@mutlusonsuz222
|
🖇️ Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim... 🖇️ Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın... 24.Bölüm Polis memurları kelepçeyi takmak için yaklaşırlarken aniden duyduğumuz silah sesleriyle birlikte irkilirken tutulup duvar arkasına çekildiğimi hissettim... Ateşlenen kurşunlar vızır vızır etrafımızdan geçerken sırtım duvara yaslanmıştı. Cenk komiser önüme siper olmuş bir şekilde karşılık verirken bir yandan da konuştu. "Savcım sakın başınızı çıkartmayın." Çağırdığımız ekibin tamamı çatışmaya destek verirken bakışlarımla yakaladığımız hainleri takip etmeye çalışıyordum. Avukatla Volkan savcıyı net bir şekilde görüyordum. İki polis memuru onların başındaydı ama Gölge yoktu. "Gölge nerede!?" dedim panik içinde. "Gölge kaçmış!" dizlerimin üstünde durarak etrafıma bakınmaya çalışırken sinir krizi geçirmek üzereydim. Adamı elimizden kaçırmıştık resmen. "Gölgeyi gören var mı!?" Komiser telsizden anons geçerken verilen olumsuz cevap kulaklarıma doldu. "Olumsuz." Hırsla elimi saçlarımdan geçirirken bağırdım. "Allah kahretsin!" direkt olarak telefonumu çıkartarak başsavcımın numarasını tuşladım. Bize destek ekip gerekiyordu mümkünse ya PÖH ya da teröristlerle uğraşacak herhangi bir tim gerekiyordu. Elimizdeki silahlarla dayanmamız mümkün değildi. Telefon birkaç kere çalınıp açıldığında hızlıca konuştum. "Savcım pusuya düştük. Avukat Berfin, Volkan savcı ve Gölgeyi yakaladığımız sırasında terör örgütü tarafından ateş açıldı. Yaklaşık 7 kişiyiz, mühimmatımız yetersiz. Desteğe ihtiyacımız var!" dedim panik içinde. "Desteği ayarlıyorum savcım, yaralı var mı?" dediğinde hızlıca cevap verdim. "Şimdilik yok, acele etsinler. Elimizden kaçırmak istemiyorum savcım." Başsavcının onaylayan sesini duyarak telefonu kapattım. Böyle bekleyemezdim. O yüzden kendi silahımı çıkartarak silahı kullanıma hazır hale getirdikten sonra Cenk komiserin arkasından çıkarak ateş etmek için Berfin'in arabasının arkasına geçtim çevik hareketlerle. Benim bu hareketimle birlikte Cenk komiserin bağırdığını duydum. "Savcım ne yapıyorsunuz!" sorusuna karşılık olarak bağırarak cevap verdim. "Sizin kadar olmasa da çorbada tuzum olsun." dedikten sonra siper alarak ateş etmeye koyuldum. Birkaç polis memurunun bakışı beni bulurken karşıda yere sinerek kulaklarını kapatmış olan Berfin'i gördüm. Volkan'da ondan farksız değildi. Bakışlarımı onlardan çekip ateş etmeye devam ederken duyduğum sesle birlikte iyice panik oldum. "Cenk komiserim vuruldu!" Başımı eğdiğim yerden kaldırarak aracın arkasından Cenk komisere bakmaya çalıştım. Üzerinde çelik yelek yoktu. "Koruyun beni!" diye bağırdığımda birkaç polis memurunun bana yönelmesiyle birlikte hızlıca yanına doğru geçtim. "Savcım, dikkat edin." Yüzünü buruşturarak söylediği cümle ile birlikte yarasına elimi bastırarak konuştum. "Bunu düşünme şimdi." Sağ omzuyla göğsü arasında bir noktadan vurulmuştu ve şimdiden çok fazla kan vardı. Üzerimin kan olmasını umursamadan ceketimi çıkartarak hızlıca yaraya bastırdım. Kanın durması gerekiyordu. Bu hareketimle Cenk'in yüzü daha da buruşurken mırıldandım. "İyi olacaksın, dayan komiser." diyerek yaraya bastırmaya devam ederken bir yandan da etrafıma bakındım. "Savcım kafanızı çıkarmayın." Cenk zoraki bir şekilde konuşup beni korumaya çalışırken direkt ona çevirdim bakışlarımı. "Ben iyi olacağım, lütfen kendini düşün." dedim sakin kalmaya çalışarak. "Selamı vuruldu!" Polis memurunun söylediği cümle ile içime daha büyük bir sıkıntı çöktü. İki kişi yaralanmıştı. Onlara bir şey olursa kendimi asla affetmezdim. "Yarası kötü mü!?" diye bağırıp bilgi almaya çalışırken cevabı duydum. "Göğsünden yaralandı! Savcım mühimmatımız bitmek üzere! Ne yapacağız!?" Panikle konuşan polis memuruna karşılık cevap verdim. "Yardım çağırdım! Burada olurlar birazdan, azıcık daha sabretmemiz lazım! Yaraya bastırın, kanı durdurmaya çalışın!" Biraz daha gelmezlerse hepimiz burada delik deşik olacaktık. Düşüncelerimden sıyrılarak Cenk'e baktığım sırada bilincinin açık olduğunu gördüm, bu iyi bir şeydi ama kan kaybı devam ettiği sürece bilincinin açık kalması da imkansızdı. Bir an önce hastaneye gitmeliydi. Gözlerime aniden bize yaklaşan siluet takıldığında silahımı kaldırarak ateş ettim. Kurşunlar karnına isabet ettiğinde yere düşerken derin bir nefes verdim. Bitmiyorlardı. "Tam isabet." Cenk komiser gülmeye çalışarak konuşurken bakışlarımı ona çevirdim. "Kendini zorlama." dediğimde Cenk komiser beni sakinleştirmeye çalışırcasına konuştu. "Sakin olun, bu ilk yaram değil savcım." Bakışlarını gökyüzüne doğru çevirmişti. Elimle yarasına bastırmaya devam ederken kalbim korkuyla atıyordu. Ona bir şey olmasını hiç istemezdim. Silah seslerinin azaldığını fark ederken bakışlarımı etrafta gezdirdim. Bazı polis memurları sırtlarını siper aldıkları yere yaslamışlardı. Ellerindeki silahlardan mermilerinin bittiğini anlarken içimdeki paniğe engel olamadım. Bazı polis memurları ise ateş ediyordu ancak onlarında çok mermisi kaldığını düşünmüyordum. Ellerim titreyerek Cenk'in yarasına bastırırken elini tutarak yarasının üzerine koydum ve bastırmasını sağladım. Diğer polis memuruna bakmam gerekiyordu. Bir yandan cebimden telefonumu çıkartırken diğer yandan da siper alarak ilerlemeye çalışıyordum. Ambulans çağırmak için gerekli numarayı tuşlayarak 2 ambulans çağırdıktan sonra seri bir şekilde polis memurunun yanına geçtim. "Durumu nasıl?" diye telaşla yanındaki polise doğru konuştuğumda polis memuru panikle cevap verdi. "Çok kan kaybediyor." verdiği cevapla birlikte büyükçe yutkunurken elimi yaranın üzerine bastırdım tereddüt etmeden. Üzerimde yaranın durmasını önleyecek bir şey yoktu. Sadece ellerimi kullanabilirdim. Sertçe yaraya bastırmaya devam ederken dişlerimi sıktım sakin olmak için. "Destek geldi!" Polis memurlarından birinin umut dolu sesini duyduğumda derin bir nefes vererek gözlerimi kapattım. Kurtulmuştuk. Şimdi çatışma bitecekti ve biz yaraları hastaneye yetiştirecektik. İkisine de bir şey olmayacaktı. Silah sesleri artarken polise doğru mırıldandım. "Kurtulacaksın, lütfen dayan." Gözleri kapalıydı, bilinci açık değildi ama belki beni duyardı. "Yenge, iyi misin!?" Yiğit'in sesini duyduğum an yüreğime ferahlık çökerken bakışlarımı hızlıca ona doğru çevirdim. "Ben iyiyim ama Selami iyi değil. Bir de Cenk o da yaralı!" Panik içinde konuşmaya çalışırken Yiğit çantasından yaraya bastırmak için sargı bezi çıkardı. "Tamam, sakin ol. Şimdi bakacağım yaraya. Batuhan'da Cenk'in yanında." dediğinde elimi yaranın üzerinden çekerek derin bir nefes verdim. Yiğit yaraya sargı beziyle bastırıp müdahale ederken bir yandan da telsizden diğerlerine bilgi geçti. "Polis memuru yaralı, yengem iyi durumda." dediğinde Pamir'in sesini duydum. "Anlaşıldı." tek kelime söylemişti ama sesindeki gerginliği ve sertliği anlamamak imkansızdı. Yiğit'in yanında dizlerimin üzerine çökmüş bir biçimde polis memuruna bakarken silah seslerinin kesildiğini duydum. Bitmişti. Ardından sessizliğin içinde ilk önce Ahmet abinin sonra Kürşat'ın ve en son Soner'in sesini duydum. "Temiz!" Rahat bir nefes verirken gözlerimi kapattım. Onların bizi kurtaracağını biliyordum ama cehennem gibi dakikalar yaşamıştım. "Devrim!" Gözlerimi açıp bana seslenen adama doğru bakacağım sırada onun çoktan yanıma gelmiş olduğunu fark ettim. Kollarımdan tutarak beni ayağa kaldırırken gözleri tüm vücudumda dolaştı. "İyi misin!?" panik içinde konuşurken başımı salladım belli belirsiz. Kanlı ellerim göz hizamda titrerken mırıldandım. "İyiyim.." İyiydim ama çok korkmuştum. Anın heyecanıyla, paniğiyle, bir şeyleri yönetme içgüdüsüyle korkumun esiri olmamıştım. Durumu halletmeye çalışıp soğukkanlı olmuştum ama şuan sırtımı yasladığım dağım yanımdayken kendimi dağılacak gibi hissediyordum. Pamir beni kendine doğru çekip sıkıca sarılırken kalbinin nasıl hızlı attığını hissedebiliyordum. Benimki de ondan farklı değildi. Ellerim havada sarılışına karşılık veremezken büyükçe yutkundum. "iyi ki geldiniz, yoksa biz.." Söylerimi devam ettiremeden Pamir'in sesini duydum. "Geldik, iyisin, iyi olacaklar." dedikten sonra benden ayrılarak elleriyle yüzümü avuçladı. "Ah be Devrim, ah be Devrim." sitemli ve kızgın sesi kulağıma dolarken demek istediklerini çok net anlıyordum. Yine başını belaya soktun, tehlikeye bodoslama daldın. Zaten bunlar onun bana sürekli söylediği şeylerdi. "Söyleye söyleye dilimde tüy bitti, sen hala daha yapmaya devam ediyorsun." diyerek elini yüzümden çekerken kaşlarını çattı. Sert bakışları yüzümde dolaşırken derin bir nefes aldım. "Ya bırak bir işi de sensiz halletsinler, çatışmaya girmek ne demek!" sesini bana karşı uzun süre sonra ilk defa yükseltirken sözlerine devam etti. "Ya düşündükçe deli olacağım! Adamlar terörist, kimseye acıması yok. Senin baban asker, abin asker, ben askerim. Neyin ne olduğunun farkındasın, buna rağmen kafana göre nasıl böyle bir olaya bodoslama dalarsın!? Üzerindeki yelek mi kurtaracaktı seni! İşi neden uzmanlarına bırakmıyorsun sen!?" Sesini yükseltmekten de öte gözlerinden ateş saçarak bağırması canımı sıkıyordu. Onca polisin ve kendi askerlerinin önünde böyle azarlanmak hiç hoşuma gitmiyordu. Rezil oluyordum. Tamam haklıydı, korktuğu için bunu yapıyordu ama şuan yapamazdı bunu. Baş başa olduğumuzda istediğini söyleyebilirdi ama şimdi ben burada savcı kimliğindeyken yapamazdı. "Çocuk değilim ben! Koskoca savcıyım, neyin ne olduğunun da farkındayım Pamir." dedim sesimi sakin tutmaya çalışarak. Ardından ekledim. "Beni burada azarlayamazsın sen! Görevim neyi gerektirdiyse onu yaptım. Sen ülken için ölmeyi göze alıyorsun, ben alınca mı sıkıntı oluyor!?" dedikten sonra elimle Volkan'ı işaret ettim. "Koskoca cumhuriyet savcısı terörle işbirliği yapıyor! Adam ismimize leke sürdü resmen, gelip gözlerimle görmek istedim!" Pamir verdiğim cevapla birlikte gözlerini kapatarak elini saçlarının arasından geçirdi hırsla. "Biri gelip boynuna bıçağı dayadığında ya da keskin nişancı alnının çatını hedef alıp seni kurşun yağmuruna tuttuğunda da gözlerinle görebilecek miydin acaba!?" bağırarak dile getirdiği sözler irkilmeme neden olurken yutkunamadım. Tırnağımı avucumun içine bastırarak gözlerimin dolmasını engellemeye çalışırken titrek nefes verdim burnumdan. "Yapmayın komutanım." Batuhan yanıma gelerek bana destek olduğunu belirtircesine omuzlarımdan tutarken Pamir'e doğru baktı. Hakan'da Pamir'i tutup uzaklaştırırken mırıldandı. "Şimdi yeri değil bunun." diye onu sakinleştirmeye çalışırken arkalarından baktım. Tamam haklıydı, kabul ediyordum. Ama bu kadar üstüme gelmesi gerekiyor muydu? "Çok korktu, o yüzden öyle bağırdı yenge. Yoksa biliyorsun o sana kıyamaz." Batuhan'ın sözleriyle birlikte bakışlarımı Pamir'den çektim. Hakan onu benden uzaklaştırarak biraz uzağa götürmüştü ama sinirini hala daha görebiliyordum. "Biliyorum.. Anlıyorum da ama öyle herkesin içinde yapmamalıydı bunu." dedim sıkıntılı bir şekilde. Ardından merakla baktım Batuhan'a. "Yaralılar iyi değil mi?" "İyiler, sen merak etme. Gel otur, sende korktun eminim ki." ilgili bir şekilde yüzüme bakarken küçük bir tebessüm ettim. Böyle düşünceli olması çok güzeldi. "Sağ ol Batuhan, sende olmasan." dediğimde Batuhan cevap verdi. "Ne demek, sen bizim yengemizsin." Pamir'in gözü o kadar dönmüştü ki, korktuğumu bile anlamamıştı. Gerçekten insanın sinirden gözü hiçbir şey görmüyordu ve ben ilk defa bunu görmüştüm Pamir'de. Bakışlarım tüm polislerde gezerken bakışlarının bizde olmaması içimi birazda olsun rahatlatmıştı. Pamir benim sevdiğim adamdı, sevgilimdi. Ama ben ondan üst makamdaydım, buradaki polisler de askerler de benim emrimdeydi ve ben onların önünde, onlardan birisinin azarını yemiştim. Pamir'i kırmamak için yerimi hatırlatmamıştım askerlerinin önünde yani savcı kimliğimden taviz vermiştim. Ama bunun olmasına izin veremezdim. Bunun devam etmesi halinde kimseye sözümü geçiremezdim. İki kişi haricinde herkesin iyi olduğuna emin olduktan sonra bağırdım. "Tutuklular nerede!?" sertçe söylediğim şeyle birlikte Berfin ve Volkan'ın iki polis memuru tarafından getirildiğini gördüm. Hırsla adımlarımı onlara doğru atmaya başladım. Volkan'ın