@mutlusonsuz222
|
Herkese selamlar, nasılsınız?
34.Bölüm Devrim Akyol Arslan anlatımından, Aşk, tek hece ancak içerdiği anlamı derin olan kelime. Mecnun’u çöllere, Leyla’ya düşüren; Kerem’i, Aslı’nın yoluna düşüren o kelime Pamir’le kalbime düşmüştü, sevgisiyle ısıtmıştı. Sonra da aşkı kalbime öğreten adam sanki hayatımda hiç var olmamışçasına bir gün yok oluvermişti. O gittiğinde yarım kalmıştım. Sonra yine gelmiş, aşkıyla, sevgisiyle beni yine ısıtmıştı. Aşk, hüzün de getirebilir, mutluluk da… Yüzümde hissettiğim sıcak eller ilk önce yanağımda dolaştı, sonra kapalı olan gözlerimde bulunan uzun kirpiklerin üzerinde... Birkaç saniye orada oyalandıktan sonra kaşlarımda gezindi ve en son dudaklarıma geldiğinde kuştüyü kadar hafif bir şekilde orayı okşadı. Sanki yüzümü zihnine kazırcasına itina ile seviyordu. Uyanmanınyüzümde hissetmeye başladığım andan itibaren uykumdan uyanmıştım ama gözlerimi aralamayıp beni sevmesine izin vermiştim, bu sabah farklı bir şekilde uyanmanın tadını çıkarmaya başlamıştım. Pamir ellerini yüzümden çekip geceliğin açık bıraktığı omuzlarımda elinin tersini hareket ettirirken ürperdim. Dokunuşları hala daha yakıp geçiyordu. Dün bizim için bir ilk yaşanmıştı ve yaşanan bu ilk sanki uzun zamandır ihtiyacım olan şeymiş gibi hissetmeme neden olmuştu. Şimdi bile bir dokunuşuyla içimdeki duygular kabarıyordu. Bu sefer eli değil, nemli ve sıcak olan dudaklarını yanağımda hissettim. Sonra şakağımda, saçımda, dudağımın kenarında, omzumda ve en son dudaklarımın üzerinde. Nazik, küçük ama etkili öpücüklerdi. Uykumun tamamen açılmasında epey etkili olmuştu. Zaten onunda amacı buydu. Gözlerimi usulca araladığımda bakışlarım direkt olarak sevgiyle, mutlulukla, heyecanla parıldayan elalarla buluştu. Dirseğini yastığa yaslamış, elini yumruk yaptıktan sonra başını yumruğa koyarak bakışlarını üzerimde gezdiriyordu. Üzerinde bir şey yoktu. Dudaklarında tatlı bir gülüş vardı. Bakışlarımız buluştuğunda uykulu bir şekilde mırıldandım. “Günaydın…” Uyku mahmurluğu ile gözlerimi kırpıştırırken Pamir daha da büyük gülümsedi. “Günaydın güzel karım…” Güzelimden sonra güzel karım cümlesi içimi daha da kıpraştırmıştı. Hitap şekli yüzümde gülümseme oluştururken Pamir elini yanağıma yaslayarak elmacıklarımı sevdi. “Gün sen gözlerini açınca aydı.” Sabah sabahta olsa güzel sözleriyle beni mutlu etmeyi, etkilemeyi başarıyordu. “Yeni uyanmış olsan da formundan bir şey kaybetmiyorsun belli.” Dedim keyifle. Pamir dirseğini indirip başını yastığa yasladı ve yüzlerimiz arasındaki mesafeyi kısıtladı. “Dünyalar güzeli karım var, hayatımda sahip olabileceğim en güzel şeye sahibim. Bırak şiir gibi olan karıma şair olayım…” Gözlerimin içine derin derin bakarak sarf ettiği cümlelerle birlikte içimin erdiğini hissettim. Çok güzel konuşuyordu, insanı bitiriyordu. Elimi yüzüne yaslayarak yüzünü sevdim. “Seni öyle çok seviyorum ki.” Dedim içli içli. Belki benim onun gibi süslü cümlelerim yoktu ama ona olan sevgimi gözlerimle hissettirirdim. Pamir elimi tutup dudaklarını avuç içime bastırdı ve uzunca öptükten sonra karşılık verdi. “Bende seni çok seviyorum.” Bir süre hayran hayran birbirimize bakarken aklıma gelen uçak saati ile bakışlarımı Pamir’den çekerek yerimden doğruldum. “Saat kaç?” Pamir telaşıma karşılık sesli bir şekilde güldü. Kolumdan tutup beni kendine doğru çektikten sonra kaslı kollarını bedenime sıkıca sardı ve bir yandan da cevap verdi. “Yatak keyfi yapılacak kadar erken.” Aldığım cevapla rahatlayarak başımı göğsüne yasladım ve mırıldandım. “Hmm o zaman tadını çıkartalım.” Ufak bir yorgunluk hissediyordum ama günün ilerleyen saatlerinde geçeceği için sorun yoktu. Yatakta kısa bir süre daha oyalandıktan sonra Pamir yerinden doğrularak yataktan çıktı. Mahmur mahmur uzanıp onu izlerken odadan çıktı ve birkaç dakika içinde tekrardan odaya girdiğinde bu sefer elinde tepsi vardı. Şaşkınca ona bakarken yerimde doğruldum. “Ne ara hazırladın?” meraklı bir şekilde onu izlerken Pamir dizlerimin üzerine tepsiyi yerleştirdi. Kendisi de yan tarafıma geçerken sorumu cevapladı. “Yaklaşık bir buçuk saat önce uyandım.” Verdiği cevap üzerimde büyük bir şaşkınlık yarattı. Bir buçuk saat önce ben bilmem kaçıncı rüyamı görüyordum eminim ki. Ne Pamir’in yanımdan kalktığını, ne mutfağa gittiğini hiç duymamıştım. “Uyandım, karımı seyrettim uzun uzun. Sonra da kalkıp evli uyandığımız ilk günün kahvaltısını hazırlamak istedim.” Başımı omzuma eğmiş onu dinlerken yüzümdeki gülümsemeyi silemedim. “Ben hiç duymamışım seni. Ayrıca sen hiç yorulmaz mısın? Biraz daha uyuyup dinlenseydin keşke, sonra birlikte hazırlardık kahvaltıyı.” “Dün çok yoruldun, uyanmaman normal.” Diye göz kırptı Pamir. Göz kırpışının ardında yatan bir ima vardı, bunun farkındaydım. Sonra ekledi. “Ayrıca bu örnek olsun sana, bundan sonra kahvaltımı böyle isterim haberin olsun.” Gözleriyle tepsiyi işaret ettiğinde hafifçe kaşlarım çatıldı. “Ha yani sen benim hazırladığım kahvaltıyı beğenmediğini söylüyorsun.” Onun şaka amaçlı konuştuğunu bildiğimden bende şakacı bir tavırla trip atarcasına konuştum. Pamir başını iki yana salladı. “Beğenmez olur muyum? Senin yaptığın her şeyi severim ben, beğenirim.” Tatmin olmuş bir biçimde ona bakarken Pamir konuştu. “Hadi başlayalım, sonra uçağa geç kalmak istemeyiz.” Söylediğine katılırcasına kahvaltımı yapmaya başladım. Gülüşerek, sohbet ederek, ellerimizle birbirimize yedirerek güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra hazırlanmaya başlamıştık. Bavulumuz önceden hazır olduğu için rahattık. Üzerime askılı beyaz ve üzerinde çiçek detayları olan uzun etekli ancak yırtmacı olan bir elbise giymiştim. Ankara buradan daha sıcaktı. Boynumda Pamir’in aldığı kolye vardı, istediği gibi hiç boynumdan çıkmıyordu. Sadece dün çıkarmıştım. Ayaklarıma elbiseme uygun bir sandalet giymiş, yüzüme hafif bir makyaj yapmıştım. Saçlarımı açık bıraktığımda hazır olmuş sayılırdım. Pamir’de benim gibi beyaz ince bir gömlek ve krem rengi, dizlerinin üzerinde biten bir şort giymişti. Her zamanki gibi çok karizmatik görünüyordu. Saatin gelmesiyle birlikte evden çıkmış ve havaalanına gitmiştik. Sonra da uçağa binerek Ankara’ya gitmek üzere yola çıkmıştık. Arabayla 16 saat olan süre 2 saate düşmüştü. Normalde arabayla yolculuk etmeyi sevsem de 16 saat çekilmezdi. 2 saat yolculuğun ardından uçağımız Ankara’ya iniş yaptığında çok heyecanlanmıştım. Aylardır gelmiyordum buraya ve epey özlemiştim. Pamir daha rahat gezmemiz için babasının arabasını alacağımızı söylemişti, bu yüzden ilk durağımız Halide teyzelerin evine gitmek olmuştu. Gelmeden önce babasından evin anahtarını almıştı. Bavulları eve bıraktıktan sonra arabanın anahtarını alarak direkt olarak evden çıkmıştık ve ilk işimiz Pamirlerin evine yakın olan Anıtkabir’e gitmek olmuştu. Beşevler’e kadar gelmişken atamızı ziyaret etmemek olmazdı. Anıtkabir içindeki mezarları ziyaret edip müzeleri gezdikten sonra oradan çıkmış ve asıl olarak buraya geliş amacımız olan mezarlığa gitmek üzere yola çıkmıştık. Özlediğim sokaklara bakarken iç geçirmeden duramamıştım. Üniversite yıllarım burada geçmişti, mesleğe burada başlamıştım. Düşüncelerime Ankara rüzgârı şarkısı eşlik ederken kendimi daha da mutlu hissediyordum. Söyledim aşkımızı Ankara rüzgarına Boş yere ağlama, kalbini bağlama Ankara kızlarına “Ben Ankara’daki en güzel kıza kalbimi bağladım.” Pamir şarkıya uygun bir şekilde konuşurken gülerek bakışlarımı ona çevirdim. Tuttuğu elimi dudaklarına götürüp öperken bende taktığı siyah güneş gözlüğünün yarattığı yakışıklılığına doya doya baktım ve söylediğine karşılık verdim. “Bende Ankara’daki en yakışıklı erkeğe kalbimi bağladım.” Bir süre sessiz kalırken aklımdaki cümleyi dile getirdim. “Buradan en son kalp kırıklıkları ile ayrılmıştım ama şimdi evli ve mutlu olarak geri döndüm.” Dediğimde Pamir arabayı sürmeye devam ederek cevap verdi. “Hayat sürprizlerle dolu diye boşuna söylemiyorlar, buraya son gelişimde benim de içimde umut namına bir şey yoktu. Ama şimdi ellerin ellerimde, gözlerin gözlerimde…” Burada zor günler geçirmiştim ama şimdi o günleri düşünme zamanı değildi. Burada geçirdiğim güzel günleri düşünme günüydü. Mesela o kafenin önünde bana çarpan adamın şu an kocam olarak yanımda oturmasını konuşmalıydık. “Kim derdi uykusuz bir biçimde sınava çalıştığım kafenin kapısında çarpıştığım beyefendinin bir gün benim kocam olacağını?” İçim kıpır kıpır dile getirdiğim sözlerle Pamir güzel bir biçimde güldü. “Kimse tahmin edemezdi ama kaderimizde varsa seni Fizan’a gitsen de bulurdum ben.” Kendinden emin bir şekilde konuşurken gülümsemeye devam ettim. Haklıydı, çarpışmasak da illaki bir yerde karşılaşırdık ve birbirimizi bulurduk. Bir süre sonra mezarlığa geldiğimizde Pamir arabayı uygun bir yere park etti. Dudaklarımın arasından titrek bir nefes vererek emniyet kemerini çözdüm. Zordu. Annemi çok özlemiştim. Kollarının arasına girip hasret gideremeyecektim, sadece mezarının başına gidip konuşabilecektim. Bunu düşünmek bile canımı çok yakıyordu. Arabadan indiğimizde en büyük destekçim yanıma gelerek elimi tuttu. Her zaman gittiğim, ezbere bildiğim yolu bu sefer onunla takip ettim. Mezara yaklaştığımızda aşina olduğum ismi gördüm mezar taşında. “Ahu Akyol.” O an gözlerim dolmaya başladı. Bir evladın annesini kaybetmesi çok acıydı, hele ki genç yaşta, en ihtiyacı olduğu zamanlarda kaybetmesi çok daha acıydı. Buna alışılmıyordu. “Anne ben geldim.” Dedim dudaklarımın arasından titrek bir nefes vererek. Bir cevap almayacağımı bilerek mezara bakmaya devam ettim. “Bu sefer yanımda damadında var, Pamir.” Dedim içim giderek. Şimdi burada olsaydı bizi sarıp sarmalardı, mutluluğumuzu paylaşırdı. Pamir’in sıcak avcundan ellerimi çekip mezar taşına yaklaştım. “Evlendim anne… canımdan çok sevdiğim, senin de oğlun gibi gördüğün adamla evlendim. Yanımda değildin ama beni görüyorsundur, duyuyorsundur.” Gözyaşlarım yanaklarıma akmaya başladığında bunu umursamadan burnumu çektim. “Çok özledim seni, o anlarda yanımda olmanı o kadar isterdim ki. Babamda, abimde, bende senin yokluğunda öylece kalakaldık. Eksikliğin hissediyor, yerin dolmuyor.” Diyerek mezarındaki toprağı okşadım yavaş yavaş. Tek tük ot vardı, babam her gün ziyaret ettiği için bakımlıydı mezarı. Hakkari’de olduğu dönemde de tek tük ot çıkmıştı. Onları birer birer kopartırken gülümsedim. “Bak abimin de selamını getirdim sana, babam zaten her gün sana uğruyor. Ama şu aralar benim nikah işiyle uğraştığı için Hakkari’de. Gelemedi.” Dedim gülerek. Daha doğrusu gülmeye çalışarak. Gülüyordum ama bir yandan da ağlamaya devam ediyordum. Babamla annem ölümün zamansız olduğunun, ölümün kime geleceğini bilmediğimizin en büyük örneğiydi. Babam askerdi. Yıllarca oradan oraya gitmiş görev yapmıştı, kaç kurşun yemişti, kaç kere yaralanmıştı ama hepsinden de ayağa kalkmayı başarmıştı. Annemse kansere yenik düşmüştü. Yani illaki askerler şehit olacak diye bir şey yoktu. Ölüm herkese vardı. İşte Pamir’i kabullenmemin en büyük sebebi buydu. Omuzlarımda, arkamdaki dağın ellerini hissederken ondan güç aldım. Pamir bir yandan bana destek verirken bir yandan da anneme hitaben konuştu. “Merhaba Ahu anne.” Hitap şekli yüzümde bir kez daha gülümseme oluşturdu. Annemde eminim ki çok memnun olurdu. “Ben uğrayamadım sana, cenazene de katılamadım. Sen benimkine katılmıştın, bana kısmet olmadı.” Dediğinde içimde bir şeyler kopup gitti. Pamir’e yapılan tören gözlerimin önüne gelirken gözlerimi sıkıca kapattım. Hatırlamak istemiyordum. “Ama geçen geldiğimde söz verdiğim gibi Devrim’e kendimi affettirmeyi başardım.” Söylediği cümleleri algılayınca gözlerim kendiliğinden aralandı. Buraya ne zaman geldiğini sorgularken görev bitiminde Ankara’ya geldiği aklıma geldi. Burnumu çekerek onu dinlemeye devam ettim. “Biz birlikte bir yola çıktık, evlendik. O zaman söz verdiğim gibi şimdi de söz veriyorum. Kızınıza gözüm gibi bakacağım, onu mutlu etmek için elimden geleni yapacağım.” Verdiği söz çok güzeldi, hele ki bu sözü anneme vermesi daha güzeldi. Elimi omzumda duran elinin üzerine yasladığımda Pamir sıkıca kavradı elimi. Ardından devam etti sözlerine. “Bir görsen melek gibi olmuştu, gelinliğin bu kadar yakıştığını daha önce hiçbir kadında görmemiştim.” Tatlı tatlı anlatırken gülümsedim. Annem sanki karşındaymış gibi sohbet edercesine anlatıyordu ve bu hareketi benim için paha biçilmezdi. Pamir gerçekten çok düşünceli bir adamdı. Bir süre daha annemle konuştuktan sonra vedalaşma zamanı gelip çatmıştı. Bu her ne kdar can sıksa da elimizden gelen bir şey yoktu. “Biz gidiyoruz şimdi, tekrar gelmeye çalışacağım anne. Görüşürüz.” Ağlayarak annemle vedalaştıktan sonra mezarlıktan başka bir mezara doğru ilerlemeye başladık. Pamir’in arkadaşının mezarına. Buraya kadar gelmiştik ve uğramadan olmazdı. Mezara