Yeni Üyelik
31.
Bölüm

Kaybolan Yıllar| 29

@mutlusonsuz222

🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın..

29.Bölüm

Güzel günlerin ardından zorluklar bizi bekler diye düşünürdüm hep ve yine öyle olmuştu. Çok güzel geçen pikniğimizin ertesi günü sabahı Pamir, Hakan ve abim acil bir şekilde tabura çağırılmıştı. Saatler sonra eve geldiklerinde ise planlanan büyük bir operasyonun tarihinin netleştiğini ve bu gece yola çıkacaklarının haberini almıştık. Zaten babamlar gidiyor diye moralim bozukken abim ve Pamir’in de gideceğini öğrenmek büsbütün moralimin bozulmasına neden olmuştu.

Babamlar akşam 5 uçağıyla Ankara’ya döneceği için onları havaalanına götürmüş ve vedalaşmıştık. Babamla vedalaşmak zor olmuştu. Epey vakit geçirmiştik ama bana yetmemişti. Halide hanımda Burçe’de, Pamir’le vedalaşırken zorlanmışlardı. Serhat babam bu duruma alışık olduğu için pek duygularını belli etmemişti ama o da endişeli sayılırdı. Aynı şekilde babamda abime dualarının onunla olduğunu, dikkatli olmasını tembihlemiş ve sık sık bilgi alacağını söylemişti.

Burçe ve Batuhan’ı son kez yüz yüze görüştürmek istesem de görüştürememiştim. Tüm tim üyeleri olarak bir toplantı gerçekleştirdikleri için Batuhan’ı tek denk getirememiştik. Ama telefonla konuşmuşlardı, vedalaşmışlardı.

Hakan, Pamir, ben, Sinem ve abim hep birlikte yemek yemiştik. Biz ortalığı toplarken abimler evlerine gidip hazırlanmaya başlamışlardı. Buradan tabura gidip orada son planlamaları yapıp sonra çıkış yapacaklardı.

Evden dışarı çıkmış koridorda hem abimi hem Pamir’i bekliyordum. Eve sığamamıştım. Kalbimde büyük bir sıkıntı baş göstermişti. Duvarlar üstüme üstüme gelmişti. Uzun zamandır uzun süreli operasyonlara gitmedikleri için alışmıştım burada olmalarına. O yüzden zor geliyordu bu seferki. Zaten hiçbir zaman vedaları sevmediğim için bu seferki başka zor olmuştu.

Merdivenlerden gelen ayak seslerini duyarak başımı yukarıdan inen merdivenlere çevirdikten sonra yaslandığım yerden doğruldum. Abim binanın içerisinde bekleyen beni gördüğünde şaşırarak duraksadı. Ancak şaşkınlığını çok sürdürmeyip sol omzuna astığı çantasını tutarak omzundan çıkartıp kapının yanına bıraktı ve kollarını bana doğru açtı. Hiç beklemeden kollarının arasına girdiğimde içindeki tüm şefkati, sevgiyi, güveni iliklerime kadar hissettim.

“Çok dikkatli ol ne olur.” Dediğimde abim mırıldandı. “Olurum, sende dikkatli ol.”

Kollarımı beline daha sıkı sararken abim saçlarımdan öptü birkaç kere. “Telefonlar çektiğinde hem seni hem babamı ararım, ulaşamazsan merak etme.” Söylediği cümleye belli belirsiz başımı salladım. Merak ederdim elbette, merak etmeden nasıl dururdum ki. Abim kollarını gevşetirken geri çekilerek yüzüne baktım. “Senin de aklın kalmasın, başımı belaya sokmamaya çalışacağım.”

Abimin yüzünde küçük bir gülümseme oluştu söylediğimle. “Buna pek inanmadım ama neyse.” Dedikten sonra kolundaki saate baktı. “Gitmem gerekiyor.” Söylediği cümle kaşlarım çatıldı. Daha Pamirler çıkmamıştı. “Daha diğerleri çıkmadı, erken değil mi?” dediğimde abim gözlerime baktı kısaca. “Bir yere uğrayacağım.”

Nereye uğrayacağını sorma gereksinimi duymadım çünkü biliyordum. Belliydi. Belki Işık’ın yanına tamamen gitmeyecekti ama uzaktan kendi içinde ona veda edecekti. Yanına gitse ben gidiyorum, vedalaşmak için geldim dese Işık bunu sorgulardı ne alaka diye. Belki abimin duygularını hissettiği için anlayışla karşılardı ama abimin yanına gideceğini düşünmüyordum. Aklına koymuş gibiydi Işık’ın onu istemediğini.

“Peki.” Dedim durgun bir biçimde. Abim onu sorgulamadığım için gözlerini kısıp manalı manalı yüzüme bakarken tebessüm etmeye çalıştım. “Nereye gitmek istediğini biliyorum. Gidip vedalaş.” Dedikten sonra derin bir iç çektim. Abim onu anladığımı umursamazken ben hiç beklemeden tekrardan kollarının arasına girdim ve sıkıca sarıldım. “Allah’a emanet ol.” Abim eliyle yüzümü avuçları arasına alıp alnımı öperken cevap verdi. “Sende…”

Birbirimizden ayrıldıktan sonra sırt çantasını alarak merdivenlere doğru yöneldi. Dişlerimle yanaklarımın içini ısırarak ağlamamak için kendimi zor tutarken abimle son kez birbirimize baktık. Dolu gözlerimle ellerimi kaldırıp sallarken abimde elini kaldırıp selam verdi ve merdivenlerden indi. Gözümden akan birkaç damla yaşı elimin tersiyle silip temizlerken derin bir nefes aldım.

Abimin gidişiyle eski pozisyonumu alarak kapının önündeki duvarda yaslanmış bir biçimde beklemeye koyuldum.. Kaç dakika geçtiğini anlamasam da bir süre sonra kapı açıldığında direkt olarak bakışlarım Pamir’le buluştu. Hafiften kaşları çatılıp neden burada beklediğimi sorgularcasına bana bakarken arkasında dikilen Hakan’ı gördüm.

Hakan muhtemelen bizi yalnız bırakmak için Pamir’in önüne geçip evden çıkarken konuştum. “Allah’a emanet ol, kendine dikkat et.” Hakan cümlelerimle birlikte bana bakarak başını salladı, yüzündeki ufak gülümseme ile “Sağ ol, sende.” Dedi kısa ve öz bir şekilde. Ardından da merdivenlerden indi. Tabii Sinem’in markete gittiğini bilmiyordu. Markete gidiyorum diye çıkmıştı ama uzun süredir gelmemişti muhtemelen aşağıda Hakan’ı beklemişti.

Pamir sırtındaki çantayı indirip kapının kenarına koyarken bir yandan da kapısını kilitledi. İkimizde sessizdik, apartmanda sadece anahtarın şıngırtısı duyuluyordu. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum ki. Vedalaşmayı hiç sevmiyordum ama sürekli vedalaşmak zorunda kalıyordum. Bu durum kalbimde acı kasılmaların olmasına neden olsa da kendimi dizginliyordum.

Kapıyı kilitledikten sonra bakışları usulca bana doğru döndü Pamir’in. Ona doğru yaklaşırken bakışlarımı bakışlarından çekmedim. Elalarında benimki gibi bir hüzün vardı ve bu benim hiç hoşuma gitmiyordu.

Elindeki anahtarı bana doğru uzatırken konuştu. “Sende kalsın, bir şeye ihtiyacın olursa falan alırsın.” Dediğinde yavaşça elindeki anahtarı aldım. “Bu anahtar bende kalacak ama bir şeye ihtiyacım olacağı için değil, sağ salim döndüğünde benden alman için.” Dedim kararlı bir biçimde.

Pamir küçük bir tebessüm etti, elini yanağıma getirip severken bakışlarında keder vardı. “Bu bir veda değil, sadece ufak bir mesafe ve ara.” Dedi kendini ve beni inandırmak istercesine. Veda olup olmadığını ikimizde bilemezdik, mesleği buna müsaade etmezdi ama onu bozmadım. İkimizde böyle düşünerek içimizi rahatlatalım istedim. “Aşamayacağımız bir mesafe değil, ilk fırsat bulduğunda aramanı beklerim haberin olsun.” Dedim şakaya vurarak.

“Telefonu elime alır almaz ilk seni arayacağım merak etme.” Dedi Pamir hafiften gülerek. Bense başımı salladım. “Aramazsan bozuşuruz.” Dedikten sonra ekledim. “Sana sık sık mesajda atacağım zaten, hep istediğin gibi.”

“At ama mesajına dönüş alamazsan panik olma, her zaman çekmediğini biliyorsun.” Düşünceli bir biçimde dile getirdiği cümlelerle olumlu manada başımı salladım. Bunu çok iyi biliyordum. İçimi ferahlatan tek şey babamların Baran Albay ile sürekli iletişim halinde olmasıydı. Ondan iyi olup olmadığını öğrenebiliyor olmamızdı. Bu yüzden şanslıydım.

Birbirimize bakarken hiç beklemeden kollarımı boynuna sardım. Pamir kollarıyla belimi sıkıca sardıktan sonra ayaklarımı yerden kesti ve bana rahatça sarıldı. Burnunu boynuma gömüp kokumu ciğerlerine doldurmak istercesine derin nefesler aldı birkaç dakika. Ardından da şah damarımın üzerine dudaklarını bastırdı. Sesli öpücüğü ensemden kasıklarıma elektrik akımı gönderse de gözlerimi kapatıp bende burnumu boynuna yasladım.

Dakikalarca sarıldık, özlemden delireceğimiz günlerin geleceğini bilerek sıkıca birbirimize sarılıp içimizdeki hasreti dindirmeye çalıştık. Ama olmuyordu, ben onu yanımdayken bile özlüyordum ki ayrıyken nasıl özlemeyecektim. Şu an kokusunu soluyup birkaç saat sonra soluyamayacak olmak bile gözlerimi doldurmaya yetiyordu.

“Kendine çok dikkat et, ben her zaman olduğu gibi seni burada bekliyor olacağım.” Dedim dudaklarımın arasından titrek bir nefes vererek. Sesimin boğuk çıkmasını engelleyememiştim. Pamir eliyle yüzümü kavradı ve güzel bir gülümseme ile cevap verdi. “Biliyorum, bunu bilmek içimi ferahlatıyor, yıllar sonra arkamda birini bırakıp gitmek canımı sıksa da senin sorgusuz sualsiz beni bekleyeceğini bilmek çok güzel bir duygu.”

“Ömrümün sonuna kadar seni beklerim.” Dedim kendimden emin bir sesle. Beklerdim, beklemiştim de. Beklemenin sonu güzel olsa da olmasa da beklerdim. “Ömrümün sonuna kadar sana gelmeye çalışırım, bir gün gelemesem de aklımda sen olursun.” Dediği cümle içimde yaşadığım acıyı hatırlatıp boğazımda büyük bir yumru oluştururken kaşlarımı çattım ve elimle omzuna vurdum. “Böyle söyleme…”

Gözyaşlarım teker teker akmaya başladığında Pamir itinayla hepsini temizledi. “Ağlama gözbebeğim… “ üzgünce gözlerime bakarken mırıldandım. “Öyle sözler söyleyip ağlatma o zaman.” Dedim kızgınca. Pamir tepkime güldü ama buruk bir gülüştü. “Tamam söylemiyorum.” Dedikten sonra ekledi. “Gözüm arkada kalacak ama sende dikkatli ol, aradığımda mutluluğa bulanmış sesini duymak istiyorum. Davaların canını sıkmasına izin verme, kendinden ödün verme. Her şeyi başaracağına eminim.”

“Bu iyi hissettirdi.” Dediğimde Pamir sırıttı. “Seni iyi hissettirmek benim görevim.” Lafı her yöne çekilebilirdi. “Bunu inkâr edemem zaten.” Dedikten sonra dudaklarına yönelerek uzun bir öpücük bıraktım.

Kısa ama bizim için etkili olan öpücük sonrasında alınlarımız birbirine yaslı bir şekilde dururken Pamir konuştu. “Artık gitme vakti.” Üç kelimelik bir cümleydi ama benimi acıtmaya yetmişti. Bu an hiç bitmesin istedim. Ben hep Pamir’in kolları arasında kalayım, nefesini yüzümde hissedeyim, sıcaklığını hissedeyim, saliseler saatler kadar uzun sürsün diye düşündüm ama zaman işlemeye devam etti ve ayrılık vakti gelip çattı.

Yüzüm kendiliğinden asılırken Pamir gözlerime baktı uzun uzun. “Devrim…” diye fısıldadığında kalbimden sökülüp geldiğini belirten bir derinlikle gözlerine bakıp mırıldandım. “Söyle canımın içi.” Pamir hitabım karşılığında âşık olduğum gülümsemesini sunarken burukça gözlerine bakmaya devam ettim.

“Ben geldikten sonra düğün hazırlıklarına başlar mıyız?” dediğinde elimle yanaklarını kavradım. “Sen sağ salim gel, evleniriz bile.” Verdiğim cevapla Pamir sırıttı. “Sağ salim dönmek için bir sebebim daha oldu öyleyse. Bunu söz olarak alırım, haberin olsun.” Dediğinde onayladım. “Al, ben sözlerimi tutarım bilirsin.”

