Yeni Üyelik
32.
Bölüm

Kaybolan Yıllar| 30

@mutlusonsuz222

🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...

 

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın..

 

30.Bölüm

Yazarın anlatımından Sinem ve Hakan,

Sinem gözleri kapalı bir şekilde midesindeki bulantıyla baş etmeye çalışıyordu. Zihni o kadar çok karışmıştı ki gerçekle hayali ayırt edemeyecek kıvama gelmişti. İçip içip sarhoş olmayı planlamamıştı ama kendini durduramamıştı. Arkadaşıyla sohbet ederken kendini dizginlememiş ve içmişti.

Sinem bu haldeyken Hakan’da bir yandan ona bakıyor bir yandan da arabayı sürüyordu. Kızın buruşmuş yüzünden midesinin bulandığını anlarken içinden bu kadar içecek ne var diye geçiriyordu. Aynı zamanda arabaya binmeden evvel kızın söylediği cümlelerde yüzünde sırıtış oluşmasına neden oluyordu. Sinem sarhoşken böyle tatlıysa hep mi sarhoş etsek diye içinden geçirmeden duramıyordu.

“Beni kaçırıyor musun?” Sinem aniden gelen aydınlanma ile gözlerini aralayıp yola bakarken gittikleri yolu tanıyamayarak panik içinde konuştu. Hakan şaşkınca Sinem’e döndü. “Ne? Neden kaçıracakmışım seni?” dediğinde Sinem kıstığı gözleriyle tekrar baktı yola. “Bu yol İzmir’e gitmiyor mu?” Saçmaladığını bilmeden konuşmaya devam ederken Hakan gülerek konuştu. “İzmir’e mi gitmek istiyorsun?”

“Sen götürürsen giderim.” Sinem hevesle konuştuğunda Hakan tek kaşını kaldırdı. “Öyle mi? O zaman Fizan’a da gitsek gelirsin benimle.” Dediğinde Sinem başını salladı. “Gelirim.” Sarhoşluğun etkisiyle ne dediğini bilmeden konuşurken sabah uyandığında bundan çok utanacağından habersizdi.

Sinem’in açık açık ona yürümesiyle Hakan keyifli bir şekilde arabasını sürmeye devam etti. Sinem ise bakışlarını tekrardan yola çevirdikten sonra jetonu yeni düşmüşçesine panik içinde konuştu. “Ben senin gibi gıcık bir herifle hiçbir yere gelmem!” Ani çıkışıyla birlikte Hakan şaşırdı. “Hani benimle her yere gelirdin, öyle dedin biraz önce.” Dedi masum masum.

“O biraz önceydi, bu şimdiki düşüncem. O kadar gıcıksın ki Hako ama garip bir şekilde şu an öyle davranmıyorsun.” Sinem dilini tutamayıp konuşurken Hakan duyduğu hitapla sesli bir şekilde güldü. Sinem bu gülüşle kaşlarını çatıp Hakan’a baktı. “Komik mi! Ne gülüyorsun yanımda.” Diye çıkışırken Hakan gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Ardından konuştu. “Şu an nasıl davranıyorum?”

Sinem’in biraz önce söylediği cümleyi açmasını bekleyerek ona doğru baktı Hakan. Sinem ise iç çekerek gülümsedi. “Öyle merhametli, düşünceli, sanki beni seviyormuş gibi.” Dedikten sonra elini kalbine yasladı. Hakan kızın içi gidermiş gibi bayık bayık ona baktığını gördüğünde karizmatik bir biçimde gülümsedi. “Belki seviyorumdur.” Kızın duymaması için fısıldadı bu cümleyi. Zaten duysa bile Sinem bunları sabah hatırlamayacaktı ya da o öyle sanıyordu.

“Devrim nerede!?” Sinem panik olarak oturduğu yerden doğruldu. Koltukta gevşemişken aklına takılmıştı arkadaşı. Koltukta arkasına doğru döndü. Devrim’i göremeyip telaşla konuştu. “Hako, Devo nerede? Yine o Pamir aldı götürdü değil mi? Hep alıp götürüyor zaten arkadaşımı.” Diye sitemli konuşurken Hakan onayladı. “Evet yine alıp götürdü arkadaşını.” Dediğinde Sinem kaşlarını çattı. “Yıllarca yalnız bıraktı şimdi de dibinden ayrılmıyor.”

“Hadi yaslan arkana.” Hakan eliyle Sinem’in yaslanmasını sağlarken Sinem söylenmeye devam etti. “Bırakmıyor ki kızı, hep dibinde hep dibinde. Ama acıyorum ona da Bora varken dibinde durması biraz zor oluyor. Kızıyoruz ama Bora abim bitanedir.” Dedi kıkırdayarak.

Hakan hafifçe kaşlarını çatarken fırsattan istifade aklındakini sordu. “Bora’yı seviyor musun?” Hakan kızın hatırlamayacağını düşünerek konuşurken Sinem yamuk bir gülümsemeyle cevap verdi. “Hem de çok, abim benim. Hep destek oldu bize.” Dediğinde Hakan aldığı cevaptan memnun olmuştu. Aklına gelen munzurlukla tekrar konuştu. “Peki Hakan, onun hakkında ne düşünüyorsun?”

“Sen benim ağzımdan laf almaya çalışıyorsun anlamadım sanma.” Dedi Sinem eliyle Hakan’ı göstermeye çalışarak. Ancak dönen başı buna engel oldu. Hakan yerine direksiyona doğru işaret ederken Hakan ise onun bu haline güldü. Sinem bir süre sessiz kaldıktan sonra konuştu. “Hakan iyi çocuk ya, iyidir yani. Biraz dengesiz ama. Devo bahsederken hep tanışmak istedim kısmet havaalanına oldu. Adama hayvan dedim ama hak etti.” Dedi kelimeleri yutarak.

Hakan, kızın o anları unutmamasına gülerken mırıldandı. “Hak etmedim ama sen diyorsun diye bir şey demeyeceğim.” Dedi kabullenerek.

“Mavi gözlü, sarışın, bir de dev gibi. Dev gibi ama hastalandığında tatlı oluyor.” Sinem lafını esirgemeden sözlerine devam ederken Hakan güldü. “Demek tatlı oluyor ha?” dediğinde Sinem başını salladı.

Lojmana vardıklarında Hakan arabayı binanın yanındaki otoparka park etti. Araçtan inip Sinem’in tarafına geçtikten sonra kapıyı açtı ve Sinem’in çantasına uzandı. Evlerinin anahtarını almak istediğinde Sinem bunu fark ederek birden panik oldu ve bağırdı. “İmdat! Hırsız var! Çantamı açıyorlar!” Sinem’in bağırtısı ile Hakan şok olmuş bir biçimde elini kızın ağzına kapattı. “Ne hırsızı kızım! Rezil edeceksin bizi, sessiz olsana.”

Hızlı bir şekilde anahtarı çıkartıp eline alırken Sinem hiç acımadan Hakan’ın elini ısırdı. Dişlerinin izini geçirecek kadar sert ısırırken Hakan can havliyle elini çekti. “Ulan Pitbull musun, dişlerinin izi geçti!” Yüzünü buruşturarak elini sallarken Sinem hayretle konuştu. “Sen bana köpek mi dedin!?” diye sinirlenirken Hakan başını geriye atarak mırıldandı. “Allah’ım sen bana sabır ver, kendindeyken zor baş ediyordum. Şimdi kafası gitmiş ben nasıl baş edeyim?”

“Deli mi diyorsun sen bana!?” Sinem algıları kapanmış bir biçimde Hakan’a bakıp çemkirirken Hakan başını iki yana salladı. “Hiçbir şey demiyorum tamam mı? Hadi eve çıkartayım seni.” Dedikten sonra emniyet kemerini açarak kızı çıkartırken Sinem, Hakan’ın elini itekledi. “Çek lan elini, inerim ben.”

Sinem’in ani duygu değişimleri ile Hakan bir kez daha sabır dileyerek geri çekildi. Sinem arabadan indiği an dengesini kaybederken kızı belinden yakalayıp sıkıca tuttu. Birbirlerine doğru bakarlarken Hakan hiç vakit kaybetmeden elini kızın dizlerinin altına getirerek Sinem’i kucağına aldı. “Bir de inerim ben diyor, daha önünü göremiyor.”

“Kör değilim ben!” diyerek çemkirdi bu seferde Sinem. Ardından ekledi. “Ben yürürdüm ayrıca. Sinem’in mırıltısına karşılık Hakan cevap verdi. “Bu haldeyken nasıl yürümeyi düşünüyorsun?” diyerek Sinem’in sözlerini takmadan ilerlemeye başladı.

Apartmandan girip merdivenlere doğru ilerlerken Sinem elini Hakan’ın ensesine dolayarak güldü. “Kahramanım benim.” Dedikten sonra eliyle omzuna vurdu. “Aslan gibi çocuksun maşallah.” Hakan aldığı iltifatlara ister istemez gülerken Sinem, Hakan’ın gülüşüne odaklandı. Güldüğünde yanağında oluşan gamze hoşuna giderken elini gamzeye doğru götürdü. “Biliyor musun gülmek sana yakışıyor ama bana hep çatık kaşlarla baktığın için bu güzelliği göremiyorum.” Diyerek Hakan’ın gözlerine doğru baktı.

“Yarın bunları hatırladığında nasıl yüzüme bakacaksın acaba?” Hakan keyifli şekilde konuşurken Sinem omuz silkti. “Boş ver yarını düşünme.” Diyerek elini salladı umursamazca.

Merdivenlerden çıkıp evlerinin önüne geldiklerinde Hakan tek eliyle Sinem’in dizlerinin altından tutarak kapının kilidini açtı. Ardından hiç beklemeden yolunu bildiği odaya doğru ilerledi. Odaya geldiklerinde Sinem’i yatağına yatırmak istese de Sinem odanın ortasında inmek için hamle yaptığında kızı kucağından indirdi. İndirmesine indirse de Sinem elini hala daha Hakan’ın ensesinden çekmemişti.

Birbirlerine doğru bakarken Sinem Hakan’ın geri çekilmesine izin vermeyerek kendinden hiç beklenmeyecek bir hamle ile dudaklarını Hakan’ın dudaklarına yaklaştırarak usulca bastırdı. Hakan aniden gelen bu öpücük karşısında karşılık vermeyi geç şok olup gözlerini dahi kapatamazken eli havada kalmıştı. Sinem ise sanki normal bir şeymiş gibi bir eli Hakan’ın omzunda diğer eli ensesinde durmaya devam ediyordu.

Saniyelik olan öpücüğün ardından Sinem gözlerini aralayıp usulca dudaklarını geri çektikten sonra sanki hiçbir şey yapmamışçasına yumuşak bir gülümseme ile fısıldadı. “Teşekkür ederim.”

Hakan hala daha şok olmuş bir halde Sinem’e bakıyordu. Kızın kafasının yerinde olmadığını biliyordu. Bunu sarhoşluğun etkisiyle yaptığını da biliyordu ama çok büyük hayal kırıklığı olmuştu onun için. Kız sarhoşken değil de kendi isteğiyle yapsa hoşuna giderdi hatta karşılık dahi verirdi ama şu durum hiç hoşuna gitmemişti. Hele ki Sinem’in yarın bu şeyi hatırlamayacak olması daha da bozulmasına neden olmuştu. Çünkü kendisi bu öpücüğün etkisinde kalacaktı.

