Yeni Üyelik
35.
Bölüm

Kaybolan Yıllar| 33

@mutlusonsuz222

🖇Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...

Bölüm şarkılarımız;

Candan Erçetin-Yüksek yüksek tepelere

Fikret Kızılok- Bu kalp seni unutur mu?

Nazan Öncel- Beni Hatırla

33.Bölüm

15 gün sonra…

Devrim Akyol’un anlatımından,

Günler geçmişti… İlk defa birbirimize kırıldığımız, birbirimizi kırdığımız, bağırdığımız, tartıştığımız ve neredeyse her şeyi bitireceğimiz o günün üzerinden 15 gün geçmişti. O gece uyumakta zorlanmıştım, baş ağrım beni bitirmişti. Sabah güneş doğarken zor uyumuştum ve Pamir’in endişeli sesini duyarak uyanmıştım. Ama kendimi o kadar hasta hissetmiştim ki onunla olan tartışmamız aklıma bile gelmemişti ilk anlarda. Ateşten kendimi kaybetmiştim.

Yavaş yavaş kendime geldiğimde olaylar zihnime bir bir düşmüştü. Sonra Pamir’in çaresiz bakışları, pişmanlığı, sözleri, yeminleri, düşünceleri benim kararımı vermemi sağlamıştı. Aslında hatalı olan bendim, ilk tartışma da yüzüğü çıkartmayı düşünmek ona olan tahammülsüzlüğümü göstermişti. Yalnızca iş için olan tahammülsüzlüğümü…

Konuşunca, Pamir’i anlayınca, Pamir’in beni anladığına emin oldukça düşüncemin yanlışlığını fark etmiştim. Yine de iyi ki diyordum yoksa bu mesele bizim aramızda sorun oluşturmaya devam edecekti…

O günden sonra her şey yoluna girmişti. Pamir’in iş konusunda daha anlayışlı davrandığını görmek içimi rahatlatmıştı. Aynı şekilde bende ona baskı yapmamıştım. Birbirimizi anlayarak, sınırlarımıza saygı duyarak günlerimizi geçirmiştik ve nikahımıza günler kalmıştı…

“Pamir makyaj masasını şuraya mı çeksek?” dedim elimdeki elbiseyi askıya asarak. Geçtiğimiz hafta lojmandan bir ev boşalmıştı. Hakan, Sinem ve abimden farklı bir apartmanda bir daireydi. Birimiz savcı, diğerimiz asker olduğu için burada kalmamız daha emniyetliydi. Baran Albay ile konuşarak o evi biz tutmuştuk. Evimizin eşyalarını çoğunlukla ben seçsem de Pamir burada olduğu zamanlarda bana yardım etmişti.

Eşyaları yerleştirmeyi dün bitirmiştik. Daha doğrusu mutfak, salon gibi odaların eşyaları yerleşmişti. Halide hanım, Burçe, Sinem ve ben el birliği ile oraları halletmiştik. Şimdi sadece yatak odası kalmıştı. İşten çıkışta Pamir ile anlaşıp kıyafetlerimizi yerleştirmek için sözleşmiştik. Zaten nikaha da 5 gün kalmıştı.

Odamız krem tonlarının hakim olduğu bir odaydı. Çift kişilik bir baza, bazanın iki yanında komodin ve komodinin üzerinde abajurlu lamba, yatağın karşısında aynalı ve geniş kapıları olan bir gardırop, onun sağ çaprazında da benim makyaj masam vardı. Yatak başlığının yaslı olduğu duvarda yan yana duran üçlü çerçeve asılıydı. Birinde evlenme teklifi günü çekindiğimiz, diğerinde nişanlandığımızda çekilen fotoğraf vardı. En ortadaki çerçeveye de nikahta çekindiğimiz fotoğrafı koyacaktık.

3+1 bir evdi. Odalardan biri yatak odasıydı, diğeri oturma odasıydı. Bir tanesi de boştu ama mutlaka değerlendirilirdi.

“Bence yeri iyi.” Dedi Pamir yatakta otururken. Aynadan ona doğru bakarken güldü. “Oradan seni daha rahat izlerim.” Dediğinde gülerek ona doğru döndüm. “Adamın derdi başka.” Pamir söylediğim şeyle omuz silkti. “Benim başka ne derdim olabilir ki?”

“Değil mi?” dedim gülmeye devam ederek. Ardından başparmağımla kapıyı işaret ettim. “Kıyafetlerini yerleştirmen bittiğine göre banyodaki dolaba tıraş eşyalarını falan yerleştir, dolabın biri boş.” Pamir söylediğim şeyle oturduğu yerden kalktı. “Emriniz olur, hemen yerleştiriyorum.”

Odadan çıkarken yüzümdeki sırıtışla izledim onu. Dolabın birine ben eşyalarımı yerleştirmiştim, diğer tarafta Pamir’indi. Kıyafetlerimi yerleştirme işim bittiğinde aklıma takılan şeyle birlikte banyoya doğru ilerledim. Pamir özenle parfümünü, tıraş malzemelerini yerleştirmeye devam ediyordu.

“Davetiyeyi Diyarbakır’a gönderdin değil mi?” dediğimde Pamir kısaca bana bakarak onayladı. “Gönderdim, özellikle aradım ulaşıp ulaşmadığını sormak için. Gelecekler.” Pamir’in Harp okulundan kalan albümündeki fotoğraflara bakarken üst döneminde olan bir komutanından bahsetmişti, iyi anlaştıkları için düğüne eşiyle birlikte davet etmişti. “Sizinkiler geliyor mu?”

Pamir’in sorusu ile düşüncelerimden sıyrıldım. “Evet, adli tatile girildiği için şanslıyız. Geliyorlar.” Ankara’dan fakültedeki birkaç arkadaşımı çağırmıştım. Onlar dışında ailelerimiz, Sinem’in ailesi, Hakan’ın ailesi, Işık, babamların ortak arkadaşları, bizim taraftan akrabalarımız, Pamirlerin akrabaları gibi birçok davetlimiz vardı. Nereden baksan kalabalık bir nikah olacaktı.

Pamir dolabı yerleştirmeyi bitirip bana doğru geldi. “Emrinizi yerine getirdim hanımefendi, var mı başka isteğiniz?” diyerek elini belime doğru sardı. Aramızdaki mesafeyi kapattığında ellerimi göğsüne yasladım. “Yok beyefendi, ellerinize sağlık.” Yüzlerimizde gülümseme hiç eksilmiyordu.

Birbirimize bakarken kapı zilinin sesi ile irkildim. “Tam zamanında.” Pamir elini belimden çekerek kapıya doğru ilerlerken bende peşinden gittim. Kapıyı açtığında elinde poşetlerle dikilen erlerden birini gördüm. Er elindeki poşetleri Pamir’e uzatırken konuştu. “Buyurun komutanım.”

“Sağ olasın aslanım.” Pamir ona teşekkür ederken asker bana doğru bakarak başını eğdi selam verircesine. Bende aynı şekilde ona selam verdiğimde paketleri teslim ederek uzaklaşmaya başladı. Pamir arkasından kapıyı kapatırken merakla konuştum. “O nedir?”

“E acıkmadık mı? Bence acıktık.” Diyerek mutfağa doğru ilerledi. Sonra da poşetlerle birlikte balkona çıktı. Balkonda küçük bir masa ve sandalyeler vardı. Vakit bulduğumuzda burada otururuz diye böyle bir şey yapmıştık. Poşetleri masaya koyduktan sonra eliyle sandalyeyi işaret etti. “Buyurun böyle hanımefendi.”

“Çok düşüncelisiniz Pamir bey.” Diye gülerek sandalyeye geçtim. Pamir poşetleri açarken bana doğru bakıp gözünü kırptı. “E karımı aç mı bıraksaydım?” Söylediği kelime içimi kıpır kıpır etmeye yetmişti bile. “Karım mı?” dediğimde Pamir başını salladı. “Karım olmayacak mısın? 5 gün sonra artık evli olacağız.”

Doğruydu, öyle olacaktık ama düşüncesi garip geliyordu. “Ne bileyim alışık olmayınca.” Dediğimde Pamir çıkarttığı paketi önüme doğru koyarak cevap verdi. “Merak etme kısa sürede alışman için sürekli söylerim.”

Kendisi de karşıma oturup yemeğini açarken ben yemeğimi yemeye koyuldum. Gerçekten acıkmıştım. İyi olmuştu bu. Yemeğimi iştahla yerken konuştum. “Kesene bereket, iyi geldi.” Dediğimde Pamir güldü. “Afiyet olsun.”

Birkaç dakika sessizlik içinde yerken aklıma gelen şeyle konuştum. “Biletleri hallettin mi?” dedim merakla. Balayında Antalya’ya gitmeye karar vermiştik. Oteli birlikte seçmiştik, biletleri Pamir halledecekti. “Hallettim, Pazar sabahı Ankara’ya uçağımız var.” Dediğinde kaşlarım çatıldı. “Direkt Antalya’ya uçuş yok mu?” Pamir bakışlarını bana doğru çevirdi. “Ahu anneme evlendiğimizi söylemeyecek miyiz?”

Ettiği hitap bir yana, düşüncesi kalbimde büyük bir etki yaratmıştı. Annemin mezarı Ankara’da olsa da her daim benimle olduğu düşüncesini zihnime kazıdığım için bunu düşünmemiştim ama Pamir her zamanki gibi farkını göstermişti. “Pamir…” diyerek başımı omzuma doğru eğdim, gözlerimin dolmasını engelleyemedim. Bu o kadar güzel bir hediyeydi ki benim için.

Dayanamayıp oturduğum yerden kalktım ve ona doğru yaklaştım. Pamir ona sarılacağımı anlayarak sandalyesini geriye doğru itip bana yer açarken aynı zamanda kolumdan tutup dizlerine oturmama neden oldu. Kollarımı boynuna dolayıp sıkıca sarılırken o da kollarını belime sardı. “Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim…”

“Etme güzelim, mutluluğun için değer…”

Bu adam ben mutlu olayım diye elinden gelen her şeyi yapardı. Pamir Arslan adını altın harflerle kalbime yazdırmıştı ve şimdi yaptığı tüm şeylerle, sözlerle ismini oraya kazıyordu. O kadar düşünceli bir adamdı ki, ona sahip olduğum için çok şanslıydım…

Aramızdaki duygusal ortamı dağıtmak için başını yasladığı boyun girintimden çekerek bana doğru baktı. “Hadi bak yemeğin soğuyor, yiyelim sonra uzun uzun sarılırız.” Düşünceli bir biçimde söylediği şeyle kollarının arasından çıktım. Dizlerinden kalkarak kendi yerime geçtim. Söylediği gibi yemeğimize devam edip bitirdikten sonra Pamir çöpleri atmak üzere evden çıktı.

Daha birkaç dakika geçmeden çalan kapıyla birlikte kaşlarım çatıldı. Anahtarını almıştı Pamir. Merakla kapıya doğru ilerledikten sonra beklemeden araladım. Kapıyı açtığım anda kapının önündeki Halide Hanım görüş açıma girdi. Onu gördüğüme şaşırsam da bunu belli etmedim.

Halide hanım ise konuştu. “Merhaba kızım, girebilir miyim?” Sorduğu soru ile anında başımı sallayarak kapıdan geri çekildim. Şaşkınlıktan davet etmeyi es geçmiştim. “Tabii buyurun, hoş geldiniz.” Diye Halide hanıma yönelik konuşurken Halide Hanım ayakkabılarını çıkartarak içeri girdi. Elimle salonu işaret ederek ekledim. “Buyurun, salona geçelim.”

Arkalı önlü bir biçimde salona girdiğimizde oturmadan konuştum. “Kahve yapayım bize.” Diye mutfağa yöneleceğim sırada Halide Hanım beni durdurdu sözleriyle. “Gel yavrum zahmet etme hiç, kahve içmeye gelmedim ben. Onu inşallah daha uzun bir zamanda yaparız.” Diye samimi bir şekilde bana baktıktan sonra ekledi. “Ben seninle konuşmaya geldim, Pamir evde mi?”

“Hayır, çöp atmaya inmişti.” Karşılaşmamaları normaldi. Çöp kovası bizim oturduğumuz binanın arka tarafında biraz uzakta kalıyordu ama normal şartlarda Pamir’in şimdiye kadar gelmiş olması gerekiyordu. Belki de bakkala falan gitmişti. Halide hanım aldığı cevaptan memnun olarak eliyle yanındaki boşluğa dokundu. “Gel şöyle, biraz konuşalım.”

İsteğini kabul ederek yanına oturduğumda merakla ona baktım. Sesi ılımlıydı, bakışları güzeldi. Öfkeli değildi. Konuşacağı şeylerin canımı sıkmasından çekiniyordum ama yüzü bunun tam tersini işaret ediyordu. O yüzden kafamda kurmadan önce onun sözlerini dinlemek istiyordum.

Birkaç saniye sessizliğin ardından Halide Hanım sözlerine başladı. “Devrim, biz seninle pek hoş bir başlangıç yapamadık.” Bu durumun canını ne kadar sıktığını sözleriyle belli ederken sessiz kaldım. Aslında biz güzel bir başlangıç yapmıştık, o düğünde Halide Hanım bana karşı çok iyi davranmıştı. O beni sevmişti, ben onu sevmiştim. “Ben senin bebekliğini bilirim, bahsettiğim o zamanlar değil elbette. Pamir geldikten sonrasından bahsediyorum.” Diye ekledi düşüncelerime tercüman olarak.

“O zamanların üzerinden uzun bir süre geçti Halide Hanım, ben unuttum bile.” Dedim buruk bir şekilde gözlerine bakarak. Halide hanım bir süre gözlerime baktı derin derin. Sonra başını iki yana salladı. “Unutmadın, unutmuş olsaydın bana yaklaşırken bu kadar mesafeli olmazdın.” Dedi üzgünce. Belki haklıydı ama benim elimden ne gelirdi?

“Hatalıydım, hem de çok hatalıydım. O sözleri hiç hak etmedin, ailenden vurdum seni, yapmamam gereken şeyi yaptım Pamir’le aranıza girmeye çalıştım, mesleğini sorun ettim.” Diye kendini açıklarken şaşırmadan edemedim. Mesleğimle ilgili sorunu olduğunu bilmiyordum, belli ki bu konuda Pamir’i darlıyordu. Bunun üzerinde durmazdım, zaten diğer saydığı şeyler yeterince meseleydi bizim için. Sessizce onu dinlemeye devam ederken Halide Hanım iç çekti. “Ben Pamir’in sevgisine kör oldum, tabii senin de.”

Bu doğru bir tabirdi, öyle olmuştu. “55 yaşındayım, 24 yaşında evlendim. 31 yıllık asker eşiyim. 7 yıldır asker annesiyim. İyi günlerimizde oldu, kötü günlerimizde oldu. Acı da yaşadık, kaybetme korkusu da. Aslında cesaret isteyen bir şey olduğunun da bilincindeydim. Ama insan evladını kaybedince hiçbir şeyin önemi kalmıyor.” Dediğinde gözleri doldu. Sesinden acısı da anlaşılıyordu zaten.

O an istemsizce benim de gözlerim doldu. Çok acı bir şeydi, evlat acısı kimsenin yaşamaması gereken bir şeydi. Ama ülkemizde ne yazık ki çok sık yaşanan bir şeydi, hele ki asker evladı olanların. O kadar çoktu ki insanlar artık buna alışmıştı.

“Dile kolay üç yıl, oğlumla gurur duydum ama acısı hep yüreğimdeydi. Burçe’ye sarıldım bu süreçte, sana sarıldım. Sana bakarken oğlumu hatırladım, Bora’ya sarılırken oğluma sarılıyormuşum gibi hissettim.” Birbirimize karşı böyleyken birden tam tersi biçime geçmek beni de şaşırtmıştı, üzmüştü. “Sonra geldi Pamir, yine Hakkari’de kaldı. Şehit olduğu yerde. Yanımıza gel oğlum dedim, gelmedi. Senin için orada durduğunu biliyordum.”

Bu konuda yanılıyordu. Ben Hakkari’de olmasaydım Pamir yine burada kalırdı. O bir askerdi, hem de özel kuvvetlerde görevli bir askerdi. Doğudan başka bir yerde görev yapmak istemeyeceği belliydi.

“Belki ben oradayım diye Hakkari’deydi. Ama ben olmasaydım bile o Ankara’ya dönmezdi Halide hanım. Hakkari değil de belki başka bir ile geçerdi.” Dedim aklımdan geçenleri söyleyerek. Çünkü böyleydi. Söylediğim cümle ile Halide hanım sessiz kaldı bir süre. Sonra konuşmaya başladı. “Doğru, belki de öyle yapardı. Ama benim için sebep oydu o zamanlar.” Dedi kabullenerek.

Sorunda buydu zaten. Pamir üzgünse benim yüzümdendi, Pamir yanlarına gitmiyorsa benim yüzümdendi, yüzü gülmüyorsa benim yüzümdendi, mutlu olmuyorsa benim yüzümdendi. O zamanlar her şeyin suçlusu bendim onun için. Anlıyordum.

“Senin de aklın karışıktı, Pamir’i istemiyordun.” Dediğinde araya girdim hızlıca. “İstememek değil Halide Hanım, kafam karışıktı. Aslında en iyi sizin anlamanız gerekiyordu beni. Her an yanımdaydınız, ben Pamir’i istemeseydim, onu sevmeseydim zaten hayatıma devam ederdim. Evet ilk yıl acısını çekerdim, yasını tutardım ama sonra kalbime birini almaya çalışırdım belki, benim mutlu olmaya hakkım yok muydu? Ama yapamadım, ben o yokken dahi ona ihanet etmedim.” Dedim acı acı. Zaten aklımın köşesinden bile geçmemişti bu. Geçemezdi de. Kalbim ona aitti. Nasıl başkası geçerdi ki?