Pamir tekrar yüzümü avuçlayıp dudaklarımı öptü. Cevap vermese de bu biliyorum anlamına geliyordu. Küçük öpücüğün ardından mırıldandım. “Seni seviyorum...” İçimden sevgimin dolup taşmasına izin vererek söylediğim cümlenin ardından Pamir alnımı öptü. “Bende seni seviyorum ve hep seveceğim.” Aynı benim gibi sevgisini hissettirdikten sonra belimde sarılı duran kollarını gevşetti ve usulca temasımızı kesti. Kolları bedenimden ayrıldığı anda hissettiğim soğukluktan nefret ettim.

Yine de bunu belli etmeden Pamir’i izledim. Bıraktığı sırt çantasını alarak omzuna taktı. Bana doğru baktığında yanına yaklaşarak elini sıkıca tuttum. Onunla birlikte aşağı inecektim ve aracına binip lojmandan gidesiye kadar onu uğurlayacaktım. İçim ancak böyle rahat ederdi.

Merdivenlerden el ele inip apartmanın kapısına geldiğimizde Pamir kapıyı araladı. Apartmanın kapısından birlikte çıkarken bizim biraz ilerimizde karşılıklı olarak dikilen Sinem ve Hakan görüş açımıza girdi. Onları görüp duraksadık. Bizi görüp konuşmalarını kesmelerini istemediğimiz için apartmanın içine doğru girdik.

“Kendine dikkat et olur mu?” Sinem bakışlarını Hakan’dan bir saniye bile ayırmadan gözlerine bakarken sesi çok içli çıkmıştı. Birkaç saniye birbirlerine bakarlarken Hakan belli belirsiz başını salladı. “Ederim, sende dikkat et. Kolunu da çok kullanma, iyileşsin. Sonra pansumanını da aksatma.” Hakan endişeli bir şekilde cümlelerini sıralarken Sinem’in dudaklarında küçük bir tebessüm oluştu. Hakan’ın onu düşünmesi hoşuna gitmişti belli ki.

Adımlarını Hakan’a doğru atarak aralarındaki mesafeyi kapattı ve hiç beklemeden ona doğru uzanıp dudaklarını yanağına bastırdı ve kısa bir öpücüğün ardından geri çekildi. Onları izlediğimiz yerde Pamir’le şaşkınlığa uğrarken Hakan elini Sinem’in öptüğü yanağına yasladı sersemlemiş bir şekilde. Eminim o da biz gibi şaşkındı. Sinem ise utanarak bakışlarını yere çevirirken konuştu. “Yaralandığımda bana çok destek oldun, sakinleştirdin. Şimdi de beni düşünüyorsun, teşekkür ederim.”

Yaptığı bu hareket teşekkür içindi. Hakan bunu anlayarak elini yanağından çekti. “Teşekkür etme yöntemini sevdim. Artık teşekkür etmeni sağlayacak daha çok şey yapmalıyım.” Serseri bir gülüşle dile getirdiği cümlelerle Sinem kaşlarını çattı. “Pislik yapma, rüyanda görürsün bir dahakine.”

“Kavga etmeden gideyim ben yanlarına.” Diyerek apartmandan çıktı Pamir. Haklıydı, her an ufak bir laf dalaşı başlayabilirdi. Onunla çıkarken Sinem ile göz göze geldik. Biraz önce yaptığı şeyi gördüğümüzü tahmin ederek kızarırken bir şey söylemedim ama sıkıştıracaktım sonra onu.

Yanlarına tamamen yaklaştığımızda Sinem bakışlarını Pamir’e çevirirken konuştu. “Allah’a emanetsiniz.” Duyduğu cümle ile Pamir küçük bir tebessüm etti. “Sizde hem birbirinize hem Allah’a emanetsiniz. Başınızı belaya sokmamaya çalışın.” Dedi ima ile.

Pamir’in dediği ile göz devirirken Hakan ile ikisi son kez bize bakarak Pamir’in arabasına bindiler. Arabayla park yerinden çıktıktan sonra korna çalarak lojmanın çıkışına ilerlemeye başladılar. Korna çaldıklarında elimizi kaldırıp sallarken iki arkadaş arkalarından bakakalmıştık.

“Bazen ne sorguluyorum biliyor musun? Babalarımız asker, annelerimizin ne çektiğini bilmemize rağmen neden bir askerle olduğumuzu…” dedim içim giderek. Ağlamamak için kendimi dizginlemeye çalışıyordum. Her vedalaşmada bu düşünce aklımdan geçiyordu. Çünkü ne olacağını bilmeyerek beklemek her yiğidin harcı değildi, zordu, yaşamadan anlaşılmazdı.

Sinem ona yaptığım imayı kabullenerek iç çekti. “İnsan kimi seveceğine karar veremiyor ki.” Dediğinde bakışlarımı ona doğru çevirdim şaşkınca. Sinem ise durumu toparlamak adına lafı geveledi. “Yani sen seçebilsen meslektaşını veya daha rahat bir işte çalışanı seçerdin.” Söylediği cümle ile koluna girdim. “Sende bir askerin yolunu gözlediğini kabul ediyorsun yani.”

“Arkadaşımız o bizim, Pamir’i, Bora abiyi nasıl bekliyorsam öyle bekliyorum onu da.” Dediğinde kaşlarım havalandı. “Ha yanağını öpmen de o yüzden o zaman.” Dedim biraz önce yaptığı şeyi kastederek. Sinem beni çekiştirerek eve doğru sokarken mırıldandı. “Teşekkür için öptük, onu da duymuş olman gerekiyor.”

“Tabi tabi eminim öyle.” Diye alaylı bir şekilde baktım. Sinem kolumdan çıkarak önden ilerlemeye başladı söylenerek. “Aman hemen dalga geç. Sanki sen Pamir’e öyle değildin. O günleri çabuk unuttun. Şimdi dalga geçiyorsun benle.” Diyerek bana kızarken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. “Tamam ben öyleydim ama bak adamla nişanlıyım şimdi.” Dedim parmağımdaki yüzüğü göstererek.

Sinem kaşlarını çatarak parmağıma baktıktan sonra bir şey demeden evin kapısını açtı ve içeri girdi. Yanımdan uzaklaşacağı sırada telefonunun çalmaya başladığını duyduk. Zaten benden kaçmak isterken telefonunun çalması ekmeğine yağ sürmüştü. “Annem.”

Bana açıklama yaparak yanımdan uzaklaşırken arkasından seslendim. “Selam söyle Olcay teyzeme.” Patlama meselesinden haberleri yoktu. Olsa çok endişelenirlerdi. Olayın basına sızmaması için başsavcı kesin talimat vermişti ve bundan kolayca sıyrılmıştık. Basına yansısa ve isimlerimiz geçse daha büyük sıkıntı yaratırdı. Eğer Pamir’in ailesi ve benim babam burada olmasa onlara da söylemezdim. Burada oldukları için duymuşlardı.

Sinem annesiyle konuşurken kendi kendime mırıldandım. “Kaç bakalım nereye kadar kaçabileceksin!”

Söylediğim şeyi duymuş olmalı ki aldığım cevap kapının kapanma sesi oldu. Bu hareketi gülmeme sebep olurken salona doğru girdim. Benden kaçıyordu ama onun duygularını net bir biçimde anladığımı biliyordu, benden kaçması bir şey değiştirmezdi. O da ben gibi bir askere vurulmuştu.

 

 

 

◔◔◔

“Yaşadığınız olaydan sonra Muhammed başsavcı sizi dosyadan aldı ancak ben dosyayla ilgili detayları bilmeniz gerektiğini düşünüyorum savcım.” Kubilay savcının sözleriyle minnettar bir biçimde gülümsedim. Bu dava için canımı tehlikeye atmışken bir sürü ilerlemeye kaydetmişken el çektirilmem hiç hoş olmamıştı. Tamam korkmuştum, ailemi de korkutmuştum ama bu vazgeçeceğim anlamına gelmezdi. “O yüzden birkaç şeyden bahsetmek istiyorum size.”

Başımla onaylarken Kubilay savcı sözlerine ekleme yaptı. “Sizi arayan kişinin Berfin Gündoğdu olduğunu söylediniz, telefonunuzu arayan numara kullan at çıktı. Bazına falan bakıldığında bir sonuç elde edemedik. Ancak ifadeniz doğrultusunda gözaltı kararı çıkarttırdım ve belli başlı adreslerde arıyor kolluk kuvvetleri.”

Bu demek oluyordu ki Berfin elini kolunu sallaya sallaya ortalıkta gezmeye devam ediyordu ve istediği anda karşıma çıkıp bana hamle yapabilirdi. Ya da son hamlesinden sonra tüm savcılığın teyakkuza geçtiğini bilerek sessiz kalmayı ve gizlenmeyi seçiyordu. Düşünüldüğünde ikinci seçenek daha ağır basıyordu.

“Bunlar dışında Volkan’ı ara sıra yoklamaya devam ediyoruz, verdiği bilgiler önemliydi. Tekrar iş birliği yapabilir bizimle. Onu tek kişilik bir hücrede koruma altına aldık. Tek bir gardiyan ilgileniyor, yediği yemekler ve su sürekli denetim altında. Yok etmeye çalışacaklardır ama merak etmeyin bizde önlemimizi aldık.” Kubilay savcının anlattıklarını dikkatle dinliyordum. Tüm önlemler alınmıştı, bu iyi bir şeydi.

“Diğer taraftan askerî açıdan Gölge didik didik aranmaya başlandı. İçişleri bakanlığı ele geçirilen onlarca ton uyuşturucu ve ilaçlardan sonra bizim direktiflerimiz doğrultusunda TSK’ya destek istediklerini bildirdi ve geniş çaplı bir operasyon planlandı.”

Bahsedilen geniş çaplı operasyon muhtemelen Pamir ve abimlerim çıktığı operasyondu. Tek Hakkari’den değil eminim ki birçok doğu ilinden askerler katılacaktı bu operasyona. Tabii ki bunların hiçbirinden haberim olmamıştı. Dosya elimden alındığı için ve görev gizliliği nedeniyle ne bu taraftan ne de Pamirlerin tarafından bilgi aktarımı olmamıştı. Ama bu sorun değildi. Yeter ki o pislik yakalansındı.

“Gölgenin yakalanması an meselesi diyorsunuz yani.” Dediğimde Kubilay savcı başını salladı. “Aynen öyle söylüyorum. O yakalandığında işler daha kolay olacak. Zaten kamuoyuna gerekli açıklama yapıldı, sizin üzerinize yıkılan suçlamalar delilleriyle birlikte çürütüldü. İsim verilmese bile bir savcının ve avukatın örgütle iş birliği yaptığı belirtildi. İçiniz rahat olsun, siz güvenliğinizi aksatmayın gerisi bizde.” Kubilay savcının yaptığı açıklamalar içimi rahatlatmıştı.

“Çok teşekkür ederim savcım, gerçekten bu yaptığınız benim için çok önemliydi.” Dedim minnettarca. Kubilay savı küçük bir tebessüm etti. “O kadar zaman birlikte iş yaptık, size borçluydum. Ben size yine gelişmeleri haberdar ederim.”

Kubilay savcı oturduğu yerden ayağa kalktığında bende hiç beklemeden kalktım. Elini bana doğru uzattığında elini tutarak sıktım. Odadan çıkarak kapıyı ardından kapattı. Bu davayla ilgili olumlu gelişmeleri duymak derin bir nefes vermemi sağlamıştı. O adamın ve Berfin’in yakalanmasını iple çekiyordum.

Kapının tıklanmasıyla birlikte bakışlarımı kapıya çevirdim ve komut verdim. “Girin.” Komutumla birlikte açılan kapıdan Tuna bey içeri girdi. Merakla ona bakarken konuştu. “Muhammed başsavcım sizi çağırıyor savcım.” Dediğinde oturduğum yerden kalktım. “Geliyorum.”

Tuna bey odadan çıkarken bende onun peşinden çıktım ve koridorun başına doğru ilerledim. Başsavcımın odasına ulaştığımda kapıyı çaldım. Başsavcımdan gerekli komutu duyarak içeri girdim. İçeri girdiğim an odanın içerisindeki birçok meslektaşımı gördüm. Kevser savcı, Ekrem savcı ve birçok savcı arkadaşım daha vardı. Bir de daha önce görmediğim bir yüz daha.

“Buyurun Devrim savcım, misafiriniz varmış. Gitmesini bekliyorduk.” Muhammed başsavcının iması ile başımı salladım. Muhtemelen kimin geldiğini biliyordu. “Kubilay savcım sağ olsun geçmiş olsun demek için gelmiş.” Dedim açıklamak için. Muhammed başsavcı belli belirsiz başını salladıktan sonra karşısında oturan adama doğru baktı.

Kahverengi saçlı, kahverengi gözlü, genç ve uzun boylu biriydi. Bakışları başsavcımın üzerindeydi. “Maalesef hiçbirimizin tahmin edemeyeceği bir şeyler oldu, meslektaşımızın hainliğini gözlerimizle gördük, yaptığı usulsüzlükler açığa çıktı. Durum böyle olunca aramızdan birisi eksildi.” Başsavcım sıkıntılı bir biçimde cümlelerini dile getirirken konuşmanın sonu nereye varacaktı çok iyi anlamıştım. Bu karşımızda oturan kişi yeni savcılarımızdandı muhtemelen.

“Tanıştırayım, Volkan savcının yerine gelen savcımız Barlas Atakol.”

“Aramıza hoş geldiniz.” Dedim resmi bir şekilde. Barlas savcının bakışları bana doğru dönerken ekledim. “Savcı Devrim Akyol, memnun oldum.” Diyerek elimi uzattığımda Barlas savcı oturduğu yerden kalkarak elimi sıktı. “Bende çok memnun oldum savcım.” Dedi nazik bir biçimde.

