Yeni Üyelik
38.
Bölüm

Kaybolan Yıllar| 36

@mutlusonsuz222

🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...

🇹🇷29 Ekim Cumhuriyet bayramımız kutlu olsuuuuun!

Bölümü yazarken kullandığım şarkı; Dedublüman- En dibine kadar

 

 

 

36.Bölüm

Pamir Arslan’ın anlatımından,

Hayal kırıklığı… Etkisi çok büyük olan bir duyguydu. Hele ki en yakınım dediğin insanlar tarafından hayal kırıklığına uğradığında insanın eli kolu bağlanıyordu. Canım dediğim iki kişi ve kardeşim dediğim adam sırtımdan bıçaklamıştı beni. Yaşadığım hayal kırıklığını, kırgınlığımı anlatacak kelimelerim yoktu. Hiç beklemediğim anda beklemediğim kişiler en büyük hayal kırıklığım olmuştu.

Burçe… Gözümden sakındığım kardeşim arkamdan iş çevirir olmuştu. Yaptığı şeyin bahanesi olarak da korktuğunu önüme sunmuştu. Benim aşka olan inancımı, sevgiye olan saygımı bildiği halde hem de. Bu zamana kadar nadiren sesimi yükselttiğim, gelişini sabırsızlıkla beklediğim kardeşimdi bunu düşünen.

Batuhan… Aylar önce tanışmamıza rağmen hayatımda büyük yer edinmiş olan, kardeşim dediğim adam. Gözlerinin içine bakıp sorununun ne olduğunu sormuştum, o da kız meselesi olduğunu söylemişti. O kız meselesinin asıl öznesinin kardeşim olduğunu nereden bilebilirdim ki? Salak gibi bir de araya girmekten bahsetmiştim. Kendimi enayi gibi hissediyordum. Beni bir abi gibi görüp derdini anlatmasını beklemiştim. En başından anlatsaydı her şeyin çok farklı olabileceğine hiç inanmamıştı. Bu da beni tanımadığını gösteriyordu.

Karım… Birbirimize her daim dürüst olacağımıza söz verdiğimiz, birbirimizin arkasından mesleklerimiz hariç bir şey gizlemediğimiz güzeller güzeli karım. En büyük yıkımı onun her şeyi bilip de sustuğunu öğrendiğimde yaşamıştım. Ben ondan hiçbir şey gizlemezken o benden çok önemli bir gerçeği gizlemişti. Gözümün içine bakıp ona sorduğumda yalan söylemeyi göze almış ve beni kıran o yalanı söylemişti.

Her ne kadar Burçe söylememesi için ikisini de tembihlese de onlardan bir adım beklemiştim. Burçe utanmıştı belki, çekinmişti ama Batuhan utanmadan yüzüme bakmaya devam etmişti bu süreçte. Devrim’se onlara destek olmuştu belli ki, arkamdan iş çevirmişti.

Şimdi evden çıkmış tabura doğru giderken aklımda bin bir çeşit soru vardı. Timin kalanının haberi var mıydı mesela? Ya da Hakan’ın, Bora’nın? Onlarda bilip benden sakladıysa artık kime güveneceğimi bilmiyordum.

Üçünün de gözlerinde pişmanlık vardı, üçü de mahcupça bakmıştı gözlerime. Daha doğrusu bakamamıştı. Ama bu üçlü de en çok yıpranan Devrim olmuştu. Sürekli akan gözyaşları içimi acıtmıştı ama elimi kaldırıp silememiştim, içimdeki kırıklık daha ağır basmıştı. Bu yüzden sözlerimi bile seçmemiş direkt canını acıtmak için sayıp dökmüştüm. Canımın yandığı kadar yakmıştım. Tıpkı onun bana yaptığı gibi.

Yoldayken bir kere aramıştı, muhtemelen nereye gittiğimi sormak içindi ama açmamıştım. Benim de biraz kafamı toparlamaya ihtiyacım vardı. Gece uyuyamamıştım, dün onları o halde gördükten sonra içim içimi yemişti. Devrim’in haberi olup olmadığını sorgulamıştım, aslında yüzünde şaşkınlık ifadesi olmamasından haberi olduğunu anlamıştım ama konduramamıştım. Yorgun, üzgün ve halsiz olduğu için konuşmayı sabaha ertelemiştim.