bakışları ona attığım her adımı takip ederken gözlerindeki ateşi görebiliyordum. Önüne geçerek tam gözlerinin içine bakarken zaferle yüzümde bir sırıtış oluştu. "Tutukluları araca alın, direkt olarak nezarethaneye indirin. Sorgularını bizzat yapacağım." dedim zevkle. Volkan savcının gözü seğirirken bakışlarımı yanındaki polis memuruna çevirerek başımla aracı işaret ettim. Polisler adamı götürürken derin bir nefes aldım. Berfin ve Volkan yakalanmıştı ama asıl bizim için önemli olan Gölge denen herif kaçmıştı. "Nasıl kaçar, Allah kahretsin." kendi kendime mırıldanırken ambulans sesleri etrafı doldurmaya başladı. Polis memurlarının çektiği sarı bandın hemen önünde ambulansı park ederek görevliler inmeye başladığında Batuhan ve Yiğit'in telaşla görevlileri yönlendirdiğini gördüm. Cenk komiserin bilinci hala daha açıktı bunu görüyordum ama Selami'nin değildi. Tek isteğim ikisinin de biran önce iyileşmesiydi. Gölgeyi her ne pahasına olursa olsun yakalayacaktık. Ambulans hastaları alarak sirenlerini çala çala giderken bakışlarım etrafta gezindi. Her yerde kurşunlar vardı, neyse ki ev falan yoktu. Yalnızca bir yer vardı orası da boştu muhtemelen. Bakışlarımı biraz ileride dikilen polis memuruna çevirerek elimle gel işareti yaptım. Polis memuru direkt yanıma gelirken konuştum. "Olay yeri incelemeyi çağır, Berfin'in ve Volkan'ın arabası incelenmek üzere götürülsün. Şurayı mutlaka inceleyin içeriden bir şeyler çıkabilir." dediğimde polis memuru beni onayladı. "Emredersiniz savcım." Polis memuru yanımdan uzaklaşırken bakışlarım biraz ileride timi ile ciddi bir şeyler konuşan Pamir'e doğru kaydı. Kaşlarını çatmış bir şeyler söylerken onu izlediğimi fark etmiş olacak ki direkt olarak bakışları beni buldu. Bakışlarımı ondan çekerken konuşmasını kestiğini fark ederek adımlarımı onlara doğru atmaya başladım. Yanlarına ulaştığımda mırıldandım. "Hepinize çok teşekkür ederim, hayatımızı kurtardınız. Hazırlıksız yakalandık." dedim suçlu bir şekilde. Berfin'in suç ortağı ile buluşacağını biliyordum ama etrafta bu kadar teröristin olacağını düşünmemiştim. Çağırdığım ekip yeterli gelmemişti. Pamir haklıydı bu konuda. "Kendinizi suçlamayın savcım, bunlar biraz farklı." diyen Hakan ile birlikte anlamayarak ona bakarken Hakan açıklama yaptı. "Üzerlerini de, silahlarını da gördüğünüz gibi bunlar çok daha eğitimli olan örgüt grubu. Bunlarla ancak bizim gibiler başa çıkar." dediğinde Hakan'ın sözlerini Soner devam ettirdi gururla. "Bizim gibi eğitimli kişiler." Benimde içim gururla dolarken hepsine minnettarca baktım. Ahmet abi ise ekledi. "Yani durum böyle olmasaydı polislerde eminim ki etkisiz hale getirebilirdi." dediğinde başımı salladım. Ardından bakışlarımı Soner'e doğru çevirdim. "Elinizdeki listelerde bu evle ilgili bir bilgi var mıydı?" dediğimde Soner cevap verdi. "Hayır yoktu." Soner'i onaylarken Pamir'in sesini duydum. "Buradan bir şey çıkacağını sanmıyorum sadece buluşma noktası muhtemelen." dediğinde canım sıkılmıştı. Artık bir şeylerin çıkması gerekiyordu. Böyle boş boş durmak istemiyordum. "Sen iyi misin yenge?" Taner'in düşünceli bir şekilde bana bakmasıyla birlikte tebessüm etmeye çalıştım. "Yürüttüğü operasyonda iki yaralı vermiş bir savcı nasılsa öyleyim." dedim iç çekerek. Batuhan elini sırtıma koyarak teselli vermek istercesine konuştu. "Öyle söyleme yenge, hem durumları iyi sayılır. Komiserin yarası kötü bir yerde değil demiştim ya sana da." dedikten sonra Yiğit ekledi. "Selami beyinde öyle, sadece biraz fazla kan kaybetti ama takviyeyle her şey hallolur." Sözleriyle içim biraz daha rahatlarken Kürşat'ın sesini duydum. "Koskoca savcının terörle işbirliği yaptığı doğru mu gerçekten?" Hayretler içinde bana bakarken başımı salladım. "Doğru, Gölge ile bizzat yan yanaydı." dedim sıkıntıyla. O sırada Pamir ekledi. "Bundan bir boklar çıkacağını biliyordum ben.." Pamir'in sesiyle birlikte ona baktım kısaca. Sakinleşmiş gibiydi, en azından eski sertliği yoktu. Bakışlarımı Pamir'den çekerek elime doğru çevirdim. Yaraya bastırdığımdan dolayı elim kan olmuştu ve çok kötü bir görüntü oluşturuyordu. "Gel hadi elini yıkayalım, daha fazla öyle durma." Pamir'in sesiyle birlikte hiçbir şey söylemeden peşinden ilerlemeye başladım. Araca ulaştığımızda Pamir aracın bagajından bir şişe su çıkartıp bana doğru döndü. Elindeki şişenin kapağını açtıktan sonra ellerime dökerken ellerimi birbirine sürterek kuruyan kanı temizlemeye çalıştım. Özellikle dikkatle parmağımda yüzüğe bulaşan kanı temizlerken Pamir'in sesini duydum. "Özür dilerim." içten bir şekilde söylediği cümle ile bakışlarımı elimden çekerek ona doğru çevirdim. Gözlerinde hala daha endişeyle harmanlanmış pırıltılar görürken ciddi bir şekilde baktım Pamir'e. "Korkunu çok iyi anlıyorum, hem de o kadar iyi anlıyorum ki seni benden başka kimse anlayamaz bile. Ben seni kaybetme korkusuyla aylarca yaşadım ve hala daha devam ediyorum buna. Ki kaybettim de belli bir süre." dedim duraksayarak. Pamir söylediklerimle sertçe yutkunurken dudaklarımı yalayarak devam ettim. "İnsanın korkuyla neler yapabileceğini de biliyorum. Ama bir daha sakın Pamir, sakın görev başındayken beni azarlamaya kalkma. Bana sesini yükseltme. Baş başayken istediğini söyle ama sakın savcı kimliğimdeyken, emir verdiğim kişiler yanımızdayken bana bağırma. Çünkü istesek de istemesek de burada emir komuta bende." Taviz vermeyecek bir şekilde sözlerimi bitirdiğimde Pamir başını salladı usul usul. "Siz nasıl isterseniz sayın savcım." dediğinde sesindeki imayı sezmiştim. Bunun için gözlerine bakarak tekrar konuştum. "Bunu sana üstünlük taslamak için söylediğimi düşünme lütfen, sadece bu böyle devam ederse ben onların gözündeki otoritemi kaybederim ve bu benim için hiç iyi olmaz." dediğimde Pamir başını salladı. "Anladım, bende sinirimi kontrol etmeyi öğreneceğim. Ama sen olaylara böyle bodoslama dalmaya devam edersen biraz zor olacak." Alaylı bir şekilde söylediği şeyle birlikte derin bir iç çektim. "Sizin kadar olmasa da biz de böyle sahaya çıkıyoruz. Ne yapacaksın?" dediğimde Pamir burnundan sert ve sesli bir nefes vererek güldü. "Sizin kadar olmasa da mı? Emin ol benden daha çok sahaya çıkıyorsun güzelim." dediğinde istemsizce güldüm. Pamir beni kendine çekerek başımı omzuna yaslarken kolumu beline sardım. Bu çok iyi gelmişti. Gözlerimi kapatarak sakinleşirken Pamir saçlarımın üzerine öptü. "Çok korktun değil mi?" dediğinde başımı salladım usul usul. "Korktum ama kahramanların gelip beni kurtaracağını biliyordum." dediğimde Pamir cevap verdi. "Senin kahramanın benim, benden başkası olursa çok bozulurdum." dediğinde gülmeden edemedim. Elimi göğsünün üstüne yerleştirirken parmağımdaki yüzüğe doğru baktım. Hala daha alışabilmiş değildim bu duruma, evlilik meselesi içimi garip yapıyordu. "Bakışlarınızı yüzükten alamıyorsunuz sayın savcım, aklınızdan neler geçiyor?" Pamir'in sözleriyle bakışlarımı yüzükten çekip ona çevirdiğimde yüzündeki serseri gülüşle göz kırptığını gördüm. "Aklımdan neler geçiyor bir bilsen?" ima ile sırıtırken ekledim. "Yakında kocam olacak kişiyi düşünüyorum mesela." dediğimde Pamir öyle mi der gibi kaşlarını kaldırdı. Ardından göz ucuyla arkaya doğru baktıktan sonra yüzüme doğru eğilerek fısıldadı. "Öyle kocam falan deme burada, öpesim geliyor öpemiyorum." İçim eriyerek Pamir'e bakarken genzimi temizleyerek yüzlerimizi birbirinden uzaklaştırdım ve mırıldandım. "Burada işimiz bitti, hastaneye gitmem gerekiyor." diye lafı değiştirdim yoksa konuşmalarımızın sonucu pek iyi bir yere gitmeyecekti. Kollarından çıkarken Pamir'in sesini duydum. "Seni götürelim biz." dediğinde kararsızca baktım Pamir'e doğru. O ise kararsızlığımı anlayarak eliyle aracın içini gösterdi. "Nasılsa tabura gidiyoruz, seninle birlikte inerim bende. Bizimkiler tabura geçer." dediğinde başımı salladım kabullenerek. "Peki madem." dediğimde Pamir ileride bekleyen time doğru seslendi. "Sancak timi! Gidiyoruz." Tim üyeleri birer birer arabaya bindikten sonra bende araca bindim. Bizim için ayrılmış olan ilk sıradaki koltuğa geçip oturduğumda Pamir yanıma geçerek aracın kapısını kapattı. "Savcı hanımla beni hastaneye bıraktıktan sonra siz tabura dönün." dedi Pamir ortadan konuşarak. "Bekleyelim sizi komutanım, oradan gideriz hep birlikte tabura. Sizde arabanızla dönersiniz." dedi Ahmet abi. Onun ardından Taner'in sesini duydum. "Aynen öyle komutanım, hem bizde öğreniriz durumları nasıl." dediğinde Pamir onayladı. "Tamam, öyle istiyorsanız madem." Araç hareket etmeye başlarken telefonumun çalmaya başlamasıyla birlikte bakışlarımı ekrana çevirdim. Başsavcımın aradığını görerek yerimde doğrulup telefonu açtım. "Buyurun savcım?" dediğimde başsavcım cevap verdi. "Devrim savcım iyisiniz değil mi?" dediğinde onayladım. "Ben iyiyim, iki polis memuru yaralandı. Suçlular emniyete götürüldü." dediğimde savcım cevap verdi. " HSK'ye haber verdim, Volkan artık bir savcı değil. Terörist. Avukatta mesleğinden men edilecektir. İfade işini sonra halledersin, evine git dinlen. Çok hırpalandın bugün. " (🌟HSK= Hakimler ve savcılar kurulu) "Emredersiniz savcım." dedikten sonra telefonu kapattım. Koskoca savcı, onuruyla ve gururuyla çalışmak yerine terörle işbirliği yapmıştı. Onun adına ben utanıyordum. Bir insan savcı olsa da içinde o vatan sevgisi, onur, işini iyi ve en doğru şekilde yapma isteği olmayınca olmuyordu. Sohbetler eşliğinde hastaneye vardığımızda abimin kapının önünde bizi beklediğini gördüm. Araçtan indiğim anda abim hızlı adımlarla yanıma gelerek beni kolumdan tuttuğu gibi kendine çekti. Sıkıca bana sarılırken elinin biriyle saçlarımı okşayarak mırıldandı. "Aklımı çıkardın, sen hiç akıllanmayacak mısın be kızım?" Kollarımı sıkıca ona dolarken başımı omzuna yasladım. "Abi, lütfen. Zaten yeteri kadar azar yedim." dediğimde abim aramızdaki mesafeyi çok fazla açmadan beni kendinden uzaklaştırdı. "Böyle olmaya devam ettiği sürece daha çok azar yiyeceksin, ya sana bir şey olsaydı? O zaman ne olacaktı, biz canımızdan can gide gide seni mi bekleyecektik yine bu kapının önünde?" dediğinde Pamir'in sesini duydum. "Allah korusun." "Özür dilerim, size öyle bir şey yaşatmak istemedim." dediğimde abim derin bir iç çekti. "Neyse ki iyisin." dedikten sonra ekledi. "Cenkle diğer polis memurunu ameliyata aldılar." dediğinde başımı salladım. Birlikte içeri girerken ameliyathaneye doğru ilerlemeye başladık. Dakikalar dakikaları kovalarken biz kapının önünde beklemeye devam ediyorduk. Ameliyat devam ediyordu, umuyordum ki ikisi de iyi olacaklardı. Onlara bir şey olursa gerçekten içimdeki suçluluk duygusu beni yiyip bitirirdi. Sandalyelerden birine oturmuş beklerken Pamir bir tarafımda, abimde diğer tarafımda bekliyordu. Kapının açılmasıyla birlikte Işık'ı gördüm. Bize doğru gelirken abimin sesini duydum. "Durumu nedir?" Hepimiz ayaklanıp yanına doğru giderken Işık abime doğru baktı ilk önce. Ardından da bana doğru döndü. "Korkulacak bir şey yok, her şey kontrol altında. Kan transfüzyonu yapıldı. Şimdi durumu iyi, normal odaya alıyoruz." dediğinde merakla konuştum. "Peki diğer hasta?" dediğimde Işık cevap verdi. "Onunda durumu iyi, ameliyat bitmek üzere." "Çok sağ ol." diyerek minnettar bir biçimde ona bakarken Işık küçük bir tebessüm etti. "Ne demek görevim." diyerek yanımızdan uzaklaşırken abimle bakıştılar son kez. Bir abime bir Işık'a bakarken fazla üstelemeden derin bir nefes verdim. İkisi de iyiydi çok şükür. Dakikalar sonra iki hastada ameliyathaneden çıkartılıp odalarına alınırken ailelerine haber verilmişti. Cenk komiserin yalnızca annesi vardı ve o da Sivas'ta idi. Selami'nin ise eşine haber verilmişti. Onlar gelene kadar yanlarına ilgilenmeleri için polis memuru görevlendirmiştim...
