@mutlusonsuz222
|
🌟Ankara’da bir canlı bomba patlaması oldu, hepimizin başı sağ olsun🇹🇷 35.Bölüm Bir zamanlar yatağına sinip, sevdiği adamın fotoğrafına sarılıp ağlayan bir kadındım. Güçlü görüntümün altında kalbimin bir tarafı hep kanardı. O sertliğin altında büyük acılar vardı. Annemin kaybı, sevdiğim adamın kaybı gibi… Annemin kaybı hala daha kalbimde sızısını devam ettiren ve ölene kadar da devam ettirecek bir acıydı. Ama sevdiğim adamın sızısı dinmişti. Şimdi sevdiğim adamın kollarında uyuyup uyanıyordum. Gözlerimi ya onun öpücükleriyle açıyordum ya da onun sesiyle. Bu gerçekten paha biçilmez bir şeydi. Bir de birbirimize vakit ayırdığımız, doya doya eğlendiğimiz bir tatil yapmıştık ve artık son gününe yaklaşıyorduk. İçim buruk olsa da sevdiğim adamla evimize gitmeyi de her şeyden çok istiyordum. “Neden burada durduk?” dedim meraklı gözlerle etrafıma bakarken. Kaldığımız otelden epey uzakta, denizin kenarında ve kimsenin olmadığı bir yerdi. Masmavi deniz ayaklarımızın altındaymışçasına yakındı. Pamir beş dakika yanımdan ayrılmıştı ve sonra gelip beni bir yere götüreceğini söylemişti. “Son günümüzü baş başa geçirelim istedim.” Dediğinde kaşlarım havalandı. “Hayatım, biz zaten hep baş başaydık ya.” Dediğimde Pamir başını omzuna eğdi. “Tamam tanıdık olarak ikimiz vardık ama etrafımızda insanlar da vardı sonuçta. Baş başa olmuş sayılmıyoruz.” Yaptığı açıklama mantıklı gelirken istemsizce güldüm. “İkna oldum.” Pamir söylediğime karşılık yanağımdan makas alıp “Bende öyle düşünmüştüm.” Dedikten sonra emniyet kemerini çözdü. Bende onunla araçtan indiğimde Pamir’in bagaja gittiğini gördüm. Merakla ne çıkartacağına bakarken küçük bir sepet çıkarması ile şaşkınlığımı gizleyemedim. Gözlerimi kırpıştırıp Pamir’e bakarken o ne demek istediğimi anlayarak cevabını verdi. “Piknik yapmayı çok sevdiğini bildiğimden denizin kenarında da yapalım istedim.” “Ya Pamir…” beni böyle düşünmesine karşılık içim kocaman bir sevgiyle dolarken boynuna doğru atıldım. Pamir belimi sıkıca kavrarken bir yandan da sesli bir şekilde güldü. “Böyle kollarıma atlayacağını bilseydim daha önce yapardım.” Bu söylediği cümle ilk piknik yaptığımız günü hatırlatmıştı bana. O günde aynı bugün ki gibi kollarına atılmıştım ve bizim için bir başlangıç olmuştu o piknik. Bedenlerimiz birbirinden ayrıldıktan sonra Pamir sepeti eline alıp bagajı kapattı. Diğer elini de bana doğru uzattığında hevesle elini tuttum ve birlikte denizin kenarındaki kumsala doğru ilerledik. Gerçekten kimse yoktu burada, anladığım kadarıyla biraz kayalık olduğu için kullanılmayan bir yerdi. Belki de akşamüzeri olduğu içindi ama her şekilde bizim işimize gelirdi. Sepetin üzerinde bulunan örtüyü alıp kumun üzerine serdikten sonra ayaklarımızdaki terlikleri çıkartarak üzerine oturduk. Güneş denizin kenarındaydı, tam olarak batmasa da çok güzel bir görüntü oluşturmuştu. “Sen ondan kayboldun beş dakika.” Çıkarımımı dile getirdiğimde Pamir sepetin içinde bulunan plastik kutuları bir bir örtünün üzerine dizmekle meşguldü. “Evet, aşçıya zaten söylemiştim aperatif bir şeyler hazırlamasını. Kapıda nöbetçi olan askerlerden birini de markete yolladım.” Dediğinde gözlerimi kısarak baktım Pamir’in yüzüne. “Otele dönünce ikisine de teşekkür etmeliyim demek ki.” Söylediğim şeyle Pamir bakışlarını bana çevirdi. “Ne alaka?” anlamaz gözlerle bakıp benden cevap beklerken omuz silktim. “E ama her şeyi onlar hazırlamış.” Verdiğim cevap karşısında Pamir egolu bir şekilde konuştu. “E bunu planlayan benim ama.” Dediğinde gülmeden edemedim. Birkaç dilim kek, portakal dahil birçok meyve, soğuk meyve suları, kuruyemişler, küçük küçük yapılmış sandviçler, güzel düşünülmüştü. Aperatif olması daha da hoşuma gitmişti açıkçası. “Ve Devrim için kahve.” Diyerek soğuk kahve bulunan termosu epetten çıkarttı Pamir. Bana doğru uzattığında gözlerim parıldayarak baktım kahveye. “Ulan bana bakarken bile bu kadar pırıldamıyor gözlerin.” Pamir tatlı kıskançlıkla konuşurken elinden aldım ve termosun kapağını açıp bir yudum içtim. “Kıskanmayın Pamir beycim, onun yeri ayrı sizin yeriniz ayrı.” Pamir söylediğim şeye gülerken bana doğru yaklaşarak yanıma doğru geçti. Ardından eliyle göğsüne vurarak konuştu. “Buyurun, ikramımıza bu da dahildir.” Dediğinde sesli bir şekilde gülmeden edemedim. “İkramlarınızı çok sevdim, devamını beklerim.” Diyerek göğsüne sırtımı yasladığımda Pamir saçlarımı öptü uzunca. Ardından konuştu. “Yeriniz her daim hazır.” Huzurla kahvemi içerken bir yandan da batmaya yüz tutmuş güneşe ve deniz manzarasına bakıyordum. Arkamda sanki bir dağmışçasına duran adamın nefes alışverişleri, sırtımda hissettiğim kalp atışları ve bu manzara beni huzura sürüklemişti. Ben uzun zamandır kendimi bu kadar mutlu hissetmemiştim. Elimdeki kahveyi Pamir’e uzatıp onun da içmesini sağladım. Bir süre bu şekilde manzaranın tadını çıkardıktan sonra Pamir’in getirmiş olduğu şeylerden atıştırdık. Sonradan bulunduğumuz pozisyondan sıkılıp pozisyon değişikliği yaparak Pamir’in dizlerime başını koyarak uzanmasını sağladım. Başı şort eteğimin üzerinde, gözleri arada gökyüzünde olsa da çoğunlukla benim üzerimdeydi. Ellerimle yumuşacık, ipek gibi olan saçlarını okşarken bende ona aşkla bakıyordum. “Neyi hatırladım biliyor musun?” gözlerinin en derinlerine bakarken Pamir ne hatırladın dercesine başını salladı iki yana. Bense açıklama yaptım. “İlk piknik yaptığımız günü.” İç çekerek o günlere gülümsemeden edemedim. Pamir ise o an gözlerinin önünden geçermişçesine tebessüm etti. “Sana çıkma teklifi ettiğim gün.” “Benim de evet dediğim gün.” Diye tamamladım cümlesini. O gün ona evet demiştim ve hayatım değişmişti. Nereden nereye gelmiştik. Elimle saçlarını okşamaya devam ederken Pamir mırıldandı. “İlk defa çekinmiştim bu kadar.” Ettiği itiraf karşısında merakla ona baktığımda devam ettirdi sözlerini. “Yani normalde çekingen bir tip değilimdir ama senin hayır demenden çekinmiştim, çünkü duygularımı saklayacak gücüm kalmamıştı.” “İyi ki de itiraf ettin.” Dedim düşünceli bir şekilde. Çünkü o itiraf etmeseydi ben ona asla itiraf etmezdim. Bu konuda çekingen birisiydim. Daha doğrusu eskiden öyleydim. Şimdi sevgimi göstermekten çekinmezdim. “Ben sana hiç açılamazdım muhtemelen.” Diye eklediğimde Pamir saçlarımda duran elimi bileğimden tutup dudaklarına doğru yaklaştırdı ve avuç içimi öptü. Bu hareketiyle dudaklarımda tatlı bir tebessüm oluşurken Pamir konuştu. “İyi ki etmişim o zaman, sende iyi ki kabul etmişsin. Bak şimdi neredeyiz?” gururlu bir biçimde söylediği şeyi onayladım. “Şimdi dizlerimde kocam olarak uzanıyorsun.” Birbirimize gülümseyerek bakarken aslında bakışlarımızda büyük bir aşk ve kalpten taşan bir sevgi vardı. Dizlerimde yatan adamla evlenmiştim, ona kavuşmuştum, bir bütün olmuştuk ama hala içimdeki heyecan duygusu, sözleriyle kalbimde oluşan aşk dolu kıpırtılar, karnımda uçuşan kelebekler geçmemişti ve muhtemelen de geçmeyecekti. Örtünün üzerinde duran meyve tabağından üzüm kopartarak Pamir’in dudaklarına götürdüm. Pamir dudaklarını parmak uçlarıma özellikle değdirip üzümü alırken güler gibi bir ses çıktı dudaklarımın arasından. Ardından aynı şekilde kendim de yerken huzurlu bir nefes verdim. Çok mutluydum ve bu kadar mutlu olduktan sonra kötü bir şeyler yaşamaktan korkuyordum…
◔◔◔ 20 gün sonra… “Kandırdım nazlı yâri, sonunda çılgın sözlerle Kandırdım sonunda, güzel gözlümü oyunlarla Kandırdım…” Kenan Doğulu’nun kandırdım şarkısı eşliğinde önümdeki yemeği karıştırdım. Keyfim çok yerindeydi ve bunu bir yemekle taçlandırmaya karar vermiştim. Pamir’le günler önce Antalya’dan dönmüştük. Döndüğümüzün ertesi günü Pamir işe gitmişti, bende ilk iş olarak evimizi temizlemiştim. Tatilde olduğumuz için bir süre evde oturup ev hanımlığı yapmıştım ve ne yalan söyleyeyim bu çok iyi gelmişti. Yemek yapmıştım, temizlik yapmıştım, Sinem’le ve Burçe ile güzel vakitler geçirmiştim. Toplu bir şekilde yemekler yemiştik. Sinemlerle olan buluşmalarımıza Işık’ı da dahil ederek onunla da vakit geçirmeyi ihmal etmemiştik. Bir hafta sonra bende iş başı yapacaktım ve maratonumuz başlıyordu. Bu geçtiğimiz günlerde abimle yalnızca birkaç kere konuşabilmiştik ama Pamir bana sık sık haber getirmişti iyi olduklarına dair. O yüzden içim rahattı. Pilavın altını kapatıp yemeği karıştırmaya devam ederken mutfakta yankılanan kapı ziliyle birlikte kaşığı tezgâha bırakarak kapıya doğru ilerledim. Saçlarım tepeden topuzdu, üzerimde askılı bir tişört ve altımda şort vardı. Tam ev halimleydim ama gelen kişi bizimkilerden olduğu için bunu umursamadım ve kapıyı açtım. Tam tahmin ettiğim gibiydi. Kahvelerim, âşık olduğum elalarla buluştuğunda yüzümde sevinçli bir ifade oluştu. Pamir’in bakışları üzerimde gezip saçımdaki topuzda oyalanırken bir sırıtış oluştu. “Bu ne güzel bir manzara…” Bu cümlesi onunla aramızın kötü olduğu zamanları hatırlatmıştı. O zamanda bu halde yemek yaparken kapıyı çalmıştı ve bende yine bu şekilde kapıyı açmıştım. Sonra birlikte yemek yemiştik. Şimdi tek fark bizim evli olmamızdı. “Hoş geldin sevgilim.” Dedim mutlulukla şakıyarak. Pamir ayakkabılarını çıkartıp içeri girdiğinde kollarımı boynuna doğru doladım. O da tek kolunu belime sararken cevap verdi. “Hoş buldum karıcım.” Hitabına karşılık gülümserken belime sarılmayan diğer kolla kavrayabildim ancak elinde poşet olduğunu. Kollarından ayrılıp ne aldığını merak ederek konuştum. “Ne aldın?” elindeki poşete bakarken Pamir poşeti havaya kaldırdı. “Güzel karıma pasta aldım, sabah canın çekmişti.” Dediğinde başımı omzuma doğru eğip gülen gözlerle baktım gözlerine ve hevesle konuştum. “Ya sen birtanesin.” “Öyleyimdir.” Diye egoyla konuştuğunda sırıtarak mutfağa doğru ilerledim. “Egonu severim senin.” O da arkamdan gelirken sözlerime karşılık verdi. “Sevsene.” Söylediği cümle ile gözlerimi kırpıştırarak ona doğru döndüğümde tek gözünü kırptı çapkınca. “Hadi ellerini yıkayıp gel, bende salatayı yapayım o sırada.” Dediğimde Pamir tezgahtaki malzemelere doğru bakıp konuştu. “Bugün salatayı ben yapayım, olur mu?” Bana bakıp onay beklerken hay hay manasında başımı salladım. “Hayır demeyiz.” Pamir mutfaktan çıkarken bende elimdeki pasta kutusunu poşetinden çıkartarak buzdolabına koydum. Ardından ocakta pişmekte olan yemeğin altını kapattım. O sırada Pamir mutfağa girdi. Tezgâha yaklaşıp eline bıçağı aldığında her evli çift gibi konuşma başlattım. “Nasıl geçti günün?” Masayı hazırlamak için tabak çıkarırken Pamir’in cevabını dinledim. “Her zamanki gibiydi. Toplantılar, antrenmanlar.” Derken salatayı yapmaya başlamıştı bile. Göz ucuyla onu seyrederken Pamir bana doğru bakıp mırıldandı. “Sen ne yaptın? Hakan’dan aldığım bilgilere göre kız kıza takılmışsınız.” Sinemle Hakan iyi bir çift olmuşlardı. Sinem’in elinden iki dakika zor telefon düşüyordu, bize döndürmek için çok uğraşmıştık Burçe ile. “Toplantı ve antrenman sadece sana özeldi sanırım, Sinemle Hakan sürekli konuşmaya devam ettiler.” Dediğimde Pamir güldü. “Ufak bir kıskançlık sezdim galiba.” Hızlıca omuz silktim. Alakası yoktu. “Hayır tabii ki. Sadece biz hiç konuşmadık ya ondan. Ufak bir sitem diyelim.” Dedikten sonra ekledim. “Evlenince işler değişiyor sanırım.” Pamir söylediklerimi dikkatle dinleyip cevap verdi. “Mesaj alınmıştır, bundan sonra her dakika yazıyorum sana.” Buna hayır demezdim, özlüyordum. Pamir salatayı yapmayı bitirdiğinde gerekli soslarını dökerek masanın ortasına koydu. Her şeyin hazır olmasıyla birlikte yemeklerimizi yemek üzere masaya geçtik. “Bir hafta sonra ev hanımı Devrim hanımla vedalaşıyoruz ha?” Pamir sohbet olsun diye konu açarken hevesle başımı salladım. Özlemiştim. “Öyle olacak ama savcı Devrim’de ev hanımı sayılır sonuçta artık çekip çevirmem gereken bir evim, ailem var.” Bu söylediğim Pamir’in hoşuna gitmiş olacak ki keyifle gülümsedi. İştahlı bir biçimde