Halide hanım dikkatle beni dinlerken sözlerimi dile getirmeye devam ettim. “Siz bekliyordunuz ki Pamir geldiği anda onu affedeyim, biz eskisi gibi olalım. Yapamadım. Soru işaretleri, korkularım ağır bastı. Siz nasıl ki oğlum yanımıza gelsin dediniz korkudan, bende korkumdan ona yaklaşamadım. Kolay değildi çünkü. Tekrar gitme ihtimalini benim için kabul etmek kolay değildi.”

“Anlıyorum, biraz geç oldu ama anlıyorum. Bende bu üç yıldan sonra o mutlu olsun istedim, senin onu istemediğini düşündükçe başka yöntemlere başvurdum. Zaten en büyük hatamda bu oldu, oğlumun seni çok sevdiğini anlamak istemedim. Aranıza tanımadığımız kızı soktum, seni kırdım. Pamir sürekli uyardı beni bu konuda, bundan hiç şüphen olmasın.” Dedi beni ikna etmek için.

Biliyordum, kendi kulaklarımla da şahit olmuştum zaten. Bu olaylarda Pamir başrol gibi görünse de aslında yaşananlar Halide hanım ve benim aramızdaydı, Pamir sadece özneydi. O yüzden hiçbir zaman onu suçlamamıştım bu konuda.

“En son ki tartışmamızdan sonra kaçırıldın. Zaten o tartışmadan sonra yaptığımın yanlışlığı içime bir sızı olarak çökmüştü kabul etmesem de. Ama senin kaçırıldığın haberi içimi öyle yaktı ki. Senden özür dileyememiştim, son konuşmamızda seni çok kırmıştım. Öyle pişman oldum ki anlatamam.” Dedi içten bir şekilde. Kalbindeki samimiyeti görüyordum. Zaten hasta yatağımda da bunu belli etmişti.

Ben onu dinlerken Halide hanım devam etti. “Sonra Pamir geldi, perişan bir şekilde. Zaten aramız iyi değildi. Senin odana kapandı, tişörtüne sarılıp hüngür hüngür ağladı. Ben oğlumu ilk defa o zaman bu kadar perişan gördüm. En son çocukken düştüğünde ağlarken görmüştüm. O günden bu yana görmemiştim. Onun o halini görünce naptın sen Halide dedim içten içe. Bir erkek sevdiği kadın için gözyaşı döküyorsa onu çok sevmiş demekti çünkü. O an aklıma koydum kendimi affettirmeyi. Sonra zaten tedavi aldıkça yaptığımın yanlışlığını daha net anladım.”

Anlattığı şeyler kalbime dokunurken tüylerim ürpermişti. Pamir’i ilk defa ben olmaz dediğimde ağlarken görmüştüm, sonra da ben yoğun bakımdan çıktığımda kızarmış olan gözlerinden ağladığını anlamıştım. İkisi de benim için akıttığı gözyaşlarıydı. İkisinde de gözyaşları sanki yanağına değil benim içime akmıştı. Sırtıma pansuman yaptığı zaman odaya girdiğimizde bakışları saniyelik yatağa takılmıştı, bu yüzdendi. Şimdi anlıyordum.

“O zaman dilemiştim. Şimdi de dilemek istiyorum. Çok özür dilerim senden kızım.” İçten bir şekilde söylediği kelime ile dolu gözlerimle ona baktım. Aramızı düzeltmek istiyordu ama söylediği cümleler hala kalbimde yarayken nasıl eskisi gibi olabilirdim? Daha doğrusu olabilir miydim? “Hani söylemiştin ya o gün, annem olsaydı çok kırılırdı sana diye. O cümle canımı o kadar yaktı ki, böyle bir hata yaptığıma inanamadım.” Dedikten sonra tereddütlü bir şekilde ekledi. “Ben seninle kaynana gelin gibi değil de anne kız gibi olalım isterim.”

Madem o açık açık içindekileri söylemişti, bende söyleyecektim. “Ben sizi hep annem gibi sevdim.” Dedim gözlerim dolu olsa da ufak bir tebessümle. Halide hanımın da yüzünde bir gülümseme oluştu. “Bu evlilik arifesinde, bu tatlı koşturmalarda ya da evlenirken yanımda annem olsun o kadar isterdim ki. Kendimi hep sizinle teselli etmişim aslında bu konuda.” Açık açık söylediğim sözler Halide hanımın hoşuna gidecek cinstendi. “Sizinle anne kız olma konusunda çok hevesliydim de ne yalan söyleyeyim.” Dedim burukça.

Halide hanım beklenti içinde bana bakarken büyükçe yutkundum. “Ama hevesim kursağımda kaldı biraz. Bir insanın kalbine hayal kırıklığı, kırgınlık yerleşince bazı şeyleri unutması zor oluyor hele ki sevdiği birinden darbe yiyince bu daha zor.” Dedim gözlerine bakarak. Yanağıma damlayan tek damla gözyaşını elimin tersiyle temizledim.

Pamir’inki gibi ela olan gözleri benim gibi dolu dolu olmuştu. Ve bu gözyaşının oluşturduğu pırıltılarda pişmanlığı apaçık ortadaydı. Onunla tamamen iletişimimi kesmememin sebebi de buydu zaten. Pişmanlığını bilmem, onun yaşadıklarının da kolay olmadığının farkında olmam. Çünkü insanın psikolojisi iyi olmadığında mantıklı düşünmüyordu.

“Ama sizi de anlıyorum, her anne gibi evladınızın iyiliğini istediniz ve onun için çabaladınız. Psikolojinizin de iyi olmadığını biliyorum, bende iyi değildim çünkü. Bu olay hepimizi etkiledi. Düşüncelerimizi değiştirdi.” Dedim tane tane. Ardından derin bir iç çektim. “Sizin çabanızı görüyorum, o yüzden bende çabalayacağım. Eskisi gibi olur muyuz bilmiyorum, belki bunun için biraz zaman gerekir.”

Söylediğim cümleler Halide hanımın içini rahatlamış olmalı ki gözleri dolu olsa da gülümsedi. Dizlerimin üzerinde duran elime uzanıp sıkıca tuttu. “ İyi ki senin gibi anlayışlı bir kızım var, teşekkür ederim.” Dediğinde cevap verdim. “Siz gelip benimle açık açık konuşup duygularınızı paylaştınız, ben teşekkür ederim Halide Hanım.”

Söylediğim hitapla hafifçe yüzünü buruşturdu. “Öyle uzaktan uzağa hanım demen hiç hoşuma gitmiyor. Sanki el gibi.” Dedi düşünceli bir şekilde. Elimi tutmaya devam ederken gözlerime baktı dikkatle. “Sen nasıl istersen, ne zaman söylemeye hazır hissedersen anne demeni çok isterim..” Dedi kabullenerek. Gözlerinden üzgünlük ifadesi geçerken ekledi. “Ama en azından eskisi gibi teyze desen…”

Büyüklük göstermişti, aramızı düzeltmek için buraya kadar gelmişti. Güzel sözler söyleyip kendini açıklamıştı, uzun zamandır yaptığı şeylerle de pişmanlığını göstermişti. Özrünü dilemişti. Şimdi buraya kadar gelmiş ve iyi niyetli olan kadını geri çevirmek istemiyordum. Hem yılların hatırı vardı hem de Pamir’in ve Burçe’nin.

Halide hanım beni zorladığını düşündüğünden olsa gerek ellerini ellerimden çekti ve oturduğu yerden ayaklandı. “Kendini zorunda hissetme, küçük bir istekti benimkisi. Gideyim artık bende.” Dedi zorla tebessüm ederek.

Onun sessizliğimden yanlış anlamlar çıkardığını fark ederek bende oturduğum yerden ayağa kalktım ve konuştum. “Biraz daha kal Halide teyze, Pamir gelir birazdan.” Dedim isminin yanına istediği eki getirerek. Duyduğu cümle ile yüzünde güller açarken içten bir şekilde konuştu. “Güzel kızım benim.” Karşılıklı olarak ayakta durduğumuz için kollarını bana doğru kolaylıkla sardı ve sıkıca sarıldı.

Elleri sırtımda dolaşırken bende ona karşılık verdim. Bugün güzel bir şeylerin başlangıcı yapılmıştı madem bende bunu bozmayıp devam edecektim. “Senin gibi bir gelinim olduğu için çok şanslıyım ben, Pamir’im turnayı gözünden vurdu.” Tatlı dille söylediği cümlelerle istemsizce gülümsedim. Halide teyze eski sımsıcak sesiyle benimle konuştuğu içinde kalbimde çiçekler filizleniyordu. Kollarında anne sıcaklığını hissediyordum yine.

Birbirimizden ayrılırken Halide teyze gitmek için kapıya yöneldiği sırada kapıdan gelen anahtar sesini duyarak konuştum. “Pamir geldi.” Bakışlarımız kapıdayken Pamir içeri girdi. Bakışları bizi bulduğunda kaşları havalandı ve bariz bir şaşkınlık ifadesi oluştu. İlk annesine sonra bana bakarken gözlerini hafifçe kıstı.

“Anne?” diyerekten ona doğru baktığında Halide teyze cevap verdi. “Hoş geldin oğlum, bizde güzel gelinimle konuştuk. Şimdi gidiyordum bende.” Dediğinde Pamir belli belirsiz başını salladı, bakışları hala daha benim yüzümde oyalanırken ufak bir gülümsemeyle ona baktım. Bu gülümseme tereddütlerini silmesine neden olurken araya girdim. “Sen çöpe gittiğinde geldi Halide teyze.”

Söylediğim cümle ile bakışlarında daha da şaşkınlık oluştu. Aramızın düzelme ihtimalini pek aklına getirmiyordu. Annesiyle ne zaman baş başa kalsak gözleri tereddütlü bakıyordu hep, sanki bir şey olup olmadığını sorgularcasına. Yalnız bırakmak istemiyor ve işini garantiye alıyordu.

“Hadi ben gideyim artık, sizde evinizi yerleştirmeye devam edin.” Diyerek kapıya doğru yöneldi Halide teyze. Kapıdan çıkıp ayakkabılarını giydikten sonra merdivenlere ilerledi. Bir süre arkasından bakıp kapıyı kapattığımda Pamir’in meraklı bakışları hala benim üzerimdeydi.

“Nerede kaldın, bir çöp atmaya diye indin.” Diye ona doğru döndüğümde Pamir benim sorumu es geçerek konuştu. “Gözlerin neden ağlamış gibi?” Aniden dile gelen soru ile şaşkınca baktım ona. Sadece birkaç damla gözyaşı dökmüştüm, nereden anlayabilirdi ki?

Pamir benim şaşkınlığımdan istifade ederek yanıma doğru yaklaştı ve bir koluyla belimi sardıktan sonra diğer elini gözüme götürerek parmak uçlarını alt kirpiklerimde gezdirdi. “Islak ıslak kirpiklerin.” Düşüncelerime tercüman olarak konuşurken ekleme yaptı. “Aranızda seni üzecek bir şey mi oldu?” Düşünceli bir biçimde gözlerime bakarken başımı iki yana salladım. “Hayır, aksine güzel şeyler oldu. Üzüntüden değil, sadece ufak bir duygulanma yaşadım.”

İçi rahatlamış gibi nefes verirken bende elimi göğsüne yaslayarak gözlerine baktım. “Aramız iyi merak etme, zamanla da daha iyi olacak emin ol.” Dediğimde Pamir bana sarılarak cevabını verdi. “Teyze demenden bunu çıkardım ama şaşırmadan da edemedim.” Dediğinde bende sıkıca sarıldım ona.

Burnuma ufaktan sigara kokusu dolarken kaşlarımı çattım. “Sigara içtin değil mi, ondan geç geldin?” ufak bir sinirle sorduğum soruyla Pamir sesli bir şekilde güldü. “Azalttım biliyorsun, evde içmemek için aşağı inmişken içeyim dedim.” Dedikten sonra tek elini belimden çekerek pantolonunun arka cebine getirdi ve oradan bir şey çıkardı.

Kollarını bedenimden ayırmadan gözlerime baktı ve çıkardığı şeyi ortamıza getirerek benim de görmemi sağladı. “Bir de sana bunu aldım, tatlı niyetine yersin diye.” En sevdiğim çikolatayı görerek büyükçe gülümsedim. Keyfimi nasıl yerine getirmesi gerektiğini biliyordu.

“Bu seferlik bir şey demiyorum.” Sigarayı kastederek konuşurken bir yandan da elindeki çikolatayı aldım. Pamirse keyifle konuştu. “Rüşvetim işe yaradı desene.” Dediğinde kaşlarım havalandı. “Bir savcıya rüşvet vermek ha.” Yüzümdeki gülümseme eksik olmadan ona bakarken Pamir sırıtarak cevap verdi. “Savcıya değil, karıma rüşvet veriyorum.” Dedikten sonra yaklaşıp dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktı.

Yüzümde daha büyük bir gülücük oluşurken kollarımı boynuna doladım tekrardan ve sıkıca sarıldım. Üzerimden yük kalkmış gibi hissediyordum. Her ne kadar dile gelmese de Halide teyze ile soğuk olmak üzerime bir yük bindirmişti. Ama şimdi kendimi rahat hissediyordum…

 

 

 

 

◔◔◔

Kına Günü

“Ay Devrim bu elbiseyle akrabalara dedikodu çıkartacaksın.” Sinem’in cümlesi ile aynadan kendime bakmaya devam ettim. İp askılı, kırmızı, göğüs ve üst beden kısımlarından başlayıp alt bedenin bir kısmını kapsayan parlak taşlarla kaplı, yırtmaçlı bir elbise giymiştim.

“Aman kim konuşacaksa konuşsun, bugün onun günü.” Dedi Burçe hayranlıkla. Ardından ekledi. “Nasılsa kına yakılırken bindallı giyecek.” Babamdan buraya gelmeden önce annemin bindallısını getirmesini istemiştim. Halide teyze geleneklerine bağlı olduğu için bindallı giyilmesini uygun bulurdu, bende buna karşılık annemin bindallısını giymek istemiştim.

“Ben heyecandan bayılacağım galiba.” Diyerek elimle kendime yelpaze yaptım. Bir yandan heyecanlıydım, bir yandan buruktum. “Bayılırsan destek ekip burada, ayıltırız seni.” Dedi Işık gülerek. Nişana gelemediği için mahcup olmuştu. Kına ve nikah için nöbetlerini önceden ayarlamıştı ve bugün aramıza katılmıştı. Buna çok mutlu olmuştum. Hem kendim adıma hem abim adına.

Kapı birkaç kez çalındığında Burçe güldü. “Annemdir, misafirler geldi diyecek kesin.” Derken kapı hafiften aralandı. Kimin geldiğini göremezken tanıdık olan o sesi duydum. “Gelebilir miyim?” Pamir’in sesi odanın içine yayıldığında hepimizin yüzlerinde aynı şaşkınlık ifadesi oluştu. Burçe hızlıca kapıya yaklaştı. “Abi ne işin var burada senin!?”

“Damat dayanamamış belli.” Diyerek güldü Işık. Ardından ekledi. “Bora’nın haberi var mı acaba, olsa izin vermezdi.” İzin vermezdi elbette. Onlar bizim olduğumuz mekândan bir tık uzak bir mekanda erkek erkeğe takılacaklardı. Kına yakılacağı zaman geleceklerdi.

“Burçe, dur. Bizimki dünden hevesli damadı görmeye. Bırak gelsin.” Dedi Sinem kapıya doğru yaklaşarak. Üçü arkalı önlü bir şekilde odadan çıkarken Pamir’in içeri girmesini bekledim. Heyecandan ellerim terlerken nihayet Pamir içeri girdi. Bakışlarımız buluştuğunda direkt olarak yüzümde büyük bir gülümseme oluştu.

Pamir’in bakışları vücuduma doğru kayıp orada oyalanırken gözlerinde büyük bir hayranlık gördüm. Kapıyı ardından yavaşça kapatırken bakışlarını benden bir saniye bile ayırmadı. “İyi ki gelmişim, yoksa bu güzellikten mahrum kalacaktım.” Diyerekten yanıma geldi ve elimi tutup havaya kaldırdıktan sonra kendi etrafımda dönmemi sağladı.

“Mahrum kalmazdın, nasılsa sende kınaya geleceksin.” Etrafımda dönüp dile getirdiğim sözlerle birlikte Pamir elini belime yaslayarak gözlerime baktı. “O zaman sana doya doya bakamazdım ki…” dedikten sonra elini yanağıma getirerek hafifçe okşadı. “Harika görünüyorsun, bu tarz renkler senin rengin galiba.” Dedikten sonra hafifçe gözlerini kıstı. “Ya da vazgeçtim, ne giysen yakışıyor sana.”

“O senin beni güzel görmenden kaynaklanıyor.” Dedim bende gözlerine derin derin bakarak. Ardından elimi beyaz gömleğinin yakasına koyarak düzelttikten sonra elimi ceketinin üzerinden göğsüne kaydırdım. “Sende çok yakışıklı olmuşsun, şimdi salondaki birçok kişi sana hayran olacak.”

Pamir yüzündeki sırıtışla omuz silkti. “Senin hayran bakışların bana yeterli.” Dedikten sonra sırıtışı büyüdü. “Her takım elbise giyişimde ya da üniformalıyken o bakışlarını görüyorum.” Dediğinde tek kaşımı kaldırdım. “Bundan çok zevk alıyorsun değil mi?” dediğimde Pamir başını salladı belli belirsiz. “Hem de çok.” Ardından beni kendine doğru çekerek dudaklarını şakağıma yaslayıp uzunca öptü.

