@mutlusonsuz222
|
🖇️ Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim... 🖇️ Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın... Gönül isterdi ki wattpadde devam edelim ama olmadı, büyük bir hayal kırıklığı yaşadık. Uzun bir süre de böyle devam edecek gibiyiz, umarım en kısa sürede tekradan orada buluşabiliriz.... Wattpadden gelen okuyucularım kullanıcı isimleriniz aynı mı bilmiyorum ama farklıysa wattpad isimlerinizi bu satıra yazarsanız sevinirim. Bende kimler burada görmüş olurum. 25.Bölüm Devrim Akyol’un anlatımından, “Avukat Berfin Gündoğdu.” Bakışlarım direkt olarak karşımda oturan avukatta iken Berfin Hanım tepki vermeden sakince bana bakmaya devam etti. Karşımda bir hukukçu vardı, neyin ne olduğunu biliyordu. Kanunlara hakimdi. Kendisine de ne olacağını biliyor olmalıydı. “Gölge nerede?” Avukat gözlerime bakarken hafifçe kaşlarını çattı. “Gölge kim sayın savcım?” sorduğu soru ile tek kaşımı kaldırdım. Rol yapmayı iyi biliyordu. “Buluştuğun adamın kim olduğunu bilmiyorsun enteresan.” Dedikten sonra çekilen fotoğraflardan birini dosyanın içinden çıkartıp direkt olarak önüne koydum. Parmağımla Gölge lakaplı teröristin yüzünü işaret ederken bakışlarımı yüzünden çekmedim. “Fotoğraf tanıdık gelmiştir diye umuyorum. Gerçi görsel hafızanızın bu kadar kuvvetsiz olduğunu sanmıyorum avukat hanım. Eminim ki hatırlıyorsunuzdur.” Berfin fotoğrafa üstünkörü bir biçimde baktıktan sonra bakışlarını tekrardan bana doğru çevirdi. “Bu adamın adı Gölge mi? İlk defa sizden duyuyorum savcım. Bize isminden hiç bahsetmedi. Zira kendisini de ilk defa gördüm.” Dediğinde alayla güldüm. “Öyle mi?” dediğimde Berfin Hanım başını salladı. “Öyle.” “O zaman terörle olan bağlantısını da bilmiyorsunuz.” Dediğimde Berfin şaşırarak baktı bana doğru. “Terör mü?” Gerçekten çok iyi oyuncuydu, avukat olmasa oyunculuk yapabilirdi. “Merak ediyorum sayın savcım, beni neyle itham ediyorsunuz?” dediğinde yüzümde mimik kıpırdamadan yüzüne baktım. “Sizi gözaltına alırken sebepleri saymıştım diye hatırlıyorum. Ama tekrar söyleyeyim madem. Terör örgütüyle iş birliği yapmak, cinayete yardım etmek…” Berfin kollarını masaya yaslayarak rahatlıkla konuştu. “Terör örgütü ile iş birliği yapmıyorum, cinayetle de alakam yok. Terörist olduğunu bilmediğim biriyle görüştüğüm için beni tutuklayamazsınız. Elinizde beni suçlu gösterecek başka delil yoksa beni tutamazsınız burada.” Her şeyi çok iyi biliyordu, neyin onu suçlu göstereceğini neyin suçlu göstermeyeceğini bildiği için bu kadar rahattı. Avukatlık kanunu madde 36 gereği avukatın sır tutma yükümlülüğü vardı. Nuri beyin yaptığı şeyi bilip susmasında sakınca yoktu ama iş kendine geldiğinde, kendisi bir suça bulaşmışsa ve suça ortak olmuşsa adaleti yanıltmış demekti. (Avukatlık kanunu madde 36: Avukatların, kendilerine tevdi edilen veya gerek avukatlık görevi, gerekse, Türkiye Barolar Birliği ve barolar organlarındaki görevleri dolayısıyla öğrendikleri hususları açığa vurmaları yasaktır.) Bizim de elimiz armut toplamamıştı ama. Evi, ofisi detaylıca incelenmişti. Ofisindeki kasada bir flashbellek bulunmuştu. İçinde de bir video. Gölge ile daha önce buluştuklarını bize net bir şekilde gösteren, yaptıkları plan hakkında konuştukları bir video bulunmuştu. Bir avukat olarak evinin ve ona ait olan yerlerin aranacağını bilerek nasıl bunu kasada tutmuştu anlamak güçtü gerçekten. Belki de haberi yoktu. Bu da bir ihtimaldi. Cep telefonumu çıkartarak masaya bıraktım ve videoyu oynattım. İlk önce Gölgenin sesi duyuldu sorgu odasında. “Savcı işin peşinde düştü, askerle iş birliği yapıyorlar. Beni tanımaları an meselesi.” “Sen merak etme, Nuri hiçbir şeyi ötmeyecek. Savcı onun üzerine gidiyor, suç ona kalacak büyük ihtimalle. Bizden şüphelendikleri falan yok.” Dedi Berfin hanım kendinden emin bir şekilde. Gölge kararsızlıkla ona bakarken Berfin konuştu. “Fotoğrafları getirdin mi? Onları basına sızdırırsak savcı kendi derdine düşer. Başsavcı sızıntılara izin vermez, davayı da Volkan alır. Bu iş burada kapanır, faili meçhule düşürür o emin ol zaten yapmadığı şey değil.” İşte bu sözler Volkan’ın daha önce yaptığı usulsüzlükleri de ortaya çıkarıyordu. Onun dışında fotoğrafları kimin sızdırdığı, Gölge ile iş birliği yaptığı ve cinayetten haberinin olup örtbas etmeye çalıştığını net bir şekilde bize veriyordu. Videonun devamında fotoğrafları veriyordu Gölge, Berfin’e. Sonra da video kapanıyordu. Videonun çekimi sırasında sürekli kameranın titremesi, telefonu gizlemek için sarf edilen çaba videoyu başka birinin gizli bir şekilde çektiğinin kanıtıydı. Muhtemelen bu çekimden Berfin’in de haberi yoktu. Video başladığı anda yüzünde oluşan ifade bunu doğrular nitelikteydi. Masanın üzerindeki eli titrerken biraz önceki rahatlığından eser kalmamıştı. Dizlerini salladığı için gerildiğini net bir şekilde anlıyordum. Telefonumu koyduğum yerden aldıktan sonra direkt olarak baktım yüzüne. “Eee avukat, artık gerçekleri mi konuşsak ne dersin? Bir avukat olarak adaleti yanılttığınız, suçu örtbas etmeye kalktığınız ve terörle iş birliği yaptığınız gayet net açık. Ayrıca gizlilik kararı alınmış bir dava hakkında haber yaptırdığınızı da görmüş olduk. Elimizdeki delili beğendirebildik mi bu sefer?” dedim sert bir biçimde. Sessiz kalarak masaya bakarken oturduğum yerden ayağa kalktım. Sonra onun hiç beklemediği bir anda ellerimi masaya vurarak bağırdım. “41 kişi! 1 değil, 2 değil tam 41 kişi! Kadın, yaşlı, hamile, çocuk demeden öldürdüğünüz 41 kişi. Ne yaptılar anlatacaksın!” Ellerim masada yüzüne eğilmiş bir şekilde bakarken burnumdan sert bir nefes verdim. Sessizliği sinirimi bozuyordu. Onlar sustukça gözümün önüne o 40 kişinin hali geliyordu ve kendime hâkim olamamaktan korkuyordum. Gözlerini kırpmadan hepsini öldürmüşlerdi. “Sus bakalım, sus! Susman yaptıklarını haklı mı çıkartıyor? Kaç tane suç işlediğin delillerle sabit, terörle iş birliği yaptığın delillerle sabit. Ortaya çıkmayacak sandın değil mi? Ortaya çıkmayacaktı sende elini kolunu sallaya sallaya ortalıkta avukatım diye gezinmeye devam edecektin. Ne kadar para aldın? Ne kadara sattın haysiyetini, vicdanını?!” Karşımda hala daha susmaya devam ederken yanağına birkaç gözyaşı damladı. Bu olay beni daha da sinir ederken hırstan dişlerimi sıktım. Ona doğru iyice eğilerek mırıldandım. “O kanına girdiğiniz kişilerin ailesinin gözyaşları, veballeri boynunuza yular olacak.” Dedim dişlerimi sıka sıka. Ardından devam ettim sözlerime. “Müebbet almanız için elimden geleni yapacağım, sende hapse girip rahatlarım diye düşünüyorsan yanılıyorsun. Bu delili senin ofisine koyan kişi, içeri adam sokup şişletmesini de iyi bilir.” Diye fısıldayarak işaret parmağımı ona doğru uzattım. Söylediğim cümle ile bakışları aniden bana dönerken iğrenç yüzüne son kez bakarak sorgu odasının kapısını açtım. “Götürün şunu nezarethaneye, avukat olması bir şeyi değiştirmiyor o şerefsiz bir terörist. Her suçluya nasıl davranılıyorsa öyle davranılacak.” Ciddi ve sert bir şekilde kapıda bekleyen polis memuruna doğru konuştum. Polis memuru beni onaylayıp içeri girdikten sonra Berfin’i oturduğu yerden kaldırıp nezarethaneye doğru götürmeye başladı. Bir de hala pişkince tanımadığını iddia ediyordu. Bitmiyorlardı, ülkede böyle pislikler bitmiyordu. Avukatından tut savcısına kadar, tarikatlar, üst düzey yöneticiler hala daha böyle şeylerle uğraşmaya devam ediyordu. En kötüsü de onlar artarken yaptırımlar azalıyordu, adalet duygusu bitiyordu. Biraz sakinleşmem gerekiyordu, sakinleştikten sonra sıra Volkan’da idi. Bakalım o nasıl kafa tutacaktı, neler söyleyecekti? Eski bir savcıydı, usulü çok iyi biliyordu ve onunla ilgili elimizde bir şey yoktu fotoğraftan başka. Evinden bir şey çıkmamıştı, odasından bir şey çıkmamıştı, telefonunda sadece Berfin’in aramaları vardı. Detaylı incelemeler sonucunda bile bir şey çıkmamıştı. Bilgisayarı temizdi. Hiçbir yakını yoktu, sık görüştüğü arkadaşı yoktu. Evden işe gidip geliyordu ve tabii bir de Berfin ile buluşmuştu birkaç kere. Merdivenlerden çıkarak Cenk komiserin odasına doğru ilerledim. Eksikliği fark ediliyordu. Eve çıkmıştı bugün. Yakında işine döneceğini umut ediyordum. Diğer polis memurunun yarası daha ağır olduğu için o biraz daha hastanede kalacaktı. Odaya gireceğim sırada bana doğru yaklaşan uzun boylu, esmer ve genç bir adamı gördüğümde adımlarım duraksadı. Adam tam önüme gelerek duraksadığında elini uzatarak konuştu. “İyi günler savcım, ben terör savcısı Kubilay Dönmez.” Dediğinde hızlıca uzattığı elini tutarak sıktım. Batuhan ve Yiğit’in bahsettiği savcıydı. “Memnun oldum, Devrim Akyol.” El sıkıştıktan sonra ellerimiz birbirinden ayrılırken merakla konuştum. “Size nasıl yardımcı olabilirim savcım?” dediğimde Kubilay savcı cevap verdi. “Olayın terörle bağlantısı doğrulandı biliyorsunuz ama hala insanlar ne amaçla öldürüldü ne kullanılarak öldürüldü