◔◔◔ Yazarın anlatımından Işık ve Bora, "Kolunda bir sıkıntı oluşmayacak değil mi?" Devrim merakla karşısındaki kadına bakarken Bora'nın gözü de onunla aynı kişideydi. Doktor Işık hanımda. "Hayır, bir sorun olacağını düşünmüyoruz. Sadece iyileşene kadar bir süre askılık kullanacak o kadar." diye cevap verdi Işık rahatlıkla. Devrim rahat bir nefes verirken Işık tekrar konuştu. "Siz iyisiniz değil mi?" Bakışları ilk önce Devrim'de ardından Pamir'de ve en sonunda daha uzun bir şekilde Bora'da oyalandı. Onları gördüğünde endişelenmişti. "İyiyiz bizde bir sıkıntı yok." dedi Bora hepsinin adına. Işık başını sallayarak onaylarken konuştu. "Burada yapacağınız bir şey kalmadı, sadece birer tane refakatçi gerekiyor." dediğinde Devrim cevap verdi. "Ailelerine haber verildi, gelecekler." dedikten sonra ekledi. "O zaman biz gidelim, ben sık sık uğrarım zaten." "Tabii gelmek isterseniz gelebilirsiniz ama numaram var sizde. Gelemediğinizde ararsanız ben size bilgi veririm." dedi Işık samimi bir biçimde. Devrim tebessüm ederek baktı Işık'a doğru. "Çok sağ olun gerçekten, aylardır bizimle uğraşıyorsunuz." dediğinde güldü. "Olur mu öyle şey, bu benim görevim Devrim hanım." dediğinde Devrim hafifçe kaşlarını çattı. "Hanım demesek artık, sık sık görüşüyoruz. Hem abime Bora derken bana hanım demen biraz bozuluyorum." Devrim ima ile konuştuğunda Işık anlık olarak Bora'ya baktı. Ardından da Devrim'e bakarak cevap verdi. "Peki o zaman Devrim." dediğinde Devrim güldü. "Ha şöyle." dedikten sonra bakışlarını Pamir'e çevirdi. "Biz gidelim o zaman, sizinkilerde beklemesin." Pamir onu onaylarken Devrim abisine doğru döndü. "Hadi abi seni de bırakalım." "Siz gidin abicim, ben gelirim arabam burada." dedi Bora hızlıca. Devrim başını olumlu manada salladı. "Peki." dedikten sonra tekrar Işık'a döndü. "Çok sağ ol tekrardan." dediğinde Işık tebessüm etti. "Ne demek." Devrim ve Pamir el ele yanlarından uzaklaşırken Bora bir süre arkalarından baktı. Işık ise Bora'ya doğru dönerek mırıldandı. " Hayırlı olsun düğün yakın mı?" Bora'yı sinir etmek için söylediği şeyle birlikte Bora'nın bakışları aniden ona doğru döndü. "Yapma Allah aşkına." dediğinde Işık istemsizce güldü. "Kardeşini bu kadar kıskandığını gördüğüm ilk abisin." "Emin ol benden kıskançları vardır, hem ne yapıyorum ki ben sadece bakmak dışında." dedi Bora kendini savunurcasına. Işık ise omuz silkti. "Onu Devrim'e sormak lazım." dediğinde Bora sitemle baktı Işık'a. Işık ise tekrar konuştu. "Burada seni gördüğümde yaralandın sandım, iyisin çok şükür." dedi açık sözlülükle. Bu konuda yarası olduğu için hastanede gördüğü her asker için endişelenirdi ama Bora için biraz daha fazla endişelenmişti. Fakat kendisi henüz bunun farkında bile değildi. Bora küçük bir tebessüm ederken mırıldandı. "Demek endişelendin benim için?" dediğinde Işık bakışlarını kaçırdı. "Yani yanlış ama ben bir doktorum ve her yaralı beni endişelendirir." Bora, Işık'ın verdiği kaçamak cevapla birlikte başını salladı. "Tabii canım, mesleğin gereği." dediğinde Işık'ta başını salladı. "Aynen öyle. "Sen nasılsın?" dedi Bora merakla. Işık aniden aldığı soru karşısında duraksadı ilk önce. Ardından cevap verdi. "İyiyim. Öyle hastalar, nöbetler.." dediğinde Bora düşünceli bir şekilde konuştu. "Sizinki de zor meslek, günlerce nöbet falan." dediğinde Işık tek kaşını kaldırdı. "Bunu söyleyen kişinin asker olması güldürdü." dediğinde Bora omuz silkti. "Her meslek kendi içinde zor sonuçta." "Öyle elbet." dedi Işık onu onaylayarak. Ardından ekledi. "Böyle ayaküstü konuşmayalım istersen, hem sana ısmarlamam gereken bir kahve var biliyorsun." dedi içinden gelerek. Bora ise cevap verdi. "Biz böyle hep hastanede mi kahve içeceğiz?" dediğinde Işık afalladı. Bir süre duraksayarak mırıldandı. "Yani bilmiyorum, başka bir yerde mi içmemiz gerekiyor?" dediğinde Bora omuz silkti. "Sanki hastane sohbet için pek uygun bir yer değil." "Bu bir çıkma teklifi mi üsteğmenim?" dedi Işık tek kaşını kaldırarak. Bora, kızın açık sözlülüğü karışında biran duraksasa da tek kaşını kaldırdı. "Neden olmasın?" dediğinde Işık dudaklarını birbirine bastırdı. Başını olumlu anlamda sallarken cevap verdi. "Haklısın, hastane pek uygun değil. Bende arkadaşlarımla hastanede sohbet etmeyi yeğlemem ama şuan mümkün değil." Bora, Işık'ın tek bir kelimesine takılı kalmıştı. 'Arkadaş' Işıkla tanıştığı ilk andan beri onu arkadaşı olarak görmemişti ki. Onu nereye koyduğunu kendisi de bilmiyordu ama arkadaşı olmadığına emindi. Bu zamana çok fazla tanıdığı kız arkadaşı olmuştu, hiçbirinde de bu şekilde hissetmemişti. O zaman arkadaş değillerdi, bunun ayrımını net bir şekilde yapabiliyordu. Ama Işık'ta durum başkaydı. Bora'ya ilk yaklaşan o olmuştu ama tamamen içgüdüsel bir şekilde yaklaşmıştı. Bora'nın perişanlığında kendini görmüştü. Babasını kaybettiğinde yaşadığı duyguları bildiği için Bora'ya destek olmak istemişti çünkü onun kardeşine olan bağı çok büyüktü. İstemsizce ona destek olma isteğiyle dolup taşmıştı yüreği. Sonrasında bir daha görüşüp konuşacaklarını düşünmemişti. Ama Bora'nın yine desteğe ihtiyacı olsa yine yanına giderdi. Sonra aralarındaki muhabbetin ilerlemesiyle birlikte kendini garip hissetmeye başlamıştı Işık. Bora'nın onunla konuşma çabası içinde olduğunu da görebiliyordu. İnkar edemezdi, onunla konuşmak kendisine de iyi geliyordu. Bora ile şakalaşmak, konuşmak hoşuna gidiyordu ama bir arkadaş olarak. Daha fazlası Işık için biraz zordu. "Ben buraya yeni geldim biliyorsun." dedi Bora durgunca. Ardından ekledi. "Sende yıllardır buradasın, nerede kahve içebiliriz?" dediğinde Işık düşüncelerinden sıyrıldı. Bir süre düşündükten sonra cevap verdi. "Var bildiğim birkaç yer, ben götürürüm seni." dedikten sonra ekledi. "Ama şu aralar olmaz, nöbetim var. Sabahta randevularım dolu." dediğinde Bora başını salladı kabullenerek. "Tamam, sen ne zaman istiyorsan bana haber verirsin. Numaram var nasılsa." dediğinde Işık başını salladı. "Doktor Işık Altınel, doktor Işık Altınel, yoğun bakımdan bekleniyorsunuz." Aniden yapılan anonsla birlikte ikisinin dikkati de sese kayarken Işık hızlıca konuştu. "Benim gitmem gerekiyor, sonra görüşürüz." "Görüşürüz..." Işık hızlı adımlarla uzaklaşırken kısa bir anlığına arkasını dönerek elini kaldırdı selam vermek için. Bora'da elini kaldırıp ona karşılık verdiğinde Işık koşar adımlarla koridoru dönerek gözden kayboldu. Bora iç çekerek koridora baktıktan sonra başka işi kalmadığı için adımlarını çıkışa doğru atmaya başladı...
◔◔◔ Yazarın anlatımından Burçe ve Batuhan, Burçe oturduğu amfide elini yanağına yaslamış bir biçimde vergi hukuku dersini dinliyordu. Daha doğrusu dinlemeye çalışıyordu. Bu hafta vizeleri başlıyordu ve morali bozuktu. Yengesi düğün olduğunu söyleyip onu çağırmıştı, kendisi çok istese bile sınavları olduğu için gidememişti. Hem abisini ve yengesini çok özlemişti hem de bahar geldiği için artık sınavları geçip tatile girmek istiyordu. Aniden telefonunun titremesiyle birlikte irkilirken bakışlarını hocadan çekti ve masanın üzerindeki telefonunu eline aldı. Ekranı açtığında instagramdan bildirim geldiğini görerek üstten bildirime baktı. Gördüğü mesaj bildirimiyle şaşırmadan edemedi. Mesaj abisinin timinden, geçen hafta takip isteğini kabul ettiği Batuhan Ünal'dandı. Telefonun ekranını kapatarak derse odaklanmaya çalıştı.. Ders arasında cevap verecekti. O andan itibaren Burçe mesajı düşünerek dersi bitirdi. Batuhan'ın ne dediğini epey merak ediyordu çünkü. Onunla tanıştıkları için, daha doğrusu birkaç kez konuşma şansları olduğu için isteğini kabul etmişti ama mesaj atacağını hiç düşünmemişti. Ders bitiminde hızlıca telefonunu alarak uygulamayı açtı ve mesajın üstüne tıkladı. Hayırlı Cumalar.. (15.17) Burçe okuduğu mesajı arka arkaya 2-3 defa daha okuduktan sonra kaşlarını çattı. Sonrada yüzünde istemsiz bir gülümseme oluştu. Hayatında ilk defa bu tarz bir mesaj almıştı. Hele ki bir erkekten.. Normalde erkekler çok komik şekillerde, iltifatlarla mesaj atarlardı. Hayırlı cumalar?(15.59) Ama yanlış yere attınız galiba... Burçe'nin cevabıyla birlikte Batuhan anında çevrimiçi oldu. Mesajı attığından beridir içi içini yiyordu Burçe cevap vermeyecek mi diye. Devrim'den aldığı destekle atmıştı ama yine de endişeli hissetmişti kendini. Şimdi ondan geri dönüş aldığına sevinmişti. Ama aldığı cevap karşısında şaşırmıştı. Nasıl yani??( 16.00) Hani bu tarz cuma mesajları, bayram mesajları, kandil mesajları aile gruplarına atılır ya ondan söyledim. Kusura bakmayın ya, ben ne söyleyeceğimi bilemedim. Saçmaladım, siz o mesajı görmemiş gibi yapabilir misiniz? Hayır yapamam.. Güzel mesajdı kabul ediyorum, merak uyandırıyor Batuhan kızın cevabıyla utanarak yüzünü kapattı. Bunu arkadaşlarına söylese eminim ki dalga konusu olurdu. Bu yüzden bunu kimseye anlatmayacaktı. Baştan başlasak olmaz mı? Rahatsız etmiyorum umarım sizi... Hayır, rahatsız etmiyorsunuz elbette.. Burçe ne yazacağını bilemeyerek öylece ekrana baktı. Mesajı atan Batuhan'dı ve atmasının bir nedeni olmalıydı. Neden mesaj attığımı merak ediyor olmalısınız.. Ben öyle herkese mesaj atmam, yani beni öyle biri olarak düşünmemeniz için söylüyorum bunu yani yanlış anlaşılmak istemiyorum. Burçe, Batuhan'ın panik bir şekilde yazdığı cümlelerle istemsizce güldü. Onu yanlış anlamaması için kendini açıklamaya çalışması hoşuna gitmişti. Yanlış anlamıyorum Sadece şaşırdım, mesaj beklemiyordum. Yani daha önce abimin timinden birisi bana mesaj atmamıştı. Yani o cesareti gösteremediler galiba. Böyle bir konuda ilk olduğuma sevindim.. Normalde Türk askeri deyince akla cesaret gelir ama o cesareti gösteremedikleri daha bir hoşuma gitti. Bilse Pamir komutanımın da hoşuna gitmezdi eminim ki. Burçe, Batuhan’ın sözüyle birlikte tek kaşını kaldırdı. Parmakları klavyenin üzerinde dolaşırken gülmeden edemedi. Yalnız senin bana mesaj atmış olmanda Pamir komutanının hoşuna gitmeyecek Bunu biliyorsun değil mi? Burçe’nin sız/siz ekini hiçe sayarak gönderdiği mesajla birlikte Batuhan oturduğu yerden ayağa kalktı. Elini saçlarının arasından geçirerek Burçe’nin mesajını birkaç kez okuduktan sonra cevap yazmaya koyuldu. Evet biliyordu, komutanının hoşuna gitmeyecekti ama Burçe onunla konuşmak isterse komutanını ikna etmek için elinden geleni yapardı. Pamir komutanım ne söylerse söylesin Sen benim mesajıma cevap verdikten sonra benim için gerisi önemli değil Her şeyi göze alarak mesaj attım ben sana, sende bana cevap verdin. Şimdi gelip karşıma dikilse yaptığımı savunurum ve konuşmaya devam edeceğimi söylerim. Batuhan’ın kesin sözleriyle birlikte Burçe şaşırdı. Ondan böyle bir şey beklememişti hiç. Batuhan dışarıdan umursamaz görünen biriydi ona göre. Davranışları, kişiliği, dış görünüşü elbette hoşuna gitmişti. Hakkari’de bulunduğu süre boyunca onunla yan yana olmak için birçok fırsatı olmuştu ama hepsinde de abisi yanında olduğu için kaçamak bakışlar atmakla yetinmişti. Keza Batuhan’da da durum farksız değildi. Zaten bu yüzden komutanının olmadığı bir yerde konuşmak istemişti Burçe ile, onu daha yakından tanımak istemişti ama şartlar ancak mesajlaşmaya izin veriyordu. Konuşmaya devam edeceğiz yani? Eğer sende istersen…(16.15) Burçe duraksadı Batuhan’ın mesajıyla. Kalbi konuşmak için göğsünü delercesine çırpınıyordu ama beyni konuşmaması için ısrar ediyordu. Bu zamana kadar bir erkekle bu şekilde konuşmamıştı ve bunun doğruluğu hakkında emin değildi. Bütün bunların dışında bazı korkuları vardı, abisinin görevi gidişi bir tek yengesinin psikolojisini etkilememişti. Burçe’de etkilenenlerden biriydi. Bir gün yengemin yaşadığı şeyi yaşarsam bununla onun gibi baş edebilir miyim diye düşünmeden edemiyordu ve cevabı hep ben onun yaşadığını yaşasam deliririm şeklinde oluyordu. Öteki tarafta Batuhan kız birkaç dakikadır cevap vermediği için gerilmişti. Dikkatle telefona bakarken ondan bir mesaj gelmesi için sabırsızlanıyordu. Konuşmak istemezsen hiç sorun değil (16.19) Sadece seni tanımak istiyorum Burçe, öylesine yazmadım sana. Birbirimizi tanırız, Eğer konuşmak istemezsen seni bir daha rahatsız etmem. Batuhan seninle açık konuşacağım... (16.21) Batuhan aldığı mesajla daha da gerilirken komodinin üzerindeki su bardağına uzanarak eline aldı ve birkaç yudum içti. Reddedilmekten korkuyordu. Bu zamana kadar ailemin arkasından da abimin arkasından da iş çevirmedim ben Gerçi abim göreve gittikten sonra pek fazla vakitte geçirmedik onunla Hayatım hep askerlerin içinde geçti, bunun ne demek olduğunu çok iyi biliyorum, görev ne demek, vatan ne demek babamdan çok abim sayesinde anladım bunu ve bazı korkularım var.. Sen bana açık oldun, seni tanımak istiyorum dedin benim de sana açık olmam