Yeni Üyelik
33.
Bölüm

Kaybolan Yıllar| 31

@mutlusonsuz222

31.Bölüm

Devrim Akyol’un anlatımından,

Kalbimin dört odacığı vardı. Birinde annem, babam, abim; ikincisinde en yakınım dediğim Sinem ve diğer arkadaşlarım; üçüncüsünde ikinci ailem Serhat babam, Burçe ve Halide Hanım; Sonuncusunda benim kurduğum yuvanın başrolü Pamir ve doğacak çocuklarımız….

Düşündükçe garip geliyordu, ben onunla tanıştığımda daha üniversite üçüncü sınıfa giden genç bir kızdım. Toydum, küçüktüm, aşkı onunla tatmıştım. Şimdi mesleğimi elime almış savcıydım. Güçlü, kendi ayakları üzerinde durabilen bir kadındım, aşkımı devam ettirmiş ve bir yuva kuracaktım.

Yanağımda hissettiğim küçük ve sıcak bir temasla bilincim yerine gelirken gözlerimi aralamadım. Aynı teması çenemle boynumun kesiştiği noktada sonra da boynumda hissettim. Ancak öpücüklerini bana bahşeden dudaklar durmayarak omuz başıma inerek oraya da öpücüğünü bıraktı.

Yüzümde oluşan gülümsemeyle gözlerimi araladığım sırada gördüğüm manzara ile şaşırdım. Yerimde doğrulup elimle gözlerimi ovuşturdum gördüğüm şeyin gerçekliğini sorgulayarak. Pamir elinde üzerinde bir tane mum bulunan küçük bir pasta ile yatakta oturuyor ve büyük bir gülümseme ile bana bakıyordu. “İyi ki doğdun Devrim, iyi ki doğdun Devrim. İyi ki doğdun, iyi ki doğdun, mutlu yıllar sana.”

Pamir’in tatlı bir sesle melodik bir şekilde söylediği şarkı ile duygulanarak dudaklarımı birbirine bastırdım. “İnanmıyorum sana.” Yaşadığım mutlulukla ona bakarken kalbim kıpır kıpırdı. Mumu üflemek için pastaya yaklaştım. Kahverengi gözlerimi Pamir’in elalarından çekmeden içimden dilek tuttum. ‘Pamir’le birlikte mutlu, huzurlu ve sağlıklı bir biçimde yaşamak.’

Mumu üfledikten sonra ona sarılmak için hamle yaptığımda Pamir elindeki pastayı yere doğru bıraktı ve kollarını benim için açtı. Yatakta dizlerimin üzerinde kalkarak kollarımı boynuna doladığımda mırıldandım. “Unutmamışsın.”

Bunu söylemiştim çünkü ben bile doğum günüm olduğunu unutmuştum. Tarihe bakmak hiç aklıma gelmemişti. Bu yoğunlukta Pamir’den böyle bir şey beklememiştim. “Unutur muyum hiç? Yetişemeyeceğim diye korktum ama Allah gönlüme göre verdi.”

Kollarını belimden çektikten sonra iki eliyle yanaklarımı tutarak kavradı. “İyi ki doğdun gözbebeğim, iyi ki doğdun ve beni bularak nefesim oldun. Birlikte olduğumuz nice nice yaşların olsun, saçımıza aklar düştüğünde bile yan yana olalım.” Dedikten sonra alnımı öptü uzunca. Tam olarak kalbimden geçirdiğim duamı diline dökmüştü. “İnşallah.”

“Ne ara aldın pastayı?” dedim merakla gözlerine bakarak. Çünkü burada kaldığımız süre boyunca hiç görmemiştim dolapta. Pamir yamuk bir gülümseme ile konuştu. “Tabii ki sürprizimin bozulmaması için biraz önce gidip aldım.” Beni düşünmesi, benim için bir şeyler yapması o kadar güzeldi ki, her kadının hayal edeceği türden bir adamdı. Dudaklarına yaklaşıp ufak bir öpücük bıraktım teşekkür mahiyetinde.

Dudaklarımız birbirinden ayrıldığında Pamir komodine yönelerek üzerindeki tepsiye yöneldi. “Doğum günü kızına özel.” Diyerek tepsiyi eline aldığında yatağa oturarak sırtımı yatak başlığına yasladım. Pamir tepsiyi dizimin üzerine koyduğunda hazırladığı tabağa baktım. Her şey özenle hazırlanmıştı. Şaşkındım gerçekten.

Tepsinin bir köşesinde küçük bir vazoda kır çiçeği vardı, küçük bir meyve tabağı ve esas kalp halinde bir omlet ve domates, salatalık gibi sebzeler vardı. Küçük kaselerde de tereyağı, bal ve reçel vardı. O kadar güzeldi ki. Gözlerimi alamıyordum. Pamir’in romantik yönünü de daha iyi öğrenmiştim böylece.

“Kalp biraz yamuk olmuş olabilir.” Pamir dudak büzerek konuşurken ona doğru baktım. “Sence önemli mi bu? Bunu hazırlaman, düşünmen bile benim için çok kıymetli. Ellerine sağlık.” Dedim hayranlıkla. Pamir kızartmış olduğu ekmeğin üzerine tereyağı ve balı sürerek bana uzattığında hiç beklemeden bir ısırık aldım.

Ardından gözlerimle işaret ettim omleti. “Omletin yarısı senin, yarısı benim.” Dediğimde Pamir reddetti. “Sana özel o.” Dediğinde aşkla gözlerine baktım. “Ama nasıl biz birbirimizi tamamlıyorsak bu kalbin iki yarısı da birbirini öyle tamamlıyor. Yani yarısı senin yarısı benim.” Dediğimde Pamir hayretle baktı bana. Benden böyle bir şey beklememişti. “İkna oldum resmen.” Dedi kendi kendine gülerek.

Bıçakla omleti ortadan ikiye böldükten sonra birlikte kahvaltımızı yapmaya devam ettik. Ölsem de bu sürprizi unutmazdım. Küçük şeylerdi ama benim için dünyaya bedeldi hele ki yapan kişinin aşkını, sevgisini ve emeğini bilip iliklerime kadar hissederken benim için bundan değerli bir doğum günü sürprizi olmazdı.

Kahvaltımızı büyük bir keyifle yapıp bitirdiğimizde Pamir ile mutfağa inmiştik. Pamir bulaşıkları toplayacağını söyleyerek beni oturttuğunda dirseğimi masaya, yanağımı da yumruk yaptığım elime yaslayarak onu izlemeye başlamıştım. Her hareketini dikkatle izleyip iç çekerken Pamir yüzündeki küçük gülümseme ile işini yapıp bir yandan da göz ucuyla bana bakıyordu.

“27 yaşına girdin, nasıl bir duygu?” Pamir’in bana hitaben konuşması ile cevap vereceğim sırada ekledi. “Kendini yaşlanmış hissediyor musun?” dediğinde kaşlarım çatıldı. Elimi yasladığım yerden kaldırdım ve hafif bir sinirle konuştum. “Sen kendine bak, 30 yaşındasın hatta Kasım’da 31 olacaksın. Ben hala fıstık gibiyim ama senin saçlarında beyazlar çıkmaya başlamış sanki.”

Ciddi bir şekilde dile getirdiğim şeylerle Pamir kaşlarını çattı. “Beyazlarım mı çıkmış?” diye afallarken başımı salladım. “Evet, yaşlanıyorsunuz üsteğmenim.” Dediğimde Pamir elindeki tavayı tezgâha bıraktıktan sonra ıslak olan elini bana doğru sallayarak üzerime su gelmesini sağladı. “Öyle mi?” Yüzüme gelen su ile yüzümü buruştururken Pamir suyu atmaya devam etti. “Ya Pamir!”

“Efendim?” Hem gülüp hem hareketlerine devam ederken oturduğum yerden kalkıp bende çeşmeye yaklaştım. Onun bana yaptığı gibi elimle üzerine su atarken Pamir eliyle yüzünü kapatmaya çalıştı. Birbirimize su atarak eğlenirken yüzlerimizde büyük bir gülümseme vardı. Çok eğleniyordum.

“Bu yaptığımızı çocuklar yapar sadece.” Diye sızlanırken Pamir omuz silkti. “İnsan sevdiğinin yanında çocuklaşır zaten.” Haklılığı karşısında sessiz kalırken üzerimizin ıslanmasıyla birlikte oyunumuzu durdurduk. İkimizde sırılsıklam olmuştuk. “Sırılsıklam olduk, şuna bak.”

Üzerime doğru bakarken Pamir elini belime atarak beni kendine doğru çekti. Elim istemsizce göğsüne yaslanırken Pamir’in gözlerine doğru çevirdim bakışlarımı. “Olalım, sonuçta bu ilk sırılsıklam oluşum değil. Sana sırılsıklam aşığım neticede.” Aniden yaptığı itiraf karşısında büyükçe gülümsedim. “Bende sana çok aşığım.” Dedim gözlerimden gözlerine sevgim akıp giderken.

Usulca dudaklarına yaklaşıp upuzun bir öpücük bıraktım. Alınlarımız birbirine yaslanmış bir biçimde dururken kollarımı boynuna doğru dolayarak sıkıca sarıldım. Burnumu boynuna yaslayıp derin birkaç nefes aldım ve kokusunu içime çektim. İki gün olmuştu geleli ama ben hala daha onun yanımda olduğunu hissetmeye çalışıyordum. Kolları bedenimi sıkıca sararken benim gibi burnunu boynuma yasladı.

“Hadi üzerini değiştir.” Dedi Pamir kollarını belimden çekerken. Onaylayarak temasımızı kestikten sonra merdivenlerden çıktım üzerimi değiştirmek üzere.

Islanan kıyafetlerimi değiştirdikten sonra aşağı indiğimde Pamir’in üzerindeki tişörtü çıkardığını gördüm. Bakışlarım ilk önce göğsündeki ize ardından da karnındaki ize takıldığında büyükçe yutkundum. Her operasyonda bedenine yeni izler ekleniyordu, bu beğenmediğim manasına gelmiyordu elbette ama içim acıyordu.

Pamir’in bakışlarımdan rahatsız olduğunu hissederken gözlerimi elalarıyla buluşturdum. “Dışarı çıkalım mı? Biraz ormana doğru yürürüz hava alırız.” Dediğimde Pamir başını salladı. “Çıkarız güzelim ama önce hediyeni vereyim değil mi?” dediğinde şaşkınca baktım ona. Kahvaltı da, pasta da benim için sürprizdi zaten. Bir de hediye aldığını düşünmemiştim. “Hediye mi?” dediğimde Pamir yamuk bir gülümsemeyle yüzüme baktı. “Hediyesiz doğum günü olur mu?”

Birkaç adımda şöminenin kenarında bulunan çekmeceli dolaba yaklaştıktan sonra çekmecenin kapağını açtı ve içerisinden küçük, mat siyah renkli bir kutu çıkardı. Merakla ona bakarken bana doğru yaklaşarak kutunun kapağını açtı. Gümüş renkte bir zincirin ortasındaki lotus çiçeği görüş açıma girdiğinde hayranlıkla baktım kolyeye, zevki gerçekten güzeldi.

“Lotus çiçeğinin anlamını biliyor musun?” diye gözlerime bakarken başımı iki yana salladım. Bilmiyordum. Pamir kolyeyi kutusundan çıkardıktan sonra elalarını kahvelerimden çekmeden anlatmaya başladı. “Yeniden başlayan aşklarda ya da zorlu bir yolculuk sonrasında birbirini bulan iki ruhun bütünleşmesini anlatır.”

Tam bizi anlatıyordu. Bizim aşkımız yarım kalmıştı, benim açımdan bakıldığında mahşere kalmıştı ama öyle olmamıştı. Biz tekrardan başlamıştık. Hem de daha güçlü bir şekilde. İkimiz de zorlu yollardan geçmiş, acılar çekmiştik. Şimdi geçirdiğimiz güzel günlerle o acıların üzerini çiziyorduk.

“Bu kolyeyi gördüğüm an hikayemiz aklıma geldi. Acı çektik, kavuşmayı bekledik, sabrettik ama sonu çok güzel oldu. Olmaya devam da edecek. İşte bu yüzden boynunda bizden bir parça taşımanı, aşkımızı anlatan bir simge taşımanı istedim.” Dedi gözlerimin içine derinlikle bakarak. “Pamir… Bu çok güzel.” Dedim sesimin duygu yoğunluğu ile harmanlanmasını engellemeden.

Pamir arkama doğru geçtiğinde kolyeyi boynuma geçirdi. Kolyenin ucundaki lotus çiçeği gerdanıma düşerken Pamir kolyenin kancasını geçirdikten sonra dudaklarını boynuma bastırdı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alırken mırıldandı. “Çok yakıştı.”

Gözlerimi aralayarak ona doğru döndüm. “Teşekkür ederim, bunu boynumdan asla çıkarmayacağım.” Dediğimde Pamir gülümsedi. “Güle güle kullan.”

Güle güle kullanacaktım. Pamir yanımda olduğu sürece he gülecektim. Bu kolye boynumdan çıkmayacaktı. Anlamı bu kadar güzelken, bizi anlatırken nasıl çıkarırdım ki? Bir gün çıkarsam bile kendi isteğimle olmazdı bu…

 

 

 

 

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından Sinem ve Hakan,

Sinem aynaya bakarken eliyle yüzüne doğru vurdu. “Geri zekâlısın kızım sen, tam bir geri zekâlısın. Hangi akla hizmet o kadar içersin ki!?” Dün sabah uyandığında neler olduğunu kavrayamamıştı ilk önce. Her şey ona normalmiş gibi gelmişti. Devrim beni eve getirdi diye rahat rahat takılmıştı. Ama sonra Devrim’in evde olmadığını görüp onu aradığında her şey zihnine bir bir düşmüştü.

