Yeni Üyelik
30.
Bölüm

Kaybolan Yıllar| 28

@mutlusonsuz222

28.Bölüm

Yazarın anlatımından,

“İyi günler, bir patlama oldu beyefendi. Patlamanın gerçekleştiği araçta bulunan hanımefendinin telefonunda en son sizin arama kaydınız vardı…”

İnsan çok korktuğunda, heyecanlandığında hızlıca atan kalbinin sesini kulaklarında bile hissederdi. İşte şu an Pamir tam olarak öyleydi. Duyduğu cümle üzerinden tır geçmişçesine parçalanmasına ve korkuyu iliklerine kadar hissetmesine neden olmuştu. ‘Daha saatler önce yanımdaydı, kollarımdaydı. Nasıl olur?’ Düşüncesi zihninde kol gezerken panik içinde oturduğu yerden kalktı.

Zaten ecel dedikleri de tam olarak bu değil miydi? Ne zaman, nerede, ne halde geleceğini kimse bilemiyordu. Bir saat önce vakit geçirdiğin birinin bir saat sonra öleceğini bilmiyordun, tahmin edemiyordun, düşünemiyordun. Sadece haberi geldiğinde nasıl olur diyordun.

Duyduğu iki cümle zihninde yankı yaparken korku içinde kasılan kalbine elini yasladı. Öleceğini düşündü bir an için, kalbi hiç olmadığı kadar hızlı atıyor, acı verecek şekilde kasılıyordu ama korkunun onu ele geçirmesine izin vermemeye çalıştı. Soğukkanlı olup durumunu öğrenmek istedi. “İyi mi Devrim?” dedi titrek bir nefes vererek. Zira kelimeler dudaklarından zor bir şekilde dökülmüştü.

Onun sözüyle Hakan oturduğu yerden ayaklandı anında. Telefonu açtığı anda Pamir’in yüzünün aldığı hal onu korkutmuştu ama şimdi duyduğu cümle bunun sebebini açıklar nitelikteydi. Ne olduğunu anlamaya çalışarak Pamir’e bakarken Pamir zorlukla masaya tutundu. Nefes alıp vermeye çalışarak kendini sakinleştirmeye çalışsa bile duyacağı cevaptan ölesiye korkuyordu. Eğer kötü bir haber alırsa toparlanamayacağını biliyordu çünkü.

Pamir endişeli dolu bir şekilde duyacağı cümleyi beklerken telefonun karşısındaki kişi cevap verdi. “Hanımefendilerin ufak tefek yaraları var. Şimdi merkezdeki hastaneye geçmek üzereler ambulans ile. Polise haber verdik biz, olay yerini inceliyorlar. Merak etmeyin ikisi de iyi.” O an yüreğine bir su serpildiğini hissetti. Derin bir nefes verirken başını yukarı kaldırıp gözlerini kapattı şükredercesine. İyiydi Devrim. Ama gözleriyle görmeden inanmazdı.

İki kişiden bahsediyordu telefondaki adam. Pamir bunu daha yeni kavrarken kalbi tekrardan kasıldı korkuyla. Telaş içinde konuştu tekrardan. “Peki diğer kişi, kimliklerini öğrenebilir miyim?” dedi panikle. O sırada bir şeyler olduğunu anlayan Hakan içine korku düşmesine engel olamadı. Devrim’in yanında olan kişi ya Sinem’di ya da Burçe idi.

“Cumhuriyet savcısı Devrim Akyol ve Hâkime Sinem Türksoy, araç içindekiler.” Dedi karşıdaki adam. Pamir’in bakışları Hakan’a kayarken Hakan çoktan cevabını almıştı. Aracın içindeki Sinem’di. Panik içinde Pamir’e yaklaşırken konuştu. “İyi mi Sinem?” Korkuyla sorduğu soruya karşılık Pamir başını salladı olumlu anlamda. Hakan’ı rahatlatmak için konuştu. “İyilermiş.” Hakan aldığı cevapla derin bir nefes verirken ilk defa hissettiği bu kalp sıkışmasının bir daha yaşanmamasını diledi. Saniyelikte olsa ölüyorum zannetmişti.

“Sağ olun haber verdiğiniz için, biz hastaneye gidiyoruz.” Diyerek telefonu kapattı Pamir. Alelacele telefonu cebine koyarken bir yandan da Hakan’a hitaben konuştu. “İyilermiş, ufak sıyrıklar dedi adam. Hastanedeler şimdi.” Dedikten sonra odanın kapısından dışarı çıktı.

Koşar adımlarla Bora’nın odasına doğru ilerledi. Kapıyı bir kere çalıp açarken Bora’nın şaşkın bakışlarıyla karşılaştı. Bu haberi ona da vermesi gerekiyordu. Küçük sıyrıklar demişti adam ama yine de Pamir görmeden rahat edemezdi. “Bora, bir patlama olmuş.” Dedi hızlıca. Bora oturduğu yerden ayağa kalkıp ne olduğunu anlamaya çalışırcasına Pamir’e bakarken Pamir yutkunarak devam etti sözlerine. “Devrim’in aracı patlamış.” Dediği an Bora nefes alamadığını hissetti. Eliyle masaya tutunurken zorlukla konuştu. “Ne?”

Kalbi tekrardan aynı korku ile kasılırken Pamir devam etti sözlerine. “İyiymiş, ufak sıyrıklar varmış. Merkezdeki hastaneye götürmüşler. Gitmemiz lazım.” Dedi panik içinde. Bora duyduğu cümle ile elini kalbine yaslarken sinirle konuştu. “Salak mısın lan sen, es vere vere konuşuyorsun ölüyordum burada.” Diyerekten sinirli bir biçimde odadan çıktı. Pamir şu an bununla uğraşamayacağını bildiği için bir şey söylemeden Bora ile binanın dışına ilerlemeye başladı.

Hakan’ın çoktan aracını getirdiğini gördüğünde ikisi de araca bindi. Pamir araca biner binmez tekrar konuştu. “Sinem’de yanındaymış, ikisinin durumu da iyiymiş ama sen yine de Işık hanımı arasana. Öğrenelim iyiler mi?”

Bora, Pamir’in söylediklerini onaylayarak telefonunu çıkardığı sırada çalmaya başlayan telefonunda Işık’ın ismini gördü. İçinden kalp kalbe karşıymış diye geçirdikten sonra hızlıca telefonu açıp kulağına götürdü. “Işık, iyi haber ver ne olursun…” Bora’nın yalvarırcasına dile getirdiği cümle ile Işık hızlıca cevap verdi. “Korkma, onun için aradım bende. İyiler. Sinem’in kolunda ufak kesikler vardı, dikiş atıldı. Gayet iyi. Devrim başını çarpmış, ufak bir beyin sarsıntısı geçirmiş ama şu an gayet iyi. Merak etmeyin hayati bir yara yok.”

Işık, ambulanstan indirilen Devrim ve Sinem’i gördüğünde müdahale etmek için yanlarına gitmişti. Sinem’in kolundaki yaralara o müdahale etmişti, Devrim’i de beyin cerrahı arkadaşına emanet etmişti. Durumlarının iyi olduğuna emin olduktan sonra ise ilk işi Bora’yı aramak olmuştu. Kardeşine düşkünlüğünü çok iyi bildiği için haberi aldığında yıkılacağını tahmin etmişti ve iyi haberi kendisi vermek istemişti.

“Oh, Allah’ım şükürler olsun sana. Çok sağ ol, içimi öyle ferahlattın ki.” Dedi Bora derin bir nefes verip minnettar bir biçimde. Önde oturan Hakan ve Pamir dikiz aynasından Bora’ya bakarken vermiş olduğu nefes ve sözlerinden iyi olduklarını anlayarak kendileri de derin bir nefes vermişti. Ama yaşadıkları korku yeterde artardı.

“Rica ederim, dikkatli gelin. Ben onların yanındaydım, acil serviste.” Dedi Işık düşünceli bir biçimde. Bora onu onayladıktan sonra telefonu kapattı. Arka camlardan birini açıp içeri temiz hava girmesini sağlarken derin nefesler alıp verdi. Korkuyla hızlanan kalp atışları biraz yavaşlamıştı aldığı haberle ama içten içe bunu kimin yaptığını düşünüp sinirleniyordu.

Dakikalar sonra hastaneye ulaştıktan sonra Hakan arabayı nasıl park ettiğini umursamayarak otoparka çekti. Üçü de hızlı bir şekilde araçtan inip hastaneye girdikten sonra adımlarını acil servise doğru atmaya başladılar. Acil servisin önünde, gözleri yaşlı, kolu sargılı bir şekilde oturan Sinem’i gördüğünde Hakan derin bir nefes verdi. Üstü başı toz içinde kalmış, kıvırcık saçlarının arasına birkaç parça ot çöp girmişti.

Sinem onların geldiğini görüp ayağa kalkarken ağlamaklı bir biçimde baktı onlara doğru. Bora teselli etmek için ona yaklaştığı sırada Hakan ondan önce davranarak hızlıca Sinem’in yanına ilerledi. Sinem hissettiği rahatlamayla anında Hakan’ın kollarına atılırken Hakan sıkı sıkı tutup sarıldı ona. Bir eli saçlarını okşarken diğeriyle belini kavradı.

“İyi ki geldin…” dedi Sinem ne dediğini bilmeden. Gözyaşlarını Hakan’ın göğsüne akıtırken kolunun acısını umursamadan daha sıkı sarıldı. O kadar korkmuştu ki sarılacak ve ağlayacak bir omuza ihtiyacı vardı ve o omuz yine Hakan olmuştu. Bu sefer bunun böyle olmasını Sinem istemişti. Ayakları ona götürmüştü.

“Korkma, geçti. İyisin.” Dedi Hakan teselli edercesine. Ama kendisi de çok korkmuştu. Bunu sesine yansıtmasa da Sinem’in iyi olduğunu gördüğünde ancak rahatlayabilmişti. Bu korku duygularını tam olarak anlamasına da neden olmuştu. Zaten kendi içinde bir şeyleri kabul ediyordu ama artık emindi. Sıkı sıkı kızı sararken başını saçlarına yasladı. “Korkma, yanındayım ben…” dedi tekrardan. Sinem ise burnunu çekerek mırıldandı. “İyi ki yanımdasın…”

Birbirlerine sıkıca sarılırken Bora ve Pamir, yanlarına gelen Cenk ile tokalaşmışlardı. Cenk Devrim ile konuştuğunu söyledikten sonra Bora ve Pamir hem onları yalnız bırakmak hem de Devrim’i görmek için acil servise girmişlerdi…

 

◔◔◔

Devrim Akyol’un anlatımından,

Korku, Allah’ın her günü yaşadığım duygulardan biri olmuştu artık benim. Pamir için korkmak, abim için korkmak, kendim için korkmak… Bu yaşadıklarımı aklım almıyordu. Daha başıma ne gelebilir ki dediğim anlarda başıma en beteri geliyordu. Bunu bir kez daha anlamıştım bugün. Orada yaşadığım korkuyu anlatacak kelimelerim yoktu resmen. Benim yüzümden arkadaşıma bir şey olacak düşüncesi, insanlara bir şey olacak düşüncesi gözlerimi kapatmadan dakikalar önce aklımdan geçen şeylerdi.

Büyük bir gürültü ve sonrasında gelen karanlık…

Gözlerimi iğrenç bir hastane kokusu alarak aralamıştım. Etrafımda bir sürü ses vardı. Gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm beyaz bir tavan ve başımda dikilip gözlerime ışık tutan gözlüklü bir doktordu…

Nerede olduğumu, kim olduğumu, ne olduğumu sorgulamıştım ilk anda. Kafam allak bullak olmuştu. Beynim boş gibiydi. Benimle konuşan kişilerin seslerini boğuk boğuk duyuyordum, anlamakta güçlük çekiyordum. Hiç tanımadığım insanlarla karşı karşıyaydım ve aslında kimi tanıyıp tanımadığımı bile kavrayamamıştım ilk anlarda. Mesela Işık, görüntüsü tanıdıktı ama ismi yoktu benim için. Sonra kardeşimin benim yanımda olduğu bile zihnimden silinmişti sanki. Onun durumunu bile soramamıştım, dilimi döndürememiştim.

Ama dakikalar sonra bu geçmişti. Sadece bir baş ağrısı kalmıştı. Sinem’le konuşmuş onun iyi olduğunu görmüştüm. Çok korkmuştu ve bu benim yüzümdendi, benim baktığım dava yüzündendi. Sonra Cenk gelmişti yanıma, biz dışında başka kimsenin yaralanmadığını söylemişti. Arabanın paramparça olduğunu söylemişti. Bununla derin bir nefes vermiştim. Kimseye bir şey olmasın diye boş bir araziye sürmüştüm arabayı ve biz son dakika atlayabilmiştik içinden. Yolda patlasaydı, yüzlerce kişi yaralanırdı ve hatta ölüler bile olurdu. Bunun düşüncesi bile korkunçtu.

