyormuş gibi. "Tabi canım eminim öyledir." dedikten sonra ekledim. "O çoktan eve geçti, yoksa gelirdiniz tabii birlikte." dediğimde Pamir konuştu. "Şimdi onların sağı solu belli olmazdı, kavga edeceğiz diye kaza bile yapabilirlerdi. Böyle iyi oldu."

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken Hakan kaşlarını çatarak Pamir'e baktı. "Diyene bak, bundan bir buçuk ay önceye kadar sizde binayı inletiyordunuz. Bizim sesimiz çıkıyor muydu?" dediğinde Pamir sırıttı. "Bizimki aşktandı oğlum, tutkuyla bağırıyorduk birbirimize sizinki de mi öyle?" Pamir ima ile Hakan'a bakarken Hakan gözlerini kaçırdı. "Ne alakası var? Hayret bir şey." deyip sessizleştiğinde gülerek Pamir'e doğru baktım. Pamir tek gözünü kapatıp göz kırparken ima ile gülmeye devam ettim. Doğru bir soru sormuştu.

Kısa sürede lojmana giriş yaptığımızda Mesut ve Engin'e teşekkür ederek araçtan indik. Onlar uzaklaşırken bakışlarım Pamir ve Hakan'a döndü. "Yemeğe gelsenize, Sinem hazırlamıştır." dediğimde Hakan başını iki yana salladı. "Yok, zahmet vermeyelim hiç. Hem evde yemek vardı bizim." derken bakışlarımı Pamir'e çevirdim. O da Hakan'ı onaylarcasına başını sallarken duyduğum sesle birlikte bakışlarım sesin geldiği yöne doğru çevrildi. "Oo teşrif edebilmişsiniz sonunda."

Abim, Pamir'e ve bana doğru bakarken yanında dikilen Sinem'i gördüm. "Ettik ettik de siz nereden böyle?" dedim merakla ikisine bakarken. Sinem elindeki ekmek poşetini kaldırırken abim cevap verdi. "Hakime hanımla markette karşılaştık. Bende eşlik ediyordum." dediğinde onaylamak adına başımı sallarken Sinem'in sesini duydum. "Dönmüşsünüz, umarım hepiniz iyisinizdir." Pamir ve Hakan'a doğru bakarken Hakan'ın sesini duydum. "İyiyiz, sağ ol." dedikten sonra Pamir'e dönerek tekrar konuştu. "Ben çıkıyorum kardeşim, sen ne zaman istersen gelirsin. İyi akşamlar."

Hakan'ın aniden gidişiyle birlikte arkasından bakakalırken Sinem'in kaşlarını çattığını gördüm. "Bu neydi şimdi?" dediğinde Pamir'in sesini duydum. "Biraz yorucu bir gün geçirdik, ondan muhtemelen." dediğinde inanmasam da Pamir'i onayladım. "Öyle, ortak bir davamız vardı." dediğimde Sinem merakla bana baktı. Sonra anlatacağımı işaret ederken başını salladı olumlu manada.

"Abisinin gülü nasılmış?" diyerek kolunu omzuma atıp beni apartmana doğru götüren abimle birlikte güldüm. Ne yapmak istediğini çok net anlayabiliyordum. "İyiyim abicim, sen nasılsın, nasıl geçti günün?" dediğimde abim cevap verdi. "Aynı, ne olsun." dedikten sonra arkamızdan yürüyen Pamir'e doğru baktı göz ucuyla. "Sende iyi misin?" Abimin bu huyuna bayılıyordum. Benim abim olarak Pamir'e karşı mesafeli olsa da silah arkadaşı olarak onun iyiliğini düşünmekten vazgeçmiyordu.

"İyiyim kayınço, sağ ol sorduğun için." Pamir abimi sinir etmek için cevap verirken abim duraksayarak ona doğru döndü. "Lan, oğlum kayınço mayınço deme bana." derken Pamir'in bıyık altından güldüğünü gördüm. "Ne diyeyim, sen bana enişte demek istersen hiç fena olmaz." Abim kolunu omzumdan çekerek Pamir'e doğru döndü. "Enişteymiş, enişte falan demem sana ben." dedikten sonra tekrar beni kolunun altına alarak ilerlemeye devam etti.

Pamir ise gülmeye devam ederken cevap verdi. "Aşk olsun ama, duyuyorsun değil mi Devrim? Beni kabul etmiyor." diye bana şikayet ederken gülerek konuştum. "Allah aşkınıza beni katmayın, ikinizin arasında kalıyorum." derken Pamir keyifli keyifli gülmeye devam etti.

Abim konuşacağı sırada telefonunun çalmasıyla birlikte cebinden telefonunu çıkardı. Ekranda yazan 'Kağan' yazısını gördüğümde içime endişe dolarken abim kolunu omzumdan çekip telefonu açtı ve kulağına götürdü. Kağan abimin timinde komutan yardımcısıydı. Birkaç kere bahsetmişti abim. "Efendim Kağan?" dedikten sonra bir süre bekledi. Karşısındakini dinlerken kaşlarının an be an çatıldığını görerek içimdeki endişe ve merak büyüdüğünde abimin sesini duydum. "Tamam, tamam hemen geliyorum." Telefonu kulağından indirdiğinde Pamir'in sesini duydum. "Bir şey mi oldu?"

"Turgut'a saldırmışlar." dediğinde gözbebeklerim büyüdü korkuyla. Abim bana doğru bakarak konuştu. "Benim hastaneye gitmem gerekiyor, yaralıymış." dediğinde konuştum. "Bende geleyim seninle, yalnız gitme." dediğimde Pamir bana bakarak konuştu. "Ben giderim, sen burada kal." Abim, Pamir'i onaylarken ekledim. "Haber verin o zaman bana da." dediğimde Pamir başını salladı. "Ben ararım seni."

Ardından hiç beklemeden abimin arabasına doğru ilerlediklerinde arkalarından bakakaldım. İçim o kadar acımıştı ki. Tek duam, küçük bir yara almasıydı. Daha kötüsünü düşünmek bile istemiyordum. Arabaya binip çalıştırdıktan sonra hızlı bir şekilde lojmanın çıkışına doğru ilerlemeye başladılar. O sırada Sinem iç geçirdi. "Allah şifa versin inşallah."

Sessiz bir biçimde merdivenlerden çıkmaya başladık. İkimizde asker kızıydık. Böyle şeyler bizi etkilerdi. İnsan bazı şeylerin içinde olduğunda canı daha çok sıkılıyordu. Aynı zamanda içim hırsla doluyordu. Umarım tez vakitte iyileşirdi.

Merdivenlerden çıkıp eve gireceğimiz sırada Sinem'in sesini duydum. "Hakan'a da söylesek mi? Belki gitmek ister o da." dediğinde bilmem manasında omuz silktim. Pamir onu arayıp söylerdi eminim ki.

Saniyelik olarak birbirimize bakarken Sinem söylemekte karar kılmış olmalı ki kapıyı çalmak için kapıya yaklaştığında kapının aniden açılmasıyla birlikte ikimizde irkildik. Hakan şaşkınlıkla Sinem'e bakarken Sinem kendini açıklamak adına konuştu. "Ben şey, Turgut diye bir asker yaralanmış onu söyleyecektim. Belki bilmek istersin diye." diye açıklama yaparken Hakan başını salladı. "Şimdi haberim oldu, gidiyordum."