Ama tüm gece boyunca uyumayıp düşüncelerimin esiri olmuştum. Sabahta erkenden kalkıp koşuya çıkmış ve zihnimi boşaltmaya çalışmıştım ama nafileydi. Becerememiştim.

Taburdan içeri girdiğimde direkt olarak arabamı park edip tüm timin toplandığı odaya doğru ilerledim. Bugün tatil günüydü, ailesi olan ailesinin yanındaydı elbet ama sorumun cevabını burada olanlardan da öğrenebilirdim. Odaya hiç beklemeden girdiğim anda tüm bakışlar beni buldu. Sert bakışlarım odadaki Yiğit, Soner, Taner ve Kürşat’a kaydığında dördü de ayağa kalktı.

“Komutanım?” Yiğit’in şaşkın bakışları üzerimdeyken söylemek istediği şeyi anlamak zor değildi. ‘Tatil günü burada ne işiniz var?’ Daha cevap veremeden Taner ekledi. “Yoksa Ahsen yenge gibi Devrim yengemde sizi mi sattı? Gerçi o hastanede de olabilir.” Düşünceli bir biçimde dile getirirken yüzümde mimik oynamadı.

Odadan içeri girip dördüne de dikkatle bakarken tahammülsüz bir biçimde konuştum. “Tek bir şey soracağım, sizde tek bir cevap vereceksiniz. Batuhan’ın yediği halttan haberiniz var mıydı?” Çatık kaşlarla yüzlerindeki ifadeleri incelerken Soner sertçe yutkundu. Bu bir cevaptı. Hem de çok net bir cevaptı.

“Ben bilmiyordum, sizinle öğrendim.” Kürşat açıkça dile getirirken diğerlerinden bir cevap bekledim dürüstçe. Soner beklemeden cevap verdi. “Biliyorduk komutanım ama daha yeni öğrendik.” Saklamadan açık açık söylerken sert duruşumu bozmadım. Tahmin ediyordum bunu zaten. Taner oradan müdahale etti hızlıca. “Ben, Yiğit ve Soner biliyorduk komutanım, diğerlerinin hiçbir şeyden haberi yoktu.”

Çoğu kişi bilirken ben salak yerine konmuştum. En ağırı da bu olmuştu. Arkamdan bu da ne salak adam diye gümüşler miydi acaba? Peki ben, neden düşünmek istememiştim gözümün önünde onca delil varken. Batuhan’ın parfümü mesela. Üzerinde düşünmek istememiştim çünkü karım bana çok güzel bir yalan uydurmuştu ve bende ona inanmayı seçmiştim. Göz yummayı tercih etmiştim, yüzleşmekten kaçmıştım ama şimdi daha ağır olmuştu bu.

“Batuhan ile oturup arkamdan çok güldünüz mü?” dedim tahammülsüzce. Ardından derin bir iç çektim. Soner, Taner ve Yiğit utanarak başlarını yere doğru eğerken ekledim. “Hiç mi söylemediniz arkadaşınıza, komutanın gözünün içine nasıl bakıyorsun diye?” dediğimde Yiğit itiraz etti. “Söylemez olur muyuz komutanım, Batuhan zaten bu konuda kararlıydı. Söylemek istiyordu ama…”

Duraksadığı anda cümlesini ben tamamladım içimden. Ama Burçe izin vermiyordu. Kalbimi en çok kıran buydu zaten. Ben ona sesimi bile çok nadir yükseltirken benden bu kadar korkması normal değildi. Ben aşktan anlamayacak birisi değildim ki. Kişinin kimi seveceğine kendisinin karar veremeyeceğinin bilincinde bir adamdım. Aşka saygısı sonsuz olan, aşık bir adamdım. Onları ben anlardım.

Evet kızardım, Batuhan’a. Nasıl kız kardeşime yan gözle baktın derdim ama sinirim kısa sürerdi. Kardeşimin sevgisi bu siniri söndürürdü. Şimdi içimdeki hayal kırıklığını, kırgınlığı kim söndürecekti. Beni sakinleştirecek olan kadın tüm duygularımı yıkıp geçmişti.