Hastane yatağında oturmuş bir elim ensemde dururken çatlayan başımla yerdeki fayanslara bakıyordum. Zihnim hala allak bullaktı ama daha iyiydim.

“Devrim…” Abimin endişeli sesi kulaklarıma dolduğunda başımı kaldırdım. Direkt olarak abimle göz göze gelirken onun yanında dikilen ve bembeyaz olmuş bir suratla bana bakan sevdiğim adamı gördüm. Abim hızlı adımlarla yanıma doğru gelirken Pamir elini yüzüne koyarak sıvazladı, inip kalkan göğsünden derin bir nefes verdiğini anladım.

Ben onun vurulduğunu duyup nasıl korkmuşsam şimdi de Pamir korkmuştu. Halinden de, bakışlarından da bunu anlıyordum. Kim korkmazdı ki?

Oturduğum yerden ayağa kalkarken abim beni kendine çekip sıkıca sarıldı. “Sen beni korkudan öldürmeye ant mı içtin be kızım.” Sıkıca beni sararken sesinden telaşını ve paniğini anlamamak imkansızdı. “Her gün, Allah’ın her günü sana bir şey olduğu haberini duyuyorum. Ya çatışmaya giriyorsun ya arabanı patlatıyorlar ya başka bir şey oluyor. Bu nasıl savcılık?”

Abim sert bir biçimde cümlelerini sıralarken ne zaman geldiğini anlamadığım Işık’ın sesini duydum. “Şu an bunun sırası mı Bora?” dedi kızgın bir şekilde. Ardından ekledi. “Kız daha yeni yeni kendine geliyor, kızacaksan sonra kızarsın.” Diye uyarırken abim sessizleşti. Şu an ne abime karşı çıkacak gücüm vardı ne de Işık’a teşekkür edecek.

Kollarını benden çekerek eliyle yüzümü avuçladı. “İyisin değil mi? İyisin.” Dedi tereddütlü bir biçimde. Başımı belli belirsiz salladım dolu gözlerle. “Çok şükür.” Diyerek yüzüme baktıktan sonra benimle temasını keserek omzunun üstünden arkasını döndü. Bakışlarını Pamir’e çevirmişti. Bende ona doğru çevirdiğimde gözlerinde endişeyle bizi izlediğini gördüm. Endişe vardı elbet ama öfkeyle harmanlanmış bir endişeydi. Bunun sonucunda neler olacağını biliyordum.

Adımlarını bize doğru attıktan sonra tam önümde durarak beni kendine çekti. Başımı omzuna yaslayıp birkaç damla gözyaşı akıtırken Pamir saçlarımı öptü. Sessizdi ama beni sarıp sarmalayarak desteğini hissettiriyordu. Sessizliğinden anlıyordum içinden ettiği şükrü, benim iyi olduğumu gördüğündeki sevinci. Bakışları, beni sarıp sarmalaması anlatıyordu.

“Devrim bu davayı devredeceksin.” Dedi abim itiraz kabul etmeyecek şekilde. Kapattığım gözlerimi abimin sözleri ile açarken başımı usulca kaldırdım Pamir’in omzundan ve abime baktım. “Öyle bir şey yapmayacağım.” Dedim kendimden emin bir şekilde. Abim kaşlarını çatıp bana karşı göstermediği, görmeye alışık olmadığım bir sinir ve sertlikle konuştu. “Devredeceksin.”

Pamir’in kollarından tamamen çıkıp ona yönelirken Pamir kolumdaki ve belimdeki koluyla desteklemeye devam ediyordu beni. “Hayır, yapmayacağım.” Dedim sinirle. “Ölmek mi istiyorsun kızım sen, ölmek mi istiyorsun? Bu başına gelen kaçıncı şey, bile bile ölüme mi gitmek istiyorsun!?” gözünden alevler çıka çıka bağırırken acil servisteki bakışların bize döndüğünü gördüm.

Gözyaşlarım tekrar gözlerime dolmaya başlarken bende ona bağırdım. “Ölmek istiyorum belki sana ne! Ben senin işine karışıyor muyum? Karışmayın bana artık!” ne söylediğimi bilmeden bağırırken Pamir ensemden tutup başımı kendine doğru bastırdı. “Sakin ol birtanem, sakin ol.”

“Çık Bora, kızın üzerine gitme diyorum. Sen ne yapıyorsun?” Işık sinirli sinirli konuşurken sesinin uzaklaştığını duydum sonlara doğru. Muhtemelen abimi götürüyordu.

Hıçkırıklarımı tutamadan ağlarken Pamir’in eli hiç durmadan saçlarımı okşuyordu. Dudaklarını saçlarımın üzerine bastırıp sakinleştirmeye çalışırken gözyaşlarım dur durak bilmeden akmaya devam ediyordu. Sinirlerim çok bozuktu. Yaşadığım korku, stres, baskı, üzerime gelmeleri her şey üst üste gelmişti ve ben sakinleşemiyordum, kendimi durduramıyordum.

“Ağla güzelim, ağla gözbebeğim. Rahatla, içini dök. Ben buradayım.” Pamir güven veren bir sesle ve ondan beklemediğim sakinlikle mırıldanırken daha çok sarıldım ona. İyi ki yanımdaydı, iyi ki bana destek oluyordu…

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından Işık ve Bora,

“Ya sen ne yapıyorsun, kardeşinin psikolojisini düşünmüyor musun hiç. Kız ne hale gelmiş, yaşadıkları kolay mı Allah aşkına. Destek olacağına köstek oluyorsun resmen.” Işık sinirli sinirli konuşurken hırsla baktı Bora’ya.

Onların ilişkilerinin en yakın şahidi olarak Bora’dan böyle bir tepki beklememişti. Bora kardeşini pamuklara sarar, sevgisiyle iyileştirir diye düşünmüştü ama beklediği gibi bir tepki alamamıştı. Devrim’in hastaneye getirildiği ilk ana şahit olarak onun nasıl bir durumda olduğunu biliyordu ve bu duruma müdahale etmekten kendini alıkoyamamıştı.

Bora’da artık nasıl tahammül edeceğini şaşırmış durumdaydı. Sık sık Devrim’e bir şey olduğu haberi geliyordu ve artık dayanacak gücü kalmamış gibi hissediyordu. Bıkmıştı bu durumdan. Sinirine hakim olamamıştı.

Bora, Devrim’e bağırdıkça Devrim’in sinirlerine hakim olamayacağını bildiği için apar topar Bora’yı dışarı çıkarmıştı Işık.

“Bir senden azar işitmediğim kalmıştı onu da işittim.” Dedi Bora sinirle. Elini saçlarının arasından geçirirken içinden küfretti ağzının içinden. Işık ise elini beline yaslayarak kaşlarını çattı. “Sen kardeşine böyle davranırsan tabii ki benden de azar işitirsin.”

Bora, Işık’ın sözü ile burnundan sertçe nefes verdi ve başını havaya kaldırdı. “Ben mi yanlış görüyorum sen söyle, bu kız değil miydi daha geçen hafta çatışmaya giren. Bu kız değil miydi ölümlerden dönen. Ben nasıl bir tepki verebilirim, bu inat ne? Kendini öldürtmeye çalışmaktan başka bir şey değil mi!?” dedi bu düşünceye tahammül edemeyip öfkeli bir tınıda.

Işık sakin olmak için derin bir nefes aldı. “Tamam, hak veriyorum sana. Olayların sürekli içinde olabilir ama o bir savcı.” Dediğinde Bora göz devirdi. “Sözde savcı ama özel kuvvetlerdeki askerler kadar çok operasyon yapıyor.”

“Bak Bora, kızma demiyorum sana.” Dedi Işık ılımlı olmaya çalışarak. Ardından ekledi. “Ama ona destek ol. Kızacaksan da burada değil, Devrim kendini iyi hissedince kız. Zaten korkmuş, sinirleri harap bir şekilde kızarak onun yanında olamazsın. Hele ki direterek asla. Devrim’i biraz tanıyorsam sen böyle direttiğin için inadına bir şeylerin üzerine daha çok gidecek.”

Bora, Işık’ın beş dakika içinde kardeşini çözmesine şaşırırken mırıldandı. “Kardeşimi şıp diye çözmen pek hoş değil zira ben 26 senede zor çözdüm.” Dediğinde Işık gülmemek için kendini zor tuttu. “Siz özel kuvvetçi olup insanları bakışlarından tanıyabilirsiniz ama bende insan sarrafıyım.” Dediğinde Bora güler bir ifade ile tek kaşını kaldırdı. “Öyle mi?”

“Öyle.” Dedi gülerek Işık. Ardından derin bir nefes aldı.

Bora gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalışırken Işık tekrar konuştu. “Buraya geldiğinde kötü durumdaydı, beni bile zor tanıdı.” Dedi Işık sıkıntılı bir şekilde. Bora duyduğu cümle ile afallarken Işık’a döndü hızla. “Nasıl yani?” dedi zorlukla. İşte şimdi korku daha da dağılmıştı vücuduna.

Işık, Bora’nın gözlerinde oluşan pişmanlığı gördüğünde elini koluna koyarak ona destek olmak istedi. “Ufak çaplı bir beyin travması, sonradan beni tanıdı ama boş boş bakıyordu ilk başta. Kalıcı hafıza kaybından korktuk, çok şükür öyle bir şey olmadı. Şimdi tomografi sonuçları çıkar, beyin cerrahımız karar verir bir sorun olup olmadığına.”

Bora duyduğu cümleler ile yıkıldığını hissederken eliyle bankın koluna tutunarak oturmaya çalıştı. Işık hızlıca onun koluna girip oturmasına yardım ettikten sonra kendisi de aralarına bir karış boşluk koyarak yanına oturdu.

Elini Bora’nın omzundan çekmeden tekrar konuştu. “Korkma, şimdi her şey yolunda.” Dedikten sonra ekledi. “Sen askersin, yanında bir bomba patlasa etkilenmezsin çünkü alışıksın. Ama o normal bir vatandaş, evet savcı olabilir ama hayatında kaç kere yanında bomba patladı. Eminim bu ilk ve bunu Devrim istemedi. Komiserle konuşurken duyduğum kadarıyla eve gidiyormuş, hangi insan arabasının altında bomba olduğunu tahmin edebilir?” dedi ılımlı bir şekilde.

Bora, Işık’a hak verirken sessiz kaldı. “Diyeceğim o ki bu büyük bir travma, bırakması gerekiyorsa bırakır zaten davayı. Sen destek ol ona.”

Işık’ın sözlerini bitirmesinin ardından Bora’nın bakışları ona doğru döndü. Kendini biraz daha sakinleşmiş hissediyordu ve pişmanlık duyuyordu. Belki sözlerinde haklıydı ama zamanlaması kesinlikle yanlıştı. Hele ki Işık’tan Devrim hakkında duyduğu şeylerden sonra içindeki pişmanlık büyümüştü.

“Teşekkür ederim…” dedi Bora minnettar bir biçimde. Işık, onun sözleri ile küçük bir tebessüm etti. “Rica ederim, psikiyatri olmasam bile arada böyle yardımcı olurum.” Dediğinde Bora’da küçük bir tebessüm etti. Işık onu güldürmenin etkisi ile ekledi. “Yani ne zaman istersen beni bulabilirsiniz üsteğmenim.”

Işık’ın cümlesi ile Bora ona dikkatle bakmaya devam etti. Aralarındaki mesafe bir karıştan biraz daha fazlaydı. İlk defa bu kadar yakınlardı birbirlerine. Işık, Bora’nın onu dikkatle izlediğini fark edip gülümsemesini kesti ve genzini temizleyerek ayağa kalkmak için hareketlendi. Ancak kalktığı anda ayaklarının birbirine dolanması ile dengesini sağlayamadı. Düşeceğini düşünürken anında belinden kavrayan el ile afalladı.

Bora, Işık’ın düşeceğini anlayıp hızlı bir refleksle belinden kavrarken Işık can havliyle ellerini Bora’nın göğsüne yaslamıştı. Elinin altındaki kalbin hızlı atışlarını avuçlarında hissederken bakışlarını Bora’dan çekemedi. Bedenlerinin arasındaki mesafe sıfırdı, aralarında boy farkı olduğundan yüzleri birbirine uzaktı ama bakışları birbirlerine kenetlenmişti. Işık’ın yeşil irislerinin çevrelediği gözbebeğinin büyüdüğüne şahit olmuş ve gözlerinde bir kez daha kaybolduğunu hissetmişti Bora. Işık ise belindeki güçlü ellerin teması ve Bora’nın bakışının üzerinde bıraktığı etkide takılı kalmıştı.