yemeğini yerken bende devam ettim yemeğime. Hala daha kaçamak gözlerle onu takip ediyordum. Yeme bozukluğu düzelmişti çok şükür. Şimdi yaptığım yemekleri böyle yemesi beni mutlu ediyordu. Yemeğimizi bitirip el birliği ile sofrayı toplarken Pamir’in sesini duydum. “Devrim?” ismimle seslendiğinde ciddi bir şey söylediğinin bilincinde olaraktan ona doğru baktım. “Efendim?” Tereddütle ona bakarken Pamir gözlerini benden hiç kaçırmadan konuştu. “Sana bir şey soracağım…” “Sor.” Tedirginlikle ona bakarken yönümü tamamen ona çevirdim. Neden bir anda bu kadar ciddileşmişti ki? “Burçe’nin bir erkek arkadaşı mı var?” Duyduğum cümle ile tükürüğüm boğazıma kaçacak gibi olduğunda mimik kıpırdatmamak için kendimi zor tuttum. Pamir öyle dikkatli bakıyordu ki yüzüme en ufak hareketimde bir şeyler anlar diye korkuyordum. Karşımdaki adam benim kocamdı, ondan hiçbir şey saklamazdım. Ama kendimle alakalı olanları… Bana emanet edilmiş, hele ki duyulduğunda sorun olacak bir sırrı söylemek bana düşmezdi. Ondan hiçbir şey saklamak istemesem de mecbur sayılırdım. “Bildiğim kadarıyla yok.” Dedim soru işaretleri bırakmadan. Pamir verdiğim cevapla yutkundu. “Burçe senden bir şey saklamaz, bana da böyle şeyleri söylemez. Söylememen için seni de tembihledi muhtemelen.” “Nereden çıkardın canım bunu?” diyerek bulaşıkları makineye dizmeye döndüm tedirgin bir biçimde. Bizi çok iyi tanıyordu, ayrıca mesleği de buna çok yardımcı oluyordu. “Seninle mesajlaşırken girdiğim halleri biliyorum güzelim ve hiç yabancı gelmiyor emin ol.” Verdiği cevap tamamen beni köşeye sıkıştırmıştı. “Ya da Gizemle mesajlaşırken.” Dedim konuyu dağıtmak için. Pamir bu dediğimle afalladı. Sıkıntılı bir nefes verirken elindeki tabağı makineye koydu. “Yine mi bu mesele?” Aslında sorun yapmazdım bunu ama şu an konunun dağılması gerekiyordu ve ilk aklıma gelen şey bu olmuştu. “Ben unutana kadar bu mesele açılacak.” Dedim alaylı bir şekilde. Bir şey söylemeyip sussa da benim kaçmak için böyle yaptığımı bilecek kadar beni iyi tanıyordu. Burçe’nin bir erkek arkadaşı olduğunu da anlamıştı. Bu işin peşini bırakmayacaktı. Erkek arkadaşının kim olduğunu öğrenene kadar durmazdı. Beni de Burçe’yi de sıkıştırırdı. Bir an önce bu meselenin ona söylenmesi gerekiyordu. Burçe’yle konuşacaktım o yüzden. Bulaşıkları makineye yerleştirdikten sonra pastamızı keseceğim sırada Pamir’in telefonu çalmaya başladı. Masanın üzerinde duran telefonu eline aldığında içimde merak ve aynı zamanda ufak bir endişe kıvılcımı oluşmaya başladı. Zamansız çalan bu telefonlar bir görevin habercisi oluyordu çoğunlukla. “Efendim komutanım?” karşısındakine hitap ediş şekli düşüncemi doğrular gibi olduğunda içime sıkıntı düştü. Meraklı gözlerle ona bakarken Pamir’in yüzünün rengi attı birden, bakışları bana doğru döndüğünde panik olduğunu, ela gözlerine telaş ifadesinin düştüğünü gördüm. Bu ifade korkutmuştu beni. Aklıma gelen ihtimal yüreğime kor düşmesine neden olurken aldığım nefes ciğerlerimi zorladı. “Abim…” dedim zorla. Abim mi diyememiştim ama Pamir beni anlardı. Alacağım cevaptan ölesiye korkuyordum. Elim kalbime doğru giderken Pamir komutanına cevap verdi. “Geliyoruz komutanım.” Telefonu kulağından indirdi hızlıca ve cebine koydu. “Pamir, abim mi?” dedim zorlukla. Yüreğim ağzımda atıyordu resmen. Gözlerim anında dolmaya başlarken Pamir kollarımdan tuttu sıkıca. Gözlerime sakinleştirmek istercesine baksa da onun bakışlarında da benimkiyle yarışır korku vardı. “Bora yaralanmış, hastaneye gidiyorlar şimdi.” Bu cümle kulaklarımı uğuldatırken gözyaşları birer birer akmaya başladı yanaklarıma. Kalbime ucu kor olmuş bir demir sokuluyor gibi hissediyordum. “Pamir, doğruyu söyle bana.” Bu cümlemin açılımı can yakıyordu. Dilim dönmezdi sormaya. Bayılacak gibi hissediyordum kendimi. “Sakin ol güzelim, sana yemin ederim yaşıyor abin. Hastaneye gidelim, hadi.” Verdiği yeminle yaşıyor olduğu ihtimaline sığındım, umutlarımı diri tutmaya çalıştım. Pamir koluma girip beni dış kapıya ilerletirken kendimi ona bıraktım. Zira zihnim durmuştu, kulaklarım uğulduyordu, gözyaşlarından doğru düzgün göremiyordum bile, korktuğum başıma gelmişti….
◔◔◔ Yazarın anlatımından, Işık masasının üzerindeki eşyalarını çantasına koyduktan sonra fermuarını çekerek koluna taktı. Mesaisi bitmişti, hastalarını son kez kontrol edip odasına gelmişti hazırlanmak için. Odadan çıktıktan sonra yavaş adımlarla hastanenin çıkışına doğru ilerlemeye koyuldu. Yorgundu… Hem bedenen hem ruhen. Kendini kötü hissediyordu. Bora gideli 20 günü geçmişti, o mesajlaşmalarının ardından tekrar bir konuşma yaşanmamıştı aralarında. Ancak Işık pes etmeden tabura gidip bilgi almıştı. Öyle ki Baran Albay artık telefonunu vermiş ve sürekli tabura gitmemesini söylemişti. Onun iyi olmasını bilmesine rağmen rahatlayamıyordu Işık. Çünkü biliyordu ki bedenen iyiydi, ruhu aynı kendisininki gibi iyi değildi. Kendine kırıldığını da anlamıştı ama buna rağmen merak etmesin diye ona mesaj atması da kalbine dokunmuştu Işık’ın. Şu aralar duyguları çok karışıktı. Gitmesine 1 hafta kalmıştı. Annesi özlemle onu bekliyordu, Işık’ta onu özlemişti ama aklının bir yarısı burada kalacaktı. Dahası kalbinin yarısı da… Koridorda yavaş yavaş ilerlerken yanından koşarak geçen cerrah arkadaşı Okan ile irkildi Işık. Ne olduğunu anlamaya çalışırken sesini de duydu. “Ameliyathane hazırlansın, A Rh(+) kan grubu için kan bankası ayarlansın.” Hasta geliyor dedi kendi kendine. Paniklerinden anlaşıldığı üzere durumu ağır olan bir hasta geliyordu. Birkaç hemşire ve Okan acil girişinde hazır bir şekilde beklerken sirenleri çalan ambulans hastaneye doğru yaklaştı. Daha ambulans durmadan kamuflajlı olan dört-beş asker ambulansın kapısına yanaşmıştı bile hızlı olmak adına. Hepsinin yüzünde telaş ifadesi, endişe vardı. O askerleri gördüğü anda kalbinde bir sancı hissetti Işık. Aklına sevdiği düştü. Dün haber aldım, iyiydi diyerek kendini rahatlatmaya çalıştı. Ama nafileydi, asla rahatlık hissedemiyordu. Kalbinde büyük bir sızı oluşmuştu. Koridorun ortasında kalakalırken ambulansın kapıları açıldı. Onunla eş zamanlı olarak acı bir ses yankılandı. “Abi! İyi olacaksın!” Devrim’in ağladığını belli eden sesi zihninde tanımlanırken ambulanstan indirilen sedyedeki adamı gördü. İşte o zaman zihnine ulaşan ses anlam kazandı. “Bora…” dudaklarının arasından dökülen kelimeye engel olamadı. Hissettiği şaşkınlıkla dudakları aralanırken gözleri hafiften doldu. Kolundaki çanta yere kapaklandı ama hiçbirini hissedemedi Işık. Bora’nın yanında heyecandan, mutluluktan hızlı hızlı atan kalbi bu sefer endişe ile kasıldı, yüreğinin en derininde büyük bir acı hissetti. Nefesi kesilir gibi oldu. Yaşamaktan korktuğu anla yüzleşti. Bu yüzleşmeyle canı yandı. Kaybetme korkusunu iliklerinde bile hissetti. Tüm korkusu karşısındaydı işte. Bora ile olsam da olmasam da ona bir şey olsa canın yanar dedi kalbi. “Bora!” Sedye acil girişinden içeri girdiği anda Işık suratına tokat yemiş gibi kendine geldi. Sedyeye doğru koşarken Borayla birlikte ambulanstan inen askerin sesini işitti. “İki kurşun yarası var, kurşunlar içeride. Çok kan kaybetti. Nabzı yavaş.” Asker panik bir şekilde bilgileri sıralarken Işık algılamakta zorlandı. “Ameliyathaneye hemen!” Çünkü bakışları sedyede gözleri kapalı bir biçimde yatan adamdaydı. Çok yakıştırdığı üniforması kan içindeydi. Yüzünün rengi solmuştu. Çok hasta görmüştü ama hiçbirinde canı bu kadar yanmamıştı. Bora’nın göğsüne giren iki kurşun sanki kendisine saplanmışçasına göğsünde acı çekiyordu. Korku, endişe, panik duygusu bir yular gibi boğazını sarmış nefes alışverişini zorluyordu. “Abi, dayan ne olursun!” Devrim gözyaşları içinde abisinin elini tutarken korkudan bayılmak üzereydi. Buz gibi olmuştu abisi, kollarının arasında hep ısınırdı bu sefer üşüyordu. Bu daha da ağlamasına neden oldu. Sedye hızlı bir şekilde ameliyathaneye ulaştırıldığında Devrim, Pamir ve askerler dışarıda kaldı. Işık ameliyathanenin tam içine giremeden Okan engelledi onu. “Sen çık Işık.” Başını iki yana salladı Işık can havliyle. “Hayır, hayır olmaz. Gireyim yardım ederim bende.” Panik halinde konuşmaya çalışırken Okan iki kolundan tutup kendine gelmesini için sarstı kızı. “Bu halde mi yardımcı olacaksın?” Işık adamın ne söylemek istediğini ilk önce kavrayamadı. “Haline bak, ayakta zor duruyorsun.” Okan’ın cümleleri ile ne halde olduğunu algıladı. Dizleri titriyordu, bir yerden destek almadan ayakta duramazdı muhtemelen, gözyaşlarından dolayı Okan’ı net bir şekilde göremediğini bile şimdi fark ediyordu. Ama yapamazdı, dışarıda olup ondan gelecek haberi nasıl bekleyecekti? “Bende gir-“ Daha cümlesini tamamlayamadan Okan engelledi onu. “Hayır, dışarıda bekleyeceksin. Belli ki tanıdığın biri, bu halde giremezsin.” Dedikten sonra hiç beklemeden ameliyathaneden içeri girdi Okan. Işık oracıkta kalakalırken hıçkırdı. Kimsenin yanında ağlamak istemezdi, kaçardı. Ama bu sefer olmamıştı. Kaçamamıştı. Yine ve yine Bora’nın yaşattığı, ona tattırdığı duygulardan kaçamamıştı. Elini ağzına yaslayıp hıçkırıklarını engellemeye çalıştı ama beceremiyordu. Burada kalmanın doğru olmayacağını o da biliyordu. O yüzden ameliyathaneden çıkmak için ilerledi. Kapılar onun yaklaşması ile otomatik bir şekilde açılırken titrek bakışları kapının önünde bekleyen insanları buldu. Sonra tek bir kişide durdu, gözü yaşlı bir biçimde bekleyen Devrim’de. “Işık…” diye seslendi Devrim korku içinde. Işık’a yaklaşırken kalbi gümbürdeyerek atıyordu. “Işık, iyi olacak de ne olursun…” çaresizce konuşurken Işık’tan bir cevap bekledi. Işık ise bilmiyorum manasında başını salladı belli belirsiz. Gözyaşlarının yanaklarından kayıp yere damlaması eşlik etti. İlk defa doktor olmaktan nefret ediyordu. İçeride oluşabilecek komplikasyonları biliyordu, neler olabileceğini biliyordu ve bu daha da acı veriyordu ona. Devrim, aldığı cevapla daha da umutsuzluğa kapılarak hıçkırırken Pamir’in kollarına sığındı. Gözyaşlarını akıtırken omuzlarının sarsılmasını engelleyemiyordu bile. Canından can gidiyordu, korku nefesini kesiyordu. İçeride olan abisiydi, canıydı. Ona bir şey olma ihtimalini düşünmek bile istemiyordu ama ihtimaller her zaman can sıkardı. Işıksa, Devrim Pamir’e sarıldığı anda bakakalmıştı. Onun kollarına sığınacağı adam şu an içerideydi. Sarılacağı, sığınacağı, teselli bulacağı kişi yoktu. Ameliyathane kapısının önünde dikilmekten daha doğrusu üzerindeki tüm bakışlardan kurtulmak için zorlukla birkaç adım attı duvara doğru. Ayakta duracak gibi hissetmiyordu kendini. Duvardan destek aldı. İçi giderken ayakta durmaya çalıştı. “İyi olacak, Bora güçlü adamdır. Dayanır, nelere dayandı.” Pamir, karısının saçlarını okşarken teselli vermeye çalıştı. Ama o da endişeliydi. İçerideki karısının abisiydi, çocukluk arkadaşıydı, silah arkadaşıydı dahası bir askerdi. Şehit olsa gurur duyardı ama arkasında bırakacağı insanlar vardı. Devrim dayanamazdı buna. “Turan komutana haber vermemiz gerekiyor.” Kağan sıkıntılı bir şekilde Pamir’e doğru baktı. Bu bakışın altında biz mi haber verelim siz mi haber verirsiniz manası yatıyordu. Pamir karısını sıkı sıkı sarmalarken cevap verdi. “Baran Albay haber verecek.” Kağan aldığı cevapla tatmin oldu. Arkadaşlarının yanına geçip bekleme koltuklarına oturdu. Onların da içi yanıyordu. Basit biri değildi içerideki, komutanlarıydı. Hırsla yanıp tutuşuyorlardı ama şimdi beklemek zorundalardı. “Gel güzelim, otur şuraya.” Pamir kollarından tutup Devrim’i koltuklara oturttu. Ayakta zor durduğunu biliyordu. Devrim koltuğa oturup alttan alttan Pamir’e doğru bakarken gözyaşlarını engelleyemiyordu. Pamir’inse içi gidiyordu bu duruma. Elini Devrim’in yanaklarına götürüp gözyaşlarını temizlese de yerine yenileri geliyordu. Gelecekti de.. Güçlü durulması gerekiyordu şimdi. O görevi Pamir üstlenmişti. Devrim yıkılırsa onu toparlayacak olan oydu. Ya da buradaki diğer askerleri. Bora’dan öğrenmişti bunu. Devrim’in yaralandığı günlerde kendini perişan etmişti Pamir ve Bora’nın dik duruşuna hayran kalmıştı. O her daim umudunu korumuştu. Pamir’i de, Sinem’i de, babası Turan beyi de o ayağa kaldırmıştı umuduyla. Ve dediği gibi de olmuştu, Devrim iyileşmişti. Şimdi sıra ondaydı. O da iyileşecekti. Canı yansa da, burada yanan canlar kadar can yakmak istese de zamanı gelecekti. Elbette akıtılan bu kanın hesabı sorulacaktı. Devrim’in iyi olmasa da ufaktan sakinlediğini hissettiğinde bakışlarını Işık’a doğru çevirdi. “Işık hanım…” Nazik bir biçimde ona doğru seslenirken Işık bir tepki vermedi. Veremedi. Çünkü düşünmekle meşguldü o sırada. Köşede sırtını duvara yaslamış ve duvara bakıyordu. Düşünceleri sarmıştı etrafını. Bora’nın cümleleri yankılanıyordu mesela. ‘Ne yapalım sizin mıntıkanız hastane olunca, konuşulacak yer ya acil servis ya da ameliyathane olur. Yaralanmasam görüşemeyiz sonuçta’ ‘Ben yaralı bir adamdım, kalbimde kapanmayacağını sandığım bir yara vardı, sonra seninle tanıştım, o yara yavaş yavaş kapanmaya başladı ve şimdi orada bir yara yok. Orada ne var biliyor musun? O yarayı kapatan kadının ismi büyük harflerle yazılı orada.’ ‘Kalbimden seni söküp atmanın bir yolunu biliyorsan bana da söyle.’ ‘Ya da gönlüne bir kere sevda düştüyse ölümüne kadar seninle olur.’ ‘Bir gün Hakkari denilince bir üsteğmen vardı diye aklına gelirim belki. Sen bugünü değil, birlikte geçirdiğimiz güzel anları hatırla. Ben bugün de kalacağım.’ Bu cümleler zihninde her yankı yaptığında yeşil gözlerinden birer damla yaş aktı yanağına. Hele ki son cümlede oturup hıçkıra hıçkıra ağlamak istedi. Ama içine gömdü hıçkırığını. O gün ettikleri bu veda neden şimdi daha anlamlı geliyordu... Yalvardı Işık içinden o bizim veda konuşmamız olmasın diye. Adam sanki anlamış gibi sen beni güzel hatırla diyordu. Kabullenemedi Işık bunu. Duvarlar üzerine gelir gibi olduğunda elini duvara yasladı düşmemek için. Bunun üzerine Pamir, birkaç adımda yanına doğru yaklaştı Işık’ın. “Işık Hanım, gelin sizde oturun şöyle.” Dedi düşünceli bir biçimde. Kızın halini görüyordu, iyi olmadığının farkındaydı. Bora’nın duygularını biliyordu, emaneti sayılırdı. Aralarında bir şey olmasa da Bora’nın sevdasıydı o. Devrim’de ağlamaklı bakışlarını Işık’a çevirdi o sırada. Yanaklarında gözyaşlarının oluşturduğu iz, yeşil gözlerinde ağlamanın vermiş olduğu bir kızarıklık vardı. İçinde öyle büyük bir korku vardı ki Işık’ın halini görmemişti bile ama şimdi Pamir’le birlikte aklına gelmişti. Onun sığınacağı bir omzu vardı. Ama karşısındaki kadının sığınacağı omuz şimdi hayat savaşı veriyordu. Birbirlerine destek olmaları gerekiyordu o yüzden. Devrim’de elinden geldiği kadarıyla bunu yapacaktı. Abisine bunu borçluydu. Işık, Pamir’in sesiyle kendine gelirken işaret ettiği yere doğru ilerledi ve Devrim’in yanındaki yerini aldı. Çok çaresizdi. Cerrahtı ama sevdiği adama müdahale edemiyordu. Cerrahtı, soğukkanlı olması gerekiyordu ama olamıyordu. İlk defa bu kadar çaresizdi, ilk defa bu kadar korkuyordu. Beklemek çok zor geliyordu. Aklının köşesinde canlanıp duran ihtimal ciğerlerine aldığı havayı zehrediyordu. Pamir, çalan telefonu ile onlardan birkaç adım uzaklaşırken Devrim Işık’a doğru döndü. “İnsanın korktuğu şeyin başına gelmesi duygusu…” deyip duraksadı doğru kelimeleri aramak için. Işık onun sesiyle düşüncelerinden sıyrılırken devam etti Devrim. “Berbat bir şeydir. O korkuyla yaşamakta öyle. Abimde de, babamda da, kocamda da hep aynı duygu ama insan alışıyor daha doğrusu korkusunu yenmeyi başarıp alışıyor.” Bu sözleri Işık’a söylüyordu. İnsan alışıyor demek istiyordu. Sende korkma ve buna alışmaya çalış demek istiyordu. Bunu da imalı bir şekilde yapıyordu. Her ne kadar abisinin ilişkisine karışma taraftarı olmasa da bunları söylüyordu çünkü abisi iyileştiğinde onu mutlu görmek istiyordu Devrim. Pamir’in cümleleri ona umut olmuştu. Abisi güçlü adamdı. Bunu da atlatırdı. Böyle teselli ediyordu kendini. “Seni korkutan ne bilmiyorum…” diye cümlesine devam edeceği sırada Işık bakışlarını ona doğru çevirdi. “Nasıl başardın Devrim? Sevdiğin adamın acısıyla sınandın, yokluğunu tattın. Sonra nasıl tekrar ona sığındın?” Öğrenmek istiyordu Işık, öğrenip kendine gelmek ve korkularını yenmek istiyordu. Devrim, bakışlarını ondan uzakta dikilen adama çevirdi: Kocasına. “Kalbimde büyük bir yara açan, canımı yakan oydu. Ama o yarayı kapatacak olanda oydu. Bir kere onun acısıyla sınandıktan sonra dolu dolu yaşamak istedim hayatı, anılar biriktirelim mesela.” “Çünkü ölüm hepimiz için.” Dedi Işık onun cümlelerini tamamlayarak. Doktordu, ölümle iç içeydi. Zamansız geldiğini biliyordu. Ama Bora’yı kaybedersem nasıl toparlanırım diye düşünüyordu hep. Yani kendini düşünüyordu. Zaten insanoğlu böyleydi. Hiç bu tarafından bakmamıştı olaya. “Aynen öyle.” Dedi Devrim onaylayarak. Ardından ekledi. “Kaçırıldım, iki kurşun yedim. Arabam patladı. Bunların sonucunda bende şehit olabilirdim. Pamir korkmuyor mu bundan? Çok korkuyor. Ben onun için korkmuyor muyum? Çok korkuyorum. Ama insanoğlu korkularıyla neden hayatı kendine zindan etsin? İşte böyle başardım. Tabii ki destekte aldım.” Onda yara açan Bora değildi ama Devrim haklıydı. Neden hayatı ikisine de zindan ediyordu ki? Bunu düşünmek için biraz geç kalmıştı Işık. Şimdi değil de Bora ona duygularını açtığı zaman bunu kabullenebilseydi belki her şey daha farklı olurdu diye zihninden geçirdi. Mesela Bora’ya sarılırdı uğurlarken, hem de sıkı sıkı. Böyle içinde ukde kalmıştı. Ama hiç düşünmemişti ki, kendisini düşünmek için zorlamamıştı. Bir şeye tutunmuş ve sorgusuz sualsiz onu devam ettirmişti. Bir de kırmıştı Bora’yı. Mesajlarından bile bu belliydi. Kırık bir şekilde ayrılmışlardı. Bora bu şekilde aralarından ayrılırsa yaşayacağı vicdan azabı boğulur gibi olmasına neden oldu Işık’ın. İşte bu vicdan azabıyla ölürdü. Normalde bir adamı reddettim diye üzülmezdi. Ama reddettiği kişi âşık olmaya başladığı adamdı. Bora’da bunun farkındaydı. Yalnızca korkaklığı yüzünden bir şans vermediği düşünüldüğünde kendini çok suçlu hissediyordu. Bu ihtimal gözlerini doldururken pişmanlığı gözyaşı olup yanaklarından aktı. Elleriyle yüzünü kapatıp sessizce ağlarken Devrim elini omzuna yasladı. Onun kendi içinde bir savaşta olduğunun farkındaydı. Kendisi de bunu yaşamıştı, onu en iyi o anlardı ve bu yüzden hiç suçlu görmüyordu. Amacı onu içsel bir savaşa da sokmak değildi sadece hayatın kısa olduğunu anlatmaktı. Çünkü ikisi de mutlu olmayı hak eden insanlardı. “Devrim!” Koridorda yankılanan ses ile Devrim bakışlarını Işık’tan çekip sesin geldiği yöne, arkadaşına doğru çevirdi. Sinem, Hakan ve Burçe koşarak yanlarına gelirken Devrim onların da gözlerinde parlayan yaşları gördü. Nasıl olmazdı ki zaten? Bora, Sinem’e de abilik yapmıştı yıllarca. Burçe’ye de… Hele ki Pamir’in yokluğunda. Devrim oturduğu yerden ayağa kalktığı anda Sinem’le sarıldı sıkı sıkı. Kurumaya yüz tutmuş gözyaşlarının yerine yenileri akmaya başlarken Sinem mırıldandı. “İyi olacak, ben biliyorum Bora abi iyi olacak.” İçinden gelerek bunları söylese de hepsinin aklının köşesinde en kötü ihtimal vardı ve bu onların içli içli ağlamalarına neden oluyordu. En fazla da çaresizlik duygusu… Sinem’den sonra Burçe ile sarıldı Devrim. Aslında en iyi Burçe anlardı onu. Abisinin yokluğunu tatmıştı çünkü. Şimdi böyle bir ihtimal varken onu en iyi anlayan o sayılırdı. Yine de hiçbiri bu ihtimali aklına getirmek istemediler. Çünkü akıllarına getirirlerse dayanamazlardı.. Sinem ve Burçe, Devrim’den sonra Işık ile de sarılırken Haka,n Devrim’e yaklaşarak elini omzuna doğru yasladı. “Bora güçlüdür, sen biliyorsun kaç yara aldı ama yıkılmadı. Emin ol bunu da atlatacak.” Dedi güven verir bir sesle. Ardından Pamir’i işaret etti başıyla. “Seninle bunu yalnız bırakmamak için bile çabalar.” Bu cümle içlerini kaplayan acıyı es geçip yüzlerinde küçük gülümsemeler oluşturmuştu. Tabii ki keyif gülümsemeleri değildi bu. Buruk, karanlığın içinde bir ışık bulmanın vermiş olduğu ufak bir umut gülüşüydü. Birkaç dakika içinde tekrardan koridordan ayak sesleri gelirken bu sefer gelen Pamir’in tim üyeleriydi. Ayrıca Ahsen ve Seray’da onlarla gelmişti. Hepsi aynı Hakan gibi teselli cümleleri kurarken Devrim hepsine minnettarca baktı. Çok sevenimiz var diye düşündü. Burada tek başına olsa bu duygularla baş edemezdi ama şimdi onunla acısını paylaşan insanların olması paha biçilmezdi. Saatler birbirini kovalarken Devrim içindeki sıkıntıya dayanamadan ayağa kalktı. Elini boğazına götürüp ovalarken içi içine sığmıyordu. Canından can gidiyordu. Abisi orada yaşam mücadelesi verirken burada oturmak, nefes almak, konuşmak bile sanki harammış gibi hissediyordu. Bir o tarafa bir bu tarafa ilerlerken dayanamayarak konuştu. “Bu kadar uzun sürmesi normal mi?” Burnunu çekip Işık’a doğru bakarken Işık başını salladı olumlu manada. “Normal, kolay bir ameliyat olmuyordur.” Dedi açık açık bitmiş bir şekilde. Bir şeyin ayrıntısını bilmek insanı daha çok korkutuyordu. “Yenge biz dışarı çıkıp hava alalım istersen.” Taner, Devrim’in yanına gidip kolundan tuttu kızı. Yerinde sallandığını, ayakta zor durduğunun farkındaydı. Elini sürekli boynuna, kalbine götürmesinden nefes almakta zorlandığını da anlamıştı birkaç dakika onu seyrettiğinde. İnsanın üzerine üzerine gelirdi duvarlar bilirdi. O yüzden en azından birkaç dakika hava almak iyi gelir diye düşündü. Pamir onların konuşmalarına şahit olduğunda yaslandığı duvardan doğruldu. Endişeli bir biçimde yanlarına ilerlerken ilgiyle baktı karısına doğru. “Çıkalım iki dakika hava al, sonra geliriz.” Dediğinde Devrim başını iki yana salladı hem Taner’e hem Pamir’e bakarak. “Abimden iyi bir haber gelsin sonra.” Dedi içindeki inançla. O sırada ameliyathanenin kapısı aralandı. Işık oturduğu yerden anında kalkıp Okan’a doğru ilerlerken Devrim’de yanlarına ilerledi hızla. “Durumu nedir? Lütfen iyi bir haber ver bize.” Işık yalvarırcasına konuşurken herkes nefesini tuttu duyacakları haber için. Doktorun suratından bir şey anlaşılmıyordu. Orada bulunan herkesin en başta Işık ve Devrim’in kalbi ağzında atıyordu. İki cevap vardı. Ya durumu iyiydi, iyi olacaktı. Ya da kötüydü. Diğer ihtimali düşünmek bile istemiyorlardı. “Bora beyin durumu iyi çok şükür, kurşunlar kalbine yakın bir yere gelmiş ancak damarlara zarar vermemiş. Tedbir amaçlı uyanana kadar yoğun bakıma alıyoruz.” Doktorun verdiği haber ortamda bayram havası yaratmaya yetmişti. Herkesin gözlerindeki korku yerini mutluluk parıltılarına çevirmişti. “Allah’ım çok şükür.” Dedi Devrim içten bir şekilde. Bu sefer ki gözyaşları mutluluktan akarken güldü. Umutları yeniden yeşermişti, abisi iyiydi ve daha da iyi olacaktı. Pamir kızı kendine doğru çekip sarılırken mırıldandı. “Ben söylemiştim sana.” Hakan’da Sinem’e sarılırken Işık hala daha panik halinden kurtulamamıştı. Kalbi gümbür gümbür atmaya devam ediyordu. “Vital bulgular (yaşamsal bulgular) normal yani. Solunumu, nabzı iyi.” Emin olmak istercesine aklındaki soruları sıralarken aslında biraz önce doktorun söylediği cümlelerden bunların cevabını almıştı yine de emin olmak istiyordu. Devrim’de bunun cevabını almak istercesine doktora yöneldiğinde Okan bey başını salladı. “Her şey yolunda endişe etmeyin, güçlü bir bünyesi varmış hastanın. Geçmiş olsun.” Deyip yanlarından uzaklaşırken Işık’ın yüzünde gülümseme oluştu. Gülerken gözyaşlarına hâkim olamasa da içine öyle bir rahatlık çökmüştü ki. Detayları sonra alacaktı ama şu an önemli olan sevdiği adamın iyi olmasıydı. Çok şükür dedi içinden, çok şükür Allah’ım onu bana bağışladın. Devrimle birbirlerine sıkı sıkı sarılırlarken orada bulunan herkeste birbirine sarıldı. Hakan, Sinem’e. Pamir, Burçe’ye. Kürşat, Ahsen’e. Seray, Ahmet’e. Bora’nın