@mutlusonsuz222
|
🖇️ Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim.. 🖇️ Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın.. Bu bölümü malfoyhead_048 ithaf ediyorum.. 3. Bölüm Şubat 2019... Devrim karanlık odada, yatağında uzanırken telefonundan saate baktıktan sonra tavanı izlemeye devam etti. Tatilinin bitmesine iki gün kalmıştı. Dönemin yorgunluğunu atmış sayılırdı ancak aklı hala karışıktı. Düğünde karşılaştığı adamı düşünmek aklının karışmasına neden oluyordu. Düğün dönüşünde annesine neden Pamir'in ailesiyle uzun süredir görüşmediklerini sormuştu ve annesinden Diyarbakır'dan taşındıktan sonra yalnızca telefonla görüşmek durumunda kaldıklarını, Devrim'in haberi olmasa da sürekli irtibat halinde oldukları cevabını almıştı. Eve döndüklerinde abisi tarafından sorguya çekilmişti Devrim. Abisine çarpıştıklarını ve o zaman tanıştıkları bilgisini vermiş geri kalanını da geçiştirmişti. Abisinin neden birden bu kadar soru sorduğunu anlayamamıştı. Bora içinse durum farklıydı. En kıymetlim dediği kardeşinin bakışlarından Pamir'den etkilendiğini anlamak zor olmamıştı onun için. Kardeşini ilk defa böyle gördüğü için belki de içini büyük bir kıskançlık duygusu kaplamıştı. Yine de aralarında bir şey olması durumunda onlara karşı çıkmazdı ama bu durumdan memnun olacağını da söyleyemezdi. Devrim yatakta yan dönerek ofladı. Günlerdir Pamir'den bir mesaj beklemişti ancak hala o beklediği mesajı alamamıştı. Abisi epey süre yoğun bir tempodaydı, bundan dolayı başlarda hiç üstelemedi. Pamir'de meşguldür diye düşündü ancak şu iki gündür abisinin aylak aylak dolaştığını görünce içindeki kelebeklerin uçup gittiğini hissetti. Belki de ben abarttım diye düşünürken hayal kırıklığı hissetmeden duramadı. Gözlerini kapatmış uyumak için odaklanacağı sırada telefonundan duyduğu titreşimle birlikte anında gözlerini araladı ve yatağının yanında bulunan komodine uzanarak telefonunu aldı. Bilinmeyen bir numaradan gelen mesajı gördüğünde heyecanlanmadan edemedi, günlerdir bekledi mesaj gelmişti sonunda. Gönderen: 053254..... İyi geceler, umarım uyumamışsındır. Uzun bir süre yazamadım ama seni unuttuğumu düşünme sakın. Sözün hala aklımda:) Numaramı kaydedersin, Pamir ben;) (00:00) Devrim okuduğu mesajlarla birlikte hızla yattığı yerden doğruldu. Mesajları birkaç kez okuduktan sonra Pamir'in numarasını kayıt ederek mesaj yazmaya koyuldu.
Gönderilen: Pamir
İyi geceler, Pamir.
Ne yalan söyleyeyim unuttuğunu düşündüm, unutmamış olmana sevindim:)
Ve numaranı kaydettim. Devrim attığı mesajdan sonra telefonu yatağına bıraktı . Telefonu elinden bıraktığı gibi titreşim sesini duyarken hızlıca telefonu eline aldı ve mesajı okudu. Unutmak mı? Bunu düşünmen bile bana hakaret. Hiçbir şeyi unutmayacağımı anlamış olman gerekiyordu avukat hanım. Okuduğu hitapla birlikte ufak bir tebessüm ederek mesaj yazmaya koyuldu.
Avukat hanım değil yalnız, savcı olmak istiyorum ben. Öyle mi? Pardon o zaman sayın savcım demem gerekiyordu. Devrim ne yazacağını bilemeyerek öyle beklerken kısa süre sonra tekrardan Pamir'den mesaj geldi. Öyleyse yarın öğlen, ilk karşılaştığımız kafede buluşmaya ne dersin? Pamir attığı mesaja birkaç kere göz gezdirdikten sonra dudaklarını yalayarak kızdan gelecek cevabı beklemeye başladı. Devrim'den cevap gelmezken acaba çok mu acele ettim diye düşünmeden edemedi. Devrim ise heyecanla yazacağı şeyi düşünüyordu o sırada. Sonunda karar vererek yazmaya başladığında Pamir onun yazıyor olduğunu görerek gergince yerinde kıpırdandı.
Olur, buluşalım. O zaman yarın öğlen görüşürüz.
Görüşelim.
İyi gecelerin olsun. İyi geceler:) Devrim son mesajını attıktan sonra uygulamadan çıkıp telefonun ekranını kapattı. Telefonu tekrardan komodinin üzerine bırakırken göğsü hissettiği heyecanla inip kalkmaya başlamıştı. Yatağa tekrardan uzanırken nasıl uyuyacağını düşünüyordu. Bu kadar heyecanlanması normal değildi, daha iki kez görüştüğü birine karşı nasıl bu kadar heyecanlanabiliyordu anlamış değildi. Pamir telefonunu kapatıp yatağına ilerlerken derin bir iç çekti. Uzun süre sonra ilk defa birine mesaj atarken gerildiğini hissetmişti. Yanlış bir şey yazmaktan çekinmişti. Aslında çekineceği bir şey yoktu ama o öyle hissetmişti. Belki de yalnızca 2 defa gördüğü ve bebekliğini gördüğü bu kızın aklını karman çorman etmesinden kaynaklanıyordu. Devrim sabah 10 civarında uyanmıştı, bugün için o kadar heyecanlanmıştı ki gece çok zor uyumuştu. O uyandığında annesi de babası da çoktan işe gitmişti, abisi de eğimde olduğu için evde değildi. Yataktan kalktığı gibi lavaboya gidip işlerini hallettikten sonra onun için hazırlanmış olan kahvaltı masasına oturdu. Hızlı bir şekilde kahvaltısını yaptıktan sonra annesine dışarı çıkacağına dair kısaca mesaj attı ve hazırlanmaya koyuldu. Özenle saçını ve makyajını yaparak üzerini değiştirdikten sonra öğlene az kaldığını görerek evden alelacele çıktı. Neyse ki evleri bulaşacakları yere bir metro durağı uzaklığındaydı. Metrodan inerek kafeye doğru ilerlediğinde uzaktan Pamir'in kafenin önünde beklediğini gördü. Kalbi heyecandan çırpınmaya başladığında kendini sakinleştirerek Pamir'e doğru yaklaştı. Pamir elindeki telefondan kızdan herhangi bir mesaj var mı diye kontrol ederken adım seslerinin ona doğru yaklaştığını duyduğunda bakışlarını telefondan çekti. Karşısında Devrim'i gördüğünde büyükçe yutkundu. "Hoş geldin." diyerek ufak bir tebessüm ederken Devrim'de onun gibi tebessüm ederek cevap verdi. "Hoş buldum." İkisi de bakışlarını birbirlerinden çekemezlerken Pamir karşısındaki kızın etrafına saçtığı gülücüklerin onu ne kadar etkilediğini düşündü. Daha ilk tanışmalarında gördüğü ufak tebessüm onun düşüncelerini alt üst etmiş, o güzel gülüşü bir daha görmek için yanıp tutuştuğu bir hale gelmişti. Nasıl bir anda kızın etki alanına girdiğini hala kavrayamamıştı. "Ben çok bekletmedim umarım." dedi Devrim utangaç bir biçimde. Pamir'in onu kapıda beklediğini gördüğünde bu soruyu sorma zorunluluğu hissetmişti. Pamir başını iki yana sallayarak reddetti. "Bekletmedin, hem sonunda güzel bir şeye vesile olacaksa beklemek sorun değil. Ki bence çok güzel bir şeye vesile oldu." Devrim duyduğu sözlerle utanarak başını eğdi usulca. Pamir kızın utanmış halini görerek daha da gülümsedi. Ardından da konuştu. "İçeri girelim o zaman." dediğinde Devrim onayladı. Birlikte içeri girdiklerinde Devrim her zaman oturduğu masanın boş dolduğunu görerek eliyle işaret etti. "Şuraya oturalım mı?" Devrim'in hevesli sesiyle Pamir onayladı. Birlikte masaya geçtikleri sırada burada çalışan garsonlardan birinin Devrim'e seslenmesiyle birlikte Devrim başını konuşan çocuğa çevirdi. "Hoş geldin abla, uzun zamandır yoktun." "Evet, tatildeydim ama yakında geleceğim yine." diyerek yerine otururken Pamir dikkatle kıza bakmaya devam ediyordu. Biraz önce Devrim'e soru soran garson sipariş almak için yanlarına geldiğinde konuştu. "Her zamankinden getiriyorum sana." diye sorarcasına kıza bakarken Devrim onayladı. Ardından bakışlarını Pamir'e çevirdi. "Sen ne içersin?" Pamir içmek istediği kahveyi söyledikten sonra garson yanlarından uzaklaşırken Pamir dayanamayarak konuştu. "Buranın müdavimisin anladığım kadarıyla." Pamir'in sorduğu soruyla birlikte Devrim başını salladı. "Evet, hem okula yakın hem de kahveleri güzel." dediğinde Pamir mırıldandı. "Yakında bende müdavimi olacağım desene." Kastettiği elbette kahveler değildi, Devrim'in burayı sevmesi demek buluşmak için sık sık buraya gelmeleri demekti, Devrim'i görmek için sık sık buraya gelmesi demekti. Devrim tam olarak Pamir'i duymayarak ne dediğini çözmeye çalışırken daha fazla üstelemeyip konuştu. "Ailelerimizin tanışmasına gerçekten çok şaşırdım. Bunca yıl birbirimizi hiç görmememiz garip." Devrim'in konuşmasıyla birlikte Pamir başını salladı. "Aslında dediğim gibi ben seni en son bebekken gördüm, görünce bir aşinalık hissettim ama böyle olabileceğini düşünmedim." "Aslında benim seni tanımam gerekiyordu, bizde olan fotoğrafında nasılsan şimdi de aynısın." dedi Devrim fotoğraf karesi zihnine düşerken. Pamir ise hafifçe kaşlarını çattı. "Şu saçlarımın sıfır numara, dişlerimin yamuk yumuk göründüğü fotoğraftan mı bahsediyorsun?" Devrim, Pamir'in söylediği şeyle birlikte güldü. Tam olarak o fotoğraftan bahsediyordu. Garson kahvelerini getirdiğinde ikisi de aynı anda teşekkür ederek birbirlerine tekrardan döndüler. Pamir konuyu dağıtmamak için eliyle kendisini işaret etti. "Yani hala oradaki gibi çirkinim." sorgular bir biçimde kızdan cevap beklemeye başladı, bir anda Devrim'in bu konuda ne düşündüğünü merak etmişti. "Estağfurullah canım, yalnızca birkaç küçük dokunuşa ihtiyacın varmış" dedi Devrim kahvesinden bir yudum içerek. Git gide çekingenliği geçiyordu. Artık kendini daha da rahat hissettiğini söyleyebilirdi. Pamir başını iki yana sallayarak gözlerini devirdi. "Çok içim rahatladı var ya anlatamam." Karşılıklı kahvelerinden içerlerken aralarında bir sessizlik oluşmasıyla birlikte Pamir konuştu. "E anlatın bakalım savcı hanım?" dediğinde Devrim omuz silkti. "Ne anlatayım?" Pamir dikkatle kızın yüzünü incelerken mırıldandı. "Devrim Akyol kimdir, neyi sever, neyi sevmez?" Devrim büyükçe yutkunarak konuşmaya başladı. Madem Pamir bunları merak ediyordu, merakını gidermek gerekirdi. "Hukuk fakültesi 3.sınıf öğrencisi, savcı olmak isteyen bir kız Devrim. Aslında biraz utangaçtır ama sevdiklerinin yanında bir açıldı mı bir daha zor susturursun." dedi gülerek. Pamir başını omzuna doğru eğmiş gülümseyerek kızı dinlerken Devrim hararetli bir şekilde konuşmaya devam etti. "Böyle sorunca neyi sevip neyi sevmediğimi bilmiyorum ama mantardan nefret ettiğimi söylemem gerekir." dedi yüzünü buruşturarak. Pamir kızın tepkisine karşılık büyükçe gülerken konuştu. "Bunu aklıma yazdım o zaman, bir gün pizza yemeye gidersek seninkini mantarsız söylüyoruz." "Ha bir daha buluşacağız yani?" Devrim'in aniden söylediği şeyle birlikte Pamir duraksadı. Kızın yüz ifadesine bakarak onu analiz etmeye çalışırken cevap verdi. "Sende istersen eğer." diyerek kızın tepkisine baktı. Devrim usulca başını salladı. "İsterim." Pamir aldığı cevapla tatmin olurken Devrim genzini temizleyerek konuştu. "O zaman sen anlat Pamir Arslan kimdir?" dediğinde Pamir kollarını masaya koyarak düşünür gibi gözlerini kıstı. "Hmm, özel kuvvetlerde göreve başlayacak, biraz sıkıcı ama yeri geldiğinde komik olabilen bir adam diyebiliriz." "Asker olmaya nasıl karar verdin?" Devrim, Pamir'i dinlerken aklındaki soruyu dile getirmeden edememişti. Pamir'i daha yakından tanımak istiyordu. Pamir kızın sorusuyla birlikte yutkundu. "Bilmiyorum belki babamdan özendim, belki etrafımda gördüğüm askerlerden özendim bundan tam emin değilim ama vatanım için her şeyi yaparım, her şeyi göze alırım diye düşündüğüm ve bunu kabullendiğim an asker olmak istedim." Devrim, Pamir'in sözlerini dikkatle dinledi. Söyledikleri şeyler gerçekten kalbine dokunmuş gibiydi. İster babasından özensin ister başka bir şey için olsun karşısındaki adamın mesleği çok kutsaldı. Devrim bunun içinde büyümüş bir çocuk olarak Pamir'i çok iyi anlayabiliyordu. "Sen nasıl savcı olmaya karar verdin?" dedi Pamir merakla. Devrim düşüncelerinden sıyrılarak Pamir'e doğru baktı ve tebessüm etti. "Suçluları bulmak ve adalete teslim etmek düşüncesi beni heyecanlandırdı galiba. Küçüklüğümde de böyle katil bulmalı oyunlar oynardım öyle." diyerek kendini açıkladı. "Burçe'de hukuk okumak istiyor ama bakalım." diyen Pamir ile birlikte Devrim başını salladı. "Onunla konuştuk biraz, dışarıdan çok güzel görünüyor ama içine girince okumak epey zorluyor. Bahsettim ona da zorluklarından. O ne yapmak isterse." dedi Devrim tebessümle. Geçen hafta Burçe ile telefonda konuşmuşlardı uzun bir süre. Devrim ona nasıl çalışması gerektiğinden, kazanırsa ne yapması gerektiğinden, derslerden ve daha birçok şeyden bahsetmişti ve bu sohbetleri epey uzun sürmüştü. "Anlata anlata bitiremedi zaten. Devrim ablam bunu yapmış, Devrim ablam şunu dedi." Pamir kardeşinin taklidini yaparak konuşurken Devrim gülmemek için kendini sıkarak kaşlarını çattı. "Rahatsız olmuşa benziyorsunuz Pamir bey?" Pamir aldığı tepki ile duraksarken hızla kendini müdafaa etmeye çalıştı. "Yok canım ne rahatsız olması, aslında hoşuma gitmedi değil. Yani seni bir abla gibi benimsemiş." dedi Pamir toparlamaya çalışırken. Devrim ciddiliğini bozarak gülümserken başını salladı. "Bende onu benimsedim, çok tatlı." Sohbetleri devam ederken ikisi de bu durumdan gayet memnunlardı. Hayatları hakkında, yaşadıkları hakkında, aileleri hakkında birçok şeyden bahsederlerken zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştı ikisi de. Aralarında bugünden sonra bir bağ oluşmuştu ve bu bağ araya yıllar girse bile kolay kolay kopamayacak bir bağ haline gelecekti zamanla..
⁎⁎⁎⁎⁎ Günümüz.. "Şengül hanım evinin bahçesinde ölü olarak bulundu ve üzerinde bir not var. Notta diyor ki; Olacaklardan sorumlu olmadığımızı söylemiştik." Duyduğum sözleri algılamam saniyelerimi alırken yutkunamadım. Beynimde yankı yapan ses tüylerimin diken diken olmasına neden olurken ağzımdan yalnızca bir kelime çıktı. "Geliyorum." Telefonu kulağımdan indirirken abimin yanıma doğru adımladığını duydum. Yüzümü avuçlarının arasına alarak ona doğru bakmamamı sağlarken olanları sanki daha yeni algılıyor gibiydim. Şok bütün bedenimi sarmıştı. "Abicim, yüzün bembeyaz oldu? Kötü bir haber mi aldın?" Abimin sözleriyle büyükçe yutkundum. "Be-benim gitmem gerekiyor." diyerek oturduğum yerden ayağa kalkarken içimdeki suçluluk duygusuyla başa çıkamayacağımı hissettim. Onları dikkate almayan bendim, bu işin ucunun Şengül hanıma ulaşacağını düşünememiştim. Düşünmem gerekiyordu ama ben yapmamıştım. "Devrim, bir sakinleş önce. Sakin ol." abimin kolumu tutan elinden kurtularak odama doğru ilerledim hızlı adımlarla. Gardırobumdan birkaç parça kıyafet alarak hızlıca üzerimi değiştirdikten sonra odamdan çıktım. Beni koridorda bekleyen abim benim odamdan çıktığımı gördüğünde konuştu. "Bende geleyim seninle, yalnız gitme bu saatte." dediğinde başımı iki yana salladım. "Olmaz, hem merak etme gideceğim bölgede polisler olacak." dedim ona güven veren bir sesle. Abim pek ikna olmasa da mecburen beni onayladığında hiç beklemeden evden çıktım. Arabama ilerleyerek hızlıca Kemal baş komiserin bana attığı konuma ilerlemeye başladım. Bu tehdit mevzusunda ne kadar ciddi olduklarını anlamıştım ama bu davadan vazgeçecek değildim. Şimdi elimizde iki tane maktul vardı. Stresli bir şekilde arabamı sürmeye devam ederken beynimde dönüp duran düşüncelere engel olamıyordum. Biri daha öldürülmüştü, öldüren kişi muhtemelen aynı kişiydi. Bize şirketin ismini veren kişiyi yok etmişlerdi. Bunlar nasıl bir plan kurmuştu böyle? Olay yerine vardığımda arabamı park ederek indim ve hızlı bir şekilde eve doğru ilerlemeye başladım. Polisler etrafı sarı şeritle kapatmış, komşular dahil kimsenin içeriye bakmasına izin vermezken onların aralarından geçerek cesedin başında dikilen Kemal baş komiserin yanına ilerledim. Bakışlarım yerde yüz üstü bir şekilde yatan Şengül Hanım'a kaydığında gözlerimi kapattım istemsizce. Gözleri açık bir şekilde yerde uzanıyordu, uzandığı parke taşının üzerine epey kan akmıştı. Sırtında iki kurşun izi vardı. Mesleğimi her ne kadar sevsem de insan ceset görmeye pek alışamıyordu. Bakışlarım cesedin üzerindeyken bana doğru uzatılan delil torbasını elime aldım. Torbanın içindeki buruşmuş kağıda baktım. Bilgisayardan çıktı alındığı belli olan yazıyı bir kez de ben okudum içimden. 'Olacaklardan sorumlu olmadığımızı söylemiştik.' Sırf bana yardımcı oldu diye, sırf olayı kapatmadım diye bir insanın canına daha kıymışlardı. Bu duygu ağır geliyordu bana. Korkup bu dosyayı kapatsaydım yaptığım mesleğe olan saygımı yitirirdim ama ben davayı kapatmadım diye bir insan canından olmuştu. "Görgü tanığı var mı?" dedim bakışlarımı kağıdın üzerinden çekerek. Kemal baş komiser başını salladı. "Yan komşuları olayı görmemiş ama bahçeden yüzü maskeli birinin çıktığını görmüş. Sonra merak edip buraya geldiğinde Şengül hanımı yerde bularak direkt polisi aramış." dediğinde konuştum. "Komşuyu ifade için karakola alalım." Bakışlarım tekrardan Şengül Hanım'a doğru döndüğü sırada evin içinden ağlama ve anne diye sayıklan kızın sesini duyduğumda ciğerimin yandığını hissettim. Kızları Selin olmalıydı. Arka arkaya hem babasını hem annesini kaybetmişti. Bu onun için o kadar ağırdı ki kendimi onun yerine koyduğumda gözlerimin dolmasını engelleyemiyordum bile. Ağlamamak için dişlerimi sıkarken konuştum. "Etraf didik didik aranacak, o silahtan çıkan kovanlar burada bir yerde. Onları bulacaksınız baş komiserim. " dedim kendimi tutamayarak. Kemal baş komiser onayladı. "Arkadaşlar çoktan aramaya başladılar." Bakışlarım el feneriyle etrafa bakan polislere döndü. Gece vakti bulmak çok zordu, ancak gündüz didik didik arayabilirlerdi. Olay yeri incelemeden arkadaşlar ayak izi, parmak izi gibi şeylere bakarlarken tekrardan konuştum. "Buraya ekip yönlendiriyorsun, kuş uçmayacak. Bunu yapan kimse kovanları almaya gelebilir. Sabaha kadar nöbet tutacaklar burada anladın mı beni?" "Anladım sayın savcım." aldığım cevapla birlikte başımı salladım. Sinirlerim o kadar gerilmişti ki. Bakışlarımı tekrardan maktule çevirmeden mırıldandım. "Hızlıca otopsiye başlansın, bir an önce o sonuçları elimde görmek istiyorum." dedikten sonra ekledim. "O şirkette çalışan herkes ifadeye getirilecek, hepsi tek tek sorgulanacak. Ben emniyete geçiyorum. Sorguları bizzat izleyip katılacağım." "Emredersiniz savcım." dedikten sonra elindeki telsizle anons geçti Kemal baş komiser. Ekipler o şirkette çalışan kişilerin adreslerine ulaşıp onları ifadeye getirene kadar bende emniyete gidip o Mustafa denen herifin bulunması için her şeyi yapacaktım. Tutulan tutanak getirildiğinde kısaca göz gezdirip tutanağı imzaladıktan sonra olay yerinden ayrılarak arabama doğru ilerlemeye başladım. Arabama binmeden evvel kaputuna yaslanarak derin birkaç nefes aldım. Elimi boğazıma doğru götürürken gözlerimi sıkıca kapattım. O kız çocuğunun feryatları kulağımdan asla silinmeyecekti. Annesini kaybetmiş biri olarak onu en iyi ben anlardım. O hem annesini hem babasını kaybetmişti. Ben de hem sevdiğimi hem de annemi kaybetmiştim. Onun ki daha acıydı ama ölümün insan üzerinde bıraktığı etki aynıydı. Çalan telefonumla birlikte düşüncelerimden sıyrılarak telefonu çıkardım cebimden. Başsavcımın aradığını gördüğümde derin bir nefes alarak genzimi temizledikten sonra telefonu açtım ve kulağıma götürdüm. "Buyurun başsavcım?" "Olanları öğrendim Devrim savcım, aldığınız tehdidin öyle gelir geçer bir şey olmadığı belli oldu. İki tane evinizin önüne ve iki tane de size eşlik etmesi için arkadaşları ayarladım. Bundan sonra daha da dikkat etmek zorundayız." dediğinde onu onayladım. "Emredersiniz başsavcım." Artık reddetme gibi bir şansım yoktu. Ne kadar ciddi oldukları belli olmuştu. Halit başsavcım telefonu kapattığında yaslandığım yerden doğrularak şoför koltuğuna ilerledim. Arabama binerek çalıştırdım ve emniyete gitmek üzere yola koyuldum. Yolda giderken abimin numarasını tuşlayarak aradım. Çok beklemeden telefon açılırken abimin sesini duydum. "Efendim abicim?" abimin sesini duyduğumda hızlıca cevap verdim. "Abi, bu gece eve gelmeyeceğim. Beni merak etmeyin diye aradım." dediğimde abimin meraklı sesi kulaklarıma ulaştı. "Bir sorun mu var?" "Baktığım davada önemli bir gelişme oldu, onu takip etmem gerekiyor." dediğimde abimin onaylayan sesini duydum. "Peki güzelim, dikkat et kendine." telefonu kapatmadan evvel hızlıca araya girerek konuştum. "Bir de abi, kapının önüne iki tane sivil polis gelecek." Söylediğim şeyle birlikte telefonun diğer tarafından birkaç hışırtı sesi duydum. Muhtemelen oturduğu yerden kalkmıştı. "Neler oluyor Devrim?" ciddi bir şekilde sorduğu soruyla birlikte iç çektim. "Lütfen soru sorma abi, öyle olması gerekiyor güvenliğiniz için." "Bu kadar büyük neye karıştın sen Allah aşkına?" abimin hem endişeli hem de sıkıntılı sesiyle birlikte mırıldandım. "Bir bilsem." dedikten sonra ekledim. "Benim kapatmam gerekiyor, sabah görüşürüz." "Devrim dikkatli ol abicim, bu kadar önemli ne oluyor bilmiyorum ama Allah'a emanet ol." dediğinde o görmese de ufak bir tebessüm ettim. "Sizde." Telefonu kapattıktan sonra yoluma devam ettim. Kısa bir süre sonra emniyete vardığımda arabamı park edip hızlı adımlarla emniyetten içeri girdim. Cinayet bürosuna girdikten sonra Kemal baş komiserin odasına ilerlemeden evvel herkesin duyabileceği kadar yüksek sesle konuştum. "Herkes buraya toplanabilir mi?" Büroda bulunan polisler bana doğru yönelirken hızla konuşmaya başladım. "Mustafa Duran adlı şahıs ile ilgili bir gelişme var mı?" tek tek herkese bakarken polis memurlarından biri bana döndü. "Havaalanından çıkış yapmadı, evinde de yok." "Bulunabileceği tüm adresler araştırılmaya başlansın, o adamı ya bulunacak ya bulunacak başka bir seçenek yok." dedim otoriter bir sesle. Ardından emniyetten ayrılmadan evvel görev verdiğim polis memuru ile göz göze gelerek konuştum. "Telefonundan bir sonuç çıkmadı mı hala?" "Telefonundan nerede olduğunu takip ettik. Telefon sinyalleri en son ormanlık bir alanda görüldü. Ekipler gidip baktığında yalnızca telefon ele geçirildi ancak içindeki her şey yok edilmiş. Arama kayıtlarından telefonu atmadan evvel şirket hissedarlarından olan Hüseyin Korkmaz adlı kişiyle konuşulduğu tespit edildi." polis memurunun açıklamasıyla birlikte sert bir nefes aldım ve başımı salladım. Yine dört ayak üzerine düşmüşlerdi. Ancak Hüseyin Korkmaz adlı kişinin Mustafa Duran'ın yerini bildiğini varsayabilirdik. En son onunla konuştuğuna göre bilme ihtimali çok yüksekti. "Bu gece çok yoğun geçecekler arkadaşlar, işlenen cinayetle ilgili bugün bir sonuç elde edeceğiz. Hepinizin bu cinayete yoğunlaşmasını istiyorum. Deliller, telefon kayıtları, her şey tekrar tekrar incelenecek anlaşıldı mı?" dediğimde hepsinden net bir anlaşıldı cevabı aldım. Kemal baş komiserin odasına ilerlemeden önce bürodan polis memurlarıyla birlikte içeri giren birkaç adam gördüm. Muhtemelen şirketin çalışanları adreslerinden alınmaya başlamışlardı. Şirket için arama izni çıkartamıyordum çünkü elimizde somut bir delil yoktu. Bu adamların ifadeleri doğrultusunda bir şeylerin olacağını düşünüyordum. Getirilen adamların yanında ilerleyen takım elbiseli benim yaşlarımda olan bir adam gördüm. Göz göze gelirken bakışlarımı üzerinden çektim. Bu adamla daha öncede birkaç davada karşılaşmıştık. Avukat Aybars Güngör. Pek anlaşabildiğimiz söylenemezdi. Beni gördüğü gibi yanıma gelmeye başlarken büyükçe yutkundum. "İyi akşamlar sayın savcım, bu davayı siz mi yürütüyorsunuz?" sorduğu soruyla birlikte başımı salladım ve ciddi bir şekilde konuştum. "Evet, bir sorun mu vardı avukat bey?" Aybars bey omuz silkerken cevap verdi. "Elbette sorun yok ama müvekkilimin gecenin bu saatinde neden ifadeye çağırıldığını öğrenebilir miyim?" bana karşı hesap sorarmış gibi bir tavır sergileyen adama karşı kaşlarımı çattım. "Ne zaman ifadeye çağıracağıma ben karar veririm sanıyordum. Bana hesap mı soruyorsunuz?" dedim tek kaşımı kaldırarak. Karşımdaki adam kem küm ederek kendini açıklamaya çalışırken buna fırsat vermeyerek tekrardan konuştum. "İfadeye alındığında çağırılmasının sebebini öğrenirsiniz. Şimdi izninizle almam gereken ifadeler var." Sert bir şekilde söylediğim şeyden sonra adamın yanından uzaklaşmaya başladım. Gelmiş bir de bana hesap soruyordu. Bildiğim kadarıyla yıllardır avukattı ama hala üslup öğrenememişti. Böyle gergin durumlarda bir de böyle avukatlarla uğraşmak insanın sinirini bozuyordu. "Alalım beyefendiyi ifadeye." dedim polis memurlarından birine seslenerek. Sorgu odasına doğru ilerlemeden evvel üzerimdeki paltoyu ve çantamı Kemal baş komiserin odasına bıraktım. Ardından da sorgu odasına doğru ilerledim. Sorgu odasında loş ışığın altındaki masada gergince oturan adama dikkatle bakarken polis memurunun sesini duydum. "Hüseyin Korkmaz, Karcı adlı şirketin hissedarlarından biri." İşte bu güzeldi. Bu adamın her şeyden haberinin olması ihtimali yüksekti. Başını eğmiş masaya doğru baktığını gördüğümde onu incelemeye devam ettim. Olması gerektiğinden daha da gergindi sanki. Yanında oturan avukatı Aybars bey ise daha rahattı ona göre. "Diğer hissedarları da mutlaka alalım." dedikten sonra üzerimdeki gömleğin kollarını dirseğime kadar katlayarak sorgu odasının kapısını açtım. Bu gece çok yorucu olacaktı belli ki. İçeri girdiğimde direkt olarak masaya doğru ilerleyerek elimdeki dosyayı sertçe masaya bıraktım. Karşımdaki adam bundan irkilirken kaşlarım hafifçe çatıldı. Neydi onu bu kadar geren? Bunu umursamadan tam karşılarına oturduğumda benimle birlikte içeri giren polis memuru benim yanımdaki sandalyeye oturdu. "Evet savcım bizi aydınlatabilir misiniz? Öncelikle müvekkilim neden burada ve kendisine yöneltilen suç ne?" Bakışlarımı bana bakan adamdan çekerek konuşan avukatına doğru çevirdim. "Belki biliyorsunuzdur bir bilim insanımız öldürüldü." Cümlelerimi sıralarken dikkatle karşımdaki adama baktım. Herhangi bir hareketi onu ele verebilirdi. Ancak ilk defa duyuyormuş gibi tepkisiz davranıyordu. "Bunun müvekkilimi ilgilendiren tarafı nedir acaba?" "Mahmut Süer, bu isim size bir yerden tanıdık geliyor mu?" dedim avukatı duymazdan gelerek. Ardından önümdeki dosyanın içerisinde bulunan Mahmut beyin resmini çıkardım ve adama doğru uzattım. "Belki bu yardımcı olur." dedim sert bir sesle. "Ha-hayır tanımıyorum ben." Hüseyin beyin kendinden emin değilmişçesine söylediği cümle ile birlikte kaşlarım havalandı. "Öyle mi? Hisselerine sahip olduğunuz şirkette çalışan bilim insanını tanımıyorsunuz. Doğru mu anladım?" "Şirkette hissedar diye her türlü çalışanı bilmesi gerekmiyor değil mi?" avukatının itirazıyla birlikte bakışlarımı hızlıca avukata doğru çevirdim. "Böyle şirketlerde büyük projeler yapılırken tüm hissedarlar ortak karar vermezler mi avukat bey?" diye karşılık verdim sorgular bir biçimde. Aybars bey ve Hüseyin bey birbirlerine bakarlarken önümdeki dosyadan Mahmut beyle yapacakları projeyle ilgili alınan yönetim kurulu imzalı belgeyi çıkartarak önlerine koydum sertçe. Bu belgeyi Mahmut beyin eşi Şengül hanımdan almıştık. Ardından parmağımı Hüseyin beyin imzasının olduğu yere bastırdım. Ben hareketimle birlikte bakışları kağıda doğru kayarken konuştum. "Burada imzası olan kişilerden birisi de siz değil misiniz? İmzanın sizin olduğunu reddedebilir misiniz?" dedim tahammülsüz bir ses tonuyla Hüseyin beye bakarak. "Ben hiçbir şey bilmiyorum gerçekten, sadece adamın şirketin bünyesinde işler yapacağını biliyordum. Başka bir şey bilmiyorum yemin ederim." Adamın yalvarır biçimde konuşmasıyla birlikte tavrımdan ödün vermeden konuştum. "Mustafa Duran nerede?" dedim üstüne bastıra bastıra. Hüseyin bey başını iki yana sallarken mırıldandı. "Bilmiyorum." Verdiği cevapla birlikte derin bir nefes aldım. Ne kadar kolay yalan söyleyebiliyordu. "Onunla konuşmuşsunuz, elimizde her şey mevcut. Daha neyi zorluyorsunuz?" "Müvekkilim sessiz kalma hakkına sahip." diyerek araya giren avukatla birlikte sinirlerimin daha da gerildiğini hissettim. "O zaman bende gözaltı kararını çıkarttırıyorum. O zamana kadar sizi nezarethanede ağırlayalım." Oturduğum yerden hızlıca kalkarken önlerinde duran kağıdı ve fotoğrafı hışımla aldım ve sorgu odasının kapısına doğru ilerledim. Kapıyı açıp çıkacağım sırada Hüseyin beyin sesini duydum. "Keçiören, Sarıbeyler'de bir evde." Duyduğum cümle ile bakışlarımı Hüseyin beye çevirirken avukatının sertçe nefes verdiğini duydum. İnsanlar zora gelince nasıl güzel konuşuyorlardı böyle. "Ha şöyle, demek ki biliyormuşsunuz ha Hüseyin bey?" derken başımla yanımdaki polis memuruna işaret verdim. Polis memuru dışarı çıkarken içten içe seviniyordum. Mustafa denilen o şahıs bulunduğunda her şey daha da kolay olacaktı. Bu şirkette bir şeyler olduğu daha da kesinleşmişti artık. En azından ekipler şimdi yola çıkarsa adamı getirmeleri gece yarısını bulurdu. Bugün mutlaka ifadesini almam gerekiyordu. Hüseyin bey dediğim şeyle sessiz kalırken onlara doğru yaklaşarak ellerimi masaya yasladım ve Hüseyin beye doğru eğildim. "Mahmut beyi neden öldürdünüz?" dedim otoriter bir sesle tam gözlerinin içine bakarak. Sorduğum soruyla birlikte Hüseyin beyin gözleri fal taşı gibi açılırken kekeledi. "Ben- ben yapmadım." "Madem siz yapmadınız, kim yaptı onu söyleyin. Yalan söylemediğinizi nereden bileceğiz?" dediğimde panik bir şekilde konuştu. "Yemin ederim ben yapmadım. Kimin yaptığını söyleyemem, anlayın beni." dediğinde gözlerimi kapatarak derin bir iç çektim. "İki kişi öldürüldü Hüseyin bey, şuandan itibaren baş şüphelilerimizden biri sizsiniz." dedim tahammülsüz bir biçimde. Kesinlikle bir şeyler biliyordu ama söylememekte ısrarcıydı. Hatta katilin kim olduğunu bildiğine emindim ama ispatlayacak delilim yoktu. Gözlerinde büyük bir panik ve korku vardı. Katilin kim olduğunu söylerse olacaklardan korkuyordu, haksız da sayılmazdı ama şuan cinayeti bilip de susmaktan, katille işbirliği yapmaktan yargılanacaktı. "Sizi gözaltına alıyorum. Gözaltı süresi bittiğinde de sulh cezaya sevk edileceksiniz." diyerek ellerimi yasladığım masadan kaldırdım ve çıkmak için kapıya yöneldim. Ancak Aybars beyin sözleriyle adımlarım yavaşladı. "Elinizde yeterli kanıt yok savcım." diyen avukatla birlikte keskin bakışlarımı ona doğru çevirdim. Bakışımla birlikte afalladığını gördüğümde konuştum. "TCK madde 39 ve TCK madde 39/2 suça yardım etme ve suçun işlenmesinden sonra yardım ve yataklık. Bunca yıllık avukatsınız bu maddeleri bildiğinizi varsayıyorum." dedim tek kaşımı kaldırarak. Ardından ekledim. " Bu kanunlar doğrultusunda müvekkilinizin tutuklu yargılanacağını da anlamışsınızdır." dedim kendimden emin bir ifade ile. (🌟Maddeleri merak edersiniz diye en aşağıya bıraktım, bayağı bir uzun olduğu için buraya koyup sahneyi kesmek istemedim. Yine de maddeleri hemen cümlelerin altında okumak isterseniz bana belirtirseniz sevinirim:) Bende ona göre düzenlerim) Başka hiçbir şey söylemeden sorgu odasından çıktığımda kapıda bekleyen iki polis memuruna yönelerek konuştum. "İçerideki şahsı nezarethaneye alalım." emrimle birlikte polis memurları sorgu odasından içeri girerek Hüseyin beyi kollarından tuttular ve odadan çıkardılar. Hep birlikte nezarethaneye ilerlerlerken sorgu odasına giren Kemal baş komiseri gördüm. Bakışlarını Hüseyin beyden bana doğru çevirirken konuştum. "Hüseyin beyden doku örneği alınsın, Mahmut beyden çıkan dokuyla karşılaştıralım." Onun katil olmadığı belliydi ancak buna resmi olarak emin olmamız gerekiyordu. Yine de yardım ve yataklıktan belli bir ceza alacaktı. Akıllı davranırsa TCK madde 41'den faydalanıp gönüllü bir şekilde işlenen suçu ve yapan kişiyi itiraf ederse cezasında belli düzenlemeler yapılırdı, hatta cezası kaldırılabilirdi. "Şengül hanımın evinde bulunan kamera görüntüleri alındı mı?" dedim merakla. Kemal baş komiser beni onayladı. "Alındı savcım, arkadaşlar görüntüleri inceliyorlar." dediğinde usulca başımı salladım. Görüntüleri bende izlemek istiyordum. O yüzden görüntüleri inceleyen ekibin yanına gitmeden evvel tekrar konuştum. "Şengül hanımın komşusunun ifadesinden bir şey çıktı mı?" Ben burada sorgudayken Kemal baş komiser de komşunun ifadesini almıştı. Beklentiyle ona doğru bakarken Kemal baş komiserin sesini duydum. "Aynı şeyleri söyledi savcım. Uzun boylu, yüzü maskeyle kapalı simsiyah giyinmiş bir adamdan bahsetti. Adamın sadece arkasını gördüğü için yüzüyle ilgili pek bir bilgimiz yok." "Tanık koruma programına başvurulsun. Bir kayıp daha vermeye niyetim yok bugün. İfade verdi diye kadını da halledebilirler." Kemal baş komiser beni onaylarken aklıma takılan şeyle birlikte tekrardan konuştum. "Selin hala o evde mi?" "Teyzesi gelip aldı onu." dediğinde derin bir nefes verdim. O evde durması psikolojisi açısından hiç iyi olmazdı. İyi ki yakınları gelip almıştı. Bu durum beni sevindirmişti. Yine de psikolojisi uzun süre düzelmeyecekti bundan emindim. Yaşadığı şeyler hiç kolay değildi. "Şirket çalışanları getirilmeye devam ediliyor." dediğinde Kemal baş komisere baktım. "Çalışanların sorgularını siz yapın. Ben görüntüleri izlemeye gidiyorum. Hissedarların bu cinayetle bir ilgisi var ama çoğu çalışanın haberinin olmadığına eminim. Siz gerekeni yaparsınız baş komiserim." ona verdiğim görevi kabul eden Kemal baş komiser ile birlikte sorgu odasından çıktım. ◔◔◔ Saat epey ilerlemişti. Gözlerim yorgunluktan neredeyse kapanacaktı. İki bardak kahve içmiştim ama artık o bile etki etmiyordu. Baş ağrımda cabasıydı. Kameralardan bir şey çıkmamıştı. Belli ki kameraların hangi açıdan çektiğini bilecek kadar iyi evi incelemişlerdi. Aynı Şengül hanımın komşusu gibi kameralardan da adamın arkası görünüyordu. Adamın bahçeye girdiği an da yoktu. Muhtemelen arkadan dolanmıştı ya da duvardan atlamıştı. Şengül hanımın kurşunlandıktan sonra yere yığıldığı an net bir biçimde kamerada görünmüştü. Eline bana hitaben yazılmış kağıdın Şengül hanımın avucuna sıkıştırıldığı an da öyle. Adamın boy uzunluğu, kilosu belki tahmin edilebilirdi ama Türkiye'de onun boyunda ve kilosunda binlerce kişi vardı. Bu samanlıkta iğne aramak gibi bir şeydi. Bunların dışında çalışanların çoğu sorgulanmıştı ve tahmin ettiğimiz gibi neredeyse hiçbirinin bir şeyden haberi yoktu. Hüseyin bey gibi birkaç hisseder da gözaltına alınmış yarın sulh cezaya sevk edilecekti. Mustafa Duran denilen şahsın ise getirilmesi an meselesiydi. Ekipler onu almak için gittiği an polis memuruna ateş açmış ve kaçmaya çalışmıştı ancak en sonunda yakalanmıştı. Bu da onun her şeyi bildiğini belki de katilin ta kendisi olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Nihayet beyefendiyle tanışabilecektik. Masada oturmuş delillerin bulunduğu dosyayı incelerken bir yandan da elimdeki kalemi masaya vuruyordum. Sonunda bir şeyler çözüme ulaşmaya başlamıştı. Elimizde bu şirketle ilgili önemli şeyler de vardı. Bunlar doğrultusunda şirket için arama emri çıkarttıracaktım. Eminim ki sistemlerinde, bilgisayarlarında bir şeyler vardı. İçim biraz daha rahatlamıştı. Elleri kelepçeli kollarından polis memurları tutmuş olan bir adam girdiğinde oturduğum yerden kalktım. Heyecanla beklediğimiz o an gelmişti çok şükür. Kızgın bir boğa gibi soluyan adama baktığımda büyükçe yutkundum. Bakışlarından belliydi uğraştıracaktı bizi. "Mustafa bey getirildi savcım." diyen Kemal baş komiser ile bakışlarımı Mustafa denen adamdan çekmeden konuştum. "Sorgu odasına alın geliyorum." Mustafa bey odaya doğru götürülürken masada bulunan su şişesinden birkaç büyük yudum içtim. Bakışlarım koşar adımlarla içeri giren adama takıldı. Polis memurlarından birine bir şey sorduğunda polis memuru beni işaret etti. Adam yanıma doğru gelirken sesini duydum. "Dava ile ilgilenen savcı siz misiniz?" küçümser bir tavırla bana bakan adama karşılık kaşlarımı çattım. "Evet, bir sorun mu vardı?" "Hayır, sadece ne hakla müvekkilimi gözaltına aldığınızı öğrenmek istiyorum." dediğinde alayla güldüm. "Az sabır avukat bey, az sabır. İfade de her şeyi öğreneceksiniz ki ben her şeyden haberinizin olduğunu adım kadar iyi biliyorum." dediğimde adamın yüzünde oluşan ifade görülmeye değerdi. İçimden 'la havle' çekerek adamın yanından uzaklaşarak sorgu odasına ilerlemeye başladım. Bugün suçlularla uğraştığım yetmiyormuş gibi bir de avukatlarla uğraşıyordum. Bana sayıyla mı gönderiyorlardı anlamış değildim. Ben sorgu odasına girmeden evvel karşı tarafın avukatı müvekkilinin yanına geçerek oturdu. Derin bir nefes alarak sorgu odasına girdiğimde tam olarak karşılarına oturdum ve elimdeki dosyayı sertçe masaya bıraktım. Hüseyin beyin aksine Mustafa beyin tavırları daha soğuktu. İyi çalışmıştı rolüne belli ki. Kemal baş komiser de yanıma gelip oturduğunda genzimi temizledim. "Mahmut beyin ölümün cinayet olduğu belli oldu. Soru belli, siz mi öldürdünüz?" dedim Mustafa beyin gözlerinin en içine bakarak. Mustafa bey gözlerimin içine bakarak sessiz kalırken tekrar konuştum. "İşinizi yapmadığı için mi öldürdün yoksa başka bir sebep mi var?" "Mustafa beyin öldürdüğüne dair bir deliliniz var mı? Neye dayandırarak bunu soruyorsunuz?" avukatının sesini duyduğumda Mustafa beye baktım bir süre. Ardından büyük bir yavaşlıkla bakışlarımı avukata doğru baktım. "Ortadaki cesetlere, bulunan delillere, müvekkilinizin kaçmasına, kolluk kuvvetlerine çıkarttığı zorluğa ve ateş açmasına dayandırıyorum. Bu sizin için yeterli mi avukat?" dedim otoriter bir ses tonuyla ona sertçe bakarken. Avukat söylediğim şeyle birlikte susarken bakışlarımı tekrardan Mustafa beye çevirdim. "Mahmut beyi neden öldürdünüz?" sorumu yineleyerek adama bakmaya devam ederken Mustafa bey dik dik bana bakmaya devam ediyordu. Bakışlarından o kadar irrite oluyordum ki anlatamazdım. "Peki diğer soruya geçelim o zaman. Diyelim Mahmut beyle ilginiz yok. Neden kaçtınız?" dediğimde Mustafa beyden yine ve yine bir cevap alamadım. "Sessiz kalma hakkımızı kullanmak istiyoruz." avukatının söylediği şeyle birlikte başımı salladım. "Yani suçu kabul ediyorsunuz." Söylediğim şeyle birlikte avukat kaşlarını çatarak konuştu. "CMK 147. madde e fırkası savcı hanım. Müvekkilim sessiz kalabilir, bu onu suçlu çıkarmaz." diyerek bana üstten üstten bakarken alayla güldüm. "Onun suçlu olduğunu sizde benim kadar iyi biliyorsunuz avukat bey. İtiraf etmese dahi zaten birçok suçtan yargılanacak. TCK 170. madde, TCK 39. madde ve 39/2. madde. Bunları müvekkilinize anlatırsınız, belki o zaman konuşmaya karar verir." Oturduğum yerden hışımla kalkarak sorgu odasından çıktım. Ne zamana kadar susabilecekti bakalım? Eninde sonunda konuşacaktı. Bu adamda bir şeyler vardı. Kemal baş komiser benim arkamdan gelirken hızlıca ona doğru döndüm. "Bu adamın da doku örnekleri alınsın. Aynı diğerleri gibi nezarethaneye alın ancak dikkatli olun. Bu adamda bir şeyler var." dediğimde Kemal baş komiser beni onayladı. "Emredersiniz savcım." İfadeler bitmişti, Mustafa beyden elimize bir sonuç geçmediği için burada yapılacak başka bir şey yoktu ne yazık ki. Şirket için arama emri yarın sabahtan çıkardı ve oradan elimize geçen belgeler, bilgisayarlar ve sistemlerin incelenmesi günlerimizi alabilirdi. Yine de bıkmadan, usanmadan veya korkmadan bu işi bitirecektim ve Mahmut bey ile Şengül hanımın katillerini adalete teslim edecektim. ◔◔◔ Dün gece nöbetçi olmadığım halde dava ile ilgilendiğimden dolayı bugün izinliydim ancak öğleden sonra yine emniyete gidip durumlarla yakından alakadar olacaktım. Yavaş yavaş işin sonuna geliyorduk ve her şeyin pürüzsüz olmasını istiyordum. Sabaha karşı eve gelir gelmez uyumuştum. Babamda abimde ben eve geldiğimde mışıl mışıl uyuyorlardı. Öğlen çalan alarmımla birlikte gözlerimi zorlukla araladım. Yataktan kalkmayıp komodindeki telefonumu elime aldığımda Sinem'den gelen mesajı gördüm. Akşam buluşmayı teklif etmişti ancak şuan ona net bir cevap vermem zordu. Dava ile ilgili durumlar belli olduğunda ona cevap verecektim. 3 yıl önceye kadar bu bildirim panelinde onun ismini görmeye o kadar alışmıştım ki. Şimdi olmayışı kalbimde bir boşluk yaratıyordu. Ben daha uyurken, güneş yeni doğduğu zamanlarda günaydın mesajı alırdım ondan. Sabah kalkıp da telefonumu elime aldığımda onun güzel mesajlarını okuyup gülümserdim. Şimdi elimden gelen tek şey eski mesajlarımızı okumaktı. En son mesajı şehit olduğu günün sabahıydı, günlerdir ona ulaşamamamın verdiği panikle birçok mesaj atmıştım ona. Bana karşılık iyi olduğunu, onu merak etmemem gerektiğini, beni çok sevdiğini ve ona attığım bu mesajların ne kadar hoşuna gittiğini yazmıştı bana. Bu ondan aldığım son seni seviyorum mesajıydı. Bir daha ne onun ağzından duymuştum ne de mesajını okumuştum. Yaşaran gözlerimi elimle silerek burnumu çektim. Ümit Besen'in şarkı sözlerinde dediği gibi onu unutmaya benim ömrüm yetmezdi. 3 yıl geçmişti ama anılarımız benim kalbimde daha tazeydi, öyle de kalmaya devam edecekti. Alacaklı gibi kapının çalındığını duyduğumda dalmış olmanın verdiği etkiyle birlikte irkildim. Babamın da abimin de anahtarı vardı kapıyı açıp girerlerdi. Anahtarları da olsa böyle alacaklı gibi kapıyı yumruklamazlardı. Oturduğum yerden hızlıca kalkarak koltuğun üzerindeki çantama doğru uzandım. Dün gece arabadan aldığım silahımı içinden çıkartarak emniyet kilidini indirdim ve kapıya doğru ilerledim. Kapıda polis memurları vardı, onlara güvenim tamdı ama tedbiri elden bırakmamız gerekiyordu. Hele ki tehdit edilirken. Kapının deliğinden baktığımda abimi görmüş olmanın verdiği ferahlamayla birlikte derin bir nefes vererek silahımın emniyet kilidi düzelttim silahı antredeki vestiyerin üzerine bıraktım. Kapıyı aralarken bağırdım abime doğru. "Ne oluyor alacaklı gibi? Hem anahtarın nerede se-" diyeceğim sırada abimin sinir küpü olduğunu ve sinirden tüm vücudunun zangır zangır titrediğini görerek sözlerimi yarıda kestim. Ellerinin üzerinde gördüğüm kan lekeleriyle birlikte endişeyle ellerine doğru uzandım. "Hiih! Abi, ne oldu?" Burnuma gelen alkol kokusuyla birlikte yüzüm buruşurken abimin yüzüne doğru baktım. "Abi, içtin mi sen?" dedim şaşkınlıkla. Abim içmezdi ki, içtiğini çok nadir görmüştüm. Bir kadehten fazla içmezdi ama şimdi burnumun direğini sızlatacak kadar çok içmişti. "Çekil Devrim." Sözleri net çıkıyordu, sarhoş değildi ama yine de beyni bulanmıştı bakışların belliydi. Kolumdan tutup beni ittirirken peşinden içeri girdim ve kapıyı ardımızdan kapattım. Salona doğru ilerlediğini gördüğümde peşinden ilerlemeye devam ettim. Zihnimden bin bir türlü düşünce geçerken mırıldandım. "Abi neyin var?" diyerek oturduğu kanepede yanına oturdum. Abim eliyle yüzünü kapatırken dizlerini aşağı yukarı sallamaya devam ediyordu. Bakışlarımı yüzüne kapattığı ellerine doğru çevirdiğimde parmak boğumlarının açıldığını ve kanadığını gördüm. Daha doğrusu kanlar kurumuştu, canı çok yanıyor olmalıydı. Endişeyle ne olduğunu anlamaya çalışırken konuştum. "Abicim ben hemen ilk yardım çantasını alıp geliyorum." diyerek oturduğum yerden kalktım. Onu ilk defa böyle görüyordum. Ne olduğunu deli gibi merak etsem de sessizce yanında oturmam gerekiyordu çünkü biliyordum biraz sakinleştiğinde benimle ne olduğunu paylaşacaktı. Ben onun sırdaşıydım. İlk yardım çantasını alıp yanına geldiğimde tekrardan eski yerime oturarak yüzünde duran elini tuttum. Abim sert bir hamleyle elini ellerimden kurtarırken ısrarla elini tuttum. "Ne olur, izin ver bakayım." dedim yalvarırcasına. Çok kötü görünüyordu, onu böyle gördükçe ben üzülüyordum. Abim itiraz etmeden elini bana doğru uzatırken çantadan çıkardığım tentürdiyottu pamuğa dökerek elindeki yaraların üzerine götürdüm. Acıyor mu diye yüzüne doğru baktığımda hiçbir mimiğinin kımıldamadığını görüp onun yerine ben yüzümü buruşturdum. Ne yaşamıştı da böyle hissizdi? Yarayı temizledikten sonra üzerine merhem sürdüm ve kullandığım eşyalarımı kaldırdım. Çantayı masanın üzerine bıraktıktan sonra abime tekrardan baktım. Sırtını kanepenin başlığına yaslamış ve karşıya bakıyordu. Kasılan çenesinden dişlerini sıktığını görebiliyordum. İyi ki babam evde değildi de onun bu halini görmemişti. Yanına yaklaşarak biraz önce oturduğum yere dizlerimi koyarak ona doğru döndüm ve yüzüne bakmaya çalıştım. "Abi, abicim ne oldu ha? Anlat bana lütfen." dedim üzgün bir sesle. Abimden bir cevap gelmezken tekrar mırıldandım. "Sen içmezsin ki abi, ne oldu da içtin?" dedim endişeyle yüzünü incelerken. "Gördüklerimi unutmam gerekiyordu.." duyduğum fısıltı ile kaşlarımı çatarken dikkatlice yüzüne doğru baktım anlamak için. Abimse alayla güldü. "Unutamadım, şu beynimde dönüp duruyor o sahneler." diyerek işaret parmağını başına bastırırken büyükçe yutkundum. Bugün Duru'ya gidecekti, söylediği şeyler Duru ile mi ilgiliydi? Muhtemelen öyleydi. Ne görmüştü bu kadar onu bu kadar dağıtacak kadar. Zihnimden geçen şeyler hiç iyi şeyler değildi, bunu abime yapmış olamazdı. Onu sevmiyordum evet ama bu kadarını da yapmayacağına inanıyordum. Abimin bakışları usulca bana döndüğünde sesini tekrar duydum. "Ne kadar acınası duruyorum değil mi?" dediğinde hızla başımı iki yana salladım. "Hayır, her zaman olduğu gibi güçlüsün." dedim itiraz ederek. Bakışlarını benden çekerek pansuman yaptığım ellerine doğru çevirdi abim. Bir süre ikimizde sessiz kalırken abimin çaresiz sesini duydum. "Aldattı beni." duyduğum cümleyle birlikte şaşkınlıkla açılan ağzıma elimi kapattım. Duru'dan her şeyi beklerdim de bunu asla beklemezdim. Bunu abime nasıl yapardı, onu bu kadar çok seven abime nasıl kıyardı? Gözlerim anında dolarken abimin haline bakıp Duru'ya küfür ettim içimden. Dağ gibi abimi ne hale düşürmüştü. Korktuğum başıma gelmişti. Neden içtiğini anlamıştım artık. İnsanlar içtiğinde unutacaklarını düşünürlerdi, belki belli bir süreliğine unuturlardı ama ayılınca her şey bir bir zihinlerine tekrar dolardı. Abimde unutmak istemişti ama unutamazdı, bu yaşadığı şey ona büyük bir güvensizlik olarak geri dönecekti. Biz gönül meselelerinde ne kadar da şanslıydık böyle. "Gözlerimle gördüm Devrim, yatakta bastım onları. Sonra da adamı bir güzel dövdüm. Yalvardı bana onu bırakmam için. Bana yalvardı." dedi iç acıtan bir sesle. Akan gözyaşlarımı hızla temizlerken ne diyeceğimi bilemedim. Söyledikleri içimi yakıyordu. Nasıl teselli edilirdi bilmiyordum. "Ama kabahat benim burada, benim sevdiğim gibi o da beni sever sandım. Güvendim." dedikten sonra eliyle kafasına vurmaya başladı. Aynı zamanda da mırıldanıyordu. "Ah salak kafam, nasıl anlamam! nasıl?" Onu engellemek için ellerini tutmaya çalıştım ama benden o kadar güçlüydü ki engelleyemiyordum bile. Hızla diz çöktüğüm yerde doğrularak kendime doğru çektim ve başını göğsüme yaslamasını sağladım. "Yapma abi, nolursun." dedim gözyaşlarımı akıtarak. Sarılmamla birlikte ellerini indirirken bana sarılmadı ama bunun ona iyi geleceğini biliyordum. Çünkü bende hep böyle olurdu. Başını göğsüme yaslamış sakinleşirken derin derin nefesler alıp verdiğini duydum. Abimi bu hale düşürdüğü için Duru şimdi karşıma çıksa onu öldürmekten beter yapardım. Nefret ediyordum ondan. Nasıl yapabilmişti bunu? Ona köpek gibi aşık olan abimi nasıl aldatabilmişti, nasıl bir vicdansızlıktı bu? Ellerimle usul usul saçlarını severken onun iyice sakinleşmesini bekledim. Kendine zarar vermesinden dahası hırslanıp Duru'ya ya da diğer adama bir şey yapmasından epey korkuyordum. Onlara bir şey olması umurumda bile değildi ama onlar yüzünden abimin başının yanmasına izin vermezdim. Abim başını göğsümden kaldırırken eliyle yüzünü sıvazlayarak genzini temizledi. "İyiyim ben, daha da iyi olacağım." kendini inandırmak için söylediği şeylerle büyükçe yutkundum. Keşke buna inanabilseydim. Abimin Duru'yu bu kadar çabuk kafasından atması zordu. "Sen işe gitmiyor musun?" Abim durgun bir biçimde bana bakarken başımı iki yana salladım. "Seni böyle bırakıp gidemem ki." dediğimde abim gözlerime doğru baktı. Dünden bugüne kadar değişmişti bakışları, dün benimle uğraşan muzip abim gitmişti. Yerine başkası gelmişti. Bu yaşadıkları çok ağırdı. "Ben iyiyim Devrim, benim için işini erteleme." Söylediği şeyle kaşlarım çatıldı anında. "O ne demek abi? Tabii ki yanında olacağım." dedim kızgın bir sesle. Pamir'in şehit olduğu haberi geldiğinde abim her an benim bana destek olmuştu. Geceleri yatağımda ağlarken beni kolları arasına almış şefkatiyle sarıp sarmalamıştı. Acıdan dayanamadığım zamanlarda başımda beklemişti. Yemek yemediğimde kendi elleriyle zorla yemek yedirmişti. Sözleriyle teselli etmeye çalışmış bunu başaramadığında ise beni sarıp sarmalamıştı. Şimdi sıra bendeydi. Son konuşmamızdan sonra abim başka bir şey söylememiş kendi iç dünyasına kapanmıştı. Bende çok üzerine gitmemiştim. Arada sırada gördüğü anı tasvir ederek onlardan daha da iğrenmeme neden olmuş ve sessizliğine devam etmişti. Bende bu sırada Sinem'e mesaj atmış ve buluşamayacağımızı söylemiştim. Kemal baş komiseri arayıp durumla ilgili bilgi almıştım. Mustafa denen adam hala konuşmamıştı ne yazık ki. Çıkarttığım arama izni doğrultusunda şirket didik didik aranmış birçok şey ele geçirilmişti, onların incelemesi de hala sürmekteydi. Muhtemelen yarın adliyeye gittiğimde birçok bilgi elimizde olacaktı ve bizde deliller doğrultusunda katile bir adım daha yaklaşacaktık. Akşam üzeri babam arayıp bu akşam Pamir'in babası Serhat amcamla birlikte yemeğe çıkacaklarının bilgisini vermişti. Ne yalan söyleyeyim buna çok sevinmiştim, en azından abim kendini birazcık daha toparlayabilirdi. Duru konusunda babamla abim ilk başlarda biraz tartışmışlardı. Babam görür görmez Duru'yu çözmüştü ve bunu abime de söylemişti ama abim itiraz etmişti. Babam ben demiştim demezdi belki ama bakışlarıyla bunu hissettirirdi. Abimin gözlerinde Duru'ya sonsuz bir şekilde güvenmenin ve dibine kadar savunmanın pişmanlığı vardı. Babama karşı onu çok savunmuştu ve şimdi bunun karşılığı koca bir hiçti. Abimle birlikte yememiz için hazırladığım salatayı masaya koyduktan sonra mutfaktan çıkarak salona doğru ilerledim. Abimin elinde telefonuyla bir şeyler yaptığını gördüğümde konuştum. "Yemek hazır abi." Ona seslenmemle birlikte hiçbir tepki vermezken yanına doğru adımlar attım. Yanına oturarak telefonunun ekranına baktığımda Duru ile olan fotoğraflarına baktığını görerek iç geçirdim. Abim fotoğrafları bir bir silerken hüzünle ikisinin resmine baktım. İlk zamanlar ikisi de gerçekten mutluydu. Peki Duru ne zamandan beri abimi aldatıyordu? Bu tarz sorular zihnimi çok fazla kurcalıyordu ama soramıyordum. "Abi, yemek hazır. Hadi gidelim." dedim yüzüne doğru bakarak. Abim bakışlarını bana çevirmeden mırıldandı. "Aç değilim Devrim." söylediği şeyle birlikte dudaklarımı birbirine bastırdım. Açtı bunu biliyordum ama gördüklerinden sonra yemek yemeyi midesi almayabilirdi. Yine de yemesi gerekiyordu, böyle kendini kapatamazdı. "Olmaz öyle ama. Sen kardeşinin yemeklerini özlemedin mi? Ben seninle yemek yemeyi çok özledim." dedim ona beklentiyle bakarak. Aklını biraz olsun dağıtmak istiyordum ama nasıl yapacağım konusunda bir fikrim bile yoktu. Abim bana doğru baktığında başımı omzuma doğru eğerek gözlerimi kırpıştırdım. Böyle yapmama dayanamazdı. Ki düşündüğüm gibi de olmuştu. Dudaklarında küçük bir kıvrılma meydana geldiğinde isteğimi almış olmanın sevinciyle gülümsedim. "Sana cadı deyince kızıyorsun ama şu yaptığınla tam bir bebeksin." dediğinde hafifçe kaşlarım çatıldı. Abimse tekrardan konuştu. "Beni nasıl ikna edeceğini biliyorsun, gidelim bakalım." Her ne kadar sesi keyifsiz çıksa da beni kırmamak için yaptığı şey çok güzeldi. Birlikte salondan çıkıp mutfağa girdiğimizde abim masadaki yerine geçerek oturdu. Çorbaları kaseye koyduktan sonra bende yerime geçtiğimde beklentiyle abime doğru baktım çorbayı içmesi için. Ne yaptığımı algılayıp çorbadan birkaç yudum içtiğinde mırıltısını duydum. "Çok güzel olmuş, ellerine sağlık güzelim." dediğinde tebessüm ettim. "Afiyet olsun." Abime cevap verdikten sonra çorbamdan içerken göz ucuyla abime bakmaya devam ediyordum. Çorbasını yemeyip kaşıkla oynamaya devam ediyordu. "Ben yarın Şırnak'a dönüyorum." abimin söylediği şeyle birlikte bakışlarımı aniden çorbamdan kaldırarak ona doğru baktım. "Bu kadar çabuk mu?" hayal kırıklığı içinde ona doğru bakarken abim usulca başını salladı. Haksızlıktı bu. Ben daha ona doyamamıştım ki. Adam gibi oturup iki sohbet bile edememiştik. Abim buraya geldiğinde her şeyin güzel olacağını düşünmüş ve sevinmiştim. Şimdi onun tekrardan gideceğini duymak kalbimde tekrardan korkunun yeşermesine neden olmuştu. "Gitme abi, iznin bittiğinde gidemez misin?" dedim onu ikna etmek için. En azından bir iki gün daha benimle kalsın istiyordum. Oraya gidecek tek başına düşünüp kuracaktı. Bu onun görevde hata yapmasına bile neden olabilirdi. Onun için korkuyordum, hem de çok.. Bakışlarını bana doğru çevirdiğinde başını iki yana salladı. "Yarın geceye bilet aldım bile. Böylesi benim için daha iyi olacak inan bana." dediğinde hiçbir şey diyemedim. O çoktan kararını vermişti bile. Ben ne kadar itiraz edersem edeyim kabul etmeyecekti. Yemeğimiz sessizlik içinde devam etmişti, daha doğru buna yemek demek doğru değildi. Abimin söylediği şeyle birlikte bende de iştah falan kalmamıştı. İkimizde öylece tabağımızdaki yemeklerle oynayıp sofradan kalkmıştık. Bulaşıkları el birliği ile topladıktan sonra abim yalnız kalmak istediğini söyleyip odasına çekilmişti ve bende kendi odama geçip günler sonra ilk defa kendime vakit ayırmıştım. ◔◔◔ Sabah işe gitmek için erkenden uyanmıştım. Ben uyandığımda babam çoktan uyanmış ve bizim için kahvaltıyı hazırlamıştı bile. Onunla birlikte ufak bir sohbet eşliğinde kahvaltımı yapmış hazırlanmak üzere odama gitmiştim. Koyu gri blazer ceket ve pantolon takımımı giydikten sonra orta uzunlukta olan saçlarımı maşalayarak omuzlarıma dökülmelerine izin verdim. (Şimdi size bir soru daha sormak istiyorum, Devrim'in giydiği şeyleri bölüm içerisine mi koyayım yoksa bölüm bitiminde mi koyayım? Çoğunluğa göre birlikte karar verelim) Hafif bir makyajdan sonra odamdan çıktım ve hemen benim odamın yanında odası bulunan abime bakmak için kapıyı çaldım. İçeriden bir ses almayınca yavaşça kapıyı açarak usulca başımı içeri doğru uzattım. Abimin hala uyuduğunu görerek kapıyı kapattım. Dün gece geç saatlere kadar uyumamıştı bundan emindim. Babamla vedalaştıktan sonra evden çıkarak benim için ayarlanmış olan araca bindim korumalarım eşliğinde. Halit başsavcımın talimatıyla korunaklı bir araç tahsis edilmişti ve korumalar da bana eşlik edecekti bir süre. Hep birlikte adliyeye doğru yola çıktığımızda kendimi sabırsız hissediyordum. Kemal baş komiser incelemesi bitmiş olan belgeleri odama bıraktığını söylemişti. Hızlıca odama geçerek onları incelemek istiyordum. Adliyeye ulaştığımızda şoför beni adliyenin önünde indirmişti ve ben bana eşlik eden korumalarla birlikte adliyeden giriş yapmıştım. Her sabah olduğu gibi bana selam veren herkese nazikçe selam vererek odama ilerlerken çoğu kişini bakışlarını üzerime çekmeyi başarmıştım. Odamdan içeri girmeden evvel beni karşılayan Hatice Hanım'dan kahve isteyerek odama girdim ve kabanımı astıktan sonra masama oturdum. Benimle birlikte gelen arkadaş benim sağ salim odama girdiğime emin olduktan sonra beni beklemek üzere araca geri dönmüştü muhtemelen. Delillerin bulunduğu dosyayı açarak hızlıca incelemeye başladım. Şengül hanımın bedeninden çıkartılan kurşun çekirdeklerinin kovanları bulunmuştu ve birbirleriyle uyumlulardı. Mermilerin incelenmesiyle birlikte hangi model silahtan çıktığı da tespit edilmişti. Mustafa beyin de sahip olduğu silahlardan biriyle uyuşuyordu mermiler. Ancak Mustafa beyin elinde herhangi bir barut izine rastlanmamıştı. Yani Şengül hanımı o öldürmemişti zaten boyu da kilosu da kamerada gördüğümüz adamla eşleşmiyordu. Ancak bu emri onun vermediğini kanıtlamazdı. Ancak kendi silahıyla birini öldürtecek kadar da salak olmadığını düşünüyordum. Mahmut beyin tırnaklarından çıkan doku ise bizim alıp gönderdiğimiz hiçbir örnekle eşleşmiyordu. Yani Mustafa beyin bununla da bir ilgisi yoktu ve yine Mahmut beyi öldürmemesi bu emri vermediğini kanıtlamazdı. Ki tahminimce Mahmut beyi öldüren kişi ile Şengül hanımı öldüren kişi aynıydı ve belki de bunların azmettiricisi Mustafa beydi. Şirketteki incelenen belgelerde birçok suç tespit edilmişti. Kara para aklamak, uyuşturucu alıp satmak gibi akla gelebilecek çoğu suçla ilgili belgeler ele geçirilmişti. Bu belgelerin altında imzası olan herkes gözaltındaydı ve çıkarılacakları mahkemede tutuklu yargılanmaları için güzel bir iddianame hazırlayacaktım. Kapının çalınmasıyla birlikte başımı dosyadan kaldırarak komut verdim. "Girin." Kapı açıldığında içeri elinde kahve fincanlarıyla gelen Sinem'i gördüm. "Hatice hanımdan zorla aldım bunları, dün buluşamadık bugün yanına uğrayayım dedim." Gülerek ayağa kalkarken konuştum. "Hoş geldin, çok iyi yapmışsın." Sinem elindeki kahve fincanlarından birini benim önüme birini de kendi oturacağı sandalyenin önündeki sehpaya bıraktıktan sonra bana doğru yaklaştı. Yanaklarımızı değdirerek selamlaştıktan sonra Sinem kendi yerine geçerken bende biraz önce kalktığım yere oturdum. Sinem'in getirdiği kahveden bir yudum içerek kendime gelirken Sinem'in sesini duydum. "Dün söylediklerin gerçek miydi?" "Maalesef ki gerçekti." dedim durgun bir sesle. Dün Sinem'e buluşamayacağımızı söylerken ufak bir şeyler çıtlatmıştım. Verdiğim cevapla birlikte Sinem derin bir iç çekti. "İnanmıyorum ya, Bora abim gibi birine nasıl yapılır bu?" Bende inanamıyordum ki. Başımı iki yana sallayarak mırıldandım. "Bende bilmiyorum, Duru'dan beklemezdim hiç. Tam bir orospu çıktı." dedim dayanamayarak. Normalde argo kelimeleri kullanmayı sevmezdim daha doğrusu içimden söylesem de dışımdan söylemeyi tercih etmezdim ancak Duru öyle bir noktaya getirmişti ki beni. "Öyle çıktı vallahi, Bora abim nasıl şimdi?" Sinem meraklı gözlerle bana bakarken iç çektim. "Nasıl olsun, çok üzgündü ama iyiymiş havası veriyordu bir yandan da. Bugün dönecekmiş Şırnak'a." dedim üzgünce. "Onu da anlamak lazım, oraya dönünce işlerine yoğunlaşacak. Unuturum sanıyor ama biraz zor olacak atlatması." dedi Sinem düşünceli bir şekilde. Sinem'in söylediklerine hak verircesine başımı salladım. "Öyle, biraz zor olacak ama atlatacak buna eminim." Sinemle uzun yıllardır arkadaş olduğumuz için abimi yakından tanıyordu. Kaç kere bize gelmişti, ailemle tanışmıştı. Abim neredeyse onunda abisi gibi olmuştu. Düşünceli bir biçimde kahvemden içerken Sinem tekrardan konuştu. "Aslında iyi oldu biliyor musun? Duru hiçbir zaman hak etmemişti onu. Öyle üstten bakmalar, şımarıklıklar falan yani kızı ilk gördüğümde Bora abimin zevki ne kötü demiştim." Sinem'in dedikleriyle birlikte gülmeden edemedim. Haklıydı. Bende, babamda, Sinem'de kızın gerçek yüzünü görmüştük ama abim görememişti. Aşkın gözü kördür diye buna diyorlardı şimdi anlamıştım. "Abimde bunu acı bir şekilde öğrendi ne yazık ki." dedim burukça. Sinem başını sallayarak beni onaylarken kahvesinden bir yudum içti. Kapının çalınmasıyla birlikte genzimi temizleyerek komut verdim. "Girin." dediğimde kapının açılarak içeri Hatice hanımın girdiğini gördüm. Meraklı gözlerle ona bakarken Hatice hanım konuştu. "Başsavcım sizi çağırıyor savcım." "Tamam, geliyorum." dediğimde Sinem'in oturduğu yerden kalktığını gördüm. Bana doğru dönerek mırıldandı. "Gideyim ben, sonra yine haberleşiriz." dediğinde onayladım. Sinemle birlikte odamdan çıkarken o kendi odasına gitmek için merdivenlere ilerlerken ben başsavcımın odasına ilerledim. Odaya ulaştığımda kapıyı çalarak duyduğum konutla birlikte içeri girdim. Halit başsavcım beni gördüğünde konuştum. "Beni emretmişsiniz başsavcım." dediğimde Halit başsavcım eliyle karşısındaki sandalyeleri gösterdi. "Oturun Devrim savcım." İşaret ettiği yere geçip oturduktan sonra merakla başsavcıma doğru döndüm. Ne hakkında konuşmak istiyor merak ediyordum. Muhtemelen davayla ilgili gelişmeleri soracaktı. "Bir sorun yok inşallah." dediğimde Halit başsavcı derin bir iç çekti. "Bende öyle olmasını isterdim ama maalesef." Verdiği cevapla birlikte kaşlarım çatılırken Halit başsavcı masasının üzerinde duran zarfı bana doğru uzattı. Zarfı elinden alırken merakla mırıldandım. "Bu nedir?" zarfı açmaya başladığımda Halit başsavcımın sesini duydum. "Görev yeri değişikliği yazısı." Duyduğum şeyle birlikte şaşkınlığa uğrarken zarfın içinden çıkan yazıyı okudum. Okuduklarımla birlikte iyice şaşırırken mırıldandım. "Bu nasıl olabilir başsavcım?" Hala okuduklarımı algılamaya çalışırken başsavcımın sesini duydum. "Emir büyük yerden Devrim. Yeni görev yerin Hakkari, umarım senin için hayırlısı olur."
Bölüm Sonu ‣‣‣ Bölümümüzü nasıl buldunuz, beğendiniz mi? ‣‣‣ Devrim ve Pamir sahneleri nasıldı? ‣‣‣ Duru'nun gerçek yüzünü de görmüş olduk, peki ondan kurtulabilecek miyiz sizce? Bora bebeğime çok üzüldüm ama böylesi onun için daha iyi olacak bence:) ‣‣‣ Sorgu sahnelerimiz nasıldı? Beğenmişsinizdir umarım. ‣‣‣ Katille ilgili bir fikriniz var mı? Ya da olan olaylarla ilgili düşünceleriniz neler? ‣‣‣ Bölüm sonu hakkında ne düşünüyorsunuz? Artık Ankara faslı bitti bizim için. Yeni mekanımız Hakkari:) Arkadaşlar belki fark etmiyorsunuz ama kitaplarımı cidden emek vererek yazıyorum. Bunun karşılığında da oy ve yorum istiyorum. Gerçekten ben sizlere bu kadar değer vermeye çalışırken sizin beni umursamamanız üzüyor. Kitap 1000 kişi tarafından okunsa oylar da yorumlar da tamam diyeceğim ama 10.000 kişi okumaya ulaştı sizce bu kadar oy ve yorum yeterli mi:( Maddeleri koyacağımı söylemiştim buyrunuz; ⚠️Türk Ceza Kanunu Madde 39- (1) Suçun işlenmesine yardım eden kişiye, işlenen suçun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirmesi halinde, onbeş yıldan yirmi yıla; müebbet hapis cezasını gerektirmesi halinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde cezanın yarısı indirilir. Ancak, bu durumda verilecek ceza sekiz yılı geçemez. (2) Aşağıdaki hallerde kişi işlenen suçtan dolayı yardım eden sıfatıyla sorumlu olur: a) Suç işlemeye teşvik etmek veya suç işleme kararını kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat etmek. b) Suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek veya fiilin işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak. c) Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak. ⚠️Türk Ceza Kanunu Madde 41- (1) İştirak halinde işlenen suçlarda, sadece gönüllü vazgeçen suç ortağı,gönüllü vazgeçme hükümlerinden yararlanır. (2) Suçun; a) Gönüllü vazgeçenin gösterdiği gayreti dışında başka bir sebeple işlenmemiş olması, b) Gönüllü vazgeçenin bütün gayretine rağmen işlenmiş olması, Hallerinde de gönüllü vazgeçme hükümleri uygulanır. Gönüllü vazgeçme, failin suçun icra hareketlerini tamamlamaktan kendi isteği ile cayması ya da kendi çabaları ile suçun tamamlanmasını engellemesidir. Gönüllü vazgeçme cezayı kaldıran bir sebeptir. ⚠️Türk Ceza Kanunu Madde 170- (1) Kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından tehlikeli olacak biçimde ya da kişilerde korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda; a) Yangın çıkaran, b) Bina çökmesine, toprak kaymasına, çığ düşmesine, sel veya taşkına neden olan, c) Silahla ateş eden veya patlayıcı madde kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. ⚠️Ceza Muhakemesi Kanunu Madde 147 – e) Şüpheli veya sanığın yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğu söylenir. |
0% |