Benden sonra diğer savcı arkadaşlarım Barlas savcıya tebriklerini iletip tanışırken başsavcım ekledi. “Barlas savcımın ilk görev yeri burası, sizden isteğim ona destek olmanız davalarında. Özellikle Devrim savcım siz birbirinizi daha iyi anlarsınız.” Dediğinde onayladım mecburen. Ben göreve başlayalı 4 yılı geçmişti. Ama seve seve yardımcı olurdum.

Barlas savcı ile birbirimize bakarken kapının tıklanması ile başsavcı komut verdi. Kapı açıldığında içeri Cenk komiserin girdiğini gördüm. Merakla ona bakarken bakışları beni buldu. Ne oldu manasında başımı salladım ancak bunu belli etmeden yapmaya çalıştım.

Cenk komiser ise bir şey belli etmeden konuştu. “Savcım bir ceset bulundu.” Dediğinde başsavcı merakla cevap verdi. “Kimmiş, kimliği falan belli mi?” dediğinde Cenk başını salladı. “Avukat Berfin Gündoğdu.”

Sözleri üzerimde bomba etkisi yaratmıştı. Daha 15 dakika önce Kubilay savcı ile bu konu hakkında konuşmuştuk ve hiçbir haber olmadığını söylemişti. Gerçekten hayat çok garipti. Bakışlarım başsavcıma doğru kayarken dosyayı bana vermesi için konuşacağım sırada başsavcı isteğimi anlayarak bakışlarını bana hiç değdirmeden konuştu. “Dosyayı Kubilay savcıya yönlendirin, bu dosya onun.”

Aldığım cevapla gözlerimi kapattım hayal kırıklığı ile. Anlaşılan bu dosyayı bana vermemekle kararlıydı. “Emredersiniz savcım.” Cenk odadan dışarı çıkarken iç çektim. Burada başka bir işimizin kalmadığını bildiğimden başsavcıdan iznimi isteyerek odadan çıktım. Başsavcı o kadar kararlıydı ki, hiçbir şekilde taviz vermiyordu.

Odadan çıkarak kendi odama doğru ilerlediğimde Cenk’in odanın önünde beklediğini gördüm. Merakla ona bakarken komiser konuştu. “Savcım, Berfin hanım ateşli silahla üç yerinden vurularak öldürülmüş. Üzerinden kimliği, telefonu, cüzdanı falan çıktı. Evinin bulunduğu sokaktaydı, komşuları haber vermiş.”

Direkt olarak cesetle ilgili bilgi vermesi hoşuma gitse de yüzümde mimik oynatmadım. Komiserle iyi bir ikili olmuştuk.

“Beni aradığı için infaz edildi yani.” Dedim aklımdaki ihtimali dile getirerek. Terör örgütü değil de başka biri tarafından öldürülse telefonu, cüzdanı falan yanında olmazdı ve ceset iyi saklanırdı. “Aynen öyle savcım, bizde o ihtimalin üzerinde yoğunlaştık.” Diyerek beni onayladı Cenk.

Berfin beni aramasaydı, bombaya dair imalı laflar etmeseydi bizim fark etmemiz çok zordu. Bombayı ben markete girdiğim sırada koymuşlardı. Ne adliyede ne lojmanda bunu yapmaları imkansızdı zaten. Berfin bizzat kendisi yerleştirmişti arabanın altına, girdiğim marketin kamera görüntüsü yoktu ancak çevredeki kameralardan bu tespit edilmişti. Berfin beni arayarak bir çuval inciri berbat etmiş, kurtulmamıza neden olmuştu. Eğer o aramasaydı biz şimdi parçalara ayrılmış durumdaydık. Kurtulduğumuz için örgüt tarafından öldürülmüştü muhtemelen.

Elimi Cenk’in koluna koyarak minnettar bir biçimde gülümsedim. “Teşekkür ederim, bilgi için.” Dediğimde Cenk başını eğip kaldırdı. “Ne demek savcım.”

“Nasıl oldun, daha iyi misin?” dedim merakla koluna doğru bakarak. Kolundaki askı hala daha duruyordu ama kendisini daha iyi görmüştüm. “Sağ olun, daha iyiyim.” Dedikten sonra ekledi. “Ben gidip Kubilay savcıya bilgi geçeyim savcım, kolay gelsin.”

“İyi mesailer.”

Cenk yanımdan uzaklaşırken bende odama girdim. Davadan el çektirilmiştim ama ne mutlu ki emeklerimi görüp bana bilgi veren insanlar vardı. Başta Cenk ile yıldızlarımız barışmasa da onun iyiliğini görmüştüm. Aynı şekilde Kubilay savcı da yeni tanışmamıza rağmen benden desteğini esirgemiyordu. İyi insanlardı ve bu zamanda böyle insanlar bulmak zordu, ben şanslı taraftaydım.

 

 

 

◔◔◔

Pamir Arslan’ın anlatımından,

“Yavaş yavaş yolun sonuna geldik Pamir bey. Buraya geldiğiniz ilk gün yaşadığınız kaybetme korkusu çok çok barizdi. Tek bir mimiğinizden, sözünüzden bunu anlamak kolaydı. Elbette bu süreç boyunca bu korkuyla yüzleşmeye devam ettiniz, etmeye de devam ediyorsunuz ve edeceksiniz de. Devrim hanım ile olan tartışmalarınızı anlattınız, korkudan üzerine nasıl gidip sıktığınızdan bahsettiniz bunlar gayet normal ama işi hakkında emirler vermek aşırı ve bencilce.”

“Bu hayatta her şey karşılıklıdır. Devrim hanım bana geldiği gün aynı sizin gibiydi. Hiçbir zaman size mesleğinizi bırakın demedi ama mesleğiniz yüzünden çok korktu ve eminim hala daha korkuyor ama bununla yaşamayı öğrendi. Sizde öğreneceksiniz.”

“Hatırlayın buraya geldiğinizde ne yemek yiyebiliyordunuz ne kabuslarınızdan dolayı adam akıllı uyuyabiliyordunuz. Yapamadığınız şeyler yüzünden kendinizi suçluyordunuz. Kardeşinize, annenize, nişanlınıza onlar kadar olmasa da babanıza karşı suçluluk duyuyordunuz. Şimdi bu duygularınızdan arındınız. Yemek yerken sıkıntı yaşamıyorsunuz, uyurken sıkıntı yaşamıyorsunuz, diğer şeyleri de zamanla aşacağız aynı bunlar gibi. Bu yüzden ilacınıza bir süre daha devam edeceksiniz, sonra her şey geçip gidecek…”

Psikiyatri Nuran Hanım’ın son görüşmemizde söylediği şeylerdi bunlar. Onun ve sevdiklerimin sayesinde birçok zorluğun üzerinden gelmiştim. Hele Devrim, yemek konusunda elinden geleni yapmıştı. Her gün onunla yemek yemesem de evde pişirdiği yemeklerden getirmişti kapıma sürekli.

İtiraf etmek gerekirse yemeklerine dayanmak zordu, gerçekten lezzetliydi eli. Sonra sigara konusunda sürekli imalarla bana bakması, engellemeye çalışması hoşuma gidiyordu. Buraya geldiğim ilk günlerde içtiğim sigaraya dahi bir şey dememişti ve gözündeki değerimi anlamamı sağlamıştı, daha doğrusu artık onun için değersiz olduğum düşüncesini zihnime kazımıştı.

Ama şimdi davranışlarından da sözlerinden de bakışlarından da bana verdiği değeri görebiliyordum. Kendimi değerli hissediyordum. Beni affettiği günden itibaren bana karşı daha açıktı, duygularını daha net bir biçimde ifade ediyordu, cesurdu, ne istediğini biliyordu ve durum böyle olunca ben ona daha da âşık oluyordum. Nasıl olmazdım ki, her haliyle âşık olunası ve mükemmel bir kadındı.

Tek sıkıntımız sürekli yaşadığım korkuydu. Bencilce bir davranış demişti Nuran hanım buna. Daha doğrusu işini kısıtlama düşüncesine bencillik demişti. Söz konusu Devrim olduğunda ben çok bencil bir insandım kabul ediyordum. Onu kendimden bile sakınırken başkalarının incitmesine dayanamazdım çünkü. Ama halledecektim bu meseleyi de, üzerine baskı kurmaktan ve onu sıkmaktan vazgeçecektim söz verdiğim gibi.

Her şey yolunda gidiyordu. Aramızda sorun olacak olan ne varsa halletmiş sayılırdık. Annem üzerimizde baskı kurmuyordu, Turan babam ve Bora kabullenmişti. Tabii uğraşmaktan vazgeçmiyordu bir abi olarak. Devrim iyiydi, ben iyiydim. Nişanlanmıştık. Hatta evlenecektik yakında. Halimizden gayet memnunduk sadece ayrılıklar bizi biraz yıpratıyordu onda da sonunda kavuşacağımızı bilerek sabrediyorduk.

9 Mayıs

Gönderen: Her şeyim

Rüyamda seni gördüm, dönüyordun bugün

Galiba içimdeki özlem o kadar büyüdü ki artık bilinçaltıma bile işledi…

12 Mayıs

Dün seninle konuşmak çok iyi geldi ama bugün yine çok özledim

Mesajlarım iletilmiyor

Telefonun kapalı ama görünce mutlaka tekrar ara beni

18 Mayıs

Çok özledim seni

Kaç gün oldu ama konuşamadık, mesajlarıma da bakmıyorsun

Artık endişeleniyorum gerçekten…

Lütfen mesajlarımı gördüğünde bir nokta olsun dahi at, iyi olduğunu bileyim buna çok ihtiyacım var.

23 Mayıs

Bugün birkaç gelinlik baktık

Burçe ve Sinem benden daha hevesliler bu konuda hemen gelinliği falan alalım istediler

Annende arada gelinlik fotoğrafları, hediyelik eşyalarla ilgili şeyler yolluyor herkes çok heyecanlı, bende çok heyecanlıyım ama sen olmayınca hepsi buruk oluyor…

Umarım iyisindir, babam Baran albay ile konuştu iyi olduğunu söylediler ama seni merak etmeden duramıyorum ben…

26 Mayıs

İyiyim birtanem

Şimdi sınırda karakoldayız, her şey yolunda.

Biraz dinlenip tekrar çıkacağız, biliyorsun beklemeye gelmez bu işler

Gelinlik ha?

Seni onun içinde görmek için sabırsızlanıyorum

Sen öyle cümleler kurunca yanına gelmemek için kendimi çok zor tutuyorum ama gelemem biliyorsun…

Telefonlarımız kapalı, dağda çekmiyor zaten. Ulaşamazsanız merak etmeyin hepimiz iyiyiz, abinde çok iyi. Seninle konuşurken tip tip bakacak kadar hem de..

Mesajı gece atmışsın, duymadım hiç

Arasaydın keşke en azından sesini duyardım az da olsa

30 Mayıs

Uyandırmaya kıyamazdım ki

Uyumaya ihtiyacın var işte yoruluyorsun

1 Haziran

Neredeyse bir ay oldu hala yoksun

O kadar özledim ki seni kokun burnumda tütüyor

Anahtar bende olduğu için eve girdim, tişörtlerinden birini çaldım haberin olsun

Kokun sinmiş üzerine, hasret gidermeye çalışıyorum

5 Haziran

Neredesin Pamir?

Kaç gün oldu sesini duymayalı, çok endişeleniyorum

Buraya geldiğin an kollarının arasına girip mümkünse hiç çıkmayacağım

Kaç gün oldu saymayı bıraktım artık ama çok uzun zaman oldu

Sensiz tadı tuzu yok buraların

Sinem’de bende sessiz sessiz eve girip çıkıyoruz enerjimiz çekildi resmen düşün Sinem’in bile

Abimde olmayınca tek düşüncemiz siz oldunuz…

10 Haziran

Bu sefer dedikoduyla geldim sana,

Sinem’i sıkıştırdım biraz Hakan’a karşı bir şeyler var

Sende Hakan’a sorsana

Ama bana da haber ver, merak ederim

Bunların arası olacak gibi

Bu arada Işık’ı da gördüm, abimi sordu. Uzun süredir görmedim dedi. Işık’ta da var bir şeyler ama kaçıyor neden olduğunu anlamadığım bir biçimde

Ehhehe tabii bun abime söylemedim ama telefonda söyleyeceğim

12 Haziran

Baran Albay sınır dışında olduğunuzu söyledi ondan arayamıyormuşsunuz

Ama sürekli sizinle irtibat halindeymiş, iyiymişsiniz

Hep iyi olun, ayağınıza taş değmesin

O itlerin kökünü kazıyıp sağ salim gelin

17 Haziran

Annen kına için tüm akrabaları çağıracakmış, babam da düğün kalabalık olur diyor

Serhat babamla, babam tüm arkadaşlarını davet edeceklermiş

Aslında düğün meselesini biz seninle konuşmadık

Sence nikah yapsak nasıl olur?

Neyse bunu yüz yüze konuşalım sen dönünce

Umarım iyisindir sevgilim…

19 Haziran

İyiyim güzelim

Hem de çok iyiyim

Mesajlarını aldım çok daha iyi oldum.

Arayamadım

Burada işler sıkıntılı biraz, her yerden kanı bozuk çıkıyor

Hakan’ın duygularını anlamadın mı gerçekten güzelim, savcılık yeteneklerinden bir şeyler kaybetmişsin galiba ya da bensizlik başına mı vurdu?