tim üyeleri birbirlerine ve Soner, Yiğit, Taner, Batuhan dörtlüsü birbirine. Sırayla birbirlerine sarılırlarken Devrim’de büyük bir mutlulukla kocasına sarıldı. Bir an bile umudunu kaybetmeyip ona umut olan kocasına. Minnettardı. Devrim ona sıkı sıkı sarılıp sevincini paylaşırken Pamir’in gözleri ise tek bir yerde takılı kalmıştı. Birbirine sıkı sıkı sarılan kardeşi ve Batuhan’da. Gördüğü görüntü karısına sarılmasına bile engel olurken içinden kör mü oldum düşüncesi geçmeye başlamıştı. Öyle olmasını ummuştu. Buradaki hiç kimse kardeşine sarılmaya cüret edemezdi, öyle bir şeyin imkanı yoktu. Ama olmuştu, bunu açıklayan tek bir durum vardı. O da Pamir’in hiç istemeyeceği bir durum. Kardeşinin bir sevgilisi olduğunu biliyordu ama o kişinin kendi timinden askeri, kardeşim dediği bir adam olduğunu hiç düşünmemişti, aklının ucundan geçirmemişti. Hele ki Batuhan’ın gözlerinin içine baka baka söylediği yalanları düşündükçe içi hayal kırıklığı dolmuştu. Zihnine düştü bir bir anılar… Birbirlerine attıkları bakışları görmüştü birkaç defa, özellikle nikahlarında. Sonra piknikte ayaküstü gülerek ettikleri sohbet, Burçe Hakkari’ye geldiği günden sonra Batuhan’ın değişen ruh hali… Ne salağım diye geçirdi içinden Pamir. Her şey gözlerimin önündeyken anlamamayı seçmişti. Belki de bilerek bunu yapmıştı. Devrim, Pamir’in ona sarılmadığını fark edip kollarını kocasından ayırdıktan sonra ne olduğunu anlamak için yüzüne baktı. Kocasının bir yere doğru baktığını fark ederek nereye baktığını anlamak için bakışlarını o tarafa çevirdiğinde birbirine sarılan Batuhan ile Burçe’yi gördü. Herkesin içinde bu şekilde sarılmak gibi bir hatayı nasıl yaptıklarını düşündü ama mutluluk onların gözlerini kör etmişti belli ki. Yiğit’te Pamir’in bunu gördüğünü fark edip Batuhan’ı çekiştirirken iki suçlunun bakışları da Pamir’i buldu. Herkes bir anda sessizleşirken Işık, Ahsen, Seray, Hakan, Ahmet ve Kürşat ne olduğunu anlamaya çalışırcasına bir Batuhan’a bir Pamir’e bakıyordu. Aslında görüntüden bir şeyler anlamışlardı da kimse kavrayamamıştı ne olduğunu. Sinem ve Devrim birbirleriyle bakışırken Devrim dudaklarını birbirine bastırdı telaşla. Böyle öğrenmesini hiç hayal etmemişti. Burçe nasıl böyle bir hata yaptıklarını düşünüp gözlerini kapattı. Zira abisinin bakışlarını da görmek istemiyordu çünkü ela gözlerin koyulaştığını, kaşlarının karşısında düşman varmışçasına çatıldığını görmüştü. Tabii bir de yaşadığı hayal kırıklığını anlatırcasına derin bakıyordu, bakışları kararmıştı. “Komutanım biz öyl-“ Batuhan hem biraz pişmanlıkla hem de yaptığının arkasında duracak kadar olan cesaretiyle konuşacağı zaman sesi koridorda yankı yapan sert, tahammülsüz ve soğuk olan sesle kesildi. “Kes sesini!” Pamir’in gür ve sert sesiyle birlikte yanında dikilen Devrim irkildi. Sesindeki siniri duymak gerilmesine neden oldu. Soğukluksa ürpermesine ve üşümesine… Alışık değildi buna hiç. “Abi…” Bu sefer Burçe araya girip konuşmak istediğinde Pamir’in ateş saçan gözleri ona doğru döndü. Eliyle Batuhan’dan uzak bir tarafı işaret etti. “Sen hiç konuşma! Geç şuraya!” sesinin tonunu hiçbir şekilde değiştirmezken Burçe korka korka abisinin işaret ettiği yere geçti. Böyle öğrenmesini hiç istemezdi. “Komutanım açık-“Batuhan bir umut tekrar konuşmak istediğinde Pamir bu sefer daha gür bir sesle bağırdı. “Sana kes sesini dedim!” Batuhan bakışlarını komutanından çekmedi ama istediği gibi konuşmadı. Sert ve soğuk bakışlarını görmeyi hiç sevmedi. Pamir sadece teröristlere böyle bakardı. Tim komutanı olsa dahi hiçbirine bu kadar sert olmazdı. Batuhan büyükçe yutkundu bu yüzden. Ona gösterdiği babacan, samimi bakışların yerinde artık büyük bir hayal kırıklığı vardı. İşte buna içerledi Batuhan. Aslında kendini açıklasa her şey düzelebilirdi. Ama şu an Pamir buna izin verecek durumda değildi. Çünkü kendini kandırılmış hissediyordu. Kandıranlardan birisi canıydı, kanıydı. Diğeri kardeşim dediğiydi. Yaşadığı hayal kırıklığını anlatamazdı. Sırtından bıçaklanma hissini anlatamazdı. Sormuştu Batuhan’a. Ama gözünün içine baka baka yalan söylemişti. Canım dediği kardeşiyse onu abisi yerine koyup anlatmamıştı bir şey. Köşe bucak kaçmayı seçmişti. Kırgındı, kızgındı, sinirliydi. Özellikle de onu salak yerine koymalarına. Bakışları karısına doğru kaydı. Devrim’in gözlerinde tedirginliği görmek yıkıma sebep oldu. Daha birkaç saat önce ona da sormuştu. Ondan da aynı cevabı almıştı. Bilip bilmediğini sorguladı kendi içinde. Aslında içten içe bildiğini haykırıyordu kalbi de beyni de ama o inanmamayı seçti. Hepsi bir olup arkasından iş çevirmişti. Her şey konuşulacaktı ama şimdi bunun zamanı değildi.
◔◔◔ 3 saat sonra… Devrim Akyol Arslan’ın anlatımından, Abim… Bu hayattaki en değerli varlığım, kardeşim, canımdı. Onu kaybedeceğim düşüncesi bir saniye bile zihnime sızsa kalbimdeki acı katlanarak artmıştı, bu düşünce nefesimi kesmişti. Ben ki sevdiğim adamın yokluğunu, annemin yokluğunu görmüş onların kayıplarıyla sınanmış olan kadın abimin kaybına dayanabilir miydim bilmiyordum. O beni ayağa kaldıran, arkamda dimdik duran, acımla acıyan, kederime ortak olandı. O olmazsa beni ayağa kaldıranda olmazdı. Pamir’in cümleleri toparlamıştı beni. Bora güçlü adam demişti, kederlense de bir saniye bile bu düşüncesinden vazgeçmemiş umutla beklemişti. Ona bakarak umutlarımı yeşertmiştim bende. İnsan içindeki umut olmadan nasıl dayanırdı? Aynı umudu Işık’a da aşılamıştım. Benim abim güçlü adamdı, öyle kolay kolay yıkılmazdı. Ağlasam da, sızlansam da duvarlar üzerime üzerime gelse de metanetimi korumaya çalışmıştım. Aynı zamanda Işık’ın bir şeyleri anlamasına da yardımcı olmuştum. Abim her şeyin en iyisini, en güzelini hak eden biriydi ve Duru’dan sonra mutlu olması gerektiğini düşünüyordum. Bunun içinde elimden geleni yapacaktım ve ilk adımını da atmıştım. Işık’ın çabalaması gerekiyordu artık. Gözlerindeki o üzüntü, o kaybetme korkusu, o telaş… İnsan sevmediği birine karşı bu duyguları hissetmezdi. O da seviyordu. Sadece cesaretlendirilmeye ihtiyacı vardı ve bu görevi ben üstlenmiştim. Abimin iyi olduğu haberini aldığımız an dünyalar bizim olmuştu. Işık’ın gözündeki o çaresizlik pırıltıları, mutluluk pırıltılarına dönmüştü. İlk önce inanamamıştı, birçok şeyi sorgulamıştı. Her şeyin iyi olduğu haberinden sonra derin bir nefes vermiş bu sefer de mutluluktan akıtmıştı gözyaşlarını. İnanıyordum, bu yaralanma olayı onların arasında bir şeyleri değiştirecekti. Öte yandan Burçe ve Batuhan’ın durumu bir bomba gibi düşmüştü ortama. Abimin sevinciyle herkes birbirine sarılırken onlar da sarılmışlardı göze batmayacağını düşünerek ama nasıl batmazdı ki? Burçe timden hiç kimseyle bu şekilde temas kurmazdı, bu da Batuhan ile aralarında bir şey olduğunu çok net ortaya koymuştu. Zaten bilmeyen çok az kişi vardı, o bilmeyenler de bugün her şeyi öğrenmişlerdi. Özellikle Pamir’in, Batuhan’a karşı tutumu çok sert olmuştu. İlk defa yanımızda bu kadar sert halini görmüştüm ve ciddi manada ürpermiştim. O soğuk bakışlarını yönelttiği kişilerin yerinde asla olmak istemezdim. Ama olacaktım, bana da patlayacaktı biliyordum. “Pamir, sakin olur musun?” nazik bir şekilde elimi Pamir’in dizine yasladım. Zira dizini uzun süredir sallıyordu. Elini yüzüne yaslamış, sinirli nefesler alıp veriyordu. Bir saat önce Burçe’yi, Hakan ve Sinem ile eve göndermişti. Sinem benim için ve abim için birkaç parça kıyafet hazırlayıp tekrar dönecekti. Abimin yanında bugün gece ben kalacaktım. Batuhan ise ortalıkta gözükmüyordu. Abimin iyi haberini aldıktan sonra hem kendi timi hem de Pamir’in timi iyi dileklerini iletip gitmişlerdi. Tabii sonra geçmiş olsun demek için geleceklerini ekleyerek. Babamın ise eli kulağındaydı. Uçaktan indiğine dair arama yapmıştı ve abimin iyi olduğunu haberlerini almıştı. Işıksa şimdi abimin odasındaydı, yoğun bakımdan çıkartılmış normal odaya alınmıştı. Kısa süreli uyanmış, ardından tekrardan uyumuştu. Işık, doktoruyla birlikte abimin durumunu değerlendiriyordu. “Nasıl sakin olayım Allah aşkına?” dedi Pamir yakınarak. Ellerini yüzünden çekip gözlerime bakmazken dizlerinin üzerindeki elimi de tutmadı. Normalde elimi anında tutardı, özellikle de bana karşı temas bağımlısı olduğu için hiç normal değildi bu yaptığı. Belki bilinçli yapmıyordu ama büyük ihtimalle benim de Burçe ve Batuhan’ı bilip sakladığımı tahmin ettiği için kırgındı. Yalnızca abimden dolayı moralimin iyi olmadığını bildiği için susuyordu. Bu konu da tedirgindim. Ondan bile isteye saklamak istememiştim ama bu tepkiyi vereceğini bilerek susmuştum. Aşk çok güzel bir şeydi ve Burçe’nin de güzelce yaşamasını istemiştim. Belki de hata yapmıştım… Tam konuşacağım sırada abimin kaldığı odanın kapısı açıldı. Pamirle aynı anda ayağa kalkarken Işık, doktora teşekkür ederek bize doğru yaklaştı. Merakla ona doğru bakarken konuştum. “Nasıl abim? Durumu iyi değil mi?” Alacağım cevabı korkuyla beklerken Işık gülümseyerek elini koluma yasladı güven verircesine. “Hiç merak etme, iyi durumu. Bir süre burada gözetim altında kalacak ama toparlanacak.” Verdiği cevap içimi ferahlatırken derin bir nefes verdim. Zaten Işık’ın yüzündeki mutluluğu, rahatlamayı gördüğümde içim rahat etmişti. O bir doktor olarak durumu daha iyi anlardı ve yüzü gülüyorsa her şey yolunda demekti. “Teşekkür ederim Işık, gerçekten. Yanımızda bir doktorun olması gerçekten çok iyi oldu.” “Asıl ben sana teşekkür ederim Devrim, yıkılmama izin vermedin. Sözlerinle benim bazı şeyleri görmemi sağladın.” İçten bir şekilde tebessüm ettiğinde bende ona karşılık verdim. Söylediğim sözler etki edebildiyse ne mutluydu bana. Söylediklerinden anladığım bir karar vermişti. Umarım ikisi içinde hayırlı şeyler olurdu. “İçeri girebilir miyiz?” dediğimde başını sallayarak onayladı Işık. “Girin, ben buralardayım. Bugün burada kalırım, yoksa içim rahat etmez.” Dediğinde onayladım. “Bende buradayım, sonra kahve falan içeriz.” Dedim samimi bir şekilde. Işık beni onaylayıp yanımızdan ayrılırken Pamir’e doğru döndüm. Girelim manasına gelen bir hareket yaptığında arkalı önlü bir şekilde odaya girdik. Bakışlarım direkt olarak abimi bulurken derin bir nefes çektim ciğerlerime. İyiydi, düzgün nefes alıp veriyordu. Bu paha biçilmez bir şeydi. Yine de yüzü bembeyazdı, solgundu. Ama ben ona ellerimle yemek yapıp yedirirdim. Hiçbir şeyi kalmazdı. El birliği ile kaldırırdık ayağa. Yanına yaklaşıp yatağın boş olan kısmına oturarak elini tuttum. Soğuktu. Ama onu ilk gördüğüm, elini ilk tuttuğum o sedyedeki haline göre ısınmıştı. “Canım abim…” deyip elimi saçlarına doğru götürdüm ve okşadım. Çok korkutmuştu beni. Dolu gözlerimden yanaklarıma birer birer damlalar akarken burnumu çektim. Onu kaybetsem ne yapardım? “Bir uyutmuyorsunuz insanı.” Abimin boğuk sesi kulaklarıma dolduğu anda yüzümde gülümseme oluştu. Bakışlarım yüzündeyken gözlerini hafifçe araladı. Uzun süredir gözlerini açmadığı için bir süre kırpıştırıp kendine gelmeye çalıştığında gözümü kırpmadan onu seyrettim. Kahverengi gözlerini görmeyi ne çok özlemiştim. “İyisin değil mi?” diye mırıldandığımda abim genzini temizledi. “İyiyim…” dedi yorgun bir sesle. Gözlerini tam olarak aralayıp yüzüme bakarken elinden tuttum yine. “Çok korkuttun bizi.” Abim tuttuğum elimi avuçları arasına alıp yanında olduğunu hissettirirken yüzünde ufak bir gülümseme oluştu. “Fena mı oldu azıcık ekşın yarattık.” Yaralandığımda onlara söylediğim cümleyi şimdi bana kurarken istemsizce güldüm. Bunu düşünebiliyorsa iyiydi gerçekten. Bakışları benden Pamir’e doğru döndüğünde mırıldandı. “Ne o damat, yüzünden düşen bin parça. Çok mu üzüldün bana bir şey olacak diye?” Aralarındaki ilişkiyi anlamak o kadar zordu ki. Ölümlerden dönmüştü ama yine de kocamla uğraşmayı bırakmıyordu. “Üzüldüm tabii kayınçom, sen olmasan ben kiminle eğleneceğim?” dedi Pamir