bilmiyoruz. Dava terörle bağlantılı olunca başsavcılık durumu bana bildirdi ve dosyayı almamı istediler.” Yaptığı açıklama ile kaşlarım çatıldı. Böyle bir şey bana bahsedilmemişti. Tamam olay terörle ilgiliydi, terör savcısının bakması elbette gerekiyordu ama en azından fikrimin alınması gerektiğini ve bana haber verilmesi gerektiğini düşünüyordum. Bugün resmen sinirimin üzerine sinir ekleniyordu. “Ancak bu davaya başından beri siz baktığınız için ve ben henüz yeni öğrendiğim için ortak devam etmemiz konusunda başsavcıma direktif verdim. O da siz kabul ettiğiniz takdirde bunun mümkün olacağını söyledi.” Kubilay savcının sözleriyle birlikte bir rahatlama hissettim. İşte bazı savcılar hakkını vererek yapıyordu işlerini. Davaya hiç bakmayan biri olarak, bir şeyler bilmediğinin farkında olup yardımımı istiyordu. Gerçekten takdire şayandı. “Siz nasıl isterseniz savcım, davayla ilgili ayrıntılar dosyalarda mevcut ancak ben size özet geçerim. Geçenlerde örgütten biriyle yakalanan avukat ve savcıdan haberiniz vardır. Avukatın sorgusu yapıldı biraz önce ancak itiraf etmedi ne yazık ki, sessiz kalmayı tercih etti. Elimizde onunla ilgili sağlam deliller var. Birazdan da savcı beyin sorgusuna girecektim. Sizde bana eşlik ederseniz çok sevinirim.” Dediğimde Kubilay savcı başını salladı. “Elbette savcım.” “O zaman buyurun şöyle geçelim, detaylardan konuşalım.” Diyerek komiserin odasını işaret ettim. Önden Kubilay savcı ilerlerken arkasından ben içeri girdim. Karşılıklı olarak oturmadan önce masanın üzerindeki tüm dosyaları ona doğru uzattım. İncelemesi gereken epey şey vardı. “Birer çay söylüyorum.” Dediğimde beni onayladı Kubilay savcı. Kendisi dosyaları incelerken bende ikimiz için birer çay söyledim. Çaylar kısa sürede getirildiğinde delillerle ilgili, suçlularla ilgili birçok şeyle konuştuktan sonra sorgu için Volkan’ın yanına ilerlemeye başladık. “Koskoca savcının bu duruma düşmesi çok acı ve düşündürücü.” Kubilay savcının sözlerini onayladım. “Öyle, bir adalet sağlayıcısının yaptığı bu şey kabul edilemez.” Birlikte sorgu odasına girdiğimizde Volkan’ın bakışları bize doğru döndü. Bakışlarımız buluşurken Kubilay savcıyla birlikte tam karşısına geçerek oturduk. Volkan, parmaklarını masaya vurarak bize bakarken küçümseyici bir biçimde yüzüne baktım. “Sorgu odasında, masanın diğer tarafında oturmak nasıl bir duygu?” Gerçekten çok kötü bir duygu olmalıydı. En azından benim gibi işini düzgün yaptığını düşünen ve bunun için çabalayan kişiler için bu böyle olmalıydı. Suçluları bulup adalete teslim etme görevini yerine getirirken birden suçlu durumuna düşmüştü ve bu mide bulandırıcıydı. “Volkan Tanrısever, eski cumhuriyet savcısı.” Dedi Kubilay savcı, Volkan’ın gözlerine bakarken. Volkan ise hiçbir şey söylemedi. Yüzünde mimik dahi oynamadı. İkimize doğru bakarken söze giren ben oldum. “Gölge ile ne işin vardı?” dedim sertçe. Volkan ise cevap verdi. “Konuşuyorduk, sizin de gördüğünüz gibi.” Sakin bir şekilde verdiği cevapla birlikte yüzümde alaylı bir gülümseme oluştu. “Yani Gölgenin kim olduğunu biliyorsun ve onunla konuştuğunu kabul ediyorsun.” Sorduğum soru ile başını olumlu anlamda salladı Volkan. “Biliyorum, PKK terör örgütünden biri ve Kâmil Göçer cinayetinin katili.” Pişkin pişkin verdiği cevapla birlikte kaşlarım çatıldı. Bakışlarım yanımda oturan Kubilay savcıya kaydığında onun ciddi bir şekilde Volkan’a baktığını gördüm. “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve bir cumhuriyet savcısı olarak PKK ile görüştüğünü itiraf ediyorsun.” Kendini onaylatmak adına sorduğu soruyla birlikte bakışlarımı Volkan’a çevirdim. “Evet, görüştüm. Oradaki bendim, yanımdaki kadında Avukat Berfin Gündoğdu.” “Senin için utanç verici olmalı.” Dedim hiç beklemeden. “Gerçi onca olayı bilip sustuktan sonra senin de onlardan bir farkın yok.” Diye de ekledim tahammülsüz bir biçimde. İğrençti. Utanmadan, sıkılmadan dile getiriyordu. Yüzünde utandığına dair hiçbir emare yoktu bile. Bir insan vicdanını, onurunu, gururunu ve hatta ülkesini nasıl satardı? “Aşağılamalarınız bitti mi?” dedi Volkan hiç utanmadan. Bu söylediği lafla beynimden vurulmuşa dönerken elimi masaya vurdum sertçe. “Karşında arkadaşın yok senin, savcının karşısında olduğunu unutma, sözlerine dikkat et. Yıllarca bizim tarafımızda oturan biri olarak nasıl konuşulması gerekiyorsa öyle konuş!” dedim üstüne bastıra bastıra. Volkan ise aheste aheste gözlerimize bakmaya devam etti. Hiçbir şey umurunda değildi sanki. Ben onun itiraf etmesini bile beklemezken hatta bunları yalanlayacağını düşünürken gayet rahat bir şekilde her şeyi itiraf ediyordu. Bu şaşırtıcıydı işte. Muhtemelen başka bir planı vardı, ülkemizdeki yasalara bakıldığında indirim almak kolaydı. Bunun için uğraşıyordu belki de. Sırtını yasladığı sandalyeden kaldırarak masaya yasladı kollarını. Direkt olarak benim gözlerime bakarken bakışlarımı kaçırmadım ve bende dik dik ona bakmaya devam ettim. “O insanları neden öldürdüler, üzerlerinde ne denediler, kimlerle iş birliği yapıyorlar hepsini anlat!” dedim sertçe. Volkan yüzüme doğru bakmaya devam ederken iç çekti ve konuştu. “Anlatacağım, anlatacağım ama hapse girdiğimde tek kişilik koğuş istiyorum ve benimle yalnızda tek bir gardiyanın ilgilenmesini.” Ciddi ciddi söylediği şeyle birlikte alayla güldüm dişlerimi göstere göstere. “Biz ne zamandan beridir orospu çocuklarıyla anlaşma yapıyoruz?” dedikten sonra ciddileşerek yüzüne doğru eğildim. “Başla şimdi anlatmaya! Anlatmayacaksan da yerin hazır, nezarethanede günlerini geçirmeye devam edersin. Karar senin.” Volkan savcı gözü seğirerek bana bakarken geri çekildim ve sırtımı sandalyeye yasladım. Ona ettiğim hakaret kanına dokunmuştu belli ki ama bu öyle olduğunu değiştirmiyordu. Kendi ağzından duymuştuk örgütle iş birliği içerisinde olduğunu, ona başka türlü küfürler yakışırdı ama benim ağzıma yakışmazdı. Dakikalar süren sessizlikten sonra Volkan nihayet konuşmaya karar vermiş olacak ki sesi duyuldu sorgu odasında. “42° 10' 44° 50' Doğu, 36° 57' 37° 48'Kuzey” verdiği enlem ve boylam bilgileri ile kaşlarım çatılırken önümdeki kağıda hızlı bir şekilde not aldım. O sırada Kubilay savcının sesini duydum. “Neyin koordinatları bu?” sorduğu soruyla birlikte Volkan cevap verdi. “Bulunan cesetlerin öldürüldüğü konum.” Ondan asla böyle bir şeyi beklememiştim. Sessiz kalır diye düşünmüştüm ama tam tersi şeklinde davranıyordu. “Orada aradığınız cevapları alacaksınız.” Diye ekleme yaptığında yapmak istediği şeyi çok net anlamıştım. TCK madde 221’e göre hareket ediyordu. (TCK (5237 sayılı Türk Ceza Kanunu) madde 221 4. Fırka; Suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan ya da üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişinin, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi halinde, hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz. Kişinin bu bilgileri yakalandıktan sonra vermesi halinde, hakkında bu suçtan dolayı verilecek cezada üçte birden dörtte üçe kadar indirim yapılır.) Bir savcı olarak yasaları bildiği için itirafçı olmayı tercih etmişti ve akıllılık etmişti. Yine de bu ona güveneceğimiz anlamına gelmiyordu. “Madem itirafçı olacaktın, neden baştan bu işe girdin? Şerefinle, onurunla bir cumhuriyet savcısıyken neden terörle iş birliği yaptın?” dedim sertçe. Volkan umursamaz bir biçimde yüzüme baktı. “Bir cevabım yok, belki onlar sayesinde kazandığım para, edindiğim ün hoşuma gitmiştir.” Dediğinde tiksinerek baktım yüzüne karşı. Hangi para, hangi ün vicdanını, onurunu, gururunu, mesleğini satmayı ve bu ülkenin düşmanına yardım etmeyi gerektirirdi ki? Oturduğum yerden ayağa kalkarken bir kere daha bakmadım Volkan’ın yüzüne. Zira bakılacak bir yüzü bile kalmamıştı. Direkt olarak sorgu odasından çıkarken Kubilay savcının polis memuruna verdiği emri duydum. “Nezarethaneye alın.” Hızlı adımlarla yanıma geldiğinde ona doğru dönerek konuştum. “Bu koordinatları istihbarata iletmemiz gerekiyor, TSK direkt işin içinde zaten bildirelim hemen.” Dediğimde Kubilay savcı onayladı beni. “Aynen öyle savcım, özel kuvvetlere bildirelim diye düşünüyordum bende. Bütün işleri yaptıkları mekân orasıysa özel kuvvet timleri daha kolay bir şekilde halledecektir.” Katılıyordum söylediklerine. Hem bize saldırdıkları zaman Hakan onların özel yetiştirildiğini söylemişti ve ancak biz baş ederiz demişti. Birkaç timle birlikte bu işi kolayca hallederlerdi. “İddianameleri yarın için tamamlayıp mahkemeye sevkleri yapılmalı ama bu Volkan eğer itirafçı olacaksa işini bitirirler, özel bir koğuşa alınması daha iyi olur savcım.” Dedi Kubilay savcı aklımdaki dile getirirken. Onayladım onu hızlıca. “İddianameyi yazmaya başlamıştım ancak yarın tekrar üzerinden geçeriz savcım sizinle.” Dedikten sonra ekledim. “Mahkeme sonucunda cezaevine gidip gerekli önlemlerin alınmasını sağlarız.” Birlikte merdivenlerden çıkıp Cenk