Bora’da sürekli rehberde Işık’ın numarasına bakıyor, aramak istiyor ama arayamıyor. Üzülüyorum kayınçoma.

Babamlar hava atacak arkadaşlarına kesin, bakın biz silah arkadaşıydık şimdi dünür oluyoruz diye ondan bu hevesleri

Düğün meselesine gelince her türlü seni telli duvaklı gelin halinde göreceksem, sana kavuşacaksam düğün veya nikah fark etmez. Sen nasıl istersen öyle olur

Allah’ım çok şükür sana

İyisin değil mi canımın içi? Herkes iyi

İyiyiz, dinleniyoruz merak etme

Sen nasılsın, nasıl gidiyor davalar?

Ederim elbette

Kaç gün oldu haber alamadım senden

Ama çok şükür ki iyisiniz

Muhammed başsavcı yemin etmiş gibi hiçbir cinayet davasını bana vermiyor

Masanın başında oturuyorum ve sıkıntıdan patlıyorum

Bunun tek iyi yanı Sinemle oturup dedikodu kapabiliyor olmamız

Abimle ikiniz nasıl dua ettiyseniz artık

Biz bir şey yapmadık ama evrene fazla mesaj yollamışız galiba

İyi olmuş işte biraz dinleniyorsunuz

Sakinlik iyidir

Keşke hep öyle olsa sonra yüzünü gören cennetlik oluyor

25 Haziran

Çok özledim seni

Ne zaman geleceksiniz daha belli değil mi?

Gel artık sevgilim, burnumda tütüyorsun

27 Haziran

Bugün biraz daha yoğundu işim, sizin duaların süresi dolmuş herhalde eheheh

Uzun süre sonra iyi geldi bu

Öyle boş boş oturup sizi düşünüyordum yoksa

Abim aradı dün, sesini duymak çok iyi geldi.

Belki bugün sen ararsın ve daha iyi olurum

Seni seviyorum…

Ve bugün 30 Haziran’dı. Aylar olmuştu Devrim’i görmeyeli. Kokusu burnumda tütüyordu, ona sarılmak için can atıyordum. Mümkünse kollarının arasına girip günlerce uyumak ve onunla vakit geçirmek istiyordum. Döner dönmez de bunu yapacaktım. Bildiğim güzel bir yer vardı, döner dönmez orayı kiralayıp birlikte vakit geçirmemizi sağlayacaktım. Hem dinlenirdik hem kafa dinlerdik hem de birlikte olurduk.

Devrim’in mesajlarını okumak bana hep çok iyi gelirdi, o da bunu bildiği için yazmaktan hiç vazgeçmiyordu. Çok fazla cevap veremesem de okumak benim için motivasyon kaynağıydı. Devrim dışında Burçe’nin de mesajları vardı sonra annemlerle konuşmak da bana motivasyon veriyordu.

Çok uzun zaman olmuştu onlardan ayrılalı, telefonda sadece birkaç dakika konuşmak yetmiyordu ama yetmek zorundaydı.

Elimdeki telefonu kapatırken Bora’nın sesini duydum. “Birinin yüzünde yine güller açıyor.” Diye bana takılırken tek kaşımı kaldırdım. “Neden olduğunu çok iyi biliyorsun, nişanlımdan mesajlar.” Dediğimde Bora göz devirdi. “Biliyorum.”

“E sende seni mutlu edenleri ara, senin de yüzünde güller açsın.” Dedim ima ile. Bora imamı anlayarak gözlerini kıstı ve yüzüme baktı uzun uzun. “Hep Devrim söylüyor sana bunları değil mi?” dediğinde omuz silktim. “Görünen köy kılavuz ister mi?”

Bora söylediğim şeyle iç çekti. Yan yana oturuyorduk timden uzakta. Her ne kadar birbirimizle şakalaşsak da kardeştik biz. Çocukluğumuz birlikte geçmişti, okul yıllarımız birlikte geçmişti. Onu çok iyi tanıyordum. “Neden aramıyorsun?” dedim merakla ifadesine bakarak.

Bora durgun bir biçimde bana baktı. “Arayıp ne diyeceğim?” dediğinde güldüm. “Seni özledim de.” Dediğimde Bora gözlerini devirdi. “Sonra yüzüme kapatsın telefonu, bir daha da açmasın. Senin vereceğin tavsiyeye sıçayım ben.” Dediğinde daha da güldüm. Onu sinirlendirmek hoşuma gidiyordu. Ayrıca öyle durgun, hüzünlü görmek içime sinmiyordu.

Devrim yaşadığı şeyleri anlatınca onun adına üzülmüştüm ve mutlu olmasını isterdim. Devrim’de bunu isterdi. Bora mutluluğu hak eden insanlardı, gerçekten güzel severdi buna inanıyordum. Bir erkeğin annesine ve kardeşine olan davranışına, tavrına bakın. Bu onun kişiliğini yansıtır derlerdi hep. Allah’a şükür ki çevremdeki hiç kimse ailesine karşı kaba değildi. Bora’da bunlardan biriydi. Kardeşine olan sevgisini gördükçe onunla olacak kadının da şanslı olduğunu söylememek imkansızdı.

“Aslında arasan bir şey kaybetmezsin, sesini duyarsın.” Dedim düşünceli bir şekilde. Aslında onu en iyi ben anlardım. Telefonu açar mı diye tereddüt ediyordu, ne tepki verir diye tereddüt ediyordu, ters bir cevap alacağından korkuyordu. Yine de cesaretli davranması daha iyi olurdu belki.

“Boş versene. Ben zaten onunla uzaktan vedalaştım. Öyle dışarıdaki bir bankta arkadaşıyla sohbet ediyordu.” Dedikten sonra iç çekti. “Sağ olsun Devrim’e sormuş, Bora’yı hiç görmüyorum nerede diye.” Derken sesinde saklayamadığı bir sevinç vardı. “Merak edilmek güzel bir his.”

Elimi omzuna doğru atıp sıkarken samimi bir tebessümle yüzüne baktım. “Aramıza hoş geldin Üsteğmen Bora Akyol, bizim gibi sevdiği kadın tarafından merak edilmek, sevildiğini hissetmek gibi değerli amaçlarımızın bulunduğu kervana giriş yaptın.” Dediğimde Bora kaşlarını çatarak elimi tuttu ve itti. “Bu ne samimiyet ulan!” Bunu söylerken bile yüzünde serseri gülüş vardı.

“Buna yakılır.” Diyerek biraz önce söylediğimi kastederken Bora cebinden sigara paketini çıkardı. Paketin kapağını açıp bana doğru uzatırken mırıldandı. “Bu seferki benden olsun.” Dediğinde beklemeden paketten bir dal çektim ve dudaklarıma götürdüm. Cebimden çakmağı çıkartıp ilk önce onunkini sonra da kendiminkini yaktım.

“Devrim bizi böyle görse kıyameti kopartır biliyorsun değil mi?” Bora gülerek sigarasını içerken söylediği şeyi onayladım. “Hem de ne kopartmak, bakışlarını görebiliyorum.” Dedim keyifle. Onu sinirlendirmek en büyük hobilerimdendi. Çünkü sinirlenince ayrı bir güzel oluyordu.

Bakışlarım time doğru döndüğünde Ahmet abinin telefonda konuştuğunu gördüm. Hakan elindeki telefona bakıp sırıtırken arkasından yaklaşarak ekrana doğru baktım. Sinem’den gelmişti mesaj. Ne olduğuna bakmamıştım ama yüzünü güldürmüştü Hakan’ın. Aynı şekilde Batuhan’da elindeki telefona bakıp sırıtıyordu. Onda da bir şeyler vardı ama kafamı yorarsam hoşuma gitmeyecek bir şeyler olmasından korkuyordum.

Yiğitle elindeki telefondan Taner’e bir şey gösteriyordu, Kürşat mesaj yazıyordu. Soner ise Bora’nın timindeki Kağan ile gülerek konuşuyordu. Çok kısa bir ara vermiştik, devam edecektik sonrasında. Epey yorulmuştuk ama her yeri didik didik etmiştik. Gölge denen o herifi bulmamıza az kalmıştı.

Şırnak’tan bir tim, Diyarbakır’dan 2 tim ve Hakkari’den 2 tim olarak yürütülüyordu operasyon ve hepimiz birbirimizle temas halindeydik. Gölgeyi kim yakalarsa bize teslim edecekti. Yakalanan hiçbir terörist yerini söylemiyordu, adam gerçekten gölge gibiydi. Gölge dışında birçok terörist etkisiz hale getirilmişti, tek tesellimiz buydu.

“Bozkurt timi bir gelişme var mı?” Diyarbakır’dan Börü timinin komutanı Yüzbaşı Kartal Candemir’in telsize konuşmasıyla birlikte Bozkurt timi komutanı Yüzbaşı Alparslan Türkoğlu’nun sesini duydum. “Temiz, hala bir iz yok.” Dedikten sonra ekledi. “Sancak timi sizde?”

Lafın bize gelmesi ile “Burası temiz komutanım, Gölge timiyle birlikteyiz.” dedim hiç hoşuma gitmese bile. Ardından ekledim. “Yıldırım timi, sizde?” Dediğimde hepimizin moralini bozan Kıdemli Üsteğmen Doğan Taşan’ın sesini duydum. “Temiz.” Yıldırım timi, Şırnak’tan katılan timdi.

Hayal kırıklığı ile birbirimize bakarken iç geçirdim. Bulmak zorundaydık ve bulacaktık, buna inanıyordum.

“Yer yarıldı da içine girdi sanki piç.” Dedi Yiğit sinirli bir biçimde. Artık hepimizin sinirleri gerilmişti. Uykusuzluk, yorgunluk derken bir an önce bulmak istiyorduk o şerefsizi. “Yerin içine de girse, dışına da çıksa bulacağız o kancığı. Başka yolu yok.” Dedim sert bir şekilde.

“Komutanım iyi hoş diyorsunuz da hiç mi bilen biri olmaz ulan.” Dedi Taner tahammülsüz bir şekilde. Ardından ekledi. “Lan kime sorsak bilmiyor, kime sorsak görmedi. Böyle iş mi olur amına koyayım.” Haklıydı, isminin hakkını çok iyi veriyordu. Ama sözlerinde bir pes etmişlik vardı ve bu hiç hoşuma gitmemişti.

“Günler oldu, birçok tim bu adamı arıyor nasıl bulamayız hala?” Bora’nın timinden başka bir asker benimkilere katılırcasına konuşurken hepsinin yüzlerine baktım teker teker. Yorgunluk, sıkkınlık, bulamamanın verdiği bunalmışlık, pes etmişlik, ailelerine karşı özlem vardı. Gördüklerim hoşuma gitmemişti.

“Asker ayağa kalk!” Tok, sert ve sinirli bir biçimde bağırdığımda aniden gelen emirle birlikte oturan tüm askerler ayağa kalktı. “Hizaya geç!” Taviz vermeden emirlerimi dile getirirken hepsi yan yana hazır ola geçti. Bora yanımda dikilirken yaklaşık 20 kadar asker karşımda hazır ol da dikiliyordu.

Kaşlarımı çatıp hepsine teker teker bakarken ellerimi sırtımda birbirine bağladım ve onların hizasında ilerlemeye başladım. “Biz kimiz!?” Gür ve sert bir sesle konuşurken hepsinden aynı anda cevap geldi. “Türk askeri!”

“Türk askeri.” Söylediklerini onaylarcasına başımı sallarken geçtikleri hizada bir aşağı bir yukarı yürüdüm yavaş adımlarla. Ardından karşılarına dikildim ve sertçe gözlerine baktım.

“Umutsuzluğa kapılmak yok! Yılmak yok!” Teker teker üzerine bastıra bastıra cümleleri kurmaya başladım. “Gözlerinizde kararlılık olacak! İnanç olacak!” Kendilerine gelmeleri için gür bir sesle ne olduklarını hatırlattım. “Biz kimiz!? Türk askeri! Yıkılmayız, pes etmeyiz! Yıkılsak kalkarız daha güçlü bir şekilde devam ederiz!” Taviz vermeden, kendimden emin bir şekilde cümleleri sıraladım. Bir yandan da hepsine bakıyordum teker teker.

“İmkansızı başarmak bizim görevimiz!” dedim gür ve güçlü bir sesle bağırarak. “Anlaşıldı mı asker!?” Sorduğum soru ile hepsinden aynı anda gelen sesi işittim. “Emredersiniz komutanım!” İşte şimdi tatmin olmuştum. Gözlerinde hırs belirmişti, o haini yakalamak için yanıp tutuşan askerler görüyordum şimdi karşımda. Kendilerine gelmeleri gerekiyordu, umutsuzluk ve pes etmek bize yakışmazdı.

Gölge timi ile tekrardan yola çıkarken hepimizin içinde aynı istek vardı. Bir an önce o adamı yakalayıp sevdiklerimize kavuşmak…

*****

Yaklaşık 45 dakika boyunca sessiz ve ıssız olan dağların eteklerinde yürümeye devam ettik. Hava kararmaya yüz tutmuştu, ılık ılık esen rüzgâr tenimize değip geçiyordu. Hepimiz sessizdik. Sadece kuru otlara bastığımızda çıkan çıtırtılar duyuluyordu. Gölge timi bizden ayrılmış sapanın diğer tarafına doğru ilerlemeye başlamıştı.

Bizim çıkardığımız sesler haricinde bizden birkaç metre ileriden gelen sesle birlikte dikkat kesilerek adımlarımızı durdurduk. Elimle işaret verip etrafı incelemelerini söylerken bende dikkatle sesin geldiği tarafa doğru bakıyordum.