ona takılarak. Yüzüne samimi olmayan bir gülümseme ekledi bunu söylerken. Birbirlerine bakarlarken Pamir yanına yaklaşarak omzuna yasladı elini. “Geçmiş olsun, vücuduna yeni izler eklendi.” İlk cümlesinde samimiyetini belli ederken ikinci cümlesini dalga geçer gibi söylemeyi ihmal etmemişti. Abimde belli belirsiz başını salladı. “Sağ ol, sağ ol.” Dedikten sonra sıkıntılı bir nefes verip ekledi. “Kendimizi beğendireceğimiz kimse yok neticede. Beni boş ver, sen kendi derdine yan.” “Konuştuğunuz muhabbete bakar mısınız?” dedim küçük bir sinirle. İkisinin bakışları da bana doğru dönerken ekledim. “Yaralanmayıp yeni izler eklememeye ne dersiniz? Ayrıca yara izi bu, beğenip beğenmemekle ne alakası var? Beğenen böyle beğenir yani.” Dedim düşünceli bir şekilde. O sırada odanın kapısı çalınıp açıldığında bakışlarımız oraya doğru döndü. Babam endişeli bir biçimde odaya girdiğinde bakışları direkt olarak abimi buldu. Onu gözleri açık bir biçimde ona baktığını gördüğünde derin bir nefes verdi. Rahatladığı bariz bir şekilde belli olurken oturduğum yerden ayağa kalktım. Adam bizim yüzümüzden sürekli buraya geliyordu, dahası her bir yaralanmamızda 10 yıl yaşlanmış gibi oluyordu. “Aslanım, iyi misin?” Seri adımlarla abimin yanına geldiğinde direkt vücuduna doğru baktı. Üzerinde ameliyat elbisesi vardı. Elini saçlarına doğru yaslayıp geriye doğru çekerken abim cevap verdi. “İyiyim baba, iki kurşunla yıkılacak değiliz çok şükür.” Dediğinde babam kaşlarını çattı ve Pamirle ikimize doğru döndü. “Böyle konuşuyorsa gerçekten iyidir.” “İyi iyi aslan gibi maşallah.” Dedi Pamir onaylayarak. Abimle birbirlerine bakarlarken gözlerindeki duyguları anlayamıyordum ama iki arkadaşın, kardeşin birbirine bakışı gibiydi. Tekrardan kapı çalındığında Sinem’in başını uzattığını gördüm. Müsait misiniz manasında bize bakarlarken konuştum. “Gelsenize.” Sinem ile Hakan benim isteğimle içeri girdiklerinde direkt olarak bakışları abime doğru döndü. “Geçmiş olsun, Bora abi.” Sinem içten bir şekilde abime bakarken abim başını eğip kaldırdı. “Sağ olasın.” Sinem elindeki poşetleri bana doğru uzatırken minnettarca baktım gözlerine. O da karşılık olarak elini koluma yasladı. Biz birbirimize bakarken Hakan konuştu. “Geçmiş olsun, epey korkuttun kızları ama biz biliyorduk iyi olacağını.” Doğruydu bu. Biz perişan olmuşken onlar dimdik ayaktaydılar, inançlarını bir saniye bile kaybetmemişlerdi. Birbirlerinin hallerini en iyi onlar anlardı. “Sağ ol kardeşim, hep Devrim Hanım mı korkutacaktı bizi? Biraz da ben korkutayım dedim.” Diye bana takılırken kaşlarımı çattım. “Benim canımdan can gitti, sen dalga geçiyorsun alacağın olsun.” Dedim kırık bir sesle. Gözlerim istemsizce dolarken dudaklarımı büzdüm. Gerçekten çok korkmuştum. Eminim çocuk gibi duruyordum ama o benim en kıymetlimdi. Yanağıma doğru damlayan yaşı silerken abim bunu görmüştü bile. “Güzelim…” Abim içten bir şekilde bana seslenirken elini yatağa vurdu usulca. “Gel bakayım yanıma.” Yanını işaret ederken ikiletmeden adımladım. İstediği yere oturduğumda elini usulca kaldırdı ancak bu hareket canını yakmış olmalı ki yüzünü buruşturdu. Yine de bunu önemsemeyip gözyaşlarımı temizlemeye çalıştı. “İyiyim ben abim, korkma.” Elini tutup daha fazla kendini zorlamasını istemezken o gözlerimin içine baktı dikkatli dikkatli. “Ağlama abicim.” Diye sözlerini yinelerken burnumu çektim küçük bir çocuk gibi. Abim kolunu hafiften kaldırdı ve mırıldandı. “Gel buraya.” Diye kolunu işaret ederken başımı iki yana salladım. “Saçmalama.” Verdiğim tepki ile abim hafifçe kaşlarını çattı. “Gel dedim, uğraştırma beni.” Tereddütle gözlerine bakıp ondan onay aldıktan sonra başımı omzuna yasladım ancak çok temas etmedim. Yarası orada değildi biliyordum ama canını yakmak istemiyordum. Abim elini sırtıma dolayıp sararken saçımı öptü. “İyiyim, daha da iyi olacağım. Böyle ağlamak sana yakışıyor mu hiç? Nerede o duygusuz savcı hanım?” Beni daha iyi hissettirmek için şakayla karışık konuşurken babam cevap verdi. “Savcı hanım sahalara henüz dönemedi, ondan bu duygusallık.” Daha fazla ona temas etmeden başımı kaldırdım. Yanağını öpüp kendimi geri çekerken mırıldandım. “Daha fazla ağlatmadan, bir an önce ayağa kalk Üsteğmen Bora Akyol.” Dediğimde abim güldü. “Emredersiniz.” “Hadi kızım sizde eve gidin, perişan oldunuz burada.” Babamın sözlerine itiraz ettim hemen. “Ben burada kalacağım baba, sen geç eve.” Dediğimde babam reddetti. “Ben kalayım bugün. Yarın da sen gelirsin, abin daha yeni ameliyattan çıktı. Ayağa kalkması riskli, ben kalırsam daha rahat eder.” Bu konuda haklıydı. Babamın yanında daha rahat hissedeceğine emindim ama böyle de benim içime sinmezdi. “Tamam sen kal odada, ben dışarıda otururum.” Attığım fikirle birlikte abim karşı çıktı. “Olmaz öyle şey, eve gidip güzelce dinlen. Yarın gözlerini bu halde görmek istemiyorum.” Dedi hafif kızar tonda. Benden sonra Sinem’e de baktı. “İkinizi de.” Dediğinde Sinem’le bakışlarımız buluştu. İkimizin de gözleri şiş, ağlamaktan kanlanmış bir biçimdeydi. Burnumuz kızarıktı. Komik duruyorduk. “Senin ihtiyacın olan biz değiliz gerçi haklısın, ihtiyacın olan kişi de gelir yakında merak etme.” Dedim ima ile. Abim bakışlarını benden kaçırdı. “Kimseye ihtiyacım yok benim.” Eminim öyle dercesine ona bakarken abim Pamir’e döndü. “Hadi al karını götür buradan.” Derken şaşkınca baktım ona. Ben gibi herkes şaşkınca baktı. Ama üzerine gideceğimi bildiği için bunu yapıyordu bunu da biliyordum. O yüzden bir şey demedim. “Ben kalayım Turan baba, sen yol yorgunusun.” Pamir düşüncesini dile getirirken babam Pamir’in omzuna elini yaslayıp sıktı. “Sağ ol oğlum düşünmen bile yeter, biz baba-oğul kalırız. Hasret gideririz.” “O zaman çıkalım biz, hastamızı da daha fazla yormayalım.” Dedi Hakan. Abim onu onaylarken ben babama doğru baktım. “Bir şeye ihtiyacınız olursa ara babacım, telefonum açık.” Dediğimde babam beni onayladı. “Ararım kızım, merak etme.” Babamla sarılıp ayrılırken abime döndüm tekrardan. “İyice dinlen abicim, yarın geleceğim.” Abimle de vedalaştıktan sonra odadan çıktık. Sinem koluma girmiş birkaç adım önden beri götürürken mırıldandı. “Burçe’yi bize götürdüm, perişandı. Pamir bizim bildiğimizi öğrenirse gerçekten kıyamet kopar.” Dediğinde göz ucuyla arkama baktım. Hakan ile canı sıkkın bir şekilde konuştuğunu görerek mırıldandım. “Haberimiz olduğunu seziyor bence, bende korkuyorum ama korkunun ecele faydası yok.” Sinem beni onaylarken tedirginlik hissetmeden duramadım. Bana kızacaktı, hesap soracaktı biliyordum ama yine de geriliyordum. Batuhan’a ne yapacaktı? Neler olacaktı düşünmek istemiyordum bile. Çift olarak kendi arabalarımıza bindiğimizde derin bir nefes verdim. Buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyordum bile. Korku, heyecan, panik ve daha birçok duygu… Şimdi rahatlamış bir biçimde, içimdeki korkunun bitmişliği ile çıkış yapmıştık. Çok şükür abim iyiydi. Daha da iyi olacaktı. Yolda aramızda sessizlik hakimdi. Bakışlarımı Pamir’e çevirdiğimde sadece yan profilini görebiliyordum. Zira ela gözlerini bana çevirip benimle göz göze gelmiyordu itina ile. Ama bakışlarındaki sıkıntıyı görüyordum. Aynı bakışlar onun dışında sertti de, kaşları hafiften çatık, yanakları içe çökmüştü. O böyle yaptığında ben daha da geriliyordum. “Pamir…” diyerek ona seslendiğimde düşüncelerinden sıyrılır gibi oldu. Bakışlarını yoldan ayırmadan bana doğru dönermiş gibi yaptı. “Şimdi sırası değil Devrim.” Dedi kestirip atarak. O konuyu açacağımı bildiği için böyle söylemişti biliyordum. Ama bana böyle soğuk davranması canımı yakıyordu. İsmimle seslenmesi bile soğukluğunu net bir şekilde dile getiriyordu. Sessizlik içinde biten yolculuğumuz yine sessizlik içerisinde evimize girmemizle son bulmuştu. Ben odamıza doğru ilerlerken Pamir banyoya girmiş ve kapıyı kapatmıştı. Kapıyı kapatmasının ardından iki dakika geçmeden suyun sesi kulaklarıma dolmuştu. Üzerimi değiştirmiş yatağa uzanarak onu beklerken Burçe’ye mesaj attım. İyi olduğunu, sadece abisine ne söyleyeceğini bilmediğini yazmıştı. Bunun cevabını bende bilmediğim için tavsiye vermemiştim ama Batuhan’ı sevdiğini söylemesi gerektiğini ikimizde biliyorduk. Pamir aşka veya sevgiye saygı duymayacak bir insan değildi. Normalde 20 dakikada banyodan çıkan adam bu sefer çıkmamıştı. Suyun altında kendiyle baş başa kalıp düşünüyordu muhtemelen. Rahatsız etmek istemiyordum ama merakta ediyordum. Suyun sesi kesildiğinde içeriden çıkmasını bekledim ama çıkmadı. Gözlerim çok ağlamanın vermiş olduğu rahatsızlıkla yavaştan kapanırken aklımda hala daha o vardı. Odaya gelmemişti. Kaç dakika geçtiğini bilmediğim anlarda ferah bir koku odaya doldu. Pamir’in geldiğini anlayıp gözlerimi aralamak istesem de aralayamadım. Uykuya yeni dalar gibi olduğum için kendime gelmekte zorlanırken üzerime pikenin örtüldüğünü hissettim. Sonra da saçlarımda minik bir öpücük. Ardından yanıma yatmasını beklediğim adamın benden uzaklaşan adım sesleri…
◔◔◔ Yazarın anlatımından Işık ve Bora, Işık saatler önce Devrimlerin hastaneden gittiğini görmüştü. Bora’nın yanına gitmek, uyandığını kendi gözleriyle görmek, konuşmak, yine onun güzel şakalarını duymak istiyordu. Bora yine güzel güzel ona baksın istiyordu. Şu bir aylık görev süresinde bütün bunları çok özlemişti. Dahası bu ayrılık kafasında karışıklık oluşmasına neden olmuşken, saatler öncesinde yaşadığı kaybetme korkusu bir şeylere karar vermesine neden olmuştu. Odaya doğru tedirgin bir şekilde ilerlerken odadan çıkan Turan beyi gördü. Adımları yavaşladığında Turan bey ile karşı karşıya geldiler. “Geçmiş olsun Turan amca.” Nazik bir şekilde konuştu Işık. Turan bey küçük bir baş selamı verdi. “Sağ ol kızım.” Kızın gözlerinin hafiften şiş olduğunu, düşünceli ve tedirgin olduğunu hareketlerinden gayet net anlamıştı. Devrim’de zaten ayak üstü kızın ne kadar korktuğundan bahsetmişti babasına. Ayrıca Bora’nın duygularını bildiği kadar karşısındaki kızın oğluna bakışlarını da fark etmişti. O yüzden eliyle içeriyi gösterdi. “Ben iki dakika kantine kadar gidiyorum, sen bizimkine bakar ol.” “Gözün arkada kalmasın.” Dedi Işık küçük bir tebessümle. Turan bey kafeteryaya ilerlerken Işık’ta Bora’nın odasına doğru adımladı. Kapıyı açıp usulca içeri girdiğinde bakışları Bora’yı buldu. Uyuyordu. Üzeri çıplaktı ancak karnına kadar ulaşan bir pike örtülüydü üstünde. Ona doğru yaklaşırken bakışları göğsündeki büyük, beyaz sargı bezine takıldı. Kurşunlar hayati bir yere gelmemişti, belki de bir santimetre yana isabet etse şu an burada olamayacaklardı. Bu düşünce ürpertirken gözlerini kapattı. Ardından kendine gelerek Bora’nın yatağının kenarında boş olan küçük kısma oturdu. Onu rahatsız etmek istemiyordu ama onun yanına gitmekten de kendini alıkoyamıyordu. Düzenli nefes alışverişlerini dinlerken bakışlarını hiçbir şekilde Bora’nın yüzünden çekmedi ve ilgiyle inceledi yüzünü. Hafiften zayıflamış ve çökmüştü. Elini yanağına, saçlarına götürüp okşamak istedi ancak onu uyandırmamak için bundan vazgeçti, zaten hangi sıfatla yapacaktı ki? “Öyle sessiz sessiz ne zamana kadar bekleyeceksin?” Bora’nın boğuk ve kısık bir sesle mırıldanmasıyla şaşırdı Işık. Onun uyuduğunu düşündüğü için hiç sesini çıkarmamıştı. “Sen uyumuyor muydun?” dedi düşünceli bir biçimde. Bora gözlerini hafifçe aralarken gözleri direkt olarak kızın yeşilleriyle buluştu. Gözleri buluştuğu an kızın ağlamaktan kızarmış olan gözleri hafiften kaşlarını çatmasına neden oldu. Dikkatle ona doğru bakarken mırıldandı. “Uyuyordum, kapıdan girdiğinde uyandım.” Yaptığı açıklama ile kaşları havalandı Işık’ın. Bora bakışlarını kızdan çekip başka tarafa çevirirken Işık, Bora’nın bakışlarını ondan kaçırması ile yutkundu. “Gitmişsindir diye düşünmüştüm.” Dedi Bora içi acıya acıya. Zaten vedalaşmışlardı, Hakkari’den giderken ondan bir veda beklememişti