komiserin odasına doğru ilerleyeceğim sırada cinayet büronun ortasındaki polis topluluğu dikkatimi çekti. Ne olduğunu anlamak için onlara doğru yaklaşırken topluluğun ortasındaki komiseri görmemle birlikte şaşırdım. Ne işi vardı burada? “Komiser?” diyerek seslendiğim anda oluşan topluluk birer birer dağılırken Cenk’in bakışları beni buldu. “Buyurun savcım?” Cenk komiser dinç bir şekilde bana bakıp cevap verirken bakışlarım omzundaki askılığa takıldı. Dinlemesi gerekirken buraya gelmişti. “Senin evde kalıp dinlenmen gerekmiyor muydu?” dediğimde komiser cevap verdi. “Evde yatmaya gönlüm razı gelmedi savcım, ayrıca bu olay beklediğimizden de büyük çıktı. Kaçıramazdım.” Söylediği cümleler ile gülmek istesem de ciddiliğimi korudum. O da benim kafadandı. Bana bir şey olmuş olsaydı muhtemelen bende bu davayı kaçırmamak için buraya gelirdim. Yine de bunu belli etmeden hafifçe kaşlarımı çattım. “Dava çözülecek, az kaldı. Ama burada işimiz kalmadı bugünlük. Sanık itiraf etti birkaç şey, şimdi TSK girecek devreye.” “Olsun savcım, bende ifadeleri okurum, sorguları izlerim. Yatmak bana göre değil.” Dediğinde elimle odasını işaret ettim. “İyi madem öyle odaya geçelim.” Dediğimde arkalı önlü bir biçimde ilerlemeye başladık. Odaya girdiğimizde Kubilay savcının odadaki eşyalarını almış ve çıkmak için hazırlandığını gördüğümde o da bana dönerek konuştu. “Tabura haber verdim, koordinatları da bildirdim. Albay bir toplantı organize ediyor, sizin de katılmanız uygun olur savcım.” Dediğinde onayladım. “Tamam gelirim bende.” “Ben dışarıda sizi bekliyorum.” Dediğinde başımı salladım olumlu manada. Kubilay savcı odadan çıkarken bakışlarımı Cenk’e doğru çevirdim. “Volkan ve Berfin nezarethanede. Volkan itirafçı oldu, çok dikkat edin ona. Yediği içtiği şeylere, giren çıkana dikkat edin. Bir avukat talep etmedi ikisi de. Avukatlarıyım falan filan bir yalanla birisi girebilir ve imha edebilir. Bu konuda tedbir alın.” Dediğimde Cenk komiser onayladı. “Emredersiniz savcım.” Askılıkta asılı duran çantamı ve kabanımı alırken Cenk’in sesini duydum. “Savcım, her gün ziyaretimize geldiniz. Çok sağ olun.” Minnettar bir biçimde söylediği şeyle birlikte ufak bir gülümseme ile baktım ona doğru. “Görevimiz komiser, oraya benim yüzümden gittiniz neticede.” Dediğimde Cenk komiser başını iki yana salladı. “O da bizim görevimiz savcım, hem sizin gibi adaletin peşinde bu kadar koşan ve suçluları yakalamaya hevesli olan savcı daha önce görmemiştim. Böyle bir savcıya hizmet etmek büyük şeref.” Söylediği cümleler ile gururum okşansa da bunu belli etmeden başımı salladım. “Sağ ol.” Dedikten sonra ekledim. “O savcıdan sana tavsiye o zaman, bugün burada kendini yorma. Yarın görüştüğümüzde seni daha dinç görmek istiyorum.” Cenk komiser söylediğime güldü. “Emredersiniz savcım.” Aldığım cevapla birlikte odadan çıktım ve emniyetin dışına doğru ilerlemeye başladım. Bugün bu iş bitmeliydi…
◔◔◔ Yazarın anlatımından, Yaşadığımız dünya bir imtihan dünyasıydı. Kimisi annesiyle, kimisi babasıyla, kimisi evladıyla, kimisi acıyla, kimisi hastalıkla imtihan olurdu. Sabreden, sabrederek şükreden bu imtihanın galibi olurdu, ödülünü alırdı. Halide hanım ve Serhat bey için evlat acısı, Burçe için kardeş acısı, Turan bey için eş acısı, Bora için anne acısı, Ahu hanım için hastalıktan imtihan olmuştu. Bu imtihanların en acısını belki Devrim ve Pamir yaşamıştı. Biri annesinin ve sevdiği adamın kaybını tatmıştı ve sabretmeye çalışmıştı; diğeri ailesini görememek pahasına, onların acılarına şahit olarak ülkesini korumak için çaba vermişti. Ama bu süreçte vicdan azabı onun en büyük imtihanı olmuştu. Devrim ve Pamir, bir kitabın iki ana karakteri. Yaşadıkları bu acı olaydan alınlarının akıyla çıkmış, sabırlarının ekmeğini yemeye başlamışlardı. İkisi de birbirlerinin gözlerinin içine bakıp konuşmadan bile aşklarını haykıracak raddedelerdi. Uzun ve çetrefilli bir yoldan geçmişlerdi ama bunun sonucunda evliliklerinin ilk adımını atmaya yaklaşmışlardı. Hayatın onlara hazırladığı sürprizlerden habersiz, yoğun iş hayatlarının arasından birbirlerine yuva olmaya karar vermişlerdi. Pamir önündeki dosyaları imzaladıktan sonra karşısında hazır ol da dikilen askere doğru uzattı. “Bunları Baran Albay’a götür.” Dediğinde karşısındaki asker hızlıca başını eğip kaldırdı. “Emredersiniz komutanım!” Asker dosyayı alıp odadan dışarı çıkarken Pamir’in bakışları masanın üzerindeki çerçeveye kaydı. Devrimle ikisinin fotoğrafına bakarak iç geçirdi. Bugün hiç sesini duymamıştı Devrim’in. Savcıyı sorgulayacağını biliyordu ve sorgu uzun sürer diye aramıyordu. Ama özlemden içinin kabarmadığını söylemek imkansızdı. Oturduğu yerden kalktıktan sonra odasından çıktı ve hızlı adımlarla timinin yanına ilerledi. Az önce birlikte yemek yemişlerdi, Pamir imzalaması gereken dosyalar için odasına gelmişti ama muhtemelen tim hala daha yemekhanedeydi. Saniyeler içinde yemekhaneye girdiğinde yemek yiyen birtakım asker gördü. Ondan düşük rütbeli askerler oturdukları yerden kalkıp hazır ol pozisyonuna geçerken Pamir sert bir sesle konuştu. “Afiyet olsun asker!” “Sağ ol!” Toplu bir şekilde cevap alıp kendi askerlerinin yanına ilerlerken timi de diğer herkes gibi ayaklanmıştı. Onlara yaklaştığında eliyle işaret etti. “Oturun aslanlar.” Tim bir bir yerlerine otururken Pamir’in bakışları Batuhan’a doğru kaydı. İki gündür onun halini beğenmiyordu, bir sorun olduğu belliydi. “Batuhan…” Pamir’in seslenmesi ile Batuhan aniden bakışlarını komutanına çevirdi. “Buyurun komutanım.” Dediğinde Pamir elini kaldırarak yanına doğru çağırdı onu. “Gel yanıma aslanım.” Batuhan, Pamir’in sertliğinden ödün vermeyen sesini duyduğunda yutkundu. Arkadaşlarına bakarken Yiğit’in fısıltısını duydu. “Ne halt yedin oğlum?” Batuhan dudaklarını yalayarak başını iki yana salladı. “Bir şey yapmadım.” dedi çaresizce. Oturduğu yerden kalkıp direkt komutanının yanına giderken korkudan titreyecek raddeye gelmişti. Aklından bin bir çeşit düşünce geçiyordu. Burçe’yi mi öğrendi? Devrim yengemle konuştuklarımızı mı duydu? Gibi gibi. “Siz devam edin, hatta bana da bir çay söyleyin. Geliyoruz biz.” Dedi Pamir emir vererek. Elini Batuhan’ın sırtına koyarak ekledi. “Biz seninle çıkalım bir şöyle.” Dediğinde Batuhan belli belirsiz başını salladı. “Çıkalım komutanım.” Yemekhaneden dışarı çıkarlarken Batuhan korkarak konuştu. “Bir şey mi oldu komutanım?” sorduğu soruyla birlikte Pamir’in bakışları ona dönerken cevap verdi. “Sen söyle aslanım, bir şey mi oldu?” dedi sorgular bir biçimde ona bakarak. Batuhan yutkunarak başını iki yana salladı. “Yok komutanım, ne olabilir?” dedi tereddütlü bir biçimde. Komutanının sert yüz hatlarını incelerken bakışlarında bir değişiklik olup olmadığını sorguladı kendi içinde. Her şey normal görünüyordu ama yine de paçaları tutuşmuştu Batuhan’ın. “Sende bir şeyler var, eski Batuhan yok sanki.” Dedikten sonra tek gözünü kırpıp başını iki yana salladı Pamir. “Sorun ne oğlum?” “Çok önemli bir şey değil komutanım, biraz canım sıkkın sadece.” Dedi Batuhan çekingen bir şekilde. Pamir eliyle Batuhan’ın omzunu tutarak adımlarını yavaşlattı ve sadece onun duyabileceği bir şekilde konuştu. “Ailevi bir şey mi? Paraya falan mı sıkıştın. Çekinme aslanım, hallederiz.” Pamir’in cümleleri ile Batuhan utandığını hissetti. Onu böyle düşünen ve derdini öğrenip yardımcı olmaya çalışan adama sorun kardeşiniz diyemezdi ki. Nasıl derdi? Gözlerini kapatıp derin bir içerken cevap verdi. “Eksik olmayın komutanım, öyle bir şey değil. Daha farklı.” Dedi utana sıkıla. Pamir, Devrim’in söylediği şeyi anımsayarak sırıttı. “Kız meselesi diyorsun yani?” dediğinde Batuhan gözlerini kocaman araladı. Tükürüğü boğazına kaçarken öksürmeye başladı. Pamir onun sırtına vurarak kaşlarını çatarken ekledi. “Helal oğlum, helal. Sakin ol.” Batuhan elini yakasına götürerek üniformanın boğaz kısmını gevşetirken ecel terleri döktüğünü hissetti. Genzini temizlerken tekrar Pamir’in sesini duydu. “Seviyorsan gidip isteriz oğlum, ne canını sıkıyorsun.” Dediğinde Batuhan içinden kendine küfretti. Adamı enayi yerine koyduğu için kendinden utanıyordu. Burçe evet demiş olsa şu an her şeyi açıklardı ama şimdi bir şey söyleyemezdi. “Yok komutanım, başlamadan bitti zaten. Ona canım sıkıldı.” Dedi geveleyerek. Pamir dudaklarını birbirine bastırarak eliyle Batuhan’ın sırtına vurdu. “Olsun sana kız mı yok? Buluruz. Hem hemen moralini düşürme, kadınları anlamak bazen zor olabiliyor. Belki olur ha?” dediğinde Batuhan zorla gülümsedi. “Umarım öyle olur komutanım.” “Sıkma canını.” Diye teselli verdi Pamir. İçten içe bir şey olmadığı için seviniyordu. Çünkü can sıkıntısı gibi duygu değişimleri operasyonlarda çok etkili oluyordu. En ufak dikkatsizlik kişinin kendi hayatına ve arkadaşlarının hayatına mal olabilirdi. Pamir komutan olarak buna izin veremezdi ve askerlerinin sorunlarını çözmeyi bir