Anın etkisi ile Bora yutkunurken Işık utanarak elini hızlıca Bora’nın üzerinden çekti. “Ben teşekkür ederim, düşecektim.” Diye sözlerini gevelerken utandığını hissetmişti. Bakışlarını Bora’dan kaçırırken Bora elini kızın belinden çekmiş ve ensesine götürmüş genzini temizlemişti. “Önemi yok, dikkat et.”

“Hadi girelim, Hulusi Hoca gelir şimdi.” Diyerek önden kaçarak uzaklaşmaya başladı Işık. Bora birkaç saniye arkasından baktıktan sonra ilerlemeye başladı. Yüzünde istemsizce bir gülümseme oluşurken aklı uzun uzun baktığı gözlerde kalmıştı.

Işık ise Bora ile temasa girmenin kötü bir fikir olduğunu düşünüyordu. Adamdan etkileniyordu bunu anlayabiliyordu ama bu etkilenmeyi kabul etmek istemiyordu. Her seferinde Bora’dan uzak duracağım dese de duramıyordu. Kendini onun yanında ona destek olurken buluyordu. İçinden ‘sana ne kızım, her hastana böyle mi davranıyorsun’ dese de olmuyordu. Boş veremiyordu.

 

◔◔◔

Devrim Akyol’un anlatımından,

Kaç dakika geçmişti bilmiyordum ama sevdiğim adamın kolları arasında sakinleşmiştim. Gözyaşlarım yerini iç çekişlere bırakmıştı. Bu sürede Pamir beni saran kollarını bir saniye bile gevşetmemişti. Yanımda olduğunu, her şeyin iyi olacağını mırıldanmıştı. Benim sakinleştiğimi hissettiğinde ise sedyeye tekrar oturmamı sağlamıştı.

Eliyle gözyaşlarımı temizlerken gözlerimin içinde baktı. “Çok korktu, ondandı bu çıkışı.” Diye sakince konuşurken beni ikna etmeye çalışıyordu. Biliyordum ama bunu şimdi yapmak zorunda değildi. Ayrıca Pamir’in bu sakinliği de pek hayra alamet değildi.

Söylediği cümleye sessiz kalırken kapıdan giren abimi gördüm. Bakışlarımı ondan direkt olarak kaçırırken Pamir’e doğru baktım. Gözlerini benden bir saniye bile çekmeden ilgiyle bakarken küçük bir tebessüm etti beni rahatlatmak için. Ama onun gerginliği geldiğinden beri azalmamıştı.

Kapıdan giren doktorla birlikte bakışlarım ona doğru kaydı. Beni muayene eden doktordu. Yanımıza doğru gelirken Işık ona hitaben konuştu. “Sonuçlar çıktı mı hocam?” dediğinde doktor onayladı onu ve dikkatle bana baktı. “Kendinizi nasıl hissediyorsunuz Devrim hanım?” sorduğu soru ile cevap verdim. “İyiyim, başım ağrıyor sadece.”

“Çok normal ağrınızın olması, geldiğinizde pek iyi durumda değildiniz. Yanınızda duran beyefendileri hatırlıyorsunuz değil mi?” diyerek merakla bana baktı. Pamir tuttuğu elimi sıkarken başımı salladım. İlk önce abime göz ucuyla baktım. “Abim, Bora.” Dedikten sonra elimi tutan Pamir’e baktım. “Nişanlım, Pamir.” Söylediğim cümle ile doktor konuştu. “Çok güzel.”

“Bunu neden soruyorsunuz, bir sorun mu var?” dedi Pamir panik olmuş bir biçimde. Doktor bey onlara doğru dönerek başını iki yana salladı. “Endişelenmeyin, tomografi sonuçları temiz çıktı. Her şey yolunda görünüyor. Devrim hanım ilk geldiğinde bulunduğumuz günün, kendinin farkında değildi. Işık hanımla da tanışmalarına rağmen hatırlayamadı. Kalıcı bir şey olmasından korkmuştuk ama tomografi de beyin kanamasına dair bir buluntu görmedik.” Dediğinde Pamir’in içten bir şekilde söylediği cümleyi duydum. “Çok şükür.”

Abim derin bir iç çekerken merakla konuştu. “Yani bir sorun yok, eve gidebilecek.” Dediğinde doktor onayladı. “Evet, sadece 24 saat uyumaması daha iyi olur.” Dedikten sonra ekleme yaptı. “Bu süre içinde kollarda ve bacaklarda uyuşukluk, görme problemi, mide bulantısı gibi şikayetleriniz olursa mutlaka hastaneye gelin.”

“Hiç merak etmeyin, en ufak bir sorun olduğunda geliriz.” Dedi Pamir. Telaşı hiçbir şekilde azalmamıştı. Ardından bana baktıktan sonra konuştu. “Hatta bu gece müşahede altında kalsın, içimiz rahat etsin.” Dedi evhamlı bir şekilde. Doktor bakışlarını bana doğru çevirdiğinde başımı iki yana salladım. “Burada kalmak istemiyorum.” Pamir’e bakıp gözlerimi kırpıştırırken doktor konuştu. “Hastamız kendini nasıl rahat hissedecekse öyle olsun, çıkış işlemlerini halledebilirsiniz. Geçmiş olsun.”

“Sağ olun.” Abim doktora cevap verdikten sonra Pamir’e doğru baktı. “Sen Devrim’in yanında dur, ben işlemleri hallederim.” Pamir onu onaylarken abim acil servisten çıktı.

Pamir tam önüme geçerek yüzüme bakarken içine sinmeyerek konuştu. “Keşke burada kalsaydın, bir şey olduğunda müdahale edilmesi kolay olurdu.” Diyerek önümdeki saçları geri çekti. Elimi elinin üzerine yaslayarak alttan alttan gözlerine baktım. “Hastanede kalmayı sevmiyorum, biliyorsun. Hem ben iyiyim, önemli bir şey yok.”

“Aklım çıktı, nasıl bir şey yok. Hele doktorun söyledikleri…” deyip duraksadı. Kabullenemeyerek başını iki yana sallarken devam etti sözlerine. “Düşünmek bile istemiyorum.” Deyip iç çekti. Yine büyük bir olay yaşamıştık, yine Pamir beni kaybetme korkusuyla sınanmıştı. “Özür dilerim.” Dediğimde Pamir başını iki yana salladı hızlıca. “Dileme, senin suçun değildi.” Dedikten sonra bana doğru eğilip saç dibime dudaklarını bastırarak küçük bir öpücük bıraktı.

Cebindeki telefonun çaldığını duyarken Pamir elimi tutmayı bırakmadan üzerindeki üniformanın cebinden telefonunu çıkardı. Birkaç saniye ekrana baktıktan sonra telefonu açıp kulağına götürdü. “Efendim anne?”

Annesini bir süre dinledikten sonra bakışları bana doğru döndü. “Yanımda, evet birlikteyiz. Geleceğiz biraz sonra. Merak etmeyin siz.” Dedikten sonra telefonu kapattı. Meraklı bir şekilde ona bakarken açıklama yapmak için konuştu. “Telefonuna ulaşamamışlar, Burçe’yi bıraktıktan sonra hemen geleceğim demişsin. Gelmeyince merak etmişler seni, telefonunu da açmayınca endişelenmişler.”

Verdiğim dilekçe reddedilmişti. Onun için tekrardan adliyeye gitmiştim. İtiraz etmiştim sonuca. Sinem’in arabası bozulduğu için eve birlikte gidecektik. Yolda telefonum çalmıştı. Açtığımda Berfin’in sesini duyduğuma emindim. Güler gibi bir sesle ‘öteki tarafta görüşürüz, ne acı parçalarını kimse bulamayacak.’ demişti. Öyle anlamıştım bombayı. Uzaktan kumanda ile mi patlatacaklar, sayaç mı var hiçbir şey bilmeden arabayı çok yakınımızda bulunan boş araziye sürmüştüm. Panik halinde Sinem’e bombayı söylemiştim ve araziye gelir gelmez kapıları açıp kendimizi dışarı atmıştık. Sonrası yoktu benim için. Muhtemelen patlamanın etkisi ile savrulmuştuk.

“Hallettim.” Diye içeri giren abim ile birlikte oturduğum yerden ayağa kalktım. Pamir koluma girerken bakışlarımı abimin yanındaki Işık’a çevirdim. “Her şey için çok teşekkür ederim, desteğin içinde.” Dedim abimi ima ederek. Işık elini koluma koyarak gülümsedi. “Sen iyi ol da, gerisi mühim değil.”

Acil müdahale odasından çıktığımda direkt olarak Sinem’i gördüm. Pamir’in kollarından sıyrılarak ona doğru ilerledim. O da oturduğu yerden kalkıp bana doğru geldi. Ortada buluşup birbirimize sıkıca sarılırken mırıldandım. “Özür dilerim…”

“Dileme, senin ne suçun var?” dedi Sinem üzgün bir sesle. Ardından dikkatle bana baktı. “İyisin değil mi?” telaşla sorduğu soru ile başımı salladım. “İyiyim, sen?” dedim koluna bakarken. Kendimi sorumlu tutuyordum bu durumdan. Benim yüzümden olmuştu bu patlama. “İyiyim bende, ufak bir dikiş.” Dedi Sinem sanki önemsiz bir şeymiş gibi.

“Hadi kızlar arabaya gidelim, çok yoruldunuz. Evde konuşursunuz.” Abimin sözleri ile onu onaylarken abim önden ilerlemeye başladı. Sinem’in koluna Hakan girerken, benimkine de Pamir girdi. Arkalı önlü bir şekilde hastaneden çıkarak arabaya bindik. Kısa süre sonra eve vardığımızda bizim evde toplanan ahali karşılamıştı bizi.

Yolda babam aramıştı abimi, abim güzel bir dille anlatmıştı ve endişelenmemelerini söylemişti. Tabii babam bizi görmeden rahat edemeyeceği için bu söylediği biraz yersiz olmuştu. O yüzden hepsi kapıda karşılamıştı bizi.

Eve girer girmez babam bir kolunu Sinem’e bir kolunu bana sarmış, kendi gözleriyle görüp iyi olduğumuza ikna olmuştu. Serhat babam ‘bu başınıza gelenler ne sizin’ diye abim ve Pamir’in cümlelerinin aynılarını tekrarlamıştı. Burçe sıra ile ikimize sarılıp desteğini belli etmişti. Beni en şaşırtan Halide Hanım olmuştu. Merhametli bakışlarıyla, üzgün gözleriyle sıkıca sarılmıştı bana. Anne şefkati ile yaklaşmıştı yaralarımı sarmak istercesine. Sonra da ‘sizin üzerinizde nazar var, bir kurşun döktürelim’ demişti.

İlk karşılamanın ardından direkt olarak sofraya oturmuştuk. Kimse bu tatsız konuyu açmamıştı. Abimle birbirimize kaçamak bakışlar atmıştık sürekli, havadan sudan konuşmuştuk ve yemeği sonlandırmıştık.

Halide hanım, Burçe ve Serhat babam dinlenmemiz için bizi yalnız bırakmak istemişlerdi. Hakan ise Sinem’in iyi olduğuna emin olarak, o uyuduktan sonra gitmişti. Abim babamı ikna ederek benim odama göndermiş ve uyumasını istemişti. Benim başımda kendisinin kalacağını söylemişti. Pamir ile bu konuda tartışma yaşasalar da Pamir beni bırakmayacağını söylemiş ve burada kalmıştı.

“Devrim, dün günlerden neydi?” Pamir’in meraklı gözlerle bana bakması ile derin bir nefes aldım. Pamir, abimin ve doktorun anlattıklarından sonra sürekli bu tarz sorarak hafızamın iyi olup olmadığını kontrol ediyordu kendince. “İkinci kez cevap veriyorum hayatım, dün salıydı.” Dedikten sonra ekledim. “Ondan önceki gün pazartesi, yarın da Perşembe.”

Pamir aldığı cevapları başını sallayarak onayladı. Hareketlerimden bundan bunaldığımı belli etsem de Pamir vazgeçecek gibi değildi. “Tanıştığımız günün tarihini hatırlıyor musun?” dediğinde hafifçe kaşlarımı çattım hatırlamıyormuş da zihnimi zorluyormuş gibi yaptım. Pamir bu hareketimle oturduğu yerde dikleşip direkt olarak bana doğru döndü.

Endişeyle harmanlanmış bir merakla yüzümü incelerken yüz ifadesinden azıcık panik ve telaş sezmiştim. Onu unutmamdan korkuyordu ama bilmiyordu ki ben onu unutmazdım. “ 2 Aralık mıydı?” diye fısıldadığımda Pamir’in gözlerinden korku dolu bir ifade geçti. Bilerek tarihi yanlış söylemiştim. “Emin misin güzelim?” dedi Pamir tedirgince.