yaklaştığımızda ilk dikkatimi çeken şey, başında Türk bayrağı dikili olan mezar taşının kenarında oturan kadın olmuştu. Elleriyle mezarın toprağını okşuyordu ve konuşuyordu. Genç bir kadındı. Ya kardeşiydi ya eşi ya da sevdiği kadındı. Pamir’in sözleri soru işaretlerime cevap oldu. “Buse olmalı mezarın başındaki, nişanlısı.” Mezarın başında oturan kadını en iyi ben anlardım bunu yaşayan biri olarak. Şanslıydı ki sevdiği adamın bir mezarı vardı. Bu ülkedeki nice şehidin mezarı dahi yoktu. Onu rahatsız etmemek için birkaç dakika geride beklerken Buse mezardan kalktı. Mezar taşının üzerindeki resmi okşayıp vedalaştıktan sonra bizden tam tersi istikamete doğru ilerlemeye başladı. Giderken gözlerini temizlediğini gördüm, mezarın başında ağlamamıştı belki ama giderken kendini durduramamıştı. Onun uzaklaşmasıyla birlikte mezara doğru yaklaştık. Mezar taşı görüş açımıza girdiğinde üzerini okudum: “Şehit Üsteğmen Fırat Başer.” Pamir mezarın kenarına oturup arkadaşıyla konuşurken ben ellerimi açıp dua ettim. Elimizden gelen buydu. Mezarda yatan kişiyi tanımıyordum ama fotoğrafına baktığımda, mezar taşının üzerindeki tarihlere baktığımda daha 30 yaşında hayatının baharında şehit olduğunu görmek içimi yakmaya yetmişti. Bir de mezarının başında ağlayan nişanlısı vardı. Bu ülke uğruna kaç sevda yarım kalmıştı, mutsuz sonla bitmişti kim bilir. Fırat ve Buse’de onlardan biriydi. Fırat’ı ziyaret ettikten sonra mezarlıktan çıkmıştık. Bu ziyaret ikimize de ağır gelmişti. Arabada giderken sessiz olsak da Pamir sessizliğimizi bozmak amacıyla konuştu. “Şimdi yemek yiyelim ama ondan önce sana bir şey danışacağım.” Merakla ona doğru döndüğümde Pamir’in tereddütlü bakışını gördüm. “Şöyle ki senin araba yolculuğunu ne kadar sevdiğini bildiğim için bir şeyler planladım.” Gözlerimi kısmış ne söyleyeceğini dinlerken Pamir sözlerine devam etti. “Yemeğimizi yedikten sonra Antalya’ya gitmek üzere arabayla yola çıkalım diyorum. Hem araba orada işimize yarar hem de senin hoşuna gider. Ama eğer ben yorgunum, hızlıca gidelim dersen de akşam için uçak bileti ayarlayalım.” Teklifine ne diyeceğimi sorgularcasına yüzüme bakarken içim içime sığmadı. Tam olarak gönlüme göre bir fikir sunmuştu. “Ya sen dünyanın en iyi kocası olabilir misin?” Hevesle ona doğru uzanıp yanağını uzunca öperken Pamir serseri bir şekilde gülümsedi. “Dünyayı bilmem ama senin için öyle olmaya çalışıyorum.” Söylediği cümle ile tekrardan yanağını öpüp başımı omzuna yasladım. “Moralimi nasıl düzelteceğini biliyorsun.” Pamir dudaklarını saçlarıma yaslayıp öptükten sonra keyifle karşılık verdi. “Bir zahmet bileyim.” Başım omzunda yola doğru bakarken aklıma gelen şeyle konuştum. “O zaman bize meşhur sandviçinden de yapar mısın?” gözlerimi kırpıştırıp tatlı tatlı yan profiline baktım. Özlemiştim. Çok uzun zaman olmuştu yemeyeli. Pamir bakışlarını saniyelik olarak yoldan çevirip gözlerime bakarken güldü. “Sen böyle bakarsan nasıl reddedebilirim, yaparım tabii ki.” İstediğimi almanın mutluluğu ile bakışlarımı ondan çekerek yola bakmaya devam ettim. Kısa bir süre sonra yemek yiyeceğimiz mekâna vardığımızda siparişlerimizi verdik ve sohbet eşliğinde karnımızı doyurduk. Ne yalan söyleyeyim Hakkari’den uzaklaşmak şimdiden bana çok iyi gelmişti. Hem Pamirleydim hem onunla tanıştığım memleketimdeydim, benden mutlusu yoktu. Yemeklerimizin ardından Pamir bana söz verdiği gibi sandviç için gerekli malzemeleri almış ve evlerinde bir çırpıda sandviçleri hazırlamıştı. Şimdi karnımız toktu ama yolda acıkırdık mutlaka. O sandviçleri hazırlarken bende onu izlemiştim. Su, atıştırmalık bisküvi, çubuk gibi şeyleri marketten almıştık zaten. Yolda giderken de benzinlikten ihtiyaçlarımızı tamamlardık. Zaten Pamir yanımda olduktan sonra öyle çok fazla şeye ihtiyacım yoktu. Yaklaşık 2 saat içerisinde Antalya’ya gitmek üzere arabamıza binmiştik. Antalya’ya ikimizde gitmediğimiz için tercihimiz burası olmuştu. Ben Ankara’yı kazanana kadar zaten il il gezmiştik ve tatil fırsatımız çok fazla olmamıştı. Ben Ankara’da okurken de genelde Ege taraflarına gittiğimiz için bu sefer tercihimi Akdeniz’den yana kullanmak istemiştim ve Pamir’de kabul etmişti. Zaten maksat birlikte olup tatilimizin keyfini çıkartmaktı. Şimdi gün batımında, Pamir’in kaptanlığında yolda ilerliyorduk. Çok huzurlu ve mutlu hissediyordum kendimi. Arada sırada yola bakıyor, çoğunlukla Pamir’in yan profilini izliyordum. O da bundan şikayetçi değildi. Ara ara bana bakıp ya göz kırpıyor ya da öpücük atıyordu. “Şunu taksana arabaya güzelim.” Pamir bir yerlerden çıkartıp bulduğu flash belleği bana doğru uzattı. Ne olduğunu sorgularcasına ona bakarken merakımı gidermek için konuştu. “Babam radyodan dinlemeyi sevmez genelde, telefondan açmakta ona göre değil. Kendine flash bellek doldurmuş. Biraz önce buldum, bakalım neler varmış.” “Yani diyorsun ki Serhat babamın zulasını patlatalım.” Pamir söylediğime gülerken onayladı. “Aynen öyle diyorum. İçinde ne var bilmiyorum ama muhtemelen eski tarz şarkılar vardır. Yol uzun belki hoşumuza gider.” Dediğinde istediğini yaparak flashı arabaya taktım. Takmamla birlikte Altaylardan Tuna’ya türküsü çalmaya başladı. Yüzümde bir gülümseme oluşurken mırıldandım. “Açılışı güzel yaptık bence.” Dediğimde Pamir belli belirsiz başını salladı. “Bence de.” Altaylardan Tuna’ya Kızıl Çin’le arası var. Düştük kara sevdaya, gönül güzel yarası var. Al bizi de sürü sen, Bayrak olak bürü sen, Hele durma yürü sen, daha yolun yarısı var. Ölüm bize ar gelmez, kara toprak dar gelmez, Zindanları zor gelmez, gözlerinin karası var… Türkünün sözleri içimize işlerken Pamir’in huzur içeren bir sesle şarkıya eşlik ettiğini duydum. Sesi güzeldi. Özellikle düştük karaya sevdaya ve gözlerinin karası var kısmında itina ile bana bakması kalbimi eritiyordu. Sesinin güzel tınısıyla bana söylediğini özellikle belli ederken gülümsemeyle onu dinlemiştim. Tüyleri diken diken eden birçok türkü ve gaza getiren marşlar içeren bir listeydi dinlediğimiz. Tam olarak Serhat babama uygundu, muhtemelen babamın da buna benzer bir listesi vardı. Pamir’inde eşlik edişini duydukça daha da bir hoşuma gitmişti. “Kendimi operasyona gidiyormuş gibi hissetmem normal mi?” Gülerek mırıldandığımda Pamir alayla güldü. “Sen bunları alıp telefonuna yükle, operasyona giderken dinlersin.” Çıktığım operasyonları kastederek konuşurken şakacı bir şekilde güldüm. “Olur, dinlerim.” İmali bir biçimde söylemişti ama imanın altında yatan kısmı beni rahatsız etmiyordu, bu konuda anlaşmıştık. Bir süre daha flashtaki şarkıları dinledikten sonra radyoyu açmış biraz daha hareketli, romantik olan şarkıları dinlemiştik. Şarkı dinlemekten sıkıldığımız dakikalarda ise sohbet etmiş, saatler sonra acıktığımızda Pamir’in hazırladığı sandviçi yemeye başlamıştık. Elimdeki peçetenin arasındaki sandviçten ısırırken Pamir’e yönelerek konuştum. “Sandviçi nasıl yaptığını gözlerimle gördüm ama ben yapınca seninki gibi olmuyor.” Hem merak hem sitem içeren bir ses tonuyla Pamir’e bakarken Pamir serseri bir gülüşle bana baktı. “İçime sevgimi katıyorum demiştim ya.” Söylediği cümle ile gülümsedim ve sandviçten tekrardan ısırdım. Pamir aklına yeni gelmiş olmalı ki arabayı sürmeye devam ederken merakla sorusunu sordu. “Sizin Ahmet vardı okuldan, o niye gelmedi nikaha?” Meraklı gözlerle bana bakarken kaşlarım çatıldı. Hangi Ahmet’ten bahsettiğini anlamaya çalışırken Pamir hatırlamam için açıklama yaptı. “Fakültedeki yanımızda biten sürekli, sana yazan.” Dedi hoşnut olmayan bir şekilde. Hatırlayarak dikkatle baktım Pamir’e. “Hayatım, canım kocam sen neden taktın bu çocuğa.” Dediğimde Pamir hafifçe kaşlarını çatarak bana doğru döndü. “Bir daha söyle bakayım.” Dediğinde neyden bahsettiğini anlamayıp alık alık ona baktım ve cümlemi tekrarladım. “hayatım, canım kocam sen neden taktın bu çocuğa.” Dediğimde Pamir keyifle güldü. “Onu değil güzelim, sen neden taktın bu çocuğa ve hayatım kısmını çıkartıp tekrar söyle.” Neyi kastettiğini anladığımda sesli bir şekilde güldüm. “Canım kocam.” Üstüne bastıra bastıra istediği kelimeleri söylediğimde Pamir iç geçirdi. “Ağzına da ne kadar yakıştı, senin kocam diyen ağzını öpeyim.” İçi gidermiş gibi konuşurken bundan ne kadar keyif aldığı belliydi. İstediği gibi oturduğum yerden ona doğru uzandım ve tekrar mırıldandım. “Canım kocam.” Ona yaklaşmamı fırsat bilerek aniden bana doğru dönüp gülüşümün üzerine dudaklarını bastırdı ve sesli bir biçimde öptü Pamir. “Oh, sandviçin üzerine iyi geldi.” Dediğinde büyükçe güldüm. “Sen delisin gerçekten.” Dediğimde Pamir her zaman söylediği cümleyi söyledi ve göz kırptı. “Bir tek sana deliyim.” Keyifli keyifli ona bakarken içimde ona karşı taşan aşka engel olamadım. Kalbimi heyecanla, mutlulukla attırmayı çok iyi biliyordu. “Yalnız soruma cevap alamadım.” Dediğinde tekrardan ona baktım ve cevap verdim. “Berk söyledi ya hayatım, işi varmış gelememiş. Zaten öyle çok bir iletişimimiz yok.” Dediğimde Pamir’in yüzünde bir zafer gülüşü oluştu. “Buna sevindim. Hiç sevmiyordum.” “Aslında iyi çocuktu, başarılıydı da.” Dedim gıcıklığına yaparak. Pamir bakışlarını yoldan çekmeden kaşlarını çattı. “Devrim.” Dedi ciddi bir sesle uyararak. “Gıcığıma mı yapıyorsun güzelim?” Alınmış bir ifadeyle yola bakarken başımı omzuna doğru yaslayarak sırnaştım. “Gıcığına yapıyorum tabii ki.” Dedikten sonra yanağını öptüm aniden. Söylediğim şeyle Pamir hayretle baktı bana. “E yuh ama bunu da söyleme.” Sinirlendiği belli ederken elimi yanağına götürerek makas aldım. “Kızma bana yakışıklı kocam, hepsi seni çok sevdiğimden. Takılmadan duramıyorum.” Cilveli bir ses tonuyla söylediklerimle Pamir gülmemek için kendini tutarken başımı omzuna yasladım. Pamir ise viteste duran elini yanağıma getirip okşadı. “Kendini affettirmesini iyi biliyorsun.” Bir süre daha bu şekilde devam ederken hava kararmıştı. Yolun yarısında ısrar kıyamet şoför koltuğuna ben geçmiştim. Pamir’de benim oturduğum yere oturmuştu. Kâh yanağımı öpüyordu, kah elimi tutuyordu, kah elleriyle beni besliyordu. Müzik dinleyerek, sohbet ederek, konuşarak gece yarısına gelmeden Antalya’ya varmıştık…
◔◔◔ Yazarın anlatımından Sinem ve Hakan, “Anne fırındakilere baksana, hazırlanmam lazım diyorum.” Sinem panik bir halde mutfaktan odasına doğru koşarken Olcay hanım salondan kalkarak mutfağa doğru ilerledi. Bugün Hakan ile buluşacaklardı. Ancak gitmeden önce annesi Sinem’in meşhur dereotlu poğaçasını yapmasını istemişti. Hem kızının yemeklerini özlediğinden hem de beş çayında toplu bir şekilde yemek için istemişti bunu. Devrim ve Sinem’in kaldığı evde şimdilik Olcay hanım, Gökhan bey, Burçe, Turan bey kalıyordu. Karşı dairede de Hakan ailesi Fulya hanım ve Ahmet bey, Halide hanım ve Serhat bey kalıyordu. Nikah için gelmişken de biraz kalmışlardı, iki güne onlar da gideceklerdi. Burçe hava kararmadan önce çıkmıştı Ahsen’ler ile buluşacağım diye. Evin işi de Sinem’e kalmıştı. Her ne kadar panik olsa da Burçe’nin Batu ile buluşacağını bildiğinden ses çıkarmamıştı. Onlar suç ortağıydı. “Bu ne telaş böyle?” Sinem’in babası Gökhan bey hem eşine hem kızına bakarken salonda oturan Turan bey bıyık altından güldü. “Bana tanıdık geldi birazcık.” Gökhan bey elbette Hakan’ı biliyordu, zaten tanışmışlardı da. Ama kızının böyle koştura koştura hazırlanması birden içine oturmuştu her tipik kız babası gibi. “Turan amcacım sende.” Dedi Sinem uyarı dolu bir şekilde. Turan bey elini dudaklarına götürüp fermuar çekercesine bir hareket yaptıktan sonra sessizleşmişti. Aklına kızı geldiğinde durgunlaşmadan edememişti. “Poğaçalar pişmiş.” Dedi Olcay hanım salonun kapısından. Ardından ekledi. “Fulyaları çağırayım.” Diyerek kapıya yöneldi ve kulpundan tutarak açtı. Kulpu indirip kapıyı açtığı an elini kapıyı çalmak üzere kaldırmış olan Hakan ile karşılaştılar. Hakan eli havada kalmış bir şekilde şaşkınca bakarken kendine gelerek elini indirdi. Ardından saygı ifadesini takınarak tebessüm etti. “İyi günler Olcay teyze.” Dediğinde Olcay Hanım’da tebessüm etti. “İyi günler Hakancım, gelsene içeri.” Hakan genzini temizleyerek elini ensesine götürdü. “Aslında Sinem’i soracaktım.” Dediğinde Olcay hanım kızına seslenmek üzere arkasına döndüğü sırada salon kapısından Gökhan bey göründü. “Hakan mı gelmiş?” diyerek bakarken Hakan ile ikisi göz göze geldiler. “İçeri gelsene Hakan.” Gökhan bey sakin ama ciddi bir şekilde karşısındaki Hakan’a bakarken Hakan ufak bir çekingenlikle baktı adama. Kızınızı almaya geldim demeye pek cesareti yoktu. O sırada Sinem, Hakan’ı kurtarırcasına kapının önüne yaklaştı. “Geldim geldim.” Sinem’in gelişi ile Hakan derin bir nefes verdi. Sinem hem annesine hem babasına bakarken bir yandan da spor ayakkabılarını giymeye koyuldu. “Biz çıkıyoruz, akşama görüşürüz.” Dediğinde Gökhan bey Hakan’a bakarak cevap