prensip haline getirmişti. Onlar bir kardeşti neticede. Birlikte tekrardan yemekhaneye ilerlediklerinde yemekhanenin boşaldığını gördüler. Sadece kendileri kalmıştı. Pamir ile Batuhan masaya ilerlerken Yiğit’in sesini duydular. “Pamir komutanım Batuhan’ın burnundan getirmiş galiba, ter atmış çocuk.” Diye gülerken Taner ekleme yaptı. “Kıpkırmızı olmuşsun oğlum, hayırdır? Yoksa tekli antrenman mı?” “Konuştuk öyle ama siz antrenman yapmayı çok isterseniz dışarısı boş beyler, düğünde geçti neticede.” Dedi Pamir tehditvari bir biçimde. “Yapmayın etmeyin komutanım, dünden sonra ayaklarımıza karasular indi zaten.” Dedi Soner çaresiz bir sesle. Ardından ekledi. “Hem bence dünde yeteri kadar ter attık, bugün dinlenelim.” Dediğinde Pamir güldü ister istemez. “Neyse bugünlük böyle olsun madem.” Tim içlerinden sevinç çığlıkları atarken Hakan masadaki bardağı işaret etti. “Çayınızda hazır. Hararetinizi alsın.” Dediğinde Pamir sırıttı. “Seninkini aldı mı?” dediği anda Hakan’ın kaşları çatıldı, anlamaz gözlerle karşısında oturan arkadaşına bakarken Pamir ima ile konuştu. “Kimden bahsettiğimi anladın bence.” Anlamıştı elbette Hakan, sırtını sandalyeye yasladıktan sonra umursamaz bir tavır sergilemeye çalıştı ancak bu mümkün olmadı. Zira Pamir’in ima ettiği gibi aklında Sinem dolaşıp duruyordu. Bora ile aralarında bir şeyler olmadığını en azından anlamış sayılırdı bu kendi içinde kesin olmasa da. “Hakan komutanımda az fena değil yani.” Dedi Yiğit imalı bir biçimde. Batuhan onu destekleyerek ekledi. “Aynen, ne zaman sorsak yok mok diyordu ama meğer.” Diye devam edecekken Hakan hızlıca araya girerek engelledi. “Saçma sapan konuşmayın oğlum.” Ahmet çayından bir yudum içtikten sonra konuştu. “Aşk olsun, yabancı mıyız biz sanki?” dediğinde Hakan hayretler içerisinde baktı ona doğru. “Sende mi abi?” dediğinde Ahmet güldü. “Görünen köy kılavuz istemez.” Diye cevap verdi. “Yalnız Hakan, sanki sende gönlü yok gibi bu kızın?” Soner, Hakan’ın ağzını ararcasına gözlerine bakarken Hakan, ilgiyle dinliyordu Soner’i. “Ne bileyim senin ona karşı bakışların güzelde o sanki emin değil bir şeylerden.” Soner yaptığı çıkarımları diline dökerken Hakan iç geçirdi. Arkadaşlarının onu bu kadar iyi tanıması ve bir bakışından bile bir şeyleri çözmesi biraz canını sıkmıştı. Ağızlarına sakız olmak istemiyordu. “Sinem tatlı kızdır, öyle göründüğüne bakmayın.” Dedi Pamir müdahale ederek. Devrim ile bir şeyler yaşamaya başladığında Sinem’in desteğini çok görmüştü o yüzden onu severdi. “Ama tersi pistir.” Diyerek ekledi Hakan’a doğru bakarak. Sonra devam etti sözlerine. “Hakan çok şahit oldu buna.” Dedi sırıtarak. Hakan, Pamir’in cümleleri ile göz devirdi. “Yalnız komutanım biriniz savcıyla, biriniz hâkime ile birliktesiniz. Size de bu yakışırdı.” Dedi Taner hayran bir şekilde. Hakan anında itiraz etti. “Ne birlikteliği oğlum, bak saçma sapan konuşmayın kızın yanında da. Yok öyle bir şey.” “Ama biraz önce Soner komutanım, sizin duygularınızdan bahsederken itiraz etmediniz.” Yiğit yüzünde imalı bir gülüşle Hakan’a bakarken Hakan onlarla uğraşamayacağını anlayarak gözlerini kapattı ve başını geriye doğru attı. Ardından aklına gelen şeyle birlikte konuştu. “Siz komutanınızla ilgilensenize, yakında nişanlanacak. Başını bağlıyoruz.” Dedi Hakan. Taner ise Pamir’e bakarak konuştu. “Kusura bakmayın komutanım ama Pamir komutanım kadar heveslisini ilk defa gördüm.” Dediği anda Pamir’in sert bakışları Taner’e doğru döndü. “Yani komutanım ne güzel, böyle adamlar kalmadı manasında demek istedim.” Diye kendini açıklamaya çalıştı Taner. Sesi cümlenin sonuna doğru fısıltıya dönüşürken bakışlarını Pamir’den kaçırdı. “Öyle olacak tabii, kaç yıl beklemiş adam. Hep sevgili olacak değiller ya. Evleneceklerdi eninde sonunda.” Dedi Ahmet olaya müdahale ederken. “Hem seviyorsa zaten beklemez, şimdiki gençler yıllarca oyalıyor.” Dedi ekleme yaparken. Pamir küçük bir tebessümle Ahmet’e bakarken konuştu. “Hay ağzına sağlık abi, yoksa bunlar beni sakız edeceklerdi ağızlarına.” Çaylarını yudumlayarak içerlerken Yiğit hevesle konuştu. “Komutanım zeybek mükemmel oldu yalnız, hepimizin düğününde oynayacağız tamam mı?” dediğinde Batuhan onayladı. “Bence de zaten bir asker ancak zeybek oynarken diz çöker. Şanımıza yakışır.” Dediğinde Soner ekledi. “Ya zeybek oynarken ya da sevdiği kadının karşısında.” “Sahi komutanım siz evlenme teklifi ederken eğildiniz mi?” dedi Yiğit merakla Pamir’e bakarken. Pamir belli belirsiz başını salladı. “Bu hayatta beni dize getiren tek kadın karşısında eğildim tabii ki.” O anlar gözünün önüne geldiğinde Devrim’in gülümsemesi, heyecanı kalbini titretti. “Böyle romantik romantik konuşuyorsunuz ya çıtayı yükseltiyorsunuz komutanım.” Taner’in sitemli sesiyle Pamir sırıttı. O sırada Soner konuştu. “Ahsen yengeninde hoşuna gitti, Kürşat’a bakışı görülmeye değerdi.” “Salondaki herkesin hoşuna gitti bence, hayranlıkla bakıyorlardı.” Dedi Hakan insanların bakışları gözlerini önüne geldiğinde. Sinem’in de bakışını net bir şekilde görmüştü ve onun gözlerinde kendine karşı hayranlık görmek hoşuna gitmişti. “Kürşat şimdi hayatın tadını çıkartıyor, bizde böyle oturuyoruz.” Dedi Yiğit sıkıntılı bir biçimde. Batuhan elini Yiğit’in omzuna atarak konuştu. “Hemen seni de gönderelim Yiğido, burada bizle oturmak zorunda kalmazsın.” Derken Pamir konuştu. “Adama yer beğendiremiyoruz.” Dediğinde Yiğit komutanına doğru baktı. Öyle değil komutanım.” Diye itiraz etmeye çalıştı. O sırada yemekhanenin kapısından giren Turan Bey ve Borayla birlikte yüzü kapıya doğru dönük olarak oturan Pamir’in bakışları onlarla buluştu. Onları görür görmez oturduğu yerden anında ayağa kalkarken timde ayaklanacağı sırada Turan Bey konuştu. “Rahat olun aslanlar, kalkmayın.” Turan beyin sözleriyle tim otururken Pamir konuştu. “Hoş geldiniz, size de çay getirelim hemen. Buyurun” Diyerek eliyle kendi sandalyesini işaret etti Pamir. Turan Bey’in burada olmasına şaşırsa da bunu belli etmedi. Turan bey ise başını iki yana salladı. “Eksik olmayın, Baran’ı ziyarete geldim. Gelmişken bir seni de göreyim dedim.” Diye kendisine bakarak açıklama yaparken Pamir gururla doldu. Turan amcasının böyle düşünmesi hoşuna gitmişti. “Sağ olun.” “Biz seninle dışarı çıkalım biraz.” Dediğinde Pamir onayladı hızlıca. “Tabii çıkalım, odama geçelim isterseniz.” Diyerekten Turan Bey ve Bora ile yürümeye başladı. “Koskoca üsteğmende olsan, komutanda olsan kayınbaban gelince hazır ola geçiyorsun.” Yiğit’in fısıldayarak söylediği cümleyle Hakan gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Ahmet ise elini Yiğit’in omzuna doğru atarak konuştu. “Saygı oğlum, saygı. Komutan olmasıyla ne ilgisi var.” Dedi tecrübeli bir şekilde. Onlar kendi aralarında konuşurlarken Bora, Turan Bey ve Pamir yan yana koridorda yürümeye devam ediyorlardı. Binanın dışına çıktıklarında Turan Bey oğluna doğru döndü. “Oğlum hadi sen arkadaşlarının yanına git.” Dediğinde Bora babasını onayladı. “Tamam, gideceğin zaman haber ver seni götüreyim baba.” Dediğinde Turan Bey başını salladı. “Tamam.” Bora yanlarından uzaklaşırken Turan Bey eliyle binanın önündeki bankı işaret etti. “Gel şöyle oturalım.” Dedikten sonra banka ilerledi. Pamir’de onunla ilerlerken kendini gergin hissetmeden edemedi. Devrim, babam tamam dedi demişti ama yine de tereddütlüydü. Banka ulaştıklarında yan yana oturdular. Pamir’in bakışları Turan Bey’e dönerken Turan Bey genzini temizledi. “Yaklaşık 2 ay önce, seninle yine böyle bir bankta oturmuştuk. Tek fark o an yaşadığım hayal kırıklığı ile şimdiki duygularım farklı.” Diye sözlerine başladı Turan bey. Pamir dikkatle onu dinlerken Turan bey devam etti cümlelerine. “O gün seni kırdım, belki de üzerine fazla gittim. Sana soğuk yaptım. Annenin günahını sana yükledim ve gözlerindeki çaresizliği net bir biçimde gördüm. Ama yine olsa yine yaparım, kızım söz konusu olduğunda karşımdaki kim olursa olsun bu tavırla devam ederim.” Pamir, dikkatli bir biçimde Turan beyi dinlemeye devam etti. Turan bey onunla o gün konuştuğunda da şimdi konuştuğunda da ona hak vermişti. Vermeye devamda ediyordu. Söz konusu evlat olunca insanın yapmayacağı şeyler yaptığını annesi sayesinde öğrenmişti. Bu yüzden Turan beye karşı hiç kırılmamıştı. “Haklıydın Turan amca, annemin yaptıklarını hiçbir zaman desteklemedim ben. Belki de dediğin gibi elimden geleni de yapmadım ama o aralar benim de kafam yerinde değildi. Yıllardır o piçlerin arasında yaşam sürdürdüm, sonra buraya döndüm. Bir timin sorumluluğunu aldım, sevdiğim kadına kendimi anlatmaya çalıştım. Kardeşimin eksiklerini kapatmaya uğraştım, annemin araya girmesini engellemeye çalıştım. Herkese yetmeye çalıştım ama yetemedim.” Dedi düşünceli bir şekilde. Turan bey, Pamir’in sözleri ile suçluluk duygusu hissetti üzerinde. Elini Pamir’in omzuna yaslayarak birkaç kez vurdu hafifçe. “Biliyorum oğlum, yaşadıkların