“Değil miydi?” dedim masum masum gözlerine bakarken. Pamir oturduğu yerden kalkarken elimden tuttu ve beni de çekiştirerek kaldırmaya çalıştı. “Hadi hastaneye gidiyoruz.” Dediğinde gülerek bileğinden tuttum. “Şaka yaptım, 15 Ocak 2019.”

Pamir söylediğim şeyle kaşlarını çatarak baktı yüzüme. “Sen bu şaka işine iyi alıştın, beni korkutmak hoşuna gidiyor anladığım kadarıyla.” Alıngan bir şekilde konuşurken oturduğum yerden kalkarak iki elimle yüzünü avuçladım. “Seni korkutmak değil, verdiğin tepkiler hoşuma gidiyor.” Dediğimde Pamir gözlerini devirdi ve elini bileğime yaslayarak yüzünden indirdi. “Sağ ol ya, biz burada korkudan ölelim. Devrim hanım şaka yapsın.”

Kızgın bir şekilde söylemiyordu bu sözleri, hafif bir sitem vardı bakışlarında ama o da şaka yapacak kadar iyi olduğumu anladığı için rahat rahat söylüyordu bunları. İstemsizce verdiği tepkilere gülerken Pamir’de benim gülüşüme dayanamayarak güldü.

“Hayırdır komik bir şey varsa söyleyin bizde gülelim.” Abimin sesi salonda yankılandığında bakışlarımız ona doğru döndü. Elinde tepsi ile salona girdiğinde ilk önce tepsiyi bana doğru uzattı. Tepsideki kahve fincanlarından birini aldığımda Pamir’e doğru uzattı. “Ulan buna da kahve hizmeti yapıyoruz ya.” Abim söylenerek Pamir’e bakarken Pamir kahveyi aldı ve konuştu. “Ellerine sağlık kayınçom, kahve çok iyi gelecek.” Dedi inadına.

Abim ters ters ona bakarken sabır çekti. “Allah’ım sen bana sabır ver.” Deyip tepsiyi masaya bıraktı ve kendi kahvesini aldı. Ardından da ekledi. “Benim bir ismim var hani, Bora. Bo-ra.” Dedi abim heceleyerek. Pamir karşımıza oturan abime bakarken başını salladı. “Biliyorum ama sende kabul et, sen benim kayınçomsun. Ben senin eniştenim.” Dedi üstüne bastıra bastıra.

“Pabucumun eniştesi.” Abim ağzının içinde mırıldanırken ona doğru baktım. İkimizde birbirimizle konuşmuyorduk ama o Pamir’e bulaşmadan edemiyordu. “Sen damatsın benim için, enişte menişte demem ben sana. Ulan insan arkadaşına nasıl enişte desin?” dediğinde haklılığı karşısında cevap vermedim. Abimse devam etti. “Ben damat olarak da kabul etmezdim ama kardeşim istiyor.”

“Sen kabul etmesen de olur Turan babamla Devrim kabul etmiş beni.” Pamir sırıtarak konuşurken abim göz devirdi. “O da ayrı mesele zaten.” Dedi abim iç çekerek. Kahvesinden bir yudum içerken bakışlarını yere doğru eğdi.

Pamir aniden oturduğu yerden kalkarken ona çevirdim bakışlarımı. “Balkona çıkıp geleceğim.” Dediğinde başımı salladım usul usul. Abimle beni yalnız bırakmak için gittiğini biliyordum bir de fırsattan istifade sigara içeceğini tabii.

Pamir’in odadan çıkmasıyla birlikte bende bakışlarımı yere doğru eğdim. Kahvemden içip derin bir iç çekerken abimin mahcup sesini duydum. “Devrim, bana bakar mısın abicim?” isteği ile bakışlarımı yerden çekip ona çevirdim. Sessiz kalıp sadece yüzüne bakarken tepkisizdim.

Abim yutkunduktan sonra söz girdi. “Bugün korkumdan üzerine geldim, hiçbir şeyin senin suçun olmadığını biliyorum. Sana kızmamam gerekiyordu ama kendime hâkim olamadım. Özür dilerim.” İçten bir şekilde dile getirdiği cümleler ile yüzüne bakarken abim devam etti sözlerine. “Sen benim biriciğimsin, seni kaybetme düşüncesi beni öldürüyor. Beni de anla, bunu sürekli yaşamak gerçekten çok zor.” Dediğinde aklımdaki cümleyi dile getirdim. “Ama sen her göreve gittiğinde bende bunu yaşıyorum.”

Söylediğim cümle abimde büyük bir etki yaratırken afalladı. Anlık bir şeyde olsa, ifadesini hemen toparlasa da görmüştüm bunu. Üzgünce suratına bakarken devam ettim sözlerime. “Sende benim biricik abimsin, bende seni kaybetmekten çok korkuyorum. Ama sana mesleğinle ilgili baskı yapmıyorum.” Dedim sakince. Abim dikkatle beni dinlerken ekledim. “Sende Pamir’de sürekli mesleğimden yakınıyorsunuz, şunu yapma Devrim. Şuraya atlama Devrim, o operasyona girme, çatışmaya katılma.” Sürekli duyduğum cümleleri sıralarken gözlerimi kısaca elimdeki kahveye çevirdim.

Ardından da tekrar abime dönerek konuştum. “Ben bunu keyfimden mi yapıyorum? Aldığım davanın operasyonlarını planlama, operasyona katılma benim görev tanımlarımdan birisi. Önüme getirilen davada bu işin içinde teröristler var diyerek bırakma gibi bir lüksüm yok. Başsavcı kimi uygun görüyorsa dava ona veriliyor.” Dedim tane tane.

Bugün sabah söylediğinde gücüme giden o cümleyi ekleyerek devam ettim. “Yani sandığınız gibi ölüme koşarak gitmiyorum ben. Kendimi öldürmek isteseydim 3 yıl önce yapardım, şimdi her şey yolundayken değil. Merak etme.”

“Ölümden falan bahsetme.” Dedi abim acı acı. Oturduğu yerden ayağa kalkarken dikkatle izledim onu. Abim elimdeki bardağa uzanarak elimden aldı ve kendi bardağı ile sehpanın üzerine bıraktı. Ardından elimden tutup beni oturduğum yerden çekerek kaldırdı. Karşılıklı olarak dikildiğimizde ellerini yanaklarıma getirip yüzümü avuçladı. “Seninle ölüm kelimesini aynı cümlede duymak bile istemiyorum.” Dedi gözlerimin içine bakarak.

Ardından ekledi. “Tamam, sende bizim yaşadığımızı misliyle yaşıyorsun. Ama Ankara’dayken hiç başına böyle şeyler gelmiyordu, ben hep senin başarılarını duyuyordum. Sürekli saldırıya uğradığını değil. Üstüne geldim ama bu duruma alışamadığım için. Bir daha üstüne gelmeyeceğim, söz veriyorum sana.” Üstüne bastırarak, gözlerimin içine baka baka güven verircesine söylediği sözlerin ardından küçük bir gülümseme ile sordu. “Barıştık mı?”

O gülümseyince bende gülümsedim ister istemez. “Barıştık.” Abim aldığı cevapla birlikte derin bir nefes verdi, ardından da yanağıma uzun bir öpücük bıraktı. “Oh be, dünya varmış.” Dedikten sonra beni kendine çekip sarıldı. Birbirimize sıkı sıkı sarılırken gülümsemem büyüdü. Göğsüne kafamı yaslayıp gözlerimi kapattım.

Anlayışlı bir abiye sahip olduğum için şanslıydım. Zaten her zaman böyle olurdu. Abimle ne zaman tartışsak birbirimize bulaşarak ya da konuşarak barışmak için çabalardık. Şimdi de böyle olmuştu. Biz hiçbir zaman küs kalamazdık ki. Ben onun içindeki niyeti bildiğim için bu kadar kolay barışmıştım. Korku insana her şeyi yaptırırdı bilirdim ve bu abimin ilk çıkışıydı.

“Gel lan gel, orada dikilmişsin öyle.” Abimin sesi ile gözlerimi aralarken Pamir’in kapıdan bizi izlediğini gördüm. Yanımıza doğru adımlarken abim kollarını benden çekerek konuştu. “Bir de ben çıkayım balkona bakalım manzara nasılmış?” dedi abim. Yanımızdan ayrılırken Pamir’e doğru baktım ve mırıldandım. “Yine sigara içtin değil mi?” Zira kokusu burnuma dolmuştu bile.

Pamir omuz silkti. “Abin buradayken sözümüzü yerine getiremezdik.” Dediğinde sitemle baktım ona. Ama bir şey demeyecektim.

Pamir tam önüme geçerek ellerimi tuttu. “Abine söylediklerini duydum. Mesleğin konusunda sana baskı uyguladığımın farkındayım ama ne yapacaksın ben çok evhamlı bir adamım.” Dedi. Ardından gözlerimin içine bakarak ekledi. “Yapmamaya çalışacağım ama alışmam zaman alacak.”

“Alışsan iyi edersin çünkü yıllarca bu meslek için dirsek çürüttüm ben.” Dedim sakince. Pamir başını salladı olumlu manada. “Biliyorum. Zaten o yüzden, sen mutlu olduğun için. Ama sende ne olursun dikkat et.” Bende onun gibi başımı sallayarak onayladım. “Elimden geleni yapacağım ve sizi korkuttuğum için ben özür dilerim.”

Pamir hafifçe kaşlarını çattı. “Dileme, nereden bilecektin ki?” dedikten sonra ekledi. “Sadece aklımı başımdan almak istiyorsan başka türlü almanı yeğlerdim.” Dedi muzipçe. Söylediği cümleye gülerken onu işaret ettim. “Abin buradayken sözümüzü yerine getiremezdik diyene bak, ne diyor?” dediğimde Pamir sırıttı. “Ne yapalım güzelim, herkes ekmeğinde. Hem abin yok şimdi.”

Beni güldürmek için söylediği cümle ile kıkırtı şeklinde güldüm. “Senin ağzın iyi laf yapıyor var ya, avukat mı olsaydın acaba?” dediğimde Pamir’in kaşları havalandı. “Bence ailemize bir hukukçu yeter de artar.” Diye itiraz etti. Haklıydı, ikimizde hukukçu olsak ne olurdu Allah bilirdi.

Gülüşlerimin arasından elimi yanağına yaslarken başımı omzuma doğru eğdim. “Gözlerinin altı çökmüş, eve gidip uyu sen. Ben uyumam, uykusuzluğa alışığım biliyorsun.” Dediğimde Pamir elimi dudaklarına doğru kaydırıp avuç içimi öptü. “Aklımda kalbimde sendeyken bırak bedenimde seninle olsun.” Söylediği cümle içimden bir şeylerin akıp gitmesine neden olurken mırıldandım. “O zaman bedeninde yanımda olsun, belki kollarımda uyursun.”

“Abinin ellerinden ölmektense şehit olmayı yeğlerim.” Dediğinde kaşlarımı çattım. “Ne biçim konuşuyorsun öyle?” dediğimde Pamir bana doğru eğilerek dudaklarını dudaklarıma bastırdı ve sesli bir öpücük bıraktı. “Kızma hemen, lafın gelişi söyledim.” Dediğinde kızgınca baktım yüzüne. “Lafın gelişi olsa dahi söyleme.”

Dakikalar sonra abim yanımıza gelmişti. Televizyonu açmış, haberleri izlemiş, gündemdeki olaylar hakkında konuşmuştuk bir süre. Sonra işlerimizden, planlarımızdan bahsetmiştik. Saat gece yarısını geçip sabaha yaklaştığında abim televizyon izlerken uyuyakalmıştı. Pamir ile ben ise bir süre daha oturmuş ve konuşmaya devam etmiştik. Pamir’i göğsüme yatırmış saçlarıyla oynarken gelecekten, evliliğimizden ve birçok şeyden bahsetmiştik.

Saatler sonra Pamir’in düzenli nefes alışverişlerini duyarak uyuduğunu anlamıştım. Kanepede rahat bir pozisyon aldıktan sonra saçlarıyla oynamaya devam etmiştim. Pamir boynuma iyice sokulup uykusunu derinleştirirken bende biraz telefona bakmıştım. Ardından sıkılarak Pamir’i dikkatle kanepeye yatırmıştım. Aynı abime yaptığım gibi onun üzerine de battaniye örttükten sonra salondan çıkmıştım.

Usulca Sinem’in odasına gidip kapıyı sessizce açıp içeri baktıktan sonra uyuduğuna emin olarak kapıyı kapatmıştım. Onu merak ediyordum, ağrısı veya sızısı olursa hemen yardımcı olmak istiyordum. Sonuçta benim yüzümden böyle bir şey yaşanmıştı.