Özellikle de Hakan’ı öptüğü o kısım…

Hatırladığı her an, gözlerini kapatıp utancından yerin dibine giriyordu. Kendini dövmek istiyordu. O an aklı başında değildi bunu yaparken ama bunu yapmak istediğini de inkâr edemezdi.

Hakan ile hiç karşılaşmamışlardı. Zaten Sinem evden de çıkmamıştı olur da Hakan ile karşılaşırım diye. Hakan’da Baran albayının emri ile tabura gitmişti ve Gölge denen herifin sorgusunu izlemişti. Tüm gün boyunca taburda kalmıştı. Aklı Sinem’de de olsa kızı utandırmamak için aramamıştı. Pamir’den Sinem’in iyi olduğunu öğrenmişti.

Sinem oflayarak nefes verdikten sonra spor ayakkabılarını giydi. Evde oturmaktan sıkılmıştı, dışarı çıkıp biraz yürümek istiyordu. En azından zihnindeki bu düşünceleri atmasında yardımcı olurdu müzik dinleyerek yürümek.

Kapıyı araladığı anda karşı kapının önündeki adamı gördü. Kapıyı kapatıp saklanmak istese de Hakan’ın çoktan kapının açıldığını duyduğuna emindi ki zaten Hakan kapı sesini duyduğu an bakışlarını oraya doğru çevirmişti.

Sinem’in şaşkın bakışlarını görüp bakışlarını tekrardan kapıya çevirdi. Anahtarını kilitten çıkartırken mırıldandı. “Karşı dairende oturduğumu unuttun sanırım o kadar şaşırdığına göre.” Dediğinde Sinem hafif aralık olan ağzını kapattı ve genzini temizledi. “Yok canım sadece beklemiyordum, öyle yani.” Dedi. Hakan’ın durgun olduğunun farkındaydı. Bunun neden olduğu zihnini kurcalamaya başlamıştı ama alacağı cevaptan da korkuyordu.

“İyi bari bende alkolün etkisi geçmedi diye düşündüm.” Dedi Hakan alayla. Sinem yerin dibine girdiğini hissederken başını yere doğru eğdi kısa bir süre. Ardından mahcup bir şekilde konuştu. “Hakan, ben çok uğraştırdım seni değil mi?”

Hakan kıza doğru bakarken mahcupluğunu net bir biçimde anlamıştı. Mahcup olmasını istemiyordu, seve seve ilgilenmişti. Umurunda olmasa Pamir’i siktir edip evine gelip yatardı ama Pamir kızlar içmeye gitmiş dediğinde adımları ondan önce hareket etmişti yanlarına gitmek için. Yani kendi isteğiyle bunu yapmıştı, mahcup olunacak bir şey yoktu.

Bunun dışında kızın bir şeyler hatırlayıp hatırlamadığını düşündü Hakan. Seni çok uğraştırdım mı dediğine göre hiçbir şey hatırlamıyordu. Bu Hakan’ı çok büyük hayal kırıklığına uğrattı. Kısa ama Hakan üzerinde büyük bir etki bırakan öpücüğü hatırlamaması içine oturmuştu. Sinem onu bu denli etkilerden onun beklediği kadar etki bırakmaması ve unutulması canını sıkmıştı.

“Hayır, uğraştırmadın. Uyudun, bir de ufak bir kusma vakası yaşandı. Başka bir şey yok.” Dedi diğer durumu belli etmeden. Sinem ise Hakan’ın hiçbir şey olmamış gibi konuşmasına sinirlenmişti birden. Ama sonra kusma vakasını duyunca yüzünü buruşturdu. “Üzerine mi kustum, çok özür dilerim.” Dediğinde Hakan başını iki yana salladı. “Sorun değil.”

“Peki bu kadar mı?” dedi Sinem beklentiyle. Hakan kızın ne duymak istediğini anlayamadan hafifçe kaşlarını çattı. “Bu kadar.” Dediğinde Sinem’de kaşlarını çattı. “Yani başka bir şey olmadı, ikimizi de ilgilendiren.” Dedi teyit etmek için. Hakan’ın öpüşmelerini yok sayması canını sıkmıştı. “Sen ne kadarını hatırlıyorsun bilmiyorum ama olmadı.” Dedi kaçamak bir şekilde.

“İyi!” dedi Sinem hırsla. Arkasından kapıyı sertçe kapatıp merdivenlerden inerken Hakan sırıttı. Kızın aniden sinirlenmesi aklına her şeyi hatırlaması ihtimaline getirmişti. Ayrıca onun böyle aşırı tepkileri de hoşuna gidiyordu.

Sinem’in peşinden giderken arkasından seslendi. “Bu kadar sinirlendiğine göre hatırladığın bir şeyler var.” Duyduklarıyla Sinem’in adımları duraksadı, omuzları gerildi. Biraz önce Hakan’ın unutmuş gibi davranmasına kızarken şimdi bunu yüzüme vurmasa daha mı iyi olur diye düşünmüştü. Düşünceleri o kadar karmaşıktı ki. Hakan’ın yanına doğru yaklaştığını adım seslerinden hissederken daha da tedirginleşti, heyecanlandı.

“Neyi hatırladın?” dedi Hakan merakla. Tam olarak Sinem’in önüne gelirken devam etti sözlerine. “Ne kadar yakışıklı olduğumu söylediğini mi, kahramanın olduğumu mu, gülüşümün güzel olduğunu mu yoksa aslan gibi çocuk olduğumu mu?” dedi keyifle.

Sinem utançla eliyle yüzünü kapatırken mırıldandı. “Maşallah hafızada zehir gibi.” Kısık sesle söylediği cümle ile Hakan onayladı. “Öyledir.”

“Ama ben tahminimi odandaki andan yana kullanıyorum.” Dedi Hakan açık sözlülükle. Aslında bunu söylerken gerilmişti. Sinem’in onu sarhoşlukla mı öptüğünü yoksa gerçekten ondan etkilendiği için mi öptüğünü deli gibi merak ediyordu.

Sinem elini yüzünden indirirken büyükçe yutkundu. “Hakan, ben…” diye söze başladı. Ne diyeceğini bilmiyordu ki. İnkâr etse olmazdı, itiraf etse nasıl tepki alacaktı bilmiyordu. Konuşamazken Hakan bu sessizliğin ardından duymak istemeyeceği şeylerin geleceğini düşündü. İçten içi kalbinde kırıklar oluştuğunu hissederken burukça gülümsedi. “Sarhoşluğun etkisiyle yaptın belli ki, sorun değil. Hiç yaşanmamış gibi yaparız.”

Sinem aniden duyduğu cümle ile gözlerini Hakan’ın mavileri ile buluşturdu. Panik olmuştu, nasıl konuşacağını bilemiyordu sanki lal olmuştu dili. Sinem konuşmadıkça da Hakan boşlukları kendi istediği gibi, kafasında kurduklarıyla dolduruyordu ve bu acı veriyordu.

“Anladım, o zaman sonra görüşürüz.” Dedi Hakan başka bir şey söylemeden. En başından beri kız sarhoş yaptığından bir anlam çıkarma diye kendini tembihlemişti ama kalp söz dinlemiyordu ki. İster istemez umutlanmıştı ve şu an umutları yerle bir olmuştu. Hayal kırıklığı tüm bedenini sarmıştı.

Binadan çıkarken aklında bu düşünce vardı: ‘Ne sandın oğlum, isteyerek öptüğünü mü? Belli ki sarhoşken içgüdüsüne karşı çıkamadı.’ Kendine kızdı umutlandığı için. Koskoca özel kuvvet askerisin anlayamadın dedi söz konusu aşk olduğunda özel kuvvetçi olmanın bir anlamı olmadığını bilmeden. Çünkü aşk ezberleri bozardı.

Hakan binadan çıkıp giderken Sinem gözlerini kapattı. “Baban sana böyle mi öğretti cesaretli olmayı!” kendine kızdı. Gözlerinin önüne Hakan’ın hayal kırıklığı barındıran gözleri ve buruk gülümsemesi geldiğinde içinden küfretti hem kendine hem de olmayan cesaretine. Odasına gidip yaptığı salaklığa hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu.

İşleri berbat etmişti. Ne vardı evet seni öptüm ve bunu isteyerek yaptım dese. Ne diye işleri bu derece zorlaştırıyordu ki. Kendine kızmaya devam ederken eve geri çıktı. Hızlıca camdan bakıp Hakan’ı görmeyi umut ederken onun çoktan gittiğini gördü. Şimdi neler olacaktı ikisi de bilmiyordu…

 

 

 

 

 

◔◔◔

Devrim Akyol’un anlatımından,

“Sevgilim, bak olmuyor böyle.” Yakınarak konuşurken bir yandan da Pamir’in kollarının arasından çıkmak için çaba sarf ediyordum. Akşam yemeğimizi yemiştik ve şimdi bulaşıkları makineye yerleştirecektim ancak Pamir’in belimi saran kolları, aramızdaki mesafeyi sıfıra indiren bedeni, boyun girintimde dolaşan dudakları ve kokumu içine çekişi beni engelliyordu.

“Yoo oluyor, ben halimden memnunum.” Pamir hiçbir şekilde üzerine alınmadan memnun bir şekilde çenesini omzuma yasladı. Ardından kısık bir sesle mırıldandı. “Tatilimiz bitiyor, yine aramıza mesafeler girecek. İzin ver tadını çıkartayım.” Açıklamasıyla dudaklarım kıvrıldı. Bende onunla birlikte olmayı çok seviyordum ama yalnızca iki dakika şu bulaşıkları halletmek istiyordum.

Yine de sözlerine ve isteğine karşı çıkmadan başımı omzuna doğru yasladım. Burnumdan huzurlu ve sesli bir nefes verirken mırıldandım. “Evleneceğiz az kaldı, işte o zaman tüm vakitler bizim.” Dediğimde Pamir güldü. “Tek tesellim o.”

Kollarını usulca belimden çekerken şaşkın gözlerle ona baktım. İki saattir dil dökmeme rağmen beni bırakmazken şimdi bedenlerimiz arasındaki mesafeyi açmıştı. Tezgâhın üzerine gidererek koyduğum bulaşıkları birer birer makineye yerleştirirken bakışları saniyelik olarak bana doğru döndü. “Bak iki dakikalık işmiş, hallettim bile.”

Söylediği şeye gülerken mırıldandım. “Halide Hanım senin bana böyle yardım ettiğini görse ne derdi acaba?” dedim düşünceli bir şekilde. Pamir’i yetiştirme tarzı tipik erkek annesi gibiydi. Tek farkı diğer aileler gibi tüm işi kız çocuğuna yüklemez, kendisi yapardı. Pamirlere yemeğe gittiğimiz günlerde dikkatimi çeken şey bu olmuştu.

“Yüreğine inebilir.” Dedi Pamir ciddi bir şekilde. Yerimde durup ona bakarken makineye son parçayı da koyup kapağını kapattı ve tekrar bana baktı. “Tamam yüreğine inmesi abartı oldu ama hoşnut olmayabilir. Evde beni pek çalıştırmazdı. Öyle erkek gücü gerektiren şeylerde yardımcı olurdum.”

Anladığımı belirtircesine başımı salladım. “Türkiye’deki çoğu erkek annesi gibi.” Pamir belli belirsiz başını salladı. “Öyle… Ama hayat müşterek sonuçta. Hem sende çalışıyorsun, yoruluyorsun işleri ortaklaşa yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Annem ev hanımıydı, tüm işleri kendi başına yapması gerektiğine şartlamıştı biraz. Belki de ondandı bu tutumu.”

“Belki de…” dedim ucu açık bir şekilde.

“Ben iki dakika banyoya gidiyorum, malum yarın erkenden yola çıkacağız sabah tıraş olmaya fırsatım olmayacak.” Dediğinde ne söylediğini anladım. Bugün bana pasta almaya gittiğinde tıraş için gerekli malzemeler almıştı.

Ne yalan söyleyeyim tıraş olmasına üzülür gibi olmuştum. Sürekli tıraşlı geziyordu mesleği gereği ve ben onu o şekilde de çok beğeniyordum. Ama sakallı hali ayrı bir hava katmıştı. Yakışmıştı. Ayrıca sakallarının elimde bıraktığı hissi de sevmiştim, boynumu öperken tenimde bıraktığı karıncalanmayı da…

“Tamam.”

Aldığı onayla Pamir banyoya doğru ilerlerken bende peşinden ilerledim. Aynanın karşısına geçtiği sırada bende kolumu kapının sövesine yerleştirerek onu izlemeye başladım. Dikkatli gözlerle onu izlerken sesini duydum. “Sen beni böyle izlerken ben nasıl konsantre olabilirim?”

Sitemle söylediği şeyle omuz silktim. “Bordo bereli değil misin sen, konsantre olmak senin işin.” Dedim gururla. Pamir gururlu sesimle omuzlarını dikleştirirken bana doğru baktı. “Ne yazık ki aldığımız eğitimlerde sevdiğimiz kadının bakışları üzerine bir eğitim yok.” Flörtöz bir şekilde konuşup göz kırparken büyükçe gülümsedim. Kalbim yine arkasından atlı kovalarcasına hızlanmıştı.

Birkaç adım atarak yanına yaklaştığımda parmaklarımın üzerinde kalkarak dudaklarımı yanağına bastırdım ve uzunca öptüm. Ardından elimi yanağına götürerek sakallarını sevdim. İki aylık bir görev süresinde epey uzamıştı sakalları.