kolay değildi. Üzerine gelmemem gerekiyordu, bende duygularıma yenik düşüp seni yıprattım.” Dedikten sonra ekledi. “O zamanda söylemiştim, şimdi de söyleyeyim. Seninle her zaman gurur duydum.” Pamir için bu cümleler önemliydi. Turan onun hem komutanı hem amcası hem de babası gibiydi. Evet insanları gururlandırmak için yapmıyordu bu mesleği ama gurur duyulduğunda motivasyonu artıyordu, kendini güçlü hissediyordu. “Sağ ol Turan amca.” “Devrim beni arayıp evlenme teklifi ettiğini söylediğinde gözlerindeki mutluluğu görmemek imkansızdı. Zaten seninle barıştıktan sonra eski Devrim yoktu, acısı hafiflemişti sanki. Beni aradığında benden ters bir cevap bekledi ama hayır, aksine aşkınıza sahip çıktığınız için size ters bir cevap veremezdim. Aşkın ne olduğunu bilirim, öyle herkese nasip olmaz. Nasip olsa da uzun sürmez bazıları için.” Dediğinde kendisini ve Ahu hanımı kastediyordu Turan bey. “Hayat kısa evlat, asker olana da normal mesleği olana da kısa. Kimin ne zaman gideceği belli olmuyor. Hiç beklemediğin anda kopup gidiyor avuçlarının içinden sevdiğin.” Hüzünlü bir sesle konuşurken Pamir üzgünce baktı ona doğru. Onun, Ahu teyzesine olan bağlılığını biliyordu. Turan bey iç geçirerek Pamir’e çevirdi bakışlarını. “Diyeceğim o ki, birbirinize sığınıp geçireceğiniz günleri sizden çalmak bize düşmez. Siz bir karar verdiyseniz arkanızda durmak düşer.” Pamir ilk önce duyduklarını algılamakta zorluk çekse de duyduğu sözler kalbinin çırpınmasına neden olmuştu. Daha aylar önce içinde büyük umutsuzluklar varken şimdi umutla beklediği o günler kapıdaydı ve güzel günlerin içeride bulunduğu kapılar ona birer birer açılıyordu. “Turan amca, ben ne diyeceğimi bilmiyorum. Çok teşekkür ederim arkamızda olduğun için.” Diye cümlelerini toparlamaya çalıştı Pamir. Turan bey ise hafifçe kaşlarını çattı ancak yüzünde küçük bir gülümseme vardı. “Amca değil, artık bende senin baban sayılırım. Bora nasıl oğlumsa sende benim oğlumsun bundan sonra.” Dediğinde Pamir içi içine sığmayarak baktı Turan Beye. Turan Bey ise işaret parmağını kaldırarak ona doğrulttu ve ciddi bir şekilde konuştu. “Yalnız, kızımı üzersen ne olacağını biliyorsun.” “Üzmem, onun tek damla gözyaşı için dünyayı yakarım.” Dedi Pamir alelacele. Turan oturduğu yerden kalkarken Pamir’de onunla ayaklandı. Turan bey elini Pamir’in omzuna atarak sıvazladı. “Ben biraz daha buradayım. Gitmeden nişanınızı da yapalım, Siz Devrim ile ayarlarsınız.” Dediğinde Pamir başını salladı olumlu anlamda. “Sen nasıl istersen Turan baba.” Pamir’in tereddütlü sesine karşılık Turan bey gülümsedi. “Ağzına yakıştı.” Dedikten sonra tekrardan ekledi. “Hadi ben gidiyorum, kolay gelsin size.” Dediğinde Pamir hızlıca konuştu. “Eve götüreyim seni.” Dediğinde Turan Bey reddetti. “Yok oğlum sen işinin başında kal, ben giderim.” Pamir onu onaylarken Turan Bey adımlarını taburun dışına doğru atmaya başladı. Bora’yı eve gittiğine dair arayıp bilgilendirirken onun ısrarlarına da karşı çıkıp eve kendisi gitmeye başladı. Pamir ise olduğu yerde kalakalmıştı. Turan beyden böyle samimi cümleler duymayı beklemediği için şaşırmıştı. Artık önlerinde bir engel kalmayışıyla da sevinmişti. Hemen cep telefonunu çıkartıp babasının numarasını tuşladı ve telefonu kulağına götürdü. Telefon birkaç çalışta açılırken Serhat beyin sesi duyuldu. “Efendim aslanım?” babasının sesini duyduğunda Pamir tebessümle konuştu. “Nasılsınız baba?” dediğinde Serhat bey cevap verdi. “İyiyiz oğlum, kardeşin geldi şimdi oturuyorduk. Sen nasılsın, nasıl oralar?” “İyi, hem de çok iyi.” Dedi Pamir hevesle. Serhat bey oğlunun sesindeki mutluluk karşısında istemsizce sevinirken mırıldandı. “Sesin çok iyi geliyor, hayırdır? Devrim kızım mı yanında?” diye imalı bir şekilde konuşurken Pamir sesli bir şekilde güldü. “Ne alakası var baba ya?” diye itiraz ederken Serhat beyde güldü. “Ne bileyim, senin yüzünü ancak o güldürür.” Babası haklı olsa da bu konu hakkında bir şey söylemedi Pamir. Aklındaki konuyu açmaya karar verdi. “Baba, telefonu hoparlöre alsana.” Dediğinde Serhat bey, oğlunun dediklerini ikiletmeden telefonu hoparlöre aldı. O sırada Halide Hanım direkt olarak söze girdi. “Nasılsın annecim, halin keyfin yerinde mi? Daha iyisin değil mi cumartesi gününe göre?” diye endişeli bir şekilde konuşurken Pamir cevap verdi. “İyiyim anne, ilaç aldım. Dinlendim, geçti.” “Oh çok şükür, zaten Devrim yanımda deyince gözüm arkada kalmadı. O sana bakar bilirim.” Dedi Halide Hanım samimi bir şekilde. Onun aldığı terapilerde işe yaramaya başlamıştı. En azından artık kendini eskisi gibi hissediyordu, eski hastalıklı düşüncelerinden eser kalmamıştı. Yaptıklarını düşündükçe de utançtan yerin dibine giriyordu. Tabii Pamir’de, Burçe’de, Serhat beyde, Halide hanımın bu değişiminden oldukça mutlulardı. “Sen nasılsın fıstığım?” Pamir kardeşine hitaben konuşurken Burçe keyifsiz olsa da sesini iyi çıkartmak için çabalayarak cevap verdi. “İyiyim abi, sınavlarım var biliyorsun.” Dediğinde Pamir kardeşinin ses tonunun değişikliğinden üzgün olduğunu anlarken merakla konuştu. “Sesin neden durgun geliyor, bir sorun mu var?” dediğinde Burçe üstünkörü bir şekilde cevap verdi. “Yok abi, bugünkü sınav biraz kötü geçti ondan.” Dediğinde Pamir cevap verdi. “Canını sıkma güzelim, bir dersten ne olacak. Sen onu da halledersin, başka bir şey olmasında.” Burçe’nin sınavı kötü geçmişti geçmesine ama asıl aklını karıştıran Batuhan’dı. Ona verdiği cevaptan sonra biraz pişman olmuştu ama yine de doğru kararı verdiği konusunda kendini ikna etmeye çalışıyordu. Bu durumda kafasını karıştırmıştı. “Sınavların ne zaman bitiyor senin?” diye sorduğunda cevap verdi Burçe. “Bu Çarşamba günü bitiyor. Neden ki?” diye merakla konuştuğunda Pamir gülerek cevap verdi. “Senin keyfini yerine getireyim o zaman, alışverişe çıkmanız gerekiyor.” Burçe abisinin söylediği şeyle kafası karışıklığı ile konuştu. “Abi tamam alışveriş yapmayı seviyorum da keyfimi yerine getirir mi bilemedim.” Pamir aldığı cevapla sesli bir şekilde gülerken cevap verdi. “Ah be güzelim, sınav senin kafana vurmuş.” Deyip dalga geçtikten sonra devam etti cümlelerine. “Devrim’e evlenme teklifi ettiğimi biliyorsunuz.” Dediğinde Halide Hanım hevesle başını salladı. “Evet.” Serhat bey ise gelecek olan cümleyi az çok tahmin ediyordu, Turan’ın Hakkari’ye gittiğini bildiği için oğlunun sizde gelin diyeceğini düşünüyordu. “Madem Burçe’nin sınavları da bitiyor hafta içi. Sizde gelin Hakkari’ye. Turan babamda burada. Devrim’i isteyelim ve küçük bir nişan yapalım. Gelirsiniz değil mi?” Pamir merakla onlardan bir cevap beklerken Serhat bey tahmininin doğruluğu ile zaferle gülümsedi. “Geliriz tabii oğlum, bu da soru mu?” dediğinde Halide Hanım telaşla konuştu. “Ay Pamir şimdi mi haber verilir annecim, biz nasıl yetiştireceğiz onca şeyi.” Pamir annesinin sözleri ile kaşlarını çattı. “Anne neyi yetiştireceğiz?” dediğinde Halide Hanım cevap verdi. “Nişan bohçası hazırlamam lazım.” Dedi panik bir şekilde. Pamir bu cevapla gülerken konuştu. “Anne ne bohçası, bohça mı kalmış?” dediğinde Halide hanım çıkıştı oğluna. “Çocuklarım evleniyor, her şey usulüne göre olacak.” Pamir annesine söz geçiremeyeceğini bildiği için sessiz kaldı. O sırada Burçe heyecanla konuştu. “Ay çok sevindim abim benim. Sonunda evleneceksiniz, o kadar mutluyum ki. Ne giyeceğim ben ya, asıl Devrim yengem ne giyecek?” diye tatlı tatlı konuşurken Pamir güldü. “Devrim’in daha haberi yok. Onunla konuşup tekrar size dönüş yaparım. Sizde ona göre hazırlanırsınız.” “Tamam oğlum, hiç merak etme sen. Biz gelirken sana haber veririz.” Vedalaşarak telefonu kapattıklarında Pamir derin bir nefes verdi. Her şey yoluna giriyordu çok şükür. Telefonu cebine koyup binaya doğru ilerlerken koşar adımlarla ona doğru gelen askeri fark etti. Asker yanına gelip asker selamı yaparak konuştu. “Er Yorulmaz! Baran Albay’ım timinizle birlikte sizi harekât merkezinde bekliyor komutanım.” Dediğinde Pamir onayladı. “Tamam, geliyoruz hemen.” Binadan içeri girip yemekhanede oturan timinin yanına ulaştığında hızlıca talimat verdi. “Baran Albay bizi bekliyor, hadi.” Diyerek emir verdiğinde herkes oturduğu yerden kalktı ve hep birlikte harekat merkezine doğru ilerlemeye başladılar. İçeri girdiklerinde Baran Albay’ın karşısında projektörle yansıtılmış olan mekâna baktığını gördüler. Bu akıllarına bir operasyon emrini getirirken Baran albay konuştu. “Oturun beyler.” Tim üyeleri aldığı emirle yerlerine geçerken Baran Albay, ayakta dikilmeye devam etti. Pamir yerine oturduktan sonra herkesin aklındaki o soruyu dile getirdi. “Operasyon emri mi geldi komutanım?” dediğinde Baran Albay bakışlarını Pamir’e çevirdi. “Yazının gelmesi an meselesidir, detaylıca konuşacağız misafirlerimiz geldiğinde.” Dediğinde Pamir onayladı komutanını. Tim üyeleri birbirlerine bakarken harekât merkezinin kapısının açılmasıyla masada oturan