“En azından dürüst olduğunuz için teşekkür ederim.” Ciddi bir şekilde son sözümü söyleyerek odadan çıkarken Yiğit’in kısık sesi kulaklarıma doldu. “Batuhan büyük sıçtı.”

Öyle olmuştu ve bu işten öyle kolayca kurtulamayacaktı.

Binadan çıkıp tekrardan arabama binerken adresim hastaneydi. Şimdi orada bizim desteğimize ihtiyacı olan bir adam vardı. Ve o adamı çok seven bir kız kardeş, onun da bana ihtiyacı vardı. Ama içimdeki o kırgınlıkla ona nasıl yardımcı olacağımı, destek olacağımı bilmiyordum. Sadece gözümün önünde olması içimi rahatlatırdı bunu biliyordum.

İçimde bunu nasıl hazmedecektim, nasıl onlara tekrar güvenecektim bilmiyordum. Belki de uzun bir süre kabullenemeyecektim…

Hastaneye ulaştığımda direkt olarak otoparktaki Devrim’in arabasını gördüm. Tam tahmin ettiğim gibi buraya gelmişti. Bende arabamı park edip hastaneden içeri girdiğimde adımlarımı direkt olarak Bora’nın odasına doğru atmaya başladım. Odaya yaklaştığımda hafif aralık olan kapıdan dışarı az da olsa duyulan konuşma seslerini duydum.

“Aferin kızım sana.” Bora sitemli bir şekilde konuşurken Devrim üzgün bir sesle cevap verdi. “Abi öyle söyleme ama.” Küçük bir kız çocuğu gibi itiraz ederken Bora’nın sesini işittim tekrardan. “Sen kocandan böyle bir şeyi gizle sonra abi öyle söyleme, ne söyleyeyim?”

“Saklamayı istemedim abi, söyleme dediğinde ne yapabilirim ki? Sen söyler miydin?” Meraklı bir şekilde konuşurken Bora cevap verdi. “Söylemezdim ama baskı yapardım söylesinler diye.”

“Yapmadım mı sanıyorsun? Söyledim kaç kere. Ama onlar söylemediği sürece ben ne yapabilirdim ki?” dedi itiraz ederek. Sesinden pişmanlığı belliydi elbette. Ama son pişmanlık ne işe yarardı ki? Ben onun arkasından böyle bir iş çevirsem kendisi bana çok kızardı. Şimdi kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi bana yapmıştı. Kabullenemediğim nokta buydu.

Israr etmişti belki ama daha da üstünde durabilirdi. Burçe ne olursa olsun onu dinlerdi. Abin başta sinirlenir, sonradan sizi kabullenir diyememiş miydi? Sevdiğim kadında mı beni tanıyamamıştı?

Daha fazla onları dinlememek için kapının önündeki bekleme sandalyelerinden birine oturdum ve derin bir nefes verdim. Birkaç dakika geçmeden koridordan beyaz önlüğüyle gelen Işık’ı gördüm. Düne göre daha toparlanmış ve dinç görünüyordu. Belki de Bora ile aralarında olan şeyi halletmişlerdi.

Her zaman olduğu gibi nazik bir şekilde gülümsedi. “Hoş geldin Pamir, içeri geçsene. Bora uyanıktı.” Dediğinde onayladım. “Evet, Devrim içeride şimdi.” Işık anladığını belirtircesine başını salladığında kolundaki saate doğru baktı. “Bende pansumanı için gelmiştim.” Ardından da bana doğru baktı tekrardan. “Dün için teşekkür ederim, Devrim’de sende bana destek oldunuz.”

Samimi bir biçimde dile getirdiği sözlerle başımı eğip kaldırdım. Yapmamız gereken şeyi yapmıştık, o yüzden teşekkür edilecek bir şey yoktu. “Yapmamız gerekeni yaptık, teşekkür etme. Umarım bir daha böyle bir şey yaşanmaz.” Dediğimde Işık içten bir şekilde cevap verdi. “Âmin.”

