Yeni Üyelik
25.
Bölüm

Kaybolan Yıllar| 23

@mutlusonsuz222

Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...

🖇️Satır arası oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.

23.Bölüm

Her olay, her duygu insan içindi... Dün ve bugün sabah hayatımın en mutlu günlerinden birini yaşamıştım. Sevdiğimin kolları arasında uyanıp bugünümü kimse mahvedemez diye düşünürken moralim yine ve yine bozulmuştu. Zaten ben ne zaman çok mutluyum, mutluluğumu kimse bozamaz diye düşündüysem her şey kursağımda kalıyordu. Yine ve yine öyle olmuştu.

Adliye girişinde karşılaştığım manzara canımı çok sıkmıştı. Hele ki korktuğumu düşünmeleri büsbütün moralimi bozmuştu. Başsavcıdan azar yememde bunun cabasıydı. Gizli bilgilerin nasıl basına sızdığı konusunda birçok laf etmişti. Benim merak ettiğim konu da tam olarak buydu, bilgiler nasıl sızmıştı? Bu yüzden dosyaya gizlilik kararı alınmıştı. Aynı zamanda başsavcım bunun haber yapılmaması için muhabirlerle görüşmesi için bir polis memuru görevlendirmişti yani bir şekilde halledilmişti.

Bir tahminim vardı elbet. Savcılık ve kolluk kuvvetleri dışında Nuri Pehlivanoğlu'nun avukatı Berfin Gündoğdu'nun da her şeyden haberi vardı. Dava onları ilgilendirdiği için bilgilere ulaşması zor değildi. Ayrıca tavırlarından Nuri beyin söylememesi gereken şeyler söylediğini de anlamıştık. Üzerimize baskı kurmaya çalışıyordu. Ancak bunu kanıtlamak için elimizde delil yoktu. Herhangi bir basın mensubuna gidip de size bu bilgileri Berfin mi verdi diye sorduğumuzda evet diyecek halleri yoktu ki bu işleri daha da çıkmaza sürüklerdi.

Önümdeki dosyayı karıştırırken karşımdaki komisere baktım. "Bulduğumuz cesetlerin hiçbir ortak yanı yok." dedikten sonra bakışlarımı tekrar dosyaya çevirdim. Sabah ki olaydan sonra bir süre kapıdakilerin dağılmasını beklemiştim ve sonra soluğu burada almıştım. Burada oturmuş saatlerdir maktullerin otopsi sonuçlarını inceleyip ortak noktaları var mı bunu araştırıyorduk. "Ne leke, ne hastalık, ne akrabalık hiçbir şey yok."

"Savcım bu 41 kişinin hepsi birbirinden farklı. Mesela çocuklar o 20 çocuğun 3'ü 7 yaşında ve aralarından biri şeker hastası. 2 tanesi 9 yaşında gayet sağlıklı. 4'ü 12 yaşında ikisi anemi teşhisi almış. 3 tanesi 15 yaşında, 2'si sağlıklı ve 1'i obez. 5 tanesi 16 yaşında 2'si tansiyon ve yine biri şeker hastası, 1 tanesi de 17 yaşında ve sağlıklı." Cenk komiser bulduğu şeyleri benimle paylaşırken kaşlarım çatıldı ve aklımda canlanan ihtimali dile getirdim. "Kimisi sağlıklı, kimisi hastalıklarla mücadele ediyor. Üzerlerinde ilaç denenmiş olabilir mi?"

Hasta olan kişiler belki aldıkları ilaçtan dolayı ölmüşlerdi. İlaç damardan enjekte edilmişti, etkileşim yaparak ölmelerine neden olmuştu. Ölümün üzerinden 3 gün geçtiği için çoktan etkisini kaybetmişti ve otopside çıkmamıştı. Neyden zehirlendikleri belli değildi, bu bir ilaç olabilirdi veya direkt zehir olabilirdi, belki de uyuşturucuydu.

"Olabilir savcım, böyle bir ihtimal daha olası gibi duruyor." dediğinde bakışlarımı tekrar dosyaya çevirdim. O sırada Cenk komiser tekrar konuştu. "20 erkek ve 20 kadın, sayılar eşit. Kadınlardan birisi hamile olduğu için toplamda 21 ceset var, sayı eşit sayılır. Bana kalırsa bunlar deney yapmış resmen bu cesetlerin üzerinde." dediği mantıklıydı. Bende gördüklerimi söylemek adına ekleme yaptım. "Ayrıca biraz önce çocuklarda olduğu gibi farklı yaşlarda kişiler. Yine tansiyon, şeker, obezite gibi farklı hastalıkları olan ve sağlıklı kişiler seçilmiş. Eğer bir ilaç deniyorlarsa işin içinde bir doktorun olma ihtimali de var."

"Aynen öyle savcım." dedi komiser beni onaylayarak.

Odaklanmamız gereken şey bir ilaçtı. İlaç deniyorlardı, insanları kaçırmaları için örgütten destek almışlardı. İlacı deneyip insanların ölümüne neden olduktan sonra imha etmek için tır şoförü olan Kamil beyle iletişime geçmişlerdi. Kamil bey insanları yakmak istemeyince her şey açığa çıkmıştı ve imha edilmişti. Veysel bildiği çoğu şeyi anlatmıştı ancak onun bildiği şeyler işimize yaramıyordu, asıl konuşması gereken Nuri idi ama avukatı bir saniye yanından ayrılmıyordu.

"İstihbarat aldı mı Veysel'i?" dedim komisere bakarak. Tırın şoförünü öldüren silah bulunmuştu, silahta parmak izin olan kişi sistemde kayıtlı değildi ancak eşkali elimizdeydi, bir terörist olduğu belliydi ve bu konuda savcılığın yapabileceği bir şey yoktu. Orası TSK'nin işiydi. "Aldılar savcım, ifadesini alıp harekete geçeceklerdir."

Ancak o adam yakalandığında bizi bu işi yapan doktora ve yapan kimse ona ulaştıracaktı. Tırın geçtiği mobeselerin çoğundan bir sonuç çıkmamıştı ve biz onun cesetleri nereden aldığını bilmiyorduk. Onu bilen tek kişi dağdaki o adamlardı.

"Ben özel kuvvetler taburuna gidiyorum, Pamir o eşkali çizilen adamı tanıyor olabilir." diyerek oturduğum yerden kalktım. Cenk komiser ayağa kalkarak konuştu. "Bende sizinle geleyim savcım, ne olacağı belli olmaz yanınızda olayım." dedikten sonra bakışlarımı görmüş olacak ki ekledi. "Yani sizde isterseniz." dediğinde başımı iki yana salladım. "Gelmene gerek yok. Ama senden istediğim bir şey var. Berfin hanımı uzaktan izlettir." dedikten sonra tek kaşımı kaldırarak baş parmağımı ona doğru kaldırdım. "Güvendiğin birini koy peşine, yakalanmasın sakın. Bu ikimizin arasında. Anlaşıldı mı?" dedim taviz vermeden.

Cenk komiser başını salladı. "Anlaşıldı."

Birlikte odadan çıktığımızda Cenk komiser ona verdiğim görevi yerine getirmek için polis memuru olan Onur'un yanına giderken ben çıkışa doğru ilerlemeye başladım. Nezarethanenin merdivenlerinden çıkan Berfin hanımı gördüğümde bakışlarımı direkt olarak çıkışa çevirip onu umursamazken sesini duydum. "Sayın savcım, müvekkilimin gözaltı ne zaman bitecek acaba?" diyerek bana doğru bir soru yönelttiğinde sert bakışlarımı ona doğru yönelttim. "Ben ne zaman istersem o zaman bitecek."

Verdiğim cevapla birlikte Berfin hanımın sinirlendiğini kasılan çenesinden anlamak zor olmamıştı. Gözlerime bakarken sesini duydum. "24 saatin dolmasına az kaldı savcım, müvekkilim eninde sonunda oradan çıkacak biliyorsunuz değil mi?" diye alaylı bir şekilde bana bakarken kaşlarım havalandı. "Gözaltı süresini uzatmakta benim elimde, sizde bunu biliyor olmalısınız. Zira elimizde müvekkilinizin itirafı varken bunu uzatmak hiçte zor olmayacak emin olabilirsiniz."

Arabama bindiğimde şoför koltuğunda oturan Engin'e gideceğimiz yeri söyledim. Onlara ayrı minnettardım, bugün beni kurtarmışlardı. Ben sinirlerime yenilip bir şeyler söyleseydim işler daha da çıkmaza girerdi. İyi ki öyle bir şey yapmamıştım. "Bugün için teşekkür ederim size." diye onlara baktığımda dikiz aynasından bana doğru yöneldi bakışları. "Ne demek savcım, görevimiz."

Kısa süre sonra tabura vardığımızda içeri girerek arabayı otoparka park ettik. Engin ve Mesut arabada beklerken ben araçtan inerek binaya doğru yürümeye başladım. Binaya girmeden evvel bakışlarım binanın biraz uzağında antrenman yapan kişilere kaydığında olduğum yerde duraksadım. Antrenman yapanlar bizimkilerdi..

Haki renkli, kısa kollu tişörtüyle barfiks çeken Pamir'i gördüğümde nefesimin kesildiğini hissettim. Kendini her çekişinde kasları kasılırken içim giderek ona bakıyordum. Tişörtü üzerine yapışmış ve vücudunu belli ediyordu. Bakışlarım onun üzerinde gezinmeye devam ederken onun yanında barfiks çeken Hakan'ı gördüm. Batuhan ve Yiğit şınav çekerken Taner, Ahmet abi ve Kürşat'ta mekik çekiyorlardı. Aralarında bir tek Soner yoktu.

"Aa Devrim, seni burada görmeyi hiç beklemiyordum." duyduğum tanıdık sesle birlikte arkamı döndüğümde Ahsen'i gördüm. Onun burada hemşire olduğunu bildiğimden şaşırmamıştım. "Merhaba, nasılsın?" dediğimde Ahsen küçük bir tebessüm etti. "İyiyim, ne olsun? Öyle vakit öldürüyorum." dedikten sonra ekledi. "Sen nasılsın, seni hiç burada görmemiştim bir şey mi oldu?"

Meraklı gözlerle bana bakarken başımı iki yana salladım. "Yok, bir şey olmadı. Baran Albay ile konuşacağım." dediğimde Ahsen gözleriyle timi işaret etti. "Tabii timi görünce bakmadan duramadın. Daha doğrusu Pamir komutanı." deyince sessiz kaldım. Ahsen ise küçük bir gülümseme ile konuştu. "Seni çok iyi anlıyorum, çünkü bende her antrenmanda Kürşat'ı izlemekten kendimi alamıyorum." dedi iç geçirerek. Bakışları Kürşat'a takılı kalırken yüzündeki gülümseme büyüdü. Bakışlarından sevgisi okunuyordu resmen.

Ardından aklına bir şey gelmiş olacak ki bana dönerek konuştu. "Kürşat düğün davetiyenizi Pamir komutana verdi, mutlaka gel tamam mı? Bekliyorum seni." dediğinde şaşırdım. Düğünlerinin yakın olduğunu bilmiyordum. "Hayırlı olsun, çok sevindim. Gelmeyi bende isterim."

Ahsen iyi kızdı, biz pek fazla görüşemesek de arada sırada karşılaşıyorduk ve ayaküstü sohbet ediyorduk. Kürşat'ta Pamir'in timinden olduğu için mutlaka sık sık görüşecektik bunu biliyordum.