herkesin bakışları o tarafa döndü. “Misafirleriniz geldi komutanım.” Diyen asker ile Baran Albay emir verdi. “Alın içeri.” Asker kapının önünden çekilerek misafirlerin geçmesi için yer açarken tüm tim üyeleri gelen kişileri görerek şaşırdılar. Kubilay savcıyı zaten tanıyorlardı, birçok operasyonda da yanlarında olmuş bir isimdi. Ama Devrim ilk defa bir askeri operasyon için aralarındaydı. Tim üyeleri oturdukları yerden ayağa kalkarken Pamir anlamaz gözlerle Devrim’e baktı. Devrim ise gözlerini usulca kapatıp açıp ona güven vermek için mimiklerini kullandı. “Hoş geldiniz savcılarım.” Diyerek sırasıyla Devrim ve Kubilay savcı ile selamlaştı Albay. “Hoş bulduk Albayım, tekrardan sizinle birlikte olmak çok hoş.” Kubilay savcının cümlesi ile albay cevap verdi. “Bilmukabele savcım.” “Kolay gelsin arkadaşlar.” Diyerek selam verdi Devrim. Sesi son derece ciddi ve sertti. Timi de, Pamir’i de, Albay’ı da tanısa da şuan savcı kimliği ile buradaydı. “Sağ olun savcım.” Diye cevap verdi Pamir. Hala daha şaşkınlığını atamamıştı üzerinden. “Siz tanışıyorsunuz sanırım, tanıştırmama gerek yok.” dedi Kubilay savcı anladıklarını dile getirerek. Pamir başını sallayarak onayladı. “Tanışıyoruz savcım, hem de yakından.” Dediğinde Devrim sırıtmamak için kendini zor tuttu. Ardından hiç beklemeden bakışlarını Baran Albay’a çevirdi. “Size gönderdiğimiz koordinatlardan bir şeyler çıktı mı?” sorduğu soru ile Baran Albay onayladı. “Çıktı savcım, koordinatlar ekranda gördüğünüz deponun koordinatları.” Dediğinde Kubilay savcı eliyle sandalyeleri işaret etti. “Oturalım arkadaşlar, biraz uzun bir mesele.” Savcının isteğiyle birlikte masanın en ucundaki kısa kenara konan yere oturdu Baran Albay. Tim üyeleri her zaman oturdukları gibi rütbe sırasına göre masanın etrafında dizilirken Devrim, Batuhan’ın yanına geçerken Kubilay savcı Devrim’in tam karşısına, Yiğit’in yanına yerleşti. Devrim oturmadan önce elindeki flsashbelleği askerlerden birine uzatıp açmasını isterken Kubilay savcı konuştu. “Siz anlatın savcım, olayın daha çok içindesiniz.” Dediğinde Devrim onu onaylayarak ekranın önüne dikildi. Verdiği flashbellekteki sunum dosyayı açılırken ilk sayfaya tırın fotoğrafı çıktı. “Bu sizin yanarken gördüğünüz tır, içinden 41 ceset çıktı bir tanesi fetüs olmak üzere. Olay yeri incelendiği sırada üç el silah sesi duyuldu ve ormanın içinde tır şoförünün cesedi bulundu.” Diyerek eliyle tır şoförünü gösterdi. Ardından Veysel’in fotoğrafı göründü. “Örgütün elinde tuttuğu çocuklardan biri Veysel, tır şoförünün öldürüldüğü kişiyi gördüğüne dair ifade verdi ve bize suç silahını getirdi. İstihbarat yaptığı sorgularda bir şey elde edemedi. Tır şoförünün eşinden aldığımız eşkaller gösterildi, tır şoförünü öldüren kişiyi teşhis etti.” Devrim, özveri ile cümlelerini sıralarken Pamir en başta olmak üzere herkes onu dikkatle ve hayranlıkla izliyordu. “Bütün bunlardan haberdarsınız zaten, olayların çoğu sizin şahitliğinizde gerçekleşti.” Devrim eliyle slaytın değişmesini işaret ettiğinde Gölgenin eşkali düştü ekrana. “Tır şoförünün katili bu adam. Pamir üsteğmenimin bilgilerine dayanarak kod adının Gölge olduğunu öğrendik. Ve bu adam bir terörist olduğuna göre bu cinayetlerin baş müsebbibi terör örgütüdür.” Dediğinde Pamir ile bakışları buluştu. Pamir gururla ona doğru bakarken Volkan, Berfin ve Gölgenin buluştukları fotoğraf ekrana geldi. “Volkan Tanrısever, bir cumhuriyet savcısı. Bugün verdiği ifadede terör örgütü PKK ile ilişkisini doğruladı.” Dedi sinirle. Çünkü bunu aklı hala almıyordu. “Koskoca devletin savcısı, ülkesini bölmek isteyen şerefsizlerle iş birliği yapıyor ha.” Dedi Hakan iğrenerek. Ardından saygısızlık olmasın diye kendi içinde küfretti. “Ben böyle işin amına koyayım.” “Aynen öyle yapıyor.” Dedikten sonra ekrandaki fotoğrafın değişmesi için işaret verdi. Sunum biterken biraz önce Baran Albay’ın bulduklarını söyledikleri depo ortaya çıktı. “Bugünkü ifadesinde bu deponun koordinatlarını bize verdi ve orada sorularımızın cevabını bulacağımızı söyledi.” Devrim bakışlarını ekrandan çekip ilk önce Baran Albay’a ardından da tim üyelerine çevirip hepsine teker teker baktı. “Yani beyler, burada iş size düşüyor. Suçluları tutuklamaya gittiğimizde başımıza gelenlerin şahidi sizsiniz. Sizin sayenizde kurtulduk. Terörle mücadelede size güvenimiz sonsuz.” “Devrim savcımın da söylediği gibi bu deponun içerisinde bulunan doktor olabilir, ilaç olabilir, iğne olabilir yani bu 41 kişinin ölümüne neden olan cinayet aleti orada ifadeye göre. Durum böyle olunca, polisten ziyade Türk Silahlı Kuvvetleri bize daha çok yardımcı olabilir diye düşündük. Adalet bakanlığı, TSK’ye bir bildiri geçti. Görev emri buradaki özel kuvvetler taburuna gelecek. Madem bu işe en başından beridir hakimsiniz, bu operasyonda size düşer.” Dedi Kubilay savcı Pamir’e doğru bakarken. Devrim, dudaklarını yalayarak Pamir’e bakarken Pamir bakışlarını komutanına çevirdi. “Madem siz bizi uygun görüp çağırdınız komutanım, bu işi yapmak bizim için şereftir. Ki savcılarımda bu iş için bizi uygun gördülerse seve seve talip oluruz bu operasyona.” Dedi Pamir otoriter bir sesle. Bakışları ilk önce Kubilay’a ardından da Devrim’e düştü. Devrim’in gözlerinde korkuyu, endişeyi görürken bir şey söylemedi, söyleyemedi. Onu rahatlatacak cümleleri yalnız kaldığında sarf edecekti. Çünkü gördüğü o endişe ve paniği yalnızda Pamir görebiliyordu. Odadaki başka kimse bunu anlayamazdı. “Operasyonun detaylarını konuşalım o zaman.” Dedi Baran albay onaylayarak. Ardından hemen kenarda bilgisayarın başında oturan askere yönelerek konuştu. “İHA gönderin bölgeye, etrafta kaç kişi var öğrenelim.” Dediğinde asker onayladı. “Emredersiniz komutanım.” (İHA= İnsansız hava aracı) “Orası olay yeri olabilir dediğim gibi, detaylıca incelenmesi gerekiyor.” Dedi Devrim aklındaki cümleleri dile getirerek. Pamir’in bakışları aniden ona dönerken Devrim, Pamir’in bakışlarındaki ateşi gördü. Bu bakışı çatışmaya girdiğinde de görmüştü. “Gelmeyi aklının ucundan bile geçirme.” Bakışıydı bu. “Teröristler madem bizim işimiz, oranın tamamen temizlendiğini görmeden savcıların gelmesi uygun olmaz.” Dedi Pamir sert bir biçimde Devrim’e bakarak. Sesinden de bakışından da gelme demek istiyordu. Çok iyi tanıyordu onu, Devrim’in ne söyleyeceğini biliyordu. Siz orayı temizleyene kadar güvenli bir bölgede otururum, sonra işiniz bittiğinde olay yerine girerim. Ama buna asla izin vermezdi Pamir. Devrim’i tehlikenin göbeğine götüremezdi. Aklı onda kalırdı ve bu profesyonelliğine tersti. “Eminim güvenli bir bölge vardır.” Devrim sözlerine kararlılıkla başlamışken sözleri yarıda sert ve tahammülsüz bir ses tarafından kesildi. “İmkânı yok. Operasyonu yürüten kişi olarak operasyon bölgesine sivil götüremem sayın savcım.” Dedi Pamir üstüne bastıra bastıra. Gerildiğini hissediyordu. Devrim dik dik Pamir’e doğru bakarken Soner araya girerek hızlıca müdahale etti. Geçen gün Devrim ve Pamir’in tartıştığını bildiği için tartışma çıkmadan hızlıca konuştu. “Devrim ve Kubilay savcım harekât merkezinden operasyonun gidişatını takip edebilirler, etraf tamamen güvenli hale geldiğinde soruşturma için olay yeri inceleme ekibiyle birlikte yanımıza gelirler.” Onay beklercesine Pamir’e doğru baktı Soner. Pamir ise bakışlarını bir saniye bile Devrim’den ayırmadan başını salladı olumlu manada. “Güvenliğinden emin olduğumuz takdirde incelemelerinizi yaparsınız.” Pamir’in kurduğu üstünlük ile Devrim derin bir iç çekti. Bakışlarını Pamir’den çekerek sakinleşmek için dilini dişlerinde gezdirdikten sonra onayladı. “Peki üsteğmenim, siz nasıl uygun görüyorsanız. Söylediğiniz gibi emir komuta sizde” dedi ima ile. Devrim’in cevabı ile birbirlerine baktılar yalnızca. Ardından odadaki askerin sesiyle bakışları ayrıldı birbirlerinden. “Komutanım İHA’lardan görüntü geldi.” Dedikten sonra görüntüyü ekrana yansıttı asker. Hepsinin bakışları direkt olarak ekrana düşerken Pamir ve Devrim arasındaki gerilimde biraz olsun durulmuştu. “Deponun etrafı teröristlerle çevrili, yaklaşık 20 kişi dışarıdan seçilen, aynı zamanda içeride de birilerinin olduğu tahmin edilirse 25-30 kişilik bir topluluk var diyebiliriz.” Diye açıklama yaptı asker. Devrim, duyduğu sözlerle daha da endişelenirken büyükçe yutkundu. Gerçekten çok fazlalardı. Sancak timinin bu konuda iyi olduğunu biliyordu ama endişelenmeden edemiyordu. “Deponun sadece önden girişi var, bu operasyon için avantaj.” Dedi Baran Albay. Depoya nasıl girecekleri, nasıl saldıracakları, kim nereye gidecek, ne yapacak gibi konular tartışılırken Devrim dikkatle dinliyordu onları. Canlarını tehlikeye atacak olan herhangi bir hamlede müdahale ederdi. Kimseye bir şey olmasını kaldıramazdı. Nihayet akıllarına yatan bir plan oluşturduktan sonra hazırlanmak üzere harekât merkezinden çıktı tim. Devrim gerginlikle elini masanın etrafındaki dizilmiş olan sandalyenin sırt yaslama yerine yerleştirerek ekrana bakarken Kubilay savcı konuştu. “Merak etmeyin savcım, bu onlar için çocuk oyuncağıdır kesin.” “Eminim öyledir ama merak etmemek imkânsız.” Diyerek cevap verdi Devrim. Daha fazla burada duramayacağını anlarken harekât merkezinden çıktı. Kolundaki saate baktığında saatin çoktan 17.00 olduğunu gördü. Tim nerede hazırlanıyordu bilmiyordu ama buna rağmen koridorda ilerlemeye başladı. Hangi tim göreve giderse gitsin endişelenirdi elbet ama işin içinde tanıdığı insanlar ve nişanlısı olduğu için daha başka endişeleniyordu…