“Ellerini havaya kaldır, yürü!” Yiğit’in yankılanan sesiyle birlikte bakışlarımız ona doğru döndü. 20’lerinde, orta boylu, yüzünde ve üzerindeki kıyafetlerde çamur, toz ve ot, çöp bulunan bir kadın görüş açımıza girdi. Kısa saçları tozla kaplanmıştı. Yüzündeki ifadeden korktuğu net bir şekilde anlaşılıyordu. Ellerini Yiğit’in söylediği gibi ellerini havaya kaldırmış yürürken ayağının topalladığı dikkatimi çekti. Aynı zamanda buradan Türkçe bildiğini de çıkartabilirdik.

Yiğit namlusu başına gelecek şekilde tüfeğini ona doğrultmuş yanımıza doğru getirirken kadının titrek, çaresiz ve korku dolu sesini işittik. “Ben terörist değilim, ne olursunuz yardım edin bana.”

Tabii ki buna inanacak değildik. O pisliklerden her türlü şeyi beklerdik. Ancak dağda olan birine göre diksiyonu ve görünüşü fazla iyiydi. Belki de bizi pusuya düşürmek için bir oyundu. Bilemezdik.

“Diz çök!” dedim sertçe. Kadın söylediğimi yaparak diz çökerken Yiğit’e başımla işaret verdim. “Üzerini arayın.” Yiğit emrimle birlikte kadının üzerini ararken Batuhan, elindeki tüfeğin namlusunu kadına doğrultmaya devam ediyordu. Yiğit üzerini aramayı bitirdiğinde bana bakarak konuştu. “Temiz.”

Kadının yanına doğru yaklaşarak yüzüne baktım. “Kimsin?” dediğimde kadın tedirgince cevap verdi. “Neva, Neva Çetin.” Korkuyla bana bakmaya devam ederken ekledi. “Öğretmenim, Hakkâri Üzümlü köyünde görev yapıyorum.” Aldığım cevapla kaşlarım çatılırken Soner’e doğru baktım. Ne istediğimi anlayarak telefonunu çıkartırken bakışlarımı tekrar kadına çevirdim. Açlıktan ve susuzluktan olsa gerek yüzü bembeyazdı, dudakları kurumuştu.

Titrek gözlerle bize bakıyordu ama gözlerindeki rahatlamayı görmemek imkansızdı. Birinden kaçmışta bize rastladığı için şükreder gibi bir hali vardı. Diyelim ki gerçekten öğretmendi. Burada ne işi vardı?

Soner telefon konuşmasını bitirdiğinde adımlarımı ona doğru attım. Kadından biraz uzakta dururken Soner konuştu. “Doğru söylüyor komutanım, geçtiğimiz haftalarda kayıplara karışmış. Haber alınamamış kendisinden. Örgüt alıkoymuş olabilir.”

Aldığım cevapla gözlerimi kapatıp iç çektim. Gencecik öğretmeni dağa kaçıracak kadar şeref yoksunuydular. Adımlarımı tekrardan öğretmen hanıma doğru atarken Yiğit’e ve Batuhan’a baktım. “İndirin silahları.” Emrimle birlikte namlular yere doğru çevrildi. Ardından ekledim. “Öğretmen hanımın ayağına bakın, Batuhan sende su ver.” Dediğimde ikisi de emirlerimi yerine getirmeye koyuldular. Yiğit, öğretmenin önüne geçerek dikkatle ayağına bakarken Batuhan çantasından su şişesini çıkartıp uzattı.

Neva hanım suyu içtikten sonra derin bir nefes alıp verdi. “Allah razı olsun sizden.” Dediğinde Ahmet abi cevap verdi. “Senden de bacım.”

“Neler olduğunu anlatabilir misiniz? Burada ne arıyorsunuz?” Hakan’ın sorusuyla birlikte Neva öğretmen çekingen bir biçimde baktı bize doğru. “Kaçırdılar beni, alıkoydular.” Ağlamaklı bir şekilde söylediği cümlelerle Taner araya girdi. “Sakin olun lütfen, nereye kaçırdılar? Ellerinden nasıl kurtuldunuz?” Şu an bizi ilgilendiren taraf burasıydı. Nereden kaçtığını öğrenirsek oraya baskın yapabilirdik.

“Ne kadar süredir koştuğumu bilmiyorum, beni bulduğunuz yerde gizlenmeye çalışmıştım ama Allah sizi çıkardı karşıma. Sadece bir mağara gibiydi beni götürdükleri yer. İçeride çok fazla kişi yoktu, 2 kişi vardı. Bir de o.” Deyip duraksadı. Duraksamasıyla birlikte araya girdim. “O kim?”

Öğretmen hanım bakışlarını bana çevirdi ve büyükçe yutkundu. “Agir.” Dediğinde kaşlarım çatıldı. “Agir kim?” Merakla ona doğru bakarken Neva Hanım bakışlarını kaçırdı. “Öğrencilerimden birinin akrabasıydı, onu almaya geldiğinde tanıştık. Birkaç kez veli olarak değil de farklı niyetle bana yaklaştığını hissettim. Hep mesafe koydum. Bir gün ders bitiminde geldiler. Zorla kaçırdılar beni. Okuldaki tek kişi benim, kaçırıldığımı kimse görmedi.”

Kaçırıldığını kimse görmese bile yakınları ulaşamadıkları için mutlaka polise haber vermişlerdi. Hakkında kayıp ilanı vardı. Bir öğretmen, öğrencisinin velisine dahi güvenemeyecek hale gelmişti. İçler acısı bir durumdu.

“Orospu çocukları.” Bu tepki Kürşat’tan gelmişti. Haklıydı. Bir kadın duygularına karşılık vermiyor diye kaçırmak çok adice bir davranıştı. Zaten alıp dağa kaçırıyorsa bir teröristti. Bir teröristten de şerefli, ahlaklı, düzgün bir davranış beklenmedi.

“Şu Agir’i tarif eder misiniz?” dediğimde Neva Hanım hızlıca anlatmaya başladı. “Esmer, uzun boylu, zayıf ama yapılı biriydi. Öyle bariz bir özelliği yoktu. Ama silahı vardı, yanındaki adamlardan anladığım kadarıyla örgütten biri. Gölge demişlerdi galiba, ne olduğunu anlamadım ama yanındaki adamlardan biri öyle seslendi. O öyle seslendiği için adamı öldürdü gözlerimin önünde.” dedi yüzünü buruşturarak.

O an gözlerinin önüne gelmiş gibi gözlerinden yaşlar akarken kekeledi. “Gözünü bile kırpmadı, yaptığından zevk alır gibi bir hali vardı.” Bakışlarını diktiği yerden çekip tekrar bize çevirirken tüm vücudunun titrediğini görmemek imkansızdı. Çok korkuyordu. “Kaçarken vurdum onu, bacağına geldi kurşun. Bana ne olacak şimdi, hapse mi gireceğim?”

Neva öğretmen gözlerinden yaşlar akarak bize bakarken başımı iki yana salladım. “Korkmayın, kendinizi savunduğunuz için bir sorun olmayacaktır. Karşınızdaki kişi bir terörist ayrıca.” Dediğimde derin bir nefes verdi.

Neva öğretmen sakinlerken telaffuz ettiği isimle birlikte hepimiz birbirimize doğru baktık. Buralarda bir yerlerdeydi. İstenmeyen ot burnumuzun dibinde bitmişti ve bu bizim çok hoşumuza gitmişti. Yerde ararken gökte bulmuştuk o şerefsizi. Yüzümde gülümseme oluşurken çantamı sırtımdan indirerek içindeki konservelerden birini çıkardım ve öğretmen hanıma doğru uzattım. Eminim karnı çok açtı.

“Yiğit?” diye seslendiğimde Yiğit bakışlarını öğretmen hanımdan çekerek bana doğru çevirdi. Ayağını işaret ettiğimde genzini temizleyerek konuştu. “Kırık yok muhtemelen ancak çok kötü burkulmuş, hastaneye gitmesi iyi olur.” Dediğinde onayladım. “Baran Albay ile konuşuyorum, helikopter ayarlasın. Sen öğretmen hanımla birlikte tabura dön. İfade işlerini falan hallet.”

“Emredersiniz komutanım.”

Yiğit’in cevabıyla birlikte telsizimi çıkartarak Baran Albay’ı aradım. Durumu ona bildirdikten sonra ondan helikopterin geleceği yerin koordinatlarını aldım. Yiğit’e koordinatları gönderdim. Neva hanım biraz daha dinlenip kendine geldiğinde Yiğit onun koluna girerek yaklaşık 200 metre ilerde olan koordinatlara doğru ilerlemeye başladılar. Bizde o her yerde aradığımız pisliği bulmak üzere tekrardan yola koyulduk.

 

 

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından,

Yiğit, helikopterden indikten sonra indiği kapıya tekrar yönelerek helikopterin içindeki kadının kolundan tuttu ve yavaşça helikopterden inmesini sağladı. Kolunu tuttuğu kadın ürkmüştü, korkmuştu, hırpalanmıştı, ağlamaktan gözleri kızarmıştı. O yüzden itinalı davranılması gerekiyordu. Yiğitte canını tekrardan yakmak istemiyordu. Böyle düşündüğü için sanki çok narin bir şeyi tutuyormuş gibi davranıyordu.

Birlikte yürürlerken oldukça yavaşlardı. Kızın ayağı kırılmamıştı ancak epey ezilmişti ve morarmıştı. Onun yürümekte zorlandığını bildiği için buldukları yerden helikopterin geleceği yere kadar bir süre yürümüşlerdi ancak daha sonra Yiğit kızın acısını artırmamak için kucağına almayı teklif etmişti. Neva hanım buna karşı çıkmıştı ilk önce. Yiğitte buna bir şey söylememişti ancak helikopter indikten sonra çok fazla beklemeyeceğini bildiği için tekrar teklif etmiş ve gerekçelerini anlatmıştı. Neva öğretmende bundan sonra kabullenmişti Yiğit’in kucağında gitmeyi.

Helikoptere kadar Yiğit’in kucağında gitmişlerdi. Neva, bu duruma çok mahcup olmuştu. Bu zamana kadar kimseye yük olmamaya çalışması ayrı, bir erkeğin kucağında ilk defa böyle taşındığı için kendini garip hissetmişti. Elbette yanındaki adamın Türk askeri olduğunu biliyordu bu yüzden içi rahattı, güven duygusunu iliklerine kadar hissediyordu ama yine de mahcupluk, çekingenlik hissetmekten alıkoyamamıştı kendini.

“İzin verin revire kadar sizi kucağımda götüreyim.” Dedi Yiğit nazik bir sesle. Neva öğretmen bu teklife karşılık göz ucuyla baktı Yiğit’e. “Helikoptere kadar da siz taşıdınız, yoruldunuz. Biraz yavaş oluyor ama yürüyebilirim. Teşekkür ederim” Dedi minnettarca.

Birlikte yürürlerken Yiğit adımlarını ona uydurmaya çalışarak yavaşladı. Normalde boyunun uzunluğundan kaynaklı olarak hızlı yürürdü. Ancak şimdi yanındaki kadına uyuyordu. Belli bir süre sonra binaya girdikten sonra revire doğru ilerlediler. Revir doktoru Süreyya Hanım, Baran Albay haber verdiği için onları kapıda karşıladı. Yiğit, Neva’nın sedyeye oturmasına yardımcı olduktan sonra kenara çekilerek doktorun bakmasına müsaade etti.

Doktor Süreyya Hanım, Neva öğretmenin ayak bileğine bakarken Yiğit kaçamak gözlerle kıza bakmaya devam ediyordu. Ürkek bakışların altında yatan nedenin sadece kaçırılmasından dolayı mı olduğu yoksa kaçıran kişinin ona bedenen ve kızın rızası olmadan bir zarar vermesinden mi kaynaklı olduğu aklını kurcalıyordu. Öyle bir ihtimalin olması bile Yiğit’in canını sıkardı çünkü.

Bakışlarını kızdan çekerek rahat hissetmesini istedi. Oysa gözleri kıza bakmak için yanıp tutuşuyordu. Çünkü merak ediyordu. Neva öğretmen ise kaçamak bir şekilde ara sıra Yiğit’e bakıyordu. Her zaman Türk askerine hayran olmuştu ve yine öyleydi. Heybetli, dik duruşlu ve bir bakışından bile insana korku salardı. Yiğitte öyleydi. Kahverengi gözlerindeki keskinliği görebiliyordu ve kullandığı ses tonundan sertliği anlıyordu. Oysa bilmiyordu ki Yiğit komikliği ve yumuşaklığı ile timin gözbebeklerinden biriydi.

Belki bir süre sonra o da onun bu hallerini görürdü, bunu kimse bilemezdi şu an için.

“Kırık yok, elbette hastaneye gidip film çektirmek daha doğru olur bunu söylemek için. Ben kaslarını gevşetmesi için bir krem sürüp bandajlayacağım. Hastaneye gidip bir ortopedi doktoruna gösterirseniz içiniz rahat eder.” Süreyya hanımın sözleri ile Neva öğretmen başını salladı. “Teşekkür ederim, en kısa sürede gideceğim.”

Süreyya hanım, söylediği gibi Neva’nın ayaklarını sardıktan sonra yanından uzaklaştı. Neva ayakkabılarını giyerek oturduğu yerden ayağa kalkarken Yiğit kızın her hareketini dikkatle izledi herhangi bir yalpalamada onu tutmak için. Neva’nın işini bitirdiğini gördüğünde ise konuştu. “Baran Albay’ımın odasına gideceğiz, sonra da ifadeniz alınacak savcı tarafından.” İşin içinde Gölge olduğu için Kubilay savcı ifadesini alacaktı.