Tam o sırada odanın kapısı aralandı. Devrim odadan çıktığında kızarmış olan gözleri dikkatimi çekti ilk önce. Çok ağlamıştı. Hem dün hem bugün çok fazla ağlamıştı. O ağlasa benim yüreğim parçalanırdı. Ama bu sefer acıyan yüreğime rağmen onun gözyaşlarını silecek gücü kendimde bulamıyordum. Belki de kırgınlığım elimi kolumu bağlıyordu.

Bakışları ilk önce bana ardından Işık’a kaydı. “İçeri gelsenize.” Diye kapıdan geri çekilirken önden Işık girdi içeri. Devrim ile kapıda birbirimize bakarken bir şeyler söylemek için dudaklarını araladı. Ne söyleyeceğini duymak istemediğim için direkt olarak odadan içeri girdim. Bu hamlemle daha da üzülüyordu biliyordum ama şu an konuşmayı hiç istemiyordum, ben söyleyeceğimi söylemiş sözlerimi bitirmiştim.

“Ooo damat hoş geldin…” Bora şakavari bir biçimde bana bakarken ufak bir tebessüm ettim. “Hoş buldum kayınço, formuna dönmüşsün bakıyorum.” Gözlerimi kısıp yüzüne doğru bakarken Bora keyifle sırıttı. “Çok iyi bakıyorlar bana ondan.” Bakışları yatağın yanındaki Işık’ı bulduğunda gözlerindeki pırıltılara şahit oldum. Kısa bir an ona doğru bakıp göz kırparken Işık’ta belli belirsiz gülümsedi.

Işık güzel bir gülümseme ile ona bakarken aralarındaki meseleyi hallettiklerini fark ettim. Aldığım kötü haberlerin ardından bu haber iyi gelmişti. Bora mutluluğu en çok hak eden adamlardan biriydi çünkü. Bizim gibi o da mutlu olmalıydı. Işık bizim burada olmamız nedeniyle utanıp genzini temizlerken mırıldandı. “Yarana pansuman yapalım.”

“Yaralarımı sarmaktan bıkmadın.” Dedi Bora tebessümle. Gözleri Işık’ın yüzündeyken Işık göz belerterek baktı Bora’ya. Yalnız değiliz demek istiyordu muhtemelen. Bakışlarım Devrim’e doğru kaydı usulca. Abisine sevgiyle ve tebessümle bakıyordu. O da anlamıştı Işıkla abisinin aralarında bir şeyler olduğunu. “Yalnız ben buradayım.” Diye yüzündeki gülümsemeyi silip trip atarcasına konuştu. Ona bakmasam şimdi ki halinin ciddi olduğunu düşünürdüm.

Bora’nın da Işık’ın da bakışları ona doğru kayarken Bora tek kaşını kaldırdı. “Pardon kıskandınız mı Devrim hanım?” güler bir sesle söylediği şeyle Devrim dudaklarını büzdü. Bora ise ekledi. “Nasıl oluyormuş?” Devrim ile benim sürekli yan yana gelmemizi kastettiğini anlarken Devrim cevap verdi. “Ben senin yaptığını yapmayacağım ama.”

Yapmazdı, o abisinin mutlu olmasını her şeyden çok isterdi çünkü. En başından beri Işıkla olmaları için uğraşıyordu zaten. Şimdi onlar olmuşken karşı çıkmazdı, kıskansa da belli etmezdi, işlerine karışmazdı. Devrim’di o. Herkesin mutluluğunu isterdi. Bazen en yakınını kıracağını bile bile bunu yapardı…

“Şuna bak şuna, görende eziyet çektiriyorum sanır.” Dedi Bora bozuk bir sesle. Bense araya girdim. “Tabii canım sanki ne yaptı, alt tarafı her anımızda yanımızda olup bize laf soktu.” Dediğimde Devrim beni onaylarcasına ekledi. “Acı biberi unuttun sanırım.” Abisine dik dik bakarken Işık’ın şaşkın mırıltısını duydum. “Acı biber mi?”

Meraklı gözlerle bize bakarken Devrim konuştu. “Sana anlatmadık mı onu?” dedikten sonra abisine bakıp intikam alır gibi sırıttı. Bora dumur olurken Devrim devam etti sözlerine. “Abim istemede Pamir’in yiyeceği lokumun içine acı sos koymuş.” Dediği anda Işık’ın gözleri şaşkınlıktan büyüdü. “Bora?”