lazım…Sana umut verip sonradan arkamda bırakmak istemem. Bunu hak etmiyorsun hiç Emin ol bende seni tanımak isterim, zaten mesajlarından bile beni bir şeyler için zorlamayacağını gösteriyor, yanlış anlamamam için kendini açıklıyorsun bunlar gerçekten çok güzel şeyler Ama biraz önce söylediğim gibi ben korkularımla baş edebilir miyim bilmiyorum… Batuhan mesajları okurken kaşları hafiften çatıldı. Mesaj atmadan önce böyle bir şeyle karşılaşabilme ihtimali olduğunu biliyordu. Devrim’in haline yakından şahit olmuş biri olarak Burçe’de de böyle düşünceler olduğunu tahmin etmişti ama kendini teselli etmişti belki de beklediği şekilde olmayacağı konusunda. Şimdi Burçe’nin sözleriyle kalbi hayal kırıklığı ile dolmuştu. Beni tanımak isterdin ama sorun asker olmam, doğru anladım değil mi? Burçe okuduğu mesajla birlikte kaşlarını çattı ve hızlıca cevap yazmaya koyuldu. Hayır, sorun senin mesleğin değil. Ben gurur duyuyorum böyle bir mesleğin olduğu için Sorun tamamen benim, benim psikolojimin böyle bir şey için uygun olmadığı Seni sıkarım ben Batuhan, Abimin açtığı yara hala daha içimde dururken, ben korkularımla baş edemezken seni bunaltırım. Bunları düşünmeden mi mesaj attım sanıyorsun sana? Burçe her şeyin farkındayım ben, Yaşadıklarını hayal edemiyorum, acını tahmin edemiyorum belki ama sana yardım ederim, belki birlikte atlatırız Sana söz veremem hep yanında olacağım konusunda ama elimden geleni yaparım, korkularının geçmesinde yardımcı olurum Eğer yine istemezsen beni kabulüm, bir daha yazmam, aramam, sormam... Sen ne istersen o olur Batuhan büyük bir samimiyetle göndermişti mesajı. Pes etmek ona yakışmazdı. Elinden geleni yapacaktı ama onu istemeyen birini de ikna edemezdi. Burçe kabul etse, belli bir süre konuşsalar aralarında bir şeyler olacağına emindi. Yüz yüze olmasalar da bunu göze almıştı Batuhan, Burçe kabul ettiği sürece her şeye tamamdı. Ama Burçe için işler öyle değildi. Kimseyi kendi yaralarıyla uğraştırmak istemiyordu. Kimsenin bunu hak etmediğini düşünüyordu. Abisi, yengesinin yarasını sarmaya çalışıyordu çünkü bu yaranın muhatabı oydu. Ama Batuhan, Burçe’nin içindeki yaranın muhatabı değildi. Başkasının açtığı yarayı kapatmak ona düşmezdi. Batuhan bunun için gönüllü olsa da Burçe bu kadar acımasız olamazdı. Onu tüketmekten korkardı. O da annesi gibi psikolojik destek alıyordu ama tamamen kendini iyi hissetmeden kimseyi üzmek istemiyordu. Düşüncelerin, çaban o kadar güzel ki… Ama bende senin gibi bir yürek, senin gibi bir cesaret yok Hem seni üzmek istemiyorum hem de kendimi yıpratmak istemiyorum Bu kadar düşünceli olduğun için teşekkür ederim… Burçe mesajlaşma ekranından çıkarak büyükçe yutkundu. Ciğerlerine titrek bir nefes çekerek masasının üzerindeki sudan bir yudum içti. Belki de hayatındaki en kötü kararı vermişti ama o an için ona en doğru karar bu gibi gelmişti. Tamam… Sen nasıl istersen öyle olacak Burçe gelen mesajı üstten okuduktan sonra derin bir iç çketi. Kendini kötü hissediyordu. Ona böyle yaklaşan, incitmemeye çalışan, yardım etmeye çalışan kişiyi kendinden uzaklaştırmak canını sıkmıştı ama yapması gereken buymuş gibi hissetmişti. Batuhan ise son mesajını attıktan sonra bir süre ekrana bakmıştı. Aldığı ret içine oturmuş, canını sıkmıştı. Büyük bir umutla attığı mesajın sonu hüsranla bitmişti… ◔◔◔ 4 gün sonra... Devrim Akyol'un anlatımından, Günlerden cumartesiydi ve ben yine hafta sonu olup olmadığını umursamadan adliyede almıştım soluğu. Yapılacak çok küçük işler vardı adliyede, onları halletmiştim. Pazartesi iş başı yaptığımda direkt olarak emniyete geçip Berfin ve Volkan'ın sorgularını yapmak istiyordum çünkü. Öğleye kadar iddianameyi yazmıştım, sonra da Cenk komiseri ve Selami'yi ziyaret etmiştim. Şimdi arabanın içinde eve gidiyordum. Pamir'i arayıp bir şeyler yapalım mı diye sormak istemiştim ancak telefonunu açmamıştı. Bugün tabura gitmeyeceği için uyuduğunu düşünerek üstelememiştim ama saat öğleni geçtiği için biraz endişeliydim. Attığım mesajlarda öylece duruyordu. Sıkıntılı bir nefes vererek camdan dışarı bakarken telefonumun çalmasıyla birlikte hızlıca ekrana baktım. Ancak aramasını istediğim kişi aramıyordu. Derin bir nefes alarak telefonu açtıktan sonra kulağıma götürdüm. "Efendim?" dediğimde Halide hanımın sesini duydum. "Devrim, nasılsın kızım?" dediğinde cevap verdim. "İyiyim sağ olun Halide hanım, siz nasılsınız?" dediğimde Halide hanımın bir süre duraksadığını fark ettim. Aylar önce bana davranışıyla şimdi davranışı çok farklıydı. O da psikolojik tedavi görüyordu ve bu işe yaramışa benziyordu. Öyle çok sık aramasa da arada sırada arıyordu beni. Bense bu zamana kadar hiç aramamıştım onu. "İyiyim bende yavrum, Pamir'i aradım ama açmadı. Senin yanında mı?" dediğinde içime tekrardan bir sıkıntı düştü. Pamir neden bakmıyordu telefonlara? Benim mesajıma dakikalar içinde dönerdi o. "Benim yanımda değil, eve geçtiğimde mutlaka yanına uğrayacağım. Size söylerim aramasını." dediğimde Halide hanımın onaylayan sesini duydum. "Tamam kızım sağ ol. Ben seni tutmayayım o zaman, Allah'a emanet ol." "Sizde." diyerek telefonu kulağımdan indirdim. Neden aramıza böyle bir soğukluk sokmuştu ki? Gerçekten onunla böyle olmak beni üzüyordu. Ama söylediklerini de hiçe sayamazdım. Onunla tekrar iyi olsam bana yine aynı şeyleri yapmayacağının garantisi yoktu. Araç lojmanın önünde durduğunda Mesut'a teşekkür ederek araçtan indim. Hızlı adımlarla oturduğumuz kata çıktıktan sonra Pamir'in oturduğu evin kapısını çaldım. Bir süre kapının açılmasını bekledikten sonra kapı açılmazken tekrar kapıya vurdum. İçimi bir panik duygusu ele geçirirken hızlıca telefonumu cebimden çıkartıp Hakan'ın numarasını tuşladım. Telefon birkaç kere çalarken evden ses gelmemesi ile Hakan'ın evde olmadığını anlarken Hakan'ın sesini duydum. "Efendim Devrim?" dediğinde hızlıca konuştum. "Hakan, Pamir yanında mı?" telaşlı bir şekilde sorduğum soruyla birlikte Hakan'ın sesini duydum. "Hayır, ben bankaya gitmiştim. Pamir evdeydi en son. Telefonunu açmıyor mu?" dediğinde itiraz ettim. "Ne telefonu, evin kapısını bile açmıyor." dediğimde Hakan sıkıntılı bir nefes verdi. "Tamam ben birazdan geliyorum. Anahtarla girip bakarız." Hakan'ı onaylamıştım ama onun gelmesini bekleyemezdim. Hele ki benim mesajıma anında dönen, evimin kapısı açılsa benden önce duyan adamın kapı sesini duymaması imkansızdı. Bir şey olmasından korkuyordum. O yüzden çilingir çağıracaktım. Kapıyı tekrardan çalıp açılmasını beklerken telefondan çilingirin numarasını bulmaya çalıştım. Kapının açıldığını duyduğumda derin bir nefes vererek sinirle konuştum. "Neredesin Pamir sen!? Öldüm meraktan." diyerek başımı kaldırdığımda bakışlarım Pamir'in solgun yüzüne takıldı. Üzerinde de kalın bir sweatshirt vardı. "Devrim.." diye tarazlı ve boğuk bir sesle konuşurken ela gözlerini kısmış bana bakıyordu. "Aklımı çıkardın ah be Pamir.." dedikten sonra hiç beklemeden içeri girdim. Kapıyı arkamdan kapatırken parmak uçlarımda yükselerek elimi Pamir'in alına yasladım. Hissettiğim sıcaklıkla birlikte konuştum. "Çok ateşin var senin." "Çok üşüyorum, boğazımda acıyor." Pamir'in masum masum konuşmasına karşılık içimde büyük bir şefkat duygusu oluştu. "Kıyamam ben sana, gel hadi odana gidelim." diyerek elini tuttum. Onu çekiştirerek odasına götürürken Pamir itiraz etmeden peşimden geliyordu. Odasına girdiğimizde elimi sweatshirtin ucuna götürerek çıkarmak için hamle yaptığımda Pamir'in elini elimin üzerinde hissettim. "Çıkarma." dediğinde endişeli bir şekilde mırıldandım. "Ama çok ateşin var, çıkarmamız lazım. Böyle havale geçireceksin. Hem de bir duşa sokmamız lazım seni." dedim telaşla. Pamir ısrarla başını iki yana salladı. "Hayır.." Neden böyle bir şey söylüyordu anlamıyordum. "Benden utanmıyorsun değil mi?" dedim hafifçe kaşlarımı çatarak. Benden utanması çok saçmaydı, ben onun karısı olacaktım yakında. Pamir'in itirazını dinlemeden sweatshirtin ucundan tuttum ve çıkarmak için kaldırdım. Pamir halsiz olduğu için beni engellemedi ama başını geriye doğru atarak gözlerini kapattı. Sweatshirti çıkarttığım da ilk önce gözüme boynunda asılı olan ikili künye çarptı. Pamir Arslan A Rh(+) Daha künyesinden gözlerimi alamadan sol göğsündeki yara yutkunamama neden oldu. Elimdeki sweatshirt yeri boylarken bakışlarımı vücudundan çekemedim. Gözlerim anında dolmaya başladığında elimi göğsüne doğru götürdüm. Canını acıtmaktan korkarcasına parmak ucumla yara izinin üzerine dokunduğumda zorlukla mırıldandım. "Sana ne yaptılar böyle..." Sol göğsünün üzerinde tam dört tane iz vardı. Yanık izi olduğu çok belliydi, ateşte kızdırılmış bir şeyle dağlamışlardı belli ki. Onun acısını kalbimde hissederken Pamir'in kısık sesini duydum. "Acımıyor, geçti gitti." dediğinde yutkunamadım. Çok acımıştı, bundan o kadar emindim ki. Bunu göreve gittiğinde mi yapmışlardı? O kadar canım yanıyordu ki, hıçkırarak ağlamak istiyordum ama bunu şimdi yapmayacaktım. Pamir'in ateşi vardı ve düşürülmesi gerekiyordu. Elinden tutarak onu banyoya doğru götürdüm ve duş kabinin içine soktum. Direkt olarak suyu açtığımda Pamir üzerine gelen ılık su ile sıçradı. Bu ona iyi gelecekti. Su üzerine gelirken Pamir dişlerini sıkarak suyun altında kaldı bir süre. Sudan kaçınarak elimi alnına koyup ateşinin düşüp düşmediğini anlamaya çalıştığım sırada Pamir aniden belimden tutarak beni kendine doğru çekti ve bedenlerimi birbirine yapıştırdı. Aniden yaptığı bu hareketle irkilip bağırdım. "Ya Pamir!" Su başımdan aşağı akarken Pamir tek gözünü açarak bana baktı. "Beni bu suyun altında yalnız bırakman büyük hataydı." Elimi çıplak göğsüne yaslarken Pamir önüme doğru gelen saçlarımı geriye doğru götürerek direkt olarak yüzüme baktı. Üzerimdeki beyaz gömlek bir güzel ıslanırken dudaklarımın arasından sıkıntılı bir nefes verdim. "Ateşin düşmüştür." dediğimde Pamir dişlerinin arasından cık sesi çıkardı. "Aksine daha çok yanıyorum. Ateşim yükseldi bence." diyerek dudaklarıma bakarken duyduğum sözle gözlerim kocaman aralandı ve elimle omzuna vurdum. "Senin hasta olduğuna emin miyiz biz? Aklın fikrin nerede tövbe tövbe." Kollarından ayrılarak suyu kapattıktan sonra mırıldandım. "İyisin sen belli, hadi çık artık." dedikten sonra kendim çıktım duş kabinin içinden. Kapının arkasında asılı duran bornozlara bakarken Pamir mırıldandı. "Mavi olan benim." dediğini alarak ona doğru uzattığımda Pamir ekledi. "Sende kendine havlu al dolaptan." Pamir bornozu üzerine giyerken bende dolaptan havlu alarak üzerime sardım. Ardından Pamir'e doğru yaklaşarak elimi alnına yasladım. Ateşi düşmüştü gerçekten. "Ateşin düşmüş, ben sana bir çorba yaparım bir de ilaç alırsın bir şeyciğin kalmaz." dediğimde Pamir elimden tutarak beni odasına doğru götürdü. Merakla ona bakarken Pamir dolabını açarak siyah bir tişört çıkardı. Tişörtün katını açarak üzerime doğru tutarken mırıldandı. "Bu yakışır sana." diyerek tişörtü elime tutuşturduğunda konuştum. "Aslında ben eve geçip değiştirebilirim üzerimi." dediğimde Pamir baştan aşağı üzerimi süzdü. "Bu halde mi gideceksin?" dedikten sonra ekledi. "Bora görürse hiçbir şey açıklayamazsın artık." Abimin tepkisi gözlerimin önüne gelirken başımı iki yana salladım hızlıca. Gerçekten o görürse her şey beter olurdu. "Tamam o zaman ben bunu giyeyim." diye kabullenirken Pamir eliyle çekmecelerden birini gösterdi. "Şuradan ihtiyacın olan şeyleri alırsın." dedi elini ensesine atarak. Ardından hızlı bir şekilde kendine kıyafet alarak odadan çıktığında arkasından baktım bir süre. Bana gösterdiği çekmeden açılmamış çamaşır alarak giydikten sonra üzerime Pamir'in tişörtüne giydim. İçimde sutyen yoktu ama o beni daha öncede öyle gördüğü için şimdilik sorun yoktu. Ama Hakan gelirse pek hoş olmazdı. Odadaki aynadan kendime bakarken tişörtün yakası omuzlarımdan birini açığa çıkardığını gördüm. Zaten dizlerimin bir karış üzerine denk geldiği için gayet güzel duruyordu. Odadan saçlarımı kurulayarak çıktığımda Pamir'in telefonda konuştuğunu duydum. "Ben iyiyim, hı hı Devrim yanımda. Sen işlerini hallet mümkünse de bir süre gelme." dediğinde Hakan ile konuştuğunu anlayarak salona doğru ilerledim. Kapıdan içeri girdiğim anda Pamir'in bakışlarını üzerimde