İşe gitme saatimiz yaklaşırken hepimiz için güzel bir kahvaltı masası hazırlamaya koyulmuştum. Kızarttığım patates ve biberleri masaya yerleştirdikten sonra kahvaltılıkları da yanına ekledim. Ocaktaki çayı da demledikten sonra hazırlanmak üzere odama gideceğim sırada çalmaya başlayan telefonum ile irkildim. Bizimkilerin uyanmaması için hızlı bir şekilde telefonu elime aldığımda başsavcımın aradığını görüp telefonu açtım.

“Efendim savcım.” Diyerek telefonu açtığımda başsavcının sesini duydum. “Günaydın Devrim savcım, dün yaşananlardan sonra nasıl oldunuz?” dediğinde cevap verdim. “İyiyim, bir sorun olmadı şükür.” Dediğimde başsavcım sıkıntılı bir şekilde cevap verdi. “Ucuz atlattınız, çok geçmiş olsun. Hâkime hanımda iyi değil mi?” dediğinde onayladım. “İyi o da, kolunda ufak bir kesik var yalnızca.”

“Geçmiş olsun dileklerimi iletin lütfen.” Dediğinde onayladım. “İletirim.”

Başsavcımın sesini duymayı beklerken aniden belime dolanan kollarla irkildim. Tepki vermemek için kendimi zor tutarak başımı omzumun gerisine çevirirken Pamir’in mahmur gözlerle bana baktığını gördüm. Yüzümde bir tebessüm oluşurken başsavcım konuştu.

“Orada mısınız savcım?” dediğinde genzimi temizleyerek cevap verdim. “Sizi dinliyorum, buyurun.” Dediğimde başsavcı cevap verdi. “Devrim savcım, bu dava sizi çok fazla etkiledi. Yaşadığınız olaylar olsun, üzerinizde kurulan baskı olsun yıprattı.” Sözleri ile kaşlarımı çatarken Pamir’in dudaklarını ensemde hissettim. Bu hareketi dikkatimi dağıtırken kolumla dürttüm yapmaması için.

Pamir beni dinlemeyip enseme yakın olan lekeyi öperken başsavcım devam etti sözlerine. “Dosya zaten terör savcısı Kubilay beyde idi. O sizinle çalışmak istediği için dosyadan almadım sizi ancak bırakmanızın vakti geldi.” Dediğinde itiraz ettim. “Başsavcım.” Benim ciddileşmemle birlikte Pamir dudaklarının baskısını boynumdan çekip çenesini omzuma yasladı ve merakla beni izlemeye koyuldu.

“İtiraz istemiyorum Devrim savcım, hiçbir savcının psikolojik olarak baskıya maruz kalmasını istemiyorum. İfadenizi aldıktan sonra gerekli çalışmaları biz yürüteceğiz ama siz bu davayı bırakacaksınız artık.” Dediğinde sertlenmeden edemedim. “Başsavcım bu dava ile haftalardır ben uğraşıyorum, şimdi sonuna gelmişken bırakmamı istiyorsunuz. Yüzdüm yüzdüm sonuna geldim.” Tamam kötü şeyler yaşamıştım ama haksızlıktı bu.

“Ben söyleyeceğimi söyledim savcım, yeni bir araç tahsis edilecek size. Bugün için izinli sayılırsınız, yarın görüşürüz.”

Benim bir şey söylememe izin vermeden telefonu yüzüme kapatırken telefona bakakaldım. Hırsla elimdeki telefonu tezgâha bırakırken Pamir beni kendine doğru döndürerek dikkatle yüzüme baktı. “Neler oluyor?” dediğinde üzgünce baktım gözlerine. “Dosyayı aldı elimden. O kadar emek verdim, sonucu bu olmamalıydı.” Sıkıntılı bir şekilde bakışlarımı başka tarafa çevirdim.

“Hayırlısı olmuş.” Pamir’in verdiği cevapla birlikte ters bir biçimde baktım. Bu konuda bencil davranıyorlardı, daha dün konuşmamıza rağmen söylediği cümle içime oturmuştu. Yanından uzaklaşmak için ocağa yaklaşacağım sırada gitmemi engelleyerek sıkıca arkamdan sarıldı. “Kaçıp gitmek yok öyle, şimdi kızgınsın ama sonra hak vereceksin.” Dediğinde kollarından kurtulmaya çalıştım. “Bırak Pamir ya.”

“Sabah sabah ne yapıyorsunuz siz, hele ki mutfakta?” Sinem’in uykulu sesini duyduğumda bakışlarımız ona doğru döndü ikimizin de. Pamir ise keyifli bir şekilde konuştu. “Günaydın baldız, arkadaşın biraz stresli de stresini almaya çalışıyordum.” Dediğinde Sinem elini kapıya yaslayarak gülümsedi. “Dikkat et Bora abi de senin stresini almasın.”

“Adımı duydum, sabah sabah dedikodumu mu yapıyorsunuz?” Abim, Sinem’in arkasından gelerek bize doğru bakarken Pamir’in bedenimi saran kollarının gevşediğini hissettim. Abim bize doğru bakarken yüzünü buruşturdu. “Gözümü zaten ‘bırak Pamir ya’ lafıyla açtım, şimdi bu manzarayı gördüm. Günüm kötü geçecek belli ki.” Dedi söylene söylene. Ardından kapıdan uzaklaşmaya başladı.

Sinem ile birbirimize bakıp gülmemek için zor dururken Sinem mırıldandı. “Devom döktürmüş yine.” Dedikten sonra yanıma gelerek yanağımdan makas aldı. O sırada Pamir konuştu. “Madem benim güzelim kahvaltıyı hazırlamış bende çayları koyayım.”

Pamir bir cevap beklemeden dolaptan çay bardaklarını çıkartırken Sinem’e bakarak konuştum. “Sen nasılsın, ağrın oldu mu?” dedim endişeli bir biçimde. Sinem eliyle elimi tutarak konuştu. “İyiyim canım arkadaşım, ufak bir ağrım vardı ama mışıl mışıl uyumuşum.” Dedi içten bir şekilde. Ardından ekledi. “Asıl sen nasılsın? Başın ağrıyor mu, bir sıkıntı oldu mu gece? Uyumamayı çok istedim ama ilaç uyku yaptı galiba.” Dedi mahcupça. “Tabii ki uyuyacaksın.” Dedim.

Sorusuna cevap vereceğim sırada Pamir’in dikkatini bana verdiğini fark ettim. “Bir sıkıntı olmadı, ağrımda yoktu. Merak etme.” Dediğimde Pamir derin bir nefes verdi. “Çok şükür.”

“Günaydın çocuklar.” Babamın sesiyle birlikte ona doğru dönerken konuştum. “Günaydın babacım.” Dediğimde babam mutfağa girerek direkt yanıma geldi. Dikkatle yüzüme baktıktan sonra mırıldandı. “İyisin değil mi?” dediğinde başımı salladım. “İyiyim babacım.”

Babam benden cevap aldıktan sonra bakışlarını Sinem’e çevirdi. “Sen nasılsın kızım, iyi uyudun mu?” dediğinde Sinem gülümsedi. “İyiyim Turan amca.” Deyince babam elini omzuna koyup konuştu. “Korkuttunuz bizi.”

Üzgünce ona doğru bakarken babam tekrar konuştu. “Ben Serhatlara geçiyorum, beni çağırdı.” Dediğinde başımı salladım. Babam başka bir şey söylemeden mutfaktan çıkarken mırıldandım. “Babam, Serhat babamı bizden daha çok seviyor olabilir mi?” dediğimde Sinem başını salladı. “Kesinlikle öyle.” Dedikten sonra ekledi. “E madem Turan amcam oraya geçiyor, bende gidip Burçe ile Hakan’ı çağırayım. Gençler olarak burada takılalım.”

İma ile Sinem’e bakarken Sinem bana bakmadan mutfaktan çıktı. Gülerek arkasından baktıktan sonra dolaba yönelerek Burçe ve Hakan için tabak çıkarttım. Onları masaya dizeceğim sırada Pamir’in sesini duydum. “Gece nasıl uyuduğumu anlamadım.”

Bakışlarım ona doğru dönerken konuştum. “Kokumun sarhoş ettiğini söylerler, ondandır.” Dediğimde Pamir’in kaşları an be an çatıldı. “Kim söylüyormuş onu?” sert bir tını ile sorduğu soru ile şaşkınca baktım gözlerine. “Cenk komiserin söyleyecek hali yok ya, sen söyledin.” Dediğimde Pamir hatırlamış gibi çatılan kaşlarını eski haline getirdi. Ardından tehditvari bir şekilde konuştu. “Hele bir de söyleseydi.”

Sinem, Hakan ve Burçe ile eve geldiğinde hep birlikte sofraya oturduk. Kahvaltımızı güzelce yaparken bugün izinli olduğumdan bahsettim. Sinem’de evde kalacağı için uzun süre sonra ilk defa baş başa kalabilecektik. Başsavcımın dediklerini anlattığımda abimden de aynı Pamir’in verdiği gibi bir tepki almıştım. Burçe beni destekleyerek yanımda olmuştu. Ortamda dönen güzel sohbetle kahvaltımızı tamamlamıştık ve ardından abimleri işe uğurladıktan sonra kız kıza üçümüz vakit geçirmeye başladık…

 

◔◔◔

3 gün sonra…

“Pamir, etleri ben aldım sevgilim. Sen kapının önündeki poşeti alsana.” Diyerek içeri doğru seslendim. Pamir mutfaktan çıkarak işaret ettiğim poşete doğru baktı. Piknik için gerekli olan malzemeler vardı poşetin içinden.

“Hadisenize tatile gitmiyoruz, alt tarafı pikniğe gidiyoruz ne aldınız o kadar.” Dedi abim söylenerek. Bakışlarımı ona doğru çevirirken Pamir cevap verdi. “Hiçbir şey eksik olmasın diye aldık bir şeyler, söylenme de bir işin ucundan tut.” Diyerek kapının önünde duran poşetlerden birini işaret etti.

Abim sıkıntılı bir nefes vererek poşeti aldıktan sonra merdivenlerden inmeye başladı. Pamir’de son poşeti alarak kapıyı kilitledikten sonra birlikte merdivenlerden indik. Nihayet aylar önce planladığımız piknik işini bugün gerçekleştirecektik. Sinem, Hakan ve Burçe önden inmişlerdi. En sona biz kalmıştık.

“Evi taşıyorsunuz sandım bir an.” Dedi Hakan alayla. Sinem kafasını ona doğru çevirip bakarken bakışları bulundu. “Başladık yine, hayır sen her seferinde söylenecek misin?” Sinem merakla Hakan’a bakarken Hakan afalladı. “Ben öylesine söylemiştim.” Derken Sinem dişlerini göstererek güldü. “Biliyorum, şaka yaptım bende.”

Hakan rahatlayarak derin bir nefes verirken Pamirle elimizdeki çantaları bagaja koyduktan sonra onlara doğru döndük. “Gidebiliriz.” Dedikten sonra abime döndüm. “Abi, sen gel bizle.”

“Bizimle de gelebilirsin.” Dedi Hakan abime bakarak.

Benim arabam yine ve yine pert olduğu için babamlar abimin arabasını almıştı. Abim bizim gideceğimiz arabaya yaklaşıp kapıyı açarken başıyla işaret verdi Pamir’e. “Hadi.” Arka kapıyı açıp oturacağı sırada araya girdim. “Sen öne geçseydin.” Dediğimde abim reddetti. “Sen otur.”

Burçe ve abim arkaya otururken bizde Pamirle öne geçmiştik. Sinem ile Hakan ise Hakan’ın arabasıyla geleceklerdi. Arabayı çalıştırıp yola koyulduğumuzda aracın içinde sessizlik oluşmuştu.

Oturduğum tarafın dikiz aynasından arkamda oturan Burçe’nin elindeki telefona tebessümle baktığını görerek gülümsememe engel olamadım. Onlarda aralarındaki sorunu halletmişlerdi. Tamam belki henüz sevgili değillerdi ama yakında olacaklardı biliyordum. Düşüncelerimden Pamir’in sesi ile sıyrıldım. “Burçe, elindeki telefona gömüldün sanki birkaç gündür.”

Pamir’in ciddi bir sesle kurduğu cümle ile ona doğru bakarken onun dikiz aynasından kardeşine baktığını gördüm. Burçe afallayarak telefonu kapatırken mırıldandı telaşlı bir sesle. “Yok abi, arkadaşlarımla dersler hakkında konuşuyorduk.” Gözlerim gözleriyle buluşurken telaşını görmüştüm. Ben gördüysem abisi de görmüştü. Yardım isteyen bakışlarına kayıtsız kalamadan konuştum. “Sanki sen hiç telefona bakmıyorsun Pamir, kıza ne karışıyorsun?”