“Balayında sakallarını kesmesen olur mu?” dediğimde Pamir’in yüzünde yamuk bir gülümseme oluştu. “Yakışmış mı?” Sorduğu soruya karşılık başımı olumlu anlamda salladım. “Hem de çok, ayrı bir hava katmış.” Dediğimde Pamir başını salladı. “Karım nasıl isterse…”

Aşkla gözlerine bakarken Pamir bakışlarını benden çekerek tıraş köpüğüne uzandı. Bana doğru uzatırken konuştu. “Sen yapmak ister misin?” dediğinde kararsızca baktım gözlerine. “Daha önce hiç yapmadım.” Dediğimde Pamir omuz silkti. “Yani.” Dedikten sonra ekledi. “Senin yapamayacağın bir şey olduğuna inanmıyorum. Hadi.”

Desteklercesine konuşurken elindeki köpüğü aldım. O sırada Pamir koltuk altlarımdan tutarak bir hamlede beni çamaşır makinesinin üzerine oturttu. Böylece boylarımız eşitlenmiş sayılırdı. Elini çıplak bacaklarıma yaslayarak iki yana ayırdı ve bacaklarımı aralayarak iki bacağımın arasına girdi.

Ellerinin bacağıma teması ve yüzlerimizin yakınlığı karşısında büyükçe yutkunurken köpüğü elime sıkarak yüzüne sürmeye başladım. Pamir gözlerini bir saniye bile ayırmadan yüzüme bakarken yüzüne köpük sürmeye devam ettim. İşim bittiğimde mırıldandım. “Şimdi ne yapacağım?”

Pamir, tıraş bıçağına uzanıp eline aldıktan sonra bıçağı elime verdi. Sapından tuttuğumda elimin üzerinden tıraş bıçağını tutarak yüzüne götürdü. Yukarıdan aşağı bıçağı kaydırırken gözleri gözlerimde oyalanmaya devam etti. “Böyle yapacaksın.”

Verdiği direktifle birlikte köpüklü olan yerleri gösterdiği tıraş etmeye devam ettim. Ancak Pamir’in yoğun bakışları işimi yapmama engel oluyordu. O kadar dikkatli bakıyordu ki bu bakışından işime odaklanamıyordum ve bu yüzden yüzünü kesmekten korkuyordum. “Bana öyle bakma.”

“Nasıl?” Pamir içi gider gibi bana bakıp konuşurken usulca gözlerine baktım. “Öyle aşık aşık.” Dediğimde Pamir yüzlerimizin arasındaki mesafeyi azalttı. “Ama aşığım.” Dedi üstüne bastıra bastıra. Bakışları dudaklarıma düşerken yutkundu. “Hem de çok aşığım.”

Benim bir şey söylememi beklemeden dudaklarımızı birleştirdi. Çok kısa ama etkili bir öpücüğün ardından dudaklarımızı ayırdığında etkisinden gözlerimi birkaç saniye sonra açtım. Gözlerimi araladığımda Pamir’in eğlenen yüz ifadesini gördüm. Elini dudaklarımın üzerine getirirken baş parmağı ile üzerini sildi. Muhtemelen tıraş köpüğü bulaşmıştı.

“Ya dikkatimi dağıtma.” Dedim söylenerek. Tekrardan onu tıraş ederken Pamir güldü. “Halinden hiç memnun değilmişsin gibi durmuyordu oysa.” Keyifle dile getirdiği şeyle kaşlarımı çattım. “Of Pamir ya.”

Pamir tepkime daha da gülerken işimi yapmaya devam ettim ama bende gülüşümü tutamadım. Kısa süre içinde yanaklarının tıraşını bitirdim. Çenesi, boynuna kayan sakalları ve bıyıklarının bulunduğu yerleri de özenle tıraş ettiğimde Pamir aynaya bakarak başını bir o tarafa bir bu tarafa çevirip kontrol etti.

Tatmin olmuş bir biçimde bana bakarak konuştu. “Ellerine sağlık güzelim, mükemmel olmuş.” Dediğinde hevesle gülümsedim. Tıraş losyonuna uzanarak elime aldım ve kapağını açtıktan sonra elime döktüm. Bu kokuyu çok severdim. Hem abim hem de babam kullandığı için kokusuna alışıktım. Pamir bana doğru yöneldiğinde özenle yanaklarına ve boynuna losyondan sürdüm. “Sıhhatler olsun.”

Pamir bana doğru eğilip dudaklarını yanağıma bastırdı. Kokusu burnuma dolarken iç geçirdim. Kokusunda kaybolacak kıvama gelmiştim. Aheste aheste ona bakarken Pamir güldü. Ona böyle hayran hayran bakmam hoşuna gidiyordu. Kimin hoşuna gitmezdi ki? Aşk böyle bir şeydi işte. Bir adamın her haline hayran olmak, yüzünün gülmesi için her şeyi yapmak, kırılsan da fedakârlık yapmak, onu her şeyden üstün tutmak gibi şeyleri yaptırırdı insana. Ezberleri bozardı, öyle de olmuştu…

*****

Pamir ile geçirdiğim günler o kadar güzel geçmişti ki. O geldi geleli baş başa böyle vakit geçirme fırsatımız olmamıştı. Kâh onun işleri, kah benim işlerim, ailelerimizin gelmesi ve daha birçok şeyi düşündüğümüzde böyle bir şeye ihtiyacımız olduğunu daha iyi anlamıştım. Bunu düşünüp ayarladığı için Pamir’e bir kez daha minnettar kalmıştım.

Kahvelerimizi içip karşılıklı oturmak, sohbet etmek, hayallerimizden bahsetmek, evlilikten beklentilerimizden bahsetmek… Hepsi sağlıklı bir ilişki için olması gerekenlerdi ama biz birbirimizi biraz ihmal etmiştik. Her şeyi konuşmuştuk, nasıl bir yaşam istediğimiz konusunda anlaşmıştık. Akşam yemeklerini birlikte hazırlamıştık, kahvaltılarımızı sohbet içerisinde bitirmiştik, ormanda yürüyüp hem güzel havanın hem de birbirimizin tadını çıkarmıştık. Şakalaşmıştık, gülmüştük, hayallere dalmıştık, birlikte uyumuştuk, dinlenmiştik yani her şeyiyle bana çok iyi gelen bir tatil olmuştu.

Anlaştığımız gibi bugün sabah dönmüştük evimize. Eve girdiğimde ilk önce Sinem’in durgun yüzüyle karşılaşmıştım ve gözlerinden de ağladığını anlamıştım. Neler olduğunu sorguladığımda ise ‘ben salağım.’ Diyerek bana sarılmış ve ağlamıştı bir süre. Sonra Hakan ile olanları anlatmıştı. Bu yaptıklarına şaşırsam da ona belli etmemiştim, cumartesi günü telefonda konuşurken bundan bahsetmemişti çünkü bana. Bu kadar acı çekiyorsa adım atması gerektiğini söylemiştim ama bu işe yarar mıydı bilmiyordum.

Üzerime beyaz, yaza uygun ince bir gömlek ve altına kumaş, dizlerimin biraz üzerinde biten ve yırtmacı olan gri bir etek giymiş, kemerimle ve takılarımla uyumlu bir kombin oluşturmuştum. Saçlarımı maşalayıp kombinime uygun bir makyaj yaptıktan sonra siyah ince topuklu stilettoları giyerek kombinimi tamamladım.

Hazırlanıp evden çıktığımızda sadece Pamir’i görmüştük. Hakan’ın çoktan işe gittiğini söylemişti. Sinem buna üzülse de belli etmeden arabasına binmişti, bende Pamir ile son kez konuşarak beni bekleyen aracıma binmiştim ve adliyeye girmiştim.

Bana verilen birkaç dava ile ilgili iddianame hazırlamakla geçirmiştim vaktimin çoğunu. Öğle arası tatiline yaklaşırken kapının önünden gelen birkaç konuşma sesine şahit olarak oturduğum yerden ayağa kalktım. Kapıya ulaşıp dışarı doğru sert bir biçimde baktığımda gördüğüm yüzle afalladım.

Sahi onu görmeyeli kaç ay olmuştu? 6 veya 7 aydı galiba bunun cevabı. Zaten büyüyen karnı, aldığı kilolardan dolayı değişen yüzü, hamilelik dolayısıyla şişen vücudu onu aylar önce gördüğümü kanıtlar cinstendi. Bakışlarım karnında oyalandı birkaç saniye, ardından tekrar yüzüne doğru çıktı. Bakışları hala mahcuptu, hala üzgündü.

“Savcım, öyle elini kolunu sallaya sallaya odanıza girecekti. Engel olduğumdan dolayı biraz sesimiz yükseldi galiba, kusura bakmayın.” Tuna beyin açıklaması üzerine bakışlarımı Dilan’dan çekerek Tuna beye çevirdim. “Sorun değil.” Dedikten sonra tekrardan Dilan’a baktım. “Buyurun odama geçelim.” Diyerek içeriyi işaret ettim. Türkçe bilmiyordu ama elimin işaretiyle anlayabilirdi.

“Bize birer su getirir misin?” dediğimde Tuna bey beni onayladı ve yanımdan uzaklaştı. Bende odama giren Dilan’ın peşinden içeri girdim ve makamıma oturdum. Neden buraya geldiğini merak ediyordum. Ne olmuştu?

Kapı çalındığında Tuna bey talimatımla içeri girdi ve elindeki su şişelerini uzattı. Dilan şişeyi aldıktan sonra sudan içti ve kapağını kapattı. Merakla ona bakarken masanın üzerindeki telefonu çıkartarak çeviriyi açtım ve parmaklarımı klavyede dolandırmaya başladım. “Sana nasıl yardımcı olabilirim?”

Telefonu ona doğru uzatırken Dilan çat pat Türkçesi ile konuşmaya çalıştı. “Türkçe anlıyorum, ona gerek yok.” Şaşırarak baktım ona doğru. Buradan evlenip giderken Türkçe bilmiyordu, demek ki geçtiğimiz aylarda öğrenmişti. Yaşadığı ülkenin dilini öğrenmesi güzeldi. “Türkçe öğrendin demek…” dediğimde başını salladı belli belirsiz. “Zemheroğlu konağında Türkçe konuşuluyor genelde.”

“Anladım…” dedim ciddi bir şekilde. Ardından ekledim. “Bebeğin nasıl, cinsiyeti belli oldu mu?” dediğimde elini büyüyen karnına koyarak okşadı, yüzündeki küçük tebessümle cevap verdi. “Oğlum olacak.” Oğlan veya kız, bu bebeğin bir tecavüz sonucu rahmine düştüğü gerçeğini değiştirmiyordu. Yine de güzel bir duygu olmalıydı çocuğunun olması, keşke istediği şartlarda olsaydı. Mesela bu kadar genç olmasaydı.

Erkek demişken eminim ki babası çok sevinmişti. Daha doğrusu aşiret. Sonuçta kanlarını, soyadlarını devam ettirecekleri bir erkek torunları olacaktı. Eminim ki el üstünde tutuluyordu.

“Çok sevinmiştir kocan ve ailesi.” Dedim samimiyetten uzak bir tebessümle. Dilan burukça gülümsedi. “Erkekler çok sevindi elbet, Azat’ta. Ama anası pek memnun değil halinden.” Dedi. Ardından ekledi. “Beni hiç gelini olarak istemedi, Azad’a da anlattım ama anasının böyle düşündüğünü kabul etmiyor.”

Diyecek bir şeyim yoktu. Kayınvalide her zaman kayınvalideydi. Aşiret olsun veya olmasın erkek anneleri genelde böyleydi. Oğullarına kimseyi layık görmüyordu ama Azad’ın karısına destek olması gerekirdi, tabii onun da bir sevgisi olduğunu düşünmüyordum. Kim sevdiği kadına zorla dokunurdu ki?

“Buraya bunları anlatmak için mi geldin?” dedim merakla. Maalesef ki aile içi meselelere karışmak bana düşmezdi. Ha şiddet görüyorsa, eziyet ediyorlarsa elimden geleni yapardım ama diğer türlüsünü yapmaya hakkım yoktu. Çünkü aile içi çatışmalar ne yazık ki oluyordu.

Dilan sıkı sıkı tuttuğu çantasının fermuarını açtıktan sonra çıkardığı dosyayı bana doğru uzattı. Merakla dosyayı alırken konuştu. “Bunu getirmek için geldim, işine yarar diye düşündüm.”

Elime dosyaları aldığım an ilk sayfada bir teslimat adresi karşıladı beni. Sonra teslim edilecek olan malların listesi ve teslimat tarihi. Un teslimatı yapacaklar gibi duruyordu. Diğer sayfayı çevirdiğimde bir depo adresi gördüm, unlar burada saklanıyordu belki de. Sonra birkaç tır resmi karşıma çıktı. Zemheroğlu şirketinin logosunu taşıyordu. Bunlar benim için bir şey ifade etmiyordu.

“Bunlar nedir?” dediğimde Dilan büyükçe yutkundu. “O unların içinde silah taşıyorlar.” Dediği an kaşlarım çatıldı. Silah kaçakçılığı yapıyorlardı yani. “Sen nereden biliyorsun bunu?” dedim ciddi bir şekilde.

“2 veya 3 ay oldu. Azad ile doktor kontrolüne gitmiştik. Sonra dönüşte onu çağırdılar depodan. Beni de götürdü oraya. Kendisi deponun içine girdi. Bende arabadan çıktım. Etrafta gezinmeye başladım. Gezinip tekrar arabaya dönerken Azad ile şirketten birisinin konuşmasını duydum. Unların içine iyice saklayın diyordu. Başta ne olduğunu anlamadım yakalanmamak için arabaya geçtim.”

Dilan ona inanıp inanmadığımı anlamaya çalışırcasına gözlerime bakarken komut verdim. “Devam et.”