Sinem, Hakan'ın cümlesi ile birlikte hızlıca kapıdan çekilirken Hakan kapıyı kapattı. Ardından Sinem'e dönerek konuştu. "Sağ ol." küçük bir tebessümle konuşurken Sinem'de küçük bir tebessüm etti. "Ne demek." Hakan başka hiçbir şey söylemeden ikişerli bir şekilde merdivenleri inip apartmandan çıkarken bende kapıyı açmaya başladım.

İçeri girdiğimizde Sinem mırıldandı. "Yemek hazırdı, altını yakalım." dediğinde başımı salladım. "Üzerimi değiştirip hemen geliyorum." dedikten sonra odama doğru ilerledim. Bugün gördüğüm o cesetlerden sonra ve aldığımız o haberden sonra canım sıkılmıştı.

 

 

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından,

Bora ve Pamir hızlı adımlarla hastaneye girdikten sonra ameliyathane önüne doğru ilerlemeye başladılar. Kağan durumun ağır olduğunu söylemişti Bora'ya telefonda ama Bora kardeşine bunu söylememişti. Daha yeni yeni iyileşirken tekrar travma yaşamasını istemiyordu çünkü.

Düşünceli bir şekilde oturan tim arkadaşları Bora'yı görmeleriyle birlikte ayağa kalkarken Bora'nın bakışları direkt olarak Kağan'ı buldu. "Nasıl olmuş olay?" diye merakla arkadaşına bakarken Kağan cevap verdi. "Çarşıda dolaşmaya çıkmıştı, kitap falan alacaktı. Arkadan saldırmış kancıklar." dediğinde Pamir kaşlarını çattı. "Karşısına çıkmaya cesaretleri yok orospu çocuklarının."

"Durumu nasıl peki?" dedi Bora tereddütle. Kağan ise umutsuz bir biçimde başını iki yana salladı. "Sırtı delik deşik olmuş, ameliyata aldılar hemen ama bilmiyorum komutanım." dediğinde Bora sıkıntılı bir nefes verdi. Evet daha yeni tanışmışlardı ama içi yanmıştı Bora'nın. Gencecik, mert bir askerdi içeride canıyla cebelleşen.

Dakikalar geçerken ameliyathanenin kapısı açıldı, tüm askerler anında ameliyathanenin kapısına ilerlerken Bora kapıdan çıkan Işık'ı gördü. Gözlerinde pırıltılar oluşturan gözyaşlarını gördüğü an kalbine bir sancı girdi. Bu bakıştan anlaması gerektiği şeyi anlamıştı. Yine de güçlü olarak Işık'ın karşına geçip dikildi. "Durumu nedir?"

Işık dudaklarını birbirine bastırıp başını iki yana sallarken kapının önünde dikilen herkes anlamıştı gelecek olan cümleleri. "Kurşunlardan biri atardamarı parçalayıp geçmiş, buraya geldiğinde çok kan kaybetmişti. Çok üzgünüm, başınız sağ olsun." dedi Işık zorlukla. Kelimeler boğazında düğümlenmişti.

Bu acıyı çok net biliyordu Işık. Yaklaşık 20 yıl önce ona verilen haberin aynısını şimdi o karşısındaki askerlere vermişti. İçi yanıyordu.. Doktordu, bunca yıl birçok ölüm görmüştü, kaç tane hastasını kaybetmişti sayamamıştı bile. Kaç ölüm haberi vermişti ailelere, kaç kere suçlanmıştı, kaç aileyi yatıştırmaya çalışmıştı bilmiyordu ama en zorlandığı an bu andı: Bir askerin şehit oluşunu söylediği an.

Bu haber verildiğinde söylenecek iki kelime vardı: Vatan sağ olsun. Bora'da söylenmesi gereken o cümleyi söyledi içi acıya acıya.

Işık hiç beklemeden yanlarından ayrılırken gözyaşlarının yanaklarına akmasına izin verdi. Ambulans gelip de Turgut'u indirdiğinde onunla birlikte gelen adam çarşıda vurulduğunu ve kimliğine baktıklarında bir asker olduğunu söylediğinde Işık'ın zihninde babası canlanmıştı. Yarbay Korhan Altınel, çarşıdan kızının çok istediği oyuncak bebeği alıp evine döneceği sırada beynine giren tek kurşunla oracıkta şehit düşmüştü... O zamanlar Işık küçük bir kız çocuğu olmasına rağmen kendini suçlamıştı, o oyuncak bebeği istemeseydim babam yanımda olur diye düşünmüştü ve şimdi yine babası gibi yaralanıp önüne getirilen hastayı kurtarmak için elinden geleni yapmıştı ama kurtaramamıştı.

Merak ediyordu, onunla aynı kaderi yaşayan bir çocuğu var mıydı? Annesi gibi kahrolan bir eşi, annesi, babası...

Dışarı çıkıp hastanenin en ücra köşesine gidip hıçkıra hıçkıra ağlarken yere çöktü Işık. İçinde hiç geçmeyen yara bugün tekrar kanamıştı.

Bora, haberi Baran Albay'a vermek için dışarı çıktı. Turgut'un evli olmadığını, yalnızca bir anne ve babasının olduğunu biliyordu. Gerekli işlemlerin ardından onlara haber verilmesi gerektiğini ve bunun için Bora'nın da gitmesi gerektiğini söyleyerek telefonu kapattı Albay. Bora telefonu cebine koyarak derin birkaç nefes aldı. Hastanenin ortasında öylece durmak yerine yürüyerek biraz rahatlamak istedi.

Adımlarını insanların pek fazla olmadığı yere doğru atarken duyduğu hıçkırık sesleriyle kaşları çatıldı Bora'nın. İçindeki merak ve koruma içgüdüsü ile sesin geldiği yere doğru giderken yine de tereddütlüydü. Biraz ilerlediğinde yerde oturmuş ağlayan Işık'ı gördüğünde şaşırdı. Haberi vermek için çıktığı anda gözlerinde gördüğü duyguları çok net anlamıştı Bora ama bu kadar yıkılacağını düşünmemişti, karşısındaki kaç yıllık doktordu. Ama kimse kimsenin içini bilmiyordu elbette.

Ağlayan bir insanı rahatsız etmek istemiyordu ama teselli vermesi gerekiyormuş gibi hissediyordu. Çünkü Devrim içeride yatarken Işık ona umut olmuştu, teselli vermişti. Şimdi sıra ondaymış gibi hissediyordu Bora. O yüzden tereddütle cebindeki mendil paketinden bir tane mendil çıkardı ve yavaş adımlarla kadına yaklaşarak elindeki mendili uzattı.

Işık tam önüne gelen postalı görerek bakışlarını kaldırırken gözüne Bora'nın uzattığı mendil takıldı. Mendilden gözlerini çekip mendili veren kişiye çevirirken şaşırdı ancak bu şaşkınlığı uzun sürmeyip yerini utanca bıraktı. Kimsenin karşısında böyle durmayı sevmezdi. Mendili hızlıca alıp gözyaşlarını silerken oturduğu yerden ayağa kalktı. Şuan o kadar kötü bir durumda olduğuna emindi ki, Bora'nın onu bu şekilde görmesini istemezdi.