verdi. “Görüşelim bakalım.” Bu sözle Hakan büyükçe yutkunurken Sinem işini bitirip Hakan’a döndü. “Hadi gidelim.” “Hoşça kalın.” Hakan saygısızlık olmaması adına ikisine yönelik konuştuktan sonra Sinem’in arkasından merdivenlerden inmeye başladı. Onlar inerlerken Olcay hanım karşı daireye giderek arkadaşlarını çağırdı. O sırada Hakan ile Sinem evden çıkmışlar ve arabaya doğru ilerlemişlerdi. Arabaya bindikten sonra Sinem biraz önceyi kastederek Hakan’a yönelik konuştu. “Babamın karşısında üç buçuk attın.” Sesinde alay varken Hakan yandan bir şekilde Sinem’e baktı. “Neden acaba? Baban bana düşmanı gibi bakıyor.” “Abartma.” Dedi Sinem gülerek. Ardından ekledi. “Tipik kız babası işte, direkt bağrına basmasını beklemiyorduk değil mi?” dediğinde Hakan onayladı. Evet beklemiyorlardı ama Hakan hiç olmadığı kadar gergin hissediyordu kendini. “Neyse, zamanla alışır o da. Bir gün beni oğlu gibi kabullenir belki.” “Tabii ki.” Dedi Sinem emin bir şekilde. Çünkü emindi. O kimi severse ailesi de onu severdi. Ki zaten Hakan sevilmeyecek gibi biri değildi. “Peki sizinkiler? Bir şey diyorlar mı?” diye ekleme yaptı Sinem meraklı bir şekilde. Hakan’ın yüzünde yamuk bir gülümseme oluştu. “Seni çok sevdiler, özellikle annem. Hâkime olduğunu duyunca da ayrı bir gururlandılar.” Bu sözler Sinem’in de hoşuna gitmişti. Aslında içinde bir yerlerde çekince vardı. Sonuçta onlar Hakan’ın annesi ve babasıydı. Aralarındaki her şey yeni de olsa bir yerde onun kayınvalidesi ve kayınbabasıydı. Onu sevmelerini her şeyden çok isterdi. Devrim’in nasıl zorlandığını hatırladığında şükretti içten içe. “Gerçekten çok mutlu oldum şu an.” Dedi Sinem açık sözlü bir şekilde. Ardından aklına gelen şeyle birlikte elindeki poşeti açtı. “Unutmadan şunu vereyim.” Poşetin içinden saklama kabını çıkartarak hazırladığı poğaçayı peçeteyle eline alıp Hakan’a doğru uzattı. “Ben yaptım, hem kokmuştur hem de tatmanı istedim. Meşhurdur benim poğaçam.” Hakan tek kaşını kaldırıp poğaçayı eline alırken konuştu. “Bunca zamandır beraberiz, hiç bahsetmediniz Sinem hanım. Aşk olsun.” Ufak sitemli ama güler gibi bir sesle konuşan Hakan’a cilveyle baktı Sinem. “Aşk oldu zaten Hakan bey.” Hakan bu cümle ile büyükçe gülümsedi. En sevdiği şey Sinem’in böyle açık sözlü oluşuydu. “Hadi soğutmadan bak tadına.” Diyerek gözleriyle işaret etti poğaçayı. Hakan ağzına götürüp küçük bir ısırık aldıktan sonra damağına yayılan güzel tatla birlikte gözlerini kapatmak istedi. Ama Sinem’e takılmak için her şeyi yapacağından yüzünü buruşturur gibi yaptı. Sinem dikkatle onu izlerken Hakan’ın yüzünü buruşturduğunu görerek kaşlarını çattı hafifçe. “Ne oldu?” “Biraz tuzlu olmuş sanırım, hafif acılık da geliyor gibi.” Gözlerini kısmış kızın tepkilerini izlerken Sinem dudaklarını büzdü. “Öyle olmaması gerekiyordu ama.” Üzgün bir şekilde konuşurken Hakan elindeki poğaçayı onun ağzına doğru götürdü. “Bak istersen.” Sinem tereddüt etmeden Hakan’ın ısırdığı yerden ısırırken ağzına yayılan güzel tat ile kaşlarını daha da çattı ve eliyle Hakan’ın omzuna vurdu sertçe. “Pislik! Gayet güzel olmuş.” Hakan, Sinem’in tepkisine gülerken Sinem’in omzuna vurması ile elini omzuna götürüp yüzünü buruşturdu tekrardan. “Elinde ağırmış.” “Ya Hakan!” Sinirli bir şekilde karşısındaki adama bakarken Hakan bıyık altından gülmeye devam etti. Sinem ise sitemle konuştu. “Sen beni kandırmayı çok seviyorsun değil mi?” kollarını göğsünde bağlayıp trip atarcasına başını cama doğru çevirirken Hakan elindeki poğaçayı kutuya koyarak Sinem’e doğru döndü. Eliyle kızın çenesini tutup kendine çevirmeye çalıştı. “Kızdın mı sen bana?” diye sesini yumuşatıp kıza bakmaya çalışırken Sinem kafasını çevirmedi ona doğru ama gülmemek için kendini zor tutuyordu. İstese de Hakan’a kızamazdı, kıyamazdı artık. “Benim güzelim bana küsmüş mü?” Hakan eliyle kızın yanağını okşarken Sinem duyduğu hitapla gülümsemesine engel olamadı. Bir yandan da hafifçe utanmıştı. Sinem açık sözlü, dobra biri de olsa konu aşka geldiğinde utanıyordu. “Kızarmış mı o yanaklar yine?” Hakan’ın güzel bir ses tonuyla dile getirdiği şeyle Sinem ona doğru baktı istemsizce. Yüzleri arasında küçük bir mesafe varken Hakan eliyle kızın yanağını okşamaya devam etti. “Hah şöyle güzel gözlerini göreyim.” Sinem, Hakan’ın mavinin en güzel tonu olan gözlerine bakarken mırıldandı. “Gözleri güzel olan sen misin yoksa ben miyim?” Zira Hakan’ın mavilerine dalmadan edemiyordu. Hakan’ın yüzünde küçük bir gülümseme oluştu bu iltifat karşısında. Ardından Sinem gibi mırıldandı. “Benim için en güzel gözler senin gözlerin.” Sinem içinin kıpır kıpır olmasını engelleyemedi bu sözlerle. “Hakan…” diye mırıldandığında Hakan gözlerini bir saniye bile kızdan ayırmadı. “Sevgilim…” içten ve derin bir sesle gelen kelime ile Sinem’in gözleri parladı. Bu sessizlikte kalbinin atışının dışarıdan duyulmasından korktu. “Seni çok seviyorum biliyorsun değil mi?” dedi kalbindeki duygular diline dökülürken. Hakan hafifçe kaşlarını çattı. “Bilmiyor gibiyim biraz.” Diye muzip bir sesle konuşurken Sinem’de kaşlarını çattı. Aslınca bunu diline çok yansıtmıyordu ama gözlerinden ve hareketlerinden yansıttığına emindi. Elini Hakan’ın yanağına yasladı usulca. Hakan ise yanağını Sinem’in avuç içine iyice bastırdı. “Sana bakışım…” derin derin gözlerine bakmaya devam etti adamın. Her zaman içinde kayboluyordu. “Gözlerimdeki pırıltı…” titrek gözlerle gözlerine bakarken devam etti sözlerine. “Senin yanında hızlı hızlı atan kalbim…” dedikten sonra bakışlarını adamın mavilerinden çekip dudaklarına doğru indirdi. “Öpüşüm…” diye dudaklarına nefesini verdi. Hakan bu hamleyle büyükçe yutkunup bakışlarını kızın dudaklarına doğru indirirken Sinem dudaklarına az bir mesafe kalana kadar yüzüne yaklaştı. “Sana anlatmıyor mu sevgimi?” Bir hitap içini titretip utanmasına neden olsa bile ilişkisinde açık olmayı severdi Sinem. Bunu en başından beridir de başarıyordu. “Anlatıyor…” dedi Hakan itaatkâr bir biçimde. Etkilenmediğini inkâr edemezdi. Onun kalbi de hızlı hızlı atıyordu, gözleri uzun uzun kızın gözlerine dalıyordu. Bir sözüyle eriyip bitiyordu. Ama bunu her şekilde gösteriyordu zaten. Gözleri kızın dudaklarında takılı kalmışken Sinem dudaklarını birleştirdi. Sakin, aşk ve tutku dolu bir öpüşmeyi başlattı. İncitmeden, yavaş yavaş, anın tadını çıkarta çıkarta birbirlerine sevgilerini ifade ediyorlardı. Birbirlerine dalaşmadan, uğraşmadan duramayan iki kişinin hikayesiydi onların ki. Dudakları birbirinden ayrılırken alınları birbirine yaslandı. “Bende seni çok seviyorum, aklımın almayacağı kadar çok hem de. Bir insanın bu kadar sevilebileceğini şimdi anladım…” dedi derin bir sesle Hakan. Sinem bu cümle karşısında gülümsedi. Şimdi birbirlerinin aşklarıyla çevrelenmiş, birbirleri olmadan yapamayan, birbirlerini en iyi anlayan, tüm saatlerini birlikte geçirmek isteyen, akıllarında her an birbirleri olan bir ikiliye dönüşmüşlerdi. İçlerinde kızgınlıkla oluşan kıvılcımların yerini aşk ve sevgi kıvılcımları almıştı. “Geç kalmayalım.” Dedi Sinem alınlarını ayırırken. Hakan’ın aheste bakışlarını gördüğünde sırıtmadan edemedi. “Etkilendiniz bakıyorum.” Dediğinde Hakan imalı bir bakış attı Sinem’e karşı. “Etkilendim, zaten ben senin yanında hep etkileniyorum ya neyse.” Dedikten sonra bir süre sessiz kaldı. Arabayı çalıştırırken sözlerine ekleme yaptı. “Sinem etkisi diyelim.” “Sevdim bunu.” Diye güldü Sinem. Emniyet kemerini takarken gözleri saklama kabındaki poğaçalara takıldı ve aklındaki soruyu dile getirdi. “Gerçekten sevmedin mi?” diye meraklı gözlerle Hakan’a bakarken Hakan anlamayarak baktı ilk önce Sinem’e. Ardından poğaçaları görerek durumu anladı, tam olarak aklından uçup gitmişti. “Sevmeme diye bir ihtimal var mı sence?” Sinem beklentiyle Hakan’a bakarken Hakan uzanarak parçasını aldı ve ısırmadan önce ekledi. “Çok sevdim, sen zaten ne yaparsan en güzelini yaparsın ki.” İşte şimdi tatmin olmuştu Sinem. Büyükçe gülümserken o da kendi poğaçasını eline aldı. “Elim lezzetlidir, şanslısın.” Diye ego ile konuştu. “Ego çekil önünden sevgilimi göremiyorum.” Hakan poğaçasını ısırırken alayla güldü. Sinem ise gözlerini devirdi buna. “Off Hakan.” Derken gülmeden edemedi. Gidecekleri yere giderken yol boyu birbirleri ile uğraşmadan duramadılar. Ama sinir edecek türden bir uğraşma değildi bu. Flört tarzıydı ve ikisi de bunu çok sevdiğini inkar edemezdi. Zaten ikisi bir arada olduktan sonra yapılan ufak tartışmalar olsun, didişmeler olsun ikisine de güzel geliyordu…
◔◔◔ Yazarın anlatımından Burçe ve Batuhan Burçe binadan çıktıktan sonra apartmana doğru baktı. Abisinin oturduğu dairenin camlarına bakıp kimsenin bakmadığını görerek derin bir nefes verdi. Sinem’e Batuhan ile buluşacağını söylemişti ve sonra evden çıkmıştı. Zaten aralarındaki ilişkiyi bilen sadece yengesiyle ikisiydi. Böyle kaçak göçek buluşmak onun da içine sinmiyordu ama korkuyordu. Annesi ve babası bir şey söylemezdi belki ama abisinin şerri onu çok korkutuyordu. Batuhan, ona bir sürprizinin olduğunu söylemişti ve bugün için bir buluşma ayarlamışlardı. Saat akşam üzerini geçmişti. Burçe hızlı adımlarla lojmanın çıkışına doğru ilerlerken tedirginlikle etrafına bakınmaya devam etti. Kapıya yaklaştığında Batuhan’ı gördü. Her zamanki gibi karizmatik duran sevgilisine gülümseyerek baktı. Taktığı güneş gözlüğü de ayrı bir hava katmıştı. Lojmanın kapısında bulunan güvenlik odasının kapısında bir askerle konuşuyordu. Çekimser bir biçimde ilerlemeye devam ederken Batuhan’ın gözü Burçe’ye doğru kaydı. Çiçekli, uzun, bir elbise giymişti Burçe. Saçlarını maşalayıp omuzlarından dökülmesine izin vermişti. Her zamanki gibi tatlı ve güzel görünüyordu. Güneş gözlüğünü çıkartarak sevgilisini net bir şekilde gördükten sonra konuştuğu askerle selamlaşıp yanından ayrıldı. Burçe hızlı adımlarla yanına yaklaşırken tatlı bir tebessümle konuştu. “Çok bekletmedim değil mi?” diyerek Batuhan’a bakarken Batuhan onun gibi tebessüm etti. “Seni bir ömür beklerim…” Bu cümle ile Burçe utanarak başını yere doğru eğdi. Batuhan böyle konuştuğunda bazen ne cevap vereceğini bilemiyordu ama içi eriyordu. “Nereye gideceğiz?” diye konuyu değiştirirken Batuhan hafifçe kaşlarını çattı ama eğlenir bir ifadeyle konuştu. “Önce sevgilinize sarılsanız mı acaba? Hani asker arkadaşı değiliz ya biz.” Dediğinde Burçe etrafına bakındı. “Çok isterdim ama burada mı?” Bunu söylediğinde Batuhan, Burçe’nin elini tutarak girişteki güvenlik odasının kenarına doğru çekti kızı. Şimdi etraftaki binalardan görünmezlerdi. Sadece dışarıdan geçenler görürdü onları. Dışarıdan da buraya gelecek tanıdık yoktu. O yüzden kızın bileğini bırakmadan kendine doğru çekti Batuhan. Hiç beklemeden kollarını kızın bedenine dolarken onun hizasına gelebilmek adına biraz eğildi. Burçe’de kollarını Batuhan’ın boynuna sarıp çenesini omzuna yasladı ve gözlerini kapattı. “Hah şöyle, hani bana sıkı sıkı sarılmak istiyordun. Telefonda öyle söylüyordun.” Dedi Batuhan keyifli bir tını ile. “İstiyorum zaten…” dedi Burçe gözlerini açmadan. Batuhan’ın kollarında, kokusuyla huzur bulmakla meşguldü. “O zaman sözümüzde duruyoruz Burçe hanım.” Dedi Batuhan güler gibi bir sesle. Burçe bu sözle daha da sıkı sarıldı ona. “Böyle kaçak göçek görüşünce sözlerimizi biraz eksik tutuyoruz Batuhan bey, kusura bakmayın.” Batuhan, Burçe’nin ona daha sıkı sarılmasıyla birlikte daha rahat sarılabilmeleri için kızı hiç zorlanmadan kaldırdı ve çenesini omzuna yasladı. Ayaklarının yerden havalandığını hisseden Burçe heyecanla konuştu. “Ne yapıyorsun?” sorduğu soru ile Batuhan cevap verdi. “Her şarta uyum sağlıyorum.” Birbirlerine sıkıca sarılıp ayrıldıklarında arabaya doğru ilerlediler. Arabayla rahatça gezebiliyorlardı. Emniyet kemerlerini takıp yola koyulduklarında Burçe merakla konuştu. “Nereye gidiyoruz?” Batuhan göz ucuyla kıza bakarken cevap verdi. “Adı üstünde sürpriz güzelim.” Batuhan’ın cevabını kabullendi Burçe. Yoldan dışarı bakarken aklına gelen şeyi dile getirdi. “Abimlerin gelmesine az kaldı, rahatlığımız sona erecek.” Düşünceli bir şekilde dile getirdiği şeyle birlikte Batuhan kızın sesindeki rahatsızlığı sezdi. “Söyleyelim kurtulalım o zaman.” Dedi kendinden emin bir şekilde. Burçe bu teklifle gözlerini kocaman aralayarak baktı Batuhan’a. “Olmaz.” Dediğinde Batuhan sıkıntılı bir şekilde iç çekti. Burçe ise devam ettirdi sözlerini. “Ona söyleyince rahat mı olacağız sanıyorsun? Gözü sürekli üzerimizde olacak, bana ayrı sana ayrı çektirecek.” Bunda hak veriyordu Batuhan, Burçe’ye. Ama sabırsızdı bu konuda. “Komutanımdan böyle bir şeyi saklamak içime sinmiyor ki hiç. Adam geldi yanıma, derdimle dertlendi. Şimdi böyle arkasından iş çeviriyorum.” Bu konuda kendini suçlu hissetmekten alıkoyamıyordu. İnsan kimi seveceğine kendi karar veremiyor diyerek rahatlatmaya çalışıyordu