Kapının aniden tıklanması ve açılmasıyla birlikte bakışlarımız oraya doğru döndü. İçeri giren Halide teyzeyi görmemizle birlikte Pamir’le temasımızı kesmek için uzaklaşmaya çalışırken Pamir sıkıca belimden tutmaya devam etti. Halide teyze şaşkınca bize bakarken konuştu. “Üstüme iyilik sağlık, senin ne işin var oğlum burada?”

“Müstakbel karımı görmeye geldim anne.” Dedi Pamir açık açık. Halide teyzenin kaşları havalanırken mırıldandı. “Şunun şurasında 2 saat sonra gelecektin zaten, dayanamadın mı?” dediğinde Pamir cıkladı. “Dayanamadım.” Lafını hiç esirgemeden konuşurken kolumla karnını dürttüm. Halide teyze başını iki yana salladı. Ardından da bana doğru bakarak konuştu. “Misafirlerin çoğu geldi kızım, istersen sende gel.”

“Tamam, geliyorum.” Dediğimde Halide teyze söylenerek odadan çıktı. “Zamane gençleri… Bir gören olsa laf söz olur.”

“İyi olmadı bu.” Dedim sıkkınca. Pamir bana doğru dönerek konuştu. “Güzelim, bize ne elalemden? Sen zaten benim karım olacaksın, iki dakika görüşmüşüz kime ne? Annemde dahil.” Dediğinde dudaklarımı büzdüm. “Ne bileyim.”

Asıl mesele şuydu ki Halide teyze ile aramız çokta iyi olmadığı için daha kötü olmaması için çabalıyordum. Normalde böyle bir şey yapmazdım, birini sildiysem silerdim tamamen ama bu durum farklıydı. O Pamir’in annesiydi.

“Hadi çıkıyorum ben.” Diyerek kapıya yöneleceğim sırada Pamir kolumdan tuttu. “Dur, dur, dur. Nereye öyle.” Dedikten sonra beni kendine çekerek dudaklarımızı birleştirdi aniden. Kısa ama etkili bir öpücük sonrası dudaklarımızı ayırırken mırıldandı. “Şimdi oldu.”

Sırıtarak odadan arkalı önlü bir şekilde çıkarken Pamir kapıya doğru yöneldi. Bende salona doğru ilerleyerek içeri girdim. Salon epey dolmuştu. Gözlerim bizimkileri ararken aniden yanıma doğru gelen iki kadın ile bakışlarımı onlara doğru yönelttim. “Tü tü tü maşallah, Halide ne şanslı kadın ayol.”

Merakla kim olduklarını anlamaya çalışırken Burçe yanımıza doğru geldi. “Tülay yenge, annem şurada bak.” Diyerek annesini işaret ederken Tülay denilen kadın Burçe’ye baktı. “Kız Burçe annen orada kalsın, biz gelinimizin yanına geldik.” Dedikten sonra ekledi. “Pamir’de durdu durdu 30 yaşından sonra turnayı gözünden vurdu maşallah.”

“30 yaşından sonra değil, onlar zaten çok önceden tanışıyorlar.” Dedi Burçe açıklama yaparak. Tülay hanım bana doğru dönerek konuştu. “Savcıymışsın, doğru mu?” dediğinde onayladım. “Evet.” Verdiğim cevapla birlikte Tülay Hanım konuştu. “Arkadaşın falan varsa bizim oğlana ayarlayalım.”

“Oldu yenge, biz gidelim artık. Kızı böyle sık boğaz etmeyelim.” Burçe kolumdan tutarak beni çekiştirirken merakla konuştum. “Amcanın eşi mi?” Burçe başını salladı. “Evet, annemle pek sevmezler birbirlerini. Utanmasa gel oğluma seni alayım diyecek, bakışları fel fecir okuyordu.”

“O biraz zor.” Dedim gülerek. Böyle akrabalara alışıktım. Benim yengemin de pek iyi bir kadın olduğu söylenemezdi. Salona girdiğimden beridir bakışlarını üzerimde hissetmeye başlamıştım. Benim yaşımda bir kızı vardı, yurt dışında okuyordu. Annem yaşarken onu kıskanmadan duramazdı, kızı da beni.

Gelinin oturacağı kırmızı renkte, tüllü, süslü koltukların yanına ulaştığımızda salonda oyun havası çalmaya başladı. Ankaralı da olsam oyun havalarıyla aram yoktu ama akrabalarım severdi. “Hadi bakalım gelin hanımı sahneye alalım.” Ahsen kolumdan tutup beni ortaya doğru götürürken Sinem’in sesini duydum. “Bugün senin günün, oynayacaksın illa.”

Onları kırmamak için bildiğim kadarıyla oyun havasına uyum sağlamaya çalışırken kenarda bizi izleyen Işık’ı gördüm. Elimle onu çağırırken Burçe, ısrarla yanına gidip onu da yanımıza gelmeye ikna etti. Ben, Sinem, Işık, Burçe, Ahsen, Seray abla ve kızları Azra ile Hira açılışı yaparken Burçe’nin kuzenleri, benim adliyeden arkadaşlarım toplu bir şekilde sahnenin tozunu attırmaya başladık.

Oyun havalarının ardından hareketli pop müzikleri, mezdeke tarzı şarkılar, halaylar sırayla çalmaya başladı. Hepsine ayak uydurmaya çalışırken zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamamıştım. Ama eğlenmediğimi söyleyemezdim. Oyun havalarında Halide teyzeyle bile karşılıklı gelmiş ve oynamıştık.

Dakikalar sonra nefeslenmek için oturduğumda Sinem’in getirdiği suyu yudum yudum içtim. Sinem telefonuna gelen mesaj ile oturduğu yerden kalktı. Müzikleri ayarlayan kadının yanına ilerleyerek bir şeyler söyledikten sonra etrafta oyun havasının dışında Kenan Doğulu’nun Güzeller içinden şarkısı çalmaya başlayınca şaşkınca etrafıma bakındım.

Sahnede oynayan kızların dağıldığını fark ederken kapalı olan salon kapısının açıldığını gördüm. En önde Pamir, arkasında Hakan, Soner, Ahmet abi, Kürşat, Taner ve en arkada ellerindeki davula şarkının ritmiyle vurarak içeri giren Batuhan ve Yiğit’i gördüm. Şaşkınca onlara doğru bakarken oturduğum yerden ayağa kalktım.

Batuhan ve Yiğit’in en arkasından ise babam, Serhat babam ve abim girdi. Üçü boş olan masalara doğru ilerlerken bakışlarım bana doğru yaklaşan Pamir’e kaydı. Bizim kızlar ve gelen erkekler etrafımızda bir çember oluştururken biz ortada kalmıştık. Pamir şarkının sözlerini söylerken elini havaya kaldırıp beni işaret etti. “Güzeller içinden bir seni seçtim, kalbimi sana, ben sana verdim.”

Yüzümde büyük bir gülümseme oluşurken şarkının ve davulların ritmine bağlı olarak Pamirle karşılıklı olarak dans etmeye başladık. Şarkıya alkışlarda karışırken ortaya güzel bir manzara çıkmıştı eminim ki.

Şarkının bitiminde Pamir ile birbirimize bakarken yüzlerimizde büyük bir gülümseme vardı. Alkışlar yankılanırken Burçe yanımıza doğru geldi. “Hadi o zaman kına vakti.” Ben üzerimi değiştirmek için Pamirlerin yanından ayrılırken onlar eğlenceye devam ediyordu.

Üzerime annemin kırmızı, gold renkli işlemeleri olan bindallımı giydim. Yeni tarz bindallıların aksine kabarık değil, düzdü. Böyle olması benim için daha iyi olmuştu. Başıma kırmızı kına örtüsü örtüldükten sonra kına hazırlanmış ve tepsiye konmuştu. Her şeyin hazır olmasıyla birlikte Pamir çağırılmıştı. Onun da takım elbisesinin üzerine yeşil renkte kına örtüsü örtülmüştü.

“Böyle bir planınız olduğundan bahsetmemiştin.” Diyerek Pamir’e bakarken. Pamir güldü. “Benimde haberim yoktu, Batuhan ile Yiğit ayarlamış davulu. Bana da şarkıya eşlik etmek kaldı.” Açıklamasıyla birlikte güldüm bende. Zaten onlardan beklenirdi bu, pek Pamir’in tarzı değildi. Ama yine de güzel olmuştu. Bugün bizim günümüzdü, her türlü şeyi yapmakta özgürdük.

Kızların eline mum ve saçlarına benden hatıra kalması için kırmızı tüllü taç dağıtılmıştı. Her şeyin hazır olmasıyla birlikte kına müziği salonda çalmaya başladı. En önden Pamir ve ben çıkarken arkamızdan kına tepsisini taşıyan Sinem geliyordu. Onun ardından sıra ile Burçe, Işık, Ahsen, Seray abla ve kızları, davetli olan diğer kişiler geliyordu.

Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler

Uçan da kuşlara malum olsun
Ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı
Ben köyümü özledim

Sahnenin ortasına bizim için konulan sandalyelere oturduğumuzda, karanlık olan ortamda kızlar ellerinde mumlarla bizim etrafımızda dolaşıp aynı anda şarkıya eşlik ediyorlardı. Pamir oturduğumuz andan itibaren elimi tutmuş ve bana destek olmak istemişti. Bugün içimin ne kadar buruk olduğunu bildiği için desteğini esirgememişti.

Söylenen şarkının her bir sözü kalbimi delip geçiyordu. Ama özellikle ben annemi özledim kısmı… Ben annemi çok özlemiştim. Şu an yanımda olması için her şeyimi verirdim ama yoktu. Eksikliğini çok hissediyordum. Şimdi yanımda olsa her şey daha farklı olurdu. Bu tatlı telaşımızda beni rahatlatırdı mesela, arkamda olurdu. Beni herkesin lafından korurdu.

Kırmızı duvağın altından etrafımızdaki dönen kişilerin arasından uzaktan beni izleyen abimle babamı görebiliyordum. Hepimizin içinde aynı eksiklik vardı ve bu eksiklik benim hıçkıra hıçkıra ağlama isteğimi artırıyordu. Ortam, şarkı, içimdeki duygularda buna çok müsaitti. O yüzden makyajımı bile umursamadan çoktan gözyaşlarımı akıtmaya başlamıştım. Zaten kim olsa buna dayanamazdı…

Şarkının sonlarına doğru Sinem tepsiyle birlikte önümüze doğru gelmişti. Benim teyzem olmadığı için Pamir’in teyzesi yakacaktı kınayı. Yanımıza doğru gelerek ilk önce benim önüme doğru eğildi. Avcuma kınayı yakmak için hamle yaparken benim avcumu açmadığımı görerek geriye doğru seslendi. “Gelin avcunu açmıyor!”

Halide hanım birkaç hızlı adımla yanımıza ulaşıp tam altını kardeşine uzattı. Avcumu açarak kınayı yakmasına müsaade ederken tek avcuma kınayı yakarak üzerine altını koydu, sonra da üzerine peçete koyduktan sonra kırmızı kumaş eldiveni elime geçirdi.

Benden sonra Pamir’e geçtiğinde teyze yine bağırdı. “Damat avcunu açmıyor!” Pamir’in yaptığı şeye gülümserken aklıma gelen şeyle gülüşüm yüzümde soldu. Annem burada değildi ki, bizim de hiç aklımıza gelmemişti. Sinem’e doğru baktığım sırada Işık’ın koşar adımlarla kenarda dikilen abime yaklaştığını gördüm. Abim ceketinin cebinden kutu çıkartarak ona doğru verdiğinde şaşkındım.

Işık altını alıp yanımıza geldiğinde altını teyzeye doğru uzattı. Böylece Pamir’in avucuna da kına yakılıp üzerine tam altın konulmuştu. Etraftaki kalabalık ufaktan dağılmaya başlarken oturduğumuz yerden kalktık ve Pamir’le birbirimize doğru döndük. Pamir duvağın uçlarından tutup kaldırırken bakışlarımız buluştu.

Yüzümde gülümseme olsa da gözlerim yaşlıydı. Ne zaman aldığını bilmediğim peçeteyi gözlerimin pınarına bastırarak akan gözyaşlarını temizlerken onun gülüşündeki burukluğu gördüm. Burnumu çekerek ona bakmaya devam ederken Pamir yüzümü avuçlayarak dudaklarını alnıma doğru bastırdı. Etrafta alkış sesleri kulağımda çınlarken gözlerimi huzurla kapattım.

Dudaklarının teması kesildiğinde gözlerimi aralayarak gözlerine baktım. Sonra bakışlarım kenarda ağlayarak bizi izleyen Halide teyzeye takıldı. Oğlunun mürüvvetini görmek onu duygulandırmıştı. Yanında dikilen Serhat babamda aynı şekilde duygulu gözlerle bizi izliyordu. Sinem yaşlı gözleriyle bizi izlerken Hakan hemen bir adım yanında duruyordu. Sinem’in anne ve babası yanındayken pek temas edemiyorlardı. Burçe’de Sinem’in yanında aynı onun gibi ağlamaklı gözlerle bize bakıyordu.

Diğer köşede Işık vardı, o da duygulanmıştı belli ki. Yüzünde bizim için mutluluğunu belli eden bir gülümseme vardı ama yeşil gözleri yaşlıydı. Işık’ın birkaç adım gerisinde abim ve babam dikiliyordu. Onların bakışları daha derin, daha duyguluydu. Abim benimle göz göze geldiğinde elini gözlerine götürüp dolu gözlerini temizlerken gülümsemeye çalıştı. Babam ağlamasa bile gözyaşlarını içine akıttığı belliydi. Uzun zamandır annemden, babamdan ayrı yaşasam da bu başka bir duyguydu. Ailemden ayrılacaktım ve kendi ailemi kuracaktım.

Her ne kadar ağlasam da, duygulansam da en eğlendiğim günlerden birisi olmuştu. Kına yakıldıktan sonra çoğu misafir dağılmaya başlamıştı. Biz bize kaldığımızda eğlencenin dozu daha da artmıştı. Halaylar, oyun havaları, danslar havada uçuşmuştu…

 

 

 

 

◔◔◔

Nikah Günü

Kınada saatlerce eğlenmiştik ve bu o kadar iyi gelmişti ki. Bu hazırlıkların telaşını üzerimizden atmıştık. Kınadan sonra nihayet aile olacağımız o gün gelip çatmıştı. Nikahımız akşamüzeri 5’te kıyılacağı için buradan direkt olarak nikah salonuna giriş yapacaktık. Evde büyük bir telaş vardı. Şunu şöyle mi yapsak, şunu mu yesek, şunu mu taksak yoksa saçımı böyle mi yapsam gibi gibi sorular ortalıkta dönüp duruyordu.

Öğleden önce Pamir, Burçe, Serhat babam ve Halide teyze yanlarında bir imamla gelmişlerdi. Böylece nikahtan önce imam nikahımızda kıyılmıştı. Mehir olarak Pamir’in üzerinde tapulu olarak bulunan Ankara’nın bilinen bir ilçesinden dairenin verilmesi uygun bulunmuştu, bende kabul etmiştim.

İmam nikahının ardından Pamirler bizi kuaföre bırakmışlar ve oradan damat tıraşı olmaya gitmişlerdi. Kuaförde saçlarımız ve makyajlarımızın yapılmasının ardından eve geri dönmüştük. Orada saatlerimiz geçtiğinden eve geçip direkt olarak üzerimizi giyinmiştik.

Şimdi salonun ortasında aynada kendime bakarken kızlar odada hazırlanıyorlardı. İp askılı, askıları yuvarlak boncuklarla ve taşlarla kapatılmış aynı şekilde göğüs dekoltesinin bir kısmı ve belden başlayıp gelinliğin alt kısmına doğru inen boncuk ve taş detayları vardı. Kabarık bir gelinlik değildi, böyle olmasını ben istemiştim. Saçlarıma su dalgası şekli verilmişti ve önlerden bir kısmı toplanarak arkadan birleştirilmiş ve sonra da aynı boncuk detayları olan duvak oraya tutturulmuştu.

Aynadan kendime doğru bakarken arkamızdaki koltukta oturup dizlerini aşağı yukarı hareket ettirip beni izleyen abimin yansımasına dikkat kesildim. Ara ara dudaklarını dişliyor, bakışlarını benden kısa süreli kaçırıyordu.

“Devrim, gerdanlığı odada unutmuşsun canım.” Işık’ın sesiyle bakışlarımı abimden çekip ona doğru çevirdim. Güzelliği karşısında hayran kalmamak elde değildi. Siyah, askıları taşlarla kaplı, bedenini tam olarak saran, göğüs ve beli de askıları gibi taşlı bir elbise giymişti. Dizlerinin bir karış üzerinde biten bir elbiseydi. Normalde dalgalı olan saçlarını kırık fön çektirmiş ve gözlerinin yeşilini ortaya çıkartacak bir makyaj yaptırmıştı. Gerçekten çok güzel duruyordu.

Konuşmak için dudaklarımı araladığım sırada abimin cümleleri benim önüme geçti. “Çok güzel görünüyorsun.” Ayağa kalkmış ona doğru yaklaşırken usulca yüzüne doğru baktım. Büyülenmiş gibi bakıyordu Işık’a. Zaten duygularını saklamak konusunda pek iyi olmadığını biliyordum ama şimdi gözlerindeki hayranlığı saklamakla uğraşmıyordu bile. Bakışları onda takılı kalmıştı.

Işık küçük bir tebessüm ederek cevap verdi. “Teşekkür ederim, sende çok şıksın.” Diyerek kaçamak bakışlarla abimi süzdü. İkisi uyumlu giyinmişlerdi. Abimin üzerinde de siyah bir gömlek ve siyah kumaş pantolon vardı. Kolundaki gümüş saatle Işık’ın elbisesindeki taşlar uyumluydu ve ikisi açısından çok güzel bir görüntü oluşturmuştu.