Bora’ya şaşkınlıkla bakıp gerçekten mi bakışları atarken Bora iç çekti. “Ne yapayım, öyle kolay mı alacaktı kızı? Seviyorsa bunlara katlanacak.” Diye bana doğru baktığında alayla güldüm. “Her şekilde kazanan ben oldum kayınço, evlendik biliyorsun.” Diye övünürcesine konuştuğumda gözlerini devirdi.

“Yalnız korktum ben biraz.” Işık mırıldanırken Devrim araya girdi. “Merak etme Işıkçım benim öyle huylarım yoktur, siz mutluysanız bende mutlu olurum.” Güven verircesine gözlerine bakıp gülümserken Işık’ta ona tebessüm etti.

Bakışlarımı biraz uzağımda duran Devrim’e çevirdim birkaç dakika sonra. Anında bakışlarımız buluşurken Devrim’e kullanmaktan çekindiğim o soğuk sesimle mırıldandım. İstemsiz olmuştu bu. “Çıkalım biz, rahat rahat pansumanı yapsınlar.” Devrim sesimin soğukluğundan mı yoksa evde konuştuklarımızdan mı hüzünlü gözlerle bana bakıp onayladı. “Tamam.”

Işıkla Bora’yı yalnız bırakıp odadan çıkarken ikimizde sessizdik. Zaten ne diyebilirdik ki. Konuşacaklarımızı konuşmuş sayılırdık. Onun bahanelerini dinlemiştim, o benim kırgınlıkla söylediğim sözleri dinlemişti. Kelimelerimizi tüketmiştik. Tek bildiğim içimde ona karşı biriktirdiğim duygular öğrendiklerimden sonra içimde birer birer kırılıp dökülmüştü ve tekrardan toparlanması zaman alacaktı…

 

 

 

 

 

◔◔◔

Yazarın Anlatımından,

Yiğit arabadan inmeden önce dikiz aynasından kendine baktı. Elini saçlarına götürüp düzenledikten sonra araçtan aşağı indi. Pamir komutanından bir saatlik izin almıştı çünkü yapması gereken bir şey daha doğrusu vermesi gereken bir şey vardı. Pamir biraz zorlasa da izin vermişti. Batuhan yüzünden siniri gergin olduğu için kök söktürüyordu onlara. Uzun süren antrenman sonrası zorlukla izin almış, duşunu aldıktan sonra direkt olarak soluğu burada almıştı.

Neva öğretmen ile kitapçıda karşılaştıktan birkaç gün sonra kızın okumak istediği kitabı almak üzere tarif ettiği kitapçıya gitmişti ve kitabı sormuştu. Ancak orada olmayınca internetten sipariş vermişti ve kitap geldiğinde de onu vermek için izin almıştı. Aynı zamanda kızın okulu açıldığı için kendi gözleriyle güvenliklerinden emin olmak istiyordu.

Devrim söylediği gibi iki kişilik bir koruma ayarlamıştı ancak Yiğit yine de gidecekti. Maksat Neva öğretmeni görmekti ne de olsa.

Aracından inerken arabanın koltuğunda bulunan poşeti almayı unutmadı. Aracını kilitleyip tek katlı binaya doğru ilerlerken postalları taş yolda sesler çıkartıyordu. Okulun girişine doğru yaklaştığında kapıda bekleyen iki polis memuruyla karşılaştı. “Kolay gelsin.”

Sakin yine de otoriter bir ses tonuyla verdiği selamı aldı polis memurları. “Sağ olun komutanım.” Yiğit etrafına doğru bakarken dikkat çekecek bir şeyler göremedi. Bir sorun yok gibiydi. “Var mı hareketlilik?” dedi yine de teyit etmek için. Polis memurlarından biri cevap verdi. “Hayır, komutanım. Etrafta örgütten kimse yok, genellikle veliler geliyor.”

“Yine de gözünüzü dört açın.” Dedi Yiğit. Neva öğretmeni kaçıran kişi de bir veliydi sonuçta. Kimse böyle bir şeyi tahmin edemezdi ama olmuştu. Polis memurları onu onaylarken sınıf kapısı açıldı.