kendine. Burçe elini uzatarak Batuhan’ın vitesin üzerindeki eline yasladı. Batuhan anında elini kavrayıp sıkıca tutarken Burçe konuştu. “Anlıyorum seni, hem de çok iyi anlıyorum. Abin gibi görüyorsun. Benim de içime sinmiyor ama korkuyorum…” Batuhan meraklı gözlerle baktı sevdiği kadına. Burçe ise Batuhan’ın bakışından sızan merakı görerek devam etti sözlerine. “Bizi ayırmasından, bir şekilde ayrılmamıza sebep olmasından, sana yapacaklarından…” Burçe’nin durgun bir şekilde dile getirdiği cümle ile Batuhan kızın elini tutup dudaklarına götürdü ve uzunca öptü. “Korkma Burçe’m.” Diyerek kızın gözlerinin içine baktı. Duyduğu hitap ile Burçe’nin yüzünde güzel bir tebessüm oluşurken Batuhan devam etti sözlerine. “Ben bir kere senin elini tuttum, ölüm ayırmadığı sürece de o eli bırakmam.” “Öyle söyleme.” Dedi Burçe hemen itiraz ederek. Bu düşünce sesini titretmeye yetmişti. Bu kalbinin en derinliklerinde olan, hiç yüzeye çıkartmak istemediği ama aklının köşesinde sürekli dolanan bir ihtimaldi. Kalbine sancı veren, korkutan, canını yakan bir ihtimal… “Tamam söylemedim.” Dedi Batuhan hızlıca. Bu konuda Burçe’nin ne kadar duyarlı olduğunu bildiğinden üstelemedi. Aslında kabullenilmesi gereken bir gerçekti ama bu sonraya ertelenebilirdi. Bu yüzden sözlerine devam etti. “İsterse beni dövsün, sövsün. Hepsi kabulüm. Zaten bir süre sonra kabullenecektir.” “Umarım…” diye iç çekti Burçe. Abisiyle yengesinin yaşadıklarını görmüştü. Bora abisi hiçbir zaman rahat bırakmamıştı onları. Hala bile devam ediyordu buna. Yolculukları bir süre sessiz bir şekilde devam ederken hava kararmıştı bile. Araba yavaş yavaş hızını azaltırken Burçe birçok ışık cümbüşünün bulunduğu yeri gördü. Şaşkınlıkla bakınmaya devam ederken Batuhan emniyet kemerini çözerek konuştu. “Hadi inelim.” Dediğinde Burçe heyecanla emniyet kemerini çözdü. Arabadan birlikte indikten sonra geldikleri yerin kapısının önünde el ele içeriye baktılar. Birçok oyuncağın bulunduğu, rengarenk ışıkların aydınlattığı, çocukların etrafta koşuşturduğu alana baktılar. Lunaparka gelmişlerdi. “Unutmamışsın…” dedi Burçe hevesle. Bundan birkaç ay önce telefonda konuşurken söylemişti lunaparkları sevdiğini. Batuhan, Burçe’nin her söylediği şeyi zihnine yazdığı gibi bunu da zihnine yazmıştı elbette. “Her söylediğin zihnimde kazılı.” Dedi Batuhan eliyle başını işaret ederek. Ardından işaret etti başıyla içeriyi. “Hadi, oyuncaklar bizi bekler.” El ele içeri girdiklerinde Burçe’den heyecanlısı yoktu. Gerçekten o kadar mutlu olmuştu ki anlatacak kelimeleri yoktu. Batuhan’da onun mutluluğu ile mutlu oluyordu. Burçe’nin gülüşü zaten onun için mutluluk sebebiydi. Bir süre etrafta turladıktan sonra Batuhan konuştu. “Pamuk şeker mi kâğıt helva mı?” Burçe dudaklarını büzerek kararsız kalırken Batuhan güldü. “O zaman ikisi de.” El ele pamuk şeker ve kâğıt helva satan adamın yanına giderek birer tane pamuk şeker ve kağıt helva aldılar. Burçe pamuk şekerini açıp yerken Batuhan keyifle güldü. “Bana da verirsin herhalde, bir ödülü hak ettim.” Dediğinde Burçe elindeki pamuk şekerden bir parça kopartarak Batuhan’ın ağzına götürdü. “İstediğin pamuk şeker olsun.” İkisi de keyifle gülüp dolaşırken hedefe nişan alıp kurşunun isabet ettiği sayıya göre oyuncak veren bir oyuna rast geldiklerinde Batuhan Burçe’ye doğru döndü. “Hangisini istiyorsun güzelim?” diyerek oyuncakları işaret ederken Burçe oyuncaklara doğru baktı. Seçmesi zordu. O sırada orada görevli olan adam konuştu. “Abi aman sonradan rezil olma yengeye.” Batuhan’ın yüzünde sırıtış oluşurken kendinden emin bir sesle konuştu. “Sen merak etme kardeşim.” Dediğinde bakışlarını Burçe’ye çevirdi. Burçe, beyaz renki orta boylu bir ayıyı işaret ederken görevli adam tekrar konuştu. “Onu almak için tam hedefi vurmanız lazım. Genelde kaçırıyorlar.” Hedef tahtasında 10 tane kadar daire vardı. Sayılar 20’den başlayıp 120’ye kadar gidiyordu ve gittikçe daireler küçülüyordu. 120 puanın yazdığı daire en küçük olanıydı ve isabet ettirilmesi zordu mutlaka. Atış yapılan yerle arasında 200 metre kadar vardı. “Sen ver tüfeği.” Dedi Batuhan ciddi bir sesle. Adam, Batuhan’ın vuramayacağından emin bir şekilde tüfeği verirken Burçe vuracağından emin olduğu için rahattı. Tabii karşılarındaki adam mesleğini bilmediği için böyle düşünüyordu. “1 hakkın var, yengenin istediği hediyeyi alamazsan hangi sayıya attıysan onu veririz.” Dedi adam tüfeği verdikten sonra. Batuhan dikkatini tamamen hedefe vermeden önce Burçe’ye doğru baktı ve tek gözünü kapatıp göz kırptı. Burçe’nin gözlerindeki hayranlık ve eminlik içeren ifadeyi görüp daha da motive olurken gözlerini kısıp hedefe baktı ve pozisyon aldı. Ardından işaret parmağını yasladığı tetiği çekti. Tüfeğin içinden çıkan tek kurşun hedefin tam ortasını delip geçerken Burçe sevinçle yerinde zıpladı. “İşte bu kadar!” diyerek Batuhan’ın yanına giderken görevli adam hayretle hedefe bakarken Batuhan’ın dudaklarında zafer tebessümü oluştu. Tek eliyle Burçe’nin belini tutarken diğer eliyle adama baktı. “Hediyemizi alalım.” “Helal olsun abi vallahi.” Dedi adam şaşkınlıkla. Ayıyı alıp Burçe’ye uzatırken Burçe hevesle oyuncağı aldı. Batuhan oyun için gerekli parayı çıkartıp tezgâhın üzerine bırakırken adam tekrar konuştu. “Hediyemiz olsun abi, bunu atmak büyük başarı ister. Bizden olsun.” Dediğinde Batuhan itiraz etti. “Olmaz öyle şey.” “Abi asker falan mısın sen?” dedi adam merakla ona bakarken Batuhan ufak bir tebessüm ederek konuştu. “Hayırlı işler kardeşim.” Diyerek Burçe’nin elini tuttu ve ilerlemeye başladı. Burçe başını Batuhan’ın koluna yaslamadan önce sevinçle konuştu. “Aslan sevgilim benim.” Dedikten sonra uzanarak Batuhan’ın yanağını öptü uzunca. Batuhan bu hamleyle gülümserken mırıldandı. “Acaba geri dönüp tüm hedefleri mi vursaydım?” dediğinde Burçe içten bir şekilde güldü. “Bırak diğer kadınlara da kalsın, ben seni her şekilde öperim.” El ele ilerlerken ilk önce çarpışan arabalara binmeye karar verdiler. Burçe ayrı bir arabaya, Batuhan ayrı bir arabaya binerken genelde birbirlerine çarparak oyunun zevkini çıkarsalar da sonlarına doğru Burçe’nin arabasına çarpan birkaç erkek topluluğu ile Batuhan onlara vurmayı kendine hedef edinmiş ve oyun bitene kadar onların peşinden ayrılmamıştı. “Allah aşkına oyunun amacı bu değil mi? Ne diye adamların peşine düşüyorsun?” Burçe yakınırken Batuhan omuz silkti. “Gitsinler başkalarına vursunlar. Sen onlara vurdun mu, hayır.” Diyerek kendini savundu. Burçe derin bir nefes verirken Batuhan ekledi. “Hayır sen orada kendi halinde takılıyorsun, biz birlikte eğleniyoruz. Size ne oluyor?” sinirli sinirli konuşurken Burçe elini Batu’nun koluna sararak konuştu. “Tamam sevgilim, biz sinirlenmeyeceğimiz bir şeye binelim hadi.” Batuhan’ı çekiştirip gondol sırasına soktuktan kısa süre sonra sıranın onlara gelmesiyle birlikte gondolun en tepesine bindiler. İkisi de böyle şeyleri sevdiği için çalan şarkılara eşlik edip gondolun içlerinde yarattığı adrenaline teslim oldular. Gondol onları kesmeyince kamikaze oyuncağına binmeye karar verdiler. Her yükseliş ve dönüşte çığlık çığlığa bağırmışlar ve indiklerinde midelerinde hafif bir bulanma hissetseler de eğlenceden vazgeçmemişlerdi. Birkaç oyuncağa daha binip kapanışı dönme dolapta yapmak istemişlerdi. Biraz daha sakin olduğu için yorgunlarını böyle atacaklardı. Dönme dolabın kabinine yan yana bindiklerinde yavaş yavaş yükselmeye başlamıştı ve böylece Yüksekova’yı daha net görmeye başlamışlardı. “Korku trenine de mi binseydik?” Batuhan’ın muzip bir şekilde söylediği şeyle Burçe neyi kastettiğini anlayarak güldü. “Sana sarılmam için istiyorsan ben sana burada da sarılırım.” Batuhan istediği almanın verdiği keyifle kolunu Burçe’ye doğru açtı. Burçe hiç beklemeden kollarının arasına girip başını omzuna yaslarken Batuhan’da elini kızın omzuna yaslayarak ona sarıldı. Bir süre manzarayı izlerlerken Burçe mırıldandı. “O kadar iyi geldi ki, teşekkür ederim Batuhan.” İçten bir şekilde ettiği teşekkürle birlikte Batuhan kızın saçlarına küçük bir buse bıraktı rica ederim manasında. “Ne zaman istersen geliriz.” Aralarında ufak bir sessizlik oluştuğunda ikisi de manzarayı izlediler. Burçe başını hafifçe kaldırdı ama teması kesmedi. Direkt olarak Batuhan’ın gözlerine odaklanırken Batuhan’da başını hafiften eğerek kıza doğru baktı. “Bazen ne düşünüyorum biliyor musun?” diye sordu Burçe. Batuhan ne düşünüyorsun manasında başını iki yana sallarken Burçe cevap verdi. “Seni kazanmak için ne yaptığımı, hangi duamın kabulü olduğunu…” Bu cümleler Batuhan’ın içinde büyük bir coşku oluşturdu. Kendisi kıza karşı çok yoğun duygular hissediyordu ve şimdi Burçe’nin hislerinin de öyle olduğunu bilmek kalbine rahatlık, mutluluk veriyordu. Elini kızın yanağına doğru götürerek nazikçe yanağını sevdi. “Bence bir duanın kabulü değilim, senin varlığın yeterli bir sebep.” Burçe içi giderek Batuhan’a baktı uzun uzun. “Bir adamın bu kadar güzel sevebileceğine olan inancımı en üstlere taşıdın, her kadının sahip olmak isteyeceği türden bir adamsın.” Batuhan’ın gözlerinin içine bakarak kalbinden geçen cümleleri diline döktü Burçe. Aralarında çok kısa bir mesafe varken nefesleri birbirine çarpıyordu ama ikisi de bunu umursamadı. Batuhan derin bir şekilde kıza bakarken yutkundu. “Ben tek bir kadına ait olmak istiyorum, diğer kadınlar umurumda bile değil.” Güzel seviyordu Batuhan. Burçe daha ilk mesajlaşmalarında bile bunu fark etmişti. Şanslı bir kadındı. Bu kadar güzel bir adam herkese nasip olmazdı. “İyi ki sevgilim…” dedi içten bir şekilde. Elini Batuhan’ın yüzüne yasladı ve tebessüm etti. “İyi ki bana mesaj attın, iyi ki bizden vazgeçmedin.” Dediğinde Batuhan’ın da yüzünde tebessüm oluştu. Kızın yanağında duran elini kavrayarak kalbinin üzerine bastırdı ve hızlı hızlı olan ritimleri hissetmesini istedi. “Kalbimi böyle attıran kadından nasıl vazgeçerdim?” Burçe bu sözle daha da gülümsedi. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Şimdi söyleyeceği şey ise ikisi için bir ilk olacaktı. Bunu söylemeyi ertelemek istemedi ve kalbinde kazılı olan bu cümleyi dudaklarının arasından çıkardı. “Seni seviyorum…” Batuhan duyduğu cümle ile ilk önce şaşırdı. İlkti bu. Burçe’den ilk defa duymuştu bunu. Bu ilişki de hep çekimser kalan o olmuştu bugüne kadar ama şimdi ilk defa duygularını net bir biçimde dile getiriyordu. Heyecanlandı Batuhan ama heyecanının onu ele geçirmesine izin vermedi. Hevesli bir şekilde gülümsedi. “Bende seni çok seviyorum…” dedi içi giderek. Yakınlıklarının ve birbirlerine ettikleri itirafın etkisiyle vücutlarında yükselen bir ateş varken dudaklarının arasındaki mesafe de gittikçe azalıyordu. Bu yaşanacak olan şeyde ilk defa olacaktı, sadece yanaktan öpmek ve sarılmakla yetinirken artık içlerindeki sevgi doyumsuzluğa ulaşmıştı. Bu yüzden kızın gözlerine izin alırcasına baktı Batuhan yapacağı hamle için. Burçe bir izin niteliğinde ona yaklaşıp gözlerini usulca kapatırken Batuhan aldığı cevapla birlikte dudaklarını kızın dudaklarına bastırdı. Kalplerindeki duygular bu temasla daha da coştu. Bu temas, his, sıcaklık ikisinin de hoşuna gitti. Nazik ve acele etmeden birbirlerine sevgilerini aktarırken ikisi de halinden memnundu. Birbirlerine olan sevgileri katlanarak artarken artık birbirlerine söylemekten çekinmiyorlardı. İçlerinde korku vardı ama korkularına kendilerini esir etmiyorlar, aynı Batuhan’ın söz verdiği şekilde hayatın tadını birlikte çıkartıp güzel vakitler geçiriyorlardı…