“Beğendirebildiysek ne mutlu Işık Hanım.” Dedi abim şakayla karışık. Aslında gergindi, gerginliğini böyle kamufle etmeye çalışıyordu. “Kendinizi beğendirmeye mi çalışıyordunuz Bora Bey?” dedi Işık’ta aynı şakacı tavırla. Birbirlerine bakarlarken ikisinin yüzünde de küçük bir gülümseme vardı.

Abim omuz silkti. “Her zaman böyle iltifatlar duymuyoruz sonuçta.” Dediğinde Işık tek kaşını kaldırdı. “Burada iltifat edilmesi gereken biziz yalnız. Haberiniz olsun.” Diye imalı imalı konuşurken abim başını eğip kaldırdı. “Bütün iltifatların sönük kalacağını bilmesem hiç susmam.”

Abimin cümlesi ile Işık bakakaldı. Bende dudaklarımı birbirine bastırmış ikisinin flört etmesini izliyordum. Bu kadar güzel anlaşırken, bu kadar yakışırken, bakışlarından birbirlerine olan duyguları saklayamazken neden yokuşa sürüyorlardı anlamıyordum.

“Bence bu hepsine değer bir iltifat oldu.” Dedi Işık sesi içine kaçmış bir biçimde. Bakışları saniyelik olarak benimle buluştuğunda yanağının kızardığını gördüm. Benim yanımda böyle konuştukları için utanmış olmalıydı.

Konuyu değiştirmek için etrafa bakınırken biraz önce getirdiği gerdanlığa bakışları takıldı. “Bora, gerdanlığı sen taksana.” Diyerek konuyu değiştirdiğinde abimin yüzünde yamuk bir gülümseme oluştu. Işık’ın utandığını ve konudan kaçtığını anlayarak lafını ikiletmedi.

Abimin düğün hediyesiydi gerdanlık. Babamda başka bir takı seti almıştı. Nikahta onu verecekti. Abim özellikle gelinlikle birlikte takmam için almıştı.

Işık siyah kadife kutuyu açarak abime doğru uzattı. Abim kolyeyi aldıktan sonra aynadan bana doğru baktı. Hiçbir şey söylemeden duvağı kenara doğru ittikten sonra kolyeyi boynuma taktı ve a ynadan kolyeye baktıktan sonra bakışlarını bana çevirdiğinde boğazımdaki yumruyu geçirmek için yutkunarak konuştum. “Çok güzel, teşekkür ederim abicim.”

“Güle güle kullan güzelim.” Dedi abim kısa bir gülümsemeyle. Işıkla konuşurken aklından çıkan düşünceler şimdi yine zihnine dolmuştu ve durgun bir biçimde bana bakmaya devam ediyordu. İkimizde duygulanmıştık.

Duygusallığımıza kapılmışken Işık’ın mırıltısını duydum. “Gerçekten zevkin güzelmiş.” Ortamdaki duygusallığı yok etmek için söylemişti biliyordum. Bende ona uyarak elimi kolyeye götürdüm. “Abim zevklidir.” Dediğimde abim gülümsedi. “Sağ olun hanımlar, zevkli olduğumu söylerler.”

Söylediği şeyle kaşlarım çatıldı. “Kim söylüyormuş?” dediğim sırada benimle aynı cümleyi kuran Işık ile bakışlarımız buluştu. Şaşkın şaşkın ona doğru bakarken aklımdan tek bir isim geçmişti: Duru. Onu hiç sevmediğim için onunla ilgili şeylere de tahammül edemiyordum. Ben kardeşiydim de Işık’ın böyle sorgulaması kıskandığının kanıtıydı.

“Yani öyle lafın gelişi söyledim ben.” Dedi Işık alelacele kendini açıklamak için. Bakışlarını kaçırışıyla panik olduğunu anlarken gülmemek için kendimi sıktım. Abimde tek kaşını kaldırdı. “Tabii lafın gelişidir eminim. Yoksa merak etmedin hiç” Dediğinde Işık kaşlarını çattı. “Bora ya.”

Işık kaşlarını çatmış abime bakarken abimin yüzünde onun aksine güzel bir gülümseme vardı. İkisinin bu halleri gerçekten çok tatlıydı.

“Hakanla şahit koltuklarına oturacakmışsınız darısı nikah koltuğuna olsun.” Olcay teyze, kızına takılırcasına konuşurken bakışlarımız kapıya doğru kaydı. “Anne bak çocuğun yanında da şöyle şeyler söyleme, daha yeni diyorum.” Diye yakındı Sinem. Hakanla olan ilişkilerinden annesine bahsetmişti. Annesi de eminim ki babasına çıtlatmıştı bu konuyu.

Hakan’ın annesinin de Sinem’e alıcı gözüyle bakışını saymıyordum bile. Gelin güvey olmuşlardı çoktan. Aileleri de tanışmıştı, zaten karşılıklı olarak oturduğumuz için sürekli karşılaşıyorlardı. Sinem’in babası zaten bizimkilerle arkadaştı. Hakan’ın babası da aralarına katılmıştı ve dörtlü koalisyon oluşturmuşlardı. Sinem’in annesi Olcay teyze de Hakan’ın annesi Fulya hanımla kaynaşmıştı. Ortaya güzel arkadaşlıklar çıkmıştı ya da dünürlük demek doğru olurdu.

“Baban Hakan’ı sevdi kızım neden öyle diyorsun, yaşında geldi. Bak Devrim evleniyor sıra sende.” Olcay teyze tek gözünü kırpıp bana bakarken güldüm. Sinem’i sinir etmek için öyle konuşuyordu. “Aman anne ya.” Sinem sitemli sitemli annesine bakarken bakışları abime takıldı kısa süreli. “Hem sırada Bora abi var, benden önce o evlenir.”

Lafın abime gelmesi ile bakışlarım ona kaydı. Işık’ta abime dikkatle bakarken abim kaşlarını çattı. “Ulan laf bana nasıl geldi? Ben evlenmek istiyor muyum soran yok.” Dediğinde kaşlarımı çatıp abime baktım. “Nasıl yani beni görümcelikten mahrum mu bırakacaksın?” diye gözlerimi kırpıştırırken abim göz devirdi. “Sanki görümcelik yapacaksın da.”

Bakışlarımı Işık’a anlık olarak çevirip sırıttım. “Sevdiğim biri olursa yapmam tabii.” Direkt olarak Işık’a söylediğim için Işık üstüne alınarak bakışlarını kaçırdı. İstediğimi almanın mutluluğu ile bakışlarımı abime çevirdim. Abim ne yapıyorsun bakışı atarken omuz silktim. Hep o mu bizimle uğraşacaktı?

“Erkek tarafı gelir birazdan, sizde hazırlanın hadi.” Olcay teyze bize hitaben konuşup mutfağa doğru ilerlerken Işık ona hak verircesine konuştu.” Aynen, Bora lafa tutma bizi.” Diye abime takılırken abim şaşkınca baktı ona. “Bu evde hep üstüme oynanıyor benim, gidiyorum.” Diyerek salondan çıkarken Işık, ben ve Sinem olmak üzere üçümüzde arkasından bakakaldık.

Birbirimize bakıp gülerken Işık seslendi arkasından. “Nasıl oluyormuş Bora Bey?” dedikten sonra aklına bir şey gelmiş gibi hızlı bir şekilde peşinden ilerledi. “Dur dur gitme, şimdi damat tarafı gelir. Kurdeleyi sen bağlayacaksın, sonra seni aramayalım.” Diyerek tam önünde durdu.

Evet, kırmızı kurdele bağlanacaktı belime. Tüm geleneklere uygun yapılıyordu evliliğimiz. Ama sanılanın aksine bekaret için değildi. Kırmızı kurdelenin diğer adı gayret kuşağıydı. Gelinin evliliğinde gayretli ve kudretli olması için, ailesinin gelişimini sağlaması ve evinde güçlü olması içindi. Kuşak bağlanırken üç kez bağlama işleminin tekrar edilmesi ise yeni gelinin evine bolluk, bereket ve uğur getirmesi içindi. Toplumda yanlış bir algı olsa da doğrusu buydu.

“Sağ ol ya, sende beni iyice şey belledin.” Abim doğru kelimeyi bulmak için çabalarken evin kapısı anahtarla açıldı. Hepimizin bakışları kapıya dönerken kapının hemen arkasında dikilen abim ve Işık içeri giren babamla yüz yüze geldiler.

Babam ikisine doğru şaşkınlıkla bakarken bakışları Işık’ta duraksadı. Resmi olarak tanışmamışlardı. Daha önce Ahsen’in düğününde, ben yaralandığımda ve dün kına gecesinde birbirlerini görmüşlerdi. Babam abimin duygularını bildiği için Işık’ı tanımak ister gibi bakıyordu.

“Hoş geldin kızım.” Dedi babam samimi bir şekilde Işık’a bakarken. Işık başını eğip kaldırdı. “Hoş buldum efendim.” Dediğinde babam babacan bir şekilde gülümsedi. “Efendim çok resmi oldu gibi ne dersin? Amca uygun bence.” Dedikten sonra abime göz ucuyla bakarak elini uzattı. “Bu kerata bizi tanıştırmadı hiç ama Turan ben.”

“Baba!” Abim uyarı dolu bir sesle yakınırken babam onu umursamadı. Işık’ta babama uyarak elini uzatıp elini tuttu ve sıktı. “Memnun oldum, Işık bende.”

“Bende memnun oldum kızım.” Dedi babam. Ardından salona doğru pek fazla bakmadan mutfağa doğru geçti. Buraya bakmama sebebini biliyordum, duygulanacağı içindi.

Babamın arkasından çok fazla bakmayıp salondakilere dönerken abimle Işık’ta arkalı önlü bir biçimde salona girdiler tekrardan. O sırada Sinem konuştu. “Hakan mesaj attı şuna bakın.” Gülerek elindeki telefonu bize gösterirken fotoğrafa dikkatle baktım.

Arabanın arkasında ‘Üzülmeyin kızlar damadın bekar arkadaşı var’ yazıyordu. İstemsizce gülmeye başlarken abim konuştu. “Bu ya Batuhan’ın ya Yiğit’in işi.” Dediğinde ona hak verdim. Kesin Yiğit’in işiydi bu. Batuhan, Burçe varken böyle bir şey yapmazdı. Diğer bir arabanın arkasında da ‘Gruptan ayrıldı, son görülme: 27.07.2024.’ yazıyordu.

“Bak bu fav.” Dedi Işık gülerek. Baktığı fotoğrafta ‘Dünyalar sizin olsun, dünya güzeli benim oldu’ yazıyordu. Pamir’in arabasının arkasındaydı bu yazı. Arka camda da isimlerimizin baş harfi yazıyordu zaten.

“Bu arada geliyorlarmış.” Sinem’in cümlesi ile panik olmadan edemedim. Zaten heyecanlıydım. Abime, Işık’a gülmekten heyecanım biraz uçup gider olmuştu ama şimdi geldiklerini duyduğumda kalbimde heyecanlı kıpırtılar oluşmaya başlamıştı tekrardan.

Aynaya tekrar dönerek kendime baktım. Gerdanlığım, gelinliğim, saçım, makyajım her şey hazırdı. Aklıma gelen şeyle birlikte hızlıca kızlara doğru döndüm. “Ayakkabının altına isminizi yazmayı unuttuk.” Diyerek ayağıma doğru eğildim ve tek hamlede beyaz renkli topuklu ayakkabılarımı çıkarttım. Aynalı dolabın çekmecesini çekip tükenmez kalem çıkartıp karşımdaki dikilen ikiliye baktım. “Yazıyorum.”

Ayakkabının ortasına doğru ilk önce Sinem sonra Işık ve en sona Burçe yazdım. Batıl inançtı ama her türlü şeyi yaptığımız için bundan da eksik kalamazdık. “Bakalım ilk kim evlenecek?” dedim sırıtarak. Sinem omuz silkti. “İnanıyor musun buna, kısmet bu işler.”

“Belli olmaz.” Dedim yüzümdeki sırıtışa devam ederek.

Aramızdaki goygoya devam ederken ardı ardına gelen korna sesleriyle elimi kalbime yasladım. Gelmişlerdi. Telaş, panik, heyecan kol gezerken abim salonun camına doğru yaklaştı. “Geliyorlar.” Sakin bir sesle dile getirdiği şeyle birlikte derin bir nefes aldım. Bir yandan çok heyecanlıyken diğer yandan her an bir aksilik çıkma ihtimalini düşünerek korkuyordum. Duygulanmam da bunun cabasıydı.

Babam salona girerken bakışlarımız buluştu. ‘Vakit geldi’ dercesine gözlerime bakarken boğazımda bir düğüm oluşmasına engel olamadım. Biri bir şey dese ağlardım, o kıvama gelmiştim.

“Ben kapıyı tutacağım.” Dedi Sinem telaşla. Salonun kapısını kapatırken derin bir nefes aldım. Işık yanıma yaklaşıp duvağımı düzeltirken abim camdan dışarı bakmaya devam ediyordu. Korna seslerinin kesilmesiyle binanın önüne geldiklerini anlayarak yerimde kıpırdandım. “İçeri giriyorlar şimdi.” Abim an be an durum güncellemesi yaptıktan sonra camdan uzaklaştı ve yanıma doğru geldi.

Evin zil sesi duyulduğunda kalbimin ağzımda attığını hissediyordum. Kapı açıldığında büyük bir kargaşanın sesini duydum. Erkek tarafı kalabalıktı. Salon kapısının önüne yaklaştıklarını hissettiğimde Halide teyzenin sesini duydum. “Gelinimizi almaya geldik.”

“Öyle kolay değil bizden kız almak.” Dedi Sinem ciddi bir şekilde. Ardından ekledi. “Kapı kilitli galiba açılmıyor.” Dediğinde etraftan gülüşme sesleri duydum. Ardından da Serhat babamın sesini. “Hadi bakalım aslanım.”

“Feda olsun.” Dedi Pamir. Ardından birkaç dakika sessizliğin ardından tekrar sesini duydum. “Artık alabilir miyim gelinimi?” Ettiği hitapla yüzümde gülümseme oluştu. Kapı yavaşça aralanırken kapının hemen önünde dikilen sevdiğim adamla bakışlarımız buluştu. Sanki o an burada ikimiz kalmıştık, etrafta başka kimse yoktu.

Ağzı hafiften açılırken gözbebeklerinin titreştiğini gördüm. Ciğerlerine derin bir nefes çekti. Bakışlarında yıllarca özlemini çektiği şeye kavuştuğunu belli eden bir heyecan, adı konulmayacak başka duygular, mutluluk pırıltıları gibi birçok şey vardı. Sanki hafiften dolar gibi olmuştu gözleri… Üzerinde damatlık, boynunda papyon, elinde ise beyaz lalelerden oluşan bir buket vardı.

Onun elaları nasıl içimi titreten cinsten bana bakıyorsa benim kahvelerimde ona bakarken eminim kalp şeklini almıştı. Değişik bir andı, tarif edilemez duygular içindeydim. Heyecan, tedirginlik, duygusallık. Ama en çok da yıllarca hasretini çektiğim adama kavuşmanın vermiş olduğu bir sevinç ve mutluluk vardı.

Herkes nefesini tutmuş bizi seyrederken nihayet Pamir’in sesini duydum. “Düşlediğimden bile daha güzelsin…” iltifatı karşısında büyükçe gülümserken Pamir yutkunarak yanıma doğru birkaç adım attı. Burada daha fazla bir şey demezdi ama bakışlarındaki sıcaklıktan ben ne söylemek istediğini anlıyordum, kelimelere dökülmesine gerek yoktu.

Elindeki lale buketini bana uzattığında hiç beklemeden aldım. Birbirimize güzel güzel bakarken abim genzini temizledi. “Ben şunu bağlayayım, geç kalmayalım.” Eline aldığı kuşakla bana doğru yaklaşırken bakışlarımı ona doğru çevirdim. Kurdelenin uçlarını belimden geçirip bir kez bağladıktan sonra çözdü, ardından iki kere daha bu işlemi tekrarladı. Sonuncu kez belime doladıktan sonra uçlarını bağladı. Bunu yaparken kesik kesik aldığı nefesleri hissediyordum.

Arada sırada bakışlarımız buluşuyordu, her bakışmamızda gözlerindeki gözyaşının neden olduğu pırıldamayı görüyordum. İşini bitirdiğinde gözlerini benden kaçırmayı bırakıp direkt olarak yüzüme baktığında ikimizin gözleri de yaşlıydı. Aynı lojmanda yaşayacaktık, sürekli görüşecektik ama bunlar ağlamamam için yeterli sebepler değildi. Aynı zamanda yanımızda dikilen babamın da ufak ufak burnunu çektiğini duyuyordum.

Halide teyze, Sinem, Olcay teyze, Fulya teyze, Burçe, Işık… Hepsinin yüzünde de bizim gibi gözyaşları vardı. Abim gözlerime bakarken gülümsedi burukça. “Unutma burada kolları senin için her daim açık olan, bir aramanla yanına gelecek, bir sözünle her şeyi yapacak olan bir abin var.”

Sözleri benim için bardağı taşıran son damla olmuştu. Gözyaşlarım ardı ardına akarken abim elini usulca yanağıma getirip akan gözyaşlarını temizledi. Ardından hiç beklemeden kollarını belime atarak sıkıca sarıldı. Elimi sırtına yaslayarak bende ona sıkıca sarıldım. “Canım abim.”