hissederken ağzının hafiften açıldığını gördüm. Gözleri tüm vücudumda dolaşırken dört parmağını baş parmağı ile birleştirerek aşağı yukarı salladı ve dudaklarını kımıldattı. "Çok yakışmış." dediğinde sırıttım. Birbirimize bakarken Pamir aniden irkilerek telefona doğru konuştu. "Buradayım lan nereye gideceğim? Duydun sen beni. Acele etme." Pamir'e gülerken elimle mutfağı işaret ettim. O bakışlarıyla beni onaylarken hızlı bir şekilde mutfağa geçerek Pamir için çorba pişirmeye başladım. Annemden öğrendiğim gibi çorbayı yaparken aklıma gelen şeyle birlikte kapıya yöneldiğim sırada Pamir'in kapıda dikildiğini görerek elimi kalbime yasladım korkuyla. "Pamir ya ödüm patladı!" dediğimde Pamir güldü. "Gülme ya, sen beni korkutmaktan zevk mi alıyorsun?" diye sitemle konuşurken Pamir başını iki yana salladı. "Korkutmaktan değil seni izlemekten zevk alıyorum." İster istemez gülümserken mırıldandım. "Annen aradı ben buraya gelirken, seni merak etmiş. Ara istersen." dediğimde Pamir başını salladı. Biraz önce korkuyla ona doğru odaklanamazken üzerinin çıplak olduğunu görerek yutkundum. Vücudu gerçekten çok güzeldi, karın kasları insanı etkileyecek cinstendi ama göğsündeki yara benim ona odaklanmamı engelliyordu. "Bakma..." dedi Pamir içi giderek. Ardından ekledi. "İşte bu yüzden çıkarmak istemedim. Üzüleceğini biliyordum ama hepsi geride kaldı." dediğinde ona yaklaştım birkaç adımda. Pamir elini direkt olarak belime sararken elimi yaranın üzerine götürdüm. "Çok acıdı mı?" diye fısıldarken Pamir dürüstçe cevap verdi. "İlk anda çok acıdı kabul ama şimdi hiç acımıyor." dediğinde alttan alttan yüzüne baktım. Ardından hiç beklemeden dudaklarımı yaranın üzerine bastırdım ve uzun bir süre öptüm. Pamir benim yaralarımı öperken kendimi hep daha iyi hissetmiştim. Şimdi o da iyi hissetsin istiyordum. Ben o geldiğinde onu çok hırpalamıştım, onun yaşadıklarını hiçe saymıştım şimdi onu daha iyi anladıkça pişman oluyordum. Pamir bu hareketimle birlikte kasılırken belimdeki elini sıkılaştırdı. Usulca başımı kaldırıp gözlerine baktım. Büyük bir yoğunlukla gözlerime bakarken yutkundu. Yutkunmasıyla birlikte hareketlenen adem elmasına bakarken içimin gittiğini hissettim. "Ben annemi arayayım o zaman." Pamir'in sesiyle birlikte düşüncelerimden sıyrılırken eli belimden ayrıldı. "Bende çorba yapıyordum zaten." diyerek tezgaha yöneldim. Sıcak mı basmıştı ne? Çorbayı ocağa koyarken Pamir'in sesini duydum. "Evet iyiyim anne, Devrim yanımda." dedikten sonra bir süre bekledi. Ardından devam etti sözlerine. "Çorba yapıyor, aleyküm selam. Sende babamlara selam söyle." dedikten sonra telefonu kapatarak bana yöneldi. "Selamı var." "Aleyküm selam." dedikten sonra ona doğru döndüm. "Hadi uzan sen, dinlen." dediğimde Pamir omuz silkti. "İyiyim şimdilik, birazdan uzanırım." dediğinde üstelemedim. İlk geldiğim ana göre gerçekten iyi duruyordu. "Sen bugün işe mi gittin?" Pamir'in meraklı bir şekilde sorduğu soruyla birlikte başımı salladım. "Evet, yapılması gereken küçük bir şey vardı. Onu hallettim. Bir de Cenkleri ziyaret ettim." dediğimde Pamir iç çekti. "İşkolik sevgilim benim." dediğinde göz ucuyla ona baktım. "Ama ne yapayım, yetişmesi gerekiyordu." Pamir iflah olmazsın bakışı atarken önüme döndüm ve çorbayı karıştırdım. Kısa süre sonra çorbanın pişmesiyle birlikte ikimize de birer kase çorba koyarak masaya ilerledim. Pamir masaya geçip otururken bende karşısına geçtim. Birlikte çorbalarımızı içerken Pamir'in sesini duydum. "Ellerine sağlık, bayağı güzel olmuş." dediğinde gülümsedim. "Afiyet olsun." Ardından aklıma gelen şeyle ekleme yaptım. "Sen nereden kaptın şifayı? İyiydin." dediğimde Pamir yüzünü buruşturdu. "Kesin Hakan'dan bulaşmıştır." dediğinde güldüm. "Her suçu da ona atma canım." "Ben gerçekleri söylüyorum bir kere." diye sitemli bir şekilde konuşurken başımı salladım. "Tabii öyle." dediğimde Pamir sessiz kalarak çorbasının kalan kısmını bitirdi. "Koyayım mı biraz daha?" dediğimde başını iki yana salladı. "Yok güzelim doydum, eline sağlık tekrardan." dediğinde cevap verdim. "Hadi bakalım o zaman direkt yatağa, uyuyup dinlen biraz." Kendi çorbamın son kaşığını alıp ayağa kalkıp tezgaha ilerlerken Pamir konuştu. "Sende gel benimle." dediğinde elimle bulaşıkları işaret ettim. "Şunları yıkayayım, gelirim." dediğimde Pamir omuz silkti. "Onları sonra yaparız, boş ver." Bir cevap vermemi beklemeden hafifçe eğilip kolunu çıplak bacaklarıma sararak beni omzuna doğru aldığında omzunda baş aşağı bir şekilde durarak sıkıca beline doğru tutundum. "Ya ne yapıyorsun!" diye yakınırken Pamir cevap verdi. "Yatağa götürüyorum seni." dediğinde güldüm. "Sen hasta değilsin var ya, beni kandırıyorsun resmen. Hasta halinle neden taşıyorsun beni?" dediğimde Pamir bir yandan yürürken bir yandan da cevap verdi. "İyileştim ben, doktorum iyileştirdi beni." Odaya geldiğimizde direkt olarak yatağın üzerine beni bırakırken kendisi direkt olarak diğer tarafıma geçerek uzandı. Koluyla belimden tutup beni kendine çekerken sıkıca sarıldı. Bu temasına karşılık mırıldandım. "Bende hasta olmazsam iyidir." dediğimde Pamir açık olan omzuma dudaklarını bastırarak öptükten sonra cevap verdi. "Bende senin doktorun olurum, iyileştiririm seni. Olmaz mı?" dediğinde gülümsedim. "Olur ama hasta olmamayı yeğlerim." Birbirimize sarılırken kokusundan ya da üzerimdeki yorgunluktan mı anlamadığım bir şekilde gözlerim kapanmaya başlamıştı. Ne yalan söyleyeyim onunla uyumayı seviyordum. Dinlendiğimi hissediyordum. Bu ikimize de iyi geliyordu... ◔◔◔ Yazarın anlatımından Sinem ve Hakan, Sinem üzerindeki yeşil tonlarının hâkim olduğu çiçekli, eteği katlı, göğüs dekolteli elbiseye aynadan bakarak dikkatle incelemeye başladı. Devrim adliyede olduğu için canı sıkılmıştı ve havanın güzel olmasını fırsat bilerek alışverişe çıkmıştı. Aynanın önünde yan dönerek elbisenin duruşuna baktıktan sonra almaya karar vererek üzerini değiştirmek için kabine doğru ilerledi. Üzerini değiştirdikten sonra kabinden çıkarak elbisenin ücretini ödedikten sonra mağazadan çıktı. Yavaş adımlarla diğer mağazaların vitrinlerinde gezerken bir kitap mağazasından çıkan Hakan’ı gördü. Bu aralar onunla çok fazla tesadüf ediyorlardı. Yine de onu görmezden gelmeyerek seslendi. “Hakan?” Hakan kendi ismini duyduğunda direkt olarak sesin yere doğru çevirdi bakışlarını. İsmini seslenen kişinin Sinem olduğunu sesinden anlamıştı ve epey şaşırmıştı. Çünkü onun evde olduğunu düşünmüştü. “Sinem?” diyerek merakla ona bakarken Sinem birkaç küçük adım atarak ona yaklaştı. “Selam.” “Selam.” Dedi Hakan küçük bir tebessümle. Ardından elindeki poşeti işaret ederek konuştu. “Alışveriş yapıyordun galiba.” Dediğinde Sinem başını salladı ve onun gibi poşeti işaret etti. “Sende alışveriş yapıyordun galiba.” Dediğinde Hakan onayladı. “Evet, bankada işim vardı. İlk önce onu hallettim sonra da kitap falan alayım dedim. Öyle.” “Anladım.” Dedi Sinem başka hiçbir şey söylemeden. Ardından aklına gelen şeyle birlikte konuştu. “Nasıl oldun? İyisin umarım.” Dediğinde Hakan küçük bir tebessüm etti. “Çorba iyi geldi, çok daha iyiyim.” Dediğinde Sinem’de istemsizce gülümsedi. “Afiyet olsun.” Hakan kolundaki saate doğru bakarken Sinem üstüne alınarak hızlıca konuştu. “İşin vardı galiba senin, ben seni daha fazla tutmayayım.” Dediğinde Hakan hızlıca engelledi Sinem’i. “Hayır, işim yok. Pamir eve gelme dedi, nasıl vakit geçirsem onu düşünüyordum.” Deyip duraksadıktan sonra çekinerek ekledi. “Eğer senin de işin yoksa bir yerlerde oturalım. Yani tabii sende istersen.” Sinem, Hakan’ın teklifiyle birlikte afalladı. Cep telefonunu çıkartıp saate bakarken tekrardan Hakan’ın sesini duydu. “Devrim, Pamir’in yanında.” Dediğinde Sinem kaşlarını çattı. “Ondan Pamir sana gelmedi dedi.” Dediğinde Hakan başını sallayarak onayladı. “Bende bizimki adliyede sanıyorum, ayakta uyutuyor beni.” Diye sitemle söylendikten sonra Hakan’a bakarak cevap verdi. “Tamam o zaman, gidelim hadi.” Yan yana ilerlerken Hakan eliyle kafelerden birini işaret etti. Sinem ise işaret ettiği kafeye bakarak onu onayladı ve birlikte oraya doğru ilerlediler. İçeri girdiklerinde cam kenarında bir masaya geçip oturdular. Yanlarına gelen garsona bir çay ve bir kahve siparişi verdikten sonra Sinem konuşacağı sırada telefonunun çalmasıyla birlikte ekrana baktı. Annesinin aradığını görerek hevesle telefonu açıp kulağına götürdü. “Efendim annecim?” dedikten sonra annesi Olcay hanımın cevabını dinledi Sinem. “İyiyim, şimdi bir arkadaşımla kahve içiyorum.” Dediğinde Hakan ile bakışları buluştu. Hakan bakışlarını Sinem’den çekerek masaya doğru indirirken Sinem konuşmaya devam etti. “Devrim, Pamir’in yanında.” “Burada havalar güzel sayılır, Manisa nasıl?” dedi Sinem merakla. Annesi cevap verdiğinde gülümsedi. “Özledim oraları, belki yazın gelirim.” Camdan dışarı bakarak annesiyle konuşmaya devam ederken Hakan kaçamak bir biçimde Sinem’i izlemeye devam ediyordu. “Tamam annecim, babama selam söyle. Bende sizi öpüyorum.” Telefonu kapatıp masaya koyarken küçük bir tebessümle konuştu Sinem. “Kusura bakma, annem arıyordu. Açmasam merak ederdi.” Dediğinde Hakan başını iki yana salladı. “Ne kusuru, bilirim.” Dedikten sonra ekledi. “Ailen Manisa’da mı yaşıyor?” dediğinde Sinem başını olumlu anlamda salladı. “Evet, Manisalıyız biz. Ama orada pek fazla yaşamadım. Babamın mesleği gereği sürekli başka yerler gezdim.” Hakan ilgiyle Sinem’i dinlerken merakla konuştu. “Baban öğretmen falan mı?” dediğinde Sinem güldü. “Hayır, aslında yabancısı olmadığın bir mesleği var. Asker.” Dediğinde Hakan şaşırdı. “Gerçekten mi?” diye sorduğunda Sinem hafiften kaşlarını çattı ama yüzündeki gülümsemesi silinmedi. “Buna neden bu kadar şaşırdın?” diye sorduğunda Hakan omuz silkti. “Bilmem, hiç öyle olacağını düşünmemiştim. Devrim’in babasını falan biliyordum ama senin babanın hiç ismi geçmeyince.” “Sende haklısın öyle konuşma fırsatımız olmadı sonuçta.” Dedi Sinem anlayışla. Ardından merakla konuştu. “Peki seninkiler?” Hakan cevap vereceği sırada garsonun siparişlerini getirmesi ile duraksadı. Garsona teşekkür ettikten sonra Sinem’in sorusunun cevabını verdi. “Benimkiler İzmir’de. İzmirliyiz zaten biz.” Sinem, Hakan’ın cevabıyla birlikte hevesle konuştu. “İkimizde Egeliymişiz desene. Ortak bir nokta bulduk şükür.” Dediğinde Hakan tek kaşını kaldırdı. “Ortak bir nokta mı arıyorduk?” Hakan serseri bir gülüşle Sinem’e bakarken Sinem ilk önce afalladı. Ardından kahvesinden bir yudum içerek karşısında oturan Hakan’a baktı. “Ortak bir nokta aramıyorduk ama sürekli birbirimize çatıyoruz, belki ortak noktalarımız olursa adam akıllı konuşuruz.” Dediğinde Hakan güldü. “Ateşkes ilanı mı bu?” dediğinde Sinem gözlerini kıstı. “Şimdilik öyle olabilir ama tersime hareket ettiğin sürece ateşkesi bitirebilirim haberin olsun.” “Uyarınız alınmıştır Sinem Hanım hiç merak etmeyin.” Dedi Hakan gülümsemeye devam ederken. Sinem saniyelik olarak Hakan’ın gülüşüne takılsa da bakışlarını ondan çekti ve dışarı doğru çevirdi. Ardından aklına gelen şeyle birlikte tekrardan Hakan’a dönerek konuştu. “Senin baban peki, o da mı asker?” dediğinde Hakan başını iki yana salladı. “Hayır, bilgisayar mühendisi.” Sinem şaşkınlıkla Hakan’a bakarken Hakan göz kırparak başını iki yana salladı. “Beklemiyordun galiba.” Dediğinde Sinem onayladı. “Ne yalan söyleyeyim beklemiyordum. Genelde tanıdığım çoğu kişi babasından görüp asker oluyor.” Dediğinde Hakan buruk bir tebessüm etti. “Ben babamdan değil, dayımdan gördüm. Dayım askerdi.” Dediğinde Sinem, Hakan’ın getirdiği ‘di’ ekine takılmıştı. Aklına gelen ihtimal ile durgunlaşırken Hakan devam etti sözlerine. “Jet pilotu Üsteğmen Egemen Güçlü, 2017 yılında şehit düştü.” Sinem duyduğu sözlerle içinin acıdığını hissederken mırıldandı. “Başınız sağ olsun.” Dediğinde Hakan direkt Sinem’in gözlerine baktı. “Vatan sağ olsun, sen sağ ol.” Birbirlerine bakarlarken Hakan bakışlarını ondan çekip devam etti sözlerine. “İşte dayım şehit olduğunda ben zaten üniversitedeydim. Ona hayrandım, onun gibi havacı olmak istemiştim ilk önce ama nasip karacı olmakmış.” Diye açıklama yaparken Sinem dikkatle dinlemeye devam etti onu. “Havacı, karacı, denizci fark etmez sonuçta