Neva başını sallayarak Yiğit’i onayladığında birlikte odadan çıktılar. Yavaş adımlarla yürümeye devam ettikten sonra Baran Albay’ın odasına geldiklerinde Yiğit kapıyı çaldı. Albay’ın emri ile içeri girerek elini alnına yaslayıp asker selamı verdi. “Astsubay Kıdemli Üstçavuş Yiğit Kaya, Öğretmen hanımı getirdim komutanım!”

“Gelin Yiğit.” Baran Albay’ın emriyle Yiğit, öğretmene doğru bakarak eliyle odayı işaret etti. Neva çekingen bir şekilde içeri girdiğinde Baran Albay konuştu. “Buyurun şöyle geçin.”

Neva, Baran Albay’ın karşısındaki yere geçerken Yiğit ayakta dikilmeye devam ediyordu. Birkaç dakika geçmeden tekrardan çalan kapı ile Albay gerekli komutu verdi. İçeri Kubilay savcı ve kâtibi girdi. Kubilay savcı, Neva’nın karşısına otururken kâtibi de yanındaki yerini aldı.

“İfadeye başlayalım.” Dedi Kubilay savcı. Bakışlarını Neva’ya çevirerek ekledi. “Gölge yani sizin bildiğiniz ismiyle Agir ile ne zaman tanıştınız?”

“Ben geçen yıl geldim Hakkari’ye tayinim buraya çıktı. Üzümlü köyündeki okula. 20 tane öğrencim var. Buraya geldiğim ilk günlerde tanıştık, öğrencim Suat’ın velisiydi. Suat Keşan.” Dedi Neva dürüstçe. Kubilay savcı onaylayarak konuştu. “Anlatmaya devam edin lütfen, aranızda bir ilişki mi vardı?”

Yiğit dikkatle sorulan sorunun cevabını bekledi. Neva ise başını hızlıca iki yana sallayarak reddetti. “Hayır, kesinlikle öyle bir şey olmadı. Sürekli okula geliyordu Suat’ı almak için. Sözlü olarak iltifat ediyordu, telefon numaramı istedi ama vermedim. Soracağı bir şeyler olduğunda okula gelebileceğini söyledim. Buna biraz sinirlenmişti. Sözleriyle niyetini belli etti birkaç kere, dışarıda görüşme şansımızın olup olmadığını sordu. Her seferinde reddettim. Ama pes etmedi, her gün okula gelmeye devam etti. Okuldaki tek öğretmen olduğum için mecburen yüz yüze geliyorduk ama ben bu durumdan hiç memnun değildim.”

Neva anlattıkça Yiğit yumruğunu sıktı. Bir kadın istemiyorum diyorsa istemiyordu, zorlamanın bir mantığı yoktu onun için. Bir teröristten ne beklenir ki diye düşündü kendi içinden ve şükretti çünkü karşılarındaki adam bir seri katildi. Kadına her şeyi yapabilirdi.

“4 hafta önce olması lazım yine okul çıkışı geldi. Bu sefer daha sinirliydi sanki. Normalde de zaten hareketleri normal değildi, duygu değişimleri çok sık oluyordu. Suat’ı aldı götürdü. Bende bir süre okulda kaldım. Çocuklara etkinlik hazırlamak istedim. Bir de sınıfı temizledim. Hiç güvenlik problemi yaşamadığımız için korkmadım. Akşam 6 gibi yanında iki kişiyle geldi isimlerini bilmiyorum. Kaçmak için çok uğraştım ama bayılmışım, kaçamadım. Gözlerimi açtığımda bir mağaranın içindeydim.”

“Mağarada dikkatinizi çeken bir şeyler var mıydı?” diye sordu Kubilay savcı dikkatle. Neva cevap verdi. “Hayır, sadece tüfekleri vardı. Dağdaki komutana da söyledim. Gölge diye hitap ettiler Agir’e. Agir bu yüzden öldürdü adamlardan birini. Terörist olduklarını kaçırılmadan anlamıştım zaten, tipleri anlarsınız ya garipti.” Dedi düşünceli bir şekilde.

“Peki size bir zarar verdiler mi?” dedi Kubilay savcı ciddiyetle. Kastettiği hem cinsel bir saldırı hem de fiziksel bir şiddetti. Neva bunu anlayarak cevap verdi. “Çekiştirmeleri, itmeleri kalkmaları dışında bir şey yapmadılar ama kirli imalarda bulundu Agir.” Dedi bakışlarını yere doğru eğerek. Utanıyordu. Ardından mırıldandı. “Karım yapacağım seni gibi.” Dedi daha fazla açmadan.

Yiğit derin bir nefes verdi duyduklarıyla. En azından kızın ürkekliğinin kaçırılmasından dolayı olduğunu anlamıştı. Başına hiç istenmeyen bir şey gelmemesi onu sevindirmişti çünkü hiçbir kadın bunu hak etmezdi. Genelde dağa kaçırılan kadınlarda ilk sorgulanan şey bu olurdu çünkü kaçıran kişilerin zihniyeti bu yöndeydi.

“Nasıl kaçtınız peki?” dedi Kubilay savcı merakla. Neva elleriyle oynarken mırıldandı. “Teröristlerden birini öldürünce sadece iki kişi kaldılar. Agir diğerini yiyecek bulması için gönderdi kendisi de dışarı çıkmıştı. Ellerim ayaklarım bağlıydı ama bulduğum bir taşla ipi kestim o mağaradan çıkınca. Mağaranın içinde bulunan silahlardan birini aldım, dışarı çıktığım an onu gördüm ve bacağına sıktım. Öldürmek istemedim yemin ederim, sadece kaçmak istedim.” Dedi ağlayarak.

Bir insan vurmak, öldürmek bunlar Neva için çok yabancıydı. Zaten kaçırılmak ve bir teröristle karşılaşmakta öyleydi. Hakkari’ye tayini çıktığında hiç böyle bir şeyi düşünmemişti. Çünkü güvenli bir bölge sağlandığını biliyordu ama şimdi korkudan tir tir titriyordu. Okula tekrardan nasıl gideceğini düşünüyordu. Onlardan biriyle karşılaşma ihtimali tüylerini ürpertiyordu. Dahası o adamı öldürüp katil olma düşüncesi aklını oynatmasına neden olacaktı.

“Vurduğunuz kişi azılı bir suçlu, terörist. Nefsi müdafaa söz konusu, hakkınızda bir işlem yapılmayacak elbette sakin olun. Ayrıca o adamı vurarak operasyonumuza yardımcı olduğunuzda göz önüne alınacak.” Baran Albay’ın sözlerini Kubilay savcı onayladı. “Aynen öyle, bu konuda endişe etmeyin.”

Neva aldığı cevapla daha da şiddetli ağlamaya başladı. Kaçmanın verdiği adrenalinle, ne olacağını bilmemenin verdiği çaresizlikle kendini tutmuştu ama şimdi yaşadığı rahatlamayla kendini tutamıyordu.

Yiğit kadının ağlamasına karşılık cebinde bulunan cep mendilini çıkardı ve ona doğru uzattı. Neva titrek bakışlarla Yiğit’e doğru baktıktan sonra mırıldandı. “Teşekkür ederim.” Yiğit, kadının güvende hissetmesi ve sakinleşmesi adına küçük bir tebessüm ederek cevap verdi. “Rica ederim.”

Neva gözlerini ve burnunu silerek sakinleşmeye çalışırken Kubilay savcı tekrar konuştu. “Ayşe Kutlu, sizin kayıp ilanınızı veren kişi. Ancak hiçbir iz bulunmadığı için dosyanız kapanma aşamasına gelmiş.” Dediğinde Neva irkildi. Oradan kaçamamış olsaydı onların elinde kalmaya devam mı edecektim diye düşündü. Bunun düşüncesi bile çok korkunçtu. Tüylerini ürpertmeye yetmişti bu düşünce. Onların elinde ne olurdum diye düşündü.

Kendini toplamaya çalışarak açıklama yaptı. “Ayşe arkadaşım benim, Siirt’te görev yapıyor.” Dedi Neva içli içli. Hayattaki tek varlığı oydu. Annesi ve babası ile hiç tanışmamıştı. Kendini bildi bileli yetimhanedeydi ve Ayşe ile de orada tanışmışlardı. Kardeş olmuşlardı. O gün bugündür birbirlerinin her şeyi olmuşlardı.

Kubilay savcı ve Baran albay onayladı. Neva öğretmen gelmeden önce tüm geçmişi araştırılmıştı ve bunlardan haberleri vardı.

“İzin verirseniz arkadaşımı arayabilir miyim? Çok merak etmiştir.” Dedi Neva çekinerek. Arkadaşının meraktan çıldıracak raddeye geldiğine emindi. “Tabii ki.” Dedi Baran Albay. Masasının üzerindeki telefonu işaret etti. “Buradan arayabilirsiniz.”

“İşbirliğiniz için teşekkür ederiz, geçmiş olsun.” Dedi Kubilay savcı. Ardından Baran Albay ve Yiğitle tokalaşarak odadan çıktı. Baran Albay’da operasyonu takip etmek için harekât merkezine giderken odada Yiğit ve Neva öğretmen kaldı yalnızca.

Neva, telefondan ezbere bildiği numarayı tuşladı. Telefon birkaç çalışta açıldığında arkadaşıyla konuşmaya başladı. Yiğit’in yanında olmasına çekinse de arkadaşının ağlıyor oluşu onun da ağlamasına yetti. Başından geçenleri detay vermeden anlatırken Yiğit kızı izlemeyi bırakarak bakışlarını başka tarafa çevirdi. Rahatsız hissetmesini istemiyordu ancak kızı burada bırakıp çıkamazdı.

Neva telefon konuşmasını bitirdikten sonra bakışlarını Yiğit’e doğru çevirdi. Yiğit kızı ürkütmeden bakışlarını Neva’nın ayağına çevirdi ve samimi bir şekilde konuştu. “Sizi hastaneye götüreyim.” Dediğinde Neva itiraz etti nahif bir sesle. “Ben kendim giderim, sizi daha fazla kendi dertlerimle yormak istemiyorum. Operasyondaydınız, yorgunsunuzdur.”

Yiğit’e bakarken gözaltlarının çöktüğünü görmüş ve yüzünden bile yorgunluğunu okuyabilmişti. Ancak yine de heybetinden bir şey kaybetmemişti. O yüzden daha fazla uğraştırmak istemiyordu adamı. Aynı zamanda her şeyi kendi yapmaya alışmıştı birinin yardımını almayalı uzun zaman olmuştu.

“Yorgun değilim, sizi sağ salim evinize ulaştırmak görevlerimden biri.” Dedi Yiğit itiraz kabul etmeyen bir sesle. Neva birkaç saniye yüzüne bakarken Yiğit eliyle kapıyı gösterdi. “Buyurun.” Böylece itiraz kabul etmeyeceğini belli etmişti.

Neva mecburen onaylayarak kapıya doğru yönelirken Yiğit arkasından ilerledi. Yan yana yavaş yavaş yürürken Neva yanındaki adama kaçamak bakışlar atmaya devam etti. Yiğitse bunun farkında olup hiç sesini çıkarmadı. İçinden sadece yanındaki bu kadına yardım etmek geçiyordu. İstemsizce merhametle ve şefkatle yaklaşıyordu kadına ve onun iyi olduğunu görmeden bırakmak istemiyordu. Belki de bu içindeki koruma içgüdüsünden kaynaklıydı ancak bunu daha sonra kendi içinde kabullenecekti…

 

 

 

◔◔◔

Devrim Akyol’un anlatımından,

Önümdeki dosyaya bakarken derin bir iç çektim. Aklımı toparlamakta çok zorlanıyordum. Mesaimin neredeyse sonuna gelmiştim ama aklımı veremiyordum. Dün babamdan, abimin ve Pamir’in iyi olduğunu öğrenmiştim ancak ikisinin de sesini duymadan içim rahat etmeyecekti. Öte yandan çok fazla işimin olmaması onları düşünmem için fırsat yaratıyordu ve bu hiç iyi değildi.

Çalan kapı ile düşüncelerimden sıyrılırken gerekli komutu verdim. “Gir.” Kapı açıldığında görüş açıma elinde dosyasıyla gelen Barlas savcı takıldı. Gerginliğini buradan bile anlarken konuştum. “Buyurun savcım?” dediğimde Barlas savcı cevap verdi. “Kusura bakmayın Devrim savcım, size bir şey danışacaktım.”

“Tabii, buyurun.” Barlas savcı odanın kapısını kapatıp karşımdaki sandalyeye otururken konuştum. “Ne ikram edeyim size?” dediğimde Barlas savcı cevap verdi. “Bir kahveye hayır demem.”

Onaylayarak ikimiz için birer kahve söyledikten sonra tekrardan ona doğru döndüm. Barlas savcı konuştu. “Muhammed başsavcı bir cinayet davası verdi.” Diye söze girdiğinde sinirlenmeden edemedim. Ben aylardır küçücük davalara bakarken insanlar cinayet çözüyordu resmen. “Bizzat gittiniz mi olay yerine?”