“Aklıma takıldı, çalışma odasına gizlice girdim ve karıştırırken silah resimlerini gördüm. Bilgisayarında da birkaç yazışma vardı.” Dediğinde şaşkınca baktım ona. Onun böyle bir şeyi yapabileceğini düşünmemiştim hiç. “Yazışmaların fotoğrafı var mı sende?” dediğimde başını olumlu anlamda salladı. Telefonunu çıkartıp bana uzattı. Fotoğrafını çekmişti. Fotoğrafları kendi telefonuma attıktan sonra konuştum. “Bütün bunları senin verdiğini öğrenirlerse başın çok büyük belaya girer biliyorsun değil mi?”

Dilan burukça gülümsedi. “Biliyorum, ama Azad bana gerçekten âşık oldu. Ben ondan nefret ediyorum ama o beni seviyor. Üzerime titriyor, başta sadece ismini kurtarmak için evlenmişti benimle ama şimdi farklı. Bana bir şey yapmalarına izin vermez, bir de sonuçta nesillerini devam ettirecek torunlarını karnımda taşıyorum.”

Onların ne torun ne aşk dinleyeceğini hiç sanmıyordum. Ama bunu Dilan’a söylemedim. Bu panik olmasını sağlardı. Bugüne kadar sakin davranıp yakalanmadan gelmişti. Bundan sonra onu korumaya alırdık tabii ki teslimat gününde. Yoksa durumu anlarlardı.

“Neden daha önce getirmedin?” dediğimde Dilan hiç beklemeden cevap verdi. “Bu belgeleri bulmak için çok uğraştım. Ondan getiremedim. İlk başta hazmetmekte kolay olmadı. Azad zorla bana istemediğim bir şey yapacak kadar şerefsiz ama ailecek bu kadar ileri gideceklerini düşünmedim.”

Suçu ispat olmadan hiç kimse suçlu sayılmazdı. O zamanlar Azad’ın da suçu bir kadına tecavüz etmekti. Epey bilinen bir şirketleri vardı, aşiretlerdi. İsimlerini böyle lekelemelerine bende inanamazdım. Neden bu ülkede alın teri ile para kazanan insanlar çok azdı ki? Azad olsun, babası olsun öğrenecektik bu işin neresindelerdi. Sadece aracılar mıydı yoksa silahı teslim ettikleri kişilerin ne halt yediklerini biliyorlar mıydı hepsini öğrenecektik.

“İnsan bu, kim yapmaz diye düşünsek bizi şaşırtır.” Dedim tecrübelerimden yola çıkarak.

Ardından aklıma gelen ihtimalle tekrardan konuştum. “Sana koruma ayarlayalım istersen.” Dediğimde Dilan başını iki yana salladı. “Gerek yok, buraya geldiğimi bilmiyorlardır. Taksiyle geldim. Azad o konuda sıkıştırmaz beni.”

Dilan için dediklerini bilmesem belki buna inanırdım. Ufak bir gönül eğlendirme, bana iftira atıyor, kendini kakalamaya çalışıyor demese inanabilirdim ama ne yazık ki bunları kulaklarımla duymuştum. Yani şimdi onun üzerine titremesi, ilgilenmesi umuruma gelmiyordu. Zaten kadın onun çocuğunu taşıyordu her babanın yapması gerektiği gibi onları rahat ettirmek zorundaydı.

“Sevindim senin adına.” Dedim ufak bir tebessümle. Dilan oturduğu yerden ayağa kalkarken konuştu. “Ben gideyim artık.” Bende onunla birlikte ayaklandım oturduğum yerden. “Teşekkür ederiz, desteğin bizim için kıymetli.” Dediğimde Dilan buruk bir tebessüm etti. “Rica ederim.”

Dilan odadan çıkarken iç çektim. Açıkçası yaptığı cesaret isteyen bir şeydi. Gelip şikâyet etmeyebilirdi. Sonuçta şikâyet ettiği için kocası hapse girecekti ve bebeği babasız büyüyecekti ama o buna rağmen şikâyet etmeyi seçmişti. Ülkede böyle insanların olması güzeldi.

Odanın kapısı tekrardan çalındığında kolumdaki saate bakarak komut verdim. Öğle yemeği arasına girmiştik. Kapı açıldığında bakışlarım görmeyi en sevdiğim elalarla buluştu. Bu üzerimde bir şaşkınlık oluştururken oturduğum yerden kalktım. “Pamir?”

“Güzelim?” Pamir gülümseyerek bana bakarken oturduğum yerden ayaklandım. “Sen nereden çıktın?” diyerek tepkime hâkim olamazken Pamir sesli bir biçimde güldü. “Nişanlımı görmek için taburdan çıktım.” Dediğinde bende istemsizce güldüm.

Birkaç adımda Pamir’e yaklaşarak kollarımı boynuna doladım. Pamir anında belime sarılırken huzurla gözlerimi kapattım. “Hem nişanlımı göreyim dedim hem de nikah tarihi almak üzere belediyeden bir arkadaşımı aradım. Neler gerekli onları öğrendim. Belgeleri teslim edip tarih alabiliriz.”

Kollarımı boynundan çekerken gözlerine baktım. “O zaman ne duruyoruz gidelim hadi.” Dediğimde Pamir elini bana doğru uzattı. Hiç beklemeden elini kavradıktan sonra asılı duran çantamı alarak odadan çıktık. Benim çıkmamla birlikte Tuna bey odamı kitlerken adliyenin çıkışına doğru ilerledik.

Kapıdan çıkarken içeri giren Barlas savcı ile karşılaştığımızda sesini duydum. “İyi öğlenler savcım.” Ufak bir tebessümle başımı salladım. “Sağ olun size de.” Ayak üstü birbirimizle konuşurken Pamir’in dikkatli ve tetikte olan bakışlarını hissedebiliyordum.

“İddianameyi sizin verdiğiniz fikirler doğrultusunda düzenledim ve başsavcıya gösterdim. Beğendi, tekrardan teşekkür ederim ve rahatsız ettiğim için özür dilerim.” Nazik ve utangaç bir biçimde teşekkür ederken bakışları kaçamak olarak Pamir’e değiyordu. Pamir bu sözlerden muhtemelen onun Barlas olduğunu anlamıştı. Ama tanıştırmakta fayda vardı.

“Rica ederim.” Dedim samimi bir şekilde. Ardından ekledim. “Tanıştırayım, nişanlım Pamir.” Diyerek Pamir’i işaret ettikten sonra Pamir’e doğru yönelerek konuştum. “Yeni savcımız Barlas Bey.” Dediğimde Pamir elini uzattı nezaketen “Memnun oldum.” Dediğinde Barlas savcı, Pamir’in elini tutarak sıktı. “Bende memnun oldum ve tebrik ederim.”

“Teşekkür ederiz.” Diye cevap veren ben oldum. Ardından ekledim. “İyi günler.”

Pamir ile adliyeden çıktıktan sonra arabasına doğru ilerlerken benim arabamın başında bekleyen Mesut ve Engin’e selam verdik. Arabaya bindiğimizde Pamir’in sesini duydum. “Barlas beklediğimden gençmiş.” Dediğinde başımı salladım. “Yeni mezun sayılır. Ondan benden yardım alıyor zaten.” Dediğimde Pamir onayladı. “Volkan gibi değil, nazik biri.”

“Aynen öyle.”

Pamir arabayı çalıştırıp adliyenin otoparkından çıkarken her zaman yaptığımız gibi radyoyu açtım. “Çıkan şarkı ikimize.” Dediğim anda Mabel Matiz’in Kömür şarkısının melodisi duyulmaya başladı aracın içinde.

Kandıramadım kendimi benim canım
Sensiz olamam ki, gurbet bak her yanım
Mektubumu yaktım da verdim, almadın
Gel de şunun adını bi' koyalım

Olduramadım bu bahtı sev, sarıl hemen
Gözlerimde tütüyo' kara gülümsemеn
Senle yaşarım ben azı çoğu dеmem
Gençliğimiz var, dalda yasemen
Gençliğimiz var, dalda yasemen

Bu benden sana gelsin.” Dedi Pamir gözlerini yoldan bana çevirerek. Ardından şarkıyla beraber mırıldandı. “Gözlerimde tütüyo’ kara . Senle yaşarım ben azı çoğu demem…” Gülümseyerek ona bakarken ilk cümlesinde gülüşüme baktı. Sonra dizlerimin üzerinde duran elimi dudaklarına götürerek öptü. Başımı omzuma doğru eğip hayranlıkla ona bakarken gülümsemem daha da büyüdü. Bunu her seferinde söylüyordum ama kendine düşürmeyi başarıyordu.

“Önce yemek sonra başvuru için gerekli belgeler.” Dedi Pamir şarkı bitiminde. Ardından ekledi. “Ne dersin Kadir amca ve Muazzez teyzenin lokantasına gidelim mi?” dediğinde hevesle onayladım. “Gidelim, uzun zaman oldu gitmeyeli.”

“En son gittiğimizde aramız iyi değildi, şimdi nişanlandığımızı görünce çok sevinecekler.” Dediğinde gülümsedim. Çok sevineceklerdi gerçekten. Daha o zaman bile bizi yakıştırmışlar ve güzel dualarını eksik etmemişlerdi. “Nikahımıza onları da davet edelim, mutluluğumuzu görmek isterler.” Dedim düşünceli bir şekilde. Pamir onayladı. “Ederiz güzelim, sen kimi istersen onu davet ederiz.”

Çok kısa bir süre sonra Muazzez teyze ve Kadir amcanın lokantasına geldiğimizde Pamir arabayı park etti. Birlikte araçtan inip el ele tutuştuktan sonra içeri girdiğimizde direkt olarak Kadir amca ile karşılaşmıştık. Elinde büyük bir tepside kır çiçeklerinin bulunduğu küçük vazolar vardı. Muhtemelen onları masalara yerleştirecekti.

Bizi gördüğü an bakışları ilk önce ellerimize kaydı. Yüzünde büyük bir gülümseme oluşurken seslendi. “Hanım koş! Bak kim geldi.” Heyecanlı bir şekilde bize yaklaşmadan önce elindeki tepsiyi boş olan masalardan birine yerleştirdi. “Hoş geldiniz…” Onun ardından elindeki havluyla mutfaktan çıkan Muazzez teyze girdi görüş açımıza. “Oyy evlatlarım gelmiş.”

Pamir elimi bırakmadan onlara doğru yönelip ikisinin de sırayla elini öptü. Bende onun ardından ellerini öperken Muazzez teyze tekrar konuştu. “Ne iyi ettiniz de geldiniz, özledik sizi.”

“Nasip olmadı gelmek, kısmet bugüneymiş.” Dedi Pamir. Muazzez teyze birbirine sıkıca kenetlenmiş olan ellerimize bakarken anne şefkatiyle gülümsedi. “Olsun, belli ki güzel şeyler olmuş. Hayırlı uğurlu olsun oğlum. Evlendiniz mi?” dediğinde başımı iki yana salladım. “Daha evlenmedik ama yakında inşallah, aşk olsun size haber vermez miyiz?” dediğimde Muazzez teyze hoşuna gittiğini belirtircesine baktı ve yüzündeki gülümseme büyüdü. “Çok mutlu oluruz yavrum.”

“Ben sana söylemiştim oğlum.” Dedi Kadir amca Pamir’in sırtını patpatlarken. Pamir Kadir amcaya baktıktan sonra gözlerinden sevgisinin taşmasını umursamadan bana baktı. “Demiştin Kadir amca, gerçekten her zorluğun ardında kavuşacağı bir ödülü varmış insanın.”

Ödül diye hitap ettiği kişi bendim. Cümlesi içime öyle işlemişti ki şimdi ona sıkıca sarılmak istiyordum. Aslında o benim ödülüm sayılırdı. Kaç kadın ilk aşık olduğu adamla evleniyordu, daha doğrusu hangi kadın ilk sevgilisiyle evleniyordu? Ben o şanslı olanlardan biriydim. Bu konuda ikimizde fedakârlık yapmıştık ve şimdi sonucunda mutluluk ödülümüzü almıştık. Belki sonsuz mutluluk yoktu bize ama birlikte olduğumuz her an ödüldü.

“Hadi çocuklar siz geçin masanıza, geliyorum bende.” Kadir amca masaları işaret ederken ilk geldiğimizde oturduğumuz masanın boş olduğunu gördüm. Pamir ile hiç bakışmadan, anlaşmadan adımlarımızı aynı anda oraya atarken gülümsedim. Hiç konuşmadan anlaşmak her kula nasip olmazdı.

Pamir ilk önce benim sandalyemi çekip oturmama yardımcı olduktan sonra kendisi karşıma geçip oturdu. “Bu masa bizim masamız olarak kalacak, baksana şansımıza hep boş oluyor.” Dedi Pamir keyifle. Ardından ekledi. “Öyle de olmalı, burada karşılaştığımız andan sonra kavga etmeden yemek yiyebildiğimiz, senden özür dileyebildiğim ve senin de bana karşı yumuşadığın anlara şahit olmuştu.”

Bakışlarını bakışlarımdan hiç kaçırmadan söylediği cümlelerle o anların zihnime düşmesine engel olamadım. Bakıldığında biz gerçekten çok sancılı günler geçirmiştik. Çok şükür ki şimdi o sancılı günler geçiş yerini rahatlamaya bırakmıştı.

“Aslında senin özür dileyeceğim bir şey yoktu, ben iyi değildim. Gelgitlerim vardı biliyorsun.” Dedim açık sözlülükle. Pamir başını omzuna doğru eğerek düşünceli bir şekilde konuştu. “Acaba kimin yüzündendi bu gelgitler?” dediğinde karşı çıktım. “Şimdi kendini suçlayacak bir şeyler bulma lütfen.”