Pamir’in bakışları bana doğru döndüğünde abimin sesini duydum. “Galiba bir ilk olacak ama Pamir haklı.” Dediğinde bakışlarımı abime çevirdim. Abim omuz silkti. “Hiç bakma öyle bir abinin halini ancak kardeşi olan anlar.” Dedikten sonra sesini kısarak duymayacağımı düşünerek mırıldandı. “Bana çok tanıdık geldi nedense.”

“Bir kardeşin halinden de ancak abisi olan anlar, Burçe’cim sen abini takma konuşmana devam et canım.” Dedim dikiz aynasından Burçe’ye bakarak. Pamir bakışlarını bana çevirip kaşlarını çattı. “Nişanlının yanında olman gerekiyor senin, olmuyor böyle Devrim hanım.”

“Görümcemin yanındayım ben.” Dedim gülerek. Burçe elini omzuma doğru atarak sıktı. “Aslan yengem benim.” Gülerek Burçe’nin elini tutarken onun minnettar bakışlarını gördüm. Elbette yardım edecektim, sevenlerin yanında olmak gerekiyordu.

Bir süre daha yolculuk yaptığımızda piknik alanına varmıştık. İlk defa gelmiştim böyle bir yere. Ormanın içinde, çamların arasında büyük bir masa ve geniş bir yer vardı. Arabayı park ederek indiğimizde Seray ablaların çoktan geldiğini ve masanın etrafında kızlarla olduğunu görmüştüm. Bizim arkamızdan gelen Ahsen ve Kürşat gelmişti. Onların arkasından da tek bir arabayla Taner, Batuhan, Yiğit ve Soner gelmişti.

Hepsi ile teker teker selamlaştıktan sonra yemek faslına giriş yapmıştık. Bir yandan da sohbet ediyorduk. “Ay ne iyi oldu böyle, sürekli taburda olunca canım çok sıkılıyordu. “Ahsen önündeki tabakları masaya dizerken Seray abla cevap verdi. “Evet, havada güzelken böyle bir fırsatı kaçırmamamız iyi oldu. Bizimkiler de çok sıkılmıştı.” Dedi gözleriyle kızları işaret ederek.

Bakışlarımı onlara doğru çevirdiğimde Azra’nın Yiğit’in kucağında olduğunu, Hira’nın ise Soner’in kucağında olduğunu gördüm ve yüzlerindeki gülücükler ne kadar mutlu olduklarını gösteriyordu. Ahmet abi yanlarına gidip başlarına şapka takmaya çalışırken tebessümle onları izlemeye devam ettim.

Kızlardan sonra bakışlarımı mangalın başına doğru çevirdim. Pamir, Hakan, abim ve Batuhan mangalın başında dikiliyordu. Taner ise çay için semaveri hazırlıyordu.

“Sana kömürü koyma dedim, al işte.” Dedi abim söylenerek. Ardından Pamir’in elindeki mangal yelpazesine uzandı. “Ver şunu, sallayamıyorsun zaten.” Pamir sıkıntılı nefes vererek abime uzattı elindekini. “Al ulan, göster bakalım nasıl sallanıyormuş. Sanki sen çok biliyorsun.” Birbirlerine sinirle bakarlarken Batuhan ve Hakan bıyık altından gülerek onları izliyordu.

Gülerek bakışlarımı onlardan çekerken Sinem mırıldandı. “Maşallah Pamirle Bora abi ne iyi anlaşıyor.” Dediğinde Ahsen güldü. “İstemede yaptığı şeyden sonra ben onların iyi anlaşabileceğini düşünmüyorum.” Ahsen’in söylediği şeyle istemsizce gülerken Seray abla araya girdi. “Yok yok anlaşırlar ama kabullenme süresi var biraz. Benim abimde öyleydi.”

“Sinem sen otur şöyle, ben hallederim.” Dedim arkadaşıma doğru bakarak. Kolunun birazda olsa acıdığını biliyordum. Sinem bana doğru bakarken mırıldandı. “Güzel arkadaşım, canım iyiyim ben. Zaten ne yapıyorum ki salatalık soyuyorum.”

Sinem’e itiraz etmeyeceğimi belirten bir şekilde bakarken Hakan’ın yanımıza doğru geldiğini gördüm. Sinem’e yönelerek konuştu. “Kolunu kullanmazsan daha çabuk iyileşir.” Dediğinde Sinem ona doğru baktı. Hakan’a dikkatli bir şekilde bakarken gözlerindeki endişeyi tekrardan gördüm. “Ben iyiyim, neden inandıramıyorum size.” Dedi Sinem söylenerek. Bense araya girerek şikayet ettim. “Ben söyledim, beni dinlemiyor Hakan. Sen ikna et edebiliyorsan.” Dediğimde Sinem çok kötüsün bakışı attı bana doğru.

Sırıtarak ima ile ona bakarken Ahsen’in mırıltısını duydum. “Havada bir aşk kokusu mu var?” dediğinde Seray abla koluyla dürttü. “Ayıp ayıp öyle denir mi?” dediğinde Ahsen gülerek omuz silkti.

Onların yanından uzaklaşıp salatayı yapmak için Sinem’in yarım bıraktığı işin başına geçtim. Burçe salata için soğanları doğrarken kulağıma doğru mırıldandı. “Hakan abimi ilk kez böyle gördüm, gerçi ben onun yanında hiç kızda görmedim ama.” Dediğinde ona doğru mırıldandım. “Sinem etkisi diyelim.” Dediğimde Burçe güldü. Ardından tekrar mırıldandım. “Sende yakalanıyordun, çok belli ediyorsun.”

Bakışlarımı Batuhan’a doğru çevirdiğimde onun bize doğru baktığını gördüm. Benim bakışı görmesiyle bakışlarını kaçırırken güldüm. “Çok belli ediyorsunuz, abinin anlaması an meselesi.” Dediğimde Burçe sıkıntıyla abisine baktı. “Ama ne yapayım yenge, ben ilk defa böyle hissediyorum.” İtiraf ettiği şeyle birlikte gülümserken ona doğru baktım. “Biliyorum bu duyguyu ama kendini dizginlemen gerekiyor.”

“Zaten gideceğiz yarın, uzun süre yüz yüze görüşemeyeceğiz.” Bu konunun canını nasıl sıktığı sesinin tonundan bile belliydi. Evet aralarına mesafe girecekti ama konuşmaya devam edeceklerdi. Zamanla buna da alışacaklardı. “Buna da alışacaksınız.”

Sessizce salatayı yapmaya devam ederken Seray ablanın sesini duydum. “Maşallah kucaklarına da çok yakışmış.” Kime söylediğini anlamak için işaret ettiği yere bakarken Kürşat’ın Azra’yı kucağına aldığını, Pamir’in de Hira’yı kucağına aldığını gördüm. “İnsanın onları böyle görünce çocuk yapası geliyor.” Dediğinde Seray abla alayla güldü. “Engelleyen kim, evlisiniz sonuçta.”

“Kısmet bu işler Seray abla.” Dedi Ahsen utangaç bir gülümseme ile.

Bakışlarım hala Pamir’de iken Hira ile ikisinin bakışları bana doğru döndü. Hira bana el sallarken bende ona el salladım. Pamir tebessümle göz kırparken büyükçe gülümsedim. “Mangal hazır.” Abimin sesiyle bakışlarımız birbirinden ayrılırken Burçe masanın üzerindeki etlerin hazır olduğu tepsiyi alarak yanlarına doğru ilerledi.

“Ben alsaydım Burçe hanım, siz zahmet etmeyin.” Yiğit’in Burçe’ye doğru yönelmesi ile mangalın başında duran Batuhan’ın onlara doğru yöneldiğini gördüm. “Ben alırım Yiğido, sen çaya yardım et.” Dedi Batuhan başıyla Taner’i işaret ederken. Yiğit imalı sırıtışlar eşliğinde Taner’in yanına giderken Batuhan Burçe’ye ilerledi.

Birbirlerine utangaç bakışlar atıp tebessüm ederlerken uzaktan onları izlemek çok keyifliydi. Batuhan, Burçe’nin elindeki tepsiyi almak için elini uzattığında tebessüm eden bakışları hala Burçe’nin üzerindeydi. “Nasılsınız Burçe hanım?”

“İyiyim Batuhan bey, sizleri sormalı?” dedi Burçe tebessümle. Batuhan ise mırıldandı. “Sizi gördüm daha iyi oldum.” Burçe utanarak başını yere doğru eğerken Batuhan’ın yüzündeki gülüş büyüdü. Tatlılardı.

Bir yandan masaya getirdiğimiz şeyleri yerleştirip bir yandan da onları izlerken masayı yerleştiremeye daldığım anda Pamir’in sesini duydum. “Hayırdır?” Bakışlarımı istemsizce onlara çevirdiğimde Pamir’in sorgulayan biçimde ikisine baktığını gördüm. Batuhan hızlıca Burçe’nin elindeki tepsiyi alırken mırıldandı. “Teşekkür ediyordum komutanım, öyle.” Dedi kaçamak bir şekilde.

“Paragraf şeklindeydi galiba teşekkürün, bir de komikti belli ki.” Dedi gülüşmelerini ima ederek. Burçe abisine doğru bakıp mırıldandı. “Yok abi ne alaka, ayaküstü hal hatır sorduk.” Dediğinde Pamir tek kaşını kaldırdı. “Hal hatır, güzel..” Dedikten sonra bakışlarını Batuhan’a çevirdi direkt. Başıyla mangalı işaret ederken konuştu. “Sohbetiniz bittiyse götür onları.”

Batuhan onu onaylayıp hızlıca yanlarından uzaklaşırken Pamir, Burçe’ye doğru döndü. Bir şeyler diyeceğini tahmin ederek seslendim. “Burçe, şunları ayırmama yardım eder misin?” dediğimde Burçe hızlıca beni onayladı. Ardından abisine dönerek konuştu. “Yengem çağırıyor.” Deyip kaçar bir şekilde yanıma geldiğinde derin bir nefes verdi.

“Sen devam et.” Diyerek masayı işaret ettikten sonra adımlarımı mangalın başında dikilen beylere doğru attım. Yanlarına yaklaştığımda hepsinin bakışları bana doğru döndü. “Kolay gelsin beyler.” Dediğimde Yiğit cevap verdi. “Kolaysa başına gelsin yenge.” Yiğit’in cevabına gülerken ateşe doğru baktım.

“Acıktın mı güzelim?” Abimle Pamir’in aynı kelime ve hitapla, aynı anda konuştuğunu duyduğumda ikisine baktım. Onların bakışları ise birbirlerindeydi. “Kayınçomla böyle olmayacaksam evlenmeme gerek yok.” Dedi Yiğit bıyık altından. Soner ise kolunu Yiğit’e dürttü. “Kaşınıyorsun.”

“Birazcık acıktım.” Dediğimde Pamir beni kolunun altına alarak elini omzuma yasladı. “Birazdan pişer, yeriz.” Dediğinde onayladım. Abim ikimize doğru bakarken Taner araya doğru girerek konuştu. “Bora komutanım, çay hazır içmek ister misiniz?” Taner muhtemelen abimin dikkatini çekmek için konuşurken abim ona doğru döndü. “Sivildeyiz aslanım, ne komutanı. Abi demen yeter.”

Taner ile ikisinin böyle anlaşmaları çok güzeldi. Taner başını sallayıp onu onaylarken abim Pamir’e doğru döndü ve başıyla Taner’i işaret etti. “Bak görüyor musun damat, nasıl hizmet ediyor abisine. Sen öyle dur anca” dedikten sonra Taner’e döndü. “Geldim kardeşim, karşılıklı bir çay içelim.”

Pamir kaşlarını çatmış abime doğru bakarken elimi Pamir’in beline sardım. Hakan ise mırıldandı. “Taner’e ceza kilitleyeceksin de haberin yok be Bora.” Dediğinde abim bunu umursamadan sırıttı. Pamir ise göz devirdi. “Çok sinirlendim, bak sinirden ellerim titriyor.” Diyerek omzumda duran elini değil de diğer elini kaldırdı göstermek için.

Bu tepkisi ile gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken Hakan gülmek için diğer tarafa doğru uzaklaştı. Bakışlarımı etrafta gezdirirken Batuhan ile gözlerimiz buluştuğunda gözlerinin arkasındaki ürpertiyi gördüm. Pamir’in ona yapabileceklerini düşünüyor olmalıydı.