◔◔◔ Devrim Akyol’un anlatımından, Endişeyi iliklerime kadar hissettiğim dakikalar içerisindeydim. Bu görev için Baran Albay’ın, Pamir’in timini görevlendireceğini, onun ve askerlerinin başarılı olduğunu, belki de bundan daha zor operasyonlara gittiklerini biliyordum. Biliyordum ama kendime laf geçiremiyordum. Korkuyordum. Savcıydım, kendi canımı tehlikeye atıp suçluları yakalamaya çalışıyordum. Bundan bir dakika bile gocunmuyordum. Ama işin içine sevdiğim adam girince işler değişiyordu. Pamir’in de benim kendimi tehlikeye atmam konusunda ki kızgınlığı, endişesi hep bu yüzdendi. İşin içinde sevdiğin birisi olduğunda korkuyu da endişeyi de, telaşı da en üst seviyelerde yaşıyordu insan ve bende de o duygular şuan tavan yapmış durumdaydı. Timin nerede hazırlandığını bilmiyordum ama koridorda ilerlemeye devam ettim. Odaların kapısının hemen yanındaki tabelalarda ne için kullanıldıkları yazdığı için şanslıydım, böylece onları bulmam zor olmazdı. Teçhizat odası yazan kapının önüne ulaştığımda birkaç adım uzaklaşarak sırtımı duvara yasladım. Burada olabilirlerdi ve eminim kısa bir süre sonra çıkacaklardı. Birkaç dakika orada beklediğimde kapının açılma sesini duydum. Bakışlarım o tarafa doğru döndüğünde Ahmet abinin odadan çıktığını görerek ona doğru yöneldim. O da beni gördükten sonra başını odaya doğru çevirdi. “Komutanım.” Diye içeriye seslendikten sonra başıyla dışarıyı yani beni işaret etti ve odaya tekrardan girdi. Kapıya doğru bakmaya devam ederken Pamir’in merakla odadan çıktığını gördüm. Bakışları beni bulduğunda hala ciddi ifadesini koruyordu. Bana kızdığını sesinden de, bakışından da gayet güzel bir şekilde hissettirmişti. Operasyonun tehlikeli olması konusunda haklıydı ama bende bana doğru gelen şeyi dile getirmiştim. Bir savcı olarak görev tanımımda operasyonlara katılmak vardı çünkü. “Pamir…” diye ona doğru seslendiğimde adımlarını bana doğru atmaya başladı. Üzerinde görevlerde giydikleri kamuflaj vardı. Kamuflaj vücudunun hatlarını belli ederken daha bir heybetli ve yapılı görünüyordu. Stresli olsam bile bu haline hayranlıkla bakmadan duramıyordum. Çok yakışıyordu. Adımları tam önüme geldiğinde durdu. Durgun bir biçimde yüzüne bakarken mırıldandım. “Pamir, bana öyle bakma lütfen...” dediğimde Pamir iç çekti. “Bakarım Devrim, geçen gün emir verdiğin kişilerin yanında seni azarlamayacağıma, kızmayacağıma dair söz verdim. Verdiğim sözün arkasında durmak için nasıl çabaladığımı anlayamazsın bile. Ama sende bana hiç yardımcı olmuyorsun.” Dedi ciddiliğini koruyarak. Ardından ekledi. “Bilmem kaç tane teröristten bahsediliyor, gelmek için tutturuyorsun. Sence bu mantıklı bir şey mi? Hele ki bu gibi operasyonlarda ya da operasyon olmasın teröristler yüzünden şehit olan savcıların varlığını bildiğin halde bunu istemen.” Diyerek gözlerini kapattı ve başını iki yana salladı. Söylediği cümlelerle birlikte yutkundum. Biz bu konuda hiçbir zaman anlaşamayacaktık, birkaç gündür bunu net bir şekilde anlamıştım. Alttan almaya çalışıyordum. Ama bir gün alttan almama yardımcı olan o sabrımın bitmesinden de korkuyordum. Ben ona hak veriyordum ama o beni anlamıyordu veya anlıyordu ama anlamamazlıktan gelmek daha kolay geliyordu. “Bu benim mesleğim.” Dedim her zaman söylediğim o kelimeleri tekrardan kullanarak. Pamir başını salladı olumlu manada. “Evet. Disiplinli, işini özenle ve itinayla yapan, başarılı, dediğim dedik bir savcısın. Çok da gurur duyuyorum seninle.” Bana bakarken gözlerinde olan gurur ve hayranlık pırıltılarını tekrar görerek içimi rahatlattım. “Ama bir savcı masasının başında oturup da davaları çözebilir, senin gibi her operasyonun içinde her çatışmanın içinde bulunmasına gerek yok.” O hayran bakışların yerini sert bakışları alırken sesi de sözleri de keskindi. “Bir operasyonu ben yönetiyorsam, operasyonun içinde ben bulunuyorsam senin o operasyona katılmana asla izin vermem. Karşı çıkabildiğim kadar çıkarım, elimden geldiğince de bunu engellerim.” Kendinden emin bir şekilde dile getirdiği sözlerle kaşlarım çatıldı. Bende sinirlenmeye başlıyordum artık, benim ne yaptığım ve ne yapacağım konusuna bu kadar karışamazdı. Mesleğime müdahale edemezdi. Tehlikede olmamdan hoşlanmıyordu, bende onun tehlikede olmasını istemiyordum. Hele ki bir kere onu kaybetmekle yüzleşmişken kaybetmek istemiyordum ama bunu dile getirmiyordum bile. Çünkü onun mesleğine âşık olduğunu biliyordum, o zor bir meslek yaparken hayatını kolaylaştırmak istiyordum. Ben böyle düşünürken onun da benim için böyle düşünmesini isterdim. “Masanın başında oturarak savcı olsaydım şu an olduğum yerde olamazdım.” Dedim sertçe. Söylediğim sözle Pamir tepkisiz bir şekilde yüzüme bakarken devam ettim sözlerime. “Savcılığın en büyük hayallerimden biri olduğunu en başından beri biliyordun, en başından bunu sana söyledim. Bende senin en başından beri mesleğine âşık olduğunu biliyordum, ağzımı açıp tek kelime etmedim. İkimizde birbirimizi böyle kabullendik, o zamanlar sen askerdin ben öğrenciydim hiçbir sorun yoktu ama şimdi sürekli benim savcı olmam mesele haline geliyor.” Dedim hayal kırıklığı ile. “Her olayın içine böyle atlayacağını bilmediğim için.” Pamir’in düşüncesiz bir şekilde söylediği sözle birlikte duraksadım. Yüzümde acı bir tebessüm oluştu. Aslında şuracıkta oturup ağlamak istiyordum hırsımdan. Bu tartışmayı uzatmak istemiyordum, operasyona giderken aklını bulandırmak hiç istemiyordum. O yüzden fazla uzatmadan yüzüne baktım. “Kusura bakma, seni çok büyük hayal kırıklığına uğratmışım demek ki.” Başka hiçbir şey söylemeden yanından uzaklaşmak için adım attım. Buraya ona sarılıp gerginliğimi geçirmek için gelmiştim ama düşündüğümün tam tersi ile karşılaşmıştım. Birkaç adım daha attığım sırada kolumdan tutarak adımlarımın durmasına neden oldu Pamir. Arkam ona doğru dönük bir şekilde durmaya devam ederken yüzümü ona doğru dönmedim. Ne yalan söyleyeyim kırılmıştım. Beni kendine doğru çekerek sırtımın göğsüne yaslanmasını sağladıktan sonra sol elini sağ omzuma yaslayarak beni kolunun arasına sıkıştırdı. “Öyle kırgın kırgın son sözünü söyleyerek gidemezsin.” Söylediği cümle ile sessiz kaldım. Sesi biraz öncekine göre daha yumuşaktı. Beni sarmaya devam ederken burnunu saçlarıma yaslayarak derin bir nefes aldı. Aldığı nefesle göğsünün inip kalktığını ona temas ettiğim için çok net anlıyordum. “Hepsi korktuğumdan Devrim, çok korktuğumdan. Seni korumaya çalışıyorum. Ben senin tırnağının ucuna zarar gelse kahrolurum. Kaldı ki o şerefsizlerin yapabilecekleri şeyleri düşündükçe kendimi dizginlemem çok zor oluyor.” Böyle sakin sakin bana derdini anlattığında çok da güzel anlaşıyorduk. Ama iş bana emir vermeye gelince, bana bir şeyleri dikte etmeye gelince benim de şalterlerim atıyordu. Bu zamana kadar hep emir veren kısımdaydım, emir almak beni çıldırtıyordu. Karşımdaki sevdiğim adamda olsa. Rica ile konuşarak her şeyi çözerdim, anlayışlı olmaya çalışıyordum ama biri bana emir verirse ters yüzümle karşılaşırdı. Ona yüzümü dönmeden dinlemeye devam ederken Pamir devam etti sözlerine. “Bilmiyorsun Devrim, ne kadar ileri gidebileceklerini bilmiyorsun. Görmedin, yaşamadın. Görme de zaten. Ben bile pisliklerine, yaptıklarına dayanamazken sen nasıl dayanacaksın.” Dedi yaşanmışlıkla. Ardından derin bir nefes aldı. “Seni götürdüm diyelim, başına iki tane asker koydum. Bize tuzak kurmadıklarını nereden bileyim, onları şehit edip seni aldıklarında ben ne yaparım? Bu vicdan azabıyla yaşayabilir miyim? Sana bir şey olsa gözümü kırpmadan kafama sıkarım.” Dedi ciddi bir tonla. Duyduğum cümle kanımın çekilmesine neden oldu. Boğazımda bir yumru oluşurken Pamir’in söylediği son cümle içime oturmuştu. Gözlerim hafiften dolarken Pamir kolumdan tutarak beni kendine döndürdü. Ellerini yanaklarıma yaslayıp yüzümü avuçlarının arasına alırken gözlerimin en içine baktı. “En azından bu konuda… En azından terör işin içine girdiğinde uzak dur. Operasyonlara katılma, uzaktan yönet, elinden geleni yap ama onların bulunduğu ortamda senin bir işin olmamalı. Silah kullanabiliyorsun, yeri geldiğinde kendini korursun belki ama onlarla baş edemezsin.” Bunu görmüştüm, bizzat şahit olmuştum. Kaç kişilik ekip bile onlara yetememişti. Ben tek başıma asla yetemezdim ki öyle bir iddiamda olamazdı zaten. “Aslında başından beri söylemek istediğim şey buydu, sözlerimi sert bir biçimde dile getirdim biliyorum ama hassasiyetimi anla ne olursun. Ben onlarla mücadele ederken seni onlara feda edemem. Beni anlıyorsun değil mi güzelim?” dedi içi gider gibi. Benden bir cevap beklercesine gözlerime bakarken başımı salladım usul usul. Elimi bileğine doğru koyarken mırıldandım. “Anlıyorum, anladım. Bundan sonra bu konuda elimden geleni yapacağım. Sadece bana bir şeyleri dikte etmenden nefret ediyorum, böyle sakince anlatsan anlarım.” Gözlerimi kırpıştırarak yüzüne bakarken Pamir güldü. Elini enseme doğru atarak beni kendine çekti ve başımın göğsüne yaslanmasını sağladı. Bir eli ensemde dururken diğerini belime doğru sardı. “Özür dilerim…” diyerek dudaklarını saçlarıma bastırırken gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. Birkaç dakika sarılıp ayrıldıktan sonra kollarımı ondan çekerek alttan alttan yüzüne doğru baktım. Konuşacağım sırada arkamızdan gelen Baran Albay’ın sesi ile birlikte Pamir’in önünden çekilerek yanına doğru geçtim. “Hazır mısınız Pamir?” Baran Albay’ın sorusu ile Pamir başını salladı. “Hazırız komutanım.” Pamir’in cevabıyla birlikte odadan tim üyeleri birer birer çıkmaya başladı. Muhtemelen biz konuşuyoruz diye odada kalmışlardı. Düşünceleri çok hoştu. Baran Albay hepsine doğru bakarak konuştu. “Araç hazır, sizin çıkmanızı bekliyor.” Dediğinde Pamir askerlerine doğru baktı. “Çıkalım beyler.” Tim üyeleri onu onaylayıp önden ilerlerken Batuhan ve Yiğit ile bakışlarımız kesişti. Geçen Pamir ile tartışırken Batuhan destek olmuştu bana. Şimdi ikisi de bir sorun olup olmadığını düşünüyorlardı eminim ki. Onlara doğru tebessüm ederek her şeyin yolunda olduğunu işaret ederken bende onlarla birlikte ilerlemeye başladım. Binadan dışarı çıktığımızda içime çöken sıkıntıya engel olamayarak derin bir iç çektim. Hakan, Pamir’e giymesi için elinde tuttuğu yeleği ve eldivenleri uzattığında Pamir hızlı bir şekilde onu üzerine geçirdi ve parmakları açık olan eldivenleri eline taktı . Ardından Hakan’ın elinde tuttuğu tüfeğini uzanarak aldı. Onu da sırtına gelecek şekilde taktı. Dikkatle onun her hareketini izlerken Baran Albay’ın sesini duydum. “Allah yardımcınız olsun aslanlar! Hiçbir zaiyat olmadan, sağ salim gidip gelin!” diyerek hemen yanında dikilen Soner’in omzuna elini yaslayarak sıktı. “Emredersiniz komutanım!” hepsi bir ağızdan cevap verirken tüylerimin ürperdiğini hissettim. “Allah’a emanet olun, kendinize çok dikkat edin.” Dedim düşünceli bir şekilde. Hepsine teker teker baktığımda yüzlerinde ufak tebessümler olduğunu gördüm. Ben konuşurken yanımıza gelen Kubilay savcı da benimle aynı şekilde güzel dileklerini diledi. “Kolay gelsin, dikkatli olun.” Dediğinde Taner bana bakarak cevap verdi. “Sağ olun savcılarım.” Bakışlarım yanımda dikilen sevgilime döndüğünde onun da bana baktığını fark ettim. İlk defa onu bir göreve uğurluyordum bu şekilde. İlk defa onun yürüttüğü bir operasyona şahit olacaktım. Tedirgin bir biçimde ona bakarken Pamir elini yanağıma getirerek başparmağı ile okşadı. “Merak etme, her şey iyi olacak.” Dediğinde başımı salladım. Öyle olmasını umuyordum. Pamir elini de, bakışlarını da benden çektiğinde timine yönelerek emir verdi. “Araç bin!” tim üyeleri arkalı önlü bir biçimde araca ilerlerken en arkalarından Pamir ilerledi. Gidişini izlerken içimdeki hüzne engel olamıyordum. Araca bindiklerinde Pamir kapıyı kapatmadan evvel tekrar baktı bana, küçük bir tebessüm ederek yüzüne baktığımda başıyla selam verdi. Ardından da kapıyı kapattı. “Allah kavuştursun.” Baran Albay’ın sözüyle bakışlarımı uzaklaşan arabadan çektim ve ona doğru çevirdim. “Sağ olun.” Verdiğim cevabın ardından Baran Albay tekrar konuştu. “Harekat merkezine geçelim, telsiz konuşmalarını oradan dinleyebilirsiniz.” Hem bana hem Kubilay savcıya söylediği cümle ile önümüzden ilerledi. Bizde peşinden ilerlerken Kubilay savcının sesini duydum. “Pamir üsteğmen ile geçen olan olay yüzünden tanıştığınızı düşünmüştüm. Alt üst ilişkiniz gerçekten takdire şayan. Gözlerimle görmemiş olsam aranızda bir şey olduğunu düşünmezdim. ” Pamir ile onun yanında savcımlı üsteğmenimli konuştuğumuz için anlamaması normaldi. Aşk hayatımla işimi karıştırmamak için çok uğraşıyordum. “Sağ olun.” Dedim nazik bir şekilde. Harekat merkezine girdiğimizde Baran albay bize doğru bakıp konuştu. “Operasyon uzun sürecek muhtemelen, size kahve ikram edelim.” Dediğinde başımı olumlu anlamda salladım. “Olur, orta şekerli lütfen.” Dediğimde Kubilay savcı da benimle aynı cevabı verdi. Baran albay odanın içindeki askere istediklerimizi söyledikten sonra yerine geçerek oturdu. Bizde onunla birlikte boş olan sandalyelere geçip oturduk. Kahvelerimiz geldiğinde operasyonla ilgili konuşarak vakit geçirmeye çalıştık. Nihayet yaklaşık 40 dakika sonra telsizden Pamir’in sesini duydum. “Koordinatları verilen mekâna geldik komutanım.” Dediğinde Baran Albay cevap verdi. “Anlaşıldı, gazanız mübarek olsun” Dediğinde Pamir cevap verdi. “Sağ olun.” “Taner sen konuştuğumuz gibi mevzi al, atışlarına ihtiyacımız olacak. Batuhan, Yiğit ve Soner siz sağdakileri temizleyin. Ahmet abi, ben ve Hakan soldakileri halledeceğiz. İşinizi sessiz halledin, içeridekiler çakmasın. Herhangi bir düzenek varsa işi Hakan’a bırakın.” Pamir görev dağılımını anlattıktan sonra tim üyelerinin sesi duyuldu. “Emredersiniz!” Bundan sonra ses duyulmazken operasyona başladıklarını anlayarak elimi alnımın bitiminde saç diplerime götürerek parmaklarımı bir sağa bir sola kımıldatarak heyecanımı yatıştırmaya çalıştım. Vakit hızlı hızlı ilerlerken nihayet dakikalar sonra telsizden ses geldi. “Sağ taraf temizlendi.” Derin bir nefes verirken birden duyduğumuz silah sesleriyle telaşla dizlerimi sallamaya başladım. “Fark ettiler bizi!” Yiğit’in sesini duyduktan sonra Pamir gergince cevap verdi. “Siper alın, kapıdan çıkanlara özellikle dikkat edin!” Çatışma sesleri kulaklarımıza dolmaya devam ederken dudaklarımı dişlemeye başladım. İçimden onlara yardım etmesi için Allah’a dua ettim. Odada bulunan herkes gergindi, Baran Albay’ın bile terlediğini görebiliyordum. “El bombası!” duyduğum kelimelerle ne olduğumu anlamazken saniyeler içinde büyük bir gürültü koptu. Korkuyla telsize doğru bakarken elimi kalbime doğru yasladım. Ellerim titrerken yutkunmaya çalıştım. Bizimkilerin bulunduğu yere mi atılmıştı bomba, yoksa başka bir yere mi atılmıştı, neden sesleri gelmiyordu. Korkudan aklımı yitirmek üzereydim. Telsizden Pamir’in öksürük sesini duyarken oturduğum yerden ayağa kalktım. “Herkes iyi mi!” Pamir’in iyi olduğunu anlarken derin bir nefes vermeye çalıştım ama diğerlerinin sesini duymadan rahatlamam imkansızdı. “İyiyiz komutanım, Batuhan ve Yiğit yanımda iyiler.” Dedi Ahmet abi. Onların ardından Soner ile Hakan’ın sesini duydum. “İyiyiz komutanım.” İyi olduklarını duyduğum anda rahat bir nefes verebilirken silah sesleri hala daha devam ediyordu. Bir süre sadece çatışma sesleri sürerken oturamamıştım bile. Elimi sandalyenin arkasına yaslamış onlardan iyi bir haber bekliyordum. “Sol taraf temiz!” Hakan’ın sesini duyduğumda nefesimi tutarken içim az da olsa ferahlamıştı. Köklerini kurutmaya başlamışlardı demek oluyordu bu. “Lan Taner, benim leşlerimi çalıyorsun!” Yiğit’in sitemli ses tonunu duyduğumda istemsizce güldüm. Bir insan leş için sitem eder miydi? Edebiliyordu. “Ne yapayım kardeşim, canım tüfeğimin kurşunun tadına bakmak istiyor. Onu bu zevkten mahrum mu bırakayım?” İkisinin konuşması iyi gelmişti ne yalan söyleyeyim. Ortamdaki gergin hava tam olarak dağılmasa da sanki bulutların arasından güneş doğmuş gibi içimiz ısınmıştı. Silah seslerinin yavaş yavaş azalması ile operasyonun bittiğine dair güzel bir haber almak isterken duyduğum panik dolu sesle kalbimin yerinden çıktığını hissettim. “Pamir komutanım vuruldu!” Batuhan’ın telaşlı bir şekilde verdiği haberle birlikte nefesim kesilirken sandalyeden sıkıca tutundum. Kendimi bayılacak gibi hissediyorum. Aldığım nefes ciğerlerime zor girmeye başlamıştı sanki. Duyduğum cümle benim kıyametimdi. Olmasından en çok korktuğum şeydi, yaşadıklarımı tekrar yaşama düşüncesi kalbime bir öküz gibi oturmuştu… Bölüm Sonu ‣‣‣ Bu bölüm biraz operasyon ve dava ağırlıklıydı. Bölümü nasıl buldunuz? ‣‣‣ Pamir ve Devrim sahnesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Pamir mi haklı, Devrim mi sizce? ‣‣‣ Tim sahneleri nasıldı, Batuhan ve Pamir’in sahnesi? ‣‣‣ Bu bölümde aramıza yeni biri katıldı, Kubilay savcı. Sevdiniz mi onu? ‣‣‣ Pamir ve Turan beyin konuşmasını beğendiniz mi? Böyle bir konuşma bekliyor muydunuz? ‣‣‣ Volkan savcının itirafçı olacağını düşünmüş müydünüz? İfade sahneleri nasıldı? Sizce Volkan’ın verdiği adresten bir şeyler çıkacak mı? ‣‣‣ Bölüm sonu hakkındaki düşüncelerinizi alayım… Neler olacak sizce? Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum… |
0% |