hepiniz vatan için canınızı ortaya koyuyorsunuz.” Demeden edemedi gururla. Hakan onu onaylarken aralarında bir sessizlik oluştu. Hakan ortamdaki hüzünlü havayı dağıtmak için genzini temizleyerek konuştu. “Bu aralar Devrim biraz işine gömüldü, sen yalnız kaldın değil mi?” dediğinde Sinem derin bir iç çekerek başını salladı. “Evet, çok işkolik bir arkadaşım var ama sende biliyorsun acılarına gömülmemek için bunu yapıyordu. Şimdi de alışkanlık olarak kaldı.” Dedikten sonra ekledi. “Bora abimde taburda oluyor genelde, en azından o olsa beni güldürüyordu.” Hakan, Bora’nın isminin geçmesiyle birlikte gerilirken bunu belli etmedi. Sinem ise devam etti sözlerine. “Ama bende buraya alışmaya başladım, arada böyle çıkıp gezerim.” Dediğinde Hakan başını salladı. “Bora çıkartır işi olmadığında belki, gerçi o da yeni geldi buraları pek bilmiyordur.” Dediğinde Sinem cevap verdi. “Bilmiyor ama yine de vakit geçirecek bir şeyler buluyoruz biz.” Hakan belli belirsiz onaylarken aklına gelen şeyle birlikte tereddütle baktı Sinem’e. Söyleyip söylememek arasında kalırken mırıldandı. “Madem sıkılıyorsun sende düğüne gelsene.” Dediğinde Sinem şaşkınlıkla baktı Hakan’a. Devrim teklif etmişti ama Sinem çoğu kişiyi tanımadığı için reddetmişti. “Yani sonuçta ben davet edilmedim, aslında Devrim’de söyledi ama bilmiyorum.” Dediğinde Hakan küçük bir tebessüm etti. “Ben davet edildim ve bence sende benim davetlim olarak katılabilirsin.” Dediğinde Sinem bakakaldı Hakan’a. “Bilemedim ki nasıl olur?” dediğinde Hakan cevap verdi. “Güzel olur bence, sende yalnız kalmamış olursun.” Sinem bir süre kararsız kalarak düşündü. Evde kalmaktansa düğüne gitmek eğlenceli olabilirdi ama Hakan’ın davet etmesi onu şaşırtmıştı. Ondan böyle bir şeyi hiç beklememişti. Gerçi Hakan bu aralar onu şaşırtacak şeyler yapmaya devam ediyordu ve Sinem’de beklemediği şekilde ona karşı iyi davranıyordu. “Tamam o zaman, madem davet ettin.” Dedi Sinem çekinerek. Hakan aldığı cevapla tatmin olurken başını salladı. “Süper, eminim herkes hâkime hanımı aralarında görmekten mutluluk duyar.” Dediğinde Sinem tebessüm etti. Hakan’a karşı biraz daha ısındığını hissediyordu. Bazen fevri davranıp direkt olarak içindekileri yüzüne vurabiliyordu ama o da Sinem’in karakteriyle alakalı bir şeydi, Hakan ile alakalı değildi. Hakan’da Sinem’den farksız değildi. Onunla arasına koyduğu mesafe kırılmıştı, ona doğru emin adımlarla ilerliyordu. Aralarındaki çekişmelerin yerini güzel sohbetlerin alması için uğraşıyordu ve bugün o ilk adım hatta ikinci adım atılmış sayılırdı… ◔◔◔ Devrim Akyol'un anlatımından, Sinem ile ikimiz yan yana dikilmiş aynadan kendimize bakarken konuştum. "Erkek olsam çoktan sana düşmüştüm." diyerek Sinem'e baktığımda Sinem aynadan bana bakarak sırıttı. "Duygularımız karşılıklı hanımefendi." dedikten sonra elini aynanın kenarına vurarak ekledi. "Allah nazarlardan korusun." Bugün Kürşat ve Ahsen'in düğünü vardı. Sinem’le ikimiz sabahtan beri onun için hazırlanıyorduk. Davetiyeyi aldığımızda Sinem'i de çağırmıştım, bizimle gelmesini söylemiştim ama Sinem ilk başta kabul etmemişti. Ama ne olduysa dün Hakan'ın onu davet etmesiyle birlikte gitmeye karar vermişti. Sorduğumda da Hakan'ı reddedemediğini söylemişti. Bende üzerine gitmemiştim ama bir değişiklik olduğunu fark etmiştim. Ben üzerime siyah, kalın askıları olan bir tulum giymiştim. Altına da siyah ince topuklu bir ayakkabı giyerek kombinimi tamamlamıştım. Gözlerime buğulu bir makyaj yapmış, dudaklarıma da kırmızı bir ruj sürmüştüm. Sinem ise benim tam tersime daha renkli giyinmişti. Dün aldığı yeşil tonlarının hâkim olduğu elbiseyi giymiş, altına da elbiseyle uyumlu yeşil renkte bir topuklu ayakkabı giymişti. Benim aksime ufak bir göz makyajı yapmış ve dudaklarına nüde tonlarında bir ruj sürmüştü. İkimizde çok güzel olmuştuk. "Hadi çıkalım, kavalyelerimiz bizi bekliyor." dediğimde Sinem son kez aynadan kendine bakarak beni onayladı. "Çıkalım çıkalım da Hakan benim kavalyem değil, yalnızca eşlik ediyorum yani." dediğinde tek kaşımı kaldırdım ima ile. "Eminim öyledir." dediğimde Sinem kaşlarını çatarak baktı bana. Ellerimi teslim olurcasına kaldırırken Sinem kapıya doğru yönelerek kapıyı açtı. "Aa enişte, selam." dediğinde bende çantamı alarak son kez aynada kendime baktım. "Naber Sinem?" Pamir merakla konuşurken Sinem cevap verdi. "Ne olsun, işe gidip geliyoruz öyle. Senden naber?" dediğinde Pamir konuştu. "Bizim de aynı." İkisi arasında bir sessizlik oluşurken çantamı alarak kapıya ilerledim. Pamir ile bakışlarımız anında buluşurken büyükçe gülümsedim. Onu görmek bile beni mutlu ediyordu. Bakışları üzerimde dolaşırken hayranlığını gizleyemiyordu. Bende ondan farksız değildim elbette. Üzerine giydiği takım elbise çok yakışmıştı. Beyaz bir gömlek, siyah kumaş pantolon ve siyah ceket.. Sinem'in aramızdan çekilip kenara geçtiğini gördüğümde birkaç adım atarak Pamir'e yaklaştım. "Çok, çok güzel olmuşsun." diyerek yüzüme bakarken elimi gömleğinin yakasına götürdüm ve düzelterek gözlerine baktım. "Sende çok yakışıklısın." Birbirimize aşkla bakarken karşı kapının açıldığını ve ardından da Hakan'ın sesini duydum. "Oğlum ne ara çıktın lan sen? Bu ne hız?" diyerek kapıyı ardından kapatırken bakışları anlık olarak bize takıldı ve hızlıca ekledi. "Pardon, neden hızlı olduğuna daha iyi anladım şimdi." dedikten sonra yeni fark ediyormuş gibi bakışları Sinem'e takıldı. Eli anahtarın üzerinde kalakalırken dudaklarının azıcıkta olsa aralandığını gördüm. Ama bu durumu garipsemiyordum çünkü arkadaşım gerçekten çok güzel olmuştu. Pamir bana bakıp kaş göz işareti yaparken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Sinem utangaç bir biçimde Hakan'a bakarken Hakan hayranlığını gizleyemeden konuştu.. "Çok güzel." diye mırıldanırken aniden ne dediğini fark etmiş gibi genzini temizledi ve bakışlarını kaçırdı. "Çok güzel olmuşsunuz yani. Gerçekten düğünün hakkını vermişsiniz." diyerek kapıyı kilitlemek için kapıya doğru döndü. Bu haline gülerken Sinem'e baktım göz ucuyla. "Teşekkürler." diyerek cevap verdikten sonra elini kolyesine götürüp oynamaya başlamıştı. Utanmıştı. Bakışları benimle buluştuğunda bakışlarını benden kaçırarak başka tarafa çevirdi. Tatlılardı. Elimle Pamir'in yakasını tutmayı bırakıp bende kapıyı kilitlerken merdivenlerden gelen ayak sesleriyle bakışlarımı merdivenlere doğru çevirdim. Abimin indiğini gördüğümde gözlerim üzerinde dolaştı. O da aynı Hakan ve Pamir gibi takım elbise giymişti. Tek fark onun gömleği siyahtı. Bakışları bizi bulduğunda dudaklarının arasından ıslık sesi çıkarttı. "Gözlerim kamaştı, bende bu parıltı nereden geliyor diyordum. Meğer bizimkilerden geliyormuş." diyerek merdivenlerden inip tam yanımızda durduğunda bir elini bana bir elini Sinem'e uzattı. İkimizde elinden tuttuğumuzda ellerini havaya kaldırıp dönmemiz için alan tanıdı. Sinem'de bende kendi etrafımızda gülerek dönerken abim tekrar konuştu. "İkinizde gelinden daha güzel oldunuz kesin, maşallah." derken gülerek konuştum. "Sende hiç fena değilsin." Abim hafifçe kaşlarını çattı. "Hiç fena değil miyim? Bence yakışıklıyım kabul et bunu." dediğinde Sinem'in sesini duydum. "Öylesin Bora abi, hakkını yememek lazım." dediğinde abim gözüyle Sinem'i işaret etti. "Bak gör, zevkli insanın hali bir başka." dedikten sonra bakışları arkamda duran Pamir'e takıldı. "Hadi düğüne geç kalmayalım. Gidiyorum ben önden." diye aşağı işaret ederken Pamir başını salladı. Abim oyalanmadan merdivenlere ilerlerken merdivenlerin tam önünde dikilen Hakan'ın eline omzunu koydu. "Hakan sende fena değilsin, kızlar sana aşık olacak söyleyeyim." dediğinde Hakan küçük ama gönülsüz bir tebessüm etti. "Sağ ol, sende öylesin." dediğinde abim arkasını dönerek Pamir'e doğru baktı. Onu gıcık etmeye çalıştığını biliyordum. Pamir bunu umursamazken abim merdivenlerden inmeye başladı. Hakan onun gidişini izlerken sıkıntılıydı. Hala Sinem ile aralarında bir şey olduğunu düşünüyor olmalıydı. Ama Sinem, Bora abi derken nasıl böyle bit şey düşünürdü onu anlamıyordum. Bakışları bize dönerken konuştu. "İnelim mi bizde?" dediğinde Sinem onayladı. "İnelim.." Birlikte aşağı inerlerken Pamir ile el ele tutuşarak peşlerinden ilerlemeye başladık. Uzanıp elimi Pamir'in alnına yasladıktan sonra mırıldandım. "Ateşin yok, iyisin değil mi?" dediğimde Pamir bakışlarını bana doğru çevirdi. "İlacım yanımda, nasıl kötü olabilirim." söylediği şeyle birlikte gülümseyerek cevap verdim. "Ne zaman kötü olursan haber ver, ilacın dozunu artıralım." dediğimde Pamir sırıttı. "Öyle zamansız söylüyorsun ki şöyle şeyleri, şuan seni öpmek istesem abine yakalanırız." Söylediği şeyin doğruluğu karşısında omuz silktim. "Ne yapayım ama. Abim var diye söylemeyeyim mi?" dediğimde Pamir omzumdan tutarak beni kendine çekti. "Söyle güzelim, söyle." dedikten sonra dudaklarını saçlarıma bastırarak öptü. Birlikte dışarı çıktığımızda abimin çoktan gittiğini gördüm. Sinem ve Hakan'da bizi bekliyordu. Geldiğimizi gördüklerinde Hakan konuştu. "Gidelim o zaman, Sinem sen Pamirlerle mi geleceksin?" diyerek Sinem'e baktığında Sinem cevap verdi. "Beni davet eden sensin, seninle gelmemde bir sakınca yoksa.." diye sözlerine devam edemeden Hakan başını iki yana salladı. "Yoo, ne sakıncası olacak. Gel tabii." dediğinde Sinem onaylayarak bize baktı. "Orada görüşürüz." Elimi kaldırıp sallarken ikisi yan yana Hakan'ın arabasına doğru ilerlemeye başladı. Bizde Pamir'in arabasına giderek bindikten sonra düğün salonuna gitmek üzere yola koyulduk. Yolda havadan sudan sohbet ederek yolcuğumuza devam ettikten sonra salona gelmemizle birlikte arabayı park ettik. Araçtan indikten sonra el ele düğün salonundan içeri girdik. Sinem, Hakan ve abim çoktan gelmişlerdi ve bizimkilerin yanına doğru geçmişlerdi. Abim onlarla selamlaşıp kendi timinin bulunduğu yan masamıza geçerken Sinem ve Hakan masadakilerle konuşuyorlardı. Yanlarına doğru ilerlediğimizde dikkatimi masada oturan kapalı bir kadın ve onun yanındaki iki küçük kız çocuğu çekti. Muhtemelen Ahmet abinin eşi ve çocuklarıydı. Onları daha önce görmemiştim. “Hoş geldiniz komutanım.” Taner bize doğru yönelirken Pamir ile tokalaştılar. Ardından benimle de tokalaşırken konuştum. “Naber?” dediğimde Taner cevap verdi. “İyidir yenge, kardeşimizi evlendiriyoruz nasıl iyi olmayalım.” Dediğinde elimi omzuna koyarak vurdum hafifçe. “Darısı size olsun.” Dediğimde Taner küçük bir tebessüm etti. “İnşallah, kısmet bakalım.” Taner’den sonra Soner ve Yiğitle tokalaştıktan sonra Yiğit’in yanında oturan Batuhan yanımıza doğru geldi. Yüzünde küçük bir tebessümle durgunluğunu gizlediğini düşünüyordu ama yanılıyordu. Pamir ile tokalaştıktan sonra benimle tokalaşırken Pamir’in bizden uzaklaşmasını fırsat bilerek kendime doğru çekip yanaklarımızı birbirine değdirip selamlaşırmış gibi yaparken mırıldandım. “Mesaj attın mı?” Batuhan sorduğum soruyla birlikte benden uzaklaşarak direkt yüzüme baktı. Bu konuyu açtığımda bile gerildiğini anlamıştım. “Boş ver yengem.” Diyerek konuyu kapatırken hafifçe kaşlarımı çattım. Burçe ya cevap vermemişti ya da reddetmişti. “Boş veremem, ne oldu?” diye merakla sorup dikkatle Batuhan’ın yüzünü incelerken belimde bir temas hissettim. “Gel güzelim, bak seni Seray yengeyle tanıştırayım.” Diyerek konuşan Pamir’e doğru bakarak onu onaylarken tekrardan Batuhan’a döndüm. Dudaklarımı kıpırdatarak ‘sonra konuşacağız’ derken Batuhan başıyla onayladı beni. Pamir ile biraz önce gördüğüm kadına doğru yaklaşırken Ahmet abinin sesini duydum. “Hoş geldin Devrim.” Diyerek elini uzattığında elini tutup sıktım. “Hoş buldum Ahmet abi.” Ellerimiz birbirimizden ayrılırken Ahmet abi elini karısının sırtına koyarak tanıttı. “Eşim Seray.” Dedikten sonra karısına bakarak eliyle beni işaret etti. “Sana bahsetmiştim hayatım, Devrim.” Seray hanım bana tebessümle bakarken başını salladı. “Tanışmak bugüne kısmetmiş, çok memnun oldum.” Dediğinde elimi ona doğru uzattım. “Bende çok memnun oldum Seray hanım.” Dediğimde Seray hanım hafifçe kaşlarını çattı. “Hanım ne öyle, o kadar da yabancı değiliz. Sık sık görüşeceğiz belli ki. Abla de sen bana.” Dediğinde başımı salladım. “Peki Seray abla, bende çok memnun