◔◔◔ Devrim Akyol Arslan’ın anlatımından, “Pamir ya, buraya uyumaya mı geldik?” Söylenerek bacaklarımdan krem rengi şortumu geçirirken bir yandan da yatakta uzanmış sözde gözleri kapalı olan kocama bakıyordum. Aslında kapalı değildi tabii ki, bayık gözlerle beni seyrediyordu. Dün otele gelir gelmez uyumuştuk. Sabahta güneşin odaya giren ışınlarıyla uyanmış ve kahvaltıya inmiştik. Kahvaltının ardından birkaç saat denize girmiş, sonra tekrar odaya gelmiştik. Pamir duşunu aldıktan sonra yatağa uzanmıştı ve beni beklerken gözlerini dinlendirmeye koyulmuştu. Hazırlandıktan sonra biraz gezelim diye düşünmüştük ama Pamir’in kalkmaya niyeti var mıydı belli değildi. Üzerime kahve tonlarında askılı crop giydikten sonra takılarımı takmak üzere masaya yaklaştım. Aynaya bakarak küpelerimi taktıktan sonra adımlarımı yatağa doğru attım. Pamir’e doğru eğilip yakışıklı yüzüne bakarken mırıldandım. “Uyumadığını biliyorum.” Elimi yüzüne götürüp yeni yeni çıkan sakallarına dokunurken Pamir’in dudakları kıvrıldı. Elimle kolundan kavrayarak kalkması için çektim. “Hadi kalk çıkıp gezelim biraz.” Derken Pamir onu tutan elimi kavrayarak beklenmedik bir hamle ile beni yatağa daha doğrusu kendi üzerine çekti. Ardından da hemen yanında bulunan boşluğa bedenimi yatırarak başını boyum girintime yasladı ve kolunu bedenimin üzerine atarak bir kapan gibi sardı vücudumu. “Daha vaktimiz bol nasılsa gezeriz güzelim.” Boğuk bir sesle konuşurken boynumu öpmeyi ihmal etmedi. Huylanarak gülümserken Pamir ekleme yaptı sözlerine. “Azıcık yatak keyfi yapalım, sonra çıkarız.” Dediğinde kolunu üzerimden çekmeye çalıştım. Bahsettiği şeyin ne olduğunu anlamıştım. “Şimdi çıkalım, sonra yaparız keyfimizi.” Dedim itiraz ederek. Ardından yakınmadan edemedim. “Sen ne doyumsuz bir adam çıktın. Hayır bilseydim yani.” Cümlemi devam ettireceğim sırada Pamir başını boynumdan kaldırdı ve kısık gözlerle bana baktı. “Bilseydin evlenmez miydin? Hm?” sorgularcasına bana bakarken elini belime doğru kaydırıp parmaklarını aşağı yukarı hareket ettirerek gıdıkladı. “Söyle bakayım, evlenmez miydin?” Huylanıp ondan kaçınmaya çalışırken hissettiğim gıdıklanma hissiyle kahkaha atmadan duramadım. Ellerimle onu engellemeye çalışırken Pamir gıdıklamaya devam etti. Bir yandan da konuştu. “Hadi güzelim, cevabını bekliyorum.” “Ya Pamir!” Gülerek elini tutmaya çalışsam da dizlerini belimin iki yanına yaslayıp karın hizamda ağırlığını vermeden oturur pozisyona geçti. Bedenimin üzerinde kurduğu hakimiyet nedeniyle engelleyemiyordum onu. “Evlenirdim!” diye istediği cevabı verdiğimde belimdeki elleri duraksadı. Nefesimi dizginlemeye çalışırken hala daha gülmeye devam ediyordum. Pamir’de benim gibi sesli bir şekilde gülerken sitemle konuştum. “Hile yaptın ama.” “Hile ha? Nasıl bir hile, böyle mi?” diyerek tekrardan gıdıklayacağı sırada hızlıca itiraz ederek durdurdum. “Tamam tamam, yapmadın hile falan.” İkna etmeyi çok iyi bildiği için bir zafer edasıyla bana bakarken ellerini başımın yanına yasladı ve yüzüme doğru eğildi.. Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırıp birleştirdiğinde karşılık vererek dudaklarını emdim. Pamir kısa süre sonra dudaklarımızı ayırdığında yüzlerimiz arasındaki mesafeyi açmadan gözlerime baktı derin derin. “Benim hasretim 30 yıllık, öyle kolayca biteceğini düşünmen çok üzücü.” Keyifli bir tınıda dile getirdiklerini dinledikten sonra ağzımdan çıkan kelimelere engel olamadım. “Tamam, hasret giderme demiyorum zaten ama şimdi bu güzel havada, güneş etrafı aydınlatırken odaya mı kapanalım?” dedikten sonra söylediklerimi algılayarak dilimi ısırdım. Pamir tek kaşını kaldırdı ve yüzünde yamuk bir gülümseme oluştu. “Ha hava karardığında, güneş gittiğinde diyorsun. Anlaşıldı, tamam.” Dalga geçercesine benimle konuşurken kaşlarımı çattım. “Of Pamir ya! Çekil.” Diyerek elimi çıplak göğsüne yasladım ve üzerimden itekledim. Normalde hiçbir şekilde benim küçük temasımla hareket etmeyeceğini bilsem de Pamir onu iteklememe izin vererek üzerimden çekildi. “İstediğini anladım güzelim, şimdi çıkabiliriz.” Hala daha alaylı bir şekilde konuşurken yataktan kalkarak aynaya doğru yöneldim. Aynada saçımın kabardığını gördüğümde elimi saçlarıma atarak sinirle söylendim. “Şuna bak saçlarım ne hale gelmiş?” Aslında bunu söylerken gülüyordum, saçım dağıldı diye sinirlenecek halim yoktu. Onunla geçirdiğim her vakitten keyif alıyordum. “Söylenme artık.” Pamir gülerek arkama doğru geçti. Gömleğini üzerine geçirmiş, üstten iki düğmesini açık bırakarak teninin görünmesini sağlayacak şekilde düğmelerini iliklemişti. Ellerini saçlarıma getirerek avuçlarını en tepeden başlayıp sırtıma kadar gelen saç uçlarına kadar bastırdı ve kabarıklığını aldı. “Her halinle güzelsin zaten.” Dedikten sonra saçlarımın bir kısmını omzuma attı. Önüme doğru geçip yandan ayırdığım saçlarımın kısa tarafını itina ile kulağımın arkasına getirdikten sonra yanağımdan makas aldı. “Bak fıstık gibi oldun.” İtinayla saçlarımı düzeltmesi, bakışlarındaki sevgi tohumları içime işlemişti. Güzel seviyordu. “Senin elin değdi ya ondan güzel oldu.” Dedim aynaya doğru bakarak. Pamir aldığı cevaptan memnun olarak aynadan bana bakmaya devam etti. “Ne zaman isterseniz emrinize amadeyim.” Dedikten sonra dudaklarını saçlarıma bastırıp öptü. Ardından masanın üzerindeki araba anahtarını ve telefonunu alarak şortunun cebine koydu. Güneş gözlüğünü alıp gömleğine asarken karizmatik halini izlemelere doyamadım. Pamir hazır olup olmadığımı sorgularcasına bana bakarken bende masanın üzerindeki gözlüğümü alıp saçlarıma taktım. Sonra da telefonumu çantama attım. Birlikte odadan çıktığımızda odanın kapısını kilitleyip Pamir’e doğru baktığımda elini bana uzattığını görerek elini tuttum ve parmaklarımızı birbirine kenetledim. Otel odasından çıkıp arabamıza bindikten sonra Antalya’nın gezilecek belli yerlerine doğru gitmeyi planlayarak otelin içinden çıktık. Kaldığımız yer bir askeri kamptı. Elimizde böyle bir imkan varken bunu değerlendirmiştik, güvenlik açısından da daha iyiydi. Düden şelalesi, Manavgat şelalesi, Damlataş mağarası, Side Antik kenti, Aspendos antik tiyatrosu gibi yerleri gezmeye başladığımızda zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştık bile. Gerçekten güzel bir yerdi Antalya. Bir günde gezmeyi bitiremeyeceğimiz için akşam güneş yavaştan batmaya başladığında otele geri dönmüştük. Yarın akşama doğru gezemediğimiz diğer yerleri gezmek üzere plan yapmıştık. Sabahtan yine denize girerdik muhtemelen. Ne yalan söyleyeyim böyle bir tatil yapmak o kadar iyi gelmişti ki. Zaten gezmeyi ve denize girmeyi severdim. Bunlara ek olarak da yanımda canımdan bile çok sevdiğim adam olunca keyfim yerine geliyordu. Her şeyden uzakta, dertlerden, davalardan uzakta olmak iyi gelmişti. “Keşke hep burada yaşasak.” Bardağımdaki koladan bir yudum içerek masaya koyduğumda bakışlarım karşımdaki Pamir’de idi. Otele giriş yaptığımızda direkt olarak yemek yemeye gelmiştik. Gezerken dondurma falan yemiş olsak da epey gezdiğimiz için acıkmıştık. Pamir söylediğim cümleye karşılık iç çekti. “Keşke… Böyle dert tasa olmadan vakit geçirmek güzelmiş. Ama bizim durumumuzda bu zor biraz.” Aslında bildiğim bir soru sormuştum. Zordu gerçekten. Benim de tayin istemem için 2 yıl Hakkari’de görev yapmam gerekiyordu zaten. Böyle de bir niyetim yoktu tabii Pamir tayin isterse ancak o zaman olurdu. “Olsun, biz birlikte olduktan sonra yerin önemi yok sonuçta. Ben seninle her yerde kalırım.” Dedim hevesle. Pamir aldığı cevapla rahatlarken masanın üzerinden avucunu bana doğru uzattı. Tereddütsüz bir şekilde elimi avuçları arasına koyduğumda sıkıca tuttu. “Bende, sonuçta insanın yuvası yanında olduğunda mekân önemli değil.” Yüzümdeki gülümseme büyürken başımı omzuma doğru eğip aşkla baktım Pamir’e. Pamir göz kırparak içimin daha da erimesine neden olurken elimin üzerini öptü. Ardından elimi masanın üzerine bırakarak bakışlarıyla tabağımı işaret etti. “Hadi soğutma.” İştahla yemeğimi yemeye devam ederken bir yandan da sohbetimize devam ettik. Yemeklerimizin bitiminde Pamir’e bir telefon gelmişti. Benden biraz uzaklaşıp havuz başında konuşurken bende ikimiz için kahve siparişi vermiştim. Kahvelerimiz gelene kadar lavaboya gitmeye karar verdiğimde bakışlarını ara ara bana değdiren kocama dudaklarımı kıpırdatarak lavaboya gittiğimin haberini vererek aldığım onayla restoran bölümünden çıktım. Koridorda ilerlerken telefonuma gelen bildirim ile ekranı açtım. Burçe’den gelmişti mesaj. Daha doğrusu Burçe, ben ve Sinem’in bulunduğu gruptan. Burçe Hakan ile Gökhan amcamın fotoğrafını atmıştı. İkisi kafa kafaya vermiş tavla oynuyorlardı. İstemsizce gülerken Burçe’nin yazdığı notu gördüm. ‘Hakan abim onayı alacak inşallah, tavlada yeniyor gibi Gökhan amcayı.’ Cevap yazacağım sırada Sinem benden önce davrandı. ‘Sevgilim diye söylemiyorum, bu konuda bayağı iyi. Gerçi onun iyi olmadığı konu var mıdır ki?’ Sinem durmuş durmuş sonradan açılmıştı. Nasılda benimsemişti Hakan’ı. Sözlerinden ona olan hayranlığını anlamamak imkansızdı. Burçe tam olarak benim düşüncelerimi yansıtacak türden mesaj yazdı. ‘Dikkatli bakınca Sinem ablanın birazcık ama çok ufak bir şekilde Hakan abiye hayran olduğunu görebilirsiniz.’ Random atarak onlara karşılık verdiğimde Sinem bir fotoğraf gönderdi. Fotoğraf yüklendiği anda Batuhan ve Burçe’nin lojmanda uzaktan çekilmiş resmini gördüm. Sinem altına not düşmüştü. ‘Bana diyene bakar mısınız? Uzaktan bile gözlerindeki hoşlantı belli oluyordu.’ ‘Sinem abla ya! Sil onu. Yenge sende sil. Bakın Hakan abimle, abim görürse çok fena olur.’ Telaş içeren mesajına karşılık hiç beklemeden sildim fotoğrafı. Birbirimizin telefonlarını karıştırmazdık ama ne olur ne olmazdı. ‘Bensiz çok eğleniyorsunuz galiba.’ Diye mesaj attığımda anında Sinem’den cevap geldi. ‘E ne yapalım, sen farklı eğlencelerdesin şu an. Bizde kendimizi böyle avutuyoruz.’ İmalı cümleleriyle Burçe gülen emoji ile karşılık verdi. Bende sırıtarak tekrar mesaj attım. ‘Kocam beni bekliyor, kaçıyorum.’ Mesajlaşma uygulamasından çıktığımda arka arkaya iki üç tane mesaj daha geldi. Lavaboya girip işimi hallettikten sonra restorana tekrar dönerken üstten mesajları okudum. İlk mesaj Sinem’di. ‘Görmemişin kocası olmuş, hava mı atıyorsun?’ Buna karşılık Burçe’de ekleme yapmıştı. ‘Kocam da kocam, paşam da paşam, evimin direği.’ Yüzümdeki büyük gülümseme ile restorana girip masamıza doğru ilerlerken Pamir’e doğru baktım. Havuz kenarında hala daha telefonla konuşuyor olmasını beklerken gördüğüm manzara ile yüzümdeki gülümseme silindi. Karşısında dikilen bir kadın vardı ve ben o kadının kim olduğunu gayet iyi biliyordum. Bir kere Burçe ile Kızılay’da dolaşırken uzaktan görmüştük. Burçe onu görünce yüzünü buruşturmuştu ve pek memnun olmadığını belli edince kim olduğunu sormuştum ve aldığım cevap canımı sıkmıştı: Pamir’in eski sevgilisi. İçimde engelleyemediğim bir ateş oluşurken adımlarımı onlara doğru atmaya başladım. Her adımımda içimdeki bu ateş artmaya devam ediyordu. Damarlarımdaki kan hissettiğim karmaşık duygu ile kaynamaya başlarken anlamsız bir kıskançlık hissediyordum. Adı üstünde eski sevgiliydi ama canım sıkılmıştı. Kızın yüzünde küçük bir tebessüm vardı, Pamir ise ifadesizdi. Sadece sohbet ediyorlardı. Onlara yaklaşırken Pamir birden arkasını döndü, elaları anında benim kahvelerimle buluşurken yüzünde tebessüm oluştu. Yüzündeki ifadesizliğin yerini anlamlı bakışları aldı. Bir mimiği bile benim kendimi daha iyi hissetmeme neden olmuştu. Elini bana doğru uzattığında karşısındaki kadının eline odaklandığını gördüm. Hiç beklemeden elimi avuçlarının arasına bıraktığımda bakışlarım direkt olarak eski sevgilinin üzerindeydi. “İyi akşamlar.” Dedim tok bir sesle. Sesimden rahatsızlığımı elbette belli etmemiştim. Karşımdaki kadın biraz önceki gibi gülümserken cevap verdi. “İyi akşamlar.” Pamir’in elini sahiplenici bir şekilde sıkı sıkı tutarken Pamir genzini temizledi ve bana bakarak konuştu. “Arkadaşım beni görünce selam vermek istemiş. Gi-“Pamir onu tanıtırken kadın araya girdi. “Üsteğmen Gizem Eroğlu, Pamir’in harp okulundan arkadaşıyım.” Rütbesinin üzerine bastırarak naziklikten uzak bir ses tonuyla kendini tanıttığında elini uzattı bana doğru. Madem o hava atarcasına rütbesiyle birlikte kendini tanıtmıştı, ona aynı şekilde karşılık verecektim. Bana göre sert bir duruşu vardı, vücudundan da asker olduğunu belli ediyordu ama beni tanımıyordu. Zayıf duruşumun ardında kimin olduğunu bilmiyordu. Bu yüzden üstünlük kurmaya çalışıyordu. Elimi uzatıp elini sıkarken karşılık verdim. “Cumhuriyet savcısı Devrim Akyol Arslan.” Dedim ikinci soyadımın üzerine bastırarak. Ardından anlamadıysa anlasın diyerek ekleme yaptım. “Pamir’in eşiyim.” Bunları söylerken yüzümde küçük bir gülümseme vardı ama samimi değildi, hırslı bir gülümsemeydi. Söylediğim şeyle yüzünde küçük bir hayal kırıklığı ifadesi oluştu Gizem’in. Pamir’in parmağındaki alyans dikkatini çekmemişti belli ki. Ya da görmüştü, bilemiyordum. “Evlendiğini bilmiyordum Pamir.” Dedi Gizem bozuk bir sesle. Pamir’den bir cevap beklerken buna izin vermeden konuştum. “Aslında çoğu arkadaşına nikah davetiyemizi göndermiştik, sana ulaşmadı mı?” Arkadaş kelimesinin üzerine bastırıp yapmacık bir şekilde konuştuğumda Gizem büyükçe yutkundu. Onu çağırmamıştık zaten ama bunu bilerek söylemiştim. Pamir’in kime davetiye gönderdiğinden haberim vardı. Çoğu okul arkadaşıyla da tanışmıştım zaten. Gizem’i ne fotoğraflarda görmüştüm ne Pamir’in ağzından duymuştum. Bakışlarım Gizem’in üzerindeyken göz ucuyla masamıza baktım. Kahvelerimizin geldiğini gördüğümde bakışlarımı kısaca Pamir’e çevirdim. Gerildiğini hissetmiştim. “Kahvelerimiz gelmiş hayatım, ben geçeyim. Soğumasın.” Dedim üzerine bastırarak. Ardından ekledim. “Siz sohbet edecekseniz masamıza bekleriz Gizem.” “Sağ ol Devrim, arkadaşlarım beni bekliyor.” Dedi Gizem gülümsemeye çalışarak. Pamir ise araya girdi. “O zaman iyi akşamlar.” Dediğinde Gizem baş selamı verdi. “İyi akşamlar.” Pamir elimden tutmaya devam ederken masaya doğru yönlendirdi beni. “Geçelim güzelim.” Birkaç adımda masamıza geçip oturduğumuzda