"Bi- bir şey mi oldu?" dedi istemsizce sesi titrek çıkarken. Bora kızın sesine karşılık hafifçe kaşlarını çatarken cevap verdi. "Ben sadece iyi misin diye." kendini açıklamaya çalışırken Işık başını salladı. "İyiyim." dedi hızlıca. Gözlerini silip peçeteye baktığında tüm rimelinin aktığını görüp içinden küfür etti. Ardından Bora'ya bakarak mırıldandı. "Teşekkür ederim peçete için."

"Ne demek." dedi Bora hala daha kızın yüzüne itina ile bakarken. Işık bunu fark ederek mırıldandı. "Lütfen öyle bakma, kötü göründüğünü biliyorum." dediğinde Bora, kızın yanlış anladığını park ederek hızlıca itiraz etti. "Hayır, yanlış anladın ben o yüzden değil." derken duraksadı. Kafası karışmıştı. Karşısındaki kadına neden açıklama dahi yaptığını bile bilmiyordu ama Işık'ı öyle karşısında savunmasız bir biçimde ağlarken gördüğünde içinde anlamlandıramadığı bir şeyler olmuştu.

"Lütfen bu gördüğünden kimseye bahsetme." dedi Işık dudaklarını yalayarak. Bora'nın yanından uzaklaşırken Bora usulca başını sallayarak arkasından baktı. Işık ise aklına gelen soruyla birlikte omzunun üzerinden Bora'ya doğru dönüp mırıldandı. "Çocuğu var mıydı?" derken sesinin titremesine, gözlerinin dolmasına engel olamadı. Bora kaşlarını hafifçe çatarken cevap verdi. "Hayır, evli değildi."

Işık başını sallayarak başka hiçbir şey söylemeden uzaklaşmaya başladı. Bora arkasından sessizce bakarken içindeki merakı hala daha giderememişti..

 

 

 

⁎⁎⁎⁎⁎

Turgut'un şehit haberi verilmiş, ailesi tören için Hakkari'ye getirilmişti. Askeri törenin ardından da memleketi Adıyaman'da toprağa verilecekti. Al bayrağa sarılı tabutun başında askerin annesi de babası da sayısız gözyaşı dökmüştü. Annesi feryatlar içinde ona bunu yapanlara beddualar ederken babası güçlü durmaya çalışmış o şerefsizleri güldürmek istememişti. Taburdaki tüm askerler, Devrim, Sinem ve doktor Işık hanım o anlara şahit olmuşlardı.

Işık hanım babasının arkadaşlarının desteği ile Albayla iletişim kurmuş ve törene gelmek istemişti. Evet kendini çok kötü hissediyordu ama o askere son görevini de yapmak istiyordu. O yüzden hastaneden izin alarak buraya gelmişti. Devrim'de Sinem'de onu görüp şaşırsalar da Bora, Işık'ın gelmek isteyeceğini tahmin etmişti. Ne olduğunu hala çözememişti ama bu konu hakkında bir yarasının olduğunu tahmin ediyordu.

"İyisiniz değil mi Devrim hanım?" dedi Işık merakla. Devrim başını salladı küçük bir tebessüm ederek. "İyiyim sayenizde. Siz nasılsınız?" dedi merakla. Tören bitiminde yan yana taburun çıkışına doğru ilerliyorlardı. Işık küçük bir tebessüm etmeye çalışarak cevap verdi. "İyi diyelim." dediğinde Devrim başka bir şey söylemek istemedi. Kızın ne kadar üzgün olduğunu görebiliyordu çünkü.

Kendisi de ondan farksız değildi, buraya gelip aynı tören alanında sevdiği adamın cenaze törenine katılmıştı. Bugün şehidin tabutuna sarılıp ağlayan anne babanın yerinde Pamir'in anne-babası ve kardeşi vardı, Devrim vardı. O gün hıçkırıklarla sevdiğini uğurlarken bugün sevdiği adamın yanı başında olduğunu bilerek kendini rahatlatmaya çalışmıştı ancak yine de o anlar aklının köşesinde canlanmaya devam etmişti.

Sessiz bir biçimde yürürlerken Devrim düşüncelerinden sıyrılıp konuştu. "Arabanız yoksa sizi ben bırakayım." dediğinde Işık küçük bir tebessüm etti. "Çok sağ olun, arabam var." dediğinde Devrim başka bir şey söylemedi.

Arabalarına yaklaştıkları sırada Pamir'in ona doğru seslendiğini duydu Devrim. Adımları duraksayıp ona doğru dönerken istemsizce Sinem ve Işık'ta ona doğru dönmüştü. O sırada Pamir'in yanında gelen Bora'nın bakışlarıyla Işık'ın bakışları buluştu. Işık buraya ilk geldiği anda dikkatini çeken Bora'nın bordo beresine tekrardan baktı. Gerçekten yakışmıştı. Düşüncelerini zihninden atıp bakışlarını çevirirken Devrim'in sesini duydu. "Biz gidiyorduk şimdi, sizin işiniz vardır diye yanınıza gelmedik."

"Birazdan cenaze için çıkılacak onu haber verecektim. Gece dönmüş oluruz muhtemelen." dedi Pamir itina ile kızın yüzünü izlerken. Bu cenazenin Devrim'i nasıl etkilediğini görebiliyordu, onu kollarının arasına alıp yanındayım demek istiyordu. O yüzden hiç beklemeden kızı kollarının arasına aldı. Devrim'de sıkıca ona sarılıp içindeki sıkıntıyı giderirken Bora tepkisiz bir biçimde onları izlemeye başladı.

O sırada Işık, Bora'ya doğru bakıp içine sinmeyerek konuştu. "Bora, yani Bora bey bir dakika konuşabilir miyiz?" Işık'ın cümlesiyle birlikte herkesin bakışı onlara dönerken Bora'da şaşırmadan edememişti. Devrim ise abisi ile Işık hanımın ne zaman baş başa konuşacak kadar yakınlaştıklarını içinde sorguluyordu.

Bora onaylayıp eliyle biraz ileriyi işaret ederken Işık çekimser bir şekilde Bora'nın işaret ettiği yere doğru ilerledi. Bora merakla kızın ne diyeceğini beklerken gözleri Işık'ın yüzünde gezindi ilgiyle. Ona bakmaya devam ederken ileride merakla onları izleyen kardeşini gördüğünde göz devirdi.

"Ben geçen gün için özür dilemek istiyorum, biraz fazla çıkıştım." Işık sözlerine başladığında Bora daha da şaşırdığını hissetti. Kızın hareketlerinde özür dilenecek bir şey yoktu ki, Bora kafasına takmamıştı bile çünkü o sırada kızın neden bu kadar çok ağladığını bulmakla zihnini yoruyordu. "Benim için kötü bir gündü, ağladığımı kimsenin görmesini sevmem. Sende öyle gelince, daha doğrusu sizde öyle gelince ben biraz sinirlendim." dediğinde Bora kızın bu ince düşüncesi karşısında gülümsemek istedi. Daha önce böyle ince düşünen biriyle karşılaştığını hatırlamıyordu.

"Özür dilenecek bir şey yok." dedi samimi bir şekilde. Ardından devam etti sözlerine. "Ben sadece ağladığını görünce bir şey olduğunu düşündüm, belki yardımcı olacağım bir şey vardır dedim." diye kendini açıkladı. Işık, Bora'nın gözlerinin içine bakarken küçük bir tebessüm etti. "Peçete çok yardımcı oldu ne yalan söyleyeyim." dediğinde Bora'nın yüzündeki gülümseme büyüdü.