"Hemşire hanım, bir asker geldi revirde. Bakabilir misiniz?" Bir askerin bize doğru yaklaşıp Ahsen'i çağırmasıyla birlikte Ahsen başını salladı, ardından bana dönerek konuştu. "Görüşürüz sonra." dedikten sonra yanımdan uzaklaşmaya başladı. Onun uzaklaşmasıyla birlikte bende bakışlarımı tekrardan time doğru çevirdim ancak istediğimi bulamadım. Çünkü antrenmanları bitmişti ve adımlarını buraya doğru atıyorlardı.

"Komutanım, siz hiç yorulmaz mısınız?" diyen Yiğit'in yorgun sesiyle birlikte Hakan cevap verdi. "Komutanınız mekanik adam, yorulmaz." diye takılırken Pamir, Hakan'a doğru baktı. "Asıl sen hiç yorulmaz mısın Hakan, nöbetten çıktın hala daha benimle uğraşıyorsun."

"Komutanım sağ olsun, tüm uykum açıldı." dedi Hakan sırıtarak. Pamir başını iki yana sallayarak göz devirirken gülmeden edemedim. Aralarındaki diyalog komikti gerçekten.

Dikkatle Pamir'i izlerken beni ilk fark eden Batuhan oldu. Yüzünde gülümseme oluşurken bende ona gülümsedim. Pamir'in bakışları ilk önce park yerindeki arabama takıldığında kaşlarını çattığını gördüm. Ardından cebinden telefonunu çıkartıp ekrana bakarken konuştum. "Bir yorgunluk kahvesi iyi gider ha beyler?"

Pamir duyduğu sesimle birlikte aniden bakışlarını telefondan çekip bana çevirirken yüzünde an be an oluşan gülümsemeyi gördüm. "Hoş geldin?" diyerek soru işaretleriyle bana bakarken Batuhan sesini duydum. "Hoş geldin yenge."

"Hoş buldum, yorgun görünüyorsunuz.." diye mırıldanırken Taner'in sesini duydum. "Komutanım sağ olsun, çok güzel antrenman yaptık. Baya dinciz yani." dediğinde Pamir'in sertçe ona doğru baktığını gördüm. Ahmet abi araya girerek konuştu. "Allah çalışanı sever, iyi oldu hamlamışız hem." diyerek yumuşatmaya çalışırken Pamir hala daha Taner'e bakıyordu. "Yarın bir saat daha fazla çalışırız daha dinç olursunuz, nasıl?"

Pamir'in cümlesi ile birlikte hepsinin gözleri fal taşı gibi açılırken Kürşat konuştu. "Acıyın bana komutanım, düğünüm var benim. Yorgun yorgun mu gideyim?" diye yalvarırken araya Batuhan girdi. "Evet komutanım düğün var, bizde mi yorgun olalım? Yorgun olursak nasıl kurtlarımızı dökeriz?" dediğinde istemsizce güldüm. Bahaneleri çok güzeldi.

"Ayrıca sizin nişanınız var bir de, yorgun olmayın." dedi Taner, Batuhan'dan sonra. Söylediği şeye şaşırırken Hakan'ın sesini duydum. "Madem konu açıldı, tebrik ederim Devrim. Pamir'i de ancak senin gibi bir kadın kabul ederdi zaten." dediğinde Pamir yumruk yaptığı elini Hakan'ın omzuna vurdu. "Bana bak, sen çok fena kaşınıyorsun." Pamir'in hareketiyle Hakan yüzünü buruştururken tim bıyık altından gülüyordu.

"Umarım videoyu beğenmişsindir yengecim." dedi Yiğit merakla. Şaşkınlıkla ona doğru dönerken Yiğit haberimin olmadığını anlayarak Pamir'e doğru döndü. "Aşk olsun yani komutanım, benim yardım ettiğimi söylemediniz mi?" diye sitemle konuşurken Pamir eliyle yüzünü sıvazladı. "Allah'ım sabır ver bana."

"Gerçekten çok güzel olmuştu, ellerine sağlık Yiğit. Ömrümce unutmayacağım bir video." dediğimde Yiğit zaferle gülerek yanındaki Batuhan'ı dürttü. "Gördün mü bak, beğenmiş yengem. Bir de kötü olmuş diyordun." dediğinde Batuhan suratını astı. Onları anlamak için bakarken Ahmet abi beni aydınlatmak adına konuştu. "Videoyu ben daha iyi hazırlarım diye kavgaya tutuştular, ondan bahsediyorlar." dediğinde gülmeden edemedim. Yiğitle ikisi çok komikti. "Anladık Yiğido, tamam sensin en iyisi." dedi Batuhan göz devirerek.

"Görüyorsun halimi, bende böyle uğraşıyorum." Pamir'in sesiyle birlikte bakışlarım ona dönerken Kürşat konuştu. "Alındık, gücendik komutanım. Bizi sevmiyorsanız bilelim yani." dediğinde Taner ona katıldığını belirtircesine konuştu. "Aynen öyle komutanım, hem Devrim yengem bence sevdi bizi." diyerek bakışlarını bana çevirdiğinde Pamir benim yerime cevap verdi. "Hiç sanmıyorum." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Öyle şey olur mu hiç." dedim Pamir'e göz belertip bakarken. Ardından ekledim. "Bayağı eğleniyorum aslında."

Pamir dudaklarını büzerek anladım dercesine başını salladı. "Sevdiğim kadın dedim, satmaz bizi dedim. Sırtımızdan vurdu." dedi sitemle. Bense gülerek baktım Pamir'e. Nasıl çarpıtıyordu olayı. "Hayatım ben savcıyım, doğruyu söylemek benim işim." dediğimde Batuhan, Yiğit ve Taner'in ooo seslerini duydum söylediğim söze karşılık. Pamir ise tek kaşını kaldırdı. "Öyle mi Devrim hanım?" dediğinde başımı salladım. "Öyle."

Gülerek Pamir'e bakarken o gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Hoşuna gittiğini biliyordum. Genzini temizleyerek bakışlarını benden çekerken timine döndü ve konuştu. "Hadi gidin duşunuzu alın. Böyle dikilmeyin." dedi üstelerini işaret ederek.

Hepsi sırayla bana selam vererek yanımızdan ayrılırken bakışlarımı Pamir'e çevirdim. Onunda bana baktığını fark ederek yanına yaklaşıp sarılmak istediğimde birkaç adım uzaklaştı. "Çok terliyim, hemen duş alayım." dediğinde itiraz etmek istesem de beni dinlemedi.

Duş almak üzere hızlı hızlı yanımdan uzaklaşırken aklına bir şey gelmiş olacak ki aniden duraksayarak adımlarını bana doğru attı ve dikkatle yüzüme baktı. "Önemli bir şey yok değil mi?" meraklı bir şekilde vereceğim cevabı beklerken başımı iki yana salladım. "Önemli bir şey yok, sana birinin fotoğrafını göstereceğim. Bir de Baran Albay ile görüşeceğim." dediğimde Pamir onayladı. "Tamam, hızlıca gidip geleceğim. Sonra emrine amadeyim." dediğinde gülmeden edemedim. Pamir koşar adımlarla yanımdan uzaklaşırken arkasından baktım bir süre.

Ardından da adımlarımı Baran Albay'ın odasına doğru atmaya başladım. Odaya doğru ilerlerken aniden abimin odasının kapısının açılmasıyla birlikte abimle bakışlarımız buluşurken onun gözlerinde büyük bir şaşırma ifadesi gördüm. Bense utanmakla meşguldüm. Sabah ona yakalanmam hiç iyi olmamıştı.

"Devrim, burada ne işin var?" Odanın kapısını kapatıp merakla bana bakarken cevap verdim. "Baran Albay ile konuşacaktım, sen bir yere mi gidiyorsun?" diyerek üzerine doğru baktım. Sivil bir şekilde giyinmişti ve bildiğim kadarıyla mesaisinin bitmesine vardı bir süre daha. Sorgular bir biçimde ona bakarken abim omuz silkti. "Önemli değil, öyle çıkacağım." dediğinde sorgulamadım. Sorguladığımda başıma gelecekleri biliyordum çünkü.

"Pamir beyler antrenman yapıyordu." diye mırıldanırken başımı salladım. "Gördüm, şimdi odasına geçti." dediğimde abimin kaşları çatıldı. "Pardon, benden önce onunla görüşeceğini unutmuşum." sitemli sesini duyduğumda cevap verdim. "O ne demek abi, elbette seni de görecektim. Ama Pamir'e dava için ihtiyacım var." dediğimde abim dikkatle yüzüme baktı. "Dava yüzünden mi canın sıkkın?" dediğinde başımı sallayarak iç çektim. "Kafanı öyle çok takıyorsun ki beni dinlemeyeceğini biliyorum ama sende insansın Devrim, diğer insanların canını düşünürken kendini hiçe sayma. Anlaştık mı?"

"Elimden geleni yaparım." dediğimde abim konuştu. "Daha fazla tutmayım seni, işini hallet. Kimi göreceksen gör." dedikten sonra ima ile konuştu. "Sonra gece gece görüşmek isteme birileriyle." dediğinde gözlerimi kapattım utançla. "Abi, yani sende biliyorsun biz sevgiliyiz, yakında nişanlanacağız." dediğimde abim tek kaşını kaldırdı. "Yani, bu aynı evde kalacağınız anlamına mı geliyor? O kadar geniş birisi değilim." dedi ciddi bir şekilde sonra ekledi. "Ayrıca gelip seni istemedi bile babamdan, ne nişanı?"

Söylediği şeyle birlikte konuşacağım sırada abim tekrar konuştu. "Hadi gidiyorum ben, dediklerimi unutma." dedikten sonra yanımdan uzaklaşırken arkasından baktım. Benim bir yetişkin olduğumu unutuyordu bazen. Yine de bir şey demeyecektim, bir yönden haklı sayılırdı.

Abimin gidişinin ardından Baran Albay'ın odasına ilerleyeceğim sırada odalardan birinden çıkan Batuhan'ı gördüm. Kısacık olan saçları ıslaktı. Muhtemelen hızlıca duşunu almıştı. Bana doğru yaklaşırken küçük bir tebessüm ettim. "Sıhhatler olsun." dediğimde Batuhan başını eğip kaldırdı. "Sağ ol yengecim." dedikten sonra merakla konuştu. "Komutanım nerede, odasında mı?" dediğinde başımı salladım.

Batuhan ise önce sağa sonra sola doğru bakarak tek olduğumuza emin olduktan sonra fısıldadı. "Yenge aslında ben sana bir şey soracaktım." dediğinde hafifçe kaşlarım çatıldı. Neden soracağı sorunun Burçe hakkında olduğunu hissediyordum? "Sor bakalım." dediğimde Batuhan elini ensesine doğru atarak sıvazladı. "Benim bir ablam yok, yani kime soracağımı bilemedim." böyle utangaç bir şekilde bana baktığında içimdeki duygular istemsizce kabarırken elimi omzuna yasladım. "Bende senin bir ablan sayılırım, istediğin ne varsa sorabilirsin." dedim samimi bir şekilde.

Batuhan heyecanlı bir biçimde gülümserken genzini temizledi ve aklından ne geçiyorsa dile getirdi. "Şimdi şöyle ki yengem ben Burçe hanıma instagramdan takip isteği attım, o da kabul etti." dediğinde kaşlarım havalandı, yüzümde sırıtış oluşurken Batuhan devam etti sözlerine. "Yani şey öyle burada tanışınca atayım dedim, öyle yani." dedi sıkıla sıkıla. Tatlılığı karşısında gülmek istesem de Batuhan sözlerine ekleme yaptı. "Ya yenge mesaj atsam mı? Nasıl tepki verir bilmiyorum, onu en iyi tanıyanlardan biri sensin. Yani beni yavşak falan sanmasın."