oldum.” Birbirimize gülerek bakarken Seray ablanın bakışları biraz ileride Sinem ile konuşan iki kızına düştü. “Onlar da bizim ufaklıklar. Azra ve Hira.” Dediğinde bende bakışlarımı onlara doğru çevirdim. İkisi de birbirlerine epey benziyorlardı. İkizlerdi muhtemelen. “Allah bağışlasın.” Dediğimde Seray abla cevap verdi. “Amin, darısı sizin başınıza olsun.” Dediğinde Pamir’in sesini duydum. “İnşallah.” “Hadi biz geçelim şöyle.” Dedi Pamir eliyle masadaki boş yeri işaret ederken. Başımı sallayıp onu onaylarken Seray ablaya dönerek konuştum. “Çok memnun oldum tekrardan, görüşürüz.” Dediğimde Seray abla tebessüm etti. “görüşürüz canım.” Pamir ile hemen yakındaki boş yere oturduğumuzda Sinem ile konuşan kızların dikkatleri dağılarak bakışları bize doğru döndü. Kızlardan biri bize doğru yaklaştığında Pamir kucağına aldı hızlıca ve dizine oturttu. “Pamir amca.” Diyerek tüm dikkatini ona verirken gülümsemeden edemedim. İkisinin üzerinde de beyaz bir elbise vardı ve bana küçükken düğünlerde giydiğim gelinlikleri hatırlatmıştı. “Naber fıstık?” Pamir yanağından makas alarak kıza bakarken o dişlerini göstererek gülümsedi. “İyiyim, sen nasılsın?” diye cevap verdiğinde Pamir onun tatlılığı karşısında büyükçe gülümsedi. “İyiyim bende, ne kadar güzel olmuşsun.” Dediğinde kız çocuğu hayranlıkla Pamir’e baktı. “Teşekkür ederim.” Pamir’in bakışları bana dönerken başıyla kızı işaret ederek konuştu. “Azra.” Dediğinde yüzümdeki gülümsemeyle ona doğru eğildim. “Merhaba, Devrim bende.” Diyerek elimi ona doğru uzattığımda Azra utangaç bir şekilde bana doğru baktı. Ardından minik elini avuçlarıma koyarak sıktı. “Azra bende.” Dediğinde cevap verdim. “Memnun oldum Azra.” Elini elimden çektikten sonra bakışlarını Pamir’e doğru çevirdi ve eliyle eğilmesini söylerken Pamir ona doğru eğildi. Tatlılıklarını gülerek izlerken Azra, Pamir’in kulağına doğru sessizce konuşmaya çalıştı ancak söylediği şeyleri net bir şekilde duyabiliyordum. “O da senin karın mı?” Sorduğu soruyla gülerken Pamir başını salladı olumlu manada.” Evet.” Ardından bakışlarını bana çevirip göz kırparken istemsizce gülümsedim. Oturduğum yerden ayağa kalkarken Pamir’e hitaben konuştum. “Ben bir Ahsen’e bakayım.” Dediğimde Pamir beni onayladı. Sinem’in yanına doğru gittiğimde karşısındaki sandalyede oturan Hira ile konuştuğunu gördüm. “Ahsen’e bakalım mı?” dediğimde Sinem onaylayarak ayağa kalktı. O sırada Hira’nın merakla bana baktığını gördüm. Onun hizasına gelmek için eğilirken konuştum. “Merhaba, tanışalım mı? Devrim ben.” Diyerek elimi uzattığımda Hira elimi tutarak cevap verdi. “Hira benim adımda.” Dedikten sonra konuştum. “Memnun oldum Hiracım.” Eğildiğim yerden doğrulurken Hira bize bakarak konuştu. “Bende gelebilir miyim?” dediğinde tam onaylayacağım sırada annesinin sesini duydum. “Kızım, rahatsız etme ablalarını.” Dediğinde başımı iki yana salladım. “Sorun değil ablacım, gelsin.” Dediğimde Seray abla küçük bir tebessüm etti bize. O sırada Pamir’in kucağından inip koşarak bize yaklaşan Azra’yı gördüm. “Bende bende.” Sinem ile birbirimize bakıp gülerken Sinem eliyle işaret etti. “Hadi o zaman.” Hep birlikte salonun kapısına doğru ilerlerken Hira, Azra’nın kulağına eğilerek konuştu ama yine fısıldadığını sanıyordu. “Devrim abla, Pamir abinin sevgilisi mi?” dediğinde Azra başını iki yana salladı. “Hayır karısı.” Kendi aralarında yaptıkları dedikoduya gülerken Sinem’in hayretle konuştuğunu duydum. “Siz uçmuşsunuz kızım, ne karısı.” Diye bana bakarken kolumu dürttü. “Bu kadar hevesli olduğunu bilmiyordum.” Dediğinde ima ile baktım Sinem’e. “Bana diyene bak, Hakan istedi diye düğüne geldin.” Dediğimde Sinem itiraz etti. “Çocuk evde sıkılmayayım diye teklif etti, altında başka bir şey aramasan olmaz.” Verdiği cevapla tek kaşımı kaldırarak yüzüne baktım. “Aynı teklifi bende yapmıştım.” Dediğimde Sinem bakakaldı anlık olarak. Ardından kaşlarını çatarak cevap verdi. “Sana da iki takılmaya gelmiyor.” Başka bir şey söylemesem de verdiği tepkiye gülmeden edemedim. Birlikte Ahsen’e bakıp bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sorguladıktan sonra tekrardan salona döndüğümüzde ben Pamir’in yanındaki, Sinem’de benim yanımdaki yerini aldı. Azra ve Hira’da salondaki diğer çocuklarla oynarken Pamir elini sandalyemin arkasına attı. Bakışlarımı ona doğru çevirirken göz kırptıktan sonra ona doğru yöneltilen soruyu cevaplamak üzere Yiğit’e döndü. Bende bakışlarımı tam karşımda oturan Batuhan’a çevirdim. Durgun durgun etrafa bakmaya devam ediyordu. Çok merak ediyordum ne olduğunu. Burçe’nin kaçamak bakışlarından, hareketlerinden bir şeyler olduğunu düşünmüştüm ama Batuhan’ın moral bozukluğu ile karşımda oturmasını hesaba katarsam yanılmıştım. Şimdi konuşamazdım, çok dikkat çekerdi ama mutlaka öğrenecektim ne olduğunu. Bakışlarımı ondan çekip etrafta gezdirirken kapıdan giren Işık’ı görmemle şaşırdım. Ahsen ile ikisinin tanıştığını hiç bilmiyordum. Üzerinde siyah bir elbise vardı, saçları hastanedeki bağlı halinden farklı olarak bukle bukle omuzlarına dökülmüştü. Kapının sol tarafında birkaç kişinin oturduğu masaya ilerlediğinde onlarla selamlaşıp yerine oturdu. Bense oturduğum yerden ayağa kalktığım sırada Pamir’in bakışlarını gördüm. “Geliyorum hemen.” Dedikten sonra abimin oturduğu masaya doğru ilerledim. Arkası dönüp bir şekilde oturduğu için görmemişti muhtemelen Işık’ı. Elimi omuzlarına yaslarken abim omzunun üzerinden bana doğru döndü ve meraklı bakışlarla yüzüme baktı. “Abicim, bana lavaboya kadar eşlik eder misin?” diye kulağına fısıldadım. Abim itiraz etmeden oturduğu yerden ayağa kalkarken timindeki üyelere küçük bir tebessüm ederek koluna girdim. “Pamir ne yapıyor?” Abim meraklı bir şekilde konuşurken cevap verdim. “O timdekilerle görev hakkında konuşuyordu galiba.” Dedikten sonra ekledim. “Aşk olsun kardeşine eşlik etmek istemez misin?” dediğimde abim kabullenerek başını salladı. “İsterim güzelim.” Birlikte kapıya doğru ilerlerken sanki ilk defa görüyormuş gibi konuştum. “Aa Işık’ın burada ne işi var?” dediğimde abimin bakışları da benim baktığım yere doğru kaydı. Gözlerimi kısmış dikkatli bir şekilde vereceği tepkiyi beklerken abim mırıldandı. “Geldiğini hiç görmedim.” Dedikten sonra ona baktığımı görüp toparladı cümlesini. “Yani zaten neden göreyim de şaşırdım.” “Hadi yanına gidip selam verelim.” Dedikten sonra onu da kendimle birlikte çekiştirerek Işık’ın oturduğu masaya götürdüm. Onlara yaklaşmamızla birlikte masadaki birkaç kişinin bakışları bize dönerken Işık’ta bize doğru baktı. Bizi gördüğü anda şaşırırken oturduğu yerden ayağa kalktı. “Aa sizde mi buradaydınız?” “Evet, Pamir’in arkadaşının düğünü. Ahsen’de arkadaşım.” Dedikten sonra Işık ile yanaklarımızı birbirine değdirerek selamlaştık. Benden sonra abim ile tokalaşırlarken Işık konuştu. “Ahsen önceden bizim hastanede çalışıyordu, oradan tanıyorum bende. Sağ olsun davet etti.” Açıklamasını anladığımı belirtircesine başımı sallarken abim konuştu. “Nasılsınız doktor hanım?” Abimin hitabıyla birlikte Işık gülümsedi. “İyiyim üsteğmenim, sizleri sormalı?” dediğinde gülüp bir tepki vermemek için kendimi zorladım. Abimin bakışlarını görebiliyordum ve bu bana çok keyif veriyordu. “İyiyiz bizde çok şükür.” dediğinde Işık tebessüm etmeye devam etti ve tekrar konuştu. “Geçen gün konuştuğumuz bir mesele vardı hani, iki gün sonra ben müsait olacağım.” Neyden bahsettiklerini anlamaya çalışırcasına ikisine bakarken abim genzini temizledi. “Çok güzel, yine konuşuruz o zaman.” Diye cevap verdiğinde Işık başını salladı. “Tamam, konuşuruz.” Dediğinde abim tekrar konuştu. “İyi eğlenceler, görüşürüz sonra.” “Görüşürüz.” Dediğinde bende elimi kaldırarak selam verdim. Abimle birlikte lavaboya doğru ilerlerken mırıldandım. “Geçen gün konuştuğunuz konu ne diye sorsam?” dedikten sonra adımlarımı durdurdum. Merakla abimin yandan profiline bakarken abimde duraksayarak bana doğru döndürdü bakışlarını. “Sana ne diye bir cevap alırsın.” Dediğinde bozularak suratımı astım. “Aşk olsun abi, ben senin kardeşin değil miyim? Sen Pamir ile benim ne yaşadığımı biliyorsun benim bilmeye hakkım yok mu? Senin mutlu olduğunu bilmeye hakkım yok mu?” diye sitemle aklımdan geçenleri dile getirmeye çalıştım. “Önemli bir şey değil Devrim, sadece uzun yıllardır buradaymış. Beni de gezdirir mi diye sordum, onu söylüyor.” Diye üstünkörü açıklama yaparken imalı bir şekilde konuştum. “Timindeki askerler de uzun süredir buradadır, çok gezmek istiyorduysan Pamir’de gezdirirdi.” Dediğimde abim kaşlarını çattı. “İşte bu yüzden söylemiyorum sana.” Dedikten sonra işaret etti gözleriyle. “Hadi gir tuvalete, gelinle damat gelecek şimdi.” “Aslında benim işim yok.” Dediğimde abim gözlerini kocaman açarak bana baktı. “Oyun oynadın bana değil mi? Sırf Işık ile konuşalım diye.” Dediğinde masumca gülümsedim. “Ufacık, küçücük bir şeydi. Kızma.” Dedikten sonra tekrardan koluna girerek içeri soktum ikimizi de. “Sen çok fenasın Devrim, nasıl aklına geliyor böyle şeyler?” Abim hem şaşkın hem de sitemli bir şekilde konuşurken gülümseye devam ettim. “Senin iyiliğin için abicim.” Dediğimde abim hiç ses çıkarmadan ilerlemeye devam etti. Masaya ulaştığımızda ben yerime geçip oturduktan sonra abimde yerine geçti. Bizim oturmamızla birlikte ışıklar kapanıp gelin ve damat şarkı eşliğinde salona giriş yaptığında hepimiz alkışlamaya başladık. Gelin ve damat nikah masasına oturduğunda nikah şahitleri çağırıldı. Nikah memuru gerekli soruları sorduğunda cevaplar verilerek nikahları kıyıldı. Büyük bir alkış tufanı koparken gelin ve damat için dans müziği çalmaya başladı. İkisi dans etmek için piste ilerlediklerinde hayranlıkla onları izlemeye devam ettik. İkisi de birbirlerine çok yakışıyorlardı. Umarım hep mutlu olurlardı. Dans şarkısı devam ederken Hakan’ın sesini duydum. “Turan komutanım geliyor.” Algıladığım şeyle birlikte bakışlarım kapıya doğru dönerken abimin çoktan babamın yanına gittiğini ve bize doğru yaklaştıklarını gördüm. Babamın geleceğinden asla haberim olmamıştı. Pamir’de bende anında ayağa kalkarken babam çoktan yanımıza ulaşmıştı bile. “Babacım, hoş geldin.” Diye kulağına eğilerek konuşurken sıkıca sarıldım. Babam bana sarılırken mırıldandı. “Baran çağırınca size sürpriz yapayım dedim.” Yaptığı açıklama ile gülümserken cevap verdim. “İyi ki geldin, çok iyi yapmışsın.” Benden sonra Sinem babamla sarıldı. “Nasılsın kızım?” Babam, Sinem’e yönelik konuşurken Sinem gülümseyerek cevap verdi. “İyiyim Turan amcacım, sen nasılsın?” dediğinde babam tebessümle cevap verdi. “İyiyim bende ne yapayım.” Sinem ile diyaloglarından sonra Pamir babama doğru yöneldi. “Hoş geldiniz.” Elini tutup dudaklarına götürdükten sonra öpüp alnına yasladı. Babam bu kez izin vermişti şükür ki. Pamir onun elini öperken babam elini Pamir’in omzuna koyarak sıvazladı. “Sağ ol damat.” Söylediği şeyle birlikte yüzümde bir tebessüm oluştu. Babam, Pamir ile evlilik haberlerimize güzel bir tepki vermişti ama yan yana geldiklerinde nasıl tepki vereceğini bilmediğim için gerilmiştim açıkçası ve şu an bu tavrı içimin rahatlamasına neden olmuştu. Evet Pamir’e kızmıştı ama benim mutluluğum için geri adımda atmasını bilmişti. “Siz gelin böyle oturun.” Diyerek kendi yerini işaret etti Pamir. Babam ise ben hastanede kalırken tanıştığı tim üyeleriyle tokalaşarak Pamir’e doğru baktı. “Sen otur oğlum, ben Baranların yanına gideceğim. Keyfinize bakın siz.” Dediğinde Pamir kabullenerek onayladı. Bense babama doğru dönerek konuştum. “Eşyaların falan nerede?” dediğimde babam cevap verdi. “Araba ayarlamışlar taburdan, eşyalarım orada. Düğün bitimi alırız.” Dediğinde onayladım. “Tamam babacım.” Babam yanımızdan uzaklaşıp Baran Albay’ın yanına giderken bende Pamir’in yanındaki yerime geçerek oturdum. Pamir’in yakalarıyla oynağını görüp gerildiğini anlarken elimi dizine koyarak gözlerine baktım. Gerilmekte haklıydı çünkü bende gerilmiştim ama korktuğumuz gibi olmamıştı. Pamir dizinin üzerine koyduğum elimi sıkıca tutarken küçük bir tebessüm etti ve göz kırptı. Ardından bakışlarını sahneye doğru çevirdi. Gelin ve damadın ilk dansları bittiğinde ikinci dans için salonda Gökhan Türkmen- Aşk şarkısı yankılanmaya başladığında