Abim benden ayrılıp burnunu çektikten sonra dudaklarını alnıma yaslayıp uzunca öptü. Ardından biraz geri çekilerek sırayı babama devretti. Babamla birbirimize bakarken içimdeki kız çocuğuna hâkim olamadım. Babam yüzündeki küçük bir gülümseme ile bakarken aslında gözleri yaşlıydı. “Evlensen de, soyadın değişse de, artık başka bir yuvan ve ailen olsa da ben her zaman arkandayım. Sen her zaman benim küçük kızım olarak kalacaksın. Ne zaman istersen evinin kapısı senin için açık kızım.”

“Baba…” Dayanamayarak kollarının arasına girdim. Birbirimize sıkı sıkı sarılırken bu vedalaşma odadaki herkesi üzmüştü. Babam benden ayrıldıktan sonra birkaç adım yanımızda ağlayarak peçete uzatan Sinem’den peçeteyi alarak gözyaşlarımı temizledi. Ardından elimi tutarak Pamir’e doğru yöneldiğinde Pamir’de elini uzattı bana doğru.

Ellerimiz birbirleriyle kenetlenirken babam gülümsedi. “Bundan sonra birbirinize emanetsiniz, elleriniz hiç ayrılamasın.” İçten bir şekilde ettiği dua ile etrafta bulunan herkesten âmin kelimesi duyuldu. Pamirlerin getirdiği hoca, evliliğimiz için gerekli duaları ettikten sonra en önden biz, benim arkamda gelinime takılmamam için arkasını tutan Sinem ve evde bulunan herkes sırayla aşağı inmeye başladık.

Kapının önündeki gelin arabasının ön yolcu koltuğuna ben, şoför koltuğuna Pamir geçerken gelin arabasının arkasına sıralanmış olan diğer arabalara herkes bindi. “Nikahımıza gitmeye hazır mısın müstakbel eşim?” Pamir’in sorusu ile başımı salladım. “Hazırım…”

Pamir arabayı çalıştırıp en önden lojmanın çıkışına ilerlerken arkamızdaki diğer araçlarda kornalar eşliğinde peşimizden geliyordu. Şehrin içinden konvoy şeklinde geçerek nikah salonuna ulaştığımızda gelen misafirler nikah salonuna geçerken gelecek olan misafirleri ve nikah saatini beklemek için bizde gelin ve damat odasına geçmiştik.

“Bir an gözlerimi açıp rüyadan uyanacakmışım gibi geliyor.” Pamir’in cümlesiyle birlikte bakışlarımı ona doğru çevirdim. Gözlerinde her zamanki gibi bana bakarken ki güzel ifadesi vardı. “Bu anı çok bekledik, rüya değil sevgilim…” dedikten sonra eline doğru uzanıp sıkıca tuttum. “Dakikalar sonra evleniyoruz.”

Pamir elimi dudaklarına götürüp öptükten sonra yüzündeki keyifli gülümsemeyle bana baktı. “Çok şükür, yıllardır hayal kurdum. Şimdi gerçekleşme zamanı.”

Dakikalar sonra görevlinin nikah memurunun geldiğini haber vermesi üzerine gelin ve damadın çıkış şarkısı yankılanmaya başladı. Odadan çıkıp şarkı eşliğinde salona giriş yaptığımızda salonda bulunan koltukların çoğunun dolduğunu gördüm. Herkes alkışlar eşliğinde bizi izlerken Batuhan fotoğraflarımızı çekiyordu. Nikah masasına geçtiğimizde Pamir ilk önce benim oturmamı sağladı. Ardından kendisi de yanımdaki yerini aldı.

Nikah memuru şahit olan Sinem ve Hakan’ın ismini anons ettiğinde en ön sırada oturan ikili ayağa kalktı. Hakan, Sinem’e elini uzatarak centilmence ona yardım ederken Sinem yüzündeki gülümseme ile ona bakıyordu. Hakan’ın bakışları ise daha çok hayranlık doluydu. Bugün daha bir farklı olmuştu Sinem. Üzerinde toz pembe, ip askılı, dekolteli uzun ve yırtmaçlı, simli bir elbise vardı. Saçları da her zamankinin aksine düzleştirilmişti.

Onların da yerini almasıyla birlikte nikah memuru bana doğru dönerek konuştu. “Gelin hanım adınız, soyadınız?” sorduğu soruyla birlikte cevap verdim. “Devrim Akyol.”

Nikah memuru benim ardımdan Pamir’e döndü. “Damat bey adınız, soyadınız?” Pamir’de hiç beklemeden cevap verdi. “Pamir Arslan.”

İkimizde heyecandan bayılacak kıvamdaydık. Hayaldi, gerçek oluyordu. Ben her şeyden vazgeçmişken, hayal bile kurmazken Pamir birlikte hayal kuracağımızı ve o hayali gerçekleştireceğimizin sözünü vermişti bana. İlk önce evlilik teklifi, sonra nişan, şimdi evliliğimiz. Hayalini kurduğumuz ne varsa tek tek gerçekleştiriyorduk onun sayesinde.

“Evlenmek istediğinizi bize beyan ettiniz ve bizde gerekli araştırmaları yaparak evlenmenizin önünde hiçbir mâni olmadığını teyit ettik. Şimdi şahitlerin ve misafirlerinizin önünde tekrardan beyan etmenizi istiyoruz.” Dedikten sonra bakışlarını bana çevirdi. “Sayın Devrim Akyol, hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan, kendi hür iradenizle, iyi günde ve kötü günde Pamir Arslan’ı eş olarak kabul ediyor musunuz?”

Nikah memurunun sorusu ile bakışlarımı Pamir’e doğru çevirdim. Onun bakışları da bana dönmüşken gerildiğini gördüm. Yüzümdeki gülümsemeyle birlikte mikrofona eğilerek cevap verdim. “Evet!” Verdiğim cevapla birlikte Pamir rahatladı.

Benden sonra nikah memuru Pamir’e doğru baktı. “Sayın Pamir Arslan, hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan, kendi hür iradenizle, iyi günde ve kötü günde Devrim Akyol’u eş olarak kabul ediyor musunuz?”

Benim Pamir’e baktığım gibi şimdi o bana bakarken gergince yutkundum. Heyecandan midem bulanıyordu. Yine de yüzümdeki gülümsememi hiç soldurmadan ona bakmaya devam ettim. Pamir bakışlarını benden çekip mikrofona eğildi. “Evet!”

“Sizler de şahit misiniz?” diyerek Sinem ve Hakan’a baktığında ikisi de aynı anda onayladı. “Evet.”

İmzalamamız için defter önümüze geldiğinde ilk önce Pamir, sonra ben defteri imzaladık. Bizim ardımızdan Sinem ve Hakan imzaladı. Hakan imzalarken Sinem bana doğru eğilerek konuştu. “Ayağına bas, unutma.” Gülerek ona bakarken Sinem bakışlarıyla tekrar işaret etti.

Hakan, defteri memura teslim ettiğinde nikah memuru tekrardan konuştu. “Bende belediye başkanımızın bana vermiş olduğu yetkiye dayanarak sizi karı koca ilan ediyorum ve mutluluklar diliyorum.” Nikah memurunun cümlesini bitirmesi ile Pamir’in ayağına bastım.

Tepki vermesi için yüzüne bakarken Pamir bu durumdan keyif alırcasına konuştu. “Ben ipleri ta ilk gün sana bıraktım, evliliğimizde de bu böyle olacak.” Diye fısıldarken yüzümdeki gülüş büyüdü.

Oturduğumuz yerden kalktığımızda nikah memuru elindeki aile cüzdanını bana doğru uzattı. Hiç beklemeden elime alıp havaya kaldırırken alkışlar havada uçuşmaya başladı. Nikah memurunun sesini tekrardan duydum o sırada. “Gelin Hanım adınızı ve soyadınızı tekrar alabilir miyiz?” dediğinde büyük bir gülümsemeyle ve keyifle cevap verdim. “Devrim Arslan.”

Tekrar bir alkış tufanı oluşurken bakışlarım Pamir’e döndü. Gözlerindeki hayranlıkla bana baktıktan sonra eliyle yüzümü avuçlayarak dudaklarını alnıma bastırdı. Bu öpücük kocamdan aldığım ilk öpücüktü ve Batuhan’ın çektiği fotoğrafla ölümsüzleşmişti. Elimde tuttuğum evlilik cüzdanını ortamıza getirip birkaç poz verdik.

Tüm bunların ardından misafirlerin tebriklerini kabul etmek üzere nikah masasının önüne doğru geçtik. Tabii ki ilk açılışı babam ve abim yapmıştı. “Hep böyle gülün çocuklarım.” Babam gülümseyerek bize bakarken Pamir’in omzuna elini atıp sıktı. “Kızıma iyi bak damat.”

“Hiç şüphen olmasın baba.” Dedi Pamir içtenlikle ve garanti vererek. Babam bundan emin olduğunu belirtircesine ona bakarken elindeki kağıt poşetin içinden orta boyda bir kutu çıkardı. Kapağını açarak Pamir’e doğru uzattı. “Borayla ortak hediyemiz, umarım severek kullanırsın oğlum.” İçinde gümüş bir saat vardı. Pamir hevesle saate bakıp cevap verdi. “Sağ olun, çok severek kullanacağım emin olun.” Diyerek hem babama hem abime baktı.

Onun ardından bana doğru yönelerek poşetten başka bir kutu çıkarttı. İçinden üç tane altın bilezik çıkartarak koluma taktı. Babamla sarılırken abimin sesini duydum. “Tebrikler, konuştuklarımızı unutma. Kardeşimi üzersen bende seni üzerim.” Dediğinde Pamir başını salladı. “Unutmam, sağ ol.” İkisi birbirine sarıldıktan sonra abimle bende sıkıca sarıldık. “Hep mutlu olun güzelim.”

Abimin tebriklerini aldıktan sonra onun ardından Sinem ve Hakan geldi. İlk önce kız tarafı tebriklerini iletiyordu. Hakan, Pamir’in üzerine yarım altın takarken Sinem’de benim için aldığı pırlanta bilekliği bileğime takıyordu. “Hakan sen erkek tarafısın, hayırdır oğlum?” Pamir imalı bir şekilde arkadaşına bakarken Hakan göz ucuyla Sinem’e baktı. “Bizim tarafımız belli.”

Sinem, Hakan’ın cevabı ile utangaç bir gülümseme sunarken bakışları temkinliydi. Hakan tekrar ekledi. “Sana kızıyordum ama insanın yolu her zaman sevdiğine çıkıyormuş.” Dediğinde Sinem Hakan’a bakarak konuştu. “Babamlar arkamızda hayatım, istersen devam etme.”

Hakan omzunun gerisinde duran Gökhan amcama doğru baktı ve fermuar çeker gibi elini dudaklarına götürdü. Sinem aldığı cevapla bana döndü. “Canım arkadaşım benim hep mutlu ol, bunu hak ediyorsun.” Birbirimize sıkıca sarılıp ayrıldık. “Sizde hep mutlu olun.”

“İşte şimdi vedalaşabilirsiniz, bu sefer ayrılıyorsunuz.” Pamir’in keyifli bir şekilde dile getirdiği cümle ile Sinem ona baktı. “Bu mutlu günde canımı sıkmak istemiyorum enişte, ayrıca söylemiştim ister vedalaşırım ister vedalaşmam.” Birbirlerine ters ters bakarlarken ben ve Hakan gülüyorduk.

Hakan ile tebrikleşmemizin ardından Olcay teyzem ve Gökhan amcamla da tebrikleştim. Onların ardından Işık geldi yanımıza. Getirdiği altını takarken gülümsedi. “Nihayet mutluluğu buldunuz, umarım hep mutlu olursunuz.” Bize tebriklerini iletirken sıkıca birbirimize sarıldık. “Umarım sende doğru kişiyle mutluluğu bulursun.” Dedim abimi ima ederek. Işık bunu anlasa da bir şey söylemeden yanımızdan uzaklaştı ve biraz uzakta bekleyen abime doğru yaklaştı.

Işık’ın ardından yengem ve amcamı gördüm. Yengem koluma bileziği takarken konuştu. “Annen gibi asker yolu gözleyerek geçireceksin ömrünü, ona da söylerdim ama beni dinlemezdi.” Yengem moral bozmak için ant içmişçesine konuşurken gerildim. Kollarımız birbirine değdiği için Pamir’in de gerildiğini anlarken dişlerimin arasından konuştum. “Sence bunun sırası mı yenge? Kendi fikrini kendine sakla lütfen.”

Sert uyarımla birlikte yengem bozulurken amcam konuştu. “Yengene bakma, siz mutlu olun gerisi fasa fiso.” Dedikten sonra ekledi. “Tebrikler yeğenim.”

Amcamlar yanımızdan uzaklaşırken Pamir’in koluna elimi sardım. “Sen bakma onun söylediğine, kıskandığından yapıyor.” Dediğimde Pamir takmadığını belirtircesine yüzüme baktı. Ama taktığını biliyordum.

Amcamların ardından birkaç akrabamızla daha tebrikleştikten sonra başsavcım ve diğer savcı arkadaşlarıma sıra gelmişti. “Odanın kapısındaki isimliği değiştiriyorum yarından itibaren savcım.” Başsavcı takılırcasına konuşurken bende gülerek cevap verdim. “Soyadımın yanına yeni soyadımı eklerseniz sevinirim savcım. Cumhuriyet savcısı Devrim Akyol Arslan.”

Başsavcım beni onayladıktan sonra Barlas savcı, Kevser savcı, Ekrem savcı ve eşi, birkaç hâkim ve hakime, Tuna bey olmak üzere adliyeden tanıdığım çoğu kişiyle de tebrikleştim. Onların ardından Cenk komiser girdi görüş açımıza. Pamir’e altınını takarken konuştu. “Çok tebrikler.” Onu da çağırmak istemiştik nikaha, uzun süre görev yaptığımız için bir samimiyet elde etmiştik. Aynı şekilde Mesut ve Engin’de ayak üstü tebriklerini iletmişler ve hediyelerini taktim etmişlerdi.

Onlardan sonra sıra erkek tarafına gelmişti. Halide hanım, Burçe ve Serhat babamın hediyeleri dahil olmak üzere bilezikleri koluma taktıktan sonra gülümseyerek yüzüme baktı. “Ailemize hoş geldin kızım.” Elini öpüp sarıldıktan sonra Burçe’nin sesini duydum. “Resmi olarak yengem oldun artık, tebrik ederim.”

Ben Serhat babamla sarılırken Burçe abisine dönerek konuştu. “Seni de tebrik ederim abicim, bana bu kadar iyi bir yenge getirdiğin için.” Dedikten sonra güldü. Pamirse kardeşinin yanağını sıkarak konuştu. “Şuna bak evlendim diye üzüleceğine, kıskanacağına ne diyor.” Dediğinde Burçe omuz silkti. “Devrim yengem olmasaydı başkası olsaydı kıskanırdım.”

Onların ardından Ahmet abi ve Seray abla hediyelerini bize takdim ederek tebriklerini iletti. Azra ve Hira gelinlikleriyle çok tatlı olmuşlardı. “Devrim abla prenses gibi olmuşsun.” Benzetmelerine karşı gülümserken Hira ekledi. “O prensesse Pamir amcam prens.” Pamir’de onlara gülümseyerek bakarken ben onlara doğru eğilerek sırayla ikisinin yanağını da öptüm. “Sizde prenses gibi çok güzel olmuşsunuz kızlar.”

Söylediğim hoşlarına giderken anne ve babalarıyla yanımızdan uzaklaştılar. “Pamir komutanım erdi muradına biz çıkalım kerevetine. Mümkünse birkaç hafta balayından gelmeyin komutanım.” Yiğit alayla konuşurken Pamir sırıttı. “Ben olmasam bile Hakanla Soner orada, sen hiç merak etme Yiğit’im.”

“Taburun bahçesindeki o halinizden sonra bu anları göreceğimi düşünmezdim, tebrikler.” Taner’in söylediği şeye hak verdim. O zamanlar bende buna ihtimal vermiyordum.

“Tebrik ederiz, hep mutlu olun.” Soner altınını takıp yanımızdan ilerlerken Ahsen ve Kürşat’ı gördüm. “Çok mutlu olun.” Onlarda tebriklerini iletip yanımızdan uzaklaşırken en son Batuhan geldi yanımıza. Onunla aramızda farklı bir bağ vardı. “Kusura bakma yengem ben kız tarafına geçecektim ama izin vermediler.”

Aslında bakınca Burçe’nin sevgilisi olarak erkek tarafı sayılırdı. “Hiç sorun değil canım benim.”

Batuhan altınını takıp tebriklerini ilettikten sonra yanımıza doğru yaklaşan kişileri gördüm. Hazan ve Alparslan’ı. Pamir geleceklerini söylemişti. Ayrıca Alparslan’ın eşinin isminin Hazan ve doktor olduğunu da söylemişti. Başka da bir bilgim yoktu onlar hakkında. Nikah salonuna girerken de gözüme çarpmıştı ama şimdi daha yakından görüyordum. En önde kızları vardı, annesine benzeyen çok tatlı bir kız çocuğu ve Alparslan’ın kucağında bir erkek bebek. O da babasına benziyordu.

“Hoş geldin.” Alparslan ile Pamir tokalaşırken Hazan ile birbirimize bakıyorduk. Gerçekten güzel bir kadındı ve eşiyle de çok yakışıyorlardı. “Hoş buldum, görüşelim diyorduk kısmet bugüneymiş.” Tok sesle Pamir’e cevap verdikten sonra bakışlarını bana doğru çevirdi. “Hayırlı uğurlu olsun, tanışmak bugüne kısmetmiş.”

“Hoş geldiniz. Devrim ben.” Diyerek elimi uzattığımda Alparslan elimi tutarak sıktı. “Alparslan, muhtemelen Pamir bahsetmiştir benden.” Dedikten sonra elini karısının beline sararak ekleme yaptı. “Eşim Hazan.”