bu yüzden. Buraya döndüğünde Işık’ı bulamayacak olma düşüncesi onu yaralasa da kabullenmeye çalışmıştı ama durum farklı olmuştu. “Gitmedim.” Dedi Işık. İçinden İyi ki diye de ekledi. Bora anladığını belirtircesine başını sallarken başka ses çıkarmadı. Zaten yorgundu, ağrısı vardı. Bir de Işık’a ne diyeceğini bilmiyordu. Kelimeleri tükettik diye düşünüyordu. Işık, karşısındaki adamın ona hala daha kırgın olduğunu hissederken ismini seslendi. “Bora?” Işık’ın seslenmesiyle bakışları ona doğru döndü tekrardan, efendim dercesine. Işık başını yere doğru eğdi. Biraz çekiniyordu ama yine de söylemeden edemedi. “Çok korktum, seni kaybedeceğimi sandım.” Aniden yaptığı itiraf ile Bora şaşırdı. Hafiften kapalı olan gözleri şaşkınlığın etkisiyle aralanırken yutkundu. Beklenmedik olmuştu bu. Başını yerden kaldırmadan evvel uzanıp Bora’nın elini avuçlarının arasına aldı. Adamın sıcak ellerini teninde hissettiğinde rahatladığını hissetti. Gerginliği azaldı, kaybetme korkusu uzaklaştı. “Bu hayatta değer verdiğim bir adamı daha kaybedeceğimden çok korktum.” Dedi adamın gözlerinin içine bakarak. Açık açık itiraftı bu. Işık’ın kalbinden kopup Bora’nın kalbine işleyen bir itiraf. “Korkma, iyiyim ben.” Bora, Işık’ın içinin rahat hissettirmek için güven veren gözlerle gözlerine bakarken Işık’ın yeşil gözleri yaşla doldu. O anları tekrar düşünmek kalbine acı veriyordu. “Ben doktorum, kaç kere kan revan içinde hasta gördüm. Ama ilk kez, seni öyle görünce nefesim kesildi. Her hastada soğukkanlı olan ben, olamadım. Senin o solgun yüzün, kanlar içindeki halin donup kalmama sebep oldu. Aklım başımdan uçup gitti sanki.” “Işık…” dedi Bora içten bir şekilde. Kızın canının nasıl yandığını kalbinde hissetti. Onu teselli etmek, iyi olduğunu hissettirmek istedi ama Işık buna izin vermeden ekledi. “Ama şimdi gözlerini açtın, yine bana güzel güzel bakıyorsun ya bütün bu yaşadıklarım uçtu gitti.” Yüzünde küçük bir tebessüm oluşurken başını omzuna doğru eğip sevgi dolu gözlerle Bora’nın yüzüne baktı. “Sen hep bana böyle bak olur mu?” Bora, anladıklarını sorgularcasına kıza bakarken ne diyeceğini bilemedi. Çok anlam çıkartılabilirdi bundan. Bora içinden en istediği şey olarak çıkarmıştı anlamını, her seferinde hayal kırıklığına uğrasa da bundan vazgeçemiyordu. O anda Işık’ta tüm cesaretini toplamıştı. Artık kaçmak yoktu. Yaşanacak olanlar varsa bile en azından keşkelerim olmasın diye düşünüyordu. Bugün çok büyük sınanmıştı. Her şey yoluna girmişti ama Işık bu korkudan sonra artık Borasız olmak istemediğine, Bora’nın duygularına karşılık vermek istediğine karar vermişti. Elinde sıkı sıkı tuttuğu ipleri bırakmıştı. “Sen o gün bana duygularını açtın.” Dedi kararlı bir biçimde. Bora’nın gözlerinden gözlerini bir saniye bile çekmedi ve onun samimiyetini anlamasını istedi. “Bense korkularımdan bahsettim, sana asıl hislerimi söylemedim.” Dediğinde Bora nefesini tuttu. Bir kez daha reddedilmek istemiyordu. Zaten görev boyu bunu düşünmüştü. “Bende seni seviyorum Bora… Kabul edemedim, istemedim, inkâr ettim ama artık kalbime söz dinletemiyorum.” Diyerek adamın elini tuttu ve kaldırdı yavaşça. O vedalaştıkları gün, Bora nasıl Işık’ın elini kendi kalbine yasladıysa şimdi de Işık, Bora’nın elini tutup kalbine yasladı ve yüzündeki küçük bir tebessümle konuştu. “Bak, burası da senin ismini haykırıyor. Hissediyorsun değil mi?” Bora kal gelmiş gibi kalakaldı. Bu gördüklerim, duyduklarım gerçek mi diye sorguladı. Öldüm de bunları mı görüyorum diye geçirdi zihninden. Öyle imkansızdı ki Işık’tan bunları duymak, şimdi hayal görüyorum sanıyordu. Ama elinin altında atan kalp gerçekti. Aynı kendi kalbi gibi hızlı hızlı atıyordu. Yine de tereddüt etti Bora. “Yani sen?” sözcükleri döküldü dilinden. Birçok soru barındırıyordu bu. Sende beni seviyorsun? Düşüncelerin değişti? Artık korkmuyor musun? Beni kabul ettin mi? En önemlisi gitmeyecek misin? Bütün bunlar zihninden geçerken korkarak konuştu. “Korkmuyor musun?” En önemlisi buydu çünkü Işık korkularını anlatmıştı üstüne bastıra bastıra. Korkuları nedeniyle olmaz demişti, korkularının esiri olmuştu. “Korkuyorum.” Dedi Işık açık sözlülükle. Her şey konuşulacaktı ve aradaki tatsızlık son bulacaktı bugün. O yüzden ekledi. “Korkuyorum ama benim korkumu göğüsleyecek, beni rahatlatacak, sevgisiyle sarıp sarmalayacak bir adama sahibim.” İçten bir şekilde adamın gözlerine bakarken Bora duydukları ile mest olmuştu bile. Bu sözleri duymak için çok beklemişti ve şimdi duyuyordu. “O adamın yanında kalacak mısın hep?” Keyfi yerine gelirken zihnini karıştıran bir diğer soruyu sordu karşısında ona dürüstçe cevap vermek için bekleyen kadına bakarak. Bakışları temkinliydi yine de bunu sorarken. Soru işaretleri bitecek gibi değildi ama en önemlilerinin cevabını aldıktan sonra kalanı önemli değildi. “Kalacağım, gitmiyorum hiçbir yere. Burada seninle olacağım.” Dedi Işık kararlılıkla. Annesi bu kararına kızacaktı biliyordu. Ama Işık’ın gönlü Bora’yı burada bırakmaya el vermezdi. Operasyona çıktığında Allah’ın her günü Baran Albay’la konuşmuştu, gözleri hastanenin her köşesinde onu aramıştı, telefonun başında ondan gelecek bir mesajı veya aramayı beklemişti. Burada olmazsa, ondan daha uzakta olursa içindeki endişe de büyürdü. O yüzden burada kalacaktı ve görevine devam edecekti. Bora duydukları ile heyecanına mâni olamazken yüzünde ister istemez bir gülümseme oluştu. Işık’ın elini sıkıca kavrarken Işık’ın da yüzünde aynı gülüşten vardı, aynı heyecandan, aynı mutluluktan vardı. Nasıl olmazdı ki? Bugün ikisi için bir başlangıç sayılırdı. “Yani Üsteğmen Bora Akyol, benden kurtuluşun yok.” Işık keyifli bir tınıyla konuşurken Bora gözbebekleri titreyerek kıza doğru baktı. “Senden kurtulmak isteyen mi vardı ki doktor hanım?” Birbirlerine sevgiyle bakarken Bora gözlerini tavana doğru kaldırıp içten bir şekilde gülümsedi. Elbette içinden şükrediyordu Allah’a, bugünleri de gördüğü için. “Ben rüyada değilim değil mi?” dedi sorgularcasına. Hala bunun bir hayal olup olmadığını sorgulayan yanı vardı. Işık, Bora’nın ciddi bir şekilde sorduğu soru ile sesli bir şekilde güldü. Ufaktan çekinse de elini Bora’nın yanağına doğru yasladı usulca. Başparmağı yanağını severken mırıldandı. “Sence rüyada mıyız? Bence değiliz.” Bora, elini Işık’ın elinin üzerine yaslayarak gözlerini kapattı ve derin bir nefes almaya çalıştı. Bu canını ufaktan yaksa da umuruna getirmedi ve tekrardan kızın gözlerinin en içine baktı aşkla. Kalbinin üzerindeki ağırlık, içindeki kırgınlık uçup gitmişti sanki. “Bana olan aşkını itiraf ettiğin yer hastane olmasaydı iyiydi.” Diye sızlandı nazlı bir şekilde. Işık bu sözlere tebessümle cevap verdi. “Burası benim mıntıkamdı, itirafımı da ona göre yaptım.” Dedikten sonra sıkıntılı bir hale büründü. “Ama senin hasta yatağında olmamanı tercih ederdim.” Bora, Işık’ın canının nasıl sıkıldığını, nasıl yandığını gözlerinin kızarıklığından anlamıştı ilk girdiği anda. Zaten bu mesleğin en kötü taraflarından birisi de arkanda seni bekleyen insanları bırakmaktı. Yaralandığında ne hale geleceklerini bilirdin de elinden bir şey gelmezdi. Elinin altındaki eli okşarken kızı rahatlatmak adına şakavari konuştu. “Fena mı oldu, eğer yaralanmasaydım itiraf edeceğin yoktu.” Işık, Bora’nın şaka yapmak istediğini anlamıştı elbette ama şakanın altında yatan büyük bir doğrulukta vardı. Öyleydi. Eğer Bora yaralanmasaydı Işık bu gücü kendinde bulamazdı büyük ihtimalle. Bora, kızın gözlerine düşen gölge ile kendine kızdı. Sonra da mırıldandı. “Böyle günler ne kadar istemesek de olacak. Bize düşen o günleri düşünmek değil de yan yana olduğumuz anları mutlu ve güzel bir şekilde yaşamak.” “Güzel bir şekilde yaşayacağız.” Dedi Işık hak verircesine. Buğulanan gözlerinin tersine gülümsedi. “Birlikte, ellerimiz böyle birbirine sıkı sıkı kenetlenmiş bir biçimde, yüzlerimizde şimdiki gibi güzel bir gülümsemeyle geçireceğiz günlerimizi.” İnançla içinden geçen cümleleri fısıldarken sesinde umut vardı. İnanıyordu. Karşısındaki adam onu hep güldürürdü, mutlu ederdi. “Işık, Işık’ım…” Bora içli bir biçimde kızın ismini zikrederken gözlerini bir saniye bile ondan ayırmadı. “Sen bana bugün öyle güzel cümleler kurdun ki, öyle güzel sözler işittim ki bundan sonra benim tek amacım zaten bana evet diyen bu kadının yüzünü hep güldürmek olacak.” İçi içine sığmıyordu Bora’nın. Şimdi kızın eli ellerinde, gözü gözlerindeydi ve bu hayal değil gerçekti. “Sen benim yüzümü hep güldürüyorsun zaten.” Dedi Işık, aynı Bora gibi sevgiyle bakarak. Artık bakışlarını da, sevgisini de gizlemek zorunda değildi. Her şeyi açık açık konuşmuşlardı. “Keşke sana sıkı sıkı sarılabilsem.” Dedi Bora içi giderken. Çok istiyordu bunu. Kızı çok özlemişti. Gözlerini, gülüşünü, bakışını, azıcık olsa da soluduğu kokusunu. Daha önce sarılmamışlardı ama kolları o an daha önce yaşanmışçasına sızıyordu, bu duyguyu tatmak istiyordu. “Özledim seni…” diye de ekleme yaptı masum gözlerle kıza bakarken. Işık usulca gözlerine bakarak ona karşılık verdi. “Bende özledim seni…” Hem de çok özlemişti. Bora aldığı cevaptan tatmin olarak Işık’ın elini bıraktı ve kollarını usulca iki yana açtı. Işık, gözlerini kırpıştırırken anında doktorluğun verdiği kaygı ile itiraz etti. “Bu halde olmaz. Daha yeni çıktın ameliyattan.” “Belki tıp kitaplarında yazmaz ama insan sevdiğine sarıldığında tüm ağrısı, acısı azalır ve iyileşmeye başlar.” Bora’nın ikna etmek üzerine yoğun bir sesle dile getirdiği cümleler ile Işık tek kaşını kaldırdı. “Çok bilgilisin galiba bu konuda.” Sesinde ufak bir kıskançlık da olsa bunu takılmak için söylemişti. Bora ise bu kıskançlığı sezmişti. Yine de bunu umursamadan ekleme yaptı sözlerine. “Bak kollarım seni bekliyor, bir dene. Doğru mu söylüyorum yoksa kandırıyor muyum seni?” Işık tereddütlü gözlerle baktı Bora’nın gözlerine. Çok istekli bakıyordu gözleri. O an doktorluğun verdiği detayları unutarak kalbinin sesini dinledi. Usulca başını Bora’nın omzuna doğru yasladı. Böylece yatakta uzanır gibi olmuştu. Bora, hiç vakit kaybetmeden kolunu kızın omzuna sararken derin bir nefes verdi. Ardından da burnunu kızın saçlarının arasına daldırıp iç çekti. Bu anı ne kadar beklemişti anlatamazdı. O sırada Işık’ta huzurlu kollar arasında rahatlamakla meşguldü. Bora’nın düzenli ama biraz da olsa hızlı atan kalbi, saçlarında hissettiği nefesler, omzuna sarılı olan kol onu rahatlatmaya yetmişti. Korkusu bir kuş olup uçmuştu. Bora yine ona iyi gelmişti. “Haklıymışsın, insan sevdiğine sarılınca aklında hiçbir şey kalmıyormuş.” “Ne zaman istersen…” dedi Bora mırıldanarak. Zira kolları onun için hep açık olurdu. Onu sarıp sarmalamak, sevmek Bora’ya da iyi gelirdi. İyi de gelmişti. Şimdi kendini daha da mutlu hissediyordu. Sevdiğine kavuşmuştu, bu mutlu hissetmesi için diğer sebeplerden biriydi. Her şerde bir hayır vardır dedikleri cümle bu anlama geliyordu işte. Çok da doğru bir sözdü. Bazen bize şer gibi olan şeyler aslında hayrımızaydı. Böyle de olmuştu. Işık, bu kaybetme korkusuyla duygularını net bir şekilde anlamış ve korkularını yenmeye karar vermişti. Şimdi ikisi de içinden iyi ki diyordu. İyi ki birbirimizi bulmuşuz. Bundan sonra birbirlerinin yaralarını sarmak, birbirlerini mutlu etmek onların göreviydi…