“H-hadi yat sen.” Dedi Hakan genzini temizleyerek. Kekelemekten alıkoyamamıştı kendini. Sinem üzerine doğru bakarak masumca mırıldandı. “Üzerimi değiştirmeyecek miyiz?” dediğinde Hakan gözlerini kapatarak başını havaya kaldırdı. Bugün sabrı çok fazla sınanıyordu. Sinem ise saf saf ona bakmakla meşguldü.

Hakan etrafta gözlerini gezdirirken koltuğun üzerinde duran eşofman takımını alarak kızın yanına geldiği sırada Sinem midesinden yükselen sıvı ile kendini engelleyemeden Hakan’ın üzerine doğru içini boşalttı. Sinem hissettiği rahatlamayla derin bir nefes verirken Hakan yüzünü buruşturdu. O sırada Sinem ne yaptığını yeni yeni kavrayarak telaşla konuştu. “Tüh gitti tişört.”

Hem Sinem’in verdiği tepki ile hem sinirle güldü Hakan. Sinem elini Hakan’ın üzerine götürüp temizlemeye çalışacağı sırada Hakan hızlı bir hamleyle elini bileğinden tutup engelledi. “Dur, dur dokunma. Otur şuraya.” Diyerek yatağı gösterdi.

Sinem küçük bir çocukmuş gibi dediğini yaparken Hakan iç çekerek banyoya ilerledi. Yeri temizlemek için deterjan ve bez alırken üzerine doğru baktı. Kim derdi ki Hakan, bir kızın üzerine kusmasına bir şey demeyecek dahası onun kendini iyi hissetmesi için çabalayacaktı. İşte aşk insana beklemediği şeyleri yaptırıyordu.

Banyodan aldığı eşyalarla tekrardan Sinem’in odasına girdiğinde kızın yan bir şekilde yatağa uzanıp sızdığını gördü. Bacakları ise yatağın kenarından sarkıyordu. Hakan ilk önce kızın bu haline bakıp güldü. Ardından giydiği etekten dolayı kızın açılan bacaklarına göz ucuyla baktıktan sonra gözlerini direkt olarak yüzüne çevirip rahat etmesi için bacaklarını yatağa kaldırıp düzeltti. Ardından yatağın üzerinde duran ince örtüyü alarak kızın üzerine serdi.

Sonra da getirdiği deterjan ve bezle yere sıçrayan sıvıları temizledi itina ile. İşini bitirmesinin ardından tekrardan göz ucuyla baktı Sinem’e. Derin bir uykuda olduğunu görerek gülümsedi. Birkaç adım atıp yanına ulaştığında elini istemsizce kızın yumuşak saçlarına yasladı ve iç çekti. “Güzel rüyalar gör.”

Başka hiçbir şey söylemeden evden çıktıktan sonra kendi evine gitti ve eve girdikten sonra direkt olarak banyoya ilerledi. Kalbi arkasından atlı kovalıyormuşçasına hızlı çarpıyordu. Sinem ile olan ilk öpücüklerinin bu şekilde olmasını hiç istemezdi ama böyle olmuştu. Umuyordu ki Sinem uyandığında bunu hatırlardı…

 

◔◔◔

Devrim Akyol’un anlatımından,

Şehrin biraz dışında ormanın içine doğru bir yola girmiştik. Gittiğimiz mekândan çok uzaklaşmamıştık ama böyle bir yere ilk defa gelmiştim. Dikkatle dışarıyı izlerken içim içime sığmıyordu. Pamir gelmişti, iyiydi. Kimsede bir şey yoktu. Ben daha ne isterdim ki. Radyoda slow bir şarkı çalıyordu, Pamir bir eliyle direksiyonu tutmuş diğer eliyle sıkıca elimi kavramıştı. Huzurluyduk, mutluyduk.

Sessizliğin içinde Pamir’in telefonundan gelen bildirim sesiyle birlikte bakışlarım telefona doğru döndü. Telefon, araç içi telefon tutucudaydı. Pamir bakışlarını yoldan çekmeden işaret etti telefonu. “Baksana mesaja.”

Onaylayarak telefona yaklaştım ve bildirimin üzerine tıkladım. Hakan’ın gönderdiği mesaj gözler önüne serilirken konuştum. “Hakan’dan, işlem tamam diyor.”

Pamir beni onaylarken benim de içim rahatlamıştı. Sinem pek kendinde olmadığı için birkaç şey saçmalamış olabilirdi. Ama Hakan’ın bunu dert edeceğini sanmıyordum. Sağ salim eve gitmeleri iyi olmuştu.

Yolculuğumuz çatı katı bulunan bir kulübenin önüne geldiğinde son bulmuştu. Dikkatle kulübeye bakarken Pamir emniyet kemerini açtı ve dışarıya çıktı. Bende hiç beklemeden peşinden indim. Bagajdan bir şeyler aldığını görerek yanına ilerlediğimde elindeki torbalara baktım. İhtiyacımız olabilecek birçok yiyecek, sebze, meyve ve onlar dışında orta boy bir sırt çantası vardı. Hazırlıklı gelmişti, belli ki bu planı daha önceden yapmıştı.

“Ne kadar çok şey almışsın.” Dediğimde Pamir sırt çantasını takarak konuştu. “İhtiyacımız olacak şeyler diyelim, ne de olsa bu geceyle birlikte 2 gece buradayız. Hatta sana da uyarsa pazar gecesi de kalırız, pazartesi sabah erken çıkıp eve geçeriz.” Dediğinde başımı salladım. “Olur, kalırız.” Aylar sonra ilk defa baş başa kalacaktık, reddedemezdim bu güzel teklifi.

Bagajdan birkaç poşet aldım. Çoğunluğunu Pamir almış ve bana bir şey bırakmamıştı. Arabayı kilitleyip kulübenin kapısına ulaştığımızda Pamir cebini işaret etti. “Anahtarı alsana güzelim.” Dediğinde elimi cebine sokup anahtarı aldım. Anahtarı kapının kilidine sokup açtıktan sonra içeri girdim.

İçeri girdiğimde bakışlarım etrafta gezindi. Sağ tarafta Amerikan tarzı salonla birleşik bir mutfak vardı. Sol tarafta ise köşeli, kahverengi bir koltuk takımı vardı. Tam karşısında dijital bir şömine vardı. Mutfağın üzerinde merdivenlerle çıkılan bir çatı katı vardı ve ucundan da olsa bir yatak görünüyordu. Ortam çok güzeldi, tam baş başa kalmamız için yapılmış bir yerdi.

Elimdeki poşetleri mutfaktaki küçük yemek masasının üzerine bırakırken Pamir’in sesini duydum. “Beğendin mi?” dediğinde bakışlarımı ona doğru çevirdim. “Bayıldım, ayrıca yanımda sen varsın. Mekânın ne önemi var.” Diye gözlerine bakarken Pamir gülümsedi büyükçe.

Ardından elindeki sırt çantasını bana doğru uzattı. “Birkaç kıyafet getirdim sana, üzerini değiştirmek istersen.” Dediğinde minnettarca baktım. Her şeyi düşünmüştü. Benim sevdiğim adam hep düşünceliydi zaten. Çantayı alıp merdivenlerden çıktım.

Ucundan gördüğüm gibi çatı katında büyük bir cam ve camın önünde çift kişilik bir yatak vardı. Onun yanında da bir tane komodin. Çantayı yere koyarak içini açtığımda etiketi üzerinde tam bedenime göre alınmış askılı tişörtü ve şortu çıkartarak üzerime geçirdim. Evin anahtarı olmadığı için kendi kıyafetlerimi alamamıştı o yüzden çareyi yenilerini almakta bulmuştu muhtemelen.

Çıplak ayaklarla merdivenlerden inerek Pamir’e doğru baktığımda onun mutfakta olduğunu gördüm. Aldığı erikleri yıkamakla meşguldü. Çok yorgundu, uykusuzdu ama ona rağmen hala benimle vakit geçirmek için uğraşıyordu. Eminim ki eriği de ben seviyorum diye hazırlıyordu. Böyle bir adama sahip olmak için ne yapmıştım acaba?

“Kıyafetlerim tam oldu, bedenimi biliyor muydun?” Dediğimde Pamir yamuk bir gülümsemeyle omzunun üzerinden bana doğru baktım. “Yakında karım olacaksın bir zahmet bileyim değil mi?” dediğinde sırıttım. Doğru söylüyordu.

Ona doğru yaklaşarak başımı sırtına yasladım ve elimi karnının üzerinde birleştirerek arkadan sarıldım. Karnına ellerimi sardığım esnada irkilmesiyle kaşlarım çatılsa da Pamir tek elini elimin üzerine yaslayarak musluğu kapattı. Ardından kollarımın arasında çevrilerek bana doğru döndü ve eline aldığı eriklerden bir tanesini ağzıma doğru uzattı.

Hiç beklemeden eriği ısırıp çiğnerken Pamir yutkunarak bana doğru baktı. “Güzelmiş, sende yesene.” Dediğimde benim ısırdığım yarım eriği ağzına atarak çiğnedi. Kaşlarımı çatarak itiraz ettim. “O benimdi ama.” Pamir ise keyifli bir sırıtışla konuştu. “Erik ekşi olduğu için sevmem biliyorsun ama senin dudakların değince bal gibi olmuş, bunu kaçıramazdım.” Diyerek elini yanağıma getirdi ve baş parmağı ile alt dudağıma dokundu.

“Romantikliğimizden bir şey kaybetmemişiz.” Hayranlıkla gözlerine bakarken Pamir başını omzuna doğru eğdi. “İnsanın sevdiği yanında olmayınca içinde birikiyor tüm bunlar, sonra da sevdiğini görünce ister istemez kayıp gidiyor dudaklarımın arasından.” Diye cevap verdi.

İki elimi yanaklarına koyarak uzayan sakallarını okşadım. “Ben ne şanslı bir kadınım ki senin gibi bir adama sahihim.” Dedikten sonra uzanarak dudaklarını öptüm kısaca. Pamir kâseye uzanarak eline aldıktan sonra başıyla koltuğu işaret etti. “Hadi gel, ayakta durmayalım.” Diyerek elimden kavradı ve beni koltuklara doğru çekti. Aynı zamanda biraz önce söylediğim şeye hitaben cevap verdi. “Bende ne şanslı bir adamım ki senin gibi bir kadına sahibim.”

Yan yana oturduğumuzda Pamir kolunu benim için açtı. Göğsüne sırtımı yaslayıp yerimi rahatlatırken dizlerimin üzerindeki erik kasesinden bir tane daha erik alarak yemeye başladım.

O sırada Pamir’in sesini duydum. “Devrim...” İsmimi seslendiğine göre ciddi bir şey söyleyecek diye düşünüp merakla ona doğru bakarken Pamir devam etti. “Şimdi sana bir şey söyleyeceğim ama telaş yapmayacaksın.” Dediği an sırtımı yaslandığım yerden kaldırdım. Tüm bedenimle ona doğru dönerken kaşlarımı çattım. “Ne oldu?” Telaş yapmayacaksın dediği saniyeden itibaren kalbimde telaş tomurcukları oluşmaya başlamıştı bile.

Aklımdan bin bir çeşit düşünce geçerken Pamir dudaklarını yalayarak konuştu. “Abin yaralandı.” Duyduğum cümle zihnimde yankı yaparken endişeli bir biçimde konuştum. “Ne? Nerede şimdi?” diye oturduğum yerden kalktım. “Biz neden buradayız o zaman, yanında olmam lazım.” Dedim panik bir şekilde.

“Sakin ol, güzelim. İyi durumda, sadece kolundan yaralandı. Ben haberin olsun diye söyledim yoksa endişelenecek bir şey yok. Aslında tembihledi söylememem için ama saklamak istemedim. Abin sonuçta.” Dediğinde derin bir nefes verdim. “Ah abi, iyi yaptın söyleyerek.”

Hızlıca çantamın içinden telefonumu alarak abimin numarasını tuşladım. Telefon birkaç kere çaldıktan sonra açılırken hızlıca konuştum. “Abi, iyi misin?” dediğimde Abim sakince bir şekilde cevap verdi. “İyiyim güzelim merak etme.”

“Kolun nasıl, ben geliyorum abi. Sana yemek falan yapayım, olmaz böyle.” Diye telaşla konuşurken abim itiraz etti. “Hayır, gelmene gerek yok. Ufacık bir kesik gayet iyiyim, bak şimdi pansumana gidiyorum öyle günlük işlerimi yapamayacak kadar kötü değilim.” Dediğinde içime sinmeyerek konuştum. “Ama olmaz öyle abi.”

“Olur güzelim, olur. Sen keyfine bak.” Dedikten sonra sinirli bir şekilde konuştu. “Ulan Pamir, ulan Pamir iyi ki söyleme dedik herife. Aç şu telefonu hoparlöre ona söyleyeceğim bir şey var.” Abimin istediğini yaparak telefonun hoparlörünü açtım. Abim ise tekrar konuştu. “Duyuyor musun beni Pamir Efendi?”

“Duyuyorum Bora, söyle…” dedi Pamir. Bu diyalog aklıma viral olan videoyu getirirken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Abim ise konuştu. “Ulan ben sana demedim mi Devrim’e söyleme diye. Ne ağzında bakla ıslanmaz adamsın sen.” Diye kızarken Pamir keyifle sırıttı. “Ben nişanlımdan bir şey saklamam.”

Hitap şekliyle gülümserken abimin alaylı sesini duydum. “Ha madem öyle kendi yaranı söyledin mi?” dediği anda yüzümdeki gülümseme soldu. “Ne yarası?” Endişeyle Pamir’e bakarken abim tekrar konuştu. “Söylemedin mi? Tüh pot kırdık.” Üzülmüş gibi konuşsa da sesinden keyifli olduğunu anlaşılıyordu. Ona gülmek istesem de zihnim şu an Pamir’e takılmıştı. İyi duruyordu ama yaralı mıydı?

Pamir ona olan endişeli bakışlarımı gördüğünde konuştu. “Önemli bir şey yok birtanem.” Bbakarak açıklarken kaşlarımı çattım. “Aç bakacağım.” Dediğimde Pamir sıkıntılı bir nefes verdi. Ayağa kalkıp üzerindeki tişörtün eteklerinden tuttu. Karnını net bir şekilde görürken sağ tarafındaki kesik izini gördüm. Üzeri kapalı değildi, gerçi iyileşmiş bir yaraya benziyordu.

“Bak Devrim, gör nişanlının gerçek yüzünü. Sana söylememiş bile.” Abim arayı kızıştırmaya çalışırken Pamir sertlendi. “Ulan iyileşti benim yaram, söylemek endişelendirmekten başka ne işe yarayacaktı. Seninki daha yeni.” Dediğinde kızgınca Pamir’e doğru baktım ve konuştum. “Yaralarınızı kıyaslamayın şimdi, ikisi de önemli.”

“Hadi ben hastaneye geldim, kapatıyorum şimdi. Keyfinize bakın.” Abim biz bir şey demeden telefonu kapatırken telefonu koltuğa doğru bırakarak kaşlarım çatık bir şekilde Pamir’e baktım.

Pamir ise kendini savunmak adına konuştu. “Öyle bakma, bak sende gördün iyileşti çoktan sadece izi kaldı.” Dediğinde biraz daha yaklaştım yaraya. Gerçekten iyileşmiş sayılırdı ama yine de bu yaralandığı gerçeğini değiştirmiyordu. Biraz önce sarılırken ondan irkilmişti, muhtemelen yarasına dokunmuştum.

“Ne zaman oldu bu?” içim acıya acıya sorduğum soruyla birlikte Pamir tişörtü indirdi ve yarayı görmemi engelledi. “Göreve gittiğimiz ilk zamanlarda.” Dediğinde hüzünle baktım gözlerine. Bana hiçbir şey söylememişti telefonda konuşurken bile. “Sana söylemedim çünkü dönmeyecektik, kendi gözlerinle görmeden benim iyi olduğuma inanmayacaktın. Korkuyla yaşayacaktın öyle olsun istemedim, yara iyileşince de söylemek istemedim.”

Yaptığı açıklama ile gözlerine bakarken Pamir masum masum gözlerini kırpıştırarak baktı. “Kızdın mı?” dediğinde başımı salladım olumlu manada. “Kızdım, bir daha saklama benden. İyileşse bile.” Kararlı bir biçimde yüzüne bakarken Pamir onayladı beni. “Tamam güzel nişanlım benim saklamam.” Başını eğip gülümseyerek yüzüme bakarken ona karşı koymak zordu.

Benim de yüzümde gülümseme oluşurken Pamir konuştu. “Ha şöyle gül, aylarca bu güzel gülüşü görmeyi bekledim ben. Beni mahrum bırakma.” Dediğinde gülümsemem daha da büyüdü. “Bende seni görmeyi bekledim hep, sarılıp bir süre kollarının arasından çıkmak istemiyorum.”

“Emrinizi hemen yerine getirelim Devrim hanım.” diyerek bana yaklaştığında sarılmak için hamle yaptım. Ancak Pamir sarılmak yerine bir elini belime bir elini dizlerimin altına yaslayarak beni kucakladı ve sözlerine devam etti. “Ancak yatakta, bu adam seninle ve kokunla uyumayı çok özledi.”

“İndirsene beni, yaran var.” Diyerek itiraz ederken Pamir beni umursamayarak merdivenlerden çıkmaya başladı ve bir yandan da söylendi. “Emriniz olur Pamir bey diyecektin, yanlış cevap.” Dediğinde tip tip yüzüne baktım. “Beni kucağına almasan derdim.”

“Seni kucağıma alınca yaram açılacak sanıyorsun ama ben o yarayla 40 kiloluk çantayı taşıdım yavrum, emin ol sen hiçbir şeysin.” Dedikten sonra beni direkt olarak yatağın üzerine bıraktı. Bense ona bakarak konuştum. “TSK sana acımıyor olabilir ama ben senin nişanlınım ve canının yanmasını istemiyorum.”

Kendisi de yanımdaki yerini alıp bana doğru döndü. “Yanmaz canım, sen ancak şifa verirsin.” Dediğinde başımı iki yana salladım. “Sen iflah olmazsın.” Pamir sırıtarak baktı bana doğru. “Madem canım yanmasın istiyorsun, ilacımı ver de tamamen iyileşeyim.” Diyerek bakışlarını dudaklarıma indirdi. Yastıkta ona doğru yaklaşırken dudaklarına doğru fısıldadım. “Çok fırsatçısın.”

“Nişanlımı öpmek ne zamandan beri fırsatçılık oldu?” diyerek aynı benim gibi nefesini dudaklarıma doğru verdi. Yaptığı şeyle gözlerimi kapatıp dudaklarımızı birleştirdim.

Aylar sonra dudaklarım sahibine kavuştu. Onun dudakları bir suydu ve ben sanki çok susamışım gibi onun dudaklarını kana kana içiyordum. Çok özlemiştim, burnumda tütmüştü. Bana hissettirdiği tüm duyguları çok özlemiştim. Şimdi özlem giderme vaktiydi. Dudaklarım dudaklarıyla ahenkle dans etmeye devam etti dakikalar boyunca.

Ardından dudaklarımız ayrıldığında kolumu Pamir’e doğru açtım. “Madem kokumla uyumayı özledin, emrine amadeyim.” Dediğimde Pamir hiç beklemeden ona açtığım koluma girerek başını göğsüme yasladı. “Artık evimdeyim.” Dediğinde saçlarını öptüm uzunca.

Ciğerlerime Pamir’in kokusu dolarken huzurla gözlerimi kapattım. İyi ki gelmişti, iyi ki birlikteydik…

 

 

 

 

 

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından Işık ve Bora,

Bora, hastane kapısından içeri girerken iç çekti. Hastaneleri hiç sevmezdi ama hayat onu hastaneye sebepsiz yere gelmek için bir neden vermişti. Bundan elbette şikayetçi değildi. Zaten bu sefer sebepsiz değildi gelişi, yarasına baktırmak üzere gelmişti. Kolundan bir bıçak darbesi alarak yaralanmıştı. İlk müdahaleyi timinden bir askeri yapmıştı. Bora yalnızca yarayı temizletmek ve o esnada Işık’ı görme umuduyla gelmişti buraya. Yani bir taşta iki kuş vurmaktı amacı.

Acil servise ilerlerken aklında Işık’ın olup olmadığı vardı. Saat geç olmuştu. Eğer nöbetçi değilse Işıkla karşılaşamayacağını biliyordu. Ama iki haftada bir nöbetçi olduğunu da biliyordu bu yüzden kendini rahatlatmaya çalıştı.

Kaydını yaptırıp içeri girdiğinde hemşirelerden biri doktoru çağıracağını söyleyerek yanından uzaklaştı. Özellikle Işık’ı çağırtmak istememişti bu sefer. Çünkü Işık’ın duygularının kendisininki gibi olmadığını fark etmişti. Göreve giderken de yanına gitmemişti, uzaktan kendi içinde vedalaşmıştı.

Sedyede otururken içeri giren doktor ile düşüncelerinden sıyrıldı. Allah gönlüne göre vermişti. Işık’tı gelen doktor.

Işık ise karşısında Bora’yı görmenin şaşkınlığını yaşıyordu. En son buluştuklarından beri Bora’yı görmemişti. Devrim davası için birkaç kez hastaneye geldiğinde karşılaşmışlardı ve orada öğrenmişti Bora’nın göreve gittiğini. İçinden yüzlerce kez dua etmişti Allah’a sağ salim dönsünler diye. Şimdi onu karşısında sapasağlam gördüğünde içindeki heyecana ve rahatlamaya engel olamadı.

“Bora?” diye hem şaşkın hem mutlu bir sesle konuştuktan sonra kaşları çatıldı. Yine oyun mu oynuyor yoksa gerçekten yaralı mı diye kendi içinden sorgularken telaşına engel olamadı. Çünkü onu çağıran hemşire gelen kişinin yarası olduğunu söylemişti. “Yaralandın mı?” diye hızlı adımlarla yanına yaklaşırken Bora, kızın sesindeki telaşı net bir biçimde anlamıştı.

“Ufak bir yara.” Dedi kızı rahatlatmak için. Işık endişe ile Bora’yı süzerken Bora eliyle sağ kolunu işaret etti. “Kolumda.” Dediğinde Işık endişeyle mırıldandı. “Tişörtünü çıkartır mısın?”

Bora, Işık’ın söylediğini yaparak tişörtü çıkartacağı sırada Işık hızlıca konuştu. “Dur kolunu zorlama ben yardım edeyim.” Diyerek tişörtün eteklerinden tutarak tişörtü çıkarmak için hamle yaptı. “Sağ kolunu kaldırma.” Dedikten sonra tişörtü kollarından da çıkartarak Bora’ya yardımcı oldu.

Tişörtü çıkartıp sedyenin üzerine bırakırken bakışları Bora’nın vücudunu buldu. Üzerinde üniforma ve sivil kıyafetleri bile varken yapılı olduğunu biliyordu Bora’nın vücudunun ancak bu kadar iyi olacağını tahmin etmemişti Işık. Karın kasları net bir şekilde gözler önüne serilmişti ve kendine hayran bırakmıştı.

“Öyle her hastanın kıyafetini çıkarmasına yardımcı oluyor musun?” Bora’nın sesiyle birlikte bakışlarını vücudundan çekti ve gözlerine çevirdi. Bora’nın ona gülen gözlerle baktığını görerek utandı, yakalanmıştı. Ama utandığını belli etmeden cevap verdi. “Tanıdığım insanlara yardımcı olurum diyelim.” Dediğinde Bora cevap vermedi.

Işık eline eldivenlerini giyerek yaraya doğru yaklaştı. Düzgün bir şekilde olmasa da yarayı kapatacak türden atılmış dikişe baktı dikkatle. Yara iyi durumda görünüyordu. Pansuman için pamuğa tentürdiyot döktükten sonra yarayı bir güzel temizlemeye başladı. Bir yandan da Bora’ya bakıp canının yanıp yanmadığını kontrol ediyordu. Ama Bora gayet rahat bir biçimde duruyordu, yüzünde mimik dahi kıpırdamıyordu.

“Nasılsın görüşmeyeli?” Bora’nın sessizliği bozması ile Işık bir yandan pansuman yapıp bir yandan da cevap verdi. “İyiyim, öyle hastalarla falan uğraşıyorum. Asıl sen nasılsın? Bugün mü döndünüz?” dediğinde Bora başını salladı. “Evet, bir süre buralarda değildim.”

“Yokluğun fark ediliyor üsteğmen.” Dedi Işık ne dediğini tartmadan. Bora’nın bakışları ona doğru döndüğünde ne dediğini kavradı ve yandan bir şekilde ona bakıp kendini açıklamak için ekledi. “Yani karın ağrısı şikayetiyle gelip doktoru kandıran hastalarım yok mesela.” Dediğinde Bora küçük bir tebessüm etti. “Bunu sürekli yüzüme mi vuracaksın?”

Işık yaraya antibiyotikli merhem sürerken gülerek omuz silkti. “Evet, her zaman başıma gelen bir şey değil neticede.” Dediğinde Bora küçük tebessümüyle Işık’a bakmaya devam etti. “Her zaman başına gelmez çünkü kimse benim gibi buna cesaret edememiştir.” Kendinden emin bir şekilde konuşan adam ile Işık tek kaşını kaldırdı. “Kendinizden çok eminsiniz üsteğmenim, bu cesareti neye borçluyuz?”

“Bir Türk askerinden cesaret beklemeyeceksin de kimden bekleyeceksin doktor hanım?” Bora gururla konuşurken Işık hayranlıkla baktı Bora’ya. “Doğru söylüyorsun.” Bora, Işık’ın bakışlarındaki hayranlığı görerek tatmin olurken dikkatle kızın yüzüne bakmaya devam etti. Özlemişti.

Işık, Bora’nın dikkatli bakışlarını fark etse de ses çıkarmayarak yaraya bakmaya devam etti. Kremi sürdükten sonra gazlı bezle yaranın üstünü kapattı. “Çok şükür sinirlere falan zarar vermemiş, yarayı diken kimse iyi dikmiş.” Dedi gördüklerini yorumlayarak. Bora ona bakmaya devam ederken cevap verdi. “Timdeki sağlıkçı arkadaşımız dikti.”

“Bir süre pansuman yaptırmaya devam etmen gerekiyor.” Dedi Işık bezleri bantlayarak. Bora onayladı. “Bana her gün hastane yolu gözüktü o zaman” dediğinde Işık kaçamak bir şekilde baktı Bora’ya. “Taburdaki revirde de yaptırabilirsin.” Dediğinde Bora kızın gözlerinin içine baktı. “Ya ben sadece senin yapmanı istiyorsam.” Dedikten sonra içinden geçirdi. ‘Belki de yaralarımı bir tek sana göstermek istiyorumdur, senin sarmanı istiyorumdur.’

Işık duyduğu cümle ve Bora’nın bakışlarının derinliği ile ne diyeceğini bilemedi. Bakışlarını yere doğru eğdi saniyelik olarak. Ardından tekrardan Bora’ya çevirdi. “Her zaman beni bulamayabilirsin.” Dediğinde Bora sertçe yutkundu. Konuşmaları yine aynı tarafa gidiyordu. Işık’ın bir gün gideceği gerçeğine.

“Belki de yaralanmamanın bir yolunu bulmalıyım.” Dedi Bora. Işık aldığı cevapla gülümsedi. “Emin ol bu daha hoşuma gider.” Dedikten sonra elindeki eldivenleri çıkartarak sedyedeki tişörtü eline aldı. Bora’nın sol kolunu geçirdikten sonra sağ kolunu dikkatlice tişörtün içine soktu. “Teşekkür ederim.” Bora samimi bir biçimde kıza bakarken Işık cevap verdi. “Görevim.”

Bora oturduğu yerden ayağa kalkarken Işık aklındaki soruyu dile getirdi. “Herkes iyi değil mi? Başka kimseye bir şey olmadı.” Dediğinde Bora belli belirsiz başını salladı. “Herkes iyi, hepimizde ufak tefek yaralar var ama amacımıza ulaştıktan sonra gerisi önemli değil.” Dedi kararlılıkla. Işık, Bora’nın sözleri ile düşüncelere daldı. Onu her zaman babasına benzetiyordu.

Küçücük bir kız çocuğuydu babası şehit olduğunda ama annesiyle diyaloglarını hatırlıyordu. “Bir asker için en önemli şey yaralanması veya şehit olması değil kendine verilen görevi en doğru, düzgün ve istenilen şekilde yapabilmesidir. Bunun dışında önemli bir şey yoktur. Yaralandıysa iyileşir, görevini layığıyla yapmaya devam eder; Şehit olduysa vatan sağ olsun.”

Öyle de olmuştu, babası şehit olmuştu. Tüm arkadaşlarının, askerlerinin, komutanlarının ve hatta annesinin dilinden bile aynı söz dökülmüştü: Vatan sağ olsun. Ve babası gibi birçok asker sayesinde vatan sağ olmaya devam ediyordu. Bora’da onlardan biriydi.

“Görev adamıyım diyorsun yani, yaralanmak önemli değil.” Dedi Işık düşüncelerinden kurtulmaya çalışıp gülmeye çalışırken. Şimdi babasını düşünüp duygulanmak istemiyordu.

Ancak Bora bunu fark etmişti çoktan. Söylediği sözden sonra kızın anlık olarak daldığını ve gözlerinin buğulandığını, bakışlarına bir hüznün çöktüğünü görmüştü. Sonra da bu hüznü dağıtmak için şakayla karışık konuştuğunu anlamıştı. Duygularını kimseyle paylaşmak istemediğini de biliyordu ama onunla paylaşsın istiyordu. Bunun için zaman gerektiğini kabullenemiyordu.

“Görev adamı olmasam özel kuvvetlerde işim olmaz.” Dedi Bora sadece ikisinin duyabileceği şekilde. Neyse ki acil serviste çok fazla hasta yoktu yani onları duyabilme ihtimalleri azdı. Işık aldığı cevapla dudaklarını birbirine bastırdı ve Bora’ya baktı doğrudan. “O zaman bu görev adamı gidip dinlensin artık, eminim yorgunluktan ölüyorsundur.” Dedi düşünceli bir şekilde. Bora’yı gördüğü anda fark etmişti yorgunluğunu.

“Neden kovulduğumu hissettim?” dedi Bora şakayla karışık bir şekilde. Işık ise başını omzuna doğru eğerek cevap verdi. “Aşk olsun ne kovulması, kovar mıyım hiç?” dedikten sonra ekledi. “Sen yüzünün halini görsen benim gibi tepki verirdin.” Dedi gözleriyle Bora’nın yüzünü işaret ederek.

Bora kaşlarını hafifçe çatarak konuştu. “Şey mi demek istedin, yüzün gözün birbirine girmiş yakışıklılığından eser kalmamış.” Diye egolu bir şekilde konuşurken Işık’ın kaşları havalandı ve alaylı bir şekilde güldü. “Merak etme kadınları kendine aşık edecek kadar yakışıklısın hala.” Bora bu cümlelere içten içe sevindi. Ardından bodoslama bir biçimde konuştu.

“Aşık etmek istediğim tek bir kadın var desem.” Işık hayretle baktı Bora’ya. Kastettiği kişinin kendisi olduğunu anlamıştı, zaten Bora’nın duygularını da biliyordu. Ama kartları bu kadar açık oynamasına şaşırmıştı.

“Yaran dikilirken uyuşturucu yerine cesaret iğnesi yapmışlar derim bende.” Dedi ciddi bir şekilde. Ardından etrafına bakarak onları izleyen birilerinin olmadığına emin olarak eliyle Bora’nın kolunu tuttu ve acil servisten çıkardı. “Konuştuğumuz şeyleri geçtim, konuştuğumuz yere bak.” Diye söylendi yürürken.

Bora bakışlarını koluna indirdi. Kızın sıcacık elini teninde hissetmek içinde ufak kıvılcımlar oluşturdu. Hislerini boş vererek kızın konuşmasına karşılık güldü. “Ne yapalım sizin mıntıkanız hastane olunca, konuşulacak yer ya acil servis ya da ameliyathane olur. Yaralanmasam görüşemeyiz sonuçta.” Dediğinde Işık kaşlarını çattı algıladığı cümle ile. “Allah korusun, sen ağzını hayra açmaz mısın hiç?” derken sesinden ne kadar rahatsız olduğu belliydi.

Bu konuşmaları hiç sevmezdi, sağlıkla şaka olmazdı. Hele ki karşısında değer verdiği biri varken tahammül edememişti.

“Şaka yaptım.” Dedi Bora masumca. Işık sinirli sinirli ona bakarak cevap verdi. “Böyle şaka yapma ne ameliyathane ne acil servis başka bir yeri tercih ederim.” Dediğinde Bora mırıldandı. “Mesela MR odası, nasıl fikir?” dediğinde Işık sen iflah olmazsın bakışı atarak adama baktı ve göz devirdi. “Morg nasıl fikir?” dediğinde Bora dudak büzdü. “Bu kadarını da beklememiştim ama olur.”

“Allah akıl fikir versin.” Dedi Işık içinden sabır çekerek.

Bora kızın tepkisine gülerken Işık’ın çağrı telefonunun çalmasıyla birlikte dikkatleri dağıldı. Işık cebinden telefonu çıkartıp bakarken mırıldandı. “Benim gitmem gerekiyor, acile hasta geliyormuş. Yaraya pansuman yaptırmayı unutma, görüşürüz.” Işık koşar adım acil kapısına ilerlerken Bora arkasından bakakaldı. Işık hızlıca yanından uzaklaştığı için cevap dahi verememişti ama bundan şikayetçi değildi Bora.

Her şerde bir hayır vardır dedikleri cümleyi bugün bizzat yaşamıştı. Yaralanmıştı ama buraya gelerek Işık’ı görmüştü, sohbet etmişti ve hatta şakalaşmışlardı. Onu sinir etmek Bora’nın hoşuna gitmişti elbette. Ancak Işık’ın ondan kaçtığını net bir biçimde de anlamıştı. Hep kaçamak cevaplar alıyordu.

Işık ise mutluydu. Aylar sonra tekrar Bora’yı görmek içini ferahlatmıştı. Elbette onu ilk gördüğünde ve yaralandığını duyduğunda epey endişelenmişti ancak adamın ona takılacak kadar iyi olduğunu görünce endişesi uçup gitmişti. Kabul etmek istemese de, kaçsa da Bora’nın duygularının yoğunluğu ile harmanlanmaya başlamıştı…

 

◔◔◔

Devrim Akyol’un anlatımından,

O kadar güzel bir sabaha uyanmıştım ki anlatacak kelimeleri bulamıyordum. Çalan alarm sesi yoktu, başımda dikilip beni uyandırmaya çalışan abim veya Sinem yoktu, çalan telefon yoktu. Güneş ışınlarının yüzüme çarpmasıyla ve boynuma vuran nefesle açmıştım gözlerimi.

Ben yan bir şekilde yatakta yatarken Pamir arkamdan kolunu belime sarmış ve başını muhtemelen boynuma çok yakın bir yere yaslamıştı. Göğsü sırtıma yaslandığı içinde düzenli nefes alışverişini duyabiliyordum. Zihnim yerine gelirken yavaşça Pamir’e doğru döndüm. Dikkatle yüzüne doğru baktığımda yüzündeki huzurlu ifadeyi görmek içimi yumuş yumuş yapmaya yetmişti. Birbirimizin kollarında huzura erişmemiz çok güzeldi.

Uyandırmamak için elimi yüzüne yaslamazken yüzünü zihnime kazırcasına detaylı bir şekilde inceledim. Bu yüzü görmeyi çok uzun süre beklemiştim, aylar olmuştu. Şimdi izlemelere doyamıyordum. Ancak kalkmam gerekiyordu, bizim için kahvaltı hazırlamak istiyordum.

Belimdeki kolunu tutup yavaşça üzerimden çekerken Pamir uyanır gibi oldu. Uykusu açılmasın diye yerimde kıpırdamadan dururken Pamir sırtının üzerine dönerek düz bir şekilde uyumaya devam etti. Onun bu hareketiyle yataktan usulca kalkıp komodinin üzerindeki tokamı aldım ve saçlarımı tepeden topuz yaptım. Hava çok sıcaktı. Ardından telefonumun ekranını açıp saate baktım. 10.35 idi. Normalde göre çok uyumuştum. Hem Pamir’in hem de içkinin verdiği etki olmalıydı.

Banyoya girerek işlerimi hallettikten sonra soluğu mutfakta aldım. Buzdolabını açarak dün Pamir’in aldığı peynir, zeytin, salatalık gibi malzemeleri dolaptan çıkartıp tezgâha koydum. İlk iş olarak ocağa çay demlemek için su koydum. Sonra biraz önce çıkardığım yiyecekleri kahvaltılık tabaklarına koyarak mutfaktaki küçük masaya yerleştirdim. Salatalıkları ve domatesi doğrayıp masaya koydum.

Çayın demlenmesine yakın menemen yapmak için biberleri kestim ve tavada pişirmeye başladım. Ardından domatesleri ekleyip onların da yumuşamasını sağladıktan sonra iki tane yumurta kırarak baharatlarını ekledim ve tavanın ağzını kapakla kapattım.

Dağıttığım bulaşıkları toplayarak tezgâhı sileceğim sırada belime sarılan kollarla birlikte irkilerek konuştum. “Ya sen beni korkutmaktan zevk mi alıyorsun?” sitemle konuşurken Pamir’in boğuk sesini duydum. “Sana sarılmaktan ve seni izlemekten zevk alıyorum.”

“Sabah sabah çok enerjiğiz.” Diyerek başımı omzuna doğru yasladığımda Pamir dudaklarını askılı tişörtün açık bıraktığı omuz başıma bastırdı. Ardından çenesini öptüğü yere yaslarken cevap verdi. “Sevdiğim kadının kolları arasında uyumuşum, güne onunla gözlerimi açmışım ben enerjik olmayayım da kim olsun?” cevabı ile yüzümde büyük bir gülümseme oluştu kollarının arasında çevrilip ona doğru döndükten sonra ellerimi ensesinde birleştirerek yüzüne baktım.

Gözleri hala yarı kapalıydı, uyku mahmuru olduğu belliydi ama ona rağmen yakışıklılığından bir şey kaybetmemişti.

“Rahat uyudun mu?” diye merakla sorduğumda belli belirsiz başını salladı. “Hem de nasıl. Baksana saat kaç olmuş, normalde 6’da kalkan adamdım ben.” Dedikten sonra ekledi. “Gerçi 6’da yine uyandım, güzeller güzeli nişanlımı seyrettim bir süre.” Diyerek elinin tersiyle yüzümü okşadı ve devam etti sözlerine. “Sonra yine uyumuşum, Devrim etkisi mi diyelim buna?”

“Aşkımızın etkisi diyelim…” dediğimde Pamir onayladı. “Sevdim bunu, öyle diyelim.”

“Hadi sofraya geç, kahvaltımızı yapalım.” Dedim elimle masayı işaret ederek. Pamir temasımızı keserek masaya geçerken bende ocağın üzerindeki tavayı alarak masanın ortasına yerleştirdim. Ardından da çaylarımızı koyarak Pamir’in karşısındaki yere geçtim.

Bakışlarım Pamir’in üzerindeyken ilk onun başlamasını istiyordum vereceği tepkiyi görmek için. Masanın üzerindeki ekmekten bir parça kopartıp menemene batırdıktan sonra bana doğru uzattığında bekletmeden uzattığı ekmeği aldım ve çiğnemeye başladım. “Yarasın güzelime.”

“Hadi sende ye.” Dedikten sonra ekmekten bir parça kopartarak menemene batırdım. Aynı onun yaptığı gibi ağzına uzatırken Pamir memnun bir şekilde ekmeği aldı. Yüzünde beğendiğine dair mimikler oluşurken bakışlarımı ondan çekerek çayımdan bir yudum içtim.

“Dün ikimizde yorgunuz diye konuşma fırsatımız olmadı ama sana güzel bir haberim var.” Pamir önündeki tabağa kahvaltılık koyarken bana doğru baktı göz ucuyla. “Neymiş?” merakla ona doğru baktığımda Pamir cevap verdi. “Gölge yakalandı.”

“Hadi be!” Sevinçle nasıl tepki verdiğime dikkat etmezken Pamir verdiğim tepki ile güldü sesli bir şekilde. Ardından detayları anlatmak üzere konuşmaya başladı. “Haberin yok belli ki, bir öğretmeni kaçırmış onun yardımıyla bulduk. Yaralıydı, hastanede tedavisi yapıldıktan sonra sorgusu yapılır.”

Haberim yoktu, sağ olsun Muhammed başsavcı o dava ile ilgili bilgileri almamam için elinden geleni yapıyordu. Kubilay savcıda haber vermeyi unutmuş olmalıydı. Olsundu, yakalanmıştı ya önemli olan buydu.

“Çok şükür, onun da sorgusu yapıldıktan sonra birçok şeye ulaşacağız inşallah.” Dedim sevinçle. Dava elimize geleli aylar olmuştu ancak biz hala daha bir sonuca varamamıştık neredeyse. “Orası da Kubilay savcının işi artık.” Dedi Pamir kahvaltısına devam ederken.

Onu onaylarken aklıma takılan soruyu sordum. “Öğretmeni kaçırmış dedin, durumu iyi mi? İfadesi alındı mı?” dediğimde Pamir başını salladı. “Durumu iyi, Yiğit epey ilgilendi onunla. İfadesini de vermiş, muhtemelen evindedir şimdi.” Dediğinde onayladım. Yardım etmeyi çok isterdim ama davaya bakamadığım için bu mümkün olmamıştı.

“Ya sen bana o kadar güzel bir haber verdin ki ama yakalayacağınızı biliyordum.” Gururla Pamir’e bakarken Pamir ağzındaki yemeği yutarak cevap verdi. “Zorladı biraz ama bulduk şükür.” Zor olsa bile onlar zoru başarırdı zaten bundan hiç şüphem yoktu.

Kahvaltımıza konuşarak devam ettikten sonra el birliği ile yediklerimizi toplamaya başladık. Pamir masadakileri dolaba yerleştirirken bende bulaşıklarımızı yıkamaya başlamıştım. Bir yandan konuşup bir yandan bulaşıkları yıkarken telefonumun çalmaya başlaması ile elim köpüklü olduğu için Pamir’e doğru konuştum. “Sinem arıyordur muhtemelen, açıp hoparlöre alır mısın?”

Pamir masanın üzerindeki telefonumu eline alırken mırıldandı. “Barlas Atakol diye biri arıyor.” Dediğinde şaşkınlıkla bakışlarımı ona doğru çevirdim. Genelde adliyede olduğumuz için odama geliyordu ama bu zamana kadar hiç telefonla aramamıştı.

Pamir kim olduğunu sorgulayan bir biçimde bana bakarken telefonu tezgâha koyarak aramayı açtı ve hoparlöre aldı. Ardından kalçasını tezgâha yaslayıp kollarını göğsünde birleştirdi.

“Günaydın Devrim savcım, biraz erken aradım kusura bakmayın.” Barlas savcının mahcup sesini duyduğumda cevap verdim. “Günaydın, sorun değil. Nasıl yardımcı olabilirim size?” dediğimde bir yandan da Pamir’e doğru bakıyordum. Pamir ise telefona bakıyordu dikkatli bir biçimde.

“Size bahsettiğim dava ile ilgili yeni bir gelişme oldu, tutukladığımız şahıslardan biri durumu biraz zor olsa da itiraf etti. Bütün bunlar dün gece olduğu için sizi bu saatte aradım. İddianameye itirafçı olduğunu yazdım, talep ettiğim cezayı da yazmam gerekiyor mu diye soracaktım.” Tane tane anlatırken sesindeki heyecanı anlayabiliyordum. İlk iddianamesiydi. Böyle heyecanlanması normaldi. “Evet, ekle. Hâkim karşısında zaten dile getireceksin. İddianamenin son halini başsavcıya göster o değiştirmen gerekirse sana yardımcı olur.”

“Çok sağ olun savcım, rahatsız ettim sizi de. Kusura bakmayın. İyi günler.”

Barlas savcı telefonu kapattığında Pamir’in sesini duydum. “Yine bir Volkan vakasıyla karşılaşmayız umarım.” Dediğinde reddettim. “Hayır, daha yeni mezun olmuş bir savcı kendisi. Başsavcı yaşlarımız yakın diye yardım etmemi istedi, bende yardım ediyorum o kadar.”

“Umarım o kadarla kalır.” Dedi Pamir iç çekerek. Volkan’ı düşünürsek pek iyi şeyler yaşamamıştık. Ardından ekledi. “Bulaşık bitene kadar bende kahve yapıyorum bize.” Dediğinde onayladım. “Güzel olur.”

Hızlı bir şekilde bulaşıkları bitirirken Pamir’de birer tane Türk kahvesi yapmıştı bize. Birlikte mutfaktan çıktığımızda kanepeye yan yana oturmuş, yüzlerimizi birbirimize dönmüştük. Ne iyi olmuştu buraya gelmemiz, böyle baş başa vakit geçirmeyeli uzun zaman olmuştu.

“Anlatın bakalım Devrim hanım…” Pamir’in cümlesi ile kahvemden içerek tek gözümü kırpıp başımı iki yana salladım. “Ne anlatayım?” dediğimde Pamir bilmiyorum manasında dudaklarınız büzdü. “Ben yokken neler yaptın? Gerçi mesajlarını okudum ama sen yine anlat.”

“Öyle küçük davalarla uğraştım, Sinemle vakit geçirdim.” Dediğimde Pamir ekledi. “Bir de o Bekir mi Pars mı adı her neyse onunla ilgilendin.” Kullandığı isimlerle güldüm. “Bekir mi? Barlas olmasın o.” Dediğimde Pamir umursamaz bir biçimde yüzünde hiç mimik kıpırdatmadan baktı. “Her neyse işte.”

“Aynen, onunla ortak davalara baktık.” Dediğimde Pamir’in hiç memnun olmayan yüz ifadesini gördüm. Yine de bunu umursamadan devam ettim. “Sonra annenlerle konuştum, babamla konuştum falan filan öyle.” Dediğimde Pamir kahvesinden içti bir yudum. “Gelinlikten bahsetmiştin, seçtin mi?”

Merakla bana bakarken yüzümde istemsiz bir gülümseme oluştu. Başımı salladım olumlu manada. “Seçtim.” Dedikten sonra ekledim. “Ama öyle boş vaktim olduğu için yani öyle hemen evlenelim diye yaptım sanma.” Dedim kendimi açıklamak için. Aslında ikimizde biliyorduk bunun bahane olduğunu. Pamir hafifçe kaşlarını çattı. “Ama giderken söz vermiştin, sen gel hemen evleniriz demiştin. Vaz mı geçtin?” ciddi ciddi yüzüme bakarken başımı yere doğru eğdim. “Yani ne bileyim, erken sanki.”

“Biz zaten yeri geldiğinde birlikte kalıyoruz, her anımızda yan yanayız, akşam yemeklerini bile genellikle birlikte yiyoruz. Tek eksiğimiz resmi belge, neden erken olduğunu düşünüyorsun?” diyerek merakla gözlerime baktı. Ardından endişe barındıran bir sesle konuştu. “Bize karşı tereddütlerin mi var, daha doğrusu bana karşı?”

Alacağı cevaptan korkarcasına yüzüme bakarken elimdeki kahve fincanını koltuğun kenarına, bizden uzak tarafa bıraktım. Uzanıp Pamir’in elini tuttuğumda sıkıca elimi kavrayarak bana karşılık verdi. Gözlerinde tereddüt, ufak bir korku vardı. “Asla, sana karşı tereddütlerimi ben aylar önce sıfırladım. Eğer tereddüdüm olsaydı evlilik teklifini kabul etmezdim, nişanı ertelerdim.” Dediğimde Pamir’de bir rahatlama meydana geldi. Bense devam ettim. “Aslında haklısın, birbirimizi tanıyoruz ve dediğin gibi çoğu şeyde beraberiz tek eksik o belge. Galiba etrafın vereceği tepkiden korkuyorum.”

Pamir kaşlarını çatarak konuştu. “Senin ailen, benim ailem buna razıyken etrafın diyeceği şeyi neden kafanı takıyorsun birtanem?” dedikten sonra elini yanağıma yasladı. “Ne çektiğimizi bir tek biz biliyoruz, hangi zorlukları atlatıp bugünlere geldiğimizi de. Ama eğer olmaz diyorsan tamam, sen ne zaman istiyorsan.”

Ben ne dersem diyeyim Pamir zaten kabullenecekti bunu biliyordum. Her şeyin gönlüme göre olmasını istediği için evliliğimizi ertelesem de bir şey demezdi. “Annem hep elalemin dediğinden bize ne konuşup konuşup susarlar derdi.” Dedim düşünceli bir şekilde. Pamir küçük bir tebessüm etti. “Çok doğru söylemiş Ahu annem.” Anneme karşı kullandığı hitapla birlikte gözlerim istemsizce dolarken başımı omzuma doğru eğdim. Ben onun annesine anne diyemiyordum, içimden gelmiyordu ama o çok çabuk kabullenmişti. Bu çok güzeldi.

“Hemen dolmasın o gözler.” Diyerek yanağımdaki elimi gözlerime getirdi Pamir. Damlayan tek damlayı yanağıma düşmeden temizlerken omuz silktim. “Ne yapayım duygusal bir insanla birliktesin, bunu biliyorsun.”

“Bilmez miyim, gel buraya.” Diyerek omzumdan tuttu ve beni kendine çekip göğsüne yaslanmamı sağladı. Elimi özellikle yarasına denk getirmeden beline yasladığımda Pamir gülerek konuştu. “Sen şimdi böyleysen ben seni hamileyken düşünemiyorum.” Dediğinde kaşlarım çatıldı. Hamilelik, garip bir duyguydu. O zaman nasıl olurdum bende kestiremiyordum ama bize uzak bir gelecekti. En azından benim için öyleydi.

“Çocuk istiyorsan buna katlanacaksın.” Dedim ciddi bir şekilde. Pamir çenesini başımın üzerine yaslarken iç çekti. “Başım gözüm üstüne.” Derinden gelen sesiyle birlikte gülümsedim. Çocuk istediğini ta en başından beridir biliyordum ve her seferinde bunu belli ediyordu. “Çok hayal ettim biliyor musun? Malum dağda yapacak bir şeyin olmuyor.”

Başımı hafifçe kaldırıp yüzüne doğru baktım. Pamir bakışlarını bana değdirmeden şömineye doğru bakmaya devam etti. “Bir erkek ve bir kız çocuğu. İkisi de sana benziyor ama kızımız özellikle tüm güzelliğini senden almış.” Yüzünde küçük bir tebessüm olurken gözümde canlanan anlarla istemsizce bende gülümsedim ve ekledim. “Oğlumuzda yakışıklılığını senden almıştır, genleri sağlam sonuçta. Serhat babamda yakışıklı.” Dediğimde Pamir büyükçe gülerek bana doğru baktı. “Bunu babamın yanında da söyle, çok mutlu olur.”

“Abin ikisini de eğitir, annenizle babanızı yalnız bırakmayın diye.” Diyerek konuşmaya devam etti Pamir. Haklıydı, abimden beklerdim. “Tabii onlar da dayılarını çok sevdikleri için söylediğini yaparlardı.” Dediğimde Pamir gözlerini kapattı, muhtemelen o anlar gözünün önünde canlanmıştı. “Sinem her istediklerini yapar, ideal bir teyze olur. Sonra Burçe onlarla oyunlar oynar. Normalde baba tarafı, hala falan sevilmez ama Burçe kendini çok güzel sevdirir.” Dedim gülerek. Güzel hayallerdi.

“Bizimkilere eğlence çıkar, benimle uğraşıp dururlar.” Dedi Pamir hoşuna gittiğini belli edercesine. Ardından ekledi. “Belki üçüncüyü düşünürüz.” Dediğinde anında başımı kaldırdım ve kaşlarımı çattım. “İkisi doğdu da üçüncüyü düşünmemiz kaldı, üç çocuk demek benim mesleği bırakmam demek. İkiden bile şüpheliyim.”

“Tek mi büyüsün çocuk, bir kardeşi olsun. Bak bize kardeşlerimizle büyüdük, bir destekçi olması şart.” Dedi Pamir itiraz ederek. Sanki çocuğumuz vardı da kardeşi olsun diye kavga ediyorduk. Gerçekten komikti.

“Annelerimiz ev hanımıydı Pamir, bunu unuttun sanırım. Bir de benim mesleğimi düşün, savcıyım.” Dedim sitemle. Pamir iç çekti. “Senin mesleğini unutmak mümkün değil, biraz ara verirsin mecburen.” Dediğinde durgunlaştım. Zor olacaktı benim için.

Pamir dikkatle yüzüme bakarken aklını kurcalayan şeyi sordu. “Nişandan sonra masada konuştuğumuzda çocuk işine pek sıcak bakmadığını düşündüm, çocuğumuzun olmasını istiyorsun değil mi?” gözlerini kısıp yüzüme bakarken büyükçe yutkundum ve cevap verdim. “Her kadın anne olmak ister, tabii ki bende istiyorum ama mümkünse evlendikten bir iki yıl sonra. Hatta üç bile olabilir.”

Pamir’in bir şey söylemesine izin vermeden devam ettim konuşmaya. “Belki senin için geç olacak ama ben daha mesleğime yeni yeni alıştım ve aldığım davaları da görüyorsun. Hamileyken daha sakin davalara bakmak zorunda kalırım ama ben bunu istemiyorum. En azından biraz daha kariyerim için önemli davalara bakmak istiyorum.” Dedim kendimi açıklayarak.

Ardından ekledim. “Çocuk doğduktan sonra ücretsiz izine çıkmak zorunda kalacağım ve en az 2 yıl ara vereceğim.” Çocuğumu kendim büyütmek isterdim, bakıcıya falan bırakamazdım. O yüzden iki yaş idealdi. Belki mesleğimi çocuğumun önüne koyuyordum ama evde oturmak için onca yıl okumamıştım ben ve her zaman işkolik olduğumdan şikâyet ederlerdi. Durum böyle olunca ertelemek en mantıklısıydı.

“Haklısın, bende her zaman yanınızda olamayacağım zaten. Geç olsun güç olmasın demişler sonuçta.” Dedi Pamir buruk bir tebessümle. Kendinin olmayacağı kısma takılmıştı, bir asker çocuğu olarak kendi çektiği zorlukları bildiği için durgunlaşmıştı.

Başımı omzuna tekrardan yaslayarak sarıldım. “Hadi devam et, başka ne hayal ettin?” dedim zihnini dağıtmak için. Bende merak ediyordum elbette. Birbirimizin hayallerini gerçekleştirmek bizim elimizdeydi.

“Mesela hamileyken aşeriyorsun, sokak sokak dolaşıyorum istediğini bulmak için.” Hevesli bir şekilde anlatırken güldüm. “İlk defa bu kadar istekli birini gördüm. Ya Hakkari’de olmayan bir şey aşerersem ya da mevsimi olmayan bir şey.” Dediğimde Pamir bilmiş bir şekilde konuştu. “Bulurum, yetiştiği yere giderim getirmek için. Bizimkiler ne güne duruyor hep birlikte çıkıp buluruz.”

“Çok fenasın.” Dediğimde Pamir güldü. “Boşuna rütbe almıyoruz değil mi? Kullanmayacaksam almanın manası ne?” dediğinde daha da güldüm. Bizimkilere üzülmeye başlamıştım.

Ardından ekledim. “Sen hep güzel taraflarından bahsediyorsun. Kilo alacağım, sürekli kusacağım, ağlayacağım, her tarafım şişecek, alıngan olacağım, tozdan nem kapacağım. Hatta her şeye kızabilirim. Yani hormonlarım birbirine girecek. Bunlarla baş edebilecek misin?” dedim ciddi bir şekilde.

Pamir saçlarımı öperek güldü. “Dedim ya başım gözüm üstüne.” Dediğinde tek kaşımı kaldırarak yüzüne baktım. “Şikâyet ederken duyarsam kötü olur bak. Bunu hatırlatırım.” Dediğimde Pamir eliyle yanağımı tutarak gözlerime baktı. “Sen çocuğumuzu taşıyacaksın, tüm o duygularla baş etmeye çalışacaksın bende şikâyet edeceğim öyle mi? Aklımı peynir ekmekle yemedim ayrıca bu çocuğu tek başına yapmış olmayacaksın sonuçta. Babası olarak bende yapmam gerekeni yapacağım, benim de görevim bu.”

“Görev adamı Pamir Arslan son noktayı koydu.” Dedim gülerek. Pamir’de benim gibi güldü.

Başımı tekrardan omzuna yaslayıp gözlerimi kapatırken Pamir sıkıca sardı beni. Çok güzel hayallerimiz vardı, bir gün bunların yarım kalması düşüncesi beni çok korkutuyordu. Güzel şeylerin ardından kötü şeyleri düşünmekte benim hiç sevmediğim huyumdu ama buna karşı çıkamıyordum. İkimizde zor meslekler yapıyorduk. Mesela ben Ankara’da sadece cinayet davalarına bakarken burada hiç bakmadığım davalara bakmıştım. Vurulmuştum, kaçırılmıştım, arabamın altına bomba bile konmuştu. Patlamaktan son anda kurtulmuştum. Bütün bunlardan sağ olarak kurtulmuştum ama kurtulamayabilirdim.

Ya da Pamir sürekli operasyona gidiyordu. Şimdi yeni dönmüştü. İki üç hafta bilemedim bir bir buçuk ay rahattı ama sonra gidecekti ve yine aylarca gelmeyecekti. Belki gittiği bir operasyonda ağır yaralanacaktı. Zor iyileşecekti veya hiç iyileşemeyecek ve şahadet şerbetini içecekti. Yarın ne olacağını bilemezdik. Tabii ki bu hayal kurmamız için engel değildi ama hayatı yaşamamız için bir işaretti. O yüzden işi yokuşa sürmek istemiyordum.

Aldığım kararı söylemek için dudaklarımı araladım. “Pamir…” diye seslendiğimde Pamir mırıldandı. “Güzelim?” dediğinde başımı hafifçe kaldırdım ve gözlerine baktım. Pamir derin derin gözlerime bakarken konuştum. “Evlenelim, en kısa sürede tarihi alalım.”

Söylediğim cümle ile Pamir kaşlarını çattı. “Ben ısrar ediyorum diye istiyorsan…” sözlerine devam etmesini engelleyerek araya girdim. “Hayır, sen ısrar ediyorsun diye değil. Bende istiyorum. Pazartesi gidip nikah tarihini alalım.”

Yüzünde büyük bir gülümseme oluştu. “Harbiden mi?” dediğinde başımı salladım. “Harbiden.” Dedim heyecanla.

“Çok işimiz var desene.” Dedi Pamir içindeki heyecana engel olamayarak. Hafiften kaşlarımı çatarak şakayla karışık konuştum. “Şikayetçi gibisin.” Dediğimde Pamir başını iki yana salladı. “Asla, hatta o kadar mutlu oldum ki. Şu an bile gidip yıldırım nikahı yapabiliriz.” Dediğinde gözlerimi belerttim. “Sonra başta babam ve sonra senin annen olmak üzere hepsinden büyük bir azar işitiriz. Aylarca küserler bize.”

Pamir beni onaylarken tekrar konuştum. “Ama düğün olmasın, annemin yokluğu çok belli oluyor o anlarda. Nikah yapalım olur mu?” dedim Pamir’in gözlerine bakarak. Nişanda bile annemin eksikliğini hissetmişken en mutlu günümü buruk olarak geçirmek istemiyordum. Evlendikten sonra nikah benim için yeterliydi ama Pamir eğer isterse onun için buna katlanırdım.

Pamir elini yanağıma yasladı ve okşadı. “O gün senin günün Devrim, sen nasıl olmasını istiyorsan öyle olur. İster düğün olsun ister nikah olsun benim için hiçbir şey fark etmeyecek çünkü o tarih benim sana kavuştuğum tarih olacak. Yani hep güzel hatırlayacağım bir gün. Senin de mutlu hatırlaman için sen nasıl istersen öyle olur.” Dediğinde dayanamayarak elimi yanağına yasladım ve uzayan sakallarını sevdim. “Seni hak etmek için ne yaptım acaba?”

“Varlığın yeterli bir sebep.” Dediğinde kalbimin hızlanmasını engelleyemedim. Her cümlesi, her kelimesi, bakışı beni kendine düşürmeye yetiyordu. Karnımda kelebekler uçuşmasına, kalbimde çiçekler açmasına neden oluyordu.

“Nikah biraz kalabalık olur, babalarımızın çoğu arkadaşları ortak. Onları çağırırlar. Sonra akrabalar var bir de.” Dedim düşünceli bir şekilde. Pamir onayladı. “Sonra arkadaşlarımız var, aynen kalabalık olur mutlaka. Ama olsun, en mutlu anımıza şahitlik etsinler.”

“Oturacağımız ev, eşyalar, balayı programı, senin damatlığın, davetiyeler.” Dedikten sonra elimi havaya kaldırıp salladım. “Ohooo daha çok işimiz var.” Dediğimde Pamir heyecanıma karşılık güldü. “Hallederiz el birliği ile merak etme sen.” Dediğinde onayladım. Hallederdik. Hayatımızı birleştirmek için yapacağımız her şeyi zevkle yapardık, yorulsak bile her şeyi mutlulukla hallederdik…

 

 

 

 

 

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından Burçe ve Batuhan,

Burçe oturdukları binadan dışarı çıktığında derin bir nefes verdi. Dün akşam abisi arayıp döndüklerinin haberini vermişti. Tabii onunla aynı zaman diliminde hatta bir süre daha önce Batuhan’dan da geldiklerine dair bir mesaj almıştı Burçe. Mesaj yazarak Batuhan’ın iyi olup olmadığını sorgulamış hem abisinin hem Batuhan’ın iyi olduğunu öğrenince rahat bir nefes vermişti.

Şimdi Batuhan ile telefonda konuşabilmek için kendini evden dışarı atmıştı. Annesi de babası da evde olduğu için rahat edemezdi, annesi bir şeyler yapmasını isterdi, babası duyardı. Tüm bunları riske atmamak için dışarı çıkmıştı. Oturdukları sitenin bahçesinde gölge bir yerde bulunan banka ilerleyerek oturdu.

Batuhan göreve gitti gideli kalbi korkuyla kasılıp durmuştu. Hem abisini beklemek hem Batuhan’ı beklemek zor gelmişti ama Burçe’nin pes etmeye niyeti yoktu. Günden güne Batuhan’a daha da kapıldığını hissediyordu. Başta var olan korkularını baskılamayı öğrenmişti ve şu an mutlu olmak için elinden gelen her şeyi yapacak kıvama gelmişti.

Telefonunu cebinden çıkartarak Batuhan’ın numarasını aradıktan sonra kulağına götürdü. Telefon birkaç çalışın ardından açılırken Batuhan’ın sevgi dolu sesini duydu. “Güzelim?”

Burçe, Batuhan’dan ilk defa duyduğu hitap şekli ile utanarak gülümsedi. İlk başta birbirlerini tanımak üzere başlayan ilişkileri artık tanıma evresini geçmişti. Burçe’nin duyguları ne kadar yoğunsa Batuhan’da ondan farksız değildi. Zaten kızı tanımak isterken dahi kalbine söz geçiremezken şimdi büsbütün kapılıp gitmişti ona, tanıdıkça duygularından emin olmuştu.

“Nasılsın?” dedi Burçe meraklı bir sesle. Ardından ekledi. “Dün mesajda iyi olduğunu söyledin ama beni kandırmıyorsun değil mi?” dedi ciddi bir tonda. Batuhan kızın sorusu ile iç çekti. “Sesini duydum çok daha iyi oldum.” Dedikten sonra devam etti sözlerine. “Ben seni kandırır mıyım hiç? Gerçekten iyiyim, turp gibiyim hatta.”

“Sevindim, iyi olmana yani.” Dediğinde Batuhan merakla konuştu. “Sen nasılsın, nasıl geçti sınavların?”

“İyiydi, bu dönemi de bitirdik. Tatilimin keyfini çıkartacağım.” Dediğinde Batuhan gururla konuştu. “İyi geçeceğinden emindim ben zaten, sen boşuna evham yaptın.” Dedi bilmiş bir şekilde.

Sınavlar başlamadan önce bir kere telefonda konuşabilmişlerdi. Tim dinlenmek için sınırda bir karakolda misafir edilirken Pamir’in ailesiyle konuştuğunu duymuştu Batuhan. O telefonu kapatıp Devrim ile konuşurken Batuhan’da fırsattan istifade Burçe’yi aramıştı. Çok konuşamasalar da birbirlerinin sesini duymak ikisine de iyi gelmişti.

Konuştuklarının ertesi günü Burçe’nin finalleri başladığı için biraz stresliydi. Batuhan güzel sözleriyle güvenini belli edercesine konuşarak kızın gerginliğini almayı başarmış hatta Burçe’nin düşüncelerinin ders dışında kendisine yönelmesine neden olmuştu.

“Ama ne yapayım, sona yaklaştığımız için başarıyla bitirmek istiyorum okulu.” Dedi Burçe nazlı bir şekilde. Ardından gülerek ekledi. “Ne yalan söyleyeyim senin desteğini hissetmekte ayrı güzeldi, teşekkür ederim.” Dedi minnettarca.