Söylediği şeyle birlikte dayanmayıp gülerken Batuhan panik olarak elini kaldırdı. "Çok özür dilerim öyle yavşak falan demek istemedim de yani güzel bir kız şimdi yazan eden oluyordur, beni de onlar gibi sanmasın diye dedim." Söylediği şeyle kendi kaşları da çatılırken yüzünü buruşturdu. Elimle iki kolunu da tutarak gözlerine baktım içten bir şekilde. "Anladım ben seni sakin ol." dedikten sonra tek kaşımı kaldırdım. "Öylesine yazmayacağını düşünüyorum, yanılıyor muyum?"

"Öylesine değil, ben etkilendim galiba bilmiyorum ama ilk defa böyle hissettiğime yemin edebilirim." dediğinde onda kendimi gördüm. Pamir ile ilk buluşmamızda bende böyle hissetmiştim ve şimdi bakıldığında neredeyse evlenecektik. Burçe'nin de Batuhan'dan etkilendiğini biliyordum. Böyle düşününce mesaj atmasında bir sakınca yok gibiydi. "Eğer böyle hissediyorsan atıp şansını dene, Burçe rahatsız olursa zaten cevap vermeyecektir."

"Pamir komutanım bunu duyunca ağzıma sıçacak." diye karamsar bir biçimde bakarken başımı omzuma doğru eğerek tebessüm ettim. "Biraz kızabilir ama Burçe mutluysa bir şey söyleyeceğini düşünmüyorum." dediğimde Batuhan başını iki yana salladı. "Şimdiden 40-50 tur tam teçhizat koştuğum gözümün önüne geldi hatta bununla da yetinmez ben biliyorum." dediğinde güldüm. "Gülü seven dikenine katlanır değil mi?"

Batuhan başını sallayarak onayladı beni. "Katlanır elbet, o zaman ben mesaj atayım. Nasıl atacağımı da bilmiyorum ama." kendi kendine mırıldandıktan sonra bana doğru dönerek konuştu. "Çok sağ ol yenge, sayende biraz cesaret geldi. Bundan Pamir komutanımın haberi olmasın olur mu? En azından şimdilik. Eğer aramızda ciddi bir şeyler olursa ben konuşacağım onunla." dediğinde elimle koluna vurarak cevap verdim. "Tamam, şimdilik aramızda. Merak etme."

"Ne yapıyorsunuz orada?" Pamir'in meraklı sesini duyduğumuzda aniden bakışımız ona doğru döndüğünde Batuhan hızlıca cevap verdi. "Yok komutanım bir şey yapmıyoruz öyle konuşuyorduk, değil mi yenge?" diye bana baktığında başımı sallayarak onayladım. "Evet öyle sohbet ediyorduk. Sıhhatler olsun." dediğimde Pamir gözlerini kısmış anlamak istercesine bize bakarken yanımıza yaklaştı.

O yanımıza geldiğinde Batuhan konuştu. "Madem siz geldiniz komutanım, bende gideyim artık. Görüşürüz yenge." diyerek kaçar bir şekilde yanımızdan uzaklaşırken gülmemek için kendimi sıktım. Daha çok kaçacaktı Pamir'den.

Pamir arkasından dikkatli dikkatli bakarken mırıldandı. "Bir şey var bunda." dediğinde hızlıca reddettim. "Ne olacak canım, her zamanki hali." dedikten sonra elimi Pamir'in beline doğru sardım. Parfümü yine burnuma sızarken derin bir nefes aldım. Yine beni rahatlatmaya yetmişti. Pamir'de elini omzuma doğru atıp beni kendine çekerken dudaklarını saçlarıma yaslayarak öptü.

Birlikte yürüyerek Baran Albay'ın odasına girdik, ona davadan üstünkörü bir şekilde bahsettiğimde zaten istihbarattan Soner'in Veysel ile ilgilendiğini bildiğini söylemişti. Ayrıca Ankara'dan bu olayla onların ilgilenmesi gerektiğini bildiren bir yazı geldiğinden de bahsetmişti. Bu işte ortak sayılırdık.

Konuşmamızın yarısında Soner'i de çağırmıştık ve toplu bir şekilde konuşmaya başlamıştık. "Bu adamı birkaç kere gördüm, öyle çok fazla ortalıkta görünmez. Gölge takma ismi." dedi Pamir elindeki eşkale bakarken. Pamir'in sözlerinin bitmesiyle ben konuştum. "Yani adının hakkını veriyor." dediğimde Pamir başını salladı. Bense devam ettim. "Nerede bulabiliriz bu Gölge'yi?"

"Sizin bulmanız zor, örgütün gizli yerlerinden birinde tutuluyordur muhtemelen." dediğinde dudaklarımı büzdüm. Ama Pamir kararlılıkla konuştu. "Ama bizim için kolay, emir geldiği an çıkıp buluruz." dedi ciddiliğinden ödün vermeden. Bulacaklarını biliyordum, Türk askeri için imkansız diye bir şey yoktu çünkü.

"Peki Sancar?" dedim meraklı bir şekilde. Çünkü Veysel'i kaçıran kişi oydu ve örgütün başındaki isimlerden biriydi. "Sancar'ın kim olduğunu biliyoruz, Veysel yer tarifi yaptı onunla ilgili. Emir geldiğinde çıkıp alacağız." dedi Soner bildiklerini aktararak.

Bense dava hakkında bilgi verdim. "Tır şoförünü öldüren kişi Gölge, buradan bakıldığında insanlara ne olduğunu da net bir şekilde bilmiyoruz. Biz bir ilaçtan şüpheleniyoruz, bir ilaç söz konusuysa da bir doktor işin içindedir." dediğimde Pamir kaşlarını çattı. "Örgütün öyle doktorlarla içli dışlı olduğuna şahit olmadım üç yıl boyunca, bir yaralı olduğunda genelde doktor kaçırıp işlerini hallettirdiklerini biliyorum. Sonrada doktorun işini bitiriyorlar." dediğinde içimin acıdığını hissettim. Onlar için ne kolaydı bunu yapmak.

"Belki bilim adamıdır." dedi Soner. Bakışlarım ona doğru dönerken mantıklı gelen bu fikirle başımı salladım. "Olma ihtimali var, eğer ilaç deniyorlarsa üzerinde çalışıp tekrardan insanları kaçıracaklardır. Buna izin veremeyiz, Gölge'nin bir an önce yakalanması gerekiyor." dedikten sonra Soner'e döndüm tekrardan. "Veysel bir yer söylemedi mi?" dediğimde Soner başını iki yana salladı. "Söylemedi, o sadece kamplardan birinde alıkonuyormuş ve denk gelmiş adama." Bunlar bildiğimiz şeylerdi.

Baran Albay dikkatle bize doğru bakarken aklındaki fikri söyledi. "Pamir'in ismini verdiği kamplardan biri, elimizde başka adreslerde var. Oralara henüz baskın düzenlenmedi, hepsi dağda da değil. Şehir merkezinde olan var, Hakkari sınırında olan var, Diyarbakır, Şırnak, Suriye, Kuzey Irak... Birçok yerde depo tarzı yerler var. Hepsine tek tek bakamayız, Genelkurmay başkanlığının bu yerler için farklı planları var. Bu dava için bu planlarından vazgeçmezler."

Baran Albay'ın sözleriyle birlikte sessiz kaldım. Bir dava için, Pamir'in üç yıllık emeğini heba etmelerini bende istemezdim ama elimizde o kadar bilgi varken boş vermek olmazdı. Nuri, mekanın neresi olduğunu biliyordu ve konuşması gerekiyordu. "Tamam, genelkurmay başkanlığı izin vermezse bizde kendi imkanlarımızla buluruz." dedikten sonra ayağa kalktım. "Teşekkür ederim her şey için."

"Yardımcı olmayı çok isterdim ama ne yazık ki emirler bu şekilde." diyen Baran Albay'a karşılık büyükçe yutkunarak cevap verdim. "Sorun yok, savcılık bu konu hakkında elinden geleni yapacaktır."

Odadan dışarı çıkarken hala daha aklımda Nuri'yi nasıl konuşturacağım vardı. Bir zaafı yoktu, her detay ince ince araştırılmıştı. Bu işin içindeydi, her şeyi biliyordu. Dudaklarımı dişleyerek koridorda ilerlerken hırslanmıştım. Bu işin çözülmesi gerekiyordu.

"İşkolik deyince kızıyorsun bir de, bizi unuttun resmen." Pamir'in sesiyle birlikte düşüncelerimden sıyrılırken bakışlarımı arkamdan ilerleyen iki adama çevirdim. Aklımdaki düşünceler onların varlığını bile unutturmuştu bana. "Kusura bakmayın." dedim ilk önce Soner'e, ardından da Pamir'e bakarak. "Yardımın için çok sağ ol." diye Soner'e baktığımda omuz silkti. "Yardımcı olamadım ki, keşke elimizden bir şey gelse." dediğinde tebessüm ettim. "Olsun, sen konuşursa bana da haber verirsin."

Soner beni onayladıktan sonra vedalaşarak yanımızdan uzaklaşmaya başladı. Pamir ise bana doğru dikkatle bakarak hafifçe kaşlarını çattı. "Senin canını sıkan tek şey bu değil, başka bir şeyler var." bir bakışımdan bile beni anlaması gerçekten hoşuma gitmişti. Bakışları yüzümde dolaşırken aklına gelen ihtimali dile getirdi. "Teklif mevzusu hakkında bir sorun mu oldu? Baban falan."

Babamın daha haberi bile yoktu ki. Olsa ne diyeceğini de bilmiyordum. O da ayrı bir mevzuydu. "Hayır, babamın haberi yok daha. Başka şeyler var evet, ama dava ile ilgili." dedim iç çekerek. Ardından o konuyu kafamdan atmak için ekledim. "Abimle konuşmuşsun." dediğimde Pamir başını salladı olumlu manada. "Konuştum, ilk ona söyledim teklif edeceğimi. Karşı çıksa bile yine edecektim ama aksine karşı çıkmadı."

Karşı çıkmazdı çünkü abim benim Pamir ile mutlu olduğumu görüyordu, karşı çıksa ona olan tavrımın değişeceğini de biliyordu. Ben mutluysam o da mutluydu ama beni üzen şeyler karşısında da abiliğini ortaya koyacağını biliyordum. Eminim Pamir'e takılmaya devam edecekti.

"Sabah kapıda karşılaştık, senden çıktığımı gördü. Sana bir şey söyledi mi?" dediğimde Pamir gözlerini kıstı. "Ha o yüzden beni öldürecek gibi bakıyordu, şimdi anlaşıldı karın ağrısı." dedikten sonra güldü. "Ama biz yakında evleneceğiz, bu böyle devam edecekse ohoo. Kafayı yer o zaman." diyerek elini salladı Pamir. İma ettiği şeyi anlayarak başımı yere doğru eğdim.

Pamir ise sırıtarak konuştu. "Dün gece hayatımın en güzel uykusunu çektim, keşke hep öyle olsa." dediğinde mırıldandım. "Bende, baksana alarmı bile duymadık. Hadi ben duymadım, sen koskoca askersin nasıl duymadın? En ufak seste uyanman gerekiyor." diye dalga geçtiğimde Pamir kolunu omzuma doğru sardı. "Senin kokunla sarhoş oldum ben, başka açıklaması yok."