Çocuklar koşarak dışarı çıkarlarken Yiğit tebessümle baktı hepsine. Cıvıl cıvıl, hayatın tadını çıkartacakları zamanları yaşıyorlardı şimdi. Tek dertleri oyun oynamaktı. Birkaç çocuk eliyle Yiğit’i işaret ederken hayran bakışlarla bakıyorlardı ona. Kim hayran olmazdı ki. Üzerinde üniforması vardı.

Yiğit onu izleyen çocuklara tek gözünü kapatıp göz kırparken çocuklar utanarak bakışlarını ondan kaçırdılar. Onların bu tatlı hallerine gülmeden edemezken duyduğu nahif sesle bakışlarını çocuklardan çekip okulun kapısına çevirdi. “Çay demlenmiş.” Diyerek kapıdan elindeki tepsi ile çıkan kadın ile hayranca ona baktı.

Neva öğretmen, onun güvenliğini sağlayan polis memurlarına karşı biraz mahcup hissettiğinden çay ve kahve ikramı yapıyordu sık sık. Bazen de çocukları için hazırladığı pasta börekten ikram ediyordu. Yine hazır olan çaydan dışarıda bekleyen polis memurlarına götürürken dışarıda onu bekleyen sürprizden habersizdi.

Kapıdan çıkıp tepsiyi memurlara doğru yönelteceği sırada bakışları Yiğit’e doğru düştü. Yüzünde şaşkınlığın yaratmış olduğu tatlı bir ifade oluşurken mırıldandı. “Yiğit bey?”

“Davetsiz misafire de bir çayınız var mı öğretmen hanım?” Yiğit keyifli bir tınıyla sözlerini dile getirirken gözlerini kızdan bir saniye bile çekmedi. Neva üzerindeki şaşkınlığı atarken gülümsemeden edemedi. “Tabii ki.” Elindeki tepsiyi polis memurlarına doğru uzatıp çayları ikram ettikten sonra hızlı adımlarla içeri girdi.

Hem şaşırmıştı hem de Yiğit’i gördüğü için kendine itiraf edemese de heyecanlanmıştı. Hele ki onu öyle üniforma ile görmek daha bir etkilemişti. Aynı öğrencileri gibi dibi düşmüştü. Tüm bunları içinden geçirirken karton bardaklardan iki tanesine de çay doldurdu. Sonra da hızlı adımlarla tekrardan dışarı çıktı.

Bardaklardan birini Yiğit’e uzatırken diğerini kendi aldı. Meraklı bakışlarla karşısındaki adama bakarken mırıldandı. “Önemli bir durum mu var?” derken aklından bin bir çeşit düşünce geçiyordu. Agir denen o herif hapisteydi ancak her an bir şey olacakta tekrar karşılaşacaklar diye diken üzerindeydi.

Yiğit kızın tedirgin bakışlarını görüp ne düşündüğünü anlarken başını iki yana salladı. “Hayır, önemli bir durum yok. İçiniz rahat olsun.” Dediğinde Neva derin ve rahat bir nefes verdi. Ardından aklına gelen şeyle birlikte yüzünü buruşturdu. “Çok kötü bir ev sahibiyim, buyurun şöyle geçelim.” Diyerek eliyle bahçedeki bankı işaret ederken Yiğit güldü. “Kendinize haksızlık etmeyin, şaşırdınız.”

Yan yana banklardan birine oturduklarında Yiğit çayından bir yudum içti. Ardından açıklama yapmaya başladı. “Buraya hem etrafı kontrol etmek için hem de size bir şey vermek için geldim.” Dediğinde Neva anlamaz gözlerle baktı adama.

Yiğit elindeki poşeti uzattığında ufak bir tereddütle aldı poşeti. Elindeki bardağı yere doğru bırakıp poşetin içine bakarken hediye paketine sarılı olan nesneyi gördü. Hafifçe kaşları çatılırken poşetin içinden çıkartıp hediye paketini yavaşça açtı. Ne zamandır aradığı kitabı gördüğünde şaşırdı.