Hazan elini bana doğru uzattığında yüzünde güzel bir gülümseme vardı. “Memnun oldum Devrim ve çok tebrik ederim. Umarım hep mutlu olursunuz.” Nahif bir şekilde sıraladığı cümlelerle birlikte bende gülümsedim. “Teşekkür ederim bende çok memnun oldum. Pamir sizden bahsediyordu ama tanışmak kısmet olmamıştı. Bundan sonra sık sık görüşelim inşallah.”

“Evet, görüşelim. Bende fotoğrafını görmüştüm Pamir’in. Alparslan’da arada bahseder. Davetiyeniz gelince çok sevindim. Diyarbakır’a da bekleriz sizi.” Dedi cana yakın bir şekilde.

O sırada Pamir’in, Alparslan’ın kucağındaki bebeği kucağına aldığını gördüm. “Fırat.” Dedi Alparslan buruk bir tebessümle. Fırat’ın fotoğrafını da görmüştüm. Pamir, Hakan, Fırat ve Alparslan. Dörtlü olarak çekinmişlerdi. Geçtiğimiz yıllarda şehit olmuştu Fırat. “Amcasının adını yaşatıyor ha.” Dedi Pamir burukça.

Bende ister istemez üzülürken Hazan’ın da duygulandığını fark ederek konuyu değiştirdim ve annesinin yanında dikilen güzelliğe baktım. “Merhaba, tanışalım mı?” dedikten sonra elimi uzattım. “Devrim ben.” Karşımdaki küçük kız çocuğu annesine baktıktan sonra aldığı onayla elimi tuttu. “Hazal bende.” Biraz çekimser davranıyordu ama normaldi.

“Balayı dönüşünde mutlaka tekrar görüşelim, madem eşlerimiz arkadaş bizde birbirimizle görüşürüz.” Dedim Hazan’a hitaben. Gülümseyerek onayladı beni, güler yüzlü bir kadındı. “Arada hava değişimi iyi olur. Ben küçükken annemler bir süre Diyarbakır’da yaşamışlar, güzel bir yer diye bahsederdi hep. Bende tekrar gidip görmek isterim.” Dediğimde Hazan onayladı. “Güzel yerdir, balayı dönüşünüzde bir gün bekleriz mutlaka.”

“Şu uzaktan size kıskanç kıskanç bakan tahminimce Devrim’in abisi.” Alparslan’ın güler gibi bir sesle konuşması ile bakışlarımı işaret ettiği yere doğru çevirdim. Bakışlarım abimle buluşurken ikimizde küçük bir tebessüm ettik. Pamir ise o sırada cevapladı. “Tam olarak öyle. Nereden anladın?”

Alparslan yanındaki eşine baktıktan sonra cevap verdi. “Benim başımda da var da oradan.” Dediğinde Hazan kaşlarını çattı ve uyarı dolu bir sesle konuştu. “Aşk olsun Alparslan.” Sitemli bir şekilde kocasına baktıktan sonra bana doğru döndü Hazan. “İkisi birbirleriyle uğraşmadan duramazlar, seninkiler de öyle tahmin ederim. Allah bize sabır versin.”

“Amiin.” Diye içten bir şekilde cevap verdim. Gerçekten birbirleri ile uğraşmayı hiç bırakmıyorlardı.

Ayaküstü birkaç dakika daha sohbet ettikten sonra Baran Albay ve eşi Arzu hanımında tebriğini aldık. Onların ardından Kadir amca ve Muazzez teyzenin de tebriklerini kabul ettik. Düğüne birçok rütbeli asker ve eşleri katılmıştı. Bir kısmını tanısam da çoğunu tanımıyordum yine de babamların misafiri olduğunu bilerekten tebriklerini kabul etmiştik. Pamir ismen çoğunu biliyordu, çoğuyla da konuşmuştu. Bende eşlerinin tebriklerini almıştım.

Binadan çıkmadan evvel aklıma gelen şeyle birlikte duraksadım ve yüksek sesle konuştum. “Çiçeğimi atmayı unuttum.” Benim elimde tuttuğum çiçek canlıydı ancak bu eğlenceli şeyi yerine getirmek için küçük, yapay bir gelin çiçeği almıştım.

“Baylar, bayanlar, evlenmek isteyen tüm misafirler gelinimiz çiçeğini atacak!” Yiğit’in anons şeklinde söylediği şeyle birlikte güldüm. Bu çocuk çok iyi yapıyordu bu işleri. Yiğit’in seslenişi ile nikah salonunda bulunan misafirlerin bir araya toplandığını gördüm.

Onlardan uzaklaştığım sırada Pamir’in sesini duydum. “Lan oğlum, sizin ne işiniz var?” Merakla arkamı döndüğümde bizimkilerden Sinem, Işık ve Burçe’nin en önlere geçtiğini en arkada da Batuhan, Hakan, Soner, Taner ve Yiğit’in olduğunu gördüm. Onlara gülerek tekrardan önüme döndüm. Elimi havaya kaldırarak atacağım sırada Yiğit’in sesini duydum. “Yenge saat 2 yönündeyim, gönder gelsin.”

“Mübarek keskin nişancıya yer tarif ediyor sanki.” Taner dalga geçercesine konuşurken bağırdım. “Atıyorum, atıyorum, atıyorum!” derken Soner’in heyecanla bağırdığını duydum. “Dur, dur, dur!” merakla ona doğru döndüğümde Soner abime yönelerek konuştu. “Bora sende gelsene abi hadi.”

“Ulan kardeşimin çiçeğini kapmak için neden geleyim tövbe tövbe.” Diye konuşurken yanımdaki Pamir’in mırıltısını duydum. “Neyse ki evlilik için adayı bekliyor orada.” Diye Işık’ı kastederek konuştuğunda istemsizce bende güldüm.

Ardından tekrardan konuştum. “Atıyorum!” Elimdeki çiçeği bir o tarafa bir bu tarafa sallarken Sinem’in yüksek sesini duydum. “Atsana artık ya!” Sitemli sesini duyduktan sonra hiç beklemeden çiçeği geriye doğru attım. Çiçeği atmamla birlikte büyük bir gürültü koparken Hakan’ın sesini duydum. “İşte bu be!”

Arkamı dönüp kimin tuttuğuna bakarken Sinem’in elindeki çiçeği kaldırdığını gördüm. Gülerek elinde sallarken annesi Olcay teyzenin sesini duydum. “Bir de ben söyleyince kızıyor şuna bak.” Onun sözlerine gülerken Gökhan amcanın sesini duydum. “Bizim kızın evlilik için bu kadar hevesli olduğu aklıma gelmemişti.”

Sinem ailesini umursamadan Hakan’ın yanına giderken birbirlerine çak yaptılar. Işık ile abim kaçamak bir şekilde birbirlerine bakmaya devam ederken Batuhan’da uzaktan uzağa Burçe’yle bakışıp gülüşmemek için zor duruyordu….

*****

Beş tane uzun yemek masanın birleştirilmesiyle ve etrafına sandalyelerin dizilmesiyle oluşturulmuş davet sofrasının en başında, herkesi göreceğimiz şekilde Pamir’le yan yana oturuyorduk. Babamla, Serhat babam küçük ve şehrin göbeğinde bulunan bir mekânı bizim için kapattırmıştı. Düğün istememiştik ama yakın misafirler ile bir yemek yiyip ufak bir kutlama yapalım istemişlerdi. Bunu kıramamıştık. Zaten bizimde aklımızda olan bir şeydi.

“O zaman gelin ve damadımız ilk danslarını yapmasınlar mı?” Soner’in konuşmasıyla birlikte bakışlarım ses sisteminin yanında dikilen ikiliye kaydı. Yiğit ve Soner bize doğru bakarlarken Pamirle birbirimize baktık onaylarcasına.

Oturduğumuz yerden kalkarken arka fonda ‘Bu Kalp Seni Unutur mu?’ şarkısı çalmaya başladı. Hemen masaların önüne doğru geçerken ellerimi Pamir’in omzuna yasladım. Pamir’de aynı şekilde ellerini belime sararak aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdi. Şarkıya uygun dans ederken gözlerimiz birbirlerine kenetlenmiş, dudaklarımızda ufak tebessüm vardı.

Bu zamana kadar birçok dans etmiştik. Bu evli olarak ettiğimiz ilk danstı. Onun kollarında Devrim Akyol’ken şimdi Devrim Arslan’dım. O da benim sevgilimken şimdi eşimdi, kocamdı. Bize uzak gibi gelen o anları şimdi yaşıyorduk.

“Evli olarak yaptığımız ilk dansımız.” Güzel gözlerine bakarken içimden geçen cümlelerin dudaklarımdan dökülmesine izin verdim. Pamir bundan ne kadar keyfi aldığını gözleriyle bile belli ederken cevap verdi. “İlk ama son olmayacak. Bundan sonra nereye gidersek gidelim, ne yaparsak yapalım evli olarak yapmış olacağız.”

“Şaka gibi değil mi?” dedim gözlerimi gözlerinden çekmeden. Pamir elini yanağıma getirip başparmağı ile yanağımı okşadı. Başını omzuna doğru eğip büyülü gözlerle bana bakarken mırıldandı. “Şaka olmayacak kadar güzelsin…” Söylediği cümle ile yüzümdeki gülüş büyüdü. Pamir kolundaki saate kısaca bakıp gözlerini bana çevirdi. “Ve 2 saat 15 dakikadır karımsın.”

Söylediği cümle ile sesli bir şekilde güldüm. “Pamir ya.” Benim gülüşümle birlikte Pamir’de büyükçe gülümsedi. Birbirimize daha da yaklaşarak dansımıza devam ederken gözlerimi kapattım mutlulukla. O kadar sevinçli hissediyordum ki, yaşadığım gerginlik uçup gitmişti sanki. Sadece bir burukluk vardı, o da geçmeyecekti.

“Bir hasretlik yüzün vardı
İçinde bir hüzün vardı
Söyleyecek sözüm vardı

Bu kalp seni unutur mu?
Bu kalp seni unutur mu?
Bu kalbim seni unutur mu?”

Birbirimize bakıp şarkı sözlerini mırıldanırken içimizdeki sevgi dışarı taşıyordu. Bu şarkı birbirimize olan duygularımız için yazılmış gibiydi. Bu kalp Pamir’i asla unutmazdı, unutamazdı, unutmamıştı. Pamir’in kalbi de beni unutmazdı, unutmamıştı.

Bizim dans şarkımızın bitmesiyle birlikte diğer dans etmek isteyen çiftler içinde şarkı açmıştı bizimkiler. Pamir’le dansa devam ederken yanımıza ilk olarak Sinemle Hakan gelmişti. Yeni bir çift olsalar da birbirlerine karşı büyük şeyler hissettikleri gözlerinden belliydi. Sonra Seray abla ve Ahmet abi, Kürşat ile Ahsen. Abimin yanında oturan Işık’a doğru eğilip konuşmasıyla Işık belli belirsiz kafasını salladı ve onlarda bizlerin yanına gelerek dans pozisyonu aldılar. Bizlerin aksine bakışlarını birbirlerinden kaçırıyorlardı.

Bakışlarım masada oturup birbirlerine kaçamak bakışlar atan Burçe ve Batuhan ikilisine takıldı. Batuhan bu ortamda babasının ve abisinin yanında onu dansa kaldıracak kadar yürek yememişti. Yapmazdı da zaten.

Kendimizi dans müziğine kaptırmış aheste aheste dans ederken duyduğum tanıdık sesle gözlerimi araladım. “Biraz da ben kardeşimle dans edebilir miyim damat bey?” Abim Pamir’e bakarken Pamir onayladı. “Tabii kayınço, buyur.” Diyerek omuzlarında duran elimi kaldırıp abime doğru uzattı. Abim belimi kavrarken Pamir yanımızdan uzaklaşıp masada oturan kardeşine ulaşarak onu dansa kaldırdı.

Bakışlarım Işık’ı ararken burada olmadığını fark ettim ve merakla konuştum. “Işık nerede?” Abim iç çekerek cevap verdi. “Lavaboya gitti.” Fazla üstüne gitmeden onayladım. Belli ki rahatsız hissetmişlerdi kendilerini.

“Mutlu musun güzelim?” Abimin meraklı sözlerini başımı sallayarak onayladım. “Mutluyum abicim, hem de çok mutluyum.” Verdiğim cevapla birlikte gülümsedi. “Hep mutlu ol, yüzün hep böyle gülsün.” Samimi bir şekilde duygularını dile getirirken hafiften kaşlarım çatıldı. Abim böyle cümleleri arada sırada söylerdi ama neden şimdi farklı hissediyordum?

“Neden veda eder gibi konuşuyorsun?” durgun bir şekilde sorduğum soruyla birlikte abim burukça baktı bana. “Bu gece göreve gidiyorum.” Söylediği cümle ile duraksadım ve hareket etmeyi bıraktım. Mutlulukla dolu olan kalbime bir sıkıntı çöktü. Abimse ekleme yaptı sözlerine. “Pamir’in timine verilecekti görev, onun aklı kalırdı bilirim. Ben aldım.” Yaptığı fedakârlık karşısında gözlerim doldu. Bugün olmak zorunda mıydı? En mutlu günlerimden birinde abimle vedalaşmayı hiç istemiyordum.

“Şşt, gözlerini doldurma hemen. Her zaman çıktığım görev.” Dese de içim rahat değildi. “En mutlu olduğum günde neden seninle vedalaşmak zorundayım?” dedim şikâyet ederek. Hiç adil değildi bu. Zamanlaması çok kötüydü. Aklım onda kalacaktı.

Abim elini yüzüme getirip direkt olarak gözlerine bakmamı sağladı. “Zamanlaması kötü oldu kabul ama merak etme. Öyle zor bir şey değil.” Dediğinde inanmayarak baktım gözlerine. Beni avutmak için söylüyordu. “Kendine dikkat edeceksin, söz ver.” Dedim veremeyeceğini bile bile. Abim bu söylediğime güldü. “Elimden geldiğince dikkat edeceğim, söz.”

Dans müziğinin bitimiyle birlikte hepimiz yerlerimize geçmiştik tekrar. Soner ve Yiğit dj’lik işine devam etmiş. Bazen oynak, bazen bir tık hüzünlü şarkılarla eğlenmemizi sağlamışlardı.

Oynamaktan yorulduğumuz anlarda Sinem’le biraz ara vermiş, masanın üzerinden aldığımız suyu karşılıklı olarak yudumlamaya koyulmuştuk. O sırada yanımıza doğru gelen Berk ile ikimizde dikkatimi ona doğru yöneltmiştik. Sinem her ne kadar hoşlanmasa da arkadaşlarımızdan birisiydi.

“Birazdan yola çıkacağım, tebrik etmek istiyorum seni tekrar.” Nazik bir şekilde yanımıza geliş amacını anlatırken küçük bir tebessüm ettim. Aslında iyi çocuktu Berk ama Sinem ile pek anlaşamazlardı fakültede. “Erken gidiyorsun…” dedim meraklı bir ifade ile. Berk onayladı. “Öyle olması gerekiyor, biliyorsun avukatlar hala çalışıyor.” Mevzu iş olduğunda akan sular dururdu elbet.

Biz konuşurken yanımıza doğru gelen iki beyefendi ile Sinem’le dikkatlerimiz onlara doğru kaydı. Hakan elini Sinem’in beline doğru sarıp Berk’e gözdağı verircesine dik dik bakarken Pamir’de benim yanımdaki yerini almıştı. Tabii Hakan ve Sinem’de en başta aynı Berk’te olduğu gibi anlaşamayıp birbirlerine sürekli dalaştıklarını öğrendiği için Hakan, Berk’i kıskaç altına almış sürekli gözleri üzerindeydi.

“Berk bizi tekrardan tebrik etmek istemiş.” Diye Pamir’e baktığımda Berk onayladı. “Gerçekten takdire şayan bir çiftsiniz. Fakültede sizi yan yana gördüğümüzde kızlar kıskanırdı Devrim’i. Tabii araya başka olaylar falan girdi ama yine birbirinize kavuştunuz. Tebrik ederim.” Dediğinde cümlelerinde kızlar kıskanırdı lafına takılmadan edememiştim.

“Kızlar kıskanıyordu derken?” diye tek kaşımı kaldırdığımda Berk cevap verdi. “Pamir gibi bir sevgilin olmasını.” Açık açık söylerken ters bir ifade ile yüzüne baktım. Pamir ise bundan keyif alırcasına gülümsedi. “Bakışlarından anlayabiliyordum.” Bakışlarım ona doğru dönerken Pamir, Berk’e elini uzattı. “Sağ ol geldiğin için, teşekkür ederiz.”

İkisi el sıkışırlarken Berk tekrardan konuştu. “Ahmet’te gelecekti ama gelemedi ne yazık ki. Yurt dışında olması gerekiyordu bu tarihlerde, değiştiremedi. Ama tebriklerini iletiyor.” Sözlerine sorun değil dercesine elimi salladım. “Önemli değil, gelmek isteyeceğini biliyorum. Kırılmadım. Sende teşekkürlerimi iletirsin.” Dedim tebessümle. Ahmet gelseydi, Pamir’in yüz ifadesini hayal edebiliyordum. Hiç sevememişti onu.

Berk’in bakışları benden Sinem’e doğru, sonra da yanındaki Hakan’a doğru kaydı. Bana bakarken takındığı yüz ifadesine samimiyetsiz bir ifade ekledi. “Biz tanışmadık, Berk ben.” Elini Hakan’a doğru uzattığında Hakan kısa bir süre eline doğru baktı Berk’in. Ardından gözlerini Berk’in gözlerine kenetleyerek elini sıktı. “Hakan. Sinem’in erkek arkadaşıyım.”