Söylediği şeye gülerken Pamir konuştu. "Vaktin varsa gel sana bir kahve ısmarlayayım." dediğinde başımı salladım olumlu manada. "Ismarla madem." diyerek onunla birlikte yürümeye başladım. Odasına ulaştığımızda direkt olarak içeri girdik. Hakan odada yoktu, muhtemelen timle birlikteydi. Pamir direkt olarak masasına geçerek telefonu kulağına götürdü ve konuştu. "Kıdemli Üsteğmen Pamir Arslan, iki tane orta şekerli Türk kahvesi getir odama."

Pamir telefonu kapatıp ayakta dikilen bana doğru yaklaştı. Elleri belimdeki yerini alırken beni kendine doğru çekerek bedenimi bedenine yasladı. Ellerimi ensesinde birleştirip direkt gözlerine bakarken Pamir mırıldandı. "Geldiğini gördüğümde bunu yapamadım, içimde kaldı." dediğinde neyden bahsettiğini soracağım sırada dudaklarımızı birleştirdi. Kısa ama etkili bir öpücüğün ardından dudaklarının temasını kesip alnını alnıma yasladığında ekledi. "Sabah sayende uykum açıldı, belki şimdi bu da sana iyi gelir."

Gözlerimi hafifçe aralayıp ona bakarken tebessüm ettim. "Senin varlığın zaten bana iyi geliyor ama inkar edemeyeceğim iyi geldi." dedikten sonra dudaklarımı dudaklarına yaklaştırarak nefesimi dudaklarına verdikten sonra devam ettim sözlerime. "Dozu mu artırsak acaba?" Pamir söylediğim şeyle sırıtırken dudaklarını dudaklarıma temas ettirerek cevap verdi. "Artıralım, istediğin o olsun güzelim."

Dudaklarımızı tekrar birleştirdiğinde hiç beklemeden karşılık verdim Pamir'e. Beni düşüncelerimden arındırma, içimdeki sıkıntıyı alma gibi bir yeteneği vardı. Bana çok iyi geliyordu.

Dudaklarımız ahenkle dans ederken kapının aniden çalınmasıyla birlikte dudaklarımız birbirinden ayrıldı. Pamir'den birkaç adım uzaklaşırken o genzini temizleyerek komut verdi. "Gir." dediğinde kapı açıldı ve biraz önce söylediği kahvelerimizle birlikte bir asker içeri girdi. Kahvelerimizi ikram ettiğinde bizim teşekkürümüzden sonra odadan çıktı.

"Annemlere söyleyeceğim bugün sana evlenme teklifi ettiğimi." dedi Pamir kahvesinden bir yudum içerken. İstemsizce gerilirken Pamir gerginliğimi anlayarak tekrar konuştu. "Annemden çekindiğini biliyorum ama inan bana her şey güzel olacak." dediğinde derin bir iç çektim. "Buna inanmak istiyorum ama biz ne zaman güzel bir şey yaşasak ardından canımızı sıkan şeyler oluyor." Hem Halide hanımın hem de babamın tepkisini merak ediyordum açıkçası. Burçe ve Serhat amcamın mutlulukla karşılayacağına emindim.

Pamir uzanarak elimi tuttuğunda gözlerimin en içine baktı beni inandırmaya çalışırcasına. "Hiçbir sorun çıkmayacak, biliyorum annemden çekiniyorsun ama bizim evimiz onlardan ayrı olacak neticede. Sen savcısın, ben askerim bayramdan bayrama ancak yüz yüze geleceksiniz ki onunda garantisi yok. Eminim babanda senin mutlu olduğunu gördüğünde yumuşayacaktır."

Babamla Pamir'in ben hastanedeyken konuştuklarını öğrenmiştim ama ikisi de bu konu hakkında ağızlarını açmamışlardı. İlk duyduğumda Halide Hanım'ın bana yaptığı baskıyı babamın Pamir'e yaptığını düşünmüştüm ama Pamir'in ona kırgın olmadığını bilmek bu düşünceyi kafamdan atmama neden olmuştu.

"Umarım.." diyerek kahvemden bir yudum içtim. Kahve, Pamir ve timle olan konuşmalarımız birazda olsa düşüncelerimden sıyrılmama neden olmuştu. Kendimi daha rahatlamış hissediyordum. Yine de kararlıydım ama. Bu davayı çözecektim.

Sohbet ederek kahvelerimizi içtiğimiz sırada aniden telefon zil sesim odayı doldurmaya başladı. Çantamdan telefonu çıkartıp ekrana baktığımda Sinem'in aradığını görerek telefonu açtım. "Efendim canım?" dediğimde Sinem'in her zamankinden ciddi sesini duydum. "Sana attığım mesaja bak çabuk." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Ne oldu?" dediğimde Sinem hızlıca cevap verdi. "Sen bak hemen, benim duruşmam var. Kapatmam lazım."

Telefon aniden yüzüme kapandığında Pamir'in meraklı bakışlarını hissedebiliyordum ancak umursamayarak mesajları açtığımda gördüğüm yazı ile kaşlarım çatıldı.

"Hakkari sınırında bulunan ve yanan tır görenleri şoke etti. Tırın içinden çekilmiş fotoğraflar kalp sızlatan cinsten. Bu konuyla ilgili dün akşam saatlerinde tutuklanan Nuri Pehlivanoğlu'nun haksız yere nezarethanede tutulduğu bilgisi elimize ulaştı. Hakkari Adliyesinde görevli olan bir savcının kendi çıkarları doğrultusunda suçsuz birini nezarethaneye attığı söylentileri dolaşıyor."

Haberin devamında gözlerimi gezdirirken sinirle gözlerimi kapattım. Haber yapılmayacağına dair konuşulmuştu, nasıl böyle bir şey yaparlardı? Bugün sabah çektikleri fotoğraflardan benim olduğum çok net belliyken hırsla dişlerimi sıktım. Aynı zamanda tırın yandığı fotoğraflar, içindeki maktullerin fotoğrafları da vardı. Maktullerin fotoğraflarını nereden bulmuşlardı? Sakin olmaya çalışarak ekranı kaydırdığımda birkaç twitter yorumu karşıma çıktı.

"Nasıl yani savcı böyle istediği gibi adam tutuklayabiliyor mu? Elinde deliller olmasa bunu yapamaz, saçma sapan haber yapıyorlar."

"Adalete ve savcılığa güvenemeyeceğimizi daha net anladık, kim bilir kimden rüşvet aldı? Belki de suçlunun kim olduğunu bilip üzerini kapatıyor."

"Kadın bir savcıdan ne beklenir ki?"

"40 tane cesetten bahsediliyor korkunç!"

Yorumları ağzım açık okurken bu kadar çabuk gündem olması akıl alır gibi değildi. Daha kim olduğumu bilmeden, delillerden habersiz, ne olduğunu anlamadan bana karşı kullandıkları suçlayıcı ifadeler yutkunamamama neden olurken Pamir'in aniden telefonu elimden çektiğini hissettim ve ardından da sesini duydum. "Böyle bir şey nasıl olur? Şerefsizlere bak bir şey bilmiyorlar bir de konuşuyorlar."

Yaşadığım şoktan çıkarak hızlıca telefonu aldım Pamir'den. Sinirden elim titreyerek haber ekranından çıkarken Pamir'in sesini duydum. "Devrim, sakin ol güzelim." kolumdan tutarak bana destek olmaya çalışırken oturduğum yerden ayağa kalktım ve hızlıca Cenk komiserin telefonunu aradım.

Telefon birkaç çalışta açılırken hiç beklemeden konuştum. "Tırın fotoğrafları nasıl sızdı!?" sesimin yüksek ve sert çıkmasını engellemeden hesap sorarken Cenk komiserin sakin olmaya çalışan sesini duydum. "Bilmiyorum savcım, orada basın yoktu. Vatandaşların fotoğraf çekmediğine eminiz." dediğinde gözlerimi kapattım sinirle. Tırın içini vatandaş uzaklaştırıldıktan sonra açmıştık, vatandaşın çekme ihtimali yoktu. Zaten direkt tırın içinden çekilmiş fotoğraflardı. Onların olması imkansızdı.

Onlar çekmediyse ya emniyetten biri yapmıştı bunu, ya savcılıktan biri ya da Pamir'in timinden biri. Pamir'in timinden birinin yapmadığına emindim, onlardan kimse tırın içine girip bakmamıştı bile. Bütün bunlar dışında o cesetleri oraya koyan kişilerin çekip atma ihtimali vardı ve muhtemelen de onlar yapmıştı bunu.

"Bu haberi yapan gazeteciyi bana bulacaksın!" dediğimde Cenk komiser hemen onayladı. "Emredersiniz savcım."

"Avukattan bir haber var mı?" sesimi sakin tutmaya çalışırken Cenk komiser cevap verdi. "Hayır savcım, hala burada. Müvekkilinin başında." dediğinde sert bir nefes vererek telefonu kapattım. Başından bir saniye bile ayrılmıyordu bu da onun bir şeyleri itiraf etmesinden korktuğunu gösteriyordu.

Ellerimi saçlarımın arasından geçirip sakinleşmeye çalışırken duvarların üzerime üzerime gelmeye başladığını hissettim. Hayatımda böyle bir olay başıma gelmemişti. Gizlilik kararı alınan dosya hakkında nasıl haber yaparlardı? Fotoğrafları nasıl yayınlarlardı? Hem de uyarılmalarına rağmen.

Elimi gömleğin yakasına atıp düğmeyi açtım. Elimi boynuma götürerek nefes almaya çalışırken Pamir'in endişeli sesini duydum. "Sakin ol güzelim, sakin ol." Elini yanaklarıma koyarak bakışlarımı kendisine doğru çevirirken mırıldandı. "Sen neleri çözdün, bunu da çözeceksin. Üstünde baskı kurmaya çalışıyorlar, onların oyununa gelme." diyerek beni kendime getirmeye çalışırken onun sözleriyle azda olsa rahatlayarak elimi elinin üzerine yasladım. "Gelmeyeceğim, bende savcı Devrim Akyol'sam bu oyunu bozarım." dedim kendimden emin bir şekilde.

"Aynen öyle." diyerek dikkatle yüzüme bakmaya devam etti Pamir. Bense derin bir nefes vererek konuştum. "Gitmem lazım benim, gidip bu işi çözmem lazım." dediğimde Pamir başını salladı. "Tamam, dikkatli ol." dedikten sonra ekledi. "İhtiyacın olduğu her an bir telefon uzağındayım, biliyorsun." dediğinde başımı salladım.

Ardından hiç beklemeden odadan ve ardından binadan çıkarak arabama ilerledim. Bunu kim yaptırdıysa bulacaktım ve ona da en ağır cezanın verilmesi için çabalayacaktım.

 

 

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından Işık ve Bora,

Işık, dün ameliyatını yaptığı hastanın kan değerlerine bakarken yüksek ve düşük olan değerleri yuvarlak içine alarak bu değerler için yapılması gereken şeyleri zihnine not etti. Dosyalarla ilgilenirken çalan kapısıyla birlikte komut verdi. "Girin."

Kapı açıldığında hemşirelerden birini gördü. Hemşire Işık'a bakarak konuştu. "Hocam, acile bir hasta geldi. Özellikle sizin bakmanızı istiyor." dediğinde kaşlarını çatarak oturduğu yerden ayağa kalktı ve merakla konuştu. "Şikayeti neymiş?" diye sorduğunda hemşire cevap verdi. "Karın ağrısı." dediğinde Işık başıyla kapıyı işaret etti. "Gidelim."

Birlikte odasından çıkıp acile doğru ilerlerken özellikle onun bakmasını isteyen hastanın kim olduğunu düşündü. Hakkari'ye geleli 2 yıl olmuştu, birçok tanıdığı vardı. Onlardan biridir diye düşünerek ilerlerken acile girerek merakla konuştu. "Nerede?" dediğinde hemşire eliyle yataklardan birini işaret etti ancak yatağın çevresine perde çekilerek diğer hastalardan ayrılmıştı.