Bakışlarını kızın yüzünden çekip yere doğru bakarken aklına gelen şey ile birlikte konuştu. "Bu arada bey demek zorunda değilsin, hitaplara çok takılmam. Kendini nasıl iyi hissediyorsan." dedikten sonra kızın yanlış anlayacağını düşünerek devam etti cümlesine. "Yani öyle birden samimiyet kurmak istiyormuşum gibi de algılanmasın. Sonuçta hem kardeşimin doktorusun hem de biz asker olarak seninle defalarca kez karşılaşacağız gibi." dediğinde Işık gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Bora'nın bahanesi akıllıcaydı.

"Anlaştık o zaman Bora abi." diye alayla konuşurken Bora'nın yüzündeki küçük tebessüm anında soldu. Gözlerini kırpıştırarak kıza bakarken Işık mırıldandı. "Sen söylemiştin nasıl iyi hissediyorsan diye, hoşuna gitmedi mi?" dedi salağa yatarak. Bora ise büyükçe yutkunarak cevap verdi. "Yok yani ben beklemiyordum ondan." derken Bora'nın sesindeki kırıklığı çok net duymuştu Işık. O yüzden yaptığı oyunu bozarak konuştu. "Şaka yaptım zaten. Aramızda öyle fazla yaş farkı yok diye tahmin ediyorum. Bora dememde bir sakınca var mı?"

Bora duyduğu cümlelerle rahatladığını hissederken neden bu kelimeye bu kadar taktığını sorguladı kendi içinde. Bu iç düşüncesini kıza yansıtmadan cevap verdi. "Hayır, nasıl istersen Işık." dediğinde Işık küçük bir tebessüm etti. Ardından aklına gelen şeyle birlikte ciddileşerek konuştu. "Bunu sormak doğru olur mu bilmiyorum ama sen nasılsın?" ilgili bir şekilde Bora'nın yüzüne bakarken Bora afalladı. Bunlar alışık olmadığı şeylerdi. "Aramızdan biri daha ayrıldı, biri daha hepimizin hayali olan o mertebeye ulaştı. İçim yanıyor. Ailesini o halde görmek, nasıl şehit düştüğünü bilmek canımı yaksa da gururluyum komutanı olarak." dedi güçlü bir şekilde.

Işık ilgiyle onu dinleyip gözlerine bakarken devam etti Bora. "Her ne kadar yeni tanışsak da o benim kardeşimdi, silah arkadaşımdı. İnsan bir yakınını kaybettiyse öyleyim işte." dedi Bora içindeki kelimelere dökmekten kaçınarak. Işık anlayabiliyordu Bora'yı, yakınını kaybetmek ne demek biliyordu çünkü. "Allah rahmet eylesin." diyebildi sadece Işık.

Ardından da kolundaki saate bakarak konuştu. "Benim gitmem gerekiyor, iyi yolculuklar sana." dedikten sonra Bora başını salladı usulca. "Sağ ol, sana da kolay gelsin." Işık aldığı cevapla birlikte daha fazla beklemeden Bora'nın yanından ayrılırken adımlarını Devrimlere doğru attı. Gitmesi gerektiğini söyleyerek yanlarından ayrılırken Bora uzaktan uzağa onları izledi.

Bugün belki de onlar için ilk adım atılmıştı, kader ikisinin ağlarını örmeye başlamıştı..

 

 

 

◔◔◔

Devrim Akyol'un anlatımından 1 hafta sonra,

Abimin askeri şehit olalı bir hafta olmuştu. Şehit haberini vermek üzere abim ve Baran Albay, Turgut'un memleketi olan Adıyaman'a gitmişlerdi. Pamir arayıp da askerin şehit olduğunu söylediğinde Sinem'inde benimde içimden bir şeyler kopup gitmişti. Ona bunu yapan kişilere bir kez daha lanet etmiştik. Ailesine haber verildikten sonra askeri tören yapılmıştı ve bende hem abimin hem de Pamir'in yanında olmak için bizzat katılmıştım. Sinem'de katılmıştı ve şehidimizi sonsuzluğa uğurlamıştık.

Beni şaşırtan Işık hanımında törene gelmesi olmuştu ve bundan daha çok şaşırtan şey ise abimle kurduğu yakınlıktı. Ne zaman bu kadar yakın olmuşlardı? Bizden uzaklaşıp konuşurlarken abimin dudaklarında sürekli bir tebessüm görmüştüm. Hatta birkaç kere o tebessümün büyüdüğüne şahit olmuştum. Açıkçası abimin yüzünün güldüğüne sevinsem de hala daha sorguluyordum onları.

Her birimiz yine birimiz yine bir şey olmamış gibi hayatlarımıza devam etmiştik. Abimler taburda, biz adliyede işimize gidip gelmiştik. Daha yeni tanışmış olmalarına rağmen abimin üzüntüsünü en derinlerimde hissetmiştim. Kolay değildi kayıp yaşamak...

"Savcım adli tıp raporlarına göre maktullerin ölümü bir zehirle gerçekleştirilmiş. Tıra yerleştirilmeden 3 gün önce damarlarına enjekte edilmiş zehir." diyerek dosyadan başını kaldırarak bana doğru baktı Cenk komiser. Zehir 3 gün önce enjekte edildiyse zehrin ne olduğunu öğrenmemiz çok zordu. Maktuller birer birer incelenmişti. 40 kişi olduğu için adli tıpta bulunan tüm personeller fazla mesai yaparak ancak bir haftada incelemeyi bitirmişti.

Maktullerden yalnızca 20 tanesinin kayıp ilanı vardı. Onlarda çocuktu. Aileleri çocuklarının kayıp ilanlarını vermişti. Neredeyse 15 maktulün kimliğine ulaşılamamıştı. Parmak izinden araştırma yapılmıştı ve ülkemizde kayıtlarının olmadığı tespit edilmişti. Muhtemelen yabancı uyruklu mültecilerdendi. 15 kişi hariç hepsinin ailesine inceleme bitiminde haber verilecekti ve teşhis için çağrılacaklardı. Aynı zamanda hepsinin teker teker ifadesinin alınması gerekiyordu.

Ayrıca ormanda öldürülen kişinin de tırın şoförü olduğu ortaya çıkmıştı. İşini beceremediği için imha edildiğini düşünüyordum. Silahtan çıkan kurşunun çekirdeği bir ağaç kovuğundan çıkmıştı uzun araştırmalar sonucunda ancak kovanı bulunamamıştı. Elimizde eşleştirecek bir silah olmadığı için buradan bir sonuç elde edilememişti ne yazık ki.

Bu dava için başsavcımdan yardım isteyecektim. Tek kişi olarak bu kadar ifadeyi halletmem mümkün değildi. Volkan savcıyı vereceğini düşünmüyordum. Her ne kadar ona açtığım taciz davası delil yetersizliği nedeniyle kapansa da aramızda sorun olduğunu biliyordu.

"Ailelere haber verilsin teşhis için. Cenazeler defnedildikten sonra ifade için karakola alın." dedikten sonra ekledim. "Tır hangi şirkete bağlı araştırıldı mı?" dediğimde Cenk komiser onayladı. "Herhangi bir şirkete bağlı değil, tır şoförün üzerine zaten. Muhtemelen ona ulaştılar, cesetleri taşıması için." dediğinde tek kaşımı kaldırdım. "Ya da direkt olarak kendisi bu işin içinde." dedikten sonra ekledim. "Üzerinden çıkan bir şey var mıydı?" dedim merakla. Cenk komiser elindeki dosyaya bakarak başını iki yana salladı. "Hayır savcım. Ne çakmak ne başka yanıcı alet çıkmadı. Ancak tırın kasasının bir kısmına benzin dökülmüş."