“Tamam, bulmuyorum ama gerçekler bunlar.” Dedi Pamir kabullenerek. Bu sözüne bir şey demezken Kadir amca yanımıza doğru geldi. “Ne getireyim size?” dediğinde o günle aynı siparişi verdim. Pamir’de benimle aynı şekilde mantı siparişi verdi ve benim bol soslu yiyeceğimi söyleyeceği sırada Kadir amca konuştu. “Devrim kızımın bol soslu.” Dediğinde ikimiz de güldük.

Kadir amca yanımızdan uzaklaşırken aklımdaki soruyu sordum. “Nikah tarihini ne zamana alalım sence?” dediğimde Pamir masanın üzerinde bulunan su şişesini açarak ikimizin bardaklarına da su doldururken göz ucuyla bana baktı. “Senin adli tatile denk getirelim, temmuzun sonuna doğru. Balayına falan daha rahat çıkarız.”

“Balayına çıkacağız yani?” dediğimde Pamir e yani manasında gözlerime baktı. “Tatile gitmek bizim de hakkımız değil mi birtanem? Her günümüz ayrı bir macera, operasyon, aksiyon.” Dedi şikâyet edercesine. Acaba benim bir silah kaçakçısını yok etmek için yapacağım operasyonu duysa ne tepki verirdi?

“Hakkımı yeme şimdi iki aydır doğru dürüst operasyonum yoktu.” Dedim dalga geçercesine. Pamir ters ve hoşnut olmayan bir biçimde bana baktı. Ardından suyundan birkaç yudum içtikten sonra konuştu. “Başsavcının ayağına gidip özellikle teşekkür edeceğim.”

Söylediği cümle ile yüzüm asılırken Pamir elini yanağıma getirip makas aldı. “Şaka yapıyorum.” Dedikten sonra ekledi. “Ayrıca gerçekten aklım sende kalırdı, buradayken bir şekilde yanında oluyorum veya olanlardan haberdar oluyorum. Senden haber alamazken başına bir şey gelse kafayı yerdim.”

İç çektikten sonra söylediklerine cevap verdim. “İkimizin mesleği de kafayı yemeye müsait maalesef ki. Alışacağız.” Dedim kabullenmesi için. Pamir başını salladı. “Alışacağız.”

“E sen izin alabilecek misin?” dedim meraklı bir şekilde. Balayı konusunun iş mevzusu yüzünden üstünkörü konuşulmasını istemiyordum. “Baran Albay’ımla konuşacağım bakalım, tarihi alalım ona göre bir şeyler ayarlarız.” Dediğinde anlayışlı bir şekilde konuştum. “Eğer izin alman sıkıntı olursa bir sonraki yaza yaparız tatilimizi, evlendikten sonra mekân fark etmez her yer balayı olur bize.”

Söylediğim şeyle birlikte Pamir’in yüzünde bir sırıtış meydana geldi. “Öyle mi dersin?” dediğinde başımı salladım yüzümde aynı sırıtışla. “Öyle derim.”

Mantılarımız geldiğinde Kadir amcaya teşekkürlerimizi ileterek yemeye başlamıştık. Gelmeyeli uzun zaman olduğu için gerçekten özlemiştim. Sinem ile ikimiz hazır alıp arada yapıyorduk ama ev yapımı gibi olmuyordu. Çıkıp da buraya gelmekte hiç aklımıza gelmemişti. Galiba burası Pamir ile ikimizin mekanıydı sadece.

“Hakan’ı gördün mü?” dedim aklımdaki soruyu dile getirerek. Çünkü Sinem, Hakan’ı kırdım gibisinden bir şeyler söylemişti. Hakan’da bugün muhtemelen Sinem ile karşılaşmamak için erken çıkmıştı. Çünkü normalde biz hep aynı saatlerde çıkardık evden.

Pamir ağzındaki yemeği çiğneyip yuttuktan sonra başını salladı. “Gördüm, konuştuk biraz. Aralarında bir şeyler olmuş. Belki de Sinem’i Hakan ile göndermek kötü fikirdi. Kendimi suçlu hissediyorum.” Dedi suçlu bir şekilde. Aslında haklılık payı vardı, böyle şeylerin olacağını düşünmemiştim hiç.

“Sinem pişman aslında.” Dediğimde Pamir şaşırdı. Yanlış anladığını anladığımda hızlıca ekledim. “Yani Hakan’a duygularını itiraf etmediği için.” Dediğimde Pamir iç çekti. “Hakan gerçekten Sinem’den hoşlanıyor ve durum böyle olunca hayal kırıklığı daha büyük oldu.”

“Haklı, bende olsam kırılırdım. Ama yakında her şey düzelecek inanıyorum.” İnanıyordum çünkü Sinem daha fazla böyle devam etmezdi biliyordum. Hakan’a duygularını açar ve aralarında bir ilişki başlardı.

“Umarım…” dedi Pamir karamsar bir şekilde. Sinem’i benim kadar tanımadığı için ve Hakan en yakın arkadaşı olduğu için böyleydi. Hakan, Sinem’e böyle bir şey yapsa muhtemelen bende Pamir gibi karamsar olurdum ve Hakan’a kızardım. Pamir’de içten içe Sinem’e kızıyordu belki ama ikimizde aralarındaki soruna karışmak istemiyorduk. Çünkü bir insanın ilişkisine karışmak kimseye düşmezdi.

Yemeğimizin ardından Muazzez teyze ve Kadir amcaya teşekkürlerimizi iletip biraz sohbet ettikten sonra işlerimizi halletmek üzere mekândan çıkış yapmıştık. İlk önce hastaneye giderek sağlık raporu almıştık. Sağ olsun Işık çok yardımcı olmuştu bize. Onun ardından vesikalık çektirmek üzere bir fotoğrafçıya gitmiştik. Nüfus cüzdanı fotokopilerini de çektirdikten sonra belediyeye giderek Pamir’in arkadaşının yardımıyla nikah başvurumuzu yapmıştık.

Aile olmaya adım atacağımız, birbirimize evet diyeceğimiz, ikimizin de hayali olan nikah tarihimizi almıştık. “27 Temmuz 2024”

O tarihe kadar evimizi, eşyalarımızı, balayımızı, gelinliğimizi-damatlığımızı her şeyi ayarlayacaktık. Tabii ailelerimizin desteği ile…

 

 

 

 

 

◔◔◔

“Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı olduğunu gösteren kimliğinin bulunmadığı, Gölge kod adıyla Türkiye’de eylemler yaptığı ve asıl olarak İran vatandaşı olan sanık Agir Mohammadi Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde tır şoförü Kâmil Göçer’i öldürmüş ve terör örgütü PKK’ya birçok yardımda bulunmuştur sayın hakim.”

Avukat Gözde Hanım müşteki avukatı olarak Kâmil beyin eşi Emine Hanım’ın yanında dikilip şikayetlerini dile getiriyordu. Hâkime Sinem’in yanında Kubilay savcı vardı ve iddianamesini o sunacaktı. İzleyici koltuklarında ben, Cenk komiser, gördüğüme çok şaşırdığım Yiğit ve yanındaki minyon, kahverengi saçlı kadın vardık. Duruşmanın son dakikalarında girdikleri için ne olduğunu soramamıştım. Sanığın ise bir avukatı yoktu.

“Sanık Agir Mohammadi’nin terör örgütü PKK ile iş birliği yaptığı delillerle sabittir. Ayrıca 41 kişinin öldürülüp tıra yüklenmesi ve tır yakıldığı zaman tır şoförünü öldürdüğü kanıtlanmıştır. Avukat Berfin Gündoğdu ile ilişiği olduğu tespit edilmiştir. Cumhuriyet savcısı Devrim Akyol’un gizlilik kararı getirdiği dosyayı basına yansıtma planını ikisi yapmıştır. Ve yine Cumhuriyet savcısı Devrim Akyol’un aracının altına bomba konmasında ilgisi olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca Neva Çetin adlı öğretmeni kaçırma suçuna bizzat dahil olduğu teyit edilmiştir.”

Saniyelik olarak Kubilay savcı ile bakışlarımız buluştuğunda o sözlerine devam etti. “Bütün bu suçlar ele alındığında 3713 numaralı kanuna göre terör örgütü üyesi olan sanığın TCK madde 314’e, TCK madde 81’e ve TCK madde 109’a istinaden tutuklu yargılanmasını talep ediyorum.”

( 3713 numaralı kanun, terörle mücadele kanunudur.

TCK madde 314; örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.

TCK madde 81; Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.

TCK madde 109; Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.)

Neva öğretmen, Pamir’in bahsettiği öğretmendi büyük ihtimalle ve Yiğit’in yanında oturan kadın olduğunu düşünüyordum. Muhtemelen duruşmayı izlemek için gelmişti. Ya Pamir ya da Baran Albay öğretmenle birlikte Yiğit’i görevlendirmiş olabilirdi.

“Karar, müşteki avukatı dinlendi, savcının mütalaası alındı. Terör örgütüne üye olma, terör örgütüne yardım ve yataklık etme, tır şoförü Kamil Göçer’in ölümüne neden olma, Cumhuriyet savcısı Devrim Akyol’u öldürmeye teşebbüs, Neva Çetin adlı vatandaşı alıkoyma suçlarından yargılanan sanık Agir Mohammadi’nin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yakalanması da göz önüne alınarak müebbet hapis cezasına çarptırılmasına karar verilmiştir.”

Sinem son kararını söyledikten sonra duruşma biterken zaferle oturduğum yerden kalktım. Böyle bir kararı vereceğini biliyordum, tek bir suçu yoktu ki adamın. Aynı zamanda benimle kendi canı da tehlikeye girmişti. İşte bu kadardı. Tır şoförünün katili bulunmuştu ve bize ilacı yapan kişiyi söylemişti. Ülkenin dört bir yanına dağılacak ilaç ve uyuşturucunun dağıtılması engellenmişti. Dava aylar sürmüştü ama değmişti. Suçluların çoğu yakalanmıştı.

Tır şoförünün eşi Gözde hanıma sarılırken derin bir nefes verdim. Duruşma salonundan çıkarken kapının önündeki Kubilay savcıyı gördüm. Yanına doğru ilerlediğimde sesimdeki gurura engel olamadan konuştum. “Bir davanın daha sonuna geldik, ellerinize sağlık savcım.” Dediğimde Kubilay savcı büyük bir centilmenlikle cevap verdi. “Sizin de ellerinize sağlık, büyük çoğunluğunu siz hallettiniz. Bana olan desteğinizi inkâr edemem. Ayrıca canınızla sınandınız.”

“Olsun, suçlular yakalandı. Gerekli cezaları aldılar ya gerisi mühim değil.” Dedim tebessümle. Ardından elimi Kubilay savcıya uzatarak ekledim. “Her şey için teşekkür ederim.” Kubilay savcı elimi tutup sıktıktan sonra cevap verdi. “Benim için bir zevkti. Umarım bir sonraki görüşmemiz daha sakin olur.” Söylediği ile istemsizce güldüm. Kubilay savcı ise kolundaki saate bakarak ekledi. “Sonra görüşürüz savcım benim gitmem gerekiyor.”

“İyi günler.” Cevabımdan sonra Kubilay savcı yanımdan uzaklaşırken yan yana dikilerek birbirlerine kaçamak bakışlar atan kadın ve Yiğit’e takıldı bakışlarım. Minyon tipli birisiydi. Bakışlarından utangaçlığı ve çekingenliği belli oluyordu. Yanlarına doğru ilerlediğim sırada Yiğit’in bakışları bana doğru döndü.

“Bu davanın da hakkından geldin yenge.” Yiğit’in cümlesi ile yüzümde gururlu bir gülümseme oluştu. “En büyük işi siz başardınız. Gölgeyi yakalayan sizsiniz. Minnettarız.”

“Aslında Neva hanım sayesinde yakaladık diyebiliriz.” Yiğit bakışlarını yanındaki kadına doğru çevirdiğinde benim de bakışlarım Neva hanıma kaydı. Çekingen bir biçimde bize doğru bakarken beklemeden elimi uzatarak kendimi tanıttım. “Cumhuriyet savcısı Devrim Akyol, dava ile yakından ilgilendim bir süre.”

Neva hanım elimi tutarak sıktı kısaca. “Neva Çetin, memnun oldum savcı hanım.” Diye nazikçe cevap verdiğinde tekrar konuştum. “Bende memnun oldum, başınıza gelenleri de duydum. Geçmiş olsun, ayrıca yardımız sayesinde bu adamı yakaladık teşekkür ederiz.”

“Teşekkür edilecek bir şey yapmadım asıl Yiğit beyler olmasaydı benim halim pek iyi olmazdı.” Dedi düşünceli bir şekilde. Yiğit bakışlarını bir kere bile Neva’dan çekmeden cevap verdi. “Görevimiz.” Dedikten sonra ekledi. “Burada işimiz bitti, suçlu cezasını çekecek. Artık korkmanızı gerektirecek bir sorun kalmadı.”

Neva kısa bir süre Yiğit’e doğru baktı. Bakışlarındaki tereddüt görmezden gelinemezdi. Yaşadıklarını düşününce travması kolay bir şekilde geçmeyecekti bunu biliyordum.

“Sınırdaki bir köyde öğretmenlik yapıyormuşsunuz.” Meraklı bir biçimde Neva’ya bakarken başını salladı olumlu manada. Bense devam ettim sözlerime. “Eğer çekinceleriniz varsa size eşlik etmeleri için iki polisimizi ya da ordudan iki askerimizi görevlendirebiliriz.” Dediğimde Neva’nın gözleri parladı. “Gerçekten bu mümkün olur mu?”