“Allah sabır versin o zaman.” Dedi Berk, Sinem’in gözlerine bakıp gıcık bir tebessümle. Sinem ise göz devirdi. “Gitsene sen, işin vardı. Yolcu yolunda gerek, hadi.” Sinirli bir şekilde dile getirdiği cümle ile Berk sırıtmaya devam etti. “Sana kolaylıklar dilerim Hakan.” Dediğinde Hakan, Sinem’in gerginliğini anlayaraktan elini beline daha sıkı sardı ve cevap verdi ciddi bir şekilde. “Sabırlık bir durum yok, hayatımızdan gayet memnunuz biz. Sen dert etme.”

Berk buna bozulmuş olacak ki yüzünden farklı bir ifade geçti. Sinem ise bu sözle ve Berk’in bozulması ile gerginliğini atarak ufak bir tebessüm etti. Berk ise başka bir şey demenin gereksiz olacağını fark ederek iyi dileklerini iletip yanımızdan ayrıldı.

Saatler sonra havanın kararmasıyla birlikte vedalaşma vakti gelmişti bizim için. Babamla, abimle uzun uzun sarılmıştım, aynı şekilde Halide Hanım, Burçe, Serhat babam ve Sinemle de. Babamlar bizden birkaç gün sonra Ankara’ya döneceklerdi.

Vedalaşmanın ardından gelin arabamıza bindiğimizde sessizlik hâkim olmuştu. İçimde büyük bir heyecan vardı. Aylar önce epey cesaretli de olsam şu an gerçekten heyecanlıydım. Avuç içlerim terliyordu. Bir elim gelinliğin üzerindeki aile cüzdanının üzerindeyken diğer elim Pamir’in avuçları arasındaydı ve eminim tedirginliğimi anlıyordu.

“Güzel oldu değil mi?” dedim gerginliğimi gidermek için. Pamir bakışlarını bana çevirerek onayladı. “Evet, herkesin isteğini gerçekleştirdik sayılır. Ama önemli olan bizim içimize sinmesi, memnun musun güzelim?” sorduğu soruya karşılık cevap verdim. “Memnunum, aynı hayal ettiğim gibiydi.” Dedim içten bir şekilde. Sonu hariç elbette, abimle vedalaşmak koymuştu. Yine de çok güzeldi benim için.

Lojmandan içeri girdiğimizde heyecanım daha da artmıştı. Evimizin önüne geldiğimizde Pamir arabayı park etti. Emniyet kemerlerimizi aynı anda çözdükten sonra araçtan indik. Pamir kapıları kilitleyerek yanıma geldiğinde elini bana doğru uzattı. Hiç tereddüt etmeden elini tuttum ve birlikte binaya doğru ilerledik. Günler önce bu binaya evimizi yerleştirecek olan iki nişanlı olarak girerken şimdi evli olarak giriyorduk.

Evimizin bulunduğu üçüncü kata çıktığımızda dudaklarımın arasından titrek bir nefes verdim. Pamir cebinden çıkardığı anahtarı bana doğru uzatırken konuştu. “Kapıyı sen aç.” Beklemeden anahtarı alıp kapının kilidine soktum ve birkaç kere çevirdikten sonra açılmasını sağladım.

İçeri adım atacağım sırada Pamir’in keyifli tınıda sarf ettiği sözleri duydum. “Dur bakalım gelin hanım.” Dediği anda ona doğru dönecekken Pamir benden hızlı davranarak kollarını dizlerimin altından geçirip beni kucakladı. Kollarım anında boynuna dolanırken istemsizce güldüm. “Ne yapıyorsun?” Pamir eşikten birlikte geçmemizi sağlarken cevap verdi. “Eve kucağımda gir istedim, adettendir.”

Başka bir şey söylemeden beni odamıza doğru götürmeden önce ayağıyla kapıyı kapattı. Ardından odamıza doğru rahatlıkla ilerlemeye başladı. Yüzündeki küçük tebessüm hiç solmuyordu. Benim de öyleydi, nasıl solsundu ki? İkimizde çok mutluyduk tüm yorgunluğumuza rağmen.

Yatağın önüne geldiğimizde yavaşça kucağından indirip ayaklarımın yere değmesini sağladı. Yere indiğimde bakışlarım odadaki halının üzerinde arkalı önlü bir şekilde duran seccadelere takıldı.

“Bu geceyi yaşadığımıza şükretmek ve evliliğimizin güzel, bereketli geçmesi için namaz kılmak istiyorum, bana eşlik eder misin?” Nazik bir şekilde sorduğu soruyla ona doğru baktım. Bu kadar güzel bir düşünceye sahip adamı nasıl reddederdim ki. Ayrıca bunun böyle olması gerektiğini bende okumuştum birkaç kere ve seve seve ona eşlik edecektim. Bizi tekrar kavuşturan, evliliğimize vesile olan Allah’a şükretmek ve ailemiz için dua etmek kalben rahat hissettirirdi.

Pamir’i onaylamanın ardından namaz için abdestlerimizi almış, uygun bir şekle bürünerek ikişer rekât nafile namazı kılmıştık. Bu hem içimde büyük bir huzur oluşmasına hem de heyecanımın azalmasına bir nebze olsun katkı sağlamıştı. Namazın ardından yorgunluğumuzu atmak üzere ilk önce Pamir, ardından da ben duşa girmiştim.

Banyodan çıkmadan kırmızı, ip askılı ve dantel detayları olan geceliğimi giyinmiş ve aynadan son kez kendime bakmıştım. Elimle kendime yelpaze yaparak heyecanımı bastırmaya çalıştıktan sonra birkaç fıs parfüm sıkmış ve odadan çıkmıştım. Direkt olarak odamıza doğru ilerlediğimizde Pamir’i yatakta oturur pozisyonda bulmuştum. Üzerinde hiçbir şey yoktu, altında ise lacivert renkli pijaması vardı.

Yerde olan bakışları odaya girişimle birlikte beni bulurken gözbebeklerinin büyüdüğüne şahit olarak sertçe yutkundum. Bakışları ilk önce geceliğin açık bıraktığı bacaklarımda, sonrasında göğüs dekoltemde oyalanırken âdem elmasının yutkunmasının etkisiyle aşağı inip çıktığını gördüm. Adımlarımı ona doğru atarken terleyen ellerimi geceliğe sildim. Daha yanına yaklaşırken bile heyecanımı kontrol edemiyordum.

Pamir ona yaklaşmamla beraber oturduğu yerden ayağa kalkarken bir adımda bana yaklaştı. Gözleri gözlerimdeyken hayranca mırıldandı. “Çok yakışmış.” Dudağımda ufak bir gülümseme oluşsa da tedirginliğim devam ediyordu. Benim aksime o rahat gibiydi ya da duygularını iyi saklıyordu.

“Nihayet hayallerimiz gerçekleşti.” Dedim mutlu bir şekilde. Pamir ellerini belimde birleştirip aramızdaki mesafeyi kapattı. Bu hareketiyle elimi sıcacık olan göğsüne yasladım. “Nihayet birbirimize kavuştuk.” İçime işleyen sesiyle birlikte gözlerine bakmaya devam ettim. O ise devam etti sözlerine. “Onca yıl bunun hayaliyle yaşamıştım, yaşamama değdi.” Elini yanağıma doğru getirirken saçlarımı geriye doğru itti ve gözlerime bakmaya devam etti. Ardından dudaklarını şakağıma yaslayarak saçlarımın kokusunu içine çekip uzun bir öpücük kondurdu.

Huzurla gözlerimi kapatmışken mırıltısını duydum. “En çok neye seviniyorum biliyor musun?” dediğinde gözlerimi aralayarak yüzüne baktım. “Kazasız belasız bir şekilde seninle yuva kurduğuma, önümüzde hiçbir engel olmadan sana dokunup seveceğime, ellerini büyük bir gururla karım diye tutabileceğime…” Sözleri o kadar güzeldi ki. Bir o kadar da içimi kıpır kıpır ettiren sözlerdi.

“İyi ki, iyi ki benden vazgeçmedin.” Dedim gözlerinin en içine bakarak. Pamir elleriyle yüzümü avuçlayarak benim gibi gözlerimin içine derin derin baktı. “Asıl iyi ki sen benden vazgeçmedin.” Yüzlerimiz arasında kısacık olan mesafeyi kapatarak dudaklarımı dudaklarına bastırdım usulca. Bu senden asla vazgeçmem demekti.

Dudaklarımız birbirinden ayrıldığında Pamir başını omzuna doğru eğerek elalarını yüzümde gezdirdi. “Peki senin bu güzelliğini ne yapacağız?” Ciddi ciddi sorduğu soru ile cevap verdim. “Ne yapmak istersen…” Verdiğim cevap yüzünde bir gülümseme oluşturdu. Eli yanağımı sevmeye devam ederken gözleri itina ile tüm yüzümde dolaştı, gözleri dudaklarıma doğru kaydığında fısıldadı. “Öpmek isterim, sevmek isterim.”

Fısıltısı, dudaklarıma çarpan nefesi, büyük bir yavaşlıkla dudaklarımdan gözlerime çıkan bakışları kalbime, bedenime bir ateş ve sabırsızlık sinyalleri verdi. Kalbimdeki heyecan git gide arttı. Gözlerine aşkla, tutkuyla bakarken bende onun gibi dudaklarına doğru fısıldadım. “Öp o zaman, istediğin kadar sev.”

Aldığı cevap bir onaydı. Yoğun bakışları, belimi tutan sıcacık elleri ona karşı koymak çok zordu. O da bana karşı koyamıyordu. Elini enseme yaslayarak dudaklarımızı birleştirdi. İçimizdeki ateşi başlatan hamle bu oldu. İlk önce yavaş başlayan öpüşmemiz dudaklarının hoyratça hareketleriyle etkisini artırmıştı. Her zaman nazik olan dudakları bu sefer içindeki özlemi haykıran cinsten sıcaktı ve hareketleri sertti. Şimdi önümüzde hiçbir engelde kalmamıştı…

Elinin belimdeki baskısına son vererek parmaklarını baldırlarıma yönlendirdi. Parmak uçları tenimi karıncalandırarak baldırımda dolaşırken aniden tutup bedenimi kaldırmasıyla birlikte irkilsem de dudaklarımızı ayırmadan bacaklarımı beline sardım ve kollarımı ensesinde birleştirerek öpücüğümü derinleştirdim. Pamir geriye doğru birkaç adım atıp yatağa oturduğunda elleri geceliğin sıyrılan kumaşının içine sızarak sırtımda, kalçamda, bacaklarımda dolaştı. Ellerinin dolaştığı her yer alev aldı ve haz olarak bana geri döndü.

Dudaklarımız birbirinden sesli bir biçimde ayrıldığında Pamir vakit kaybetmeden dudaklarını boynuma doğru yönlendirdi. Öpmeyi, koklamayı sevdiği boynuma bu sefer daha tutkulu, daha sert öpücükler bıraktı. Dudakları, elleri, altımda kıvranan ve yanan bedeni her açıdan beni etkiliyordu ve dayanılmaz duygular içine sokuyordu. Büyük bir haz alıyordum. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi, ellerim ensesinde oyalansa da hissettiğim yoğun duygular tırnaklarımı tenine batırma hissine neden oluyordu.

Dudakları boynumun iki tarafında oyalandıktan sonra gerdanıma doğru kayarken geceliğimin eteklerine yöneldi. Yoğun duygular içeren bakışları izin alırcasına gözlerimle buluştuğunda gözlerimi kırpıştırdım. Aldığı cevapla bir çırpıda üzerimden çıkardı geceliğ. Ardından tek eliyle belimi kavradıktan sonra yerlerimizi değiştirerek beni yatağa doğru yatırdı. Sırtım soğuk çarşafla buluştuğu anda vücuduma büyük bir ürperti yayılırken tüylerim diken diken oldu. Karşısında ilk defa bu kadar çıplaktım. Utansam da içimdeki istek ve alev, ona kavuşma dürtüsü ağır bastığı için utancımı geri plana atmayı becererek kendimi anın içine hapsettim.

Bakışlarımı ondan kaçırmak istesem de bir dizini bacaklarımın arasına koyup üzerime doğru eğildiğinde ondan kaçarım kalmamıştı. Yoğunluktan buğulanmış elaları büyük bir hayranlık ve istekle gözlerimle buluştuğunda boğuk sesini duydum. “Hayatımda gördüğüm en güzel kadınsın ve benim karımsın, her zerrene aşığım…” Sık sık aldığı nefesler, gözbebeklerinin bana bakarken titremesi, zevkten ve hasretten boğuklaşmış sesi, gözlerindeki koyulaşma benim kadar heyecanlı olduğunu anlatıyordu.

Dudaklarımızı tekrardan birleştirdiğinde gözlerimi kapatarak bir elimi ensesine diğer elimi sırtına sararak aramızdaki boşluğu kapattım ve bedenlerimizi birleştirdim. Sıcacık dudakları, nefesi, öpücükleri dudaklarımdan sonra yanağımı, çenemi, boynumu, gerdanımı, göğüslerimi, karnımı kısacası vücudumun çoğu yerini adresi belledi. O gece uzun uzun, acele etmeden, tadını çıkartarak ilk defa baş başa kaldığımız bu duygulara, anlara kendimizi bıraktık.

Hayatımda yaşayabileceğim en güzel geceyi yaşamıştım. Sevdiğim adama kavuşmuştum, içimde biriken özlemi dindirmeye çalışmıştım ve gecenin bilinmeyen bir saatinde onun kollarının arasında en güzel uykumu uyuyup en güzel düşlere dalmıştım.

 

 

 

 

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından Işık ve Bora,

Kutlama bitiminde Devrim ve Pamir başta olmak üzere mekândan herkes çıkış yapmaya başlamıştı... Aylarca beklenen, günlerce üzerinde uğraşılan nikah bugün kıyılmıştı ve herkes muradına ermişti. Işık yüzündeki gülümseme ile herkesle vedalaşırken aslında gülüşünün ardında büyük bir endişe gizliydi.

Biraz önce Devrim ile Bora vedalaşmışlardı. Devrim ve Pamir balayına, Bora göreve gidiyordu. Günler öncesinden planlanmış bir görevin bugün geceye denk gelişi çok kötü olsa da, bu masadaki çoğu kişi bunu sorun etmezdi. Işık ise ilk duyduğu anda kalbine düşen endişeye engel olamamıştı. Günler önce operasyon dönüşü Bora’nın yaralanması onu çok üzmüştü ve yine aynı manzarayla karşılaşmaktan korkmasına neden olmuştu.

Öte yandan Bora görevden dönene kadar buradan gitmek istemiyordu. Ta o gün kafede konuştukları tarihin gelmesine, Işık’ın görev süresinin bitmesine bir ay gibi bir süre kalmıştı. Eylül’ün başında muhtemelen Tekirdağ’a veya İstanbul’a dönüş yapacaktı. Bora ile vedalaşmadan gitmek istemiyordu.

Şimdi Bora’nın kullandığı arabanın ön yolcu koltuğunda otururken bu düşünceler zihninde kol geziyordu. Yol boyunca sessizlerdi. Işık tek kelime etmediği için Bora söyleyecek bir şey bulamamıştı. O gün, dudakları arasında santimetreler kalmışken aralarında bir şeyin düzeldiğini ummuştu ama yanılmıştı. O olay Işık’ın daha da kaçmasına neden olmuştu.

Araba Işık’ın evinin önüne ulaştığında Bora el frenini çekerek arabayı binanın önüne park etti. Direkt olarak karşıya bakarken Işık sonunda sessizliğini bozdu. “Görevin süresi belli mi?” Çat diye girdiği konu ile Bora hafiften şaşırsa da bakışlarını yanında oturan kadına çevirdi. “2 ayda olabilir, 2 haftada. Belli değil.”

Aldığı cevapla birlikte Işık canının yandığını hissetti. 2 hafta bir şey değildi de 2 ay onunla vedalaşamaması anlamına geliyordu. Hüzünlü bakışlarını Bora’ya doğru çevirdi. Bora’nın dikkatle ona baktığını gördüğünde yutkundu. Bora’da onun gibi üzgündü. O zaten her zaman duyguları konusunda daha açık olmuştu, göstermekten çekinmemişti. Şimdi de üzüntüsünü saklamıyordu.

“Anladım.” Dedi durgunca. Ardından emniyet kemerini çözdü. Bora’da onunla aynı anda emniyet kemerini çözerken sessizce arabadan indiler. Ne söyleyeceklerini ikisi de binmiyordu. Zaten ne konuşabilirlerdi ki?

“Bıraktığın için teşekkür ederim.” Dedi Işık nezaketen. Yüzüne küçük bir gülücük kondurdu. Acının tebessümüydü. Bora’nın da yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. “Ne demek doktor hanım.”

Işık başka bir şey söylemeden apartmandan içeri girerken Bora birkaç saniye arkasından baktı. Ardından arabasına yöneldiğinde Işık’ın ona seslendiğini duydu. “Bora!” Arkasını tekrar dönüp kıza doğru baktığında Işık’ın apartmandan tekrar çıktığını ve ona doğru geldiğini gördü.

İçine sinmemişti vedalaşmadan onu göndermek. Hele ki bir daha görüşemeyeceklerini düşünmek kalbinin sıkışmasına neden olduğu için dayanamamıştı. En azından bu kadarını hak ediyorlardı.

Bora şaşkınca kıza bakarken Işık, Bora’ya yaklaşarak tam önünde durdu. Bakışlarını karşısındaki adamın kahvelerine kenetleyerek mırıldandı. “2 ay dedin, bu bir daha vedalaşamayacağımız anlamına geliyor.” Bora içi yana yana başını salladı. Bunun farkındaydı. Geldiğinde Işık’ı yerinde bulamayacak olması canını çok yakıyordu. Ama elinden bir şey gelmiyordu. Ne diyebilirdi ki?