"O zaman tırı yakan kişi tırın şoförü mü bilemeyiz. Belki başka biri yakıp kaçtı, belki de şoför tırı yakıp kaçarken tuzağa düştü ve öldürüldü. Onu öldüren kişide suç aletini alıp kaçtı. Yani elimizde iki tane kayıp suç aleti hatta üç tane var diyebiliriz." dedim kendimden emin bir şekilde. Biri tır şoförünün vurulduğu silahtı, diğeri tırı yakmak için kullanılan yakıcı bir aletti ve üçüncüsü ise tırın içindeki insanları öldüren zehirdi. Ardından devam ettim sözlerime. "Tır şoförünün ailesini de mutlaka görmek istiyorum, onun ailesi bizi gerçeğe götürebilir." dediğimde Cenk komiser onayladı. "Emredersiniz savcım."

Çayımdan bir yudum alırken Cenk komiserin sesini duydum. "Savcım kamera görüntüleri de izleniyor, tır nereden gelmiş, içine ne zaman konulmuş bu insanlar bakıyoruz ancak o a kadar fazla mekana gitmiş ki hepsine ayrı ayrı bakmak vakit kaybına neden oluyor." dedikten sonra masasının üzerinden bir kalem alarak oturduğum masanın tam karşısına asılmış olan Hakkari'nin ayrıntılı haritasında bir noktayı işaret etti. "Tırın yandığı nokta burası savcım."

Oturduğum yerden ayağa kalktıktan sonra masanın önüne geçerek kalçamı masaya yasladım ve daha dikkatli bir şekilde dinlemeye koyuldum Cenk komiseri. "Şu gördüğünüz 3 noktada mobeseler var." dedikten sonra tırın yandığı noktadan biraz uzakta olan noktaları işaret etti. "Tır sağdaki mobeseye takılmış." diyerek sağı işaret etti. "Aramamız gereken yerler sağda olan bölgeler tabii yükünü yüklenip direkt olarak yola çıktıysa." dediğinde sözünün devamını ben getirdim. "Ama yük önceden yüklendiyse evinden de çıkmış olabilir, başka bir yere de uğramış olabilir."

"Evinin adresi sol tarafta kalıyor savcım." dediğinde cevap verdim. "Bizi şaşırtmak içinde o yolu kullanmış olabilir." dedikten sonra ekledim. "Üzerinden çıkan telefon inceleniyor mu?" dediğimde Cenk komiser sıkıntılı bir nefes verdi. Kaşlarımı çatarken merakla konuştum. "Ne oldu?" Soruma karşılık Cenk komiser cevap verdi. "Telefonda virüs var savcım, arkadaşlar temizlemek için uğraşıyor ama temizlenmeme ihtimali varmış." dediğinde gözlerimi devirdim.

Tırın şoförü ölmüştü. O insanları kimin öldürdüğünü bilen, duyan kişi oydu. Telefonundan bir şeyler çıkacağını düşünmüştük onu da imha etmişlerdi. Elimizdeki tek şey tır şoförünün ailesiydi. Onlara da bir şey yapılması ihtimalini düşünerek ta ilk günden bir ekip göndermiştik kontrol etmeleri için. "Ekipler evin önünde bekliyor değil mi?" dediğimde Cenk komiser başını salladı. "Hiçbir sorun yok savcım, bekliyorlar."

O sırada telefonum çalmaya başladığında Cenk komiser verdiğim emirleri yerine getirmek için odadan çıktı. Bende masanın üzerindeki telefonuma uzanarak ekrana baktım. Burçe'nin aradığını görerek telefonu açtım ve kulağıma götürdüm. "Efendim canım?" dediğimde Burçe'nin sesini duydum. "Yengecim nasılsın?"

"İyiyim güzelim, emniyetteyim. Sen nasılsın? Dersin bitti mi?" dediğimde Burçe cevap verdi. "Biraz önce eve geldim de bir seni arayayım dedim, nasıl oldun ağrın sızın kalmadı değil mi?" dediğinde güzel düşüncesine karşılık gülümsedim. "Çok şükür hiçbir sorun kalmadı, kontrollerde iyi gidiyor." dedikten sonra yaslandığım yerden doğrularak cama doğru ilerledim. "Çok sevindim, bak babamda yanımda o da selam söylüyor." dedikten sonra ekledi. "Annemde.." kısık bir sesle dile getirdiği kelime ile birlikte duraksadım.

Halide hanımın bana karşı eskisi gibi olmasına hala daha alışamamıştım. Alışacakta değildim. Ona karşı kırgınlığım olduğu yerde duruyordu. Bana bir şey olmuş olmasa o tavrından ödün verir miydi emin olamıyordum. "Sende selam söyle, dersler nasıl? Nalan hoca hala daha orada mı?" dedim konuyu değiştirip gülerek. Nalan hoca ceza hukuku dersine girerdi ve epey zorlardı.

Burçe'den cevap beklerken bakışlarım emniyetin girişindeki Batuhan ve Yiğit'e takıldı. Kaşlarım çatılırken Burçe'nin sesini duydum. "Gider mi o? Burada tabii. Daha bismillah başladık." dediğinde güldüm. "Sen halledersin ama gözünü korkutma şimdiden." dedim Burçe'den emin bir şekilde. Gözüm hala daha Batuhan ve Yiğit'in üzerindeydi. Yine de gözlerim Pamir'i aramadan duramıyordu. Onların yanında o da gelirdi çoğunlukla.

"İnşallah yenge, inşallah." dedi Burçe iç çekerek. Ardından ekledi. "Hadi ben seni tutmayayım daha fazla, benimde ders çalışmam gerek. Öpüyorum seni, abimlere de Sinem ablama da selamlarımı ilet." dedikten sonra cevap verdim. "Bende seni öpüyorum, iyi dersler."

Telefonu kapatıp cebime koyduktan sonra hızlı adımlarla odadan çıktım. Ardından da emniyetin kapısına doğru ilerlemeye başladım. Emniyetten çıktığım anda bakışlarım direkt olarak onları bulurken onlarda bana doğru ilerlemeye başladılar. "Hoş geldiniz, bir sorun yok değil mi?" diye ikisine de bakarken Yiğit başını iki yana salladı. "Yok yenge, dava ile ilgili bir gelişme var mı onu öğrenmek için geldik aslında." dedikten sonra Batuhan'ın sesini duydum. "Pamir komutanım ve Bora komutanım bir toplantıdalar, bu sefer biz gelelim dedik."

İçimde bir rahatlama hissederken gülümsedim. "E niye burada dikiliyorsunuz, içeri gelseydiniz ya." dediğimde Batuhan küçük bir tebessüm etti. "Rahatsız etmek istemedik, birazdan mesaj atacaktım ben." dediğinde güldüm. "Olur mu öyle şey, gelin hadi bir çay ısmarlayayım size." dediğimde Yiğitle Batuhan birbirine doğru baktı. Bense ısrar ederek konuştum. "Hadi, gelin." Önden ilerlemeye başladığımda onlar da arkamdan beni takip etmeye başladılar.