◔◔◔ Devrim Akyol Arslan’ın anlatımından, Sabah uyandığımda yatağın yanını gözlerimi kapattığım andaki gibi boş bulmuştum. Bunu görüp anında yataktan kalkarken Pamir’in ismini seslenmiştim ama hiçbir cevap alamamıştım. Banyonun boş olduğunu gördükten sonra mutfağa ilerlemiştim ama tek karşılaştığım masanın üzerindeki kahvaltı olmuştu. Pamir balkondadır diye düşünüp balkona çıktığımda yine orada olmadığını görmek büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştı. Bugün hafta sonuydu ve bu saatte evde olmaması zor bir ihtimaldi. Her hafta sonu birbirimizin kolları arasında uyanırdık, saatlerce yataktan çıkmazdık ve şimdi koca bir boşluk vardı. Bu canımı sıkarken iştahımın kaçtığını hissederek hazırlanan kahvaltılıkları buzdolabına tekrar kaldırdım. Kendime filtre kahve demlerken kapının anahtarla açılma sesini duydum. Bakışlarım mutfak kapısına doğru döndüğünde mutfağa giren Pamir’i gördüm. Üzerinde beyaz bir tişört, altında şort vardı. Saçları terden nemlenmişti. Koşmuştu anladığım kadarıyla. “Kahvaltını yaptın mı?” Günaydın bile demeyip direkt konuşurken bakışları demlediğim filtre kahvedeydi. Buna karşılık mırıldanarak cevap verdim. “Canım istemedi.” Kısaca verdiğim cevapla birlikte Pamir bir şey demezken tekrar konuştum. “Koşuya mı gittin?” “Evet.” Dedi Pamir’de kısaca. Ardından ekledi. “Ben duşa giriyorum.” Başka hiçbir şey demeden mutfaktan çıkarken arkasından baktım sessizce. İçime oturmuştu davranış şekli. Mesela günaydın dememişti, öpmemişti, kahvaltı yapmadım dediğimde zorla ağzıma bir şeyler tıkıştırmamıştı. Dahası adam gibi yüzüme bakıp konuşmamıştı bile. Her zaman yaptığı şeyleri bugün yapmamıştı. Soğuktu. Hem de üşütecek kadar. Hazırladığım kahveyi kupaya doldurup bir yudum içtim. Kahve zihnimi açmaya başlarken odamıza doğru ilerledim. Üzerimi değiştirip hastaneye, abimin yanına gitmek istiyordum. Hastaneye uygun pantolon ve bir tişört giydikten sonra odamızdan çıkarken salona doğru ilerledim. Tek kişilik koltuklardan birine oturup kahvemi içerken Pamir girdi içeri. Bakışları üzerimde oyalanırken mırıldandı. “Hastaneye mi gideceksin?” sorduğu soruya başımı sallayarak cevap verdim. “Evet, kahvemi bitirdiğimde çıkacağım. Akşam babamla konuşup orada kalayım diyorum.” Onun fikrini almak için gözlerine bakarken Pamir belli belirsiz başını sallayıp onayladı. “Nasıl istersen.” Verdiği tek kelimelik cevaplar, umursamazlığı sinirime dokunurken kahvemden bir yudum daha içtim. Bakışlarımız birbirindeyken genzini temizleyip karşımdaki kanepeye geçti. Sırtını kanepeye yaslamadan gergin bir biçimde otururken konuştu. “Dün yorgundun, konuşmak istemedim.” Diye sözlerine başladı. Sakindi ses tonu. Ardından ekledi. “Sana tek bir şey soracağım, sende dürüst olacaksın.” Gözleri yüzümde dolaşırken başımı salladım. Ne soracağını bilerek kendimi hazırladım. Elimdeki kahveyi sehpaya bıraktıktan sonra direkt gözlerine bakarken Pamir bahane veya yalan kabul etmeyeceğini belli eden bir ses tonuyla sorusunu sordu. “Burçe ile Batuhan’ın arasında olan şeyden haberin var mıydı?” Aylarca öğrenmesinden korktuğum, ondan saklamaktan pişmanlık duyduğum o an gelmişti. Burçe için yapmıştım ama vereceğim cevapla Pamir’in güvenini kaybedecektim belki de. O bunun cevabını biliyordu zaten ama benim vereceğim cevabı duymak istiyordu. “Vardı…” dedim kendimden emin bir şekilde. Pamir’in yüzünde mimik kıpırdamadı. Ama gözleri çok şey anlattı. Bana sevgiyle, aşkla, tutkuyla bakan elalar hayal kırıklığı ile çevrelendi. Hafif bir sinir baş gösterdi. Dişlerini sıktı, eminim ki içinden okkalı bir küfretmişti. Başını belli belirsiz sallayıp diğer soruyu sordu. “Ne zamandan beri var bu şey?” biraz öncekine nazaran daha sert olan sesiyle yutkundum. Bakışları da artık yumuşak değildi. Soğuk ve öfkeliydi. “4 aydır.” Dedim açık açık. Bir şeyleri saklamak daha da kötü duruma sokardı bizi. Her şeyi öğrenmişken tam olarak bilmesi en doğru olanıydı. Verdiğim cevapla birlikte gözlerini kapattı Pamir. Eliyle yüzünü sıvazlarken sinirini hissedebiliyordum. Gözlerini açıp bana doğru baktığında yakınan sesini duydum. “4 aydır arkamdan iş çeviriyorsunuz, gözlerimin içine baka baka benden saklıyorsunuz.” Dedi boğuk bir şekilde. Gözlerindeki hayal kırıklığı daha da büyüdü ve acı çeker gibi bir hal aldı. Bana bu şekilde bakması kalbimi acıtıyordu. “Pamir, sevgilim…” diye ılımlı bir şekilde kendimi açıklamak isterken Pamir sözlerimi kesti. “Herkes sakladı da sen nasıl yaptın bunu bana?” Sesindeki burukluk, sitem kalbimi parçalara ayırırken bakışlarındaki kırgınlık ezdi geçti tüm bedenimi. Bakışlarını benden çekip yere çevirirken oturduğum yerden ayağa kalktım. Gözlerini görebilmek için dizinin dibinde dizlerimin üzerine çöktüm ve ellerini tutmak istedim ancak Pamir ellerini çekip ona temas etmeme engel oldu. Bu hareketi canımı daha da yakarken yutkundum. “Pamir, yemin ederim saklamak istemedim ben.” Diye kendimi açıklamak isterken bakışlarımız buluştu tekrar. Her seferinde gözlerindeki kırıklık büyüyordu sanki. “Gözlerimin içine baktın Devrim.” Dedi üstüne bastıra bastıra. Pişmanlıkla dudaklarımı birbirine bastırırken gözlerim hafiften yaşarmaya başladı. Pamir’in umurunda olmadı ve sözlerine devam etti. “Elimi tuttun, ben sana Burçe’nin sevgilisi var derken yok dedin, Burçe’yi her sıkıştırdığımda sen kurtardın, Batuhan’la gizli gizli bir şeyler konuştun.” Tüm suçumu kabul ediyordum, haklıydı. “Birbirlerini seviyorlardı…” diye kendimi açıklamak istediğimde oturduğu yerden aniden doğruldu ve benden birkaç adım uzaklaştı. Sinirden deliye dönmüş bir halde elini saçından geçirirken parmağını bana doğru salladı. “Gözümün içine baka baka bana yalan söyledin!” Sesini yükseltmesiyle birlikte gözlerim daha da dolarken bende diz çöktüğüm yerden kalktım. “Pamir, gerçekten amacım o değildi.” Alelacele kendimi ifade etmek isterken panik duygusu bedenimi ele geçirmişti bile. “Amacın neydi Devrim? 1 ay değil 2 ay değil. Tam 4 ay ulan! Hiç mi demedin ben bunu Pamir’den nasıl saklarım diye!” Sesi her cümlesinde daha da artarken benden nefret eder gibi bakışlarına dayanamadım. “Sadece… sadece vereceğin tepkilerden korktuk. Sakin karşılamayacağını biliyordum. Engel olurdun, izin vermezdin.” Ağlamaklı bir şekilde konuşurken Pamir alayla güldü. “Şimdi çok güzel oldu değil mi? Sırtımdan bıçaklanmak daha güzel oldu. Dört ay enayi yerine konmak daha da güzel.” Kırıklıkla söylediği şeyle ona doğru yaklaştım. “Pamir…öyle söyleme” “Yaklaşma!” sert ve soğuk sesle beni uyarırken gözyaşlarımın akmasına izin verdim. “Ne olursun, öyle bakma bana.” Dedim yalvarırcasına. Gözlerindeki hayal kırıklığını görmeye dayanamıyordum. “İçimdeki hayal kırıklığını, kandırılmışlığı anlatamam…” Dedi sesi bunları anlatırcasına kısılırken. “Pamir… ben böyle olsun istemezdim.” Derken Pamir bunu umursamadı bile. “Bana söyleyemedin, ben sorduğumda yalan söylemeyi seçtin. Hiç mi düşünmedin ne kadar kırılacağımı, hiç mi aklına gelmedi?” dediğinde başımı iki yana salladım reddetmek için. Nasıl gelmezdi? Onları her gördüğümde aklımda o vardı. “Aylarca aramızdaki güveni inşa etmeye çalıştım, aylarca o güveni yıkmamak için her hareketime dikkat ettim. Yalan söylemedim, aramıza saklanacak bir şey sokmadım, arkandan iş çevirmedim!” üstüne bastıra bastıra söylediği şeyle gözyaşları daha da dolup taştı. Haklıydı. Her sözünde haklıydı. Çok çabalamıştı. Ellerini tutmak için elimi uzattım ama benimle temas etmemek için bir adım geriye doğru gitti. Bu hareketi kalbime öküz oturmasına neden olurken konuşmaya çalıştım. “Pamir, biliyorum. Hep çabaladın biliyorum.” Derken Pamir benden daha yüksek bir sesle konuştu. “Senden de aynı şeyleri bekledim ben! Sen ne yaptın? Yalan söyledin Devrim, hem de dört ay boyunca.” Pişmanlıkla kavrularak yüzüne bakarken sinirden titreyen gözbebeklerini gördüm Pamir’in. Aynı şekilde bedeni de titriyordu. Benim ağlamama dayanamazdı, bu yüzden yüzüme bakmıyordu. O bana bakmadıkça ciğerlerim pare pare oluyordu. İçim sızlıyordu. Diyecek bir şey bulamıyordum. Elimden sadece özür dilemek geliyordu ama bu özür onun içindeki kırgınlığı dindirmezdi. “Bana bak ne olur…” diye yalvardığımda istediğimi yapmadı. Gözyaşlarım yanaklarıma bir bir akarken burnumu çektim ve titrek bir nefes verdim dudaklarımın arasından. Tam konuşacağım sırada Pamir bana doğru baktı. Elalarındaki hayal kırıklığını, kırgınlığını tekrar görmek içimdeki acıyı katladı. “Ben sana kıyamazken sen bana çok güzel kıydın, başkasının değil de insanın karısının sırtından bıçaklaması daha bir acıtıyormuş.” Söylediği cümle kalbime ateş düşürürken daha da ağladım. Ben ona kıyamazdım ki, sadece o an için doğru olanı yapmıştım. Bunun açabileceği yaraları, hayal kırıklıklarını bile bile bunu yapmıştım. Pişmandım. Pamir’e söylemediğim için değil, bu olayın dışında kalmadığım için. Kocamın bana olan güvenini sarstığım için. Beni orada öylece bırakırken arkasından bakamadım. Ellerimi yüzüme kapatıp hıçkırıklarımı serbest bırakırken Pamir’in sertçe kapıyı açtığını duydum. Sonra da Burçe’nin sessizce fısıldamasını. “Abi, konuşabilir miyiz?” Ellerimi yüzümden çekip kapıya doğru baktığımda kapının hemen önünde dikilen Burçe’yi ve hemen onun arkasındaki Batuhan’ı gördüm. İkisinin bakışları da ürkekti, korkaktı. Tabii bu Burçe’de daha fazlaydı, Batuhan güzel gizliyordu. Pamir’in bakışlarını tahmin bile edemiyordum. Burnumu çekip elimle yüzümü temizlerken kendime gelmeye çalıştım. Beni sözleriyle yakıp yıkmıştı. Şimdi karşısındaki kişilere ne söyleyecekti bilmiyordum. Bütün bunların dışında aklımda Pamir’e kendimi nasıl affettirebileceğim düşüncesi vardı. Çok kırılmıştı bana, çok. “Gir.” Dedi Pamir sadece. Tek bir kişiye söylemişti, Burçe’ye. Burçe, geriye doğru başını çevirip Batuhan’a doğru baktı usulca. Batuhan ufak bir baş hareketiyle ona işaret verirken Burçe içeri girdi. O içeri girerken Batuhan ile göz göze geldim, özür diler gibi bakıyordu bana. Sorun olmadığını söylemek istedim ama büyük bir sorun olmuştu bu. Gözlerimi kırpıştırıp burukça ona bakarken hiç beklemeden kapıyı Batuhan’ın suratına kapattı Pamir, böylece göz temasımız kesilmiş oldu. Buna müdahale etmem gerektiğini hissedip konuştum. “Pamir, alsana onu da. Ne yapıyorsun?” Bu işin iki müsebbibi vardı. Hiç kimse tek başına bir şey yapmamıştı. Tamam Batuhan onun askeri olabilirdi ama her şey eşitti bu hikâyede. “Sen karışma Devrim.” Dedi Pamir sertçe. Yüzüme bakmadan sarfettiği cümleyle büyükçe yutkunurken bakakaldım. Burçe’de olan sert ve soğuk bakışları onu da ürpertmiş olmalı ki elini koluna yasladı üzgün bir biçimde. “Ne konuşacaksan konuş Burçe.” Pamir tahammülsüz bir biçimde konuşurken Burçe dudaklarını büzdü. “Abi… Sadece şunu söylemek istiyorum. Çünkü söyleyecek başka bir şeyim yok, gördün.” Titrek bir sesle konuşan Burçe ile Pamir bakışlarını ondan çekmedi. Hepimiz ayaktaydık. Ben onlardan biraz daha uzaktaydım ve ikisini de görebiliyordum. “Devrim yengemle Batuhan’ın saklamasını ben istedim.” Dediği anda itiraz etmek istedim. Suçu kendi üzerine almasını istemiyordum her ne kadar doğru da olsa. Burçe’nin bakışları bana doğru döndü. “Yengem tatilimi burada geçirmek için geldiğim ilk günde bile söylememizi istedi, ben kabul etmedim.” Dedi sıkıntılı bir nefes vererek. Pamir’in bana doğru bakmasını istedim o an. Ama bana bakmadı ve karşındaki Burçe’yi dinlemeyi sürdürdü. Burçe ise devam etti. “Batuhan ilişkimize başladığımız andan itibaren kararlıydı. Ama bana bıraktı, ben ne zaman istersem o zaman olmasını istedi. Senin gözlerine bakarken nasıl utandığını ben biliyorum.” “Yani?” dedi Pamir alayla. “Bu sakladığınız gerçeği değiştirdi mi?” Bahanelere karnım tok dercesine sözlerini dile getirdiğinde Burçe’nin gözlerinden umutsuzluk duygusu geçti. Abisinin inatçı olduğunu ben kadar iyi biliyordu. Bense hala bu konunun Batuhan’ı da ilgilendirdiğini düşünüyordum. Her şeyi ikisi birlikteyken konuşmak daha doğruydu. Pamir her ne kadar karışmamam gerektiğini söylese de bu işte beni de sorumlu bulduğuna göre bu işin içindeyim demekti ve zaten karışmıştım. O yüzden bana kızacağını bilsem de kendime göre doğru olanı yapıp kapıya ulaştım ve araladım. Batuhan’ı kapının biraz uzağında duvara yaslanmış bir biçimde gördüm. Benim kapıyı aralamam ile bakışları bana dönerken başımla içeriyi işaret ettim. Batuhan kapıya doğru yaklaşırken arkamdan Pamir’in sesini duydum. “Sana karışmamanı söyledim! Her seferinde