Işık hızlı adımlarla yatağa ulaşarak perdeyi yavaşça araladı. Perdeyi araladığı an gördüğü yüzle şaşırırken dudaklarından tek bir isim çıktı. "Bora?"

Bora uzandığı yerden Işık'a bakarken kızın yüzündeki şaşkınlık ifadesine gülmemek için kendini zor tutarken mırıldandı. "Merhaba doktor hanım." dediğinde Işık kaşlarını çatarak baktı ona. Gözleri tüm vücudunda dolaşırken adamın sivil halini dikkatle inceledi. herhangi bir şey görmemesinin rahatlığı ile tekrar konuştu. "İyi misin? Özellikle beni istemişsin, neyin var?"

Bora kızın tepkilerini izleyip keyifle ona bakarken mırıldandı. "Karnım ağrıyor galiba, yani karnım ağrıyordu bende bir geleyim dedim." dediğinde Işık adamın gözlerinden, hal ve hareketinden bunun doğru olmadığını anlamıştı bile. Yine de oyunu devam ettirerek ona doğru yaklaştı. "Neresi ağrıyor tam olarak?" diye ilgili bir şekilde konuşurken Bora eliyle sağ tarafını gösterdi.

Işık parmaklarını Bora'nın sağ alt karnına sertçe bastırırken Bora aniden hissettiği sert hamleyle birlikte yüzünü buruşturdu. Işık o kadar nazik duruyordu ki, elinin bu kadar sert olacağına ihtimal verememişti. Işık ise tekrar konuştu. "Böyle acı var mı?" dediğinde Bora belli belirsiz başını salladı. Işık aldığı cevapla birlikte gözlerini kısarken tekrar konuştu. "Peki bulantın var mı?" dediğinde Bora başını salladı. "Var gibi."

"Geçmiş olsun." dedi Işık dudaklarını birbirine bastırıp üzgün bir şekilde. Ardından ekledi. "Apandistin patlamış, ameliyata almamız lazım seni." dediğinde Bora aniden yattığı yerden doğruldu ve panikle konuştu. "Ne ameliyatı? Ne apandisti?" dediğinde Işık elini iki yana açtı. "E tüm belirtiler onu gösteriyor, yoksa senin ağrın yok mu?" diye Bora'ya bakarken Bora büyükçe yutkundu.

Işık onun tepkisizliği ile başını iki yana salladı. Ardından adamın omzuna eline atarak yüzüne doğru eğildi. "Onca yıllık doktorum, hastayı gözünden tanırım ben. Mesela bu rahatlıkta hiç hastam olmamıştı." dediğinde Bora yakalanmanın vermiş olduğu utançla gözlerini kaçırmak istese de kızın yeşil gözlerinin etkisi altına girmişti.

İlk defa bu kadar yakınlıkta kızın gözlerini görürken, gözlerinin yeşili Bora'nın sanki bir ormandaymışçasına ferahlamasına neden olmuştu. Gözlerini gözlerinden çekemeyip aheste aheste bakarken Işık, karşısındaki adamın kahverengi gözlerindeki hayranlık parıltılarını yakalamıştı. Bu durum utanmasına neden olurken elini Bora'nın omzundan çekti.

Bora bu hamle ile kendine gelirken genzini temizleyerek başını başka bir yere doğru çevirdi. "Tüh yakalandım." derken Işık birkaç adım geri çekildi. Bora ise oturduğu yerden ayağa kalktı. Birbirlerine bakarken Işık merakla konuştu. "Gerçekten hasta değilsen seni buraya getiren şey nedir üsteğmenim?"

Bora omuz silkerken "Bilmem." diye cevap verdi. Ardından ekledi. "Ayaklarım beni buraya getirdi desem inanır mısın?" diyerek kızın gözlerinin içine baktı. Işık küçük bir tebessüm ederken başını salladı. "İnanırım, insan bazen nefes almak için hiç olmadık yerlere gidebilir." dediğinde Bora başını iki yana salladı. "Olmadık yer değilse peki, istediğim yerse."

Işık, Bora'nın aniden söylediği cümle ile afallarken bakışlarını ondan kaçırdı. Ardından mırıldandı. "Madem buraya kadar geldin, sana bir kahve ısmarlamadan göndermek olmaz." dediğinde Bora düşünceli bir şekilde konuştu. "Emrivaki yapmak istemiyorum, işin varsa eğer.." derken Işık başını iki yana salladı. "Bugün yorucu bir gündü benim için ve yorucu olmaya devam edecek. Bir kahve, küçük bir sohbet bana da iyi gelir ve hayır şimdilik bir işim yok."

Birlikte acilden çıkarlarken kafeteryaya doğru ilerlemeye başladılar. Sessizce ilerlerken ikisi de duydukları sesle birlikte duraksadılar. "Işık?" Bakışları Işık'a seslenen kişiye dönerken Bora karşısındaki adama dikkatle bakarak süzdü. Işık ise sorgulayan bir biçimde baktı ona seslenen adama. "Randevuların bittiyse bir kahve içelim diyecektim."

Işık'ın arkadaşı Uraz'dı bunu söyleyen. Kumral, uzun boylu biriydi. Bora dikkatle üzerindeki önlüğe ve yüzüne bakarken Işık cevap verdi. "Şuan müsait değilim, sonra içeriz olur mu?" dediğinde Uraz belli belirsiz başını salladı. Işık ise önüne dönmeden önce Bora'ya doğru baktığında Bora'nın hala daha adama baktığını görerek koluna dokundu. "Gidelim mi?"

Bora, kızın dokunuşuyla birlikte bakışlarını Uraz'dan çekerken başını salladı. İlerlemeye devam ederlerken Bora içinden geçen cümleyi söyledi. "Biraz hayal kırıklığına uğradı." dediğinde Işık göz ucuyla Bora'ya bakarak başını iki yana salladı. "Uraz mı? o öyle şeyleri umursamaz bile. Hem bugün nöbetçiyim zaten, daha çok içeriz onunla kahve." dediğinde Bora dudaklarını dişledi. Ardından aklındaki soruyu dile getirdi. "O da mı doktor?"

Bora'nın sorusuyla birlikte Işık başını salladı. "Evet, ortopedi doktoru. İhtiyacın olursa, iyi bir doktordur." dediğinde Bora dilini yanağında gezdirerek başını salladı. "Anladım."

Kafeteryaya geldiklerinde ikisi de birer kahve alarak hava güzel olduğu için hastanenin bahçesine çıkmaya karar verdiler. Boş olan banklardan birine oturduklarında Işık sitemle konuştu. "Kahveyi ben alacaktım, oldu mu böyle?" Bora, Işık'ın almasını engelleyerek parayı kendisi ödemişti.

Bora kahvesinden bir yudum içerken cevap verdi. "Buraya ben geldim, kahve için ben zorladım." dediğinde Işık Bora'ya doğru bakarak kaşlarını çattı. "Olur mu öyle şey, istemesem teklif etmezdim zaten ne zorlaması." dedikten sonra aklına gelen cümleyi dile getirdi. "O zaman bir dahakine ben ısmarlayacağım."

"Bir dahaki olacak yani?" Bora tek kaşını kaldırarak Işık'a baktığında Işık birden aldığı soru karşısında duraksasa da belli belirsiz başını salladı. "Neden olmasın, sonuçta arkadaş olacağız dedik. Ama mümkünse hastalık taklidi yapmadan." diye ima ile konuşurken Bora 'arkadaş' kelimesine takılsa da bunu belli etmeden sitemle konuştu. "Yüzüme vuracak mısın böyle sürekli?"

"Bilmem, belki?" dediğinde Bora gülerek bakışlarını Işık'tan çekti. Işık'ta önüne dönerek kahvesinden içerken merakla konuştu. "Seni ilk defa Devrim hanım hastaneye kaldırıldığında gördüm, yeni mi geldin?" dediğinde Bora'nın bakışlarını üzerinde hissetti. Kendini açıklamak amacıyla konuştu hızlıca. "Yani ben 2 yıldır buradayım, birçok askerle karşılaştım özel kuvvetlerden. Seni hiç görmediğim için soruyorum, bir de konu açmak için."

Bora başını sallayarak onayladı. "Evet, yeni geldim sayılır. Normalde Şırnak'taydım." dediğinde Işık irkildi. Şırnak, babasının şehit olduğu yerdi. O şehirde hiç iyi anıları yoktu, en son babasının cenaze töreninde orada bulunmuştu. Sonra bir daha gitmemişti. Zihnindeki düşüncelerle uğraşırken Bora'nın sesini duydu. "İyi misin, betin benzin attı. Ben yanlış bir şey mi söyledim?"

Bora endişeli bir şekilde kıza bakarken daldığını fark edip kendini sorgulamıştı. Işık ise küçük bir tebessümle Bora'ya baktıktan sonra hızlıca cevap verdi. "Hayır, yanlış bir şey söylemedin. Sadece oranın bende iyi anıları olduğu söylenemez." dedi hüzünle. Aslında babasına veda etmeden önce onunla geçirdiği tüm anlar orada geçmişti, yine de babasını kaybettikten sonra Şırnak onun için bitmişti.

Düşüncelerini dağıtmak için tekrar konuştu Işık. "Kardeşini yalnız bırakmamak için geldin yani." dediğinde Bora başını salladı. Kardeşi için her şeyi yapardı. "Senin var mı kardeşin?" dedi Bora merakla. Işık üzgün bir şekilde başını iki yana salladı. "Maalesef yok, aslında isterdim ama ne yazık ki kısmet değilmiş." dediğinde Bora güldü. "Yani insanın kardeşinin olması güzel bir şey ama bazen sinir bozucu da olabiliyor."

Işık, Bora'nın dediği şeyle birlikte dikkatle ona doğru baktı. Kardeşi hakkında konuşurken Bora'nın gözlerindeki parıltı artmış, yüzündeki gülümseme büyümüştü. Devrim'in onun için ne kadar kıymetli olduğunu biliyordu ama şimdi daha iyi anlamıştı. Aklına hastane odasındaki halleri gelirken mırıldandı. "Sinir bozucu derken kastettiğin sevgilisi mi?"

Işık'ın sorusuyla birlikte Bora gözlerini devirdi. "Şuan onu hiç düşünmek istemiyorum." dedi aklına sabah Devrim'in Pamir'in evinden çıktığı an gelirken. Işık, Bora'nın tepkisine gülerken konuştu. "Anlaşıldı komutanım." dediğinde Bora tebessümle kızın gülüşüne baktı.

İlk gördüğü andan itibaren bu gülüş zihnine takılmıştı. Bazen hüzünlü bir tebessüm, bazen mutlu bir gülüş oluşuyordu kızın dudaklarında. O hüznün sebebini merak ediyordu. Turgut şehit olduğunda gördüğü halden sonra ve Şırnak ile ilgili dediği şeyle bir yakınıyla ilgili olduğunu düşünüyordu ama sormaya çekiniyordu. O da kızı merak ediyordu ama sorduğu bir soruyla kızın aklını karıştırıp üzmek istemiyordu. Belki o bana anlatır diye bekliyordu.

Yine de uzun zaman sonra bir kadının yanında ilk defa bu kadar içten güldüğünü hissediyordu. Duru'ya bir yılını vermişti, kendinden ödün vererek onu sevmişti ve karşılığında aldığı şey onu çok yıpratmıştı. Duru'nun onlarca aramasından birini açıp özrünü duyduğunda onu Allah'a havale ettiğini söyleyerek kapatmıştı. O günden sonra Bora için Duru tamamen bitmişti. Onun gerçek yüzünü gördüğü için şükretmiş, ona harcadığı yılın pişmanlığını yaşamıştı. Duru'yu bu kadar çabuk atlamasına şaşırırken aslında ona duyduğu şeyin büyük bir şey olmadığını anlamıştı.

Ama şimdi ayakları onu istemsizce o sevmediği hastane koridorlarına getiriyordu. Neden olduğunu o da bilmiyordu, sadece beyninin komutuna uyuyordu. Ama Işık'ın yanına geldiğinde, onun yeşil gözlerine baktığında kalbinde çırpıntılar oluştuğunu hissediyordu.

 

 

 

◔◔◔

Devrim Akyol'un anlatımından,

"Elinde kanıtın varsa gönder adamı sulh cezaya, mahkeme neyi uygun görüyorsa o olsun Devrim. Medya çalkalanıyor senin fotoğraflarınla, usulsüzlük yaptığın konuşuluyor." Başsavcının sert sesi kulaklarıma dolarken anında itiraz ettim. "Her şey kuralına uygun savcım, yanlış yaptığım bir şey yok. Bu adam işin içinde, avukatı konuşmasını engelliyor."

"Her şeyin farkındayım ama olayın kamuoyuna sızmasıyla birlikte adalet bakanlığı teyakkuza geçti, olayın bir an önce çözülmesi isteniyor. Eğer yapamıyorsan bırak, başkası alsın davayı." söylediği sözlerle daha da sinirlenirken cevap verdim. "Bu mümkün değil savcım, bu davayı çözeceğim herkesin ağzı kapanacak. Sizde göreceksiniz."

Başka hiçbir şey söylemeden odadan çıkarken hırsımdan ağlayacak duruma gelmiştim. Karışıklık çıkartmak istiyorlardı ve bunu neredeyse başarmak üzerelerdi. Ama ben pes etmezdim, bende Devrim'sem bu davayı bitirmeden rahatlamayacaktım.

Telefonumun çalmasıyla birlikte hızlıca telefonu açıp kulağıma götürdüm. "Söyle komiser." dediğimde Cenk komiserin sesini duydum. "Savcım haberi Suat Kaynak adlı bir gazeteci yapmış, adresi size gönderiyorum." dediğinde onayladım. "Gönder, avukat hala orada mı?" dediğimde Cenk komiserin sıkkın sesini duydum. "Burada savcım."

Telefonu kapattıktan sonra hızlı adımlarla adliyeden çıktım. Komiserin söylediği adresi Engin'e söyledikten sonra elimle başımı ovuşturarak gözlerimi kapattım. Ciddi manada başıma ağrılar girmişti artık.

Kısa süreli bir yolculuğun ardından gideceğimiz yere vardığımızda arabadan indim. Hemen benim arabamın arkasına park edilen polis arabasıyla birlikte bir polis memuru ve Cenk araçtan indi. Yanıma geldiklerinde birlikte içeri girdik.

Adamı nerede bulacağımı sormak için danışmaya ilerlediğimde ofisinin hemen bulunduğumuz katta olduğunu öğrenerek oraya ilerlemeye başladık. Ofisin önüne gelince kapıyı çalıp hiçbir cevap beklemeden içeri girdim. Benim içeri girmemle birlikte Suat denen adam bilgisayarında olan bakışlarını bana doğru çevirdi.

Beni görür görmez kaşları havalanıp oturduğu yerden anında kalkarken konuştu. "Siz?" dediğinde alayla tek kaşımı kaldırdım. "Ne o haberi yaptıktan sonra hiç karşılaşamayacağımızı mı düşünmüştünüz?" dedim sertçe. Söylediğim şeyle Suat bey büyükçe yutkunurken kaşlarımı çattım. "Haber yapılmayacak diye uyarılmanıza rağmen haberi yaptınız. Bunun sonuçlarından haberdar mısınız!?" dediğimde Suat bey büyükçe yutkundu. Korktuğunu çok net anlıyordum.

"Haberi yapmanı kim söyledi!?" dedim tahammülsüz bir biçimde. Suat bey kekeledi. "Be-ben bilmiyorum." hepsinin söylediği yalan buydu.

Birkaç adımda tam masanın önüne dikilerek yüzüne doğru yaklaştım. "Gizlilik kararı alınmış bir dava hakkında haber yapmak, TCK 285; Soruşturmanın gizliliğini alenen ihlal eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır." dedim üstüne bastıra bastıra.

Karşımdaki kişinin gözleri korkudan aralanırken konuştu. "Gizlilik kararı olduğunu bilmiyordum savcım, ba-bana bir zarf geldi. İçinde fotoğraflar vardı, yazmam gereken şeyler vardı. Çok iyi bir haber diye yaptım ben, sorgulamadım. Yemin ederim." diyerek kendini açıklamaya çalışırken sertçe konuştum. "Zarfı ver!"

Suat anında zarfı masanın üzerinden bulup verirken kağıdı çıkartıp içine baktım. Bilgisayardan yazılıp çıktı alınmıştı, el yazısı olmaması kötüydü. Yine de parmak izi incelenmesi yapılmalıydı. Yine ve yine elimde hiçbir şey yoktu.

"Alıyoruz arkadaşı emniyete." dedikten sonra hiç beklemeden ofisten çıktım. Arkamdan Suat beyin itirazlarını duyarken hiç umursamadım. Artık tahammülüm kalmamıştı.

Kapının önünde bekleyen arabama binerek emniyete gideceğimizi söyledim. Kısa süren yolculuğun ardından emniyete vararak içeri girdim. Cenk komiserin odasına ilerlerken getirilen gazeteci de nezarethaneye indirilmeye başlandı. Cenk komiser yanıma doğru ilerlerken telefonunun çalmasıyla birlikte onunla konuşmaya başladı.

Aldığı haber önemli olacak ki koşar adımlarla yanıma doğru gelmeye başladı. "Savcım avukat çıkış yapmış, Onur hala peşinde." dediğinde hızlıca konuştum. "Sağ ol komiser, bana fotoğrafları getirir misin?"

Üzerimdeki kabanı çıkartıp çantamla birlikte Cenk'e uzattığımda verdiklerimi alarak koşar adımlarla odasına ilerlemeye başladı. Bense hiç beklemeden nezarethaneye inmeye başladım sakin olmaya çalışarak. Moralim bozulmuştu artık. Nezarethaneye indiğim anda polis memuru oturduğu yerden kalkarken sertçe konuştum. "Sorgu odasına alın hemen."

Polis memuru beni onaylayarak adamı nezarethaneden çıkardı ve sorgu odasına doğru götürmeye başladı. Onların arkasından ilerlerken Cenk komiserin bana yetiştiğini fark ettim. Elindeki dosyayı bana uzattıktan sonra birlikte sorgu odasına girdik. Direkt olarak masaya yaklaşıp dosyayı sertçe bıraktıktan sonra Nuri'nin fotoğrafları görmesi için dosyayı açtım. "Bak fotoğraflara!"

Nuri gözlerini kaçırıp fotoğraflara bakmazken ensesinden tutarak sertçe fotoğraflara bakmasını sağladım. "Dikkatli bak! Gözünü kaçırmadan bak!" Bu hareketimle birlikte Cenk komiser dikkatle adamın yüzüne bakarken konuşmaya devam ettim. "20 çocuk! Bir hamile kadın ne istediniz lan insanlardan!?"

Elimi ensesinden çekip serbest bırakırken direkt karşısına geçerek ellerimi masaya yasladım ve ona doğru eğildim. "Senin yaptığını biliyoruz, müebbet cezası alman için elimden gelen her şeyi yaparım. Umurumda olmaz. Ama işbirliği yaparsan cezan hafifler. Şimdi seçim senin." dedim dik dik yüzüne bakarak.

Fotoğraflardan etkilenmiş olacak ki yüzünü buruşturmuş bir biçimde onlara bakmaya devam ederken ayağımı yere vurmaya başladım. Nuri bakışlarını fotoğraflardan kaldırmayıp bakmaya devam ederken sıkkın bir nefes aldım. Adamın yapmadığını biliyorduk ama blöf genellikle işe yarardı, bu adamda da yarayacaktı. Anlatmaya istekli olduğunu biliyordum, şimdi avukatı da yanında yoktu. Anlatabilirdi.

Birkaç dakika yüzüne doğru bakıp beklerken göğsümde bağladığım kollarımı açarak adımlarımı sorgu odasının kapısına attım. "İddianameyi yazıyorum, sulh cezaya gönderelim arkadaşı." Kapının kulpunu tuttuktan sonra kapıyı açarak dışarı çıkacağım sırada sesini duydum Nuri'nin. "Cesetlerin nereden alındığını, ne yapıldığını bilmiyorum." çaresiz bir şekilde konuşmasıyla adımlarım duraksadı. Ona doğru dönmezken Nuri devam etti sözlerine. "Kandırdılar beni, bir yatırım yapacağız dediler. İnsanları öldüreceklerini bilemedim ben."

Ağlamaklı bir şekilde konuşmasıyla birlikte ona doğru döndüm. Dikkatle yüzüne bakarken Nuri bey devam etti. "Berfin, ona dikkat edin. İmzaları atmamı o sağladı, para transferini o yaptı. Yemin ederim ben bir şey bilmiyorum." diyerek gözlerime baktığında Berfin'i takip ettirerek ne kadar doğru bir karar verdiğimi şimdi daha iyi anlamıştım. Ama sadece Nuri beyin beyanıyla bu işler yürümezdi, elimizde delillerin olması gerekiyordu. Bu da demek oluyordu ki avukatı takip ettirmeye devam etmemiz gerekiyordu.

Gölge ile iletişim kuran kişi Berfin'di. Belki şimdi bile onun yanına gitmişti.

"Beyefendiyi suç cezaya sevk edin." dedikten sonra bana gözlerini kırpıştırarak bakan Nuri'ye beye döndüm. "İşbirliğiniz cezanızı hafifletecektir." dedikten sonra başka hiçbir şey söylemeden odadan çıktım.

Komiserle birlikte odasına doğru ilerlerken duyduğum bildirim sesiyle birlikte bakışlarımı saniyelik olarak komisere çevirdim. Telefonunu cebinden çıkartmış gelen mesaja bakarken sesini duydum. "Mesaj Onur'dan savcım, bu fotoğrafları görmeniz gerekiyor." diyerek telefonu bana doğru uzattı. Dikkatle uzattığı telefona bakarken Berfin'in karşısında dikilen kişiyle kaşlarımı çattım.

Volkan savcıydı fotoğraftaki kişi. Fotoğrafta gayet samimi bir biçimde birbirlerine gülüyorlardı. Bir savcı mesleği gereği bir avukata samimi yaklaşmazdı, özellikle de bir davaya bakarken. Belki aralarında bir şey vardı, ondandı bu samimi halleri. Olabilirdi. Ama başka bir şeyde olabilirdi. Araştırılmalıydı. Bir savcının peşinde adam takamazdık ama Berfin ile görüştüğü sürece onunda ne yaptığını anlayabilirdik.

"Volkan savcının baktığı dosyalardan birinin avukatı mı?" diye sorduğumda Cenk komiser cevap verdi. "Araştırıyorum hemen savcım." dediğinde birlikte odasına doğru ilerledik. Berfin'de bir şeyler vardı, umarım ki Volkan savcı düşündüğüm şeyi yapmıyordu. Yoksa onun için çok kötü olacaktı.

Odaya girip direkt olarak komiserin koltuğuna oturduktan sonra önümdeki dosyaya baktım. Nuri beyin iddianamesi için gerekli şeyleri not alırken kapının tıklanmasıyla birlikte komut verdim. "Girin." kapı açılırken esmer, kısa saçlı bir kadın girdi görüş açıma. Kim olduğunu sorgularcasına ona bakarken Cenk komiserin oturduğu yerden kalktığını gördüm. "Savcım müsait miydiniz?" dedi kadın nazik bir şekilde.

"Buyurun?" dedim merakla. Kadın içeri girerek kapıyı kapatırken cevap verdi. "Ben Gözde Kutlu, Emine hanımın avukatıyım. Adliyeye gittiğimde sizin burada olduğunuzu söylediler, dosyada gizlilik kararı olduğu için izninizle dosyaya bakmak istiyordum." sakince kendini ifade eden kadına karşılık başımı salladım. En azından Berfin gibi tepeden tepeden bakmıyordu. "Buyurun avukat hanım, oturun şöyle." diyerek elimle karşımdaki sandalyeyi gösterdim.

Bakışlarımı Cenk'e çevirdiğimde dikkatli bir şekilde Gözde hanıma baktığını görerek duraksadım. Sanki bakışlarında bir şeyler var gibiydi. Ama onun aksine Gözde hanım ona hiç bakmıyordu. Bunu umursamayarak direkt olarak avukata döndüm.

"İlk önce noter onaylı belgenizi görebilir miyim?" dediğimde elindeki dosyadan noter tasdikli belgeyi çıkartarak bana uzattı Gözde hanım. Resmi olarak Emine hanımın avukatı olduğunu teyit ettikten sonra önümdeki dosyayı uzattım avukata doğru. Elimden alarak dosyaları incelerken bakışlarım tekrar Cenk komisere döndü. Kenardan kenardan kızı incelemeye devam ediyordu.

"Karşı tarafın avukatını tanıyor musunuz?" diye bir soru yönelttiğimde Gözde hanım bakışlarını dosyadan çekerek bana doğru çevirdi. "Tanıyorum savcım, Hakkari'de bilinen bir avukattır." dediğinde onayladım onu. Bakışlarımı komisere doğru çevirdiğimde onun bakışları hala daha avukattaydı. "Komiser?"

Ona seslenmemle birlikte aniden bakışları bana dönerken gözlerimle işaret ettim. Normalde bakışları bende olup bir baş hareketimle ne yapacağını anlayan adamın bugün bunu yapmayacağı tutmuştu, belli ki bir şeyler vardı. Komiser Berfin'i araştırmasını istediğimi anlayarak dışarı çıkarken bakışlarımı avukata tekrar çevirdim...

 

 

 

⁎⁎⁎⁎⁎

"Demek evlenme teklifi etti." Babam söylediğim cümleyi tekrarlarken bir süre sessizlik oluştu. Ekrandan yüzüme doğru bakarken dudaklarımı birbirine bastırarak gergince tepki vermesini bekledim. Korkuyordum. Babam Pamir'e karşı eskisi gibi değildi, kabullenmezse mutlaka onu ikna etmenin bir yolunu bulmak zorundaydım.

İş çıkışı Sinem ile yemek yedikten sonra babamı görüntülü aramıştım ve haberi ona vermek istemiştim. Onu ararken ki cesaretim uçup gitmişti sanki. "Baba, bir şey söylemeyecek misin? Ben çok mutluyum, Pamir'i seviyorum biliyorsun." diye açıklamaya çalışırken babam sözlerimin ardından hemen konuştu. "Başta ona çok kızdım, laf söyledim." dedi babam nihayet.

Ardından da ekledi. "Demek aşkına sahip çıkmaya karar verdi. Zaten ondan da bu beklenirdi. Güvenimi boşa çıkarmadı." dedi yumuşak bir sesle. Ondan bunları beklemediğim için şaşırırken babam hafifçe kaşlarını çattı. "Bu tepki ne böyle?"

"Ne bileyim, sen ona karşı soğuk olduğun için." dediğimde babam iç çekti. "Sen seviyorsun kızım, o da seni çok seviyor. Bir baba için bunu kabullenmek zor olsa da sen mutluysan ben ne diyebilirim ki? Tabii bu her şeyi unutacağım manasına gelmez." dediğinde yüzümde büyük bir gülümseme oluştu. "Bir tanesin, canım babam benim." dediğimde babamda güldü. "Ne zaman geliyorlar istemeye?" dedikten sonra ekledi. "Gerçi siz gelemezsiniz buraya, ben gelirim. Orada hallederiz."

"Yani bu kadar çabuk olur mu bilmiyorum." dediğimde babam cevap verdi. "Orası sizin bileceğiniz iş, gününü karar verirsiniz işlerinize göre." dediğinde başımı salladım. "Mutlaka haber veririz size zaten."

Babamla bir süre daha konuştuktan sonra telefonu kapattığımızda mutlulukla derin bir nefes verdim. O da abim gibiydi, mutluluğum onlar için daha önemliydi.

"Ay biz seni evlendiriyoruz şaka maka!" Sinem heyecanlı bir biçimde karşıma geçip otururken başımı salladım gülerek. "Gelin oldum gidiyorum." dediğimde Sinem dudaklarını büzdü. "Ama olmaz ki böyle, ben çok alışmıştım sana." dediğinde başımı omzuma doğru eğip cevap verdim. "Canım hemen evlenecek değiliz ya, bir nişanlanalım. Sonra düşünürüz evliliği."

"Duygulandım ya, bundan bir yıl önceye kadar senin evleneceğini geç aşkı tekrar yaşayacağını düşünmezken şimdi evliliğini konuşuyoruz. Ama senin için o kadar mutluyum ki, gözlerinin içi gülüyor." dediğinde uzanarak ona doğru yaklaştım. "Bende çok mutluyum, hayat mucizelere gebe işte. Kimse böyle bir şey yaşayacağımızı bilemezdi."

"Video güzeldi ama değil mi?" Sinem'in sorusuyla birlikte ona doğru baktığımda Sinem konuştu. "Haberimin olmayacağını düşünmedin herhalde, Pamir söyledi bana teklif edeceğini. Hatta videoyu da izletti, ne yalan söyleyeyim bir iki gözyaşı dökmüş olabilirim." dediğinde kaşlarımı çattım. "Nasıl haberin vardı ya? Hiç çaktırmadın ama bana." diye ona bakarken Sinem omuz silkti. "Adı üstünde sürpriz. Böylesi daha güzel oldu bence."

Haklıydı, öğrenseydim bu kadar heyecanlı olmazdı benim için.

Sinem aklına bir şey gelmiş olacak ki gülerken konuştu. "Sen Bora abiye nasıl yakalandın onu anlat, vallahi ucuz kurtuldun." dediğinde göz devirdim. "Kurtulamadım ki, çok utandım ya. Görmemesi gerekiyordu ama bendeki de salaklık, ne diye kapıya bakmıyorsun." dediğimde Sinem cevap verdi. "Panik olduğun için yoksa bakardın, yoksa gece ateşli mi geçti kız ondan mı uyuyakaldınız?" Sinem ima ile bana bakarken gözlerimi belerterek baktım. "Yuh ama ya."

Verdiğim tepkiyle birlikte Sinem omuz silkti. "Bana ne zaten, nasıl geçtiyse geçti." dedi Sinem bıyık altından gülerek. Ona onaylamaz bir biçimde bakarken telefonuma gelen bildirim sesiyle irkildim.

Kanepenin üzerinde duran telefonumu alıp ekrana baktığımda bildirimin Pamir'den geldiğini görerek hızlıca mesajı açtım.

Güzelim... (19.21)

Kapıya çıksana

Okuduğum mesaj ile oturduğum yerden kalkarken Sinem'in sesini duydum. "Hayırdır, nereye?" dediğinde cevap verdim. "Kapıya, Pamir gelmiş." dediğimde Sinem sırıttı. "Enişte bey iki dakika sensiz duramıyor desene."

Sinem'in söylediğine sırıtarak kapıya ilerledim. Kapıyı açtığımda karşımda direkt olarak Pamir'i gördüm. "Kapıyı neden çalmadın?" diye sorarken Pamir işaret parmağı ile yukarıyı işaret etti. "Bence abin kapıda yatıyor olabilir." fısıltı şeklinde söylediği şeyle birlikte hafifçe kaşlarımı çattım. "Pamir.." dediğimde Pamir omuz silkti. "Yanlış bir şey söylemedim."

"Seni de göreceğiz Pamir bey." dediğimde Pamir'in anında kaşları çatıldı. Aklıma Batuhan gelirken ister istemez yüzümde sırıtma oluştu. Batuhan mesaj attığında Burçe ne düşünecekti ne yapacaktı merak ediyordum, onda da bir şeyler olduğuna emindim ama Burçeyle yüz yüze olmadığımız için sıkıştırmak istemiyordum. Yan yana geldiğimizde alacaktım ifadesini. "Ne alaka şuan Burçe, hayır yani bilmediğim bir şey mi var?" Pamir sorgular bir biçimde yüzüme bakarken başımı iki yana salladım. "Hayır, lafın gelişi söyledim." dediğimde Pamir çatık kaşlarla cevap verdi. "Okuyor daha benim kardeşim, öyle şeylerle işi yok."

Söylediği şeyle birlikte alayla güldüm. "Seninle sevgili olduğumda bende okuyordum, hatırlatırım. Hem de Burçe gibi 3.sınıftım." dediğimde Pamir yüzünü buruşturdu. "Tamam güzelim, kapatalım bu konuyu. Yok şuan sinirlenmek istemiyorum. " dedikten sonra ekledi. "Bak aklıma soktun şimdi, ben ne yapsam sorsam mı bir?" dediğinde başımı iki yana sallayarak reddettim. "Hayır, zaten o sana kendisi açıklar."

Pamir gözünün önünde canlanan sahnelerle birlikte yüzünü buruşturup gözlerini kapattıktan sonra mırıldandı. "Kapatalım bu konuyu." dediğinde güldüm. "Peki kapatıyorum konuyu."

"Ben seni merak ettim, dava ile ilgili bir gelişme var mı?" dediğinde iç çektim. "Bir şeyler var bakalım." dediğimde Pamir sağ elini yüzüme yaslayarak yanağımı sevdi. "Bir an önce bitsin gitsin şu dava, seni böyle görmek istemiyorum." dediğinde küçük bir tebessüm ettim. "Bitecek inşallah."

Birbirimize bakarken Pamir'in sol elinin arkasında olduğunu görerek oraya doğru bakmaya çalıştım. Elinde bir şey saklıyordu. "Sen ne saklıyorsun arkanda?" dediğimde Pamir elini ön tarafa getirmeden önce cevap verdi. "Seni mutlu edeceğini düşündüğüm bir şey." dedikten sonra elini öne doğru getirdiğinde elindeki çikolatayı gördüm. İster istemez gülerken Pamir konuştu. "En sevdiğin, bunu yiyince keyfin yerine geliyordu hep."

Çikolata paketini elime aldıktan sonra gözlerine bakmaya devam ettim Pamir'in. "İtiraf ediyorum, keyfimi yerine getiren şey çikolata değildi." dediğimde Pamir afalladı. Sorgular bir biçimde bana bakarken elimi kalbine doğru yasladım. Kalbinin benimki gibi hızla çarptığını hissetmek beni memnun ederken cevap verdim. "Beni keyiflendiren çikolatayı senin almış olmandı, senin yanında yiyor olmamdı. Keyfimi yerine getiren sendin yani."

O yüzden Pamir şehit düştüğünde o çikolatayı bir daha yiyememiştim. Çünkü o yanımda değildi, o anları düşünmek bana hep acı verecekti. Ama o geldikten sonra ben tekrar yemeye başlamıştım, çünkü yine yanımdaydı.

Bakışlarından yine bir suçluluk duygusu geçtiğine şahit olurken bunu engellemek için hızlıca konuştum. "O zaman bende sana güzel bir haber vereyim." dedikten sonra devam ettim sözlerime. "Babamla konuştum, korktuğum gibi bir tepki vermedi. Ne zaman gelirler istemeye dedi, daha doğrusu siz gelemezsiniz ben geleyim dedi." dediğimde Pamir'in gözlerinde de benimki gibi parıltılar oluştu. "Harbiden mi?"

Heyecanla sorduğu soruyla birlikte hevesle başımı salladım. "Harbiden." dediğimde Pamir dişlerini göstererek güldü. "O zaman ben söyleyeyim bizimkilere, gelsinler hemen buraya. İsteyelim seni." aceleci bir şekilde konuşurken güldüm. "Dur canım, o kadar acele etmeye gerek var mı?" dediğimde Pamir heyecanla dudaklarını yaladı. "En büyük hayallerimden birisi gerçekleşiyor, tabii aceleci olacağım." dedikten sonra duraksadı. "Sen istemiyor musun?"

Elimi omzuna yaslayarak sitemle baktım. "İstemez olur muyum hiç? İstiyorum tabii ki." dedikten sonra ekledim. "Sadece acele etmesek mi diye düşündüm. Hem biliyorsun şu dava yüzünden biraz yoğunum hem de Burçe'nin de derslerini düşünmemiz lazım. Onunda uygun olduğu bir hafta sonu ayarlayalım. Yakınlarda operasyon falan var mı?" dediğimde Pamir başını iki yana salladı. "Şimdilik yok, olsa da bize verilmez. Malum Kürşatla Ahsen'in düğünü var, albay kendi kızını riske atmaz." dedikten sonra ekledi. "Ben sana söylemeyi unuttum, kart bende."

"Biliyorum, Ahsen söyledi bugün." dedikten sonra ekledim. "Çift olarak katılacağımız ilk düğün." dediğimde Pamir tebessüm etti. "Ve son olmayacak." dediğinde bende gülümsedim. Pamir kolundaki saate bakarken merakla konuştum. "Bir yere mi gideceksin?" dediğimde Pamir cevap verdi. "Nöbete gitmem lazım."

"O zaman hayırlı nöbetler üsteğmenim." dediğimde Pamir elini belime sardı. "Sağ olun sayın savcım." dediğinde kollarımı beline sardım ve başımı göğsüne yasladım. Pamir saçlarımı öperken huzurla nefes verdim. Kısa süre sonra ayrıldığımızda Pamir'i uğurladım. İçeri girip kapıyı kapattığımda yüzümdeki tebessümle elimdeki çikolataya baktım.

Gönül rahatlığıyla bu çikolatayı yiyebilirdim. Artık Pamir buradaydı..

 

 

 

◔◔◔

2 gün sonra...

"Sanık Nuri Pehlivanoğlu'nun 41 kişinin öldürülüp bir tırın kasasında taşınmasında aracı olduğu, tırın şoförüne para transferinde bulunup cesetlerin taşınmasında yardımcı olduğu delillerle sabittir. TCK madde 281 gereğince ve tüm bu deliller göz önünde bulundurularak sanığın tutuklu yargılanmasını talep ediyorum." diyerek bakışlarımı Hakime Sinem'e çevirdiğimde Sinem sözümün bitmesinin ardından bakışlarını avukata doğru çevirdi. "Söyleyeceğiniz bir şey var mı avukat hanım, savunmanızı dinleyelim."

(🌟TCK madde 281: Gerçeğin meydana çıkmasını engellemek amacıyla, bir suçun delillerini yok eden, silen, gizleyen, değiştiren veya bozan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.)

Berfin hanım oturduğu yerden ayağa kalkarak direkt olarak Sinem'e baktı. "Müvekkilim ifade sırasında baskı altındaydı sayın hakim. Kendisi bilinen bir iş adamı olmakla birlikte yeri yurdu belli biridir. Tutuklu yargılanması için bir sebep bulunmamaktadır." yaptığı savunmayla birlikte tepkisiz bir biçimde baktım avukata.

"Tır şoförü Kamil Göçer'in hesabına 2 milyon Türk lirası, müvekkiliniz Nuri Pehlivanoğlu'nun imzasıyla aktarılmış. Bu paranın aktarılmasında başka birinin baskısının olduğunu düşünüyorsanız bize delillerle gelin avukat hanım." dedim ima ile. İmzayı onun attırdığını biliyorduk. Nuri Bey'in şirketinden bir şey çıkmamıştı ama kendisi söylemişti bunu.

Avukat gerilerek bana bakarken Sinem'in sesini duydum. "Sizin söyleyeceğiniz bir şey var mı?" diyerek Nuri beye baktığında Nuri bey oturduğu yerden ayağa kalktı. "Parayı Kamil beyin hesabına aktaran bendim." diyerek durumu kabul ettiğinde Berfin hanım hırsla baktı Nuri beye.

"Karar!" Sinem'in sözleriyle birlikte duruşma salonundaki kişiler ayağa kalktığında Sinem sözlerine devam etti. "Sanık ve avukatı dinlendi, deliller incelendi ve savcının mütalaası alındı. Gereği düşünüldü; sanık Nuri Pehlivanoğlu'nun tutuklu yargılanmasına karar verilmiştir." dedi tane tane.

Verilen kararla yüzümde gülümseme oluşurken Sinem'in ayağa kalkmasıyla birlikte bende oturduğum yerden ayaklandım. Avukat hırsla bana bakarken ifadesiz bir biçimde yüzüne baktıktan sonra duruşma salonundan dışarı çıktım. Kapının önünde beni bekleyen Cenk komiseri gördüğümde ona bir şeyler mi bulduğunu sormak için dudaklarımı araladığımda avukatın telaşlı bir biçimde telefonda konuştuğunu duydum.

"Nuri tutuklandı, hayır isim vermedi. Geliyorum." dediğinde Cenk komiser ile göz göze geldim. Muhtemelen onlardan biriyle buluşmaya gidiyordu ve bu bizim için fırsat olabilirdi.

"Hızlıca ekip ayarla, avukatın fişi bugün kesilecek. Onur takipte değil mi?" dediğimde Cenk komiser beni onayladı. Hızlı adımlarla avukatın peşinden ilerlerken üzerimdeki cübbeyi çıkarttım hızlıca. Telefonum yanımdaydı, silahım belimdeydi. Peşinden gitmemem için bir sebep yoktu. O tutuklanırken ki yüzünü net bir biçimde görmek istiyordum. Cenk komiser telefonla konuşup bir ekibi ayarlarken adliyeden çıkarak Cenk komiserin geldiği araca bindik.

Önde Onur ve bir polis memuru ve arkada benle komiser oturuyorduk. Sonradan bir ekipte bize katılacaktı. Berfin hanım aracına binip adliyenin otoparkından çıkarken yakalanmayacak mesafede takibe başladık.

"Savcım sorup soruşturdum, Volkan savcıyla Berfin hanımın ortak bir davası yok. Daha öncede olmamış. Bizimkilere sordum soruşturdum. Aralarında bir şey olup olmadığını bilen kimsede yok. Daha doğrusu ilk defa onları böyle yakın görmüşler."

Cenk komiserin açıklamasıyla birlikte büyükçe yutkundum. Neden aklıma kötü kötü şeyler geliyordu ki benim? İlk defa böyle yakınlarsa işbirliği içinde olma gibi bir durumları olabilirdi. Ama olmayadabilirdi. Ben ortalığı ayağa kaldırdığımda eğer böyle bir şeyin olmadığı ortaya çıkarsa büyük rezillikti. Berfin hanım alındıktan sonra ondan öğrenecektik diye umuyordum.

Uzun uzun yollar giderek bir ormanlık alana doğru ilerlerken dikkatle etrafı inceliyordum. "Tırın geçtiği yollardan birisi de burasıydı değil mi?" diyerek komisere baktığımda komiser beni onayladı. "Evet savcım." dediğinde başımı salladım. "O zaman buralarda bir yerde belki insanları zehirlediler." dedikten sonra ekledim. "Şu işi halledelim, detaylı inceleme istiyorum."

Bir süre daha yolda devam ettikten sonra araç yavaşlayarak küçük bir binanın önünde durdu. Ondan epey uzakta aracımızı park ettiğimizde Cenk araçtan inerek bagaja ilerledi. Ardından sessizce arabaya tekrar bindiğinde elindeki çelik yeleği bana doğru uzattı. "Ne olur ne olmaz savcım." dediğinde minnettar bir biçimde baktım Cenk'e. "Sağ ol." dediğimde Cenk çok küçük bir tebessüm etti. "Görevim."

Üzerime çelik yeleği giydikten sonra izlemeye devam ettim karşımdaki kadını. Berfin kollarını göğsünde bağlamış bir biçimde binan önünde beklerken ona uzaktan yaklaşan iki adamla birlikte dikkatle yüzlerine baktım. Gördüğüm yüz düşüncelerimi doğrularken bir insanın nasıl bu kadar kötü olabileceğini sorguluyordum. "Savcım bu nasıl olabilir?" Cenk komiserin hayretler içindeki sesiyle birlikte dikilen üç kişiye bakmaya devam ederken mırıldandım. "Fotoğraflarını çekin hemen."

Bu fotoğraflar Volkan savcının, avukat Berfin'in ve Gölge lakaplı teröristin yargısında çok işe yarayacaktı.

Aracın arkasına destek ekibinin geldiğini görerek emir verdim. "İniyoruz." Cenk komiser verdiğim emiri telsizle ekibe de bildirirken araçtan indim. Sessiz adımlarla onlara doğru yaklaşırken bizi görmüyorlardı.

Cenk komiserle yan yana bir şekilde bizi görebilecekleri bir noktaya geldiğimizde gözlerim direkt olarak Volkan savcı ile buluştu. Onun gözlerindeki büyük afallamayı görerek zevkten dört köşe olurken konuştum. "Terör örgütüne yardım ve yataklık, Kamil Göçer ve 41 kişinin cinayeti, adaleti yanıltma, görevi kötüye kullanma gibi suçlardan gözaltına alıyorum sizi."

Berfin'in de telaşlı bir biçimde bana baktığını görürken başımla işaret verdim. "Takın kelepçeyi." dedim Volkan savcının gözlerine bakarak. Koskoca cumhuriyet savcısı, terör örgütüne yardımcı oluyordu. Çok utanç verici bir şeydi bu.

Polis memurları kelepçeyi takmak için yaklaşırlarken aniden duyduğumuz silah sesleriyle birlikte irkilirken tutulup duvar arkasına çekildiğimi hissettim...

 

 

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz?

‣‣‣ Devrim ve Pamir sahneleri nasıldı? Yapalım mı bizimkilerin nişanını yakında?

‣‣‣ Işık ve Bora'nın sahnesini beğendiniz mi?

‣‣‣ Batuhan ve Burçe arasında neler olacak acaba?

‣‣‣ Duruşma sahnesi isteyenleriniz olmuştu, umarım beğenmişsinizdir..

‣‣‣ Dava ile ilgili bir sürü gerçek ortaya çıktı ama hala daha neler olduğunu öğrenemedik, Volkan savcıdan böyle bir şey bekliyor muydunuz?

‣‣‣ Bölüm sonu hakkında ne düşünüyorsunuz? Var mı tahminleriniz?

Yorumlarınızı bekliyor olacağım, görüşmek üzere...

Loading...
0%