bakışlarım direkt olarak havuz başına kaydı. Gizem’in uzaklaştığına gördüğünde dudaklarımın arasından nefes verip rahatlamaya çalıştım. Gerilmiştim, kıskançlık yapmayacağım şeyler yaptırmıştı. Mesleğimle hava atmak benim yapacağım bir şey değildi ama yapmıştım işte. Pamir bana doğru tedirgince bakarken mırıldandı. “Gitti güzelim, dikkatini bana verebilirsin.” Şakayla karışık konuşurken Gizem’e yönelttiğim keskin bakışlarımı Pamir’e çevirdim. Pamir bununla yerinde kıpırdandı. Bense kızın taklidini yaptım. “Üsteğmen Gizem Eroğlu.” Gıcığıma gitmişti. Pamir gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken kaşlarımı çattım. “Komik mi?” Ellerini havaya kaldırıp iki yana salladı. “Hayır. Ama neden kıza sinir olduğunu düşünüyorum.” Merakla konuştuğunda gerçekten mi manasına gelen bakışımı attım Pamir’e doğru. Ardından konuştum. “Eski sevgilin olduğu için olabilir mi?” Söylediğim cümle ile Pamir’in şaşkınlıkla kaşları havalandı. Sonra duydukları yeni yeni zihnine oturuyormuş gibi kaşları çatıldı. “Sen nereden biliyorsun bunu?” tok bir sesle sorduğu soru ile omuz silktim. “Nereden bildiğimin bir önemi yok bence.” Dedikten sonra ekledim. “Ne kadar şanslı bir kadınım ki balayında kocamın eski sevgilisi ile karşılaşıyorum.” Nereden öğrendiğimi elbette söylemeyecektim, Burçe’yi satamazdım. “Güzelim…” dedi Pamir masada bana doğru eğilerek. Gözlerine bakmam için bunu yaptığını bildiğim için direkt olarak gözlerine baktım. Moralim bozulmuştu. “Eski sevgilim olsa ne olacak, evlendim ben. Karıma aşığım.” Dedikten sonra ekledi. “Ayrıca öyle çok önemli bir eski sevgili değil, birkaç aylık bir şey.” Dediğinde gözlerimi kısarak yüzüne baktım. Doğru söylediğini mimiklerinden doğruladığımda umursamaz bir şekilde konuştum. “Tamam, kocamın eski sevgilisinden bahsetmek istemiyorum. Kapatalım bu konuyu.” Kıskançlık içimde bir volkan gibi büyüdü. Birkaç aylık bir şey diyordu ama yine de bir şeyler olmuştu sonuçta. Kahvemden bir yudum içerek zihnimi dağıtırken Pamir uzanıp elimi tuttu. “Sen öyle bozuk bozuk bana bakarken nasıl kapatayım?” Masum masum bana bakarken aklıma takılan soruyu sordum. “Bana eski sevgilin olduğunu söyleyecek miydin, yoksa arkadaşım diye tanıtmaya devam mı edecektin?” Tek kaşımı kaldırmış Pamir’den bir cevap beklerken Pamir iç çekti. “Söylemeyecektim.” Dürüstçe verdiği cevapla birlikte kabullenerek başımı salladım aşağı yukarı. “Bebeğim, güzel karım söyledim ya önemsiz diye. Neden keyfimizi kaçırayım ki söyleyip. İki aylık bir şeydi, harp okulunun ilk yılıydı. Seninle tanışmadan yıllar önceydi. Neredeyse 10 yıllık bir mevzu ve öyle aman aman bir şeyde değil.” Tedirgin bir biçimde kendini ifade ederken dikkatle dinledim onu. Böyle söyleyince önemsizdi evet, söylemesine gerek yoktu. Zaten geçmişte olan bir şey yüzünden Pamir’e kızacak değildim. Ben şansıma kızgındım zaten. Neden burada karşıma çıkıp canımı sıkmıştı ki. “Anladım, tamam. Eski bir şeydi. ” dedim kabullenerek. Pamir gözlerini kısıp yüzüme baktı dikkatle. Kahvemden içip keyfimi yerine getirmeye çalışırken Pamir’in gözlerinde keyif pırıltıları, dudaklarında imalı gülümseme oluştu. “Kıskandın mı sen beni?” Zaten kıskandığımı anlamıştı da benden duymak istiyordu. İstediğini de verecektim. “Kıskandım, bence kocamı kıskanmak en doğal hakkım.” Dedim kararlı bir şekilde gözlerine bakarak. Pamir’in yüzündeki sırıtış büyürken başını salladı. “Kıskan tabii güzel karım, en çok senin hakkın.” Keyfi yüzünden okunurken istemsizce gülümsedim. Gözlerimi kısıp yüzüne bakarken Pamir kahvesini içiyordu. Aklıma gelen şeyle dudaklarımı yaladım. “Zaten karşılıklı biliyorsun. Ahmet olsun, Volkan olsun, Cenk olsun, Barlas olsun. Sen aşinasın bu duyguya.” Diye damarına basarken kahve boğazında kaldı. Yüzünü buruşturarak kahve fincanını masaya bırakırken çatık kaşlarla bana baktı. Yüzüme tatlı bir gülümseme yerleştirdim. “Sen var ya sen, çok fena bir kadınsın.” Pamir içi gider gibi bana bakarken tek gözümü kapatarak kırptım. “Her şey karşılıklı Pamir bey.” Pamir büyümüş ve koyulaşmış gözbebekleriyle bana bakarken bakışlarındaki derinliği hissettim. Gözlerini aheste aheste kapatıp açıp yüzümü seyrederken bu halimi ne kadar sevdiğini gözleriyle bile belli ediyordu. Kötü bir tesadüfle karşılaşmış olsak da sonunun tatlıya bağlanması önemliydi ve öyle de olmuştu. Yine de o kadın aklımın bir köşesini kurcalamaya devam edecekti…
◔◔◔ Yazarın anlatımından Işık ve Bora, Bora elindeki su matarasından birkaç yudum su içerek sırtını taşa doğru yasladı. Ay tepede, gökyüzü yıldızlarla kaplıydı. Bakışlarını gökyüzünden çevirerek timine doğru baktı. Kimisi uyuyordu, kimisi telefona bakıyordu. Saatler sonra ilk defa mola vermişlerdi. Bir süre burada istirahat ettikten sonra tekrardan devam edeceklerdi. Cebinden telefonunu çıkartıp ekrana doğru baktığında yüzünde gülümseme oluştu. Devrim’den birçok mesaj vardı. Bunları görmek motivasyon kaynağıydı Bora için. Saat çok geç olduğu için ne babasını ne de kardeşini arayamamıştı. Işık’ı saymıyordu bile. Yüzleşmişlerdi, konuşmuşlardı. Bora’nın hayatında canı bir kere böyle yanmıştı. Ondan sonra da bu işlere tövbe etmişti. Etmişti etmesine de kalp söz dinlemiyordu. Bir çift yeşil göz onun kalbinin deli gibi çırpınmasına neden olmuştu. Gönül defterini kapattık dese de o yeşil gözlerin sahibi o gönül defterini tekrar açtırmıştı. Kendini onu düşünürken bulmuştu, onun gözlerinde kaybolmak istemişti. Ancak ne yazık ki hayatta her zaman bir şeyler istenilen gibi olmuyordu. Bora bunları istemişti ama olmamıştı. Işık’ın kendisine açık olması da işine gelmişti. Günlerce kızın çekingenliğinin sebebini düşünmüştü, korkularının sebebini düşünmüştü ama bulamamıştı. Kendisine belli zamanlarda yaklaşıyor sonra adı gibi ışık hızıyla uzaklaşıyordu. Bütün bunlar garip gelmişti ona. Ama şimdi sebebini öğrenmişti ve bu kaçısın altında bir travma yattığını anlamıştı. Bilirdi, aileden birini kaybetmek gerçekten çok zordu. Kendisi annesini kaybettiğinde yaşadığı duyguları anlatamazdı. Kaldı ki annesi vefat ettiğinde Bora yetişkin biriydi. Işık’ın beş yaşında küçük bir kız çocuğu olduğu hesaba katılırsa onun hissettiği duygular tahmin bile edilemezdi. Ama insanın korkuları üzerine gitmesi gerektiğini düşünüyordu. Askerdi. Gecesi gündüzü belli değildi, bir giderdi aylarca ortalardan kaybolurdu, eli silah tutmaktan nasır bağlamıştı ama o da bir insandı. Elbette elin kızına gel, bütün bunları çek demezdi. Bu kadar bencil değildi. Zaten bunları çekecek olan kişinin de rızası olması gerekiyordu. İstemiyorsa konu kapanmıştı. Ama bundan dolayı canı çok yanıyordu. Çünkü Işık’ında onda gönlü vardı. Bunu çok net bir şekilde görmüştü Bora. Kızın hayran bakışları olsun, konuşmaları olsun hissetmişti. Karşısındaki kadının da kendi gibi hissettiğinden emindi. Sadece ufak bir çaba harcaması gerekiyordu. Aşkını, korkusunun önüne geçirmeliydi. Tek bir hamle ikisi arasındaki ilişkiyi bir level üste taşıyacaktı. Ama o hamle gelmiyordu bir türlü. Canı yansa da yine Işık’a hak verdi. Kolay değildi. Bundan sonra ne olacağını düşündü umutsuzluk içerisinde. O görevden dönene kadar Işık giderdi belki. Giderse ne olacağını düşündü. Bir daha görüşürler miydi? Tüm bu düşünceler zihnini kurcalarken telsiz telefonu çalmaya başladı. O kadar dalmıştı ki kendi telefonunun elinde olduğunu dahi unutmuştu. Şimdi telsiz telefonu cebinde titrerken fark etmişti nerede olduğunu. Hızlıca telsizi çıkartıp ekrana baktığında Baran komutanın aradığını gördü. Hiç beklemeden telefonu açıp kulağına götürdü. “Buyurun komutanım.” Dediğinde karşı taraftan cevap gecikmedi. “Ne durumdasınız?” “Sınırda bir saatlik mola verdik komutanım, dinleniyoruz.” Dedi Bora. Baran albay anladığına dair mırıltılar çıkardıktan sonra konuştu. “Sınırı geçtikten sonra karakola gidin, haberleri var geleceğinizden. Bir gece güzelce dinlenin. Yarın gece yarısı devam edersiniz.” “Emredersiniz komutanım.” Bora gerekli cevabı verip Baran Albay’ın telefonu kapatmasını beklerken duyduğu cümlelerle şaşırdı. “Bora, Işık Altınel’i tanıyorsun değil mi?” Aldığı soru karşısında kaşları çatılırken hızlıca onayladı. “Tanıyorum komutanım, bir şey mi oldu?” derken dudaklarını dişlemeden edemedi. Bir sorun olması ihtimali içinde ufak bir telaşın baş göstermesine neden olmuştu. “Endişelenme evladım.” Dedi Baran Albay. Ardından ekledi. “Bugün tabura geldi..” Dedi bıyık altından gülerek. O da tanıyordu Işık’ı ve Bora’nın yanında da görmüştü birkaç kere. Bora’nın kaşları havalandı ve merakla konuştu. “Neden geldi komutanım, taburda sıkıntı mı var?” diye saf saf sorduğunda Baran Albay iç çekti. “Ulan konu terörist avlamak olunca aslan gibi olan oğlanlar, konu aşk olunca salak gibi oluyorlar.” Dedikten sonra devam etti sözlerine. “Niye gelecek oğlum, seni sormak için geliyor tabii ki.” Bu cümleden sonra Bora daha da şaşırdı. Işık’ın onu merak etme ihtimali zihninde dolaşmıştı ama yine de umutlanmamak için bunu aklına getirmemeye çalışmıştı. Şimdi bunu duymak ona iyi gelmişti. “Senin iyi olup olmadığını sordu, bende gerekli cevabı verdim. Haberin olsun, belki aramak istersin.” Diye devam ettirdi sözlerini albay. Bora düşüncelerinden sıyrıldı. “Sağ olun komutanım.” Telefon kapanırken Bora’nın içi kıpır kıpır olmuştu. O gün vedalaşmışlardı ama Işık’ın gizliden gizliye iyi olup olmadığını sorması çok hoşuna gitmişti. Belli ki arayamadığı için soluğu Baran Albay’da almıştı. Tabii onun Bora’ya söyleyeceğini tahmin etmemişti. Bora bu haberden sonra keyifli bir şekilde sırtını tekrardan kayaya yasladı. İşte şimdi morali düzelmişti. O sırada elinde kahve bardağı ile hastanenin kafeteryasında oturuyordu Işık. Bora ile öyle ayrılmak hiç içine sinmemişti. Ona en son Allah’a emanet ol, kendine dikkat bile diyememişti ve bu içine oturmuştu. Bir yandan da korkularını Bora ile paylaştığı için mutluydu. Tabii ki onu reddetmesi içinde anlamsız bir huzursuzluk yaratmıştı. Bora’nın tam tahmin ettiği gibi cevap vermesi, onu ikna etmeye çalışışı ve ikna olmayınca zorlamayışı gerçekten hoştu. Zaten Işık için Bora’nın çoğu hareketi hoştu. Onunla yan yana olmayı, ufak flörtleşmelerini, sohbetlerini seviyordu. Sadece korkusu ile nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. Ne kendine ne de Bora’ya itiraf edemese de bir şeyler hissettiğinden emindi ama kaçmak kolay geliyordu. Bir yandan da ne yapacağını düşünüyordu. Bora görevdeydi, ne zaman geleceği belli değildi ve o gelmeden gitmek istemiyordu Işık. Son görüşmelerinin kendisi ağlarken, Bora hayal kırıklığına uğramışken olmasını istemiyordu. Belki son kez Bora’dan af dileyip öyle gitmek istiyordu. Tabii bunların ötesinde bir ihtimal daha vardı. Bora belki dönemeyecekti. Bu düşünce zihnine girer girmez hızlıca bu düşünceden kurtulmaya çalıştı Işık. Zira bunu düşünmek bile kalbinin sancımasına neden oluyordu. O yüzden kahvesinden içerek dikkatini dağıtmaya çalıştı. Böyle bir ihtimal olmaması için içinden Allah’a dua etti. Gittiği günden beridir aklına takılmıştı Bora. Giderken ki hayal kırıklığını unutamıyordu, sözleri zihninde dolaşıp duruyordu. Bu meseleyi aklına takıp dikkatsiz davranmasından, konsantrasyonunun dağılmasından korkuyordu. Bu yüzden soluğu taburda, Baran albayın yanında almıştı. Bora’dan iyi bir haber alınca ferahlamıştı. O sırada telefonunun bildirim sesi duyuldu. Işık telefonu cebinden çıkartıp ekrana baktığında gelen mesajın Bora’dan olduğunu gördü. Bora sanki hissetmişte Işık’ı rahatlatmak istercesine ona mesaj atmıştı. Mesajı gördüğü anda Işık’ın kalbine rahatlık çöktü ve hiç beklemeden ekranı açtı. Gönderen: Bora Beni sormuşsun, iyiyim merak etme. Umarım sende iyisindir… Bora’nın biraz ciddi yazdığını gördü Işık ama yine de onu düşünmesi içini kıpır kıpır etti. Bir yandan da utanmadan edemedi. Baran albayın direkt olarak Bora’ya geldiğini ve onu merak ettiğini yetiştirmesini beklememişti. Yine de bu mesajı aldığı için mutlu olduğunu inkâr edemezdi, mutlu olmuştu ve bu mutluluğu dudaklarına bir gülüş olarak yansımıştı. Işık cevap yazamadan Bora tekrardan yazdı. Saatin geç olduğunu şimdi fark ettim, umarım uyandırmamışımdır. Bora mesaj atarken tereddüde düşmüştü. Sonuçta iyi bir şekilde ayrılmamışlardı ama kızın onu merak ettiğinin bilincinde olarak iyi olduğunu bildirmek amacıyla böyle bir mesaj atmıştı. Ancak daha sonra pişman olmuştu. Kızın nöbeti olup olmadığını bilmiyordu. Heyecanla bir işe kalkışmıştı, sonradan aklına düşmüştü nöbeti olmaması ve uyuyor olma ihtimali. Işık, Bora’nın bu nahif düşüncesiyle daha büyük gülümsedi ve yazmaya koyuldu.
Uyumuyordum, nöbetteyim.
İyi olmana çok sevindim
Lütfen kendine çok dikkat et
Biz en son kötü ayrıldık, sözlerin hala daha aklımda. Ama sen bunları düşünüp canını sıkma orada
Bir gün aklına gelirim belki dedin, Bora sen benim aklımda olacaksın sürekli.