burnunun dikine gitmeye devam mı edeceksin?” Bu ses tonunu duymaya alışmıştım artık. Cümleleri kırıcı da olsa, gözlerim yaşarsa da yapacağımdan vazgeçmedim ve bende ona doğru döndüm. “Evet! Burnumun dikine gideceğim! Tek suçlu Batuhan gibi davranamazsın! Ne olduysa ikisi arasında oldu!” Pamir söylediklerimi hazmedemeyen bir ifade takınırken bu sefer bende sert sert baktım ona. Bağırmıştı çağırmıştı, sinirini benden çıkarmıştı. Susmuştum. Şimdi susmayacaktım. “Yenge..” Batuhan benim için kocanla kötü olma dercesine seslenirken bakışlarımı tekrardan ona çevirdim. “Gir içeri.” Batuhan benim söylediğimi yapıp içeri girerken bakışları Pamir’de idi. Pamir ise başka tarafa çevirmişti bile bakışlarını. Ancak burnundan soluduğunu da görmemek imkansızdı. Kapıyı kapatıp salona doğru ilerlerken Batuhan’da tedirgin bir biçimde benim arkamdan geldi. Pamir sırtını bize doğru dönmüş camdan dışarı bakarken sakinleşmek için derin derin nefesler aldı. O sırada Batuhan konuşmanın iyi olacağını düşünerek genzini temizledi. “Komutanım, ne söyleseniz hakkı-“ Daha cümlesini tamamlamadan, ne olduğunu anlamadığımız bir anda Pamir’in ona doğru döndüğünü ve sert bir şekilde suratına yumruk çaktığını gördük. Bu hamle ile elimle ağzımı kapatırken Burçe’nin ağzından çığlıkla karışık bir yakarış döküldü. “Abi! Ne yapıyorsun?” Batuhan, yana dönen suratını buruştururken elini burnuna doğru götürdü ve işaret parmağı ile orayı sildiğinde eline bulaşan kana şahit oldum. Anlaşılan sinirini çıkarırcasına vurmuştu çocuğa. “Pamir ne yapıyorsun sen?” diye kızarken hızlıca salondan çıktım ve mutfağa girip peçete aldım. Sonra tekrardan salona girip peçeteyi Batuhan’ın burnuna bastırmak istediğim sırada Batuhan elimden alıp kendi işini kendi halletti. Hiç sesini çıkarmamıştı buna. Eminim sevdiği kadının yanında dayak yemek gururunu incitmişti ama buna razı olduğunu belli edercesine de güçlü duruyordu. “Ne yapsanız hakkınız…” dedi Batuhan kabullenmişle. Peçete ile burnundan akan kanı silerken Pamir ters ters bakmaya devam etti ona. “Bu kardeşime yan gözle baktığın içindi.” Açıklaması kaşlarımı çatmama neden olurken sesimi çıkarmadım. Pamir’se devam etti. “Ulan askerimsin sen benim. Kardeşimi yanınıza getirirken yan gözle bakın diye mi getirdim lan ben? Bu nasıl iş böyle!?” Hıncını çıkarmak istercesine bağırırken Batuhan başını yere doğru eğdi. Ama bunda kendini suçlu hissedeceği bir şey yoktu. Kalp kime aşık olacağını seçemezdi. Pamir şu an bunu düşünemeyecek kadar sinirliydi. “Ne denir buna biliyorsun değil mi? Kalleşlik denir.” Pamir karşısındakini kıracağını düşünmeden sözlerine devam ederken Batuhan suçunu kabul edercesine başını yerde tutmaya devam etti. Pamir’in her sözüne yutkunuyordu. “Abi, insan seveceğini kendisi mi seçiyor?” dedi Burçe ağlayarak. Biraz önce abisi Batuhan’a vurduğunda çok korkmuştu. Ne yalan söyleyeyim devamının gelmesinden bende çok korkmuştum. Pamir, kardeşinin söylediğini umuruna getirmezken araya ben girdim. “Askerinin kardeşine âşık olması kalleşlik, peki komutanının kızına aşık olmak ne demek?” İşin içine bizi katarak anlamasını istedim. İnsan seveceğini seçemiyordu. Yine olsa yine Pamir’i seçerdim bu ayrı mevzuydu ama kalp buna imkân tanımıyordu, kimin yanında aşkla çırpınacak kendisi karar veriyordu. “Bir kendimizi kıyaslamamız kalmıştı zaten.” Pamir sinirle gülerken içine doğru küfretti. Başımı iki yana sallayıp reddettim. “Kıyaslamıyorum, durumu sana anlatmaya çalışıyorum.” Dedim sakin bir sesle. Pamir burnundan sert bir nefes verdi ve bana doğru baktı. “Ne var biliyor musun Devrim? Herkes için, herkesin durumunu kurtarmak için çabalıyorsun ama bunun sonucunda benim ne hissettiğimi düşünmüyorsun.” Sözleri boğazıma bir yumru gibi dizilirken gözlerime hüznün oturmasına engel olamadım. “Hala daha Batuhan’ı savunuyorsun, Burçe’yi savunuyorsun ama benim neye kırıldığımı hiç umursamıyorsun. Herkesin yanındasın, herkese hak verirsin ama Pamir?” dedikten sonra kendi cevabını kendi verdi gülerek. “Pamir nasılsa bir şekilde halleder, Pamir nasılsa unutur, Pamir nasılsa kırılmaz.” Sanki ayların birikimini yüzüme vuruyor gibiydi. Ela gözleri titreyerek bakıyordu bana kırgınlığını haykırırcasına. Gözlerine bakakalırken dilim tutulmuş gibi kaldım karşısında üzüntü ile. Pamir’e bu şekilde hissettirdiğimi hiç düşünmemiştim ben, bunu bana söylemese de hissetmezdim çünkü o duygularını saklamakta çok iyiydi. Bakışlarını benden çevirirken derin bir nefes aldı. Yan yana dikilen Burçe ve Batuhan’a baktı göz ucuyla. Yüzü epey kederliydi bakarken. “Bunca ay sakladınız benden… Ne yapacaktım ayıracak mıydım sizi?” dedi kırgınlıkla. Ardından direkt kardeşine baktı. “Bu kadar mı korkuyordun benden Burçe? Ben sana ne zaman sesimi yükselttim, sana ne zaman el kaldırdım, ne zaman aşırı tepki verdim de sen benden korktun?” Acı içinde söylediği cümleler benim de canımı yakarken bugünün bir an önce bitmesini diledim. Cümleler çok acı veriyordu. Ağırlıkları üzerime çöküyordu. Bu cümlelerle Burçe’nin de omuzları çökerken üzgünce baktı abisine, pişmanlıkla baktı. Pamir çok iyi bir abiydi, bu inkâr edilemezdi. Bundan 6 yıl önce ilk tanıştığımızda da, göreve gidip geldiğinde de çok iyi bir abi olmuştu. Ayrı geçirdikleri 3 yılı telafi etmek için çok şey yapmıştı. Onunla çok ilgilenmişti. El kaldırmak bir yana, kötü söz söylediğini bile duymamıştım. Hatta onu bir inci tanesiymiş gibi gözünden bile sakınırdı. Aynı benim abim gibi. Zaten Pamir’in kırgınlığı da bundan kaynaklıydı. O bu kadar iyi bir abiyken Burçe’nin ondan saklamasıydı onu kıran. Elbette kolay söylenecek bir şey değildi ama güzünün içine bakıp yalan söylemekte kötüydü. Biz böyle bir sorun yaşamamıştık abimle, ben Pamir’den emin olduğum anda aileme bahsetmiştim zaten. Pamir, kardeşinden bir cevap alamayacağını bildiği için Batuhan’a doğru baktı. “Ya sen? Ayağına kadar geldim senin. Sorunun ne dedim? Kız meselesi dedin gözümün içine baka baka.” Birbirlerine bakarlarken Batuhan’ın mahcubiyetini iliklerimde hissettim. “Hadi o korktu benden, abisiyim diye.” Deyip Burçe’yi işaret etti alaylı bir şekilde. Ardından devam etti. “Sen. Sende mi korktun? Komutanım böyle böyle bir durum oldu, duygularım bu şekilde deseydin seni ordudan mı attırırdım?” dedi hayal kırıklığı ile. Attırmazdı elbette. Benim abim nasıl davranıyorsa, nasıl Pamir’e kök söktürdüyse Pamir’de aynısını yapardı elbet. Onunla çok uğraşırdı. Ama o aşka saygısı olmayan bir insan değildi. Kabullenirdi. İlk başta zorlansa da, onları yan yana görmek istemese de kabullenirdi. Zamanla aşklarına şahit oldukça alışırdı. İşte şimdi ne kadar büyük bir hata yaptıklarını daha iyi anlıyordum. Belki bende daha çok üstelemeliydim bu konuda. Hatalıydım. Pamir’e hak veriyordum, hem de çok. “4 ay gözümün içine baka baka yalan söylediniz. Arkamdan enayi diye de güldünüz mü?” Burukça kurduğu cümleyle anında itiraz etti Batuhan. “Komutanım, yemin ederim size söylemediğim her an vicdan azabını yaşadım. Ama söyleyemedim. Belki Burçe’yi ikna etmem gerekiyordu bilmiyorum ama hatalıyım, tek suçlu Devrim yengem veya Burçe değil. Bende çok hatalıyım.” “Özür dilerim abi, engellememem gerekiyordu onları.” Burçe mahcupça baktı abisine. Özrü, pişmanlığı hissettirmek ister gibi gözlerinin içine bakarken Pamir’den bir cevap bekledi. Ondan bir cevap gelmeyince Batuhan’a doğru baktı. “Ben Batuhan’ı seviyorum abi, her şeye rağmen seviyorum.” Pamir bu cümle ile sabır çekercesine başını havaya kaldırdı. Gözleri kapalı bir şekilde dururken Batuhan’da Burçe’yi desteklercesine konuştu. “Bende özür dilerim komutanım, size dürüst olmadığım için. Kalbime sahip çıkamayıp kız kardeşinize gönlümü kaptırdığım için üzgünüm ama pişman değilim.” Son cümlesiyle Pamir kapalı olan gözlerini aralayıp direkt ona doğru baktı. Sert bakışlarından ben bile korkarken Batuhan büyükçe yutkundu. “Şaka mısın oğlum sen!?” Pamir’in sinirli çıkışıyla birlikte Batuhan cesaretle konuştu. “Ne söylerseniz söyleyin, ben Burçe’den vazgeçmem komutanım. Bilirsiniz askerlerin kalbinde tek bir sevda vardır. O da vatan. Ama yine bildiğiniz gibi, bir kadın gelip o vatan sevgisinin yanındaki yerini alabilir. Kararımdan dönmeyeceğim komutanım.” Kendinden emin, kararlı bir biçimde duygularını dile getirdi Batuhan. Hayranca baktım ona. Sevdasının arkasında durması çok güzel bir şeydi. Ne mutluydu Burçe için onu bu kadar seven birine sahipti ve bunu çok hak ediyordu. Zaten Batuhan’ın Burçe’yi bu kadar seveceğini ve aşkına sahip çıkacağını bildiğim için kocamı karşıma almıştım. Düşüncelerimde yanılmamıştım. Pamir’de bu sözlerden etkilenmişti eminim. Gurur duymuştu bir kere, bunu biliyordum ama sertliğinden ödün vermeden dik dik baktı Batuhan’a. Abimden iyi bilirdim bu bakışı. Ayağını denk al demekti. Ama bunun dışında birçok duyguyu da barındırıyordu, kırgınlık baskın olanıydı. “Şu an bunları söylemen neyi değiştirir?” dedi Pamir tahammülsüz şekilde. “Ulan zaten aylarca arkamdan kardeşimle birlikte oldun. Şimdi karşıma gelmiş neyi anlatıyorsun? Ne dememi bekliyorsun benden!?” Pamir bu hallerine dayanamadığını belirten bir ifade ile bağırırken Batuhan cevap verdi. “İçinizin rahat etmesi için söylüyorum komutanım.” Pamir, Batuhan’ın bu kadar hazır cevap olmasıyla daha da sinirlenirken derin bir nefes aldı. “Çıkın gidin şu evden, gözüme gözükmeyin.” Dediğinde Burçe parıldayan gözlerle baktı abisine doğru. “Yani bu izin veriyorum mu demek?” dediğinde Pamir elini alnına doğru götürüp ovaladı. “Dalga mı geçiyorsun kızım sen benimle?!” diye yükselirken Burçe irkildi. “Şimdi ayrılın desem ayrılacak mısınız sanki? Gelmişsiniz karşımda sevginizi itiraf ediyorsunuz, iş işten geçmiş.” Diye söylenmeye devam etti. Ardından bakışlarıyla tekrar kapıyı işaret etti. “Sevgi gösterinizi benden uzakta yapın. Ama beni enayi yerine koyduğunuzu unutmayın ve ona göre davranın.” Dedi sert ve soğuk bir sesle. İşte bu en can sıkıcı kısmıydı. Pamir bir süre bunu unutmayacaktı. Haklıydı da. Ardından ekledi. “Çünkü ben unutmayacağım, en sevdiklerimin sırtımdan bıçaklamasını asla unutmayacağım.” Can yakan bir ses tonuyla bunları söyledikten sonra bakışlarını bana da çevirdi. Kısa bir an için gözlerime baktı. Sanki bunu sana söylüyorum dercesine. Pamir’in bana onlardan daha fazla çıkışmasının sebebi ilk defa onun arkasından iş çevirmemin vermiş olduğu hayal kırıklığıydı. Bu ilkti ve son olacaktı. Ancak Pamir bunu beklemediği için yaşadığı hayal kırıklığı daha fazla olmuştu. Başka hiçbir şey söylemeden salondan çıktığında üçümüzde arkasından bakakaldık. Kapıyı biraz öncekine nazaran daha nazik açıp evden çıktığında derin bir iç çektim. Peşinden gitmek istiyordum ancak yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu da biliyordum. Ya da biz yan yana geldiğimizde birbirimizi kıracağımızı da biliyordum. Bu sefer o kırıp geçirmişti beni, cümlelerini düşünmeden söylemişti. Ancak empati kurduğumda ona hak veriyordum elbette. Pamir’in gidişinin ardından Burçe ve Batuhan ile buluştu gözlerim. İkisinde de rahatlamış bir ifade vardı. Pamir’e en başından söyleselerdi, bunun gibi bir tepki almazlardı. Evet, belki Batuhan yine yumruk yerdi ama arada kırgınlık oluşmazdı. Özür dilercesine bana bakarlarken gözlerine baktım sadece. Söylenecek bir şey kalmamıştı…
Bölüm Sonu ‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz? Umarım beğenmişsinizdir… ‣‣‣ Devrim ve Pamir sahneleri nasıldı? ‣‣‣ Bora ufaktan korkuttu bizi ama bu iyi bir şeye vesile oldu ha ne dersiniz? Nasıldı Bora ve Işık sahneleri? Beğendiniz mi? Çok şükür Işık’ta duygularının arkasında durdu. ‣‣‣ Yazarın anlatımından olan kısım nasıldı, umarım hoşunuza gitmiştir… ‣‣‣ Pamir, Burçe ve Batuhan’ı öğrendi. Tepkisi nasıldı? Haklı mıydı? Devrimle araları ne olacak sizce? Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum… |
0% |