Başımı olumlu anlamda salladım. “Elbette. Gerekli konuşmaları yapıp ayarlarız.” Dediğimde Neva minnettar bir biçimde gülümsedi. “Çok teşekkür ederim.”

“Ne demek.” Dedikten sonra aklıma gelen şey ile duraksadım. Bu yaşadığı şey kolay değildi. Üzerinde bir travma oluşmuştu muhtemelen. Aşması için Nuran hanımı önerebilirdim ama söylemeye çekiniyordum. Belki daha sonra bunu tavsiye edebilirdim.

“Ben Neva hanımı evine bırakacağım yenge eğer işin bittiyse seni de bırakayım.” Yiğit’in nazik sesiyle bakışlarımı ona çevirdim. “Henüz işim bitmedi, düşünmen yeter.” Dedim samimi bir şekilde. Ardından ekledim. “O zaman ben sizi daha fazla tutmayayım. Neva hanım konuştuğumuz meseleyi en kısa sürede halledeceğim.”

“Sağ olun.”

Yiğit ve Neva hanım yanımdan uzaklaşırken bende Cenk komiseri aramak için etrafa bakındım. Dilan’ın getirdiği dosyalar hakkında konuşmak istiyordum. Gizli bir şekilde bu işin hallolması gerekiyordu.

Benden biraz uzakta avukat Gözde hanım ile konuştuğunu gördüm. Merakla ona bakarken istemsizce konuşmalarını duydum. “Kolun nasıl oldu?” dedi Gözde hanım düşünceli bir şekilde. Böyle senli benli konuştuklarına hiç şahit olmamıştım daha önce. Hatta Cenk komiserin odasında birbirlerini dahi tanıdıklarını düşünmemiştim hallerinden.

Cenk eliyle kolunu tuttu ve yüzündeki gülümsemeyle cevap verdi. “Turp gibiyim.” İyileşeli çok olmuştu. Zaten hastanede de kalmayıp çıkmıştı hemen. “Sevindim iyi olmana, gerçi sen alışıksın bu duruma.” Dedi Gözde şikayet eder gibi. ‘Sen alışıksın bu duruma’ gibi bir cümle kurduysa önceden tanışıyorlardı demekti bu.

“Evet, senin bu durumdan ne kadar rahatsız olduğunu bilsem de alışığım.” Dedi Cenk sıkıntılı bir biçimde. “Sen istiyorsun diye cinayet büroya geçmiştim ama şansıma cinayet büroda da pek rahat durmuyorum.” Dediğinde şaşkınlıkla bakakaldım. Gözde için birimini değiştirmişti yani demek oluyordu ki önceden aralarında bir şey vardı.

“Terörle mücadeledeydin Cenk, tehlikenin göbeğindeydin. Cinayet büroda daha rahat olursun diye düşünmüştüm.” Dedi Gözde kendini savunmak için. Cenk başını salladı. “Bencilce bir istekti ama seni kaybetmeyi göze alamadım. Ama sonuç yine ortada.”

Gözde, Cenk’in cinayet büroya geçmesini istemişti. Cenk muhtemelen başta kabul etmemişti. Tartışmışlardı hatta bu sebep yüzünden ayrılmış olabilirlerdi. Sonra Cenk düşünüp taşınıp cinayet büroya geçmişti ama Gözde ile ayrı kalmaya devam etmişlerdi. Benim tahminim bu yöndeydi.

“Neyse aynı konuları tekrardan konuşmayalım.” Dedi Gözde kaçamak bir şekilde. Cenk ise kaşlarını çattı. “Hiç mi pişman değilsin Gözde, mesela hiç aklına gelmiyor mu ben haksızlık ediyorum diye.” Dedi ciddi bir şekilde. Gözde afalladı Cenk’in sözleriyle. Bir süre sessiz kaldıktan sonra ne söyleyeceğini bilememiş olsa ki cevap verdi. “Ben gidiyorum, iyi mesailer sana.”

Başka hiçbir şey söylemeden Cenk’ten kaçar adım uzaklaşırken Cenk arkasından bakakaldı. Daha fazla böyle dikilmenin doğru olmayacağını düşünerek ona doğru yaklaştım. “Komiser?”

Ona seslenmemle birlikte komiser irkilirken daldığını fark ettim. “Buyurun savcım?” dedi Cenk merakla bana bakarak. “Emniyete gidiyorum, bırakayım seni de.” Dediğimde Cenk komiser anlamaya çalışırcasına baktı bana. Bense açıkladım. “Bir cinayet söz konusu değil merak etme, organize suçlarla işim var.”

“Anladım savcım, orada var bir tanıdığım. Güvenilir biridir. Sizinle tanıştırırım.” Dediğinde onayladım. “Tamamdır. Gidelim o zaman.”

Cenkle yan yana adliyeden çıktık. Arabama binerek emniyete gideceğimizi söylerken telefonumu çıkartarak Pamir’e mesaj attım.

Gönderilen; Sevgilim

Gölge denen adam müebbet aldı.

TSK’ye saygılarımı ve sevgilerimi sunarım.

Özellikle de TSK’de görevli olan üsteğmen nişanlıma…

Mesaj attıktan birkaç dakika sonra cevap gelirken hızlıca ekranı açarak mesajı okudum.

 

 

 

 

 

TSK bu görevi seve seve bitirdi.

 

 

 

 

 

Ve savcılıkla iş birliği yapmak ayrı güzeldi.

 

 

 

 

 

Bende özellikle cumhuriyet savcısı olan nişanlıma sevgimi sunuyorum…

Gülerek mesajı okuyup ekranı kapattım. Emniyetin önünde aracımı park ettiklerinde Cenkle birlikte araçtan inip içeri doğru girmeye başladık. Cenk’in direktifleriyle organize suçlar bürosuna girdiğimizde birkaç kişinin dikkatle bize baktığını gördük. Cenk’i tanıyorlardı muhtemelen ama beni ilk görüşleri olabilirdi ya da haber takibi yapan kişilerse beni görmüşlerdi gazeteden.

“Hoş geldin kardeşim” Arkamızdan gelen neşeli ama tok sesle birlikte bakışlarımı adama doğru çevirdim. Adam beni görerek afallarken hızlıca konuştu. “Sayın savcım?” diyerek Cenk’e baktı. Bunun burada ne işi var dercesine. “Soru işaretiyle bakmanız gereken kişi benim diye düşünüyorum.” Dedim lafımı çekmeden.

Yeşil gözleri bana doğru dönerken azıcık da olsa gerildiğini hissettim. Cenk ise konuştu. “Komiser Serkan Teksöz.” Dediğinde başımı sallayarak onayladım. “Sağ ol, sen gidebilirsin.” Dedim Cenk’e bakarak.

Cenk beni onaylayıp yanımızdan uzaklaşırken Serkan’ın ‘beni yalnız bırakma’ adlı bakışlarını net bir şekilde görebiliyordum. “Böyle ayakta dikilmeye devam mı edeceğiz yoksa odana geçecek miyiz komiser?” dedim otoriter ve samimiyetten uzak bir sesle. Serkan komiser bakışlarını bana doğru çevirirken hızlıca başını salladı. “Kusura bakmayın savcım, hemen geçelim. Buyurun.”

Eliyle sağda bulunan bir kapıyı işaret ederken önden ilerlemeye başladım. Serkan komiser arkamdan gelirken konuştu. “Size nasıl yardımcı olabilirim ya da ne ikram edelim size?” dedi hızlı hızlı. Bakışlarımı ona çevirmeden konuştum. “Bir şey istemiyorum. Nasıl yardımcı olabileceğini odana geçince konuşacağız.”

Serkan komiser arkamdan gelirken odaya girdik. Bakışlarımı Serkan komisere çevirdiğimde ne istediğimi anlayarak eliyle kendi yerini işaret etti. “Buyurun savcım.” Tam olarak bunu istediğim için yerine oturduktan sonra dosyalarımı koyduğum çantanın içerisinden Dilan’ın getirdiği belgeleri çıkardım.

Serkan komiserin hala ayakta beklediğini görerek elimle işaret ettim. “Otur lütfen.”

Serkan komiser dediğimi yaparken dosyayı ona doğru uzattım. Elimden dosyayı alıp göz atarken konuştum. “Silah kaçakçılığı.” Dediğimde bakışları bana doğru döndü. “Unlar sadece göz boyamak için. Ekibini topla, bu tarihte bu tıra baskın yapılacak. Bu işi yapan kişilerde orada olacak ve ürkütmeden suçüstü yapacağız. Bizzat geleceğim oraya.”

“Savcım sizin gelmenize gerek yok, biz arkadaşlarla hallederiz.” Dediğinde kaşlarımı çattım. “Kararlarım mı sorgulanıyor?” dedim sertçe. Serkan komiser söylediğim şeyle büyükçe yutkunurken konuştu. “Hayır savcım, ne haddimize.” Dediğinde başımı salladım usul usul aynen öyle manasında. Ardından konuştum. “Güzel.”

Teslimat iki gün sonra gece yarısıydı. Çok güzel bir planla onları çökerteceğimizi umuyordum. Elimiz boş dönersek çok kötü olurdu. Bu yüzden Dilan’ın belli etmemesi gerekiyordu her şeyi.

“Teslimat adresinden önce birkaç arkadaş gidip etrafı çevirsinler. Tır geldiği anda benim de emrimle baskın yapılacak. Adresi güzelce inceleyin, planınızı ona göre kurun. Teslimatın yapılacağı gece emniyette son kez üzerinden geçeceğiz ve öyle gideceğiz.”

“Emredersiniz savcım.”

Serkan komiserin beni onaylamasıyla birlikte oturduğum yerden ayağa kalktım. Ardından aklıma gelen şey ile elimi uzattım Serkan komisere doğru. Serkan komiser anlamaz gözlerle bana bakarken dosyayı işaret ettim bakışlarımla. Dosyayı bana uzattığında elime aldım.

Masanın üzerinden küçük bir kağıt alarak teslimat adresini ve saatini kağıdın üzerine yazdım. Sonra da kağıdı ona doğru uzattım ve tek parmağımı kaldırıp ona doğrulttuktan sonra ciddi bir şekilde konuştum. “Sadece senin ve en güvendiğin insanların bulunduğu bir ekip kur. Bu bilgileri kimseyle paylaşma. Eğer bir sızıntı olursa, teslimat adresi değişir ve elimiz boş dönersek senden bilirim haberin olsun.” Dedim bahane kabul etmediğimi belli edercesine.

Kimseye güvenemezdik. Adı sanı bilinen bir aileydi Zemheroğlu ailesi. Muhtemelen elleri kolları uzundu. Haber gidebilirdi. Haber giderse kötü olurdu. Buradan birinin onlara haber uçurup uçurmadığını bilemezdik. Gönül isterdi ki tanıdığım birileri ile operasyon yapayım ama ne yazık ki mümkün değildi. Bende işimi böyle garantiye alırdım.

“Merak etmeyin savcım, benden sır çıkmaz.” Diyerek işaret parmağı ve baş parmağını birleştirerek dudaklarına götürdü ve sanki fermuar çekermiş gibi bir yandan öteki yana parmaklarını götürdü. Umarım dediği gibi olurdu.

“İyi mesailer.” Başka hiçbir şey söylemeden odadan çıktıktan sonra adımlarımı emniyetin dışına doğru atmaya başladım. Bu işi kazasız belasız atlatmayı her şeyden çok istiyordum…

*****

Emniyetten çıktıktan sonra direkt olarak eve geçmiştim. Mesut ve Engin beni bırakıp giderken abimin arabasının binaya yaklaştığını görerek kapının önünde beklemeye başlamıştım. Yaralı olduğunu öğrendiğimde panik olmuştum ama sesinden de, Pamir ile uğraşmasından da iyi olduğu kanaatine vardığımda paniğim biraz azalmıştı. Yine de kendi gözlerimle iyi olduğunu görmek istiyordum.

Abim arabasını park edip indikten sonra bakışları direkt olarak beni buldu. Bana doğru yaklaşırken bende birkaç adım atarak ona yaklaştım. “Abi iyi misin?” meraklı ve endişeli bir biçimde ona bakarken abim kollarını bana doğru açtı. “İyiyim güzelim, iyiyim.”

Kollarının arasına girip başımı göğsüne yasladım. Çok özlemiştim onu. Sıkı sıkı beline sarılırken abimde şefkatli kollarıyla beni sarıp sarmaladı. Gözlerimi kapatıp anın tadını çıkartırken sesini duydum. “Nasıl geçti günlerin ben yokken?”

“Sıkıcıydı. Sen yoktun, Pamir yoktu. Sinem ile işe gidip geldik. Malum başsavcı beni davadan da aldığı için.” Diye ima ile konuşurken abim güldü. “Biraz sakinlikten zarar gelmez.”

Söylediği cümle ile gözlerimi devirmeden edemedim. Kollarının arasından ayrılırken merakla konuştum. “Yaran nasıl, nerede?” diyerek koluna doğru baktığımda kolundaki bandajı gördüm. Abim merakımı gidermek amacıyla cevap verdi. “İyi yaram merak etme, inanmıyorsan Işık’a sor.”

Söylediği cümle ile tek kaşımı kaldırarak ima ile baktım abime doğru. “Işık sardı yaramı diyorsun ha?” dediğimde abim yamuk bir gülümseme ile onayladı. “Öyle ama mesleği olduğu için.” Dediğinde gözlerimi kırpıştırarak mırıldandım. “Bildiğim kadarıyla revirde de bir doktor var, onun da görevi bu değil mi?”

Abim anlık olarak afalladı ve ardından genzini temizleyerek konuştu. “Yani aklıma ilk o geldi ne yapayım.” Dediğinde tekrardan imalı bir biçimde konuştum. “Ayaklarım beni ona götürdü diyorsun yani.” Dedim gülerek. Abim her cümlesinden bir şeyler çıkartarak laf söylememe sinirlenmiş olacak ki gözlerini kapatıp sesli bir nefes verdi burnundan. “Hep bu anı bekledin değil mi?”

“Ne yaptım canım sanki, doğruları söyledim.” Dedim masum bir sesle. Abim he he manasında bana baktı. “Senden çok çekeceğiz belli oldu.” Dediğinde sırıttım. “Görümce olmak kolay değil, ayrıca senin Pamir’e yaptıklarını da unutmadık. Bu yaptıklarınızın bir karşılığı olacaktı değil mi Bora bey?”

Abim tek kaşını kaldırarak baktı. “Bora bey ha?” dedikten sonra eliyle saçıma doğru uzanıp çekti. “Ne zamandan beri abiye ismiyle hitap edilir oldu Devrim hanım.” Saçlarımı hafiften çekse de çocukmuşum gibi yaptığı bu hareket karşısında kaşlarım çatıldı. “Ya yapmasana şunu! Çocuk muyum ben!?”

Abim tepkime gülerken tersçe baktım ona. Ardından aklıma gelen şeyle birlikte konuştum. “Bu arada abi Pamirle nikah tarihimizi aldık.” Dediğimde abim şaşırdığını gördüm. O bir şey söylemeden ekleme yaptım. “27 Temmuz günü nikah kıyacağız.”

“27 temmuz.” Abim söylediğim tarihi tekrarlarken durgunlaşmıştı. “Kuş yuvadan uçuyor ha?” hüzünlü bir sesle dile getirdiği cümle ile mırıldandım. “Bir yere gitmiyorum ki, yine hep birlikte olacağız.” Dediğimde abim burukça gülümsedi. “Hep birlikte olacağız ama artık sen Devrim Akyol değil, Devrim Arslan olacaksın.”

“Devrim Akyol Arslan.” Diyerek karşı çıktım. Evlendim diye soyadımı bırakacak değildim. İki soyadımı da kullanacaktım. Hem böylesi daha güzel olurdu.

“Nikah tarihi dedin, düğün?” Meraklı gözlerle bana bakarken cevap verdim. “Düğün yapmayacağız, nikah yeterli olur diye düşündük. Öyle karar verdik.” Dediğimde abim başını salladı. “Sonuçta evlenecek olan sizsiniz, böyle istiyorsanız bize bir şey demek düşmez.”

Abime cevap vereceğim sırada çalmaya başlayan telefonla birlikte sessiz kaldım. Abim telefonunu çıkartıp ekrana doğru baktığında yüzünde merak ve merak duygusunun altında yatan küçük bir sevinç pırıltısını gördüm. Başımı telefona doğru eğip arayan kişiye baktığımda Işık olduğunu gördüm.

Abim hiç beklemeden telefonu açıp kulağına götürdükten sonra konuştu. “Efendim?” dediğinde karşı taraftan gelecek olan sesi dinledi ve cevap verdi. “İyiyim, ağrım yok. Sen nasılsın?”

Yine karşı tarafı dinledikten sonra yüzünde küçük bir gülümseme oluştu. “Hayır, yaptırmadım pansumanımı. Sen hala çıkmadın mı?” dediğinde tek kaşımı kaldırdım. Bayağı samimi konuşuyorlardı. “Tamam, geliyorum.”

Abimin sesi ile düşüncelerimden sıyrılırken abim telefonu kapatıp cebine koydu. Merakla ona bakıp açıklama beklerken abim konuştu. “Ben pansuman yaptırmaya gideyim bir.” Dediğinde ima ile konuştum. “Işık seni çağırdı git tabii.” Dediğimde abim mırıldandı. “Birkaç saat daha hastanedeymiş eğer pansuman yaptırmadıysan gel dedi. E bende yaptırmadım yani öyle.”

“Anladım, git tabii git.” Dedim gülerek. Işık bir şeyler hissetmiyor diye kendini kandırıyordu. Bir şeyler hissetmese abimi böyle düşünür müydü? Düşünmezdi. Bir şeyler hissediyordu ama bir şeylerden kaçtığı da kesindi.

Abimle vedalaştığımızda abim arabasına binerek çıkışa doğru ilerlemeye başladı. Bende markete doğru ilerlemeye koyuldum. Ekmek almak aklımdan çıkmıştı. Yavaş yavaş markete doğru yürürken lojmanın kapısından giren tanıdık arabayla şaşırdım. Araba yaklaştıkça içini net bir şekilde gördüğümde şoför koltuğunun yanındaki yolcu koltuğunda oturan kişi ile şaşkınlığımı gizleyemedim.

Batuhan ve Burçe… Lojmana, Pamir’in oturduğu yere, onun görme ihtimalinin neredeyse %100’e yakın olduğu yere birlikte gelmişlerdi. Bu nasıl bir cesaretti. Batuhan’ın yürek falan yemiş olması gerekiyordu bunu yapması için.

Beni gördüklerinde araba yavaşlarken adımlarım duraksadı. Bir yandan da Burçe’nin ne zaman geldiğini sorguluyordum. Araba tam yanımda durduğunda Batuhan kendi tarafının camını açtı. Kaldırımdan inip cama doğru yaklaştım ve arabanın içine doğru eğildim.

İkisinin gözlerinden de mutlulukları okunurken direkt olarak Batuhan’a bakarak konuştum. “Batuhan, sen yürek mi yedin oğlum?” kaşlarım çatılı bir şekilde Burçe’ye döndüm. “Hadi bu çocuk özel kuvvetçi, cesaret ondan sorulur. Sen abinden hiç mi korkmuyorsun?”

Ciddi bir şekilde dile getirdiğim cümleler ile Batuhan küçük bir tebessümle konuştu. “Dur yengem sakin ol.” Hala daha kaşlarım çatık bir şekilde ona bakarken Batuhan sözlerine ekleme yaptı. “Pamir komutanım toplantıda. O yüzden geldik birlikte.” Yaptığı açıklama biraz da olsa rahatlamama sebep olurken Burçe’de ekledi. “Batuhan öyle söyleyince bende beni gelip almasını kabul ettim, yoksa seni arayacaktım yenge.”

Burçe arabadan indikten sonra birkaç adımda yanıma doğru geldi. “Çok özledim ben seni.” Diyerek bana sarılırken kollarımı beline doladım. Batuhan o sırada arabayı bizim oturduğumuz binanın önüne doğru götürüp park etti. Muhtemelen Burçe’nin çantalarını bırakacaktı.

“Bende özledim seni, haber vermedin geleceğini.” Diye bakarken Burçe büyükçe gülümsedi. “E size sürpriz yapmak istedim.” Dediğinde bende güldüm ama imalı bir gülüştü bu. “Hem bize hem Batuhan’a yaptın bence bu sürprizi.”

Bakışlarım bizden birkaç adım uzakta eli cebinde duran Batuhan’a doğru döndü. Burçe utangaç bir gülümseme ile bana bakarken elimi koluna sararak ona doğru götürdüm Burçe’yi. “Neyse buna alışabilirim sonuçta sevgiye saygımız sonsuz.”

“Birtanesin sen yengem.” Dedi Batuhan gülerek. Bense ekledim. “Aman bunu Seray ablayla Ahsen duymasın.” Dediğimde Batuhan omuz silkti. “Duysunlar yengecim, benim en best yengem sensin.” Dediğinde gururla gülümsedim. En iyisi olmak için çabalardım her zaman. “İkna etmesini iyi biliyorsun Batu.”

“İkna etmek bizden sorulur.” Diye egolu bir biçimde konuştuğunda tek kaşımı kaldırdım. O sırada Burçe konuştu. “Batuhan bey bu ne ego, sizi göremiyorum.” Güler gibi bir sesle söylediği cümle ile Batuhan tatlı bir tebessüm etti Burçe’ye bakarak. “Aşk olsun.” Dedikten sonra hafifçe kaşlarını çattı ve şapşal bir şekilde mırıldandı. “Gerçi oldu galiba…”

Küçükte olsa gelen bu itiraf karşısında Burçe başını yere doğru eğdi. İkisinin de yüzlerinden tebessüm eksik olmuyordu. İkisi de mutluydu. Umarım bu mutlulukları daim olurdu.

Bakışlarım ikisinin üzerindeyken aklıma gelen fikir ile şakayla karışık ciddilikle bağırdım. “O Pamir’in arabası mı!?” Söylediğim cümle ile Burçe ve Batuhan’dan aynı anda ses çıktı. “Hani!?” “Gerçekten mi!?” Bakışları lojmanın girişindeyken yüz ifadelerine bakarak kahkaha attım.

Benim gülüş sesimle birlikte bakışları tekrar bana dönerken Batuhan’ın sitemli sesini duydum. “Oldu mu ama bu yenge, bestsin dedik en sevdiğimizsin dedik.” Elini kalbine yaslamışken ekledi. “Anlık kalp krizi geçirdim burada.”

Batu’dan sonra Burçe’nin sesini duydum. “Ya yenge ayıp ama. Korkuttun.” Sitemle bana bakarken gülüşümü engellemeye çalıştım. Yüz ifadeleri o kadar komikti ki. Gerçekten Pamir gelse nasıl olacaklarını tahmin bile edemiyordum. Şimdi böyle gülüyordum ama ne olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu.

“Sen nereye gidiyordun yenge?” Burçe meraklı bir biçimde bana bakarken cevap verdim. “Marketten ekmek alacaktım.” Dedikten sonra ekledim. “Batuhan sende yemeğe gelsene, madem Pamir toplantıda.”

“Yok yenge ben canıma susamadım o kadar, hiç almayayım.” Dedi ellerini iki yana sallayarak. Ardından ekledi. “Toplantı erken biter, bir şey olur. Ne sen zor durumda kal, ne de biz.” Dediğinde kabullendim. Haklıydı çekinmekte.

“Ona ne zaman söylemeyi düşünüyorsunuz?” dedim merakla. Burçeyle Batuhan birbirlerine bakarlarken Batuhan iç çekti. “Bana kalsa şimdi.” Dediğinde Burçe gözlerini belertti. “Saçmalama.” Batuhan ise eliyle Burçe’yi işaret etti. “Gördüğün gibi yenge.”

“Sen beni yengeme mi şikayet ediyorsun?” Burçe tripli bir biçimde Batuhan’a bakarken Batuhan başını iki yana salladı hızla. “Hayır canım, ne münasebet. Ben sadece gerçekleri söylüyorum.” Dediğinde Burçe daha da çattı kaşlarını. “Batuhan!” İkisine gülümseyerek bakarken Batuhan birkaç adımda Burçe’ye doğru yaklaştı.

Burçe’yi kollarından tutup kendine doğru çekerken Burçe kollarının arasına girmemek için çırpındı. Batuhan, Burçe’nin bu halini görüp gülücükler saçarken Burçe’de istemsizce gülümsüyordu ama bir yandan da trip atmaya çalışıyordu. Nihayet çırpınmayı bıraktığında Batuhan’ın kollarının arasına girdi. Aralarındaki boy farkı nedeniyle Burçe, Batuhan’ın kolları arasında küçücük kalmıştı.

“Şaka yapıyorum güzelim benim, yoksa haşa ne haddime benim seni şikayet etmem.” Batuhan eğlendiğini belli eder bir sesle konuşurken Burçe eliyle sırtına vurdu Batu’nun. “Bak hala dalga geçiyorsun.”

Onları birbirlerine yakıştırırken böyle olacaklarını hiç düşünmemiştim. Hastane odasında Batuhan’ın Burçe’de gelsin sözlerinden sonra aralarında bir şeylerin olacağını tahmin etmiştim ama bu kadar yakışacaklarını düşünmemiştim. Burçe’nin yüzünün bu kadar güleceği, Batuhan’ın onun üzerine titreyeceği ve sevgiyle ona bakacağına ihtimal vermemiştim. Belki bir heves diye düşünmüştüm ama öyle olmamıştı. Belki de benimle Pamir gibi gençlikte aşklarını bulup bunu devam ettireceklerdi…

 

 

 

 

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından Işık ve Bora,

Işık bir kolundaki saate bir de dışarıya doğru bakarken iç geçirdi. Kendine kızgındı. Bora’dan uzak durmam gerekiyor diyordu ama uzak duramıyordu. Pansumanı taburdaki revirde yaptır demişti ama buraya gelmediğinde onun pansuman yaptırıp yaptırmadığını merak etmişti ve dayanamayıp aramıştı. Aradıktan sonra kendine çok kızmıştı ama kendine hâkim olamamıştı.

İçten içe ona çekildiğini biliyordu. Ama korkuyordu. O annesi gibi cesaretli değildi. Etrafında gördüğü Devrim gibi cesur değildi. Yapamazdı. Hatta hayret ediyordu Devrim’e Pamir’le tekrardan nasıl olduğu konusunda. Çünkü o bu cesareti gösteremezdi.

Bir insan işin en detayını bilince daha da korkuyordu. Işıkta da durum böyleydi. Babası askerdi. Şerefiyle, onuruyla bu ülke için canını vermiş nice şehitten biriydi. Annesinin yaşadıklarını en net o görmüştü. Dualarla babasını uğurlamasını, yüreği ağzında yaşamasını ve daha birçok şeyi. O zamanlar küçük olsa da babasının eksikliğini de hissetmişti. Sonra babası şehit olduğunda yaşadığı şeyleri de iyi biliyordu.

Okulda herkesin babası yanındayken arkadaşlarının fısır fısır ‘onun babası ölmüş’ demeleri en unutamadığı anılarından birisiydi mesela. Annesi ona hem annelik hem babalık yaparak eksikliğini unutturmak istese de unutturamamıştı. Elbette ki babaların yeri dolmazdı.

Çoğu insan askerlerin aldığı parayı konuşsa da arkalarında bıraktıkları aileleri, zorlu görevleri, özlemi, korkuyu düşünmüyordu. Uzaktan bakıldığında elbette ki böyle düşünmek kolaydı. İşin içine girilmediğinde her şey kolaydı insanoğluna.

Şimdi Bora’nın asker olduğunu bile bile hem de özel kuvvetlerde olduğunu, daha zor görevlere çıktığını ve bir gün şehit olma ihtimalini bile bile nasıl kalbini ona açardı ki. Açmak isterdi ama yapamıyordu. İçindeki bir ses ona engel oluyordu.

Bora iyi bir insandı. Düşünceliydi, yardımseverdi, komikti, yakışıklıydı. Her kadının sahip olmak istediği türden bir insandı.

Düşünceleri Bora’nın arabasını gördüğünde son buldu. Uzaktan uzağa onu izlemeye devam etti. Bora arabadan indikten sonra kapısını kapattı. Hastaneye yaklaşmadan önce elinde tuttuğu sigarasından birkaç nefes daha aldıktan sonra çöp kutusuna yaklaştı ve ateşini söndürerek çöpe attı. Ardından hastaneye doğru ilerlemeye başladı.

Işık’ın aksine Bora çok hevesliydi. Işık onu aradığında içinde oluşan umut kırıntılarına engel olamamıştı. İşin kötü tarafı içindeki sevgi o kadar büyümüştü ki artık dışa yansıtıyordu. Devrim olsun, babası olsun çok net bir şekilde anlamıştı bu sevgiyi. Sanki bir tek Işık anlamıyormuş gibi geliyordu ona. Ya da belki de anlamamazlıktan geliyordu.

Hastane kapısından içeri girdiği anda kahveleri Işık’ın yeşilleri ile buluştu. Yüzündeki tebessüme engel olamazken adımlarını ona doğru atmaya başladı. Işık, Bora’yı görerek genzini temizledi. Kalbi hızlı hızlı atmaya başlamıştı.

“Ne o kapılarda mı bekleniyorum artık?” Bora’nın şakacı bir biçimde söylediği şeyle Işık büyükçe yutkundu. “Yok canım, öyle geçiyordum buradan.” Dedi kaçamak bir şekilde. Bora aldığı cevapla tek kaşını kaldırdı. Kızın kaçamak bir şekilde cevap verdiğini biliyordu. “Bana pek öyle gelmedi gibi.” Dediğinde Işık başını omzuna doğru eğdi. “İster inan ister inanma sende.”

Kızı sinir etmek hoşuna gittiği için güldü Bora. Işık ise konuyu değiştirmek için konuştu. “Ben öyle emrivaki gibi yaptım sana ama kolunun iyileşmesi için pansuman şart.” Dedikten sonra ekledi. “Senin pansuman yaptırmayacağını bildiğim için aramak istedim.”

“Beni tanımaya başlamışsın.” Bora sesindeki hevesi saklayamadan kızın gözlerine baktı. Işık böyle konuştukça gözlerindeki pırıltılar artıyordu.

“Tanımak demeyelim de birçok asker hastam oldu diyelim. Genelde operasyon odaklı oldukları için yaralarını önemsemezler.” Diye açıklama yaptı umursamazca. Aslında Bora’nın yaralı olduğunu öğrendiği günden itibaren onu düşünmeden saatlerini geçirememişti ve çözümü onu aramakla bulmuştu.

“Demek birçok asker hastan oldu.” Dedi Bora dişlerinin arasından. Bir an için Işık’ın diğer tüm askerlere kendisine davrandığı gibi yakın davrandığını düşündü ve bu kanının kaynamasına neden oldu. “Hepsiyle de bu şekilde mi ilgileniyordun? Mesela pansumanı için arıyordun ya da numaralarını biliyordun?”

Işık duyduğu cümlelerle köşeye sıkıştığını hissetti. Bora’dan gözlerini kaçırdı. “Hayır tabii ki.” Dedi kısık bir sesle. Ardından kaçarcasına ekledi. “Hadi gidelim.” Diyerek önden yürümeye başladı. Bora şapşal bir gülümsemeyle arkasından ilerlemeye başladı. Arkalı önlü bir biçimde acilden içeri girdiler.

Işık acil servisin en sonunda bulunan sedyeye doğru ilerledi. Acil servis kalabalık değildi. Önlerde yatan tek tük hasta vardı. Işık sedyenin önünde durarak eliyle işaret etti Bora’ya. Bora sedyeye oturduktan sonra yatakların arasında duran perdeyi çekerek diğer hastalarla olan bağlantısını kesti.

Bora hiç beklemeden üzerindeki tişörtü çıkartırken Işık’ın bakışları bir kez daha Bora’nın kaslarına takıldı. Yutkunarak önüne dönerken Bora konuştu. “Acil servisin bu kadar boş olması bana mı özel yoksa hastaları gönderdin mi?” Bora’nın alaycı ve şakacı sesi ile Işık ona doğru hızlıca. “Ne münasebet?” kızgınca adama doğru bakarken Bora başını geriye atarak güldü.

“Beni kızdırmak hoşuna gidiyor değil mi senin?” dedi Işık sitemle. Eline eldivenlerini giydikten sonra yaraya doğru yaklaştı. Bora ise gülümsemeden edemedi. “Ne yalan söyleyeyim çok hoşuma gidiyor. Hani kaşlarını çatıyorsun ya o zaman gözlerinin yeşilleri daha bir güzel oluyor.”

Bora’nın aniden ettiği iltifatla Işık bakakaldı. Yaranın üzerindeki eli saniyelik olarak duraksasa da işini yapmaya koyuldu. Yine de aklı Bora’nın söylediklerinde kalmıştı. “Teşekkür ederim.” Diye mırıldandığında Bora omuz silkti. “Etme, gerçekler.”

Yaranın üzerini batikonla temizledikten sonra bandajı koluna sarmaya başladı. Kolunu sararken sırtındaki birkaç kurşun izi dikkatini çekti. “Çok fazla yaran var.” Demekten kendini alıkoyamadı. O yaraları düşündükçe canının yandığını hissetti. Bora ise mırıldandı. “Daha ölmedik çok şükür.”

Işık aldığı cevapla kaşlarını çattı istemsizce. Bakışları Bora’nın kahvelerini bulurken kaşları eski halini aldı, dua niteliğinde bir söz döküldü dudaklarından. “Ölüm kelimesi senin gibi bir askerin ağzına yakışmıyor, ölme…” sesinin titremesine engel olamamıştı. Bir doktordu, çok fazla ölüm görmüştü ama karşısındaki adamla ölümü yan yana getirmek istemediğini fark etmişti. En azından şimdi, bu genç yaşında…

Işık’ın titrek sesi kulaklarına ulaştığında sertçe yutkundu Bora. Ölüm kelimesi ağzında emanet gibi duruyordu kadının. Tüm parçaları birleştirmeye çalıştı kendi zihninde. Kızın bir tanıdığının asker olduğunu düşünüyordu ama araştırmak istemiyordu.

Abisi yoktu, babasının asker olduğunu düşünüyordu, belki de babası şehit olmuştu ama annesinden bahsederken babasından bahsetmemesi bu sefer yapbozu eksik bırakıyordu. Şehit olsa gururla anlatırdı diye düşünüyordu, en azından onun için böyleydi. Yine de Işık’ın bir şeyler anlatmasını bekleyecekti.

Aralarındaki bu hüznü dağıtmak için konuştu Bora. “Biraz önce çok asker hastam oldu demiştin ya, benim de çok doktor maceram oldu. Allah razı olsun tüm doktorlarımızdan çok ilgilendiler benimle.”

“Nasıl yani?” dedi Işık ilgilenmekten kastını anlamayarak. Sonra da kendisi gibi doktorların onu aradığını, üzerine titrediğini düşünerek istemsizce kaşlarını çattı. İçini anlamsız bir duygu kaplamıştı hem de çok anlamsız. “Benim gibi seni pansumana mı çağırdılar?” dediğinde Bora belli belirsiz başını salladı. “Evet, malum sırt bölgesi olunca kremi falan kendim süremiyordum. Lojmanda kalırken karşı komşum bir doktordu. O sürüyordu.”

Bora’nın ballandıra ballandıra anlattığı şeylerle Işık hayretle baktı ona doğru. Tıpta elbette ayıp diye bir şey olmazdı, krem sürülen yerde sırttı zaten ama o kremi süren kişinin bir kadın doktor olması Işık’ın içine oturmuştu. Bir de karşı komşusuymuş diye geçirdi içinden.

“Ha senin doktorlara olan ilgin en başından geliyor o zaman.” Işık ne dediğini bilmeden pat diye içinden geçirdiği cümleyi dışarı vurduğunda anlayabilmişti ancak ne söylediğini. Dilini ısırıp gözlerini kapattı. O sırada Bora şok geçirmekle meşguldü. Kızdan böyle bir çıkışı asla beklememişti. “Ne?” kelimesi döküldü dudaklarından şaşkınca.

“Yok bir şey.” Dedi Işık hızlıca. Ardından kolundaki bandajı hızlıca sardı ve ekledi. “Geçmiş olsun, bitti işimiz. Benim de işim vardı zaten.” Diye apar topar gideceği sırada Bora ani bir hamle ile kızın kolunu tuttu.

Işık bu hamleyle olduğu yere çakılı kalırken Bora keyifli ve bir o kadar içli bir şekilde konuştu. “Öyle lafını söyleyip nereye kaçıyorsun?” Işık arkası dönüp bir şekilde dururken Bora birkaç adım atarak kıza yaklaştı. Bedenleri birbirine değmedi ama Bora Işık’ın, Işık’ta Bora’nın nefesini hissedecek kadar birbirlerine yakınlardı.

Işık’ın kolundaki elini bırakmazken nefesini kızın saçlarına vererek açık açık konuştu. “Bu söylediğinden kıskandığını mı anlamalıyım?” Alacağı cevabı deli gibi merak ediyordu Bora. Kendisi kartları hep açık oynuyordu, Işık’ın da bu kez açık oynamasını istiyordu.

Işık kalbinin deli gibi atmasını önemsemeden hızla Bora’ya doğru döndü itiraz etmek için. Ancak onun o kadar yakın olduğunu hesap edemediği için burun buruna gelmişlerdi. Kendini tutamadan burnundan nefes verdiğinde verdiği nefes Bora’nın dudaklarına çarptı. Bu hareket ikisinin de irkilmesine neden olurken Bora yutkundu. Kalbi hiç olmadığı kadar hızlı atmaya başlamış, elleri terlemişti. Dudaklarında hissettiği nefesle bakışları istemsizce kızın dudaklarına kaymıştı.

Ne kalın, ne ince ideal boyutlarda olan pembe dudaklarla kendi dudaklarını birleştirme isteği yanıp kavrulmasına neden olurken Işık’ın bakışları da Bora’nın dudaklarına kaydı istemsizce. Ne yaptığını, nasıl bir ateş başlattığının bilincinde değildi ama yaptığı şeyden de geri adım atmak istemiyordu.

Usulca dudaklarını Bora’ya yaklaştırırken Bora nefesinin kesildiğini hissetti. Karşısındaki kadından asla böyle bir şey beklemediği için nutku tutulmuştu. Aralarındaki mesafe en aza indiğinde ikisi de gözlerini kapattı. Belki de bu hamle bir şeylerin başlangıcı olacaktı.

“Işık hanım, ortopedi doktoru Uraz bey sizi çağırıyor.” Hemşirenin sesi ile ışık hızıyla ikisi de birbirinden uzaklaşırken Işık yaşadığı utançla Bora’ya bakamadan kekeledi. “Geliyorum!” Hemşirenin bu sahneyi görmediğine şükrederken Bora’ya bakamadan acil servisten çıktı. Kalbi çok hızlı atıyordu ve yaptığı bu şey yüzünden utanç duyuyordu.

Hem Bora’dan uzak durmam gerekiyor diyordu hem de onu öpmeye kalkıyordu. Bu onun daha da sinirlenmesine neden olurken Uraz’ın yanına adımlamaya devam etti.

Bora ise orada kalakalmıştı. “Ben senin ağzına sıçayım Uraz.” Dedi dişlerinin arasından. Işıkla samimi olan tavrından dolayı onu sevmemişti zaten ama şimdi ondan nefret ediyordu. O çağırmasaydı şimdi hasretle beklediği o dudaklara kavuşabilecekti. Şimdi bunun engellenmesi sinirinin tepesine çıkmasına neden olmuştu.

Dahası kızın bu cesaretine de hayran kalmıştı. Işık’ın açık açık oynamasını istemişti ama işlerin bu raddeye geleceğini düşünmemişti. Belki de bundan sonra her şey farklı olacaktı onlar için, belki de atılan bu adım onlar için başlangıçtı… veya bir son.

 

 

 

 

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz? Beğendiniz mi?

‣‣‣ Pamir ve Devrim sahneleri nasıldı beğendiniz mi? Nikah tarihimizi de aldık çok şükür, evleniyoruz yakında…

‣‣‣ Sinem ve Hakan arasında neler olacak sizce?

‣‣‣ Dava sahneleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

‣‣‣ Dilan’ın getirdiği dosya hakkında ne düşünüyorsunuz, böyle bir şey bekliyor muydunuz? Sizce operasyonda neler olacak?

‣‣‣ Cenk ve Gözde’nin daha önceden tanıştığını öğrendik, sizce tekrar olurlar mı?

‣‣‣ Bora ve Işık sahnesi nasıldı? En çok ilerlemeyi onlar kaydetti gibi:)

‣‣‣ Burçe’de geldi, Pamir’e yakalanmasalar bari…

Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…

Loading...
0%