Bir üsteğmen vardı, Hakkari’deki son günlerimi güzel ve eğlenceli geçirmemi sağladı diye düşüneceğim hep. Aklımdan hiç çıkmayacaksın, hiç başlamadan bitmiş olan o ilişkiye üzüleceğim, belkilerle veya keşkelerle yaşayacağım diyemedi. Bu kadarına cesaret edemedi Işık. Bora okuduğu cümleler ile iç çekti. Elbette Işık’tan itiraf cümleleri beklememişti ama yine de bir umut bağlayıp bir umutlarının yıkılması onun da zihnini karıştırmıştı. Yine de Işık gibi kaçak oynamayı seçerek cevap verdi. Bende seni hatırlayacağım, Hakkari’ye ilk geldiğimde yardımsever bir doktorla tanışmıştım ve epey soğuk espriler yapıyordu diyeceğim. Sonra da görevi bittiği için bir daha görüşmedik, hikâyenin sonu… Bu cümle Işık’ın içine oturdu. Bir daha görüşemeyeceklerinin o da farkındaydı. Ama içinde bir yerlerde yine de görüşeceklerine dair umut olmuştu. Belki ufak bir telefon görüşmesi, mesaj, belki hiç beklemedikleri bir AVM’de karşılaşma... Hayali güzeldi ama gerçek olacağı meçhuldü. Şimdi Bora’nın çat diye yüzüne vurması ile o gerçek zihnine mıhlanmıştı. Daha ona cevap veremeden Bora yazdı. Hayırlı nöbetler
Allah’a emanet ol Sende… Bu mesaj sonrası Bora çevrimdışı oldu. Işık profiline doğru baktı adamın. Derin bir iç çekti. Soğuktu. Eski espriler yapan, onunla konuşmak için çabalayan adamı görememişti mesajlarda. Bu canını çok yakmıştı. İçinden kendine kızdı. Bunu sen istedin dedi. Şimdi neden üzülüyorsun? Üzülüyordu çünkü istemese de kabul etmese de o da Bora’nın ismini kalbine, zihnine yazmıştı. Merak ediyordu, onun için korkuyordu, dualar ediyordu, yaşadığı bir olay karşısında Bora ne derdi diyordu, herhangi bir espri de Bora aklına geliyordu. İçtiği kahvede bile Bora’yı düşünür olmuştu. Bir insanın değeri kaybedilince anlar sözünü birebir yaşıyordu. Şimdi Bora’nın pes ettiği yerden ben onu seviyorum diye düşündü ama bu sadece onun düşüncesiydi. Çünkü Bora öyle kolay vazgeçmezdi sadece vazgeçmiş gibi görünüyordu…
◔◔◔ Yazarın anlatımından, Yiğit, Soner ve Taner elleri ceplerinde Yüksekova merkezde dolaşıyorlardı. İzin günleriydi. Kürşat, Ahsen’in yanındaydı. Ahmet abileri Semra yengelerinin ve kızlarının yanındaydı. Hakan, Sinemleydi. Pamir komutanları balayındaydı. Batuhan ise sırra kadem basmıştı. Soner, Yiğit ve Taner üçlüsü de kendi kendilerine dolaşmak istemişlerdi. “Bu Batuhan bir işler karıştırıyor.” Taner’in söze girmesiyle birlikte Soner onu onayladı. “Adamın yüzünde güller açıyor ama söyledi ya sevgilim var diye.” Kendi düşüncelerini dile getirirken Yiğit kaşlarını çattı ve arkadaşlarına döndü. “Ulan kız Hakkari’ye gelmiş, insan bizimle tanıştırmaz mı? Yiyecek miyiz biz sanki?” “Tövbe tövbe.” Dedi Taner, Yiğit’in cümlesi ile. Aslında Yiğit doğru söylüyordu. Batuhan, sevdiği kadını sır gibi saklıyordu. Ama bunun nedeni elbette arkadaşlarına olan güvensizliği değil, sevgilisinin komutanının kardeşi olmasından kaynaklanıyordu. “Şimdi Yiğit söyleyince hak verdim. İnsan tanıştırmaz mı?” dedi sitemle Soner. Ardından aklına gelen ihtimali söyledi. “Belki de öyle çok ciddi bir ilişki değildir, ondan tanıştırmıyordur.” Bu cümle hiç kimsenin aklına yatmadı, Yiğit itiraz etti. “Abi ne ciddi olmaması, gülmekten ağzı yırtılacak diyorum. Kızı çok seviyor belli.” Taner ona hak verdiğini mırıltı şeklinde belli ettikten sonra aklındaki düşünceyi dile getirdi. “Bu bize düğünü de son dakika haber vermesin?” dediğinde Soner güldü. “Yapar mı yapar, Batuhan demişler ona.” Dedikten sonra ellerini arkadaşlarının sırtına koyarak patpatladı. “Boş verin Batu’yu siz anlatın.” “Bizde anlatacak bir şey yok.” Dedi Taner. Zira ne bir kız arkadaşı vardı ne de haber aldığı annesi, babası, kardeşi. Kimi kimsesi de yoktu. Sadece köyde yaşayan bir dedesi vardı. Onunla da ara ara konuşurlardı telefonla. Başka türlü haber alacağı kimsesi yoktu. “Bende ne olsun abi, öyle geçinip gidiyoruz.” Yiğit’in cümlesi ile ikisi de güldü. “Siz ne isterdiniz paşam?” dedi Taner. Ardından Soner’e doğru baktı. “Buna rahatlık battı var ya.” Dediğinde Yiğit onayladı. “Burada yapacak bir şey yok, en azından gidip leş serelim.” “Şom ağzını açma kardeşim, takılıyoruz işte rahat rahat.” Dedi Soner bıkkınlıkla. Bir süre daha çarşıda gezerken Yiğit gördüğü kitapçı ile arkadaşlarına doğru baktı. “Ben şuradan birkaç kitap alayım.” Dediğinde Taner sırıttı. “Al al ufkun genişler belki.” Dediğinde Yiğit göz devirdi. “Sana da tavsiye ederim.” Taner, Yiğit’e gülerken Soner eliyle ilerideki çay bahçesini işaret etti. “Şuraya gidelim bizde, birer çay içelim.” Dediğinde Yiğit onayladı. Soner ve Taner oraya ilerlerken Yiğit’te kitapçıdan içeri girdi. Raflardaki kitaplara birer birer bakıp Türk klasiklerinin bulunduğu kısma ilerledi ve dikkatini çeken birkaç kitabı eline aldı. Kitap okumayı severdi Yiğit. Kitapların dünyasında kaybolmayı severdi. Vakit bulduğunda eline kitabını alırdı ve okurdu. Eline aldığı kitapların giriş kısımlarını, arkalarındaki tanıtımlarını okuyup seveceği tarzda olanlardan aldı. Kalanını raflara tekrardan yerleştirdikten sonra parasını ödemek için raflar arasında ilerlemeye başladı. Hele bir kitap o kadar dikkatini çekmişti ki onun ilk sayfasını okuyarak rafların arasından ilerlerken bir bedene çarptığını bile sonradan fark etti. Çarptığı kişinin elinden düşen şeyleri fark ettiği anda hızlıca eğildi. “Çok özür dilerim.” Nazik bir şekilde özrünü dile getirdikten sonra yerde dağılan şeyleri toplamaya koyuldu. Renkli kalemler, kağıtlar, ilkokul düzeyinde hikâye kitaplarını gördü. Onları bir bir eline alırken karşısından onun söylediklerine hitaben nahif bir ses duydu. “Hiç sorun değil…” Duyduğu ses karşısında başını yerden kaldırıp sesin sahibine doğru baktı. Çünkü bu sesi tanıyordu. Kafasını kaldırdığında yere doğru eğilmiş eşyaları toplayan kadını gördü. Kahverengi, uzunluğu omuz hizasında olan saçlarının yüzüne doğru geldiğini görse de yine de tanımıştı onu sesinden. Karşısındaki kadın Neva öğretmendi. Neva adamın ona baktığını hissettiğinde usulca bakışlarını Yiğit’e doğru çevirdi. Sesinden tanıyamadığı için gördüğü yüzle şaşkınlığa uğradı. Daha net görebilmek için elini saçlarına götürüp kulağının arkasına sıkıştırdıktan sonra şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Birkaç saniye birbirlerine bakarlarken Yiğit bakışlarını kadından çekip ayağa kalktı. “Neva Hanım?” diye şaşkınca mırıldanırken Neva utangaç bir tebessüm etti. “Yiğit bey?” diye aynı Yiğit gibi bir tepki verdiğinde Yiğit elini ensesine atarak çekimser bir biçimde konuştu. “Sizi görmeyi hiç beklemediğimden şaşırdım.” Neva bu söylediğine bir cevap vermezken Yiğit tekrar konuştu. “Nasılsınız? Umarım iyisinizdir.” Meraklı gözlerle karşısındaki kızın yüzünü inceledi. Kahverengi gözleri utanmış bir biçimde ona bakıyordu. Kızı merak etmişti. Evini biliyordu, okulunu biliyordu, telefonunu da biliyordu ama arayamazdı. Gidemezdi. Gerçi geçtiğimiz haftalarda bir kere Neva’nın çalıştığı okula gitmişti. Etrafı dolaşmıştı, güvenliğinden emin olmuştu. Herhangi bir durum var mı yok mu kontrol etmişti. Kontrol ettikten sonra içi rahat etmişti. Okul henüz açılmamıştı ama okul açılmadan önce de gerekli kontrolleri yapacaktı. Gencecik, görevini yapan bir öğretmeni kimsenin rahatsız etmesini istemezdi. Neva ise karşısındaki adama utanarak bakmakla meşguldü. Birkaç kere aklına gelmişti. Özellikle arkadaşı Ayşe ile konuşurken onu anmışlardı. ‘Tam bir beyaz atlı prens, çok da centilmen ve yardımsever. Seni kucağında taşımış, ismi gibi yiğit bir adam belli’ demişti arkadaşı. Sonra da instagramdan stalk yapmışlardı. Tabii hesabı kapalı olduğu için hiçbir bilgiye ulaşamamışlardı. “İyiyim Yiğit bey, siz nasılsınız?” dedi utangaçlığını yenerek. Karşısında rahat olmaya çalışıyordu ama onun yetişme tarzı böyleydi, elinden bir şey gelmiyordu. “İyiyim bende çok şükür.” Birbirlerine tebessümle bakarlarken ikisi de ne söyleyeceğini bilmiyordu, aralarında rahatsız eden bir sessizlik oluşmuştu. “Okul ne zaman açılıyor?” dedi Yiğit meraklı bir şekilde. Maksadı aralarındaki sessizliği bitirmekti elbette. Tabii merak ettiğini de inkâr edemezdi. Neva aynı sakinlikle cevap verdi. “Eylül’ün ilk haftası açılacak inşallah.” Dediğinde Yiğit başını salladı onaylamak için. Ardından sözlü bir şekilde cevap verdi. “Anladım, özlemişsinizdir öğrencilerinizi.” Bu sözle birlikte Neva büyükçe gülümsedi. Öğrencileri onu heyecanlandırmıştı. Onun yüzündeki heyecanı Yiğit’te fark etmişti. Bakışları istemsizce kadının gülüşüne kaymış ve sonra anında bakışlarını kaçırmış ve büyükçe yutkunmuştu. Tabii o sırada Neva bunlardan habersiz konuşmakla meşguldü. “Çok özledim hem de, başıma gelen talihsizlik yüzünden erken ayrılmak durumunda kaldık.” “Onlar da sizi özlemiştir eminim ki.” Dedi Yiğit yüzündeki tebessümle. Neva ise onaylayarak ekledi. “Özlemişlerdir, okulu seviyorlardı.” Okul, öğrenci deyince Neva’nın konuşacak çok şeyi olduğunu fark etti Yiğit. Bakışları elindeki kitaplara kaydığında aklındakini dile getirdi. “Bunlar da onlar için galiba.” Dediğinde Neva başını salladı. “Evet, kitap okuma etkinliği yapıyoruz günün bir saati. Bazen de ben onlara okuyorum. O yüzden sık sık okuma kitabı alırım.” Sıkılmadan dinledi Yiğit karşısındaki kadını. Sesi o kadar nahif ve güzeldi ki dinlerken sıkılmıyordu insan. Hatta kulaklarındaki pas siliniyordu. Bir de öğrencileriyle ilgili konuşurken pırıldayan gözleri vardı, Yiğit’in içinde ufacık bir kıvılcım uyandırmıştı bu. İnsan sadece 2 kere gördüğü birine karşı kalbinde güzel duygular hisseder miydi bundan emin değildi. “Ee siz galiba izin gününüzdesiniz, ben sizi tutmayayım. Eminim sık sık denk gelmiyordur.” Dedi Neva düşünceli bir şekilde. Askerlerin işlerinin zor olduğunu biliyordu. O gün onlarla karşılaştığında hepsinin yüzündeki yorgunluğu görmüştü. Sırtlarındaki çantayı bir saat bile zor taşıyacağını düşünürken Yiğit’in kendini kolayca taşımasıyla şaşırmıştı. Ayrıca adamın üzerindeki sivil kıyafetleri gördüğünde de yakıştırmadan edememişti. Kamuflaj kadar sivil kıyafetlerde yakışmıştı. “Sorun değil…” dedi Yiğit nezaketle. Neva, Yiğit’in elindeki kitaplara uzandığında elleri istemsizce birbirine değdi. Bununla birlikte ellerinden vücutlarına ufak bir elektrik yayılırken bakışları da birbirine değdi. Neva yüzündeki tebessümü kesmeden mırıldandı. “Teşekkür ederim, topladığınız için.” Diyerek Yiğit’in elindeki kitabı aldı. “Ne demek.” Dedi Yiğit boş ver dercesine. Ardından ekledi. “Asıl ben özür dilerim, önüme bakmıyordum. Kitaba dalmışım.” Neva adamın elindeki kitaba doğru baktı. Reşat Nuri Güntekin’in Acımak kitabını gördüğünde aklına gelen alıntıyı dile getirmeden edemedi. “Memleketin ancak okuyup yazmakla kurtulacağına inananlardan mısınız?” Bu sözle birlikte Yiğit anlamaz gözlerle baktı kadına. Neva, Yiğit’in şaşkın bakışları karşısında yüzündeki gülümsemeyi büyütmeden edemedi. Yiğit’in anlaması için açıkladı. “Kitaptan bir alıntı söylediğim…” Yiğit anlayarak yüzündeki anlamsız ifadeyi sildi. Neva ise ekledi. “Reşat Nuri’yi sever misiniz?” duyduğu soru ile Yiğit olumlu anlamda salladı başını. “Evet, birçok kitabını okumuştum. Bu sefer de bunu okuyayım dedim. Siz?” “Çok severim, üniversite zamanları okumuştum bende birçoğunu. Özellikle çalıkuşu favorimdir.” Dedi hevesle. Ardından hafifçe kaşlarını çattı. “Değirmen adlı kitabını okumadım, okuyacaktım ama burada bulamadım. Bildiğim başka kitapçı da yok.” “Buranın biraz ilerisinde var bir kitapçı daha, orada olabilir.” Dedi Yiğit. Tekrardan konuşacağı sırada Neva’nın kolundaki saate baktığını görüp dudaklarını birbirine bastırdı, onun bu hamlesinin hemen ardından Neva konuştu. “Başka bir zamanda mutlaka bakacağım.” Dedikten sonra ekledi. “Ben şunları ödeyeyim.” “Tabii.” “İyi günler.” Diye güleç bir sesle Yiğit’e karşılık konuştu Neva. Ardından da yanından uzaklaşmaya başladı. Yiğit birkaç saniye arkasından baktıktan sonra kızın aldıklarını ödeyip kitapçıdan çıkmasını bekledi. Ardından kendisi de kitapların parasını ödeyip kitapçıdan çıktı. Neva’ya tarif ettiği kitapçıya gitmek üzere yukarı yönde gideceği sırada arkasından gelen sesle duraksadı. “Nereye gidiyorsun?” Taner’in meraklı sesi ile bakışları arkadaşlarına doğru dönerken tek kaşını kaldırdı. “Siz çay içmiyor muydunuz?” “İçtik zaten oğlum, bir kitap almaya diye içeri girdin beş saattir çıkmıyorsun. Merak edip geldik bizde.” Dedi Soner açıklama yaparak. Ardından merakla baktı Yiğit’e. “Sen nereye gidiyordun?” “Boş verin.” Dedi Yiğit eliyle söylediğine uygun hareket yaparak. Ardından ekledi. “Madem dışarı çıktık. Gelin yemek yiyelim.” Üstteki kitapçıya sonra bakacak, Neva’nın aradığı kitabı satın alıp hediye verecekti. Ama şimdi arkadaşlarının yanında bunu söylemedi. Taner ve Soner onu onaylarken bilinen bir restorana doğru ilerlediler. İçeri girdikleri sırada Taner’in kısık sesini duydular. “Ulan sizde benim gördüğümü görüyor musunuz? Yoksa ben hayal mi görüyorum, hem de olması imkânsız olan bir hayal.” Şok olmuş bir biçimde konuşan Taner ile Soner ve Yiğit’in de adımları duraksadı. Şaşkınlık ve hayret içinde bir yere doğru baktığını görerek bakışlarını o tarafa çevirdiklerinde ikisinin de ağzı açık kaldı. “Yok yapmamıştır.” Dedi Yiğit zoraki bir şekilde. Soner’de ekledi. “O Burçe hanım mı?” Hepsinin gözleri fal taşı gibi açılmış, bakışlarında karşılarındaki manzaraya karşılık büyük bir şaşkınlık, hayret, kandırılmışlık duygusu vardı. “Beynini peynir ekmekle mi yemiş bu çocuk?” Onlardan yaklaşık 3 masa ötede karşılıklı olarak oturuyordu Burçe ve Batuhan. Burçe bir şeyler anlatıyordu, Batuhan ise elini yanağına yaslamış hayranlıkla karşısındaki kızı izliyordu. Burçe anlatmaktan bir şey yemediği için önündeki patates kızartmalarını ketçaba batırarak kızın ağzına götürüyordu arada sırada. İkisi de dünyadan soyutlanmış birbirlerine bakıp konuşuyorlardı. “Ulan Batu ulan Batu, bir şeyler karıştırdığını biliyordum da bu kadarını beklemiyordum.” Dedi Yiğit kaşlarını çatarak. O sırada kendi ismini duyar gibi olan Batuhan bakışlarını onlara doğru çevirdiğinde kaşları havalandı şaşkınlıkla. Onları burada görmeyi asla beklemediği için büyük şok yaşamıştı. Karşısında oturan Burçe, Batuhan’ın betinin benzinin attığını fark edip bakışlarını