Cenk komiserin odasına doğru ilerlerken bakışlarım burada çay ocağında çalışan Ayşe hanıma takıldığında konuştum. "Komiserin odasına 3 çay getirir misin?" dediğimde Ayşe hanım beni onayladı. Bense odanın önüne geldikten sonra elimle içeriyi işaret ettim. "Buyurun." Onların geçmesinin ardından bende içeri girerek yerime oturdum.

"Aslına bakarsanız elimizde pek fazla bilgi yok, incelemeler henüz bitti. Yavaştan ifadelere başlayacağız." diyerek ikisine de baktığımda Yiğit onayladı beni. "Onca ceset, incelemesi zor olmuştur." dediğinde başımı salladım. "Öyle oldu, gece gündüz demeden çalıştı adli tıp görevlilerimiz." Biz daha konuşurken kapı tıklanarak içeri biraz önce çay istediğim Ayşe hanım girdi. Çaylarımızı dağıtıp odadan çıktığında Batuhan'ın sesini duydum. "Bizimde yardım olabileceğimiz bir şey olursa seve seve yardımcı oluruz." dediğinde başımı salladım. "Biliyorum, sağ olun."

Çayımdan bir yudum içtikten sonra merakla konuştum. "Siz nasılsınız, nasıl gidiyor?" dedim ikisine de bakarak. Turgut teğmenin başına gelen olaydan sonra açıkçası korkmaya başlamıştım hem abim için hem Pamir için hem de diğer askerlerimiz için. Sokakta bile rahatça gezip tozamıyorlardı. "Turgut teğmene bunu yapan kişi yakalandı mı?"

"Teröristlerin yaptığını biliyoruz, savcımız Kubilay bey olayla ilgileniyor. Tabii istihbaratta işin içinde. Bulunacak elbette." dedi Yiğit kararlılıkla. Ardından ekledi. "Onun dışında her şey yolunda." dediğinde gülümsedim. "Sevindim."

Tam tekrar konuşacağım sırada telefonumun çalmaya başlamasıyla birlikte cebimden çıkartıp ekrana baktım. Burçe'nin aradığını görerek kaşlarımı çatarken merakla telefonu açtım. Daha biraz önce konuşmuştuk. "Efendim Burçecim?" dediğimde Batuhan'ın bakışlarının anlık olarak bana döndüğünü gördüm. Gözümden bu kaçmazken Burçe'nin sesini duydum. "Ay yenge rahatsız etmiyorum değil mi bir şey soracaktım." dediğinde içimin rahatlamasıyla birlikte cevap verdim. "Yok rahatsız etmiyorsun, Batuhan ve Yiğitle oturuyorduk."

"Batuhan mı?" diyerek sadece tek bir isme takılmasıyla birlikte ima ile gülümserken onayladım. "Evet." dediğimde Burçe tekrar konuştu. "Neyse ben hemen sorumu sorayım o zaman. Bu ceza kanunu kitabı sende var mı?" dediğinde onayladım. "Var, bizim eve gidersen odamdaki kitaplıkta." dediğimde Burçe'nin sevinçli sesini duydum. "Ay birtanesin sen yengem, yarın okul çıkışı gidip alırım." dediğinde güldüm. "Sende birtanesin."

Telefonu kapatıp masaya bıraktığımda Batuhan'ın sesini duydum. "Pamir komutanımın kardeşi değil mi?" dediğinde başımı salladım. "Evet Burçe." dediğimde Batuhan'da başını sallayıp onayladı. Yiğit bıyık altından gülüp genzini temizledikten sonra bana döndü. "Ben Pamir komutanımın bir kardeşi olduğunu bilmiyordum, hastanede gördüm." dediğinde göz ucuyla Batuhan'a baktı.

Batuhan ikimizi dinlerken Yiğit'e cevap verdim. "Üniversitesi tatile girince buraya gelmişlerdi, ne yazık ki araya kötü olaylar girince öyle tanışmak zorunda kaldınız." dedim iç çekerek. Batuhan ise başını yerden kaldırarak bana doğru baktı. "Üniversite mi okuyor, hangi bölüm?" merakla bana bakarken hafifçe gözlerimi kıstım ve başımı iki yana salladım. "Hayırdır?" diye ona takılırken Batuhan afalladı. "Yani öyle merak yenge, yoksa başka ne olacak?" dediğinde kesin öyledir manasında baktım Batuhan'a.

Hastanede piknik mevzusunu konuşurken Burçe'de gelsin diye büyük bir hevesle konuşmuştu. Sanki ucundan bir hoşlantı seziyor gibiydim. "Hukuk fakültesi, 3. sınıfta." diye cevap verdiğimde gözlerinden hayranlık pırıltılarının geçtiğini gördüm. Yiğit ise araya girerek konuştu. "Ne güzel, Pamir komutanımın kardeşine de böylesi yakışırdı zaten."

Sohbet ederek çaylarımızı içtikten sonra Batuhan ve Yiğit kalkmışlardı tabura gitmek üzere. Onların ardından bende dava ile ilgili araştırmalarıma devam etmiştim. İfadeden sonra her şey daha anlaşılır olacaktı buna inanıyordum..

 

 

 

◔◔◔

"Eşiniz Kamil Göçer'i en son ne zaman gördüğünüzü söyler misiniz?" dedim karşımdaki kadına bakarak. Kamil Göçer, bulduğumuz tırın şoförüydü. Eşinin vefatını söylemeden önce ifadesinin alınmasına karar vermişti başsavcım. O yüzden akşamın bu saatinde ifadesinin alınması için karakola getirilmişti. Bu gece nöbetçi savcı ben olduğum için benim için değişen bir şey yoktu.

"Bir hafta önce gördüm." dedi karşımdaki kadın kafası karışık bir biçimde. Başındaki yemeninin oyalarıyla oynarken dikkatle onu izlemeye devam ettim. Gergin duruyordu. "Peki size nereye gideceğini söyledi mi?" dediğimde başını salladı kadın. "Bir teslimat yapacağım dedi." dediğinde hızlıca aklımdaki soruyu sordum. "Nereye teslimat yapacakmış?" dediğimde kadın bir süre düşündükten sonra cevap verdi. "İran."

Verdiği cevapla birlikte kaşlarım çatıldı. O yol İran'a çıkıyor muydu bilmiyordum ama muhtemelen karısını oyalamak için böyle bir yalan söylemişti. "Geçen hafta gördünüz en son, peki telefonla falan konuşmadınız mı?" dediğimde kadın başını iki yana salladı. "Konuşmadık, teslimat alacağı adamları sevmezdi. Onların yanında beni arama derdi. Ben seni ararım dedi ama aramadı" dedi düşünceli bir şekilde. Aramadı çünkü telefonu imha edilmişti. Bunu söylemeden aklımdaki soruyu dile getirdim. "Neden sevmiyordu?" dediğimde kadın bakışlarını kaçırdı.

Bu hareketi bildiği bir şeyler olduğunu gösterirken üsteledim. "Bize yardımcı olmanız gerekiyor Emine hanım. Neden sevmiyordu kocanız?" dediğimde Emine hanım yaşlı gözlerle baktı bana. "Onlarla iş yapmak istemiyordu." dediğinde kaşlarım çatıldı. Emine hanım ise devam etti sözlerine. "Kamil bu tırı almak için elimizde avucumuzda ne varsa sattı, bir arkadaşı vardı. Onunla birlikte anlaşmıştı bir firmayla ama arkadaşı kazık atınca Kamil açıkta kaldı, başka bir firmayla da anlaşamadı. Durum böyle olunca yiyecek ekmeğe muhtaç kaldık."