“Geçmiş olsun Devrim, yine bir tehlike atlatmışsınız.” Ahmet abinin sesiyle Pamir’in omzumdaki eli sıkılaştı. Elimle omzumda duran elini tutarken Ahmet abiye tebessüm ettim. “Sağ ol abi, atlattık bakalım.” Dediğimde Kürşat ekledi. “Yalnız üzerinizde nazar falan var herhalde, başınız beladan kurtulmuyor.”

“Kesin nazar var, nasıl olmasın? Baksana çok yakışıyorlar.” Dedi Ahsen yanımıza doğru gelirken. Kocasının yanına geçip koluna girerken Seray ablada Ahmet abinin yanına geldi. Ahsen’in sözüyle Pamir ile birbirimize bakarken Seray abla konuştu. “Kurşun mu döktürsek ne dersiniz?” dediğinde Burçe’nin sesini duydum. “O işi annem halledecek.”

“Kayınvaliden çok seviyor seni, baksana.” Dedi Ahsen gülerek. O sırada yaşanan şeyleri bilenler olarak Sinem, Burçe, ben, Pamir ve Hakan bakıştık kendi aramızda. Sinem sadece bizim duyabileceğimiz şekilde mırıldandı. “Tabii canım ne demezsin.”

Sinem’e kaş göz işareti yaparken genzimi temizledim. “Sağ olsun, çok düşüncelidir.” Dedim konuyu kapatmak için. Açıkçası o günleri hatırlatıp Burçe ve Pamir’i utandırmak, üzmek hiç istemiyordum.

Batuhan mangala doğru bakarak konuştu. “Etlerin ilk postası hazır, hadi masaya geçelim.” Dediğinde arkalı önlü bir biçimde masaya ilerledik. Masaya yaklaştığımızda Yiğit’in sesini duydum. “Masa da masa yani, ellerinize sağlık yengelerim.” Dediğinde hep bir ağızdan cevap verdik Yiğit’e. “Afiyet olsun.”

Herkes bir şeyler yapıp getirmişti. Çeşit çeşit mezeler, salatalar vardı. Güzel olmuştu, büyük aile sofralarında olmayı sevdiğimden bu durum hoşuma gidiyordu. Herkes tek tek otururken benim bir yanıma Pamir, diğer yanıma Sinem oturmuştu. Pamir’in yanında Burçe vardı, Sinem’in yanında ise Hakan. Karşımda ise abim vardı. Bir yanında Taner ve Batuhan vardı. Seray abla kızlarının ortasına oturmuştu, Kürşat ve Ahsen yan yana geçmişlerdi.

Etlerin konulduğu tava elden ele gezinirken herkes tabaklarını doldurmaya başlamıştı. “Pamir acı biberden alsana sen seversin.” Hakan elindeki biber turşusunu Pamir’e uzatırken Batuhan konuştu. “İstemeden sonra komutanımın acı biber sevdiğini sanmıyorum.” Hep birlikte bıyık altından gülerken abim ekledi. “Sever sever, vazgeçemez o.”

Pamir derin bir iç çekip kendisiyle dalga geçilmesine izin verirken ben araya girdim. “Aşk olsun dalga geçmeyin, lokumun acı olması da beklenmedikti şimdi.” Dedim ima ile abime bakarken. Abimse sırıttı. “Özenle, kendi ellerimle hazırladım ben onu Pamir’ime.” Dediğinde Burçe gülmemek için kendiniz zor tutarak konuştu. “Çok acımasızsın Bora abi, acıdan ölüyordu.”

“Ölmez ölmez, bir acı sosta öldürüyorsa yani.” Diyerek acı biberi ağzına attı ve hiç mimiğini oynamadan ifadesizce acı biberi yedi. Pamirle birbirlerine dik dik bakarlarken Pamir konuştu. “Dikkat et acı biber boğazına kaçmasın, elbet biri çıkar sana o acı biberi yedirmek için.”

Abim omuz silkerken Seray abla konuştu. “Pamir deyince aklıma geldi, Bora. Geçen gün komşum bana geldi, seni görmüş çarşıda.” Dediğinde dikkatimi Seray ablaya verdim. Abimde onu dinlerken Seray abla devam etti sözlerine. “Öyle anlatınca senin olduğunu anladım, beğenmiş seni. Fotoğrafını gösterdim evet o dedi. Öğretmen kendisi, bir bak istersen.” Diyerek telefonundan açtığı resmi göstermek için telefonu elden ele abime gönderdi.

Abim telefon ona geldiğinde telefona bakmadan konuştu. “Sağ ol ablacım, ilgilenmiyorum ben.” Dediğinde Kürşat konuştu. “Bir baksaydın.” Dediğinde abim reddetti. Telefona uzanarak ben elime aldım. Dikkatle ekrandaki fotoğrafa baktığımda kızın tatlı ve güzel olduğunu gördüm. Tabii dış görünüş önemli değildi ama Işık olmasaydı belki abimle olabilirlerdi.

“Güzel kızmış.” Dedikten sonra Seray ablaya tekrardan telefonu uzattım. Seray abla ise konuştu. “İlgilenmediğini söylüyorum o zaman.” Dedi onaylanmak istercesine. Abim onayladı. “Aynen öyle söyle.” Dedikten sonra bakışlarını tabağına çevireceği sırada bakışlarımız buluştu. Bakışlarını kaçırarak yemeğine geri döndü ardından.

Işıkla bir gün olacaklardı elbet ama ne zamandı bunu bilmiyordum. Abim duygularından emindi ama Işık neden böyle yapıyordu anlamıyordum. Belki de bizim bilmediğimiz bir sebep yüzünden böyleydi.

Tabağıma konan birkaç yaprak sarması ile bakışlarım Pamir’i bulurken mırıldandı. “Seversin sen.” Dediğinde gülümsedim. Severdim. Bu hareketi hoşuma giderken Sinem’in mırıltısını duydum. “Pamir çıtayı her seferinde yükseltiyor yalnız.” Dediğinde sırıttım. “Nişanlım diye söylemiyorum çok sever yükseltmeyi.”

“Batuhan’ın da keyfi yerinde değildi uzun süredir, ne olduysa çok keyiflendi.” Yiğit’in söylediği cümle ile birlikte gergince ona bakarken Taner ekledi. “He vallahi, iki dakika aşağı indi geldi yüzünde güller açıyordu.” Umarım ki Burçe’yi görmemişlerdi. Yoksa birbirlerine takılırlarken bombayı patlatabilirlerdi.

“Evet benim de dikkatimden kaçmadı, hallettin mi o işi?” dedi Pamir merakla. Hangi iş olduğunu anlamaya çalışırken Batuhan bakışlarını Burçe’ye bir saniye bile değdirmeden direkt Pamir’e çevirdi profesyonelce. “Evet, hallettim sayılır.” Dediğinde Pamir konuştu. “E onu da getirseydin ya o zaman.” Dedi gözlerini kısarak.

Batuhan, Pamir’in sözü ile yutkundu. Pamir sanki köşeye sıkıştırmak ister gibi konuşuyordu. Müdahale etmek istediğim sırada Batuhan cevap verdi. “Burada yaşamıyor komutanım, uzakta o.” Dediğinde Ahsen konuştu. “Olsun, bir dahakine tanışırız belki. Baksana sürekli büyüyoruz, o da aramıza katılır.” Dediğinde Batuhan belli belirsiz başını salladı.

Tabii ben, Burçe ve Batuhan dışında hiç kimse bahsedilen kişinin Burçe olduğunu bilmiyordu. Yaşadığım gerginliği atmak için nefes verdiğim sırada Pamir’in elini dizimde hissettim. Ona doğru baktığımda tek gözünü kırptı. “Gerildin mi sen?” dediğinde hızlıca başımı iki yana salladım. “Yoo, ne alaka?” dediğimde Pamir dudaklarını büzdü. “Demek ki bana öyle geldi.” Dedikten sonra gözleriyle tabağımı işaret etti. “Yemiyorsun.”

“Yiyorum ben, sende ye hadi.” Diyerek çatalımı yaprak sarmasına batırarak bir ısırık aldım. Ardından kalanını Pamir’e doğru uzattım. Pamir tereddüt etmeden sarmayı alırken tebessüm ettim. Birbirimize bakarken Seray ablanın sesini duydum. “Burçe senin okulun bitmesine de az kalmış, ne yapmayı düşünüyorsun?”

Seray ablanın sorusu ile Batuhan’ın dikkatli bir şekilde Burçe’ye baktığını gördüm. Bizim de bakışlarımız ona dönerken Burçe cevap verdi. “Okuldan sonra belli bir süre staj yapacağım, sonra da savcılık sınavlarına hazırlanıp savcı olmak istiyorum.” Dediğinde Soner konuştu. “Sırtımız yere gelmez artık. Savcı, hakim, asker, hemşire her meslekten tanıdığımız var çok şükür, işimiz düşerse hallolur her şey.”

“Ağzını hayra aç oğlum, hiçbirine ihtiyacımız olmasın. Böyle aile olalım yeter.” Dedi Ahmet abi, Soner’e bakarken.

“Devrim sana yardımcı olur.” Dedi Ahsen bana doğru bakarak. Burçe başını sallayarak onayladı Ahsen’i. Ardından bakışlarını bana ve Sinem’e çevirdi. “Sinem ablamda, yengemde çok yardımcı oldular bana. Zaten en başından beri rol modelim Devrim yengem.” Dediğinde gururla gülümsedim. Daha dün gibi aklımdaydı düğünde konuşmamız. Hukuk okumak istemesi, kazanması, neredeyse 3.sınıfı bitirmesi.

“Rol modelin Devrimse yandık o zaman.” Dedi abim ciddi bir şekilde. Kaşlarımı çatıp abime dönerken ekledi. “Her gün bir çatışmada, her gün başı belada.” Dediğinde uyarı dolu bir sesle konuştum. “Abi, abartma.” Dediğimde Batuhan abime doğru baktı. “Öyle ama çok gurur duyulası bence.” Bunu hem bana hem Burçe’ye söylemişti. Ben zaten en büyük desteği Batuhan’dan alıyordum.

Pamir’in elini sırtımda hissederken diğer elini de Burçe’nin sırtına yasladığını gördüm. “Her ne kadar korksam da ikisiyle de gurur duyarım.” Verdiği cevapla kendine bir kez daha aşık ederken hayranca baktım ona. Ardından bakışlarımı abime çevirip Pamir’i işaret ettim. “Bak abi, gör.” Dediğimde abim göz devirdi. “Kardeşi doğuda işe başlayıp operasyondan operasyona koşarken göreceğim.”

“Ben asker olucam!” Azra’nın çıkışı ile bakışlarımız ona doğru döndü. Azra, babasını işaret ederken konuştu. “Babam gibi kahraman olmak istiyorum.” Bu sözüyle Ahmet abinin gözlerinin içi güldü. Eliyle kızını kendine çekip saçlarından öperken mırıldandı. “Çok güzel bir kahraman olursun güzelim benim.”

“Doktor olucam bende.” Dedi Hira babasına bakarak. Ahmet abi elini ona doğru uzanarak yanağından öptü. “Ol güzel kızım, sende kahramanların yarasını sar.” Dediğinde Hira büyükçe gülümsedi. Tatlılıklarını gülümseyerek izlerken Seray abla bize dönerek konuştu. “Kız çocukları babalarına âşık oluyor, şimdiden haberiniz olsun.”

Cümlesi ile gülmeden edemedik. Bunu çok net biliyordum. Küçükken bende babama nazımı geçirirdim bir tek. Tabii abi konusunda da şanslıydım, her zaman bana destek olan bir abim vardı.

“Kıskanma canım, kızlar babalarına aşıksa babaları tek bir kişiye aşık.” Dedi Ahmet abi, Seray ablaya sevgiyle bakarken. Elimi yanağıma yaslayıp onları izledim tebessümle. Evlenmişlerdi, çocukları olmuştu ama içlerindeki aşk bitmemişti.

“Bir Ahmet abi, bir Pamir komutan. Arada Hakan, Kürşat. Hepiniz çıtayı yükseltmek için ant mı içtiniz?” dedi Taner alayla. Yiğit, Taner’e bakarak onuştu. “mı fazla oldu, ant içtiler.” Dediğinde güldüm. Pamir ise ekledi. “İnsan aşık olunca çıta mıta tanımıyor.”

Bana bakarak söylediği cümle ile başımı omzuna yasladım. “Vay be, bir gün bende sizin gibi aşkı bulursam bunu düşüneceğim.” Dedi Yiğit.

Sohbet eşliğinde yemeğimi yedikten sonra sofayı toplamış ve çayımızı içmeye koyulmuştuk. Kadınlar olarak başka bir tarafta otururken erkeklerde diğer tarafa geçmişlerdi. Hararetli hararetli maç muhabbeti yaparken bizde kendi aramızda sohbet etmeye devam ediyorduk. Bakışlarım Azra ve Hira’ya kaydığında ellerindeki topla oyun oynadıklarını görerek oturduğum yerden ayağa kalktım. Buraya oturmaya gelmemiştik sonuçta.