kapıya doğru çevirdiğinde dikilen üçlüyü gördü. Batu ile benzer bir hal alan yüzüyle birlikte dişlerini dudaklarına bastırdı korkuyla. “Sizin ne işiniz var burada?” dedi Batuhan nihayet kendini toparlayarak. Arkadaşlarının tepkilerini yüzlerinden okumaya çalışırken Soner, Yiğit ve Taner onlara doğru yaklaştı. Yiğit, Batuhan’ın arkasına geçip şak diye ellerini omzuna vurup sıktı. “Kusura bakma Batuhan, sizin burada olduğunuzu bilseydik gelmezdik.” Dedi ima ile. Burçe gözlerini kıpıştırarak üçlüye bakarken Taner konuştu. “Arkadaşça bir görüşme olduğunu düşünmek istiyorum.” Diye korkarak mırıldandı. Zira komutanının tepkisi gözlerinin önüne geldiğinde Batuhan için üzülüyordu. Ama gördükleri bunun tam tersini söylüyordu. “Komutanın kardeşi Batuhan…” dedi Soner sertçe. Ardından karşısındaki Burçe’ye baktı. “Abinizin ne yapacağını biliyorsunuz değil mi Burçe hanım? Belki size bir şey demez ama Batuhan’ın ebesini be-“ Soner lafını devam ettiremeden Batuhan araya girdi. “Kızın üzerine gitmeyin, tüm sorumluluk bende. Onu da ben zorladım.” Burçe’nin gözlerinde oluşan tedirginliği görmüştü ve müdahale etmeden duramamıştı. “Salak mısın oğlum sen?” dedi Yiğit. Ardından kaşlarını çattı. “Ulan başka kız mı yok gidip komutanın kardeşiyle oluyorsun?” Aslında kardeşlerinin mutlu olmasını onlar da çok isterdi ama bu olay yüzünden başlarına gelecek olan şeylerden korkuyorlardı. “Yoktu!” diye çıkıştı Batuhan. Direkt olarak arkadaşlarının gözlerine bakarken kaşlarını çattı. “Sizde destek olacağınıza köstek oluyorsunuz. Kızın yanında yaptığınız iş mi?” dedi kaş göz işareti yaparak. O sırada Burçe nihayet kendine geldi. “Sizin tarafınızdan bakıldığında gerçekten acınacak halde olabiliriz abimin yapacağı şeyler açısından.” Diyerek söze başladığında dördünün bakışları da Burçe’ye döndü. Burçe ise Batuhan’a baktı sevgiyle. “Ama biz birbirimizi seviyoruz, abimin vereceği tepkileri bilerek bu yola başladık.” Batuhan kararlı bir şekilde konuşan Burçe ile küçük bir tebessüm ederken kızın masanın üzerindeki elini tuttu. Burçe, Batuhan’ın desteği ile bakışlarını üçlüye çevirirken devam etti sözlerine. “Ben elimden geleni yapacağım, biliyorum abim bir süre kök söktürecek ikimize de ama ben bunu en aza indirmek için her şeyi yaparım.” Yiğit, Soner ve Taner karşılarında aşktan kavrulan çiftle iç çektiler. Zaten onlara bir şey demek düşmezdi ki. Batuhan ve Burçe gerekli kararı vermişti ama yine de endişelenmişlerdi. “Vay be, bir gün bizi de tanıştır diyordum. Meğer biz tanışmışız zaten.” Diye ilk konuşan Yiğit oldu. Gülerek konuşurken Taner’de ekledi. “Bu ihtimal aklıma bile gelmezdi biliyor musunuz? Bunca zaman iyi sakladınız…” dediğinde Soner merakla konuştu. “Harbiden lan, o piknik masasında Pamir komutanım getirseydin, tanıştırsaydın falan demişti. Sende uzakta demiştin.” “Ne desin abi, komutanım yanınızda mı oturuyor deseydi.” Dedi Yiğit gülerek. Soner o an gözünün önüne geldiğinde gözlerini kapattı. “O anı düşünemiyorum, düşünmekte istemiyorum.” “Siz söyleyecek misiniz komutanıma?” diye sordu Taner merakla. Batuhan ve Burçe o an birbirlerine baktılar. Nasıl söyleyeceklerini bilseler bir dakika bile durmazlardı. Cevabı Burçe verdi. “Henüz değil, daha yeni evlendiler yengemle.” Dedi düşünceli bir şekilde. Çünkü biliyordu ki abisi öğrendiğinde hele ki karısının haberinin olduğunu öğrendiğinde büyük trip atacaktı. Aralarını bozmak istemiyordu. “Başka bilen var mı?” dedi Yiğit hesaba çekercesine. Batuhan iç çekti. “Devrim yenge ve Sinem yenge dışında bilen yoktu, ta ki size kadar.” Sıkıntılı bir şekilde dile getirdiği şeyle Taner alayla konuştu. “Kusura bakma Batu, çarşının ortasında sevgilinle yemek yiyeceğini bilemedik.” Diyerek başını havaya kaldırdı ve içinden tövbe tövbe demeden edemedi. Burçe tedirginliğinin biraz azaldığını hissederken eliyle yanlarındaki sandalyeleri işaret etti. “Sizde otursanıza.” Dediğinde Batuhan itiraz etti. “Yok güzelim, onlar gidiyorlardı.” Diye kaş göz işareti yaparken Yiğit, Burçe’nin yanındaki boşluğa oturarak güldü. “Yok öyle şey, bizden o kadar gizledin. Şimdi her şeyi öğrenmeden gitmeyiz.” Taner ve Soner’de boş olan sandalyelere otururken Yiğit, Burçe’ye dönerek konuştu. “Vay be, artık Burçe hanım yerine yenge diyeceğiz ha?” dediğinde Burçe’nin kaşları telaşla havalandı. “Allah aşkına ağzınızdan kaçırmayın bir yerde, yalnızken istediğinizi diyebilirsiniz.” Burçe’nin panik haline dördü de gülerken Burçe’de onlara katıldı. Yakalanmış olsalar da kötü bir tepki gelmediği için Burçe’de Batuhan’da mutluydu. Aslında bir yandan iyi olmuştu bu durum. Yavaştan herkese söylemeye başlamışlardı, bu da demek oluyordu ki artık Pamir’e de söyleyebilirlerdi. Ama yine de onun şerrinden de korkmadan edemiyorlardı…
◔◔◔ Birkaç gün sonra… Devrim Akyol Arslan’ın anlatımından, Tatilimizin dördüncü gününe bugün giriş yapmıştık. Zaman gerçekten çok çabuk geçiyordu. Cumartesi günü akşama doğru yola çıkacaktık, gece yarısı Ankara’ya varırdık. Serhat babamın arabasını bıraktıktan sonra sabah uçağı ile Hakkari’ye dönüş yapardık. Pazartesi günü Pamir iş başı yapacaktı. Bense bir süreliğine ev hanımı sayılırdım. Saçlarımı tepeden topuz yapıp elimin üzerine güneş kremimden sıktım. Ardından işaret parmağımla yüzümün üzerine nokta nokta bırakarak yüzüme yaymaya başladım. “Bu renk sana o kadar yakışmış ki.” Pamir elini başının altına koymuş uzanıp vücudumu süzerken iç geçirdi. Üzerime lacivert bir bikini giymiştim. Öyle çok süslü bir şey değildi. Yalnızca bikininin modeli gereği göğüs dekoltesi vardı. Hayran ve beğeni dolu bakışlarla vücudumu izlerken yüzünü saniyelik olarak buruşturdu. Bu gözümden kaçmazken Pamir yatakta doğrulup mırıldandı. “Ama bence sıkar bu seni.” Söylediği bahaneye karşılık kaşlarım hafifçe çatılırken oturduğu yerden ayağa kalktı. Birkaç büyük adımda yanıma ulaştıktan sonra elini bikinin göğüs kısmını kapatan parçasının lastikli yerine yasladı. “Buralar biraz sıkı duruyor, rahat edemezsin.” Kendi kendine söylenirken tek kaşımı kaldırdım. “Ha sıkar diye söylüyorsun. Yoksa bu bahanenin altında yatan başka bir sebep yok.” Pamir onu çözmemle birlikte sıkıntılı bir nefes verdi. “Tamam, sadece çok iyi göründüğün için şansımı denedim.” Dediğinde istemsizce güldüm. Kıskanmıştı. Bakıldığında o beni sürekli kıskanırdı zaten. Sıcacık elini açık olan belime yerleştirirken sesini işittim. “Gülme.” Dudaklarımı birbirine yasladım uyarısı üzerine. “Tamam gülmüyorum.” “Hadi çıkalım o zaman.” Dedi Pamir pes ederek. Koltuğun üzerinde duran plaj çantamı almadan önce üzerime pareomu giydim. Sonra da Pamir’in bana uzattığı elini tuttum. Odadan birlikte çıktıktan sonra plaja doğru ilerlemeye başladık. Hemen denizin dibinde bulunan şezlonglardan birine çantamızı koyduğumuzda havlularımızı serdim. Ardından güneş kremini çıkartıp Pamir’e döndüm. “Gel, sırtına güneş kremi süreyim.” Pamir itiraz etmezken bir çırpıda üzerindeki askılı tişörtü çıkarttı. Karın kasları ve yapılı vücuduyla güzel bir manzara oluştururken yutkundum sertçe. Yakışıklı adamdı vesselam. Vücudu da bunu destekliyordu. “Hayırdır Devrim hanım, bir düştünüz gibi.” Pamir’in eğlendiğini net bir şekilde ifade eden sesiyle birlikte bakışlarımı gözlerine çevirdim. Göz göze geldiğimizde tek gözünü kırptı. “Güzel bir vücudun var, düşmemek elde değil.” Dedim çekinmeden. Pamir aldığı cevapla tatmin olmuşçasına gülümsedi. “Merak etme güzel karım, bir tek sana bu vücut.” İstemsizce gülerken elimle şezlongu işaret ettim. “Hadi otur.” Boyu benden epey uzun olduğu için oturduğunda daha rahat sürerdim. İtiraz etmeden önüme oturduğunda kremi sırtına doğru sürmeye başladım. Elimin altında rahatlayan vücutla birlikte işimi bitirdikten sonra önüne doğru geçtim. “Yüzüne de sürelim.” İtina ile yüzüne sürerken Pamir ilgiyle yüzümü izlemeye koyuldu. Ellerini belime yaslayıp yerini rahatlattı. O dikkatli dikkatli bakarken işimi yapmakta her ne kadar zorlansam da gülümsememe engel olamıyordum. Bakışlarım güzel ela gözlerinde oyalanırken cilveyle birbirimize sırıtıyorduk. O sırada üç şezlong uzağımıza oturan tanıdık yüzü görmemle suratımdaki gülüş kayboldu. “Kimi gördün?” Pamir yüzümün asılmasını görüp anında aklındaki soruyu dile getirirken başını omzunun üzerinde çevirerek arkasına bakmak istedi. Ancak elimi yanağına yaslayıp bakmasını engelledim ve bakışlarını bana çevirmesini sağladım. Gözlerini kırpıştırarak bana bakarken mırıldandım. “Hoşlanmadığım birini gördüm, Gizem.” Aldığı cevapla iç çektikten sonra belimde duran eliyle baskı uygulayarak dizine oturmamı sağladı. Bacaklarım iki bacağının arasındayken dikkatini tamamen yüzüme verdi. “Tatilimizi bir kadın için neden kendine zehrediyorsun güzelim? Boş ver, bakma bile. Benim bütün ilgim sende, sende bana ver ilgini.” Beni ikna etmeye çalışırken mırıldandım. “Ama o bir kadın değil, senin eski sev-“ diyecek olduğumda Pamir kaşlarını çattı. Belimdeki tutuşu sertleşirken itiraz kabul etmeyen tok sesini duydum. “Kızıyorum ama artık.” “Tamam, dediğin gibi olsun.” Dedim daha fazla mızmızlanmadan. Bakışlarımı o tarafa hiç çevirmeden oturduğum yerden kalktım. Ardından ekledim. “Ben biraz güneşleneyim.” Diyerek şezlonga uzanacağım sırada Pamir elimi tuttu. “Bende sana süreyim krem.” Üzerimdeki pareoyu çıkartıp şezlonga bırakırken Pamir saniyelik olarak gözlerini etrafta gezdirdi avını arayan bir kurt gibi. Ardından buraya bakan kimsenin olmadığını kabullenerek kremi eline aldı ve sırtıma sürmeye başladı. Enseme sürmeden önce dudaklarını lekenin üzerine kısaca bastırdı. İçimi titreten bir öpücüktü bu. Sonra sırtımın diğer her yerine güzelce yaydı kremi. Arkamı dönüp şezlonga uzanacağım sırada Pamir’in sesini işittim. “Ücretimi almadım.” Tek kaşımı kaldırarak ona döndüm. “E bende sana sürdüm işte.” Dediğimde Pamir kaşlarını kaldırdı. “Olmaz, bir ücret tahsil etmeliyiz.” Derken gözleri usulca dudaklarıma indi. İsteğini anlayarak gülerken dudaklarına doğru uzandım ve küçük bir öpücük bıraktım dudaklarına. İsteğini aldığında yüzünde büyük bir gülümseme oluştu. “Şimdi oldu.” Dediğinde sen iflah olmazsın dercesine başımı iki yana salladım. Gerçekten fırsatçı bir kocam vardı ve her şekilde bu fırsatı değerlendiriyordu. Şezlonga uzanırken Pamir denize doğru ilerlemeye başladı. Ardından aklına bir şey gelmiş olacak ki bana doğru döndü. “Bak gidiyorum ben, sende gel hemen. Beni çok bekletme karıcım.” Diye seslenirken güldüm. “Bekletmem kocacım merak etme.” O denize girerken ben şezlonga uzanıp güneşlenmeye başladım. Güneşin sıcaklığını tenimde hissetmeyi özlemiştim. Biraz sırt üstü uzanmış, biraz da sırtımı güneşe çevirmiş ve tüm vücudumun güneşle temasını sağlamıştım. Hakkari’de bronzlaşmak mümkün olmadığı için böylesi iyi olacaktı. Kaç dakika geçtiğinden emin olamazken yüzüme doğru gelen gölge ve onunla eş zamanlı olarak vücuduma damlayan su damlaları ile irkildim. Gözlerimi anında aralarken elini saçlarının arasına sokmuş geriye doğru iten Pamir’i gördüm. Bakışlarımız buluştuğunda mırıldandım. “Ne yapıyorsun?” “Seni almaya geldim.” Dedikten sonra elimden tutarak beni oturduğum yerden kaldırdı. Ona uyum sağlarken oturduğum yerden kalktım. “Bensiz de yapamazmış.” Diye cilveyle konuşurken Pamir yamuk bir şekilde gülümsedi. “Yapamam tabii, insan diğer yarısı olmadan nasıl yaşasın.” “Yine formdasınız Pamir bey.” Dedim gülerek. Pamir başını aşağı eğip kaldırdı. “Her zamanki halimiz Devrim hanım.” Egolu egolu konuşmasına karşılık gülüşüm büyürken Pamir saniyelik olarak kollarını dizlerimin altından geçirerek beni kucakladı. Ellerim boynuna can havliyle sarılırken sesli bir şekilde gülerek konuştum. “Ne yapıyorsun?” “Sana yardımcı oluyorum.” Her şeyi kalıbına uydurduğu gibi bunu da uydurmuştu. Benimle denize ilerledikten sonra su vücudunun yarısına geldiği anda birbirimize sarılmış bir biçimde denize dalmamızı sağladı. Aniden hissettiğim soğuklukla ürperirken saniyeler içinde başımı denizden çıkarttım. “Öyle birden atılır mı?” Sitemle ona bakarken Pamir ellerini belime doğru sararak aramızdaki mesafeyi sıfırladı. “Nasıl alışacaktın, şimdi hemen alışırsın.” Diye kendini savunduğunda haklılığı karşısında sustum. “Deniz güzelmiş, ılık.” Derken Pamir dudaklarını büzdü. “Tüh, soğuk dersin diye düşünüp seni ısıtmak için kendimi hazırlamıştım.” Muzur bir biçimde cümlelerini dile getirdiğinde elimi göğsüne vurdum. “Ya sen ne fırsatçı adamsın.” “Bu fırsatçı adamı seviyorsun ama.” Dedi Pamir yüzündeki gülümseme ile kendinden emin bir şekilde. Direkt olarak gözlerine baktım. “Hem de çok seviyorum.” Pamir bundan tatmin olmuş olacak ki gülüşü büyüdü ve aynı benim gibi gözlerimin içine baktı. “Bende seni çok seviyorum.” Birbirimize aşkla bakarken konuştum. “Hadi yüzelim.” Dediğimde Pamir onayladı. “Yarış?” diye bana bakarken hızlıca reddettim. “Kocam özel kuvvetçi, sence kazanabilir miyim?” dediğimde Pamir sırıttı. “Normal şartlarda kazanamazsın ama karım olduğun için sana bir istisna yapabiliriz.” “Kalsın.” Dedim kendimden emin bir şekilde. Ardından yüzme pozisyonuna geçerek açılmaya başladım. Babam küçükken öğretmişti yüzmeyi. O yüzden biliyordum. Pamir’de benimle birlikte açılırken kah birbirimize su atarak, kah konuşarak yüzüp eğlenmiştik. Bütün bunları yaparken saatin nasıl geçtiğini anlamamıştım bile. Zaten Pamir’in yanındayken saat çabucak geçiyordu…
Bölüm Sonu ‣‣‣ Epey uzun bir bölümle karşınızdayım, tüm çiftleri okuduğumuz dolu dolu bir bölüm oldu. Umarım beğenmişsinizdir… ‣‣‣ Devrim ve Pamir sahneleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Kıskançlık isteyenler buyurun efendim:):) ‣‣‣ Ankara’ya kadar gitmişken Fırat’a uğramamak olmazdı. Bilen bilir ama bilmeyen okuyucularım için Fırat, benim diğer kitabım olan Hazan Vakti’nin karakterlerinden biri. İki kitaptaki karakterler tanıştığı için böyle bir sahne yazdım. ‣‣‣ Sinem ve Hakan sahnesi nasıldı? ‣‣‣ Işık ve Bora kötü ayrılsalar da konuşmadan duramıyorlar, sizce neler olacak onların cephesinde? ‣‣‣ Batuhan ve Burçe sahnesi nasıldı? Gittikçe yol alıyorlar… Yiğit, Soner ve Taner öğrendiler ikisini, sizce Pamir ne zaman öğrenir? ‣‣‣ Neva ve Yiğit hakkında neler düşünüyorsunuz? Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum… |
0% |