“Burada geçirdiğim son ayların benim için güzel geçmesini sağladın, arkadaşlığın için çok minnettarım sana. Ettiğimiz sohbetler, geçirdiğimiz vakitler gerçekten çok kıymetliydi benim için. Her şey için çok teşekkür ederim.” Kalbinden geçen cümleleri dile getirirken gözlerinin dolmasına engel olamadı Işık. Bir yandan gülümserken diğer yandan dolu gözleriyle karşısındaki adama bakıyordu. Peki veda konuşması yapmak neden bu kadar zor geliyordu ki ona? Gözlerini dolduracak kadar neden canı yanıyordu?

Işık’ın sözleri Bora’nın da içine oturmuştu. Aynı zamanda karşısında dolu gözlerle konuşması içinden bir şeylerin akıp gitmesine neden olmuştu. Onu böyle görmeyi sevmiyordu. Askerinin şehit haberini verdiğinde ağlamasından da hoşlanmamıştı, şimdi de hoşuna gitmiyordu bu durum. Hele ki onun yüzünden olduğunu bilmek daha can sıkıcıydı.

“Madem bir daha görüşmeyecek gibi vedalaşıyoruz.” Deyip duraksadı Bora sıkıntılı bir şekilde. İçinde bir şeylerin tartımını yaptı. Ardından gözlerini kızın gözlerinden çekmeden cümlelerine devam etti. “O zaman duygularımdan bahsetmeden vedalaşmak olmaz.” Işık bu sözlerle panik oldu, duymak istemedi, kaçmak istedi ama yapmadı. Bakışlarını Bora’dan çekemedi. Son kez dedi, onu son kez görüyorsam söylediği tüm şeyleri dinlerim.

Bora genzini temizledi hızlı bir şekilde. Işık’a nasıl itiraf ederim diye düşünmüştü. Belki daha romantik bir ortamda ya da daha müsait bir zamanda olmasını umut etmişti ama durumlar bunu gerektirdiği için kalbinden geçen cümleleri dile dökmenin zamanı gelmişti. İçinde kalsın istemiyordu. “Aslında biliyorsun, anladın.” Diyerek sözlerine başladı.

Işık hiçbir şey söylemedi, biliyordu elbet. Sadece kaçmak ve görmezden gelmek kolayına gelmişti. Bora, Işık bir şey söylemeyince cümlelerine devam etti. “Çoğunlukla bundan kaçtın, görmek istemedin ama hissettiğine eminim.” Işık aklından geçen cümleleri Bora’dan duyduğunda yutkundu.

Bora ise devam etti. “Yine de benim ağzımdan da duy.” Dedikten sonra birkaç dakika göz temasını kesti. Yere doğru bakarak düşüncelerini toparlamaya çalıştı. “Ben yaralı bir adamdım, kalbimde kapanmayacağını sandığım bir yara vardı.” Dedi açıkça. Işık hafifçe kaşlarını çattı. Bunu bir kadın açmıştı, Bora’nın cümlelerinden çıkardığı sonuç buydu. “Sonra seninle tanıştım, o yara yavaş yavaş kapanmaya başladı ve şimdi orada bir yara yok. Orada ne var biliyor musun?”

Bora’nın nazik sorusu ile Işık başını iki yana salladı. Bora ise uzanarak kızın bileğinden tuttu. Ardından da tuttuğu bileği kalbine yaklaştırarak kızın avuç içinin kalbine yaslanmasını sağladı. Işık elinin altında ritim bozukluğu varmışçasına hızlı atan kalple büyükçe yutkundu. Bakışlarını bir saniye bile adamdan ayıramadı.

Bora elini kızın elinin üzerine yasladıktan sonra devam etti sözlerine. “O yarayı kapatan kadının ismi büyük harflerle yazılı orada.” Dedi duygularını gizlemeden. Bakışlarından bile duygularını anlamasını istedi Işık’ın. Öyle yoğundu ki bakışları…Ardından ekledi. “Atışını hissediyorsun değil mi? Sadece senin yanında, senin için atıyor böyle.” Yoğunlukla, içtenlikle, içindeki sevgiyi aktarırcasına kızın gözlerine bakıp ondan bir tepki bekledi. Bu cümlelerin anlamını çıkartabilirdi karşısındaki kadın.

Işık duyduğu sözlerden etkilenmişti. Her kadın etkilenirdi. Hiç çaktırmıyordu ama onun kalbide Bora’nın kalbinden farksız değildi. Şimdi Bora elini oraya yaslasa kalp atışlarının hızını görürdü, hissederdi. Çoktan kapılmıştı Bora’ya. Gözlerinin sürekli onu araması, onu düşünmesi, içinde bir yerlerde kıskançlık hissetmesi, göreve çıktığında merakla onu beklemesi, yanında olduğunda yüzündeki gülümsemeye engel olamaması zaten bunu net bir şekilde açıklıyordu.

Bir de Bora’nın bakışları vardı. İçini titreten cinsten bir bakıştı. Gözbebekleri titreyerek bakıyordu Işık’a. Onu incitmekten korkarak bakıyordu. Bu Işık’ın daha da içine işliyordu.

Ama bu duygularının yanında ağır basan başka duygusu da vardı. Korku. Korku, bir halat olup sanki boğazını sıkıyordu. Tüm güzel düşüncelerinin negatife dönmesine neden oluyordu, kaçmasına neden oluyordu ve bu konuda kendine söz geçiremiyordu.

Elini Bora’nın avuç içinden kurtararak usulca çekti Işık. Karşısındaki adamın beklenti dolu bakışlarına baktı. İçi gitse de dudaklarından çıkacak olan cümlelere engel olamadı. “Ama ben böyle hissetmiyorum.” Fısıltı şeklinde dudaklarından dökülen cümle ile Bora tek kaşını kaldırdı. İnanmıyordu buna. Dudakları alayla kıvırılırken konuştu. “O gün acil serviste, kendini bana bırakan kadın mı söylüyor bunu? Ya da iyiliğim için çabalayan, beni merak eden kadın?”

“Anlık bir şeydi o.” Dedi Işık bakışlarını kaçırarak. Bora’nın sakinliğinin üzerine bir çizik atmıştı bu cümle. Bunun böyle olmadığını biliyordu. Işık’ın yanında ne kadar heyecanlandığının farkındaydı, söylediği gibi olamazdı.

“Neyden korkuyorsun?” dedi açık açık. Sesinde büyük bir ciddilik vardı, bakışları ise merakın yanında sertti. Işık anlık bir afallamayla ona bakarken Bora tekrar konuştu. “Benden kaçıyorsun, duygularından kaçıyorsun. Neyden korkuyorsun? Benden mi emin değilsin, bana mı güvenmiyorsun?” dedi içi acıya acıya. Çünkü bu güvensizliği hak edecek bir şey yapmamıştı. Dahası bu güvensizliğin ardında yatan nedeni çok merak ediyordu.

Işık başını iki yana salladı. Sana güveniyorum demek istedi ama dudaklarından bu cümleyi çıkartamadı. Bora ise aldığı cevapla tekrar konuştu. “Ne o zaman? Burada kalmak istemiyorsan, Tekirdağ’a dönmek istiyorsan tamam. Uzaktan da olur, izin alıp gelirim yanına, sonra telefonla konuşuruz eğer korkun bu yöndense ben senin gitmene izin vermeyecek bir adam değilim.” Dedi bir ihtimale sığınarak. Aklına başka hiçbir şey gelmiyordu çünkü.

“Bora, ben seninle her yerde kalırım.” Dedi Işık nihayet. Açık olma zamanı gelmişti onun içinde. Artık kalbine engel olamıyordu. Bora duyduğu cümle ile kalbinin ferahladığını hissetti, bir nevi itiraftı bu ama bu kısa sürdü. Çünkü Işık’ın cümleleri tekrardan içine oturdu. “Sorun sen değilsin zaten, benim.” Dedi dürüstçe. Ardından devam etti sözlerine. “Sen çok iyi birisin, her kadının sahip olmak isteyeceği türden bir adamsın ama sorun benim güvensizliğim, benim korkum, benim tahammülsüzlüğüm.”

Bora kaşlarını çatmış kızın ne söylemek istediğini anlamaya çalışırken Işık derin bir nefes çekti ciğerlerine. Her şeyi anlatacaktı ve karşısındaki adamın onu anlamasını bekleyecekti. Çünkü Bora onu dinlerdi, anlardı. Bundan emindi, güveni tamdı ona.

“Hani bazen gözlerimin en içine derin derin, sanki gözlerimin ardındaki acının sebebini öğrenmek istercesine bakıyorsun ama benim anlatmamı bekleyip susuyorsun ya. Artık öğrenmenin zamanı geldi.” Dedi Işık düşünceli bir şekilde. Hazırdı, anlatacaktı. Bora’nın da bu konuda çok hevesli olduğunu biliyordu.

Bora dikkatini bir saniye bile ayırmadan kızı dinlemeye koyuldu. Çok merak ediyordu ve merakı bugün son bulacaktı. “Korhan Altınel, Yarbay Korhan Altınel…” diye cümlesine başladığında Bora zihnini zorladı tanıyıp tanımadığı konusunda. İsmi tanıdıktı…

Işık birkaç saniye Bora’ya baktı. Tanıyıp tanımadığını sorguladı. Sonra ekledi acı dolu bir sesle. “Babam.” Dediğinde Bora şaşırdı. Işık ise umursamadan devam etti. “Şırnak’ta çarşının ortasında tek bir kurşunla şehit edilen babam…” sesindeki titreme ve acı birkaç metre öteden fark edilecek cinstendi. Bora afalladı. Zihnine birer birer Işık’ın görüntüleri düştü. Şırnak denilince, asker denilince, şehit denilince yüzünde oluşan acı ifadesini, hüznü hatırladı. Bu yüzdendi.

“Benim yüzümden oldu.” Dediğinde Bora düşüncelerinden sıyrıldı. Işık’ın gözlerine bakmak istedi ama Işık onun dışında her yere bakıyordu. Yine de gözlerinin dolu dolu olduğunu gördü Bora. “Beş yaşındaydım bir oyuncak bebek beğenmiştim annemle, annem babama söylemiş. Babamda görev dönüşü onu almaya gitmiş.” Derken yüzünde acı, buruk bir tebessüm vardı Işık’ın. Sözlerinin devamını anlamıştı Bora. O bebeği almak için çarşıya gittiğinde şehit edilmişti.

O zamanlar Bora 6 yaşındaydı, muhtemelen Diyarbakır’da yaşıyorlardı. Belki televizyonda görmüştü 40 saniyelik haberi ama hatırlamıyordu.

“Senin suçun değil.” dedi Bora baskın ama narin bir sesle. Karşısındaki kadına nasıl teselli vermesi gerektiğini bilmiyordu. “Senin suçun değil Işık, baban o gün oraya gitmese de onun peşinde oldukları için bir şekilde bu olacaktı.” Tesadüf değildi, bundan emindi. Teröristler muhakkak onun peşindeydi ve en doğru zamanda işlerine geleni yapmışlardı.

Işık anlık olarak Bora’ya baktı. Bakışlarında bir acıma görmeyi bekledi ama onun yerine gurur, merhamet, hayranlık gördü. Yine de susmadı. “Babamdan sonra karar verdim doktor olmaya, insanları yaşatmak istedim. Benim gibi küçük yaşta olan çocukların acı çekmemesi için babalarını, annelerini yaşatmak istedim. Bunun içinde elimden geleni yapmaya çalışıyorum.”

“Baban yaşasaydı seninle gurur duyardı eminim.” Dedi Bora içindeki hayranlıkla. Kıza en başından beri hayrandı zaten. Bu sözle Işık’ın gözlerinde gözyaşı dışında başka bir pırıltı oluştu. Bunu duymak iyi gelmişti. “Keşke yaşasaydı…” dediğinde gözünden birkaç damla yaş yanağına doğru aktı. Bora, Işık’ın ne diyeceğini umursamadan elini kızın yanağına götürüp başparmağı ile usulca gözyaşlarını temizledi. Bu hareket ikisinin içinde de anlamlı duygular oluşturdu.

Bakışları birbirine kenetlenmişken Işık burnunu çekti. “İşte bundan korkuyorum Bora.” Dedi açık açık. Ardından ekledi. “İster travma de, ister korkaksın de. Ama ben ne annem gibi, ne senin annen gibi ne de Devrim gibi cesaretli değilim. Yıkılırsam toparlanamam, bu acıyı tekrar tatmak istemiyorum.”

İşte bu sözler Bora’nın kalbindeki umutların birer birer yıkılmasına neden oldu. Korkusunu anlıyordu, çekincesini anlıyordu. Bu durumda ne diyebilirdi, nasıl zorlardı? Işık kafasına koymuştu ve buradan gitmek istiyordu. Nasıl deneyelim diyecekti? Bana bir şey olmayacak diye garanti veremezdi, bu acıyı yaşamazsın diyemezdi. Sözcükler dizili kalmıştı boğazında.

“İçindeki duyguları söküp atmak kolay olacak mı peki?” dedi Bora meraklı bir tınıyla. Merakın altında elbet hayal kırıklığı da vardı ama bunu bastırıyordu. Çünkü onunki hiç kolay olmayacaktı. Aklından hiç çıkmayacaktı Işık. “Kalbimden seni söküp atmanın bir yolunu biliyorsan bana da söyle.” dedi içli içli.

Işık bu sözlerle ürperdi. İçine derin bir nefes çekti. Ne dese boştu. Gözlerinden birkaç damla yaş daha aktı. Bu gözyaşları hem acıdan, hem olamayışlarından, hem kendisinin gösterdiği cesaretsizlikten hem Bora’yı kırmanın içinde yarattığı duygulardandı.

“Aramıza mesafe girecek, gözden uzak olan gönülden de ırak olur.” Dedi Işık acı ile. Bunu inançlı bir şekilde söylemeye çalışmıştı ama becerememişti. Bora alaylı bir şekilde güldü. “Ya da gönlüne bir kere sevda düştüyse ölümüne kadar seninle olur.” Kararlılıkla dile getirdiği cümleyle Işık daha fazla kendini tutamayıp gözlerini kapattı ve hıçkırdı. “Yapma bunu ne olursun, böyle söyleyerek acıyan canımı daha da yakma.”

Bora karşısında hıçkıran kadına daha fazla dayanamadı. Bugün net bir şekilde anlamıştı. Işık’ta onu seviyordu ama sevgi yetmiyordu bazı şeyler için.

Boğazındaki yumruyu gidermek adına büyükçe yutkundu. “Beni seviyorsun ama istemiyorsun, anladım.” Dedi hayal kırıklığı içinde. “O zaman kendine dikkat et, umarım hayat karşına hem sevip hem isteyeceğin birilerini çıkartır.” Zorlukla temennilerini dile getirdi Bora. Başka diyebileceği bir şey yoktu.

Bunları söylemek çok zordu onun için. Sevdiği kadına başka birisiyle mutluluk diliyordu. İşte bu çok koymuştu ona. Kendi içindeki duyguların bitmeyeceğine emindi, Işık’ta belki ucundan köşesinden hatırlardı onu. “Bir gün Hakkari denilince bir üsteğmen vardı diye aklına gelirim belki. Sen bugünü değil, birlikte geçirdiğimiz güzel anları hatırla. Ben bugün de kalacağım.” Dedikten sonra derin bir nefes aldı. Ardından kızın dolu yeşil irislerinin çevirdiği büyümüş olan gözbebeklerine son kez baktı. “Hoşça kal, hep iyi ol.”

Başka hiçbir şey söylemeden arabasına bindi. Beklemeden arabayı çalıştırıp oradan uzaklaşmaya başladı. Canı çok yanıyordu, işte gerçek vedalaşma böyle olur dedi içinden. Ona burada veda etmişti ama kalbindeki Işık’la nasıl vedalaşacağını bilmiyordu. Ağlamamıştı, gözleri bile dolmamıştı ama asıl içine akıtmıştı acısını, sevgisini. Başlamadan bitmişti, buna yanıyordu zaten. Deneseler, olmayacağını anlasalar belki bu kadar acı çekmezdi. Ama olma ihtimali olan bir şeyle hiç denemeden vedalaşmak en zor olanıydı…

 

 

 

 

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Yine uzun bir bölümle karşınızdayım, umarım beğenmişsinizdir bölümü…

‣‣‣ Pamir ve Devrim sahneleri nasıldı? Onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine:) Çok şükür evlendirdik bizimkileri, darısı diğer çiftlerimize olsun inşallah.

‣‣‣ Halide hanım ve Devrim’in konuşması hakkında ne düşünüyorsunuz?

‣‣‣ Kına gecesi, nikah öncesi, nikah, nikah sonrası sahneler nasıldı? Beğendiniz mi?

‣‣‣ Işık ve Bora sahneleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce neler olacak?

‣‣‣ Düğünde misafirlerimizde vardı, özlemişsinizdir onları:) Bende özlemişim. Bilmeyenler için Hazan Vakti kitabımın başrolleri Hazan ve Alparslan.

‣‣‣ Sizce diğer bölümlerde neler olacak? İstek sahneniz var mı?

Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyor olacağım…

Bir de bir açıklamam olacak. Bildiğiniz gibi üniversitem açıldı ve 3. sınıf olmanın vermiş olduğu bir yorğunluk içerisindeyim. Elimde hazır olan 2 bölüm kaldı yalnızca. O yüzden bölümler 5 günde bir değilde daha uzun bir sürede gelebilir. Şimdiden haber vermek istedim, anlayışınız için teşekkür ederim<3

Sinem

Işık

Burçe

Davetiye

Loading...
0%