Pamir’in bakışları tekrardan bana doğru döndü. “Bunca yıldan sonra, tekrardan benimle dans eder misin?” sorduğu soruyla birlikte başımı salladım. “Ederim.” Pamir elimi tutarak beni sahneye doğru götürdüğünde ellerim ezbere bildiği yerine yani omuzlarına yerleşti. Pamir’in elleri ise belimdeki yerini alırken birbirimizin gözlerine bakarak şarkının ritmine uygun dans etmeye başladık. Gözlerim masaya dönük olduğu için ne olup bittiği görüş açıma girerken ilk önce Seray abla ve Ahmet abinin dansa kalktığını gördüm. Ardından da Hakan ile Sinem’in. Aslında beni şaşırtmamıştı bu durum. Hakan’ın centilmen olduğunu biliyordum. Ama Sinem’in onu bu kadar çabuk kabulleneceğini beklememiştim hiç. Çünkü onların hikayesi bir kavgayla başlamıştı. Gerçi şaşırmamak gerekiyordu, büyük aşkların bir nefretle başladığı söylenirdi. Asıl beni şaşırtan şey abimin sahneye Işık ile gelmesi olmuştu. Işık ile aralarındaki şeyi çözemesem de abimin ona karşı bir şeyler hissettiğine emin sayılırdım artık. Abim öyle birini tanıyorum diye dansa kaldırmazdı, hele ki babam bizi izlerken bunu yapmazdı. Zaten çapkın biri de değildi, Işık’a karşı bir şeyler hissetmese onunla samimi olmazdı bile. “Tahminlerinde yanılmadın yine güzelim.” Pamir kulağıma doğru fısıldarken bakışlarımı ona doğru çevirdim. “Hislerim kuvvetli demek ki.” Dediğimde Pamir güldü. “Ya da mesleğini iyi yapıyorsun.” Dediğinde bende gülmeden edemedim. Pamir ise ekledi. “Ben hakkımı ikinci seçenekten yana kullanıyorum.” Aramızdaki mesafeyi daha da kapatarak ellerimi ensesinde birleştirirken gözlerine baktım Pamir’in. Ela irislerinin çevrelediği gözbebekleri kocaman olmuştu ve büyük bir aşkla bana bakıyordu. Eminim benim bakışlarımın da ondan bir farkı yoktu çünkü onun aşkı ne kadar büyükse benimki de o kadar büyüktü. Kalbimden taşacak kadar büyüktü hem de. “Bir sonraki dansımız nişanımızda olacak.” Dedikten sonra ekledi Pamir. “Muhtemelen baban o işi halletmek için geldi.” Dediğinde babamı bu kadar iyi tanımasına şaşırmadan edemedim. “Yani birlikte katıldığımız bir sonraki davet nişanımız mı diyorsun?” dediğimde Pamir başını salladı. “Evet, öyle olmasını umuyordum.” Dediğinde yüzümdeki gülümseme büyüdü. “Çok isteklisiniz Pamir bey.” Pamir belimdeki elinin birini yüzüme doğru getirerek önüme doğru gelen saçın bir tutamını kulağımın arkasına yerleştirdi. Dokunuşu üzerimde büyük bir etki yaratırken Pamir cevap verdi. “Seni ne kadar istediğimi anlatacak kelimelerim yok, ben hayatımda bir şeyi bu kadar istememiştim.” Söylediği cümle ile elimi yanağına doğru getirdim. “Sen benim hangi iyiliğimin karşılığısın acaba?” dediğimde Pamir benim gibi büyükçe gülümsedi. “Bence birbirimizin dualarının kabulüyüz, ne dersin?” söylediği cümleyi başımı sallayarak onayladım. “Öyle olmalı.” Dans müziği bittiğinde birbirimizden ayrılarak masaya doğru ilerledik. Yerlerimize oturduğumuzda bakışlarım Sinem’e doğru döndü. Utangaç bir biçimde baktığını gördüğümde gülümsedim. Onda kendimi görmüş gibi hissediyordum. İlk zamanlarımızda bende böyle utangaçtım. Sinem yanıma geçip otururken bana doğru bakmadı, masanın üzerindeki bardağından su içti. Sinem’den sonra bakışlarım abime doğru dönerken onun da arkadaşlarının yanına geçip oturduğunu gördüm. Işık’ta kendi masasına geçmiş olmalıydı. “Bora ile doktor hanım ne alaka?” Hakan’ın Pamir’e karşılık yönelttiği soru ile bakışlarım onlara dönmedi ama konuşmalarını dinlemeye devam ettim. “Devrim sayesinde tanıştılar.” Dedi Pamir üstünkörü. Hakan ise mırıldandı. “Onu mu soruyorum oğlum, aralarında bir şey mi var?” dediğinde Pamir ona tembihlediğim gibi omuz silkti. “Bilmiyorum ki, sen ne gördüysen onu gördüm bende.” O ikisi konuşurken Sinem’e yönelerek konuştum. “Lavaboya geliyor musun?” dediğimde Sinem başını iki yana salladı. “Yok, sen git.” Dediğinde bir süre yüzüne baktım. Benden kaçıyordu ama ben onu konuşturmasını bilirdim. Ama bunu evde yapacaktım. Bakışlarımı Batuhan’a doğru çevirdikten sonra elimle yanımda gelmesini işaret ettim. Batuhan oturduğu yerden kalkarak yanıma gelirken merakla konuştu. “Bir şey mi oldu yenge?” sorduğu soru ile ona doğru baktım. “Onu sen anlatacaksın.” Dedikten sonra elimle dışarıyı işaret ettim. “Hadi çıkalım şöyle.” Birlikte salondan dışarı çıktığımızda merakla yüzüne baktım. “Anlat bakalım, neler oldu?” dediğimde Batuhan sessiz kaldı bir süre. Dikkatle yüzüne bakarken o konuşmadığı için tekrar ben konuştum. “Burçe’ye mesaj attın ve seni reddetti.” Dediğimde Batuhan derin bir iç çekti. “Savcı bir yengemin olması gerçekten hiç hoş değil.” Kendi kendine söylenirken göz devirdim. “Oğlum savcı olmasam bile anlardım, sen yüzünün farkında değilsin anlaşılan. Pamir bile anlamıştır bir şeyler olduğunu.” Batuhan benden kaçırdığı bakışlarını aniden bana çevirdiğinde telaşla konuştu. “Anlamış mıdır gerçekten?” dediğinde başımı olumlu anlamda salladım. “Anlamıştır ama kardeşi ile ilgili olan kısmı değil.” Dedikten sonra ekledim. “Anlat bakalım neler oldu?” “Mesaj attım, aslında güzelde başlamıştı her şey. Onu tanımak istediğimi söyledim. Ama o korkularının olduğunu ve bana bu haksızlığı yapamayacağını söyledi.” Dediğinde duraksadım. Burçe, belki de benden daha çok etkilenenlerden biriydi bu görev meselesinde. O dershaneden abisini göreceği sevinciyle, gülücükler saça saça girdiği evde abisinin şehit olduğu haberini almıştı. O yüzündeki gülücükler o günden sonra solmuştu ve bir daha o kadar içten olmamıştı. Pamir ile anlaşmışlardı, hukuk fakültesine girdiğini ilk ona söyleyecekti. Söyleyememişti. Kutlama yapmak istediğimizde reddetmişti. O gün bana sarılıp saatlerce göğsümde ağlamıştı. Onun da kalbinde geçmeyecek yaralar vardı. Belki şimdi üstü kabuk bağlamıştı ama tamamen geçmesi zaman alacaktı. Bu yaraların, korkuların farkında olup karşısındaki adamı düşünmesi bana kendimi hatırlatmıştı. “Yenge iyi misin sen?” Batuhan’ın sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. O anlar gözlerimin önüne gelince kendimi çok kötü hissetmiştim. Batuhan elini koluma koymuş dikkatle bana bakarken büyükçe yutkundum. “Burçe’nin korkularını çok iyi anlıyorum, bundan birkaç ay önce olduğum kişi Burçe.” Dedikten sonra ekledim. “Hatırla, sizinle ilk kez yüz yüze geldiğimiz gün Pamir’e karşı tavrım nasıldı, aramızdaki gerilim nasıldı?” “Hatırlamam mı? Açık söylemek gerekirse birazcık çekinmiştim senden.” Çekinerek söylediği şeyle birlikte tebessüm ederken devam ettim sözlerime. “Ama şimdi nasılım, onu da görüyorsun. Diyeceğim o ki Batuhan, Burçe’de zor süreçlerden geçiyor. Onu anlamaya çalış olur mu?” “Anlıyorum, çok iyi anlıyorum zaten. Yanında olacağımı, destek olacağımı söyledim kabul etmedi. Beni istemeyen birine daha fazla ısrar etmek istemedim. Başlamadan bitti konuşma.” Dediğinde başımı salladım. “Emin ol Burçe kendini daha iyi hissettiğinde bizzat kendisi gelecek yanına.” Batuhan dediğim şeyle birlikte rahatlamış bir nefes verirken konuştu. “Öyle mi diyorsun yengem?” dediğinde onayladım. “Öyle diyorum.” Dediğimde Batuhan gülümsedi. “Sen içimi ferahladın, Allah’ta sana ferahlık versin.” Dediğinde gülümsemem büyüdü. “Sana da.” Dedikten sonra ekledim. “Ben bir lavaboya gidip geliyorum sen geç içeri.” Dediğimde bana baktı Batuhan tereddütle. “Bekleseydim?” “Gerek yok, geliyorum hemen.” Dediğimde Batuhan beni onaylayarak salondan içeri geçti. Bende lavaboya girerek işlerimi hallettikten sonra makyajımı tazeleyerek lavabodan çıktım. Çıktığım an kapının hemen önündeki duvarda sırtını duvara yaslayarak beni bekleyen Pamir’i gördüğümde şaşırdım. Pamir ile ikinci karşılaşmamız aklıma gelirken aynı o gün söylediğim cümleyi söyledim. “Bir şey mi oldu?” Pamir aynı şekilde başını iki yana salladı usul usul. “Hayır.” Dedikten sonra ekledi. “Sevgilimi merak ettim.” Ona doğru yaklaştığımda dikkatle yüzüme baktı ve tekrar konuştu. “Batuhan ile çıktığınızı gördüm, bugün onun canı ayrı sıkkın. Bir şey mi var?” dediğinde neler öğrendiğimi hiç belli etmeden cevap verdim. “Bende onu sordum ama önemli bir şey yokmuş, söylemedi yani.” Dediğimde Pamir gözlerini kısarak gözlerime baktı. Bense gözlerimi kırpıştırarak ekledim. “Belki görevle falan ilgilidir, belki kız meselesidir.” “Görev ile ilgili canının sıkılmasına gerek yok ama kız meselesi olabilir haklısın.” Dedi Pamir kabullenerek. Ardından elini belime sararak sırıttı. “Rujunu tazelemişsin.” Dediğinde sırıtarak cevap verdim. “Hm hm tazeledim.” Dediğimde Pamir elini dudağımın kenarına getirerek yüzüme doğru eğildi. “Tüh, boşuna tazeledin desene.” Dedikten sonra ekledi. “Bu ruju dağıtmak için bekliyorum dakikalardır.” Dediğinde dilimi dudaklarıma değdirdikten sonra bakışlarımı Pamir’in dudaklarına indirdim. “Dağıt o zaman, tekrar düzeltirim.” Pamir cüretkâr bir biçimde söylediğim cümle ile anında dudaklarımızı birleştirirken bende ona karşılık verdim. Elimi gömleğinin yakasına yaslayarak kendime daha çok çekerken bir süre sonra dudaklarımızı ayırdı Pamir. “Babana yakalanmak istemiyorum.” Diyerek yüzünü yüzümden uzaklaştırdığında dudaklarına bakarak güldüm. “Benim rujumu dağıttın ama kendine bulaşacağını unuttun.” Derken Pamir afalladı. Kaşları şaşkınlıkla havalanırken yüksek sesle konuştu. “Bu bulaşıyor muydu!” Verdiği tepki daha da gülmeme neden olurken başımı salladım. “Bulaşıyor maalesef ki.” Dedikten sonra elimi dudaklarına götürüp ruju temizledim. “Rezil olmadan içeri girersem iyi.” Diye söylenirken başımla lavaboyu işaret ettim. “İçeri gir de temizle suyla, yoksa sizinkilerin diline düşersin vallahi.” Dedikten sonra ekledim. “Koskoca Kıdemli Üsteğmen Pamir Arslan kırmızı rujla birçok rütbelinin bulunduğu düğüne girdi.” Pamir o anlar gözünün önüne gelmiş gibi gözlerini kapatıp yüzünü buruşturdu. “Söyleme güzelim öyle, hemen temizleyeyim şu zıkkımı. Sonra salona gitmemiz gerek. Hem sana hem geline sürprizimiz var.” Dedikten sonra Pamir tuvalete girdi. Birkaç dakika sürprizin ne olduğunu düşündükten sonra bende içeri tekrardan girip rujumu tazeledim ve geri çıktım. İkimizin de işi bittiğinde birlikte tekrardan salona girdik. Masaya ilerlediğimizde yerime oturacağım sırada Pamir üzerindeki ceketi çıkardı ve bana doğru uzattı. Ne olduğunu anlamaya çalışarak ona bakarken Yiğit’in sesini duydum. “Çal abicim!” Bir anda salonda zeybek müziği çalmaya başlarken şaşkınlıkla baktım Pamir’e. Kürşat en öne geçerken tüm tim onun etrafında dizilerek pozisyon aldılar. Şarkının ritmine uygun kollarını indirip kaldırarak, dizlerini yere vurup tekrar kalkarak zeybek oynarlarken hepsine hayranlıkla bakmıştım. Tek bende değil, salondaki herkes hayranlıkla izlemişti onları. O kadar güzel bir görüntü oluşturmuşlardı ki anlatılmaz yaşanırdı resmen. Zeybek bitiminde Kürşat, Ahsen’i öperken Pamir’de benim yanıma gelip yüzümü avuçlamış ve dudaklarını alnıma bastırmıştı. Onun zeybek oynayabildiğini bilmiyordum ve bu bana büyük bir sürpriz olmuştu. Sinem’in kaçamak bir biçimde Hakan’a baktığını ve ona bir bardak su uzattığını görmüştüm. Bir Egeli olarak bu oyunun çok hoşuna gittiğini söylememek imkansızdı. Zeybeğin ardından takı töreni, pasta kesimi, halaylar, oyun havaları derken düğünü bitirmiştik. Buraya geldiğimden beridir evlenme teklifi aldığım günden sonra en çok eğlendiğim günlerden biri olmuştu. Normalde oynamayı sevmeyen ben Sinem’in de ısrarı ile oynamaya kalkmıştım. Bir ara sahnede Işık’ı bile görmüştüm. Bugün hepimize çok iyi gelmişti ve hepimizin ihtiyacı olduğunu bir kez daha anlamıştım… Bölüm Sonu ‣‣‣ Bunca zaman yazdığım tüm bölümlerin en uzunu bu bölümdü. Umarım okurken zorlanmamışsınızdır ve severek okumuşsunuzdur. Bölümü nasıl buldunuz? ‣‣‣ Devrim ve Pamir sahneleri nasıldı? ‣‣‣ İlk sahne hakkında ne düşünüyorsunuz, Pamir kızmakta haklı mıydı sizce? ‣‣‣ Işık ve Bora sahnesi nasıldı? ‣‣‣ Batuhan ve Burçe’nin mesajlaşmasını beğendiniz mi? Ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında? ‣‣‣ Sinem ve Hakan sahneleri nasıldı, beğendiniz mi? ‣‣‣ Her bölümde tüm yan çiftleri okumak ister misiniz bu bölümde olduğu gibi, yoksa bir bölüm biri bir bölüm biri şeklinde mi yapalım ne dersiniz? Hepsi olduğunda bölümler bir tık uzuyor gibi. Fikirlerinizi belirtirseniz sevinirim. ‣‣‣ Genel manada düğün sahnesi nasıldı? |
0% |