Anlattıklarını dinlerken üzülmüştüm. Ne yazık ki böyle durumlar olabiliyordu. "İki tane bebe var evde, ikimizin de kimi kimsesi olmayınca para bulmak zor." deyip duraksadıktan sonra devam etti sözlerine. "Böyle zor geçen günlerin birinde kapımız çaldı. Kamil açtı kapıyı iki tane tekinsiz adam gelmiş. Bir teslimat için teklif verdiler Kamil'e." dediğinde kaşlarımı çattım. "Ne zaman geldiler? Tam olarak tarih verir misiniz?"

"23 Mart'tı galiba." dedikten sonra ekledi. "Kocam kabul etmedi ilk. Hatta yüzü allak bullak geldi eve. Sordum, anlatmadı. Birkaç gün geçti sonra ne konu komşu ne başka birinden yiyecek ekmek görmedik. Bebeler açlıktan uyumaz oldu. Kamil 26 Mart günüydü galiba ben gidiyorum dedi çıktı. Meğer o adamlara gitmiş, sonra geldi işte ben gidiyorum dedi."

26 Mart, hem o cesetlerin bulunduğu hem de Kamil'in öldürüldüğü gündü. Kadının söylediklerine bakılacak olursa adamlar 23 Mart günü o insanları öldürmüşlerdi ve sonra konuşmak için Kamil'e gelmişlerdi. Kamil'in biraz süre geçse de kabul edeceklerini bildikleri için başka biriyle anlaşmamışlardı ve bu görevi Kamil'e vermişlerdi. Acaba bu kadın kocasının neyin teslimatını yaptığından haberi var mıydı?

"Kocan sana ne taşıyacağını söyledi mi?" dedim merakla. Kadın gözlerime bakarak başını iki yana salladı. "Hiçbir şey söylemedi ama sanki vedalaşır gibi çıktı evden, çocuklarımızı öpüp kokladı. Teslimat parası hesaba yattı dedi." söylediği cümle ile içimde zafer çanları çalmaya başladı. Para yattıysa eğer hesap numarasından kimin parayı gönderdiği belli olurdu. "Para geldi mi hesaba?" dediğimde başını salladı kadın. "Evet, bende çektim paranın hepsini. Yüklü bir miktardı." dediğinde konuştum. "Mobil bankanıza girip para gelen hesap numarasını söyler misiniz?"

Kadın dediğimi yaparak telefondan mobil bankaya girdi ve para gelen hesap numarasını açarak telefonu bana doğru uzattı. Elimdeki telefonu yanımda oturan Cenk komisere uzattığımda sesini duydum. "Araştırılması için götürüyorum savcım." diyerek odadan çıktığında bende bakışlarımı tekrardan Emine hanıma çevirdim. "Kapı çaldı Kamil açtı dediniz, adamları görmediniz mi?" dediğimde Emine hanım cevap verdi. "Camdan baktım gizlice, gördüm yani." dediğinde hızlıca konuştum. "O zaman eşkalini tarif edebilirsiniz." dediğimde başını salladı Emine hanım.

"Güzel, eşkal için polis memuru çağıralım." diyerek oturduğum yerden kalktım ve masanın üzerindeki telefondan bir polis memuru göndermeleri için arama yaptım. Tekrar yerime otururken aklımdaki soruyu dile getirdim. "Sizi rahatsız eden birileri oldu mu o günden beri?" dediğimde Emine hanım başını iki yana salladı. "Hayır, Allah'a şükür bir sorun olmadı. Tek endişem Kamil, onun nerede olduğu. Bir hafta oldu, ne telefonuna ulaşabildim ne konuşabildim. Aramadı beni, arayacağım dediyse arardı hep." dedi endişeli bir biçimde. Ardından merakla gözlerime baktı. "Siz bir şey mi biliyorsunuz, bir şey biliyorsanız Allah için söyleyin." dedi yalvarırcasına.

Kocasının öldürüldüğünü söyleyecektik elbette ancak ilk önce eşkalin çizilmesi gerekiyordu. Haberi alınca yıkılacaktı. Onu riske atamazdım. "Bildiklerimizi size anlatacağız hiç merak etmeyin."

Çağırdığım polis memuru ve Cenk komiser odaya girdiğinde eşkal çizilmeye başladı. Eşkal çizilirken bakışlarımla Cenk komisere işaret vererek odadan çıktım. Cenk komiser peşimden gelirken konuştum. "Adam istemeyerek kabul etmiş, ilk düşündüğümüz şey doğru. Adam kasanın tamamen yanmayacağını bildiği için bir kısmına benzin dökmüş ve orayı yakmış." dediğimde Cenk komiser cümlemi devam ettirdi. "Eğer yakmak isteseydi direkt şoför kabininin bulunduğu kısımdan başlayıp aracın patlamasını sağlardı. Yani böylece tırı yakamadığı için imha edildiğini öğrenmiş olduk." dediğinde başımı salladım. "Aynen öyle. Hesaptan bir şeyler çıktı mı?"

"Hesap Nuri Pehlivanoğlu adında birine ait, küçük bir şirketin yarı hissesine sahip." dediğinde zaferle gülümsedim. "O zaman o adamı hemen alıp geliyorsunuz komiserim, bugün mesai yolu gözüktü size." dediğimde Cenk komiser güldü. "Siz mesai diyorsanız seve seve yaparım savcım." Başta Cenk komiserle yıldızlarımız barışmamış olsa da şuan aramız gayet iyiydi. Yardımlarını, çabasını gayet net görüyordum. İyi biriydi, işinde de iyi sayılırdı.

Cenk'in bakışları arkamdan bir yere doğru kayarken merakla o tarafa doğru döndüm. Pamir'in buraya doğru geldiğini gördüğümde yüzümde gülümseme oluşurken Pamir'in bakışları direkt olarak beni buldu. Yanıma yaklaşırken konuştum. "Hoş geldin." dediğimde Pamir küçük bir tebessüm etti. "Hoş buldum."

Cenk komiser elini Pamir'e doğru uzattığında Pamir hiç tereddüt etmeden elini tutup sıktı. "Naber komiser?" dediğinde Cenk komiser nazik bir şekilde cevap verdi. "İyidir Pamir bey, sizden?" dediğinde Pamir cevap verdi. "İyi bende, sağ ol." Araları nasıl düzelmişti, ne olmuştu bilmiyordum ama beni kaçıran adamla ilgili olduğunu tahmin ediyordum.

Sinem duruşmaya gittiğinde adamın iki elinin de alçıda olduğunu söylemişti, çevredekilerin söylediğine göre de sorgu sonrası kaçmaya çalışırken Cenk komiser onu görmüş ve kaçmasını engellemek amacıyla parmaklarını kapıya sıkıştırmıştı. Buna çok fazla inanmadığım için bu olayda abimin ve Pamir'in bir parmağının olup olmadığını sormuştum Cenk komisere ve ondan olumsuz bir cevap almıştım. Yine de ona inanmamıştım ve aralarının iyi olmasını buna bağlıyordum.