“Evet, bir bıçak darbesi ile yaralanmış ve ölümüne o sebep olmuş. Adli tıptan gelen raporlar bunu onayladı.” Dediğinde ekleme yaptım. “Üzerinden telefon falan çıktı mı? Tanıdıklarının sorgulanması gerekiyor, evi veya çalıştığı yer incelenmeli, cesedin bulunduğu yerdeki kamera görüntüleri falan incelendiğinde katille ilgili bilgiler edinirsin. Özellikle telefonundan HST kayıtlarının bakılması işini kolaylaştırır, kimlerle görüştüğü konusunu aydınlatır.”

Dava bana gelse yapacağım şeyleri tek tek anlatırken Barlas onayladı. “Telefona ulaşamadık, yakınlarının da ifadesi alınacak.” Dediğinde aklıma gelen şeyi söylemeden edemedim. “Sana tavsiyem tüm sorgulara senin girmen, şüphelileri iyi araştırıp kozlarını ona göre oynaman. Bir polis memurunun sorguyu yapmasındansa savcının yapması üzerlerinde daha etkili oluyor. Özellikle dişini göstermelisin”

“Cenk komiser sizin bu konuda çok iyi olduğunuzu söyledi.” Dedi Barlas savcı hayranlıkla. Aldığım iltifat hoşuma gitse de pek fazla mimik oynatmadan cevap verdim. “Sağ olsun.”

“Bir gün siz sorgu yaparken izleme şansım olabilir mi?” nazikçe sorduğu soruya olumlu manada başımı salladım. “Elbette bir gün neden olmasın.” Daha yeni göreve başlamıştı, ilk davasını almıştı. Mezun olduğum ilk zamanlar bende onun gibiydim. Ankara’da Kemal başkomiser ve Feyza savcı bana çok destek olmuşlardı, öğrendiğim şeyleri onlardan öğrenmiştim. Teorikle pratik bir olmuyordu ne yazık ki.

Biz konuşurken çalan kapıyla birlikte komut verdim. Komutumla kapı açıldı ve istediğimiz kahveler geldi. Getiren kişiye teşekkür ettiğimiz sırada telefonumun çalmaya başlamasıyla birlikte bakışlarımı ekrana çevirdim. Sinem arıyordu.

“Ben çıkayım savcım, yardımız için teşekkür ederim.” Dediğinde tebessüm ettim. “Rica ederim.”

Barlas savcı kahvesini alarak dışarı çıkarken telefonu açarak kulağıma götürdüm. “Efendim canım?” dediğimde Sinem konuştu. “Odada savcılardan biri varmış giremedim, gitti mi?” dediğinde onayladım. “Gitti gitti, bir şey mi oldu?”

“Yok, sadece akşam planladığımız gibi gidiyoruz değil mi? Onu soracaktım.” Dediğinde cevap verdim. “Evet gidiyoruz, bir değişiklik yok. Ama evde de konuşurduk.” Dediğimde Sinem cevap verdi. “Birkaç hâkime arkadaşımla yemeğe çıkacağız, erken ayrılacağım yanlarından reddedemedim.” Dediğinde hızla itiraz ettim. “E sen onlarla git, sonra yaparız bizim planı.”

“Olmaz, zaten kırk yılda bir denk geldi. Saat 9 gibi buluşuruz orada.” İtiraz etmeyen bir şekilde konuşurken onayladım. “Tamam o zaman, görüşürüz.”

Bugün günlerden Cuma olduğu için Sinem ile felekten bir gece çalmaya karar vermiştik. Yarın tatil olduğu için kız kıza vakit geçirmek istemiştik ve Sinem’in araştırmaları sonucu meyhane tarzı eğlenceli bir yer bulmuştuk. Sadece kadınların girebilmesi de bizim için avantaj olmuştu. Ben evde takılalım desem de Sinem kırkta yılda bir çıktığımızı söyleyerek beni reddetmişti.

Mesai saatimin bitmesinin ardından çantamı alarak odamdan çıktım. Haziranın sonuna gelmiştik. Pamir’i ve abimi göreve gönderdiğimde daha ilkbaharken şimdi yaz gelmişti. O yokken mevsim değişmişti. Pamir’in yokluğunda sürekli dinlediğim Aşkın Nur Yengi şarkısındaki sözler gibi…

Söyle kaç bahar oldu?
Penceremde gül soldu
Belki de zaman doldu
Sevdiğim dönmüyor

Adliyenin çıkışına ulaştığım gibi Engin ve Mesut’a selam verdim. Benim geldiğimi anlayıp arabamı hazırladıklarında evime gideceğimi söyleyerek araca bindim. Yolda giderken telefonumu çıkartarak Burçe’nin numarasını tuşladım. Bugün son finalini vermişti ve artık tatile girecekti. Sınavları iyi geçtiği için bütünleme sınavlarına girmeyecekti. Belki yanımıza gelirdi.

“Efendim yengecim?” Burçe enerjik bir biçimde telefonu açtığında yüzümde istemsiz bir gülümseme oluştu. Böyle enerjik olduğuna göre sınavı iyi geçmiş demekti. “Nasılsın canım? Sesinden anladığım kadarıyla sınavın iyi geçti.” Dediğimde Burçe onayladı. “Evet, çok iyi geçti. Bunu da atlattık sayılır.”

“Şaka maka 3 bitti, seneye mezunsun ha.” Dediğimde Burçe heyecanla cıvıldadı. “Ya hayal gibi geliyor, düğünde seninle konuştuğumuz günler dün gibi. Şimdi mezun olacağım.” Dediğinde ekleme yaptım. “Mezun olacaksın sonra çok güzel bir savcı olacaksın.” Burçe söylediğim şeye iç çekti. “İnşallah yenge inşallah. Eee sen nasılsın? Bitti mi mesai?”

“Bitti şimdi eve geçiyorum sonra da Sinem ablanla dışarı çıkacağız.” Dediğimde Burçe özendiğini belli eden bir ses tonuyla konuştu. “Keşke bende yanınızda olsam.”

“Nasılsa okul bitti, gelirsin yanımıza.” Dediğimde Burçe çekimser bir şekilde cevap verdi. “Rahatsız etmek istemiyorum sizi.” Söylediği cümle ile istemsizce kaşlarım çatıldı. “O ne demek öyle, duymamış olayım. Sen bizim kardeşimizsin nasıl rahatsız olalım? Hem birileriyle de daha rahat görüşürsün. O da bunun için sabırsızlanıyordur eminim” Dedim isim vermeden.

“Ya yenge.” Burçe sitemli ve utangaç bir biçimde konuştuğunda güldüm. “Konuştunuz mu hiç?” dediğime Burçe iç çekti. “Yani mesajlarıma ara sıra cevap veriyor ama telefonda hiç konuşmadık.” Dediğinde burukça cevap verdim. “Bende de aynı, abin yanında diye arayamamıştır. Yoksa arardı.”

“Evet, nasıl olacak böyle bilmiyorum ama garip bir şekilde iyi geldiğini hissediyorum.” Burçe’nin itirafıyla birlikte konuştum. “Ufaktan kabullenmeler başlamış ha?” dediğimde Burçe mırıldandı. “Öyle gibi gibi.”

Burçe ile bir süre daha konuştuktan sonra telefonu kapattık. Eve ulaştığımızda üzerimi değiştirerek direkt olarak yemek hazırlayarak yedim. Ardından da dinlenmek için televizyon karşına geçerek uzandım. Pamir, abim ve Sinem’in yokluğunda yapacak hiçbir şey yoktu.

Buluşma saatimize yaklaştığımızda üzerime şık ve rahat bir şeyler giyerek makyajımı yaptım. Evden çıktıktan sonra beni kapıda bekleyen Mesut’un sürdüğü arabama bindim. Beni gideceğimiz mekâna bıraktıktan sonra eve gidecekti, ben Sinem ile dönerdim ya da ikimizde taksiyle eve geçerdik. Arabada Pamir’e nereye gittiğimize dair mesaj attıktan sonra mekâna gelmemizle birlikte araçtan indim.

Mekânın kapısında beni bekleyen Sinem’i gördüğümde yanına doğru ilerledim. Birlikte içeri girip duvar kenarında boş olan bir masaya geçtik. Etraf çok kalabalık değildi, tek tük kız grupları vardı ama ambiyans güzeldi. Oturduktan sonra karışık meze ve rakı siparişi verdik. Öyle normalde çok içki kullanan biri değildik ikimizde ama kırkta yılda bir kez bunu yapıyorduk.

“Keşke erteleseydik, arkadaşlarınla olsaydın.” Dediğimde Sinem başını iki yana salladı. “Olmaz, buna çok önce karar verdik. Hem öyle vakit bulamıyoruz ki yapmaya. Seni davalarına ve Pamir’e kaptırıyoruz savcı hanım.” Sinem’in sitemli sözleriyle güldüm ama haklıydı, onu ihmal ediyordum.

“Sen buraya benim için geldin ama ben seni ihmal ediyorum değil mi?” dedim buruk bir şekilde. Sinem cevap verdi. “Saçmalama, Pamir ile vakit geçirmek en doğal hakkın. Biz her zaman görüşürüz ama onunla geçirdiğin vakitler kısıtlı. Tabii evlendikten sonra bu değişecek siz sürekli görüşeceksiniz, biz görüşemeyeceğiz. İşte o zaman kırılırım.” Dedi ciddi bir şekilde. Ama şakayla karışık söylüyordu bunları.

“Hiç merak etmeyin hakime hanım o zamanda Pamir’i yalnız bırakıp sana gelirim.” Dediğimde Sinem tek kaşını kaldırdı. “Buna hiç inanmadım nedense…” verdiği cevap gülmeme sebep olurken ikimizde karşılıklı olarak güldük.

Siparişlerimiz masaya geldiğinde hiç beklemeden içmeye ve mezelerden yemeye başladık. “Hatırlıyor musun en son hakimlik-savcılık sınavlarını kazandığımızda böyle bir yere gelmiştik kutlamak için.” Dedi Sinem durgunca. Hatırlıyordum, içtiğim her yudumda Pamir aklımdaydı, keşkelerim aklımdaydı.

“Hatırlamaz olur muyum? Yılların emeğinin karşılığını almıştık o gün. Mesleklerimize ilk adımı atmıştık ama nereden bilecektik çok yoğun olacağımızı ve bir daha öyle bir şey yapamayacağımızı.” Dediğimde Sinem sırıttı. “Bilseydim seçmezdim, avukatlıktan devam.” Dediğinde başımı omzuma eğdim. “Sen avukat olsan var ya herkesin burnundan gelirdi.”

“O ne demek?” Sinem kaşlarını çatmış bana bakarken konuştum. “E haksız mıyım, epey sert çıkışların olurdu Hakan’a yaptığın gibi.” Dikkatli gözlerle tepkisine bakarken Sinem, Hakan ismini duymasıyla birlikte duraksadı. Ardından rakısından bir yudum içerek konuştu. “Hakan gibi her şeye burnunu sokmazlarsa benim iyi yönümü görürler.” Dedikten sonra ekledi. “Gerçi Hakan’da şu sıralar bir farklı.”

Bakışları masada dolaşırken sırıtarak konuştum. “Ha bunu fark ettin yani.” Dediğimde Sinem bakışlarını bana doğru çevirdi. “Salak mıyım ben Devrim? Her kadın nasıl hissederse bende hissediyorum.” Yaptığı ani çıkışla birlikte gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. “Estağfurullah ne salağı, sadece hiç çaktırmıyorsun.”

Sinem sessiz kalarak bardağındaki rakının tamamını dikti. Şaşkınlıkla ona bakarken mırıldandım. “Yavaş iç şunu, sarhoş olacaksın.” Dediğimde Sinem yamuk bir gülümsemeyle baktı bana. “Yanımda sen varsın, ne olacak? Götürürsün beni eve.” Dediğinde kaşlarım havalandı. “Ya bende sarhoş olursam?”

“Sen kendini kaybedecek kadar bir kere içtin, onda da ceremesini çektiğin için bir daha yapmazsın.” Dedi Sinem kendinden emin bir şekilde. Ardından bardağını tekrar doldurdu. Doğruydu. Sınavı kazandığımız o gece gerçekten çok içmiştim, sarhoş olmuştum hem de halüsinasyon görecek kadar. Pamir’i görmüştüm, zihnimin bana oynadığı oyun olduğunu biliyordum ama gerçek olmasını istemiştim. Sinem beni eve götürmüştü. Sabaha kadar kusmuştum. Sabah olduğunda da abimden çok büyük azar işitmiştim.

Konuyu dağıtmamak için ciddi bir şekilde Sinem’e baktım. “Sen duygularından neden kaçıyorsun? Daha doğrusu benden. Pamir ile olan her şeyi sana anlatmıştım ben, ilk hoşlandığım anda hem de. Sen neden bana anlatmıyorsun?” dedim düşünceli bir şekilde. Bu konuda birazcık olsa da kırılmıştım galiba. Sinem bana doğru bakarken iç çekti. “Sen Hakan’ı tanıyorsun da ondan, utanıyorum.”

Söylediği cümle ile kaşlarım çatıldı. “Yani bu neyi değiştirir? Hakan benim arkadaşım evet ama sen dostumsun, kardeşimsin. Aşk herkesin yaşaması gereken bir duygu, sen yaşıyorsun diye seni mi yargılayacağım?” dedim kırgınca. Sinem başını iki yana salladı. “Ya ne bileyim işte bir şey diyemedim gerçi daha bende emin değilim ki kendimden.”

“Eminsin bence. Hakan’a olan bakışların, tavrın, onunla temaslarında utanman falan her şeyi açıklıyor. Sinem sen kimsenin yanında öyle utanıp kızarmazsın ama Hakan’ın yanında domatese dönüyorsun.” Gözümün önüne gelen anlarla gülerken Sinem kaşlarını çattı. “Sende dalga geçmek için yer ara zaten, hep seninle dalga geçtiğim için yapıyorsun değil mi?”