“Teşekkür etme güzelim benim, her zaman destek olurum sana biliyorsun. Arayıp Batu ben stresliyim de ben bir hal çaresine bakarım. Hatta dersi mi anlamadın senin için çalışıp anlatırım.” Batuhan cümlelerini sıralarken Burçe gülümseyerek onu dinlemeye devam etti. Abisiyle yengesini gördükçe bende böyle bir adam istiyorum diye dualar etmişti. Batuhan onun kabul olan duası gibiydi. Öyle hissediyordu.

“Bana hukuk anlatacağını mı söylüyorsun?” dedi Burçe hayretle karışık alayla. Batuhan ise onayladı. “Evet, şimdi övünmek gibi olmasın ama bir özel kuvvetçi her şeyi yapabilir.” Dediğinde Burçe güldü. “Hiç övünmedin gerçekten.” Dediğinde Batuhan’da güldü.

Birbirlerinin gülüşlerini dinlerken Burçe dayanamadan konuştu. “Keşke yanımda olsan. Şimdi sana sarılırdım sıkı sıkı.” Dedi hüzünle. Batuhan kızın hüzünlü sesini sezmiş olsa da işi şakaya vurarak konuştu. “Aman Burçe hanım neler diyorsunuz.” Dedikten sonra ekledi. “Sen böyle dedin ya şimdi atlayıp gelirim Ankara’ya bak haberin olsun.” Dediğinde Burçe kıkırdadı. “Sen gelmeden belki ben gelirim.”

Batuhan oturduğu yerde doğrularak hevesle konuştu. “Harbiden mi diyorsun?” dediğinde Burçe daha da güldü. Batuhan’ın tepkileri çok hoşuna gidiyordu. “Harbiden diyorum, yengem çağırmıştı zaten. Ne zaman olur bilmiyorum ama yaz tatilini yanınızda geçirmek istiyorum.”

“Yani diyorsun ki eylül sonuna kadar sizinleyim.” Batuhan’ın heyecanlı sesi ile Burçe hafifçe kaşlarını çattı. “Sen nereden biliyorsun tatilin ne kadar olduğunu?” dediğinde Batuhan gururla konuştu. “Sevgilimin tatilini bilmeyeceğim de neyi bileceğim?” dediğinde Burçe’nin kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Batuhan’ın böyle açık açık konuşması hem utandırıyordu hem heyecanlandırıyordu yani duygularını karmakarışık bir hale getiriyordu. İlk defa bu duyguları tattığı içinde ne yapacağını bilemiyordu, içinden nasıl geliyorsa öyle davranıyordu.

“Sen bir gel var ya yanından ayrılmam.” Dedi Batuhan kararlılıkla. Burçe ise alayla konuştu. “Abimde öyle diyordu zaten.” Dediğinde Batuhan yüzünü buruşturdu. Pamir komutanı ayrı meseleydi ama olsundu, bir şekilde hallederdi. “Aylar olmuş yüzünü görmeyeli, vakit geçirmeyeli. Abinden gizli neler yapılıyorsa hepsini yaparız. Tabii operasyonlardan vakit buldukça”

“Olsun, ben bir geleyim de yengemden de yardım alıp vakit geçiririz.” Dedi Burçe mutlulukla. Batuhan ile yan yana gelme düşüncesi içinde büyük bir heyecan yaratmıştı. “Burçe…” Batuhan’ın tereddütlü sesini duyduğunda Burçe ciddileşti. “Efendim?”

Batuhan tedirgince oturduğu yerden kalktı. Dışarıdaki banklardan birinde oturuyordu kimse duymasın konuştuklarını diye. Hatta taburdaki en uzak noktalardan birindeydi. Birkaç adım atıp yürürken aklındaki soruların cevabını almak üzere konuştu. “Hani ilk konuştuğumuzda bazı tereddütlerin vardı…”

Burçe sorunun devamında neyin geleceğini bilse de sessiz kalarak Batuhan’ın cümlesini bitirmesini bekledi. “Yani ben merak ediyorum hala aynı mı düşünüyorsun. Çünkü konuşmamızın üzerinden çok geçmeden operasyona çıktık. Aramızdaki mesafeler daha da arttı, günlerce konuşamadık.”

“Senin için çok endişelenmedim, korkmadım, gecelerce seni düşünmedim desem yalan olur.” Dedi Burçe açık sözlülükle. Ardından devam etti sözlerine. “Sana bu duruma alışık olduğumu da söylemiştim yani babam, abim şimdi de sen. İşin ucunda insanın sevdiği olunca beklemek koymuyor. Dedim ya korkuyorum ama korkumu bastırmanın bir yolunu buluyorum. Yani sana karşı olan tereddütlerim artık kalp şeklinde.”

Burçe ilk defa bu kadar açık bir şekilde kartlarını oynarken Batuhan afalladı. Ondan bu cümleleri duyacağını hiç düşünmemişti. Hatta bu soruyu sorarken olumsuz bir cevap alacağım diye ödü patlamıştı. Çünkü onun duyguları artık hafife alınacak kadar az değildi. Ama şimdi beyni Burçe’nin söylediği son cümleyi algıladığında kalbinin göğüs kafesini parçalayacak kadar güçlü ve hızlı attığını hissederek elini kalbine yasladı.

Keşke yanımda olsa diye geçirdi içinden. Keşke yanımda olsa ve onu kollarımın arasına alıp sıkı sıkı sarabilsem, duygularımı gözlerine bakarak söyleyebilsem dedi.

“Batuhan?” Burçe bir süre ses alamaması ile tedirgin bir şekilde seslenmişti ismini. Batuhan kendi ismini duyarak düşüncelerinden sıyrıldı. “Şu an beni o kadar mutlu ettin ki, ben ne diyeceğimi şaşırdım.” Dedi Batuhan içi gidermiş gibi. “Biraz önce söyledin ya keşke yanımda olsan da sana sarılsam diye. Bende şimdi söylüyorum. Keşke yanımda olsan ve saatlerce sana sarılsam. Hislerimi anlatacak cümleleri bulamıyorum.”

Burçe duyduğu cümleler ile gülümsedi. “O cümleleri yanına geldiğimde, kollarının arasına girdiğimde duymak isterim.” Dediğinde Batuhan onayladı. “Hiç merak etme, cümlelerim seni bekliyor ve bende sabırsızlıkla seni bekliyorum.”

“En kısa zamanda geleceğim.” Dedi Burçe tebessümle. Batuhan cevap verdi. “Sen gelene kadar saniyeleri bile sayacağım.” Dediğinde Burçe hevesle konuştu. “Çok aşıksınız diye yorumladım Batuhan bey.” Sosyal medyadan yaptığı alıntı ile Batuhan elini ensesine yaslayarak banklara tekrardan oturdu. “Öyleyim Burçe hanım, tereddütünüz mü vardı?”

Batuhan’ın inkar etmemesiyle birlikte Burçe daha da gülümsedi. Kalbi heyecanla attı, avuç içlerinin terlediğini hissediyordu. Zaten Batuhan ile konuşurken yüzündeki gülümsemeyi hiç silemiyordu, böyle konuştuğunda gülüşü daha da büyüyordu.. Ya sırıtıyordu ya tatlı bir tebessüm ediyordu ya kahkahalarla gülüyordu. Batuhan ona iyi gelmişti.

“O zaman kapatıyorum ben.” Dedi Burçe. Batuhan onun söylediği cümleye sırıttı. “Neden kaçıyormuşsun gibi hissettim.” Dediğinde Burçe afalladı. “Yok canım, ne kaçması öyle yakalanmayalım diye demiştim.” Dediğinde Batuhan güler gibi bir sesle konuştu. “Tabi canım tabi, inandım.”

“Allah Allah sana yalan borcum mu var?” dedi Burçe sitemle. Batuhan cevap verdi. “Yok elbet ama yanıma geldiğinde öyle kolayca kaçamayacaksın. Ayların özlemi var sonuçta.” Dediğinde Burçe utansa da cevap verdi. “Kaçmak isteyen kim? Bende o anları sabırsızlıkla bekliyorum.”

“Batu sen ne yapıyorsun bu kıyada köşede?” Yiğit’in sesini duymaları ile Burçe epey şaşırırken Batuhan bozuntuya vermemek için konuştu. “Ne yapıyor gibi duruyorum Yiğido? Hayırdır sen nereden böyle?”

Burçe telefonun diğer tarafından onları dinlerken Yiğit cevap verdi. “Öyle dışarı çıktım, izin gününde taburda mı dursaydım.” Dedikten sonra bakışlarını kısarak dikkatle Batuhan’ın yüzüne doğru baktı. Yüzünde heyecanlı bir ifade gördüğünde konuştu. “Sen bir şeyler karıştırıyorsun da Allah’tan hayırlısı.” Dedikten sonra ekledi. “Yengeye de selam söyle. Bizimle tanıştırmadın ama o bizi tanıyordur.” Dedi imalı imalı.

Yiğit bir şeyler seziyordu. Batuhan’ı sıkıştırmıştı ama ağzından laf alamamıştı. Sadece sevgilisi olduğunu biliyordu. Kim olduğunu ne olduğunu söylememişti Batuhan.

Burçe telefonun karşısında utanırken mırıldandı. “Aleyküm selam, sende selam söyle.” Çok garip bir duruma düşmüşlerdi. Aslında hepsi birbirini tanıyordu ama böyle kaçak göçek görüşmek durumunda kalmışlardı.

Batuhan, Burçe’nin utangaç sesini duyup gülmemek için kendini sıkarken Yiğit’e cevap verdi. “Yengenin de sana selamı var.” Dediğinde Burçe daha beter utandı. “Batuhan ya.” Diye kızarken Batuhan ilgisini telefona vererek konuştu. “Hadi güzelim sonra tekrar konuşuruz, görüşürüz.”

“Görüşürüz.”

Telefonu kapattıklarında Burçe telefona bakarak iç çekti. Azıcık konuşsalar da bu bile iyi gelmişti. Bir an önce Hakkari’ye giderek yüz yüze görüşmek istiyordu ve bu durumu hem abisiyle hem de ailesiyle konuşup gitmek için hazırlıklara başlayacaktı.

Öte taraftan Batuhan’da oturduğu yerden kalkmış Yiğitle birlikte binaya doğru ilerlemeye başlamıştı. Yiğit’in yanındaydı ama aklı Burçe’deydi. Geleceği günü sabırsızlıkla bekleyecekti…

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölüm çift ağırlıklıydı, beğendiniz mi?

‣‣‣ Devrim ve Pamir sahnesi nasıldı? İhtiyaçları vardı böyle bir şeye… Ne dersiniz evlendiriyor muyuz yakında bizimkileri?

‣‣‣ Sinem ile Hakan sahnesi nasıldı? Sinem sizce olanları hatırlıyor mudur?

‣‣‣ Işıkla Bora hakkında ne düşünüyorsunuz? Ne olacak onların hali?

‣‣‣ Burçe ve Batuhan sahnesi nasıldı, Burçe Hakkari’ye gelecek. Sizce neler olacak?

‣‣‣ Diğer bölümlerde olmasını istediğiniz sahneler neler?

Yorumlarınızı bekliyorum, diğer bölümde görüşmek üzere…

Loading...
0%