"Savcınızı iki dakika kaçırıyorum." diyerek Cenk'e bakarken Cenk komiser başını salladı. Bense araya girerek konuştum. "Emine hanıma kocasının durumundan bahsedin, kapısında ekipler beklemeye devam etsin. Şuan bir itirafçı konumunda, kurtulmak isteyebilirler. Önlemler sıkı alınsın." dedim taviz vermeyen bir şekilde. Ankara'da bu önlemler alınmadığı için bir kayıp yaşamıştık ve bir daha böyle bir kayıp yaşanmasını istemiyordum. "Tabii, merak etmeyin savcım şimdi emrinizi yerine getiriyorum." diyerek ilk önce Pamir'e ardından da bana baktı Cenk komiser. Pamir eliyle dışarı işaret ederken konuştu. "Hadi birtanem."

Yan yana bir şekilde dışarıya çıktığımızda merakla baktım Pamir'e doğru. Pamir beni emniyetin yan tarafında genelde boş olan banklara götürüp oturmamı sağladıktan sonra kendisi arabasına doğru ilerlemeye başladı. Merakla onu izlerken arabanın arka kapısını açtıktan sonra bir poşet çıkardı ve arabayı kilitleyerek tekrardan yanıma doğru geldi. Elindeki poşeti bana doğru uzatırken poşeti alıp merakla konuştum. "Bu nedir?"

"İçimden bir ses senin yemeğini yemediğini ve kendini ihmal ettiğini söyledi." söylediği cümle ile birlikte bakışlarımı poşete çevirdim. Poşetin içinde gördüğüm ayran ve kağıda sarılı olan şeyi gördüğümde yüzümde ister istemez bir gülümseme oluştu. Ne yalan söyleyeyim karnım acıkmıştı gerçekten. "İçimdeki ses doğruyu söylemiş değil mi?" Pamir yanıma otururken başımı salladım usulca. "Tam tahmin ettiğim gibi."

Kağıda sarılı olan şeyi poşetten çıkartıp kağıdını açarken Pamir ayranı çıkartıp çalkalamaya başladı. Çalkaladıktan sonra üstündeki kağıdın ucundan açarak ortamıza koydu. "Sen yemiyor musun?" derken Pamir cevap verdi. "Ben taburda yedim. Afiyet olsun sana." dediğinde içime sinmese de getirdiği dürümden bir ısırık aldım. Buraya geldiğimden beridir dürüm yememiştim. "Kesene bereket, güzelmiş."

"Ankara'da yediklerimizin yerini tutmaz elbet ama bence fena değildir. Soner övdü o kadar." dediğinde güldüm. "Övdüğü kadar var, güzel gerçekten." dedikten sonra dürümü ona doğru uzattım. Pamir başını geri çekerken ısrarla ağzına götürdüm. "Bir lokmacık ısır, beni kıracak mısın?" dediğimde Pamir gülerek dürümden bir ısırık aldı ve yemeye başladı. Bende o sırada ayranımdan bir yudum içtim.

"Var mı dava ile ilgili bir gelişme?" diye merakla bana bakarken başımı salladım. "Birkaç bir şey bulduk, en azından artık şüphelimiz var. Geldiğinde ifadesini alacağım bakalım." dediğimde Pamir elini yaslandığım bankın sırtına koydu. Ortamızdaki ayranı alarak ona doğru yaklaştığımda elini omzuma yaslayarak konuştu. "Sana güvenim sonsuz zaten." dediğinde gülümsedim.

Dürümden bir lokma daha alıp Pamir'e doğru uzattığımda gözlerimi kırpıştırarak yüzüne doğru baktım. Pamir iflah olmazsın der gibi başını iki yana sallayıp dürümden bir ısırık daha alırken zaferle güldüm. Bu aralar daha iyi olduğunu fark ediyordum, en azından yemek yemeyi biraz artırmıştı bunu görebiliyordum. Terapi ona iyi geliyordu, morali de azda olsa düzelmişti.

"Yarın akşam işin var mı?" diye soran Pamir ile birlikte düşüncelerimden sıyrılırken başımı iki yana salladım. "Hayır, şimdilik bir işim yok. Neden sordun?" dediğimde Pamir dudaklarını büzdü. "Bir şeyler mi yapsak diye düşündüm. Aylardır adam gibi baş başa vakit geçiremedik, sevgili miyiz yoksa asker arkadaşı mı?" diye sitem ederken tek kaşımı kaldırıp ona doğru baktım. "Sen asker arkadaşınla böyle şeyler mi yapıyorsun?" dediğimde Pamir kaşlarını çattı. "Nasıl şeyler?"

Hiç beklemediği bir anda dudaklarına yaklaşıp sesli bir öpücük kondurduktan sonra cevap verdim. "Böyle şeyler." dediğimde Pamir sırıttı. "Ha şu pansuman zamanı olan şeyden bahsediyorsun sen?" diye göz kırparken aniden utandım. "Çok fenasın sen." diyerek bakışlarımı başka tarafa çevirirken Pamir gülerek cevap verdi. "Böyle şeyler yapmıyorum güzelim, sadece sana özel şeyler bunlar." dedikten sonra ekledi. "Bir cevap vermedin."

"Olur, ne yapacağız?" dediğimde Pamir sanki daha önceden planlamış gibi direkt olarak cevap verdi. "Yemeğe gidebiliriz ya da sinema. Bence ikisini de yapabiliriz." dediğinde kabul ettim. "Olur ikisini de yapalım." Gerçekten haklıydı, biz sevgiliydik ama ikimizde işlerimizle o kadar meşguldük ki birbirimize çok az vakit ayırıyorduk.

"Anlaştık o zaman." dediğinde başımı salladım. "Anlaştık."

Yemeğimi bitirdikten sonra Pamir çöpleri alarak ayağa kalktı atmak için. Bende ikimize birer çay almak için emniyete girdim. İfadeye çağırdığım adam gelene kadar vaktimiz vardı sonuçta. Çayları alarak dışarı çıktım, biraz önce oturduğumuz yere doğru ilerlerken emniyetin önündeki çöp konteynırının yanında bekleyen genç bir çocuk görerek duraksadım. Sarışın, muhtemelen daha 16-17 yaşında bir gençti. Bakışlarımız anında buluşurken beni izlediğini görerek kaşlarımı çatarken adımlarımı ona doğru yönelttim. Çocuk eliyle çöp konteynırını işaret ederken anlamaz gözlerle ona baktım.

Çöp kutusunu işaret ediyordu, içinde bir şey olabilirdi. Belki bir delil veya başka bir şey. Gözlerime yalvarırcasına bakarak eliyle çöp konteynırını işaret ederken Pamir'in yanıma doğru geldiğini işittim. Karşımdaki çocuk Pamir'i görerek afallarken tekrardan çöp konteynırını işaret etti ve ardından sanki arkasından atlı kovalıyormuş gibi koşmaya başladı.

 

 

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz?

‣‣‣ Devrim ve Pamir sahnesi nasıldı? Bizimkilerin buluşması nasıl geçecek sizce?

‣‣‣ Işık ve Bora sahnesi nasıldı? Beğendiniz mii? Işık hakkında da birazcık bilgi sahibi olduk.

‣‣‣ Dava hakkında neler düşünüyorsunuz? Bu bölümde bir şeyler daha ortaya çıktı, tahminlerinizi alayım.

‣‣‣ Sizce sonda gelen çocuk kim? Çöp kutusunda ne var? Tahminlerinizi bekliyorum..

Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum...

Loading...
0%