“Etme bulma dünyası canım.” Diye gıcığına gidecek şekilde konuştum. Sinem tip tip bana bakarken bardağımdan birkaç yudum aldım. “O da sana karşı boş değil, sana karşı takındığı ilk tavırla şu an ki tavırları çok başka.” Dediğimde başını salladı. “Öyle, en azından artık sinirime dokunacak şekilde davranmıyor.”

“Hatta üzerine titriyor.” Dedim onun sözlerinin devamını getirerek. Sinem söylediğim cümle ile tatlı bir tebessüm etti. “Evet, kolumdan yaralandığımda gözlerindeki endişeyi net bir şekilde gördüm. Sonra piknikte, evde sürekli bana yardımcı olmaya çalıştı. İş çıkışı birkaç kere beni aldı.” Dediğinde tebessümle dinledim onu. Ardından ekledim. “Ve seni çok kıskanıyor hem de en olmayacak kişiden.”

“Kimden?” dedi Sinem kaşlarını çatarak. Merakla bana bakarken cevap verdim. “Abimden.” Dediğimde gözlerini kocaman araladı Sinem. “Bora abimden mi?” beni doğru anlayıp anlamadığını teyit etmek için cevabımı yinelediğinde başımı salladım. Sinem ise tahammülsüzce başını iki yana salladı. “Abi diyorum abi, nasıl kıskanır?”

“Harbiden fark edemedin mi bunu?” dedim merakla. Sinem başını iki yana salladı. “Nasıl fark edeyim? Hayır aklımda böyle bir düşünce yok ki.” Dediğinde sırıttım. “Aşk işte hiç düşünmediğin şeyleri düşündürür sana.”

Aramızda sessizlik oluştuğunda bir süre önümüzdeki tabaklara ve rakıya odaklandık. Sessizliği bozmak için konuştum. “İtiraf etsene.” Dediğimde Sinem eliyle kendini gösterdi. “Ben mi?” sorusunu başımı sallayarak onayladım. Sinem alayla güldü. “İlk itirafı da mı kadınlar yapıyor artık?” dediğinde güldüm. “Ne fark eder? İlk adımı sen at. Yoksa ikinizde öyle kös kös oturmaya devam edeceksiniz.”

“Sağ salim dönsün de düşünürüz.” Dedi Sinem. Ardından ekledi. “Bu işe en çok sevinen annem olur, sen nişanlandığında başımın etini yemeye başladı. Yok mu biri diye.” Dediğinde sırıttım. “Olcay teyzeyi arayıp müjdeyi ben vereyim en iyisi.” Dediğimde Sinem ciddi bir şekilde baktı. “Söylediğin an soluğu burada alırlar, zaten nişana gelemediği için morali bozuktu. Gelmek istiyordu. Gelir vallahi.”

“Gelsin canım, tanışsın damadıyla.” Diyerek Sinem’e takılırken Sinem göz devirdi. “Ha itiraf ettik de bir damat olması kaldı.” Dediğinde başımı salladım. “Aynen öyle, Gökhan amcamda okeyler bu durumu. Aslan gibi asker damadı.”

Sinem hayallere dalmış gibi masaya bakıp gülümserken mırıldandım. “Sen olmuşsun daha neyi bekliyorsun, geldiği an itiraf et.” Dediğimde Sinem he he manasında başını salladı. “Olur olur ederiz.” Dedi geçiştirir gibi sonra ekledi. “Sen anlat Devrim Hanım evleneceksin.”

Topu bana atmasıyla birlikte zihnimde Pamir belirdi. Yüzümde istemsiz bir gülümseme oluşurken bakışlarım parmağımdaki yüzüklere kaydı. “Hiç evleneceğimi düşünmezdim biliyor musun? Pamir benim ayarlarımla oynadı.” Dediğimde Sinem sırıttı. “Hem de ne oynamak. Adam gelmeden gelinliğini bile seçtin.” Dediğinde utanarak başımı eğdim. Gerçekten değişmiştim ben. Buraya geldiğim ilk gün ki Devrimle şimdi ki Devrim arasında dağlar kadar fark vardı.

Sinem ise devam etti. “Ama seni anlıyorum. Dile kolay üç yıl. Bu üç yıl içinde siz zaten çoktan evlenmiş olacaktınız muhtemelen. Şimdi böyle hızlı gibi geliyor size ama hızlı değil aslında.” Dedikten sonra ekledi. “Yani bir insanı tanıyorsan, güveniyorsan, onu seviyorsan beklemeye gerek yok.” Dedi beni ikna etmeye çalışırcasına.

“Bana diyene bak.” Diye söylenirken Sinem bardağından bir yudum daha aldı. “Beni boş ver şimdi. Bak Halide cadısını da hallettin, Burçe ve Serhat amca dünden tamam, Bora abi ve Turan amca da kabullendi. Şimdi mutlu günler sizi bekliyor.”

“İnşallah.” Dedim içten bir şekilde. Mutlu günler bizi bekliyor diye düşünüyordum ama hayat belli olmazdı. “Harbiden o deccal Halide nasıl meleğe döndü ben anlamadım, benden gizli büyü falan mı yaptın kız?” Sinem ciddi ciddi bana bakarken gülerek başımı salladım. “Evet, senden gizli büyücüye gittim. Sevgi büyüsü yaptırdım.”

“Harbi mi?” Sinem saf saf yüzüme bakarken kafasının yavaştan gittiğini anlayarak sesli bir şekilde güldüm. “Saçmalama, ne büyüsü? Gerçekleri anladı işte.” Dediğimde Sinem başını salladı usul usul. “Şükür büyüye gerek kalmadan anladı. Yoksa ben yaptırırdım senin yerine.” Dediğinde daha da güldüm.

Sohbetimize devam ederken yaklaşık bir saat sonra Sinem’in sarhoş oluşuyla kalkmaya karar vermiştik. “Bugünde ben dağıtıyorum.” Diyerek içmişti. Allah’tan ben iyiydim. Yoksa burada oturur kalırdık. Hesabı ödedikten sonra onu kolundan tutarak mekândan çıkardım.

Cebimden telefonumu çıkartıp taksi durağını arayacağım sırada sessizliğin içinden aniden duyduğum sesle irkildim. “Taksiye gerek yok, şoförleriniz emrinize amade.” Aşık olduğum o ses kulağıma girip beynimde anlam kazandığı anda bakışlarımı telefonumdan çekip sese doğru çevirdim. Pamir’i ve Hakan’ı gördüğümde şaşkınca baktım ikisine de.

Bugün döneceklerini hiç beklemiyordum. Mesajlarıma dönüş yapmadığı için hala sınır dışında olduklarını düşünürken çıkagelmişlerdi. Gözlerim vücutlarında dolandığında ikisinin de iyi olduğunu anlayarak derin bir nefes verdim. Çok şükür sağ salim gelmişlerdi. Şimdi Pamir’in kollarına koşup sıkıca sarılmak istesem de yanımda ayakta zor duran Sinem’in kolunu bıraktığım an düşeceğini bildiğim için bırakamıyordum. Bu sarılma işini sonraya erteleyecektim.

“Devo, ben hayal mi görüyorum lan?” Sinem’in sesini kontrol edemeden söylediği şeyle birlikte bakışlarımı ona doğru çevirdim. Sinem ise tekrar konuştu. “Neden iki tane Pamo, iki tane Hako var burada?” Yaptığı kısaltmalarla gülmemek için kendimi zor tuttum. Gerçekten tekrar içirmemem gerekiyordu bu kızı.

“Uçmuş bu.” Pamir gülerek bize doğru yaklaşırken Hakan’a doğru bağırdı. “Hako aç kapıyı!” Sinem’i taklit ederek yaptığı şeyle Hakanla ikimiz güldük. Hakan söyleneni yaparak kapıyı açtığında Pamir Sinem’in diğer koluna girerek arabaya götürmeme yardımcı oldu.

Sinem arabaya binmeden önce duraksayarak dikkatli dikkatli Hakan’a bakarken hiç beklemediğimiz anda sert bir biçimde iki elini Hakan’ın yanaklarına koydu. Daha doğrusu vurdu demek gerekiyordu çünkü şak diye ses çıkmıştı. Hakan aniden gelen temasla irkilirken Sinem’in belinden sıkıca tuttu düşmemesi için. “Gerçek misin sen?”

“Hayal gibi mi duruyorum?” Hakan’ın yüzünde yamuk bir gülümseme oluşurken cevabıyla birlikte Sinem tatlı tatlı güldü. “Hayır, her zaman olduğu gibi yakışıklı duruyorsun…” Sarhoşluğun etkisiyle kelimeleri yutarak söylese de ne dediğini anlamıştık. Zaten bakışlarından da hayranlık akıyordu. Hakan istemsizce daha da gülümserken konuştu. “Hadi arabaya bin.”

“Sen iste ben her yere binerim.” Ne dediğini bilmeden konuşurken elimle yüzümü kapattım. Sabah bunları duyunca çok utanacaktı. Neyse ki Hakan bununla dalga geçecek bir insan değildi.

Sinem’i ön koltuğa bindirip emniyet kemerini takarken arka koltuğa yöneleceğim sırada elimin tutulmasıyla duraksadım. “Sen nereye gidiyorsun?” Pamir’in sorusu ile arabayı gösterdim. “Onlarla gitmiyor muyuz?” dediğimde Pamir başını iki yana salladı. “Gitmiyoruz. Ben kaçırıyorum seni.” Dedikten sonra tuttuğu elimden beni kendine doğru çekti. “Ama ondan önce sen özlemedin mi beni bakayım?”

Beni çekişiyle eş saniyelerde elinin biriyle başımı göğsüne yaslayıp saçlarımı okşarken diğer eliyle belimi sardı sıkıca. Burnunu saçlarıma yaslayıp derin nefes alarak kokumu ciğerlerine doldururken bende kollarımı beline sardım. Gözlerimi kapatırken mırıldandım. “Özlemez olur muyum, özlemek az kalır bunun yanında.” Dedikten sonra ekledim. “İyisin değil mi? Herkes iyi…”

“İyiyiz, merak etme.” Dedi Pamir sakince. Kollarımı bedeninden ayırmadan çenemi göğsüne yaslayıp alttan alttan gözlerine baktım. “Sen özlemedin mi?” dediğimde Pamir elini yanağıma yasladı. “Özleminden geberdim.” Dedi içinin gittiğini belli eden derin bir sesle.

“Hasret gidermeniz bittiyse biz gidebilir miyiz?” Hakan’ın sesiyle birlikte bakışlarımız ona dönerken Pamir cevap verdi. “Ne bölüyorsun oğlum?” dediğinde Hakan eliyle Sinem’i gösterdi. “Kız ayakta uyuyor, bir an önce eve gitsin yatağına uyusun.” Dediğinde Pamir güldü. “Kıyamazmış sevdiceğine.”

Hakan gözlerini devirip arabaya bindikten sonra geri geri çıkarak bizden uzaklaşmaya başladı. Bakışlarımı Pamir’e doğru çevirdim. “Hakan, Sinem’i sokabilir değil mi eve? Keşke bende gitseydim.” Dediğimde Pamir alayla baktı. “Adam teröristleri dize getiriyor, Sinem’i mi götüremeyecek?”

Söylediği şeye gülerken konuştum. “Belli olmaz o, Sinem Hakan’ı dize getirmesin de.” Dediğimde Pamir dudaklarını büzerek başını salladı olumlu manada. “Bak bu çok olası.”

Gülerek birbirimize bakarken Pamir elini omzuma atarak beni arabasına doğru yönlendirdi. Birlikte arabaya bindiğimizde merakla baktım Pamir’e. “Nereye gidiyoruz?” dediğimde Pamir arabayı çalıştırarak bana baktı. “Sürpriz dedim ya güzelim.”

“Küçük bir ipucu veremez misin?” dediğimde Pamir kısaca bana baktı. “Baş başa olacağımız bir yere gidiyoruz. Sadece senin ve benim olduğumuz, birlikte vakit geçireceğimiz bir yere gidiyoruz.” Dediğinde büyükçe gülümsedim. Benim de tam olarak isteğim buydu zaten. Aylar sonra birlikte vakit geçirmek ve özlem gidermek…

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz? Beğendiniz mi?

‣‣‣ Pamirleri operasyona uğurladık birazcık, o yüzden pek sahneleri yoktu ama yine de Devrim ile Pamir sahnesi nasıldı? Mesajlaşmalar hakkında ne düşünüyorsunuz?

‣‣‣ Pamir’in anlatımından olan kısım nasıldı? Çok şükür Gölge yakalandı. Pamir’le Bora konuşması hoşunuza gitti mi?

‣‣‣ Aramıza yeni iki karakter katıldı; Neva öğretmen ve Barlas savcı. Umarım onları da diğer karakterlerimiz gibi seversiniz…

‣‣‣ Sizce Sinem ile Hakan’ın hali ne olacak?

‣‣‣ Yazarın anlatımından olan kısım hakkında ne düşünüyorsunuz?

‣‣‣ Sinem ile Devrim sahnesi nasıldı?

Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…

İnstagram hesabını bilmeyenler için buraya bırakıyorum. Bölümlerin ne zaman geleceğini oradan paylaşıyorum, belki takip etmek istersiniz. Hesap ismi; mutlusonsuz222_

 

Loading...
0%