“Hadi, voleybol oynayalım.” Dediğimde hepsi ayağa kalktı. Beylerin bakışları bize doğru dönerken elimle işaret ettim. “Geliyor musunuz?” dediğimde Batuhan ve Yiğit oturduğu yerden ayağa kalktı. “Geliyoruz.”

“Hatta ne yapalım biliyor musunuz, bekleyin.” Dedi Kürşat oturduğu yerden kalkarken. Koşar adımlarla arabaya giderken merakla baktık ona. Arabanın arkasından uzun bir halat çıkartıp yanımıza gelirken konuştu. “Şunu bağlayalım ağaçlara, file niyetine.” Dediğinde Ahsen omzuna doğru vurdu kocasının. “Aslan kocam.”

Ahsen’e gülerken Hakan oturduğu yerden kalkarak halatın diğer ucunu tuttu. “Ver madem takalım.” Dedikten sonra ipi yükseğe taktı. Diğer tarafı da Kürşat takarken diğerleri de oturdukları yerden kalkıp yanımıza doğru gelmeye başladı. Boyları uzun olduğu için sandalyeye ihtiyaç bile duymamışlardı.

“Madem turnuva yapacağız kim kiminle?” dedi Yiğit hepimize doğru bakarak. Bakışlarım Sinem’e doğru döndüğünde Hakan benden önce davranarak konuştu. “Sinem, sen otursan daha iyi olur.” Dediğinde Sinem suratını astı. “Ama siz burada oynarken benim oturmam adil mi?” dediğinde Burçe konuştu. “Voleyboldan sonra senin de oynayacağın oyunlar oynarız, sessiz sinema falan.”

“Aynen öyle daha vaktimiz bol nasılsa.” Dedim Burçe’yi onaylayarak. Sinem kabullenerek otururken Azra ve Hira’da yanına oturmuştu.

“Devrim benimle.” Pamir kolumdan tutup yanına doğru çekerken abim konuştu. “Mümkünse çiftler aynı takımda olsun, sonra dikkat dağınıklığı olmasın.” Dedi aklındakini dile getirerek. Taner onu onayladı. “Çok mantıklı, ben seninleyim abi.” Dediğinde abim elini Taner’in omzuna koydu. “Tamamdır.”

“O zaman Kürşat ile ben Tanerlerin takıma geçiyoruz.” Dedi Ahsen. Seray ablada bize doğru döndü. “Bizde Pamirlere geçelim.”

“Ben abimlerleyim.” Diyerek Burçe bizim olduğumuz tarafa geçtiğinde Yiğit konuştu. “Karşıya geçiyorum.”

Bakışlarımız Hakan, Batuhan ve Soner’e kaydığında Batuhan’ın istekli bakışlarını gördüm. Bizim yanımıza gelmesini söyleyeceğim sırada Hakan konuştu. “Soner, Batuhan siz Pamirlere geçin ben karşıya geçiyorum. Böyle çok güçlü olduk, orası fazla olsun.”

“Kim demiş güçlüsünüz diye, daha bizi görmediniz Hakan bey.” Dedim iddialı bir biçimde. Hakan tek kaşını kaldırdı. “Öyle mi savcı hanım? Bu dava çözmeye benzemez yalnız.” Dediğinde abim araya girdi. “Devrimle Sinem iddialıdır bu konuda, haklarını yemeyelim şimdi.” Diyerek göz kırptı. Gülerek baktım ona.

İpin iki tarafına geçerek pozisyonlarımızı aldık. Bizim takımda ben, Pamir, Burçe, Batuhan, Soner, Ahmet abi, Seray abla vardı. Karşı takımda ise abim, Taner, Hakan, Kürşat ve Ahsen, Yiğit vardı. Sinem’in işareti ile maçımız başladı. Tüm yeteneklerimi ortaya koyarak oynarken epey zevk alıyordum. Çok uzun zaman olmuştu böyle oyun oynayıp eğleneli. Yıllar geçmişti üzerinden, hepimiz işlerimize gömülmüştük.

“Düzgün vursana oğlum! Yavaş atın, gücünüzü kullanmayın! Hadi güzelim!” gibi gibi kelimeler havada uçuşuyordu oynarken. Toplar sert sert geliyordu elbette, bizimkilerin güçlerini hafife almak imkansızdı. Dakikalar öyle hızlı geçiyordu ki, birbirimize yaptığımız itirazlar, laf dalaşları derken zaman akıp gidiyordu. Sinem’in yanında oturan kızların tezahüratları daha da hırslanmamıza neden oluyordu.

“İşte bu be! İşte bu! Helal olsun sana yenge!” Batuhan bana doğru yaklaşıp çakmam için elini uzattığında sertçe avuçlarına vurdum. Kahkahalarla gülerek karşı takıma baktım. 3 setin sonucunda kazanan biz olmuştuk. “Ne oldu Hakan efendi?” diye gülerken Hakan nefesini dizginleyerek ellerini havaya kaldırdı teslim olurcasına. “Kabul, sen gerçekten iyi oynuyorsun.”

“Ben demiştim.” Dedi abim gururla. Gülerek ona bakarken Pamir’in keyifli sesini duydum. “İşte benim nişanlım.” Diyerek sarılıp saçımdan öptü. Son sayıyı ben atmıştım ve kazanmamıza neden olmuştum.

Birbirimizden ayrılırken takımımızdaki herkesle tek tek tebrikleştik. Gerçekten iyi bir iş çıkarmıştık. “Ee kaybeden kazanana ne yapıyor?” dedi Pamir gülerekten. Abim başını iki yana salladı. “Hiçbir şey, baştan karar vermedik sonuçta onu. Sadece tebrik.” Dediğinde itiraz ettim. “Olmaz öyle ama.” Dediğimde Yiğit konuştu. “Kaybedenler toplanıp kazananlara yemek ısmarlasın.” Dediğinde Ahmet abi onayladı. “Olur.”

Buna da karar vererek yerimize otururken Pamir masadaki su şişesinden bana, kardeşine ve kendine su doldurdu. Teşekkür manasında gözlerine aheste aheste bakarken göz kırptı. Gülerek ona bakarken abim aramıza girerek su şişesine uzandı. “Pardon, bizde su içeceğiz ya.” Diye ciddi bir şekilde konuşurken su doldurup kafasına dikti.

“Biraz dinlenelim sessiz sinema oynayacağız.” Dedi Burçe hepimize bakarken. Herkes onu onaylarken yerlerimize geçip oturduk. “Ekipler aynı mı olacak?” dedi Ahsen merakla. Başımı salladım. “Aynı olsun, abimler bir kişi eksik nasılsa Sinem oraya geçer.” Dedim. Amacım Hakan’ın yanına göndermekti elbette.

Söylediğim şeye kimse itiraz etmezken bir süre dinlendikten sonra sessiz sinema oynamaya başlamıştık. Birçok dizi, film anlatarak bilmeye çalışırken epey keyifli anlar geçirmiştik. Soner’in bu oyunda ne kadar iyi olduğunu keşfetmiştik, resmen her diziyi ve filmi bilmişti. Ama buna rağmen karşı tarafın kazanmasını engelleyememiştik. Sinem’de bu oyunda çok iyi olduğu için ve abimde fena olmadığı için kazanmışlardı. Başka bir akşam yemeğini de bizim ısmarlamamıza karar vermiştik ceza olarak.

Akşama doğru karnı acıkanlar için öğlenden kalan etler ısıtılmış ve ekmek arası şeklinde yenmişti. Bu kadar kalmayı planlamadığımız için hazırlıksız gelmiştik, hiçbirimiz birbirimizle böyle güzel vakit geçirip saatin nasıl geçtiğini anlamayacağımızı tahmin etmemiştik elbette.

Akşam hava kararsa bile orada oturmuştuk. Havanın biraz soğumasına karşılık bir ateş yakmış, hepimiz etrafına dizilmiştik. Pamir’in omzuna Burçe, abimin omzuna ben yaslanmıştım. Hira annesinin kucağında, Azra babasının kucağında uyuyakalmıştı. Sinem’in üşümesine karşılık Hakan kendi hırkasını ona vermişti ve üşümesini engellemişti. Ahsen’de Kürşat’a yaslanmış hep birlikte sohbet etmeye, çekirdek çitlemeye, çay ve kahve içmeye devam etmiştik.

“Sizce menemen soğanlı mı olur soğansız mı?” Yiğit’in ortaya attığı cümle ile hepimizin dikkati ona doğru döndü. Batuhan ise Yiğit’e bakarak güldü. “Nereden aklına geldi Yiğido, acıktın mı yoksa?” Yiğit omuz silkerken cevap verdi. “Ne bileyim sessizlik oldu.”

“Burada bunun cevabını verecek olan Hakan.” Dedi Sinem üzerindeki hırkanın kenarlarını tutarken. Kaşlarımı çatarak neden olduğunu sorgularken ben gibi Ahsen ve Seray ablanın da sorguladığını fark ettim. Sinem ise açıklık getirdi duruma. “İzmirli ya, menemende İzmir’in meşhur yemeği.”

Tek kaşımı kaldırarak baktım Sinem’e doğru. Bunu da öğrenmişti. “Harbiden Hakan cevap ver.” Dedi Soner merakla. Hakan ilk önce Sinem’e ardından da bize doğru bakarak omuz silkti. “Ben ne bileyim, nasıl istiyorsanız öyle yapın. Soğanda konur, soğansız da olur.”

Verdiği cevap tatmin etmemiş olacak ki Taner araya girdi. “Benim annem soğanlı yapardı, parmaklarımızı yerdik.” Dedi burukça. Yüzündeki burukluğun sebebini anlamaya çalışırken abim elini omzuna atıp sıktı. “Benim annemde.” Dediğinde aynı burukluk ifadesi benim de abimin de yüzünden geçti. Belli ki Taner’in annesi de vefat etmişti.

“Elimin lezzeti anneme benzer, belki senin anneninkinin yerine tutmaz ama bende yaparım.” Dedim Taner’e bakarak. Hem de seve seve yapardım. Taner gülümseyerek baktı bana. “Eyvallah yenge.”

“O zaman bir günde kahvaltı için buluşuyoruz ve Devrim yengem bize menemen yapıyor.” Dedi Yiğit. Gülümseyerek ona bakarken onayladım. “Anlaştık.”

“Kızlarda yorulmuş herhalde, mışıl mışıl uyuyorlar.” Burçe abisinin omzundan kalkarken Hira ve Azra’ya baktı. Seray abla onayladı. “Yoruldular bugün, normalde de parkta falan oynarlar ama tüm gün açık havada durup abileriyle oynayınca uykuları geldi.”

“Aslında var ya iyide oldu. Acaba biz her gün bizimkileri mi çağırsak ha Seray?” dedi Ahmet abi. Belli ki uyurken zorluk çıkartıyorlardı. “Olur tabii, biz seve seve oynadık fıstıklarla.” Dedi Kürşat. Ardından ekledi. “Allah bağışlasın o kadar tatlılar ki.”

“Allah isteyen herkese nasip etsin inşallah, çok güzel bir duygu.” Seray abla güzel dualar ederken hepimiz amin diyerek onayladık.

Gerçekten o kadar güzel bir gün geçirmiştim ki. Yaşadığımız korkulardan sonra böyle eğlenceli vakit geçirmek bana çok iyi gelmişti. Biz böyle çok güzel olmuştuk. Artık onlarda benim ailem sayılırdı, hepsi cana yakındı, düşünceliydi, eğlenceliydi. Bu anlar iyikilerimden biriydi. Hep birlikte olmak, vakit geçirmek, yiyip içmek, oyunlar oynamak resmen zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Hayatın zorlukları karşısında böyle dinlendiğimiz bir gün geçirmek diğer günlerin daha kolay geçmesini sağlayacaktı…

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölümü beğendiniz mi? Nasıldı? Benim pek içime sinmedi gibi:(

‣‣‣ Pamir ve Devrim sahneleri nasıldı?

‣‣‣ Devrim ile Sinem’e bir şey olmadı şükür, ufak yaralarla atlattılar. Böyle bir sahne istendiği için yaptım, bana kızmamışsınızdır umarım…

‣‣‣ Bora ve Devrim sahnesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bora haklı mıydı sizce?

‣‣‣ Işık ile Bora’nın sahnesi nasıldı? Sizce onlar arasında neler olacak?

‣‣‣ Piknik sahnesi nasıldı? Çok ihtiyaçları vardı böyle bir etkinliğe. Umarım beğenmişsinizdir…

Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…

Loading...
0%