Yiğitle kitapçıda konuştuklarını anımsadığında tebessüm etti. Unutmamış diye düşündü içinden ama mahcup olmadan da duramamıştı. “Yiğit bey?” dedi hem minnettar hem de mahcupça. Yiğitse kızın yüzündeki küçük tebessüme odaklanmıştı. “Bulamadığını söylemiştin.” Yiğit kendiliğinden aralarındaki resmiyeti bozarken Neva bunu fark etmemişti bile.

Zaten ilk günlerdeki o çekingenliğini atmıştı. Yiğit’in yanında güvende hissetmemek imkansızdı. Ayrıca kızın rahatsız olacağını tahmin ederek hareketlerini öyle güzel ayarlıyordu ki Neva bunu da fark etmişti. Tüm bunların sonucunda kendini geri çekmeyi bırakmış ve rahat olmaya başlamıştı. İki arkadaş olarak sohbet etmek hoşuna gitmişti. Bu yüzden resmiyeti bozmak bir sorun yaratmazdı.

“Bulamadım, söylediğin kitapçıya da baktım ama yoktu. İnternetten sipariş verecektim. Unutmuşum.” Dediğinde Yiğit ufak bir tebessüm etti. “Benden önce davranmamana sevindim.” Dedi açık açık. Neva bakışlarını kitaptan çekip adama çevirdi ve tatlı bir tebessüm etti. “Teşekkür ederim, kitaplığımın en güzel yerine koyacağım bunu.”

Yiğit aldığı cevapla tatmin olmuştu. Çayından bir yudum daha içtikten sonra cevap verdi. “Güle güle kullan, okurken beni hatırla.” Dediğinde Neva başını salladı. “Hatırlayacağıma emin olabilirsin.”

Aralarında ufak bir sessizlik oluşurken Yiğit aklındaki soruyu dile getirdi. “Seni rahatsız eden bir şey var mı? Ya da dikkatini çeken?” gözlerini kısmış dikkatle kızdan alacağı cevabı beklerken Neva başını iki yana salladı. “Hayır, her şey yolunda. Öyle dikkatimi çeken bir şey yok.” Yiğit aldığı cevapla rahatladı. Yine bir kaçırılma veya taciz mevzusu yaşamak istemiyordu.

“Bir şeyden rahatsız olacak olursan polisler burada ama beni de arayabilirsin. Nasılsa numaram var.” Dedikten sonra kızın rahatsız olabileceğini düşünüp panik içinde ekleme yaptı. “Yani tabii benden önce savcılığa da bildirirsin, tanışmıştınız Devrim savcı mutlaka yardımcı olur sana.”

Neva, onun paniğini anladığında istemsiz tebessüm etti. Yanlış anlaşılmama çabası çok hoş gelmişti ona. “Hiç merak etmeyin Yiğit komutanım, ilk size haber veririm. Buradaki tek tanıdığım sayılırsınız.”

Kızın tatlı tatlı konuşmasıyla küçük bir tebessüm etti Yiğit. Çayından içerken bakışlarını yere doğru çevirdi. O sırada oynayan çocuklarına bakan Neva onlardan biraz uzakta dikilen üçlü kız grubunu gördü. Üçü yan yana dizilmiş dikkatle onları izlerken aslında asıl hedefin Yiğit olduğunu anlamıştı Neva.

“Galiba hayranlarınız var.” Şakacı bir tavırla Yiğit’e takıldığında Yiğit anlamadı kızın ne demek istediğini. Hafifçe kaşlarını çatıp kıza doğru baktığında Neva bakışlarıyla ileride dikilen kızları işaret ettiğinde Yiğit’te bakışlarını oraya çevirdi.

Orada dikilmiş hayran hayran bakan kızları gördüğünde yüzündeki gülümseme büyüdü. Birçok insanın hayran bakışlarını görmüştü elbette. Ya da birçok kadının ama en hoşuna giden çocuklardı. Çok masumlardı. Zaten Yiğit’te severdi çocukları. “Asıl hayran olunacak kendileri aslında.”

Neva duyduğu cümle ile şaşırdı. Yiğit’in egoist bir tavır takınacağını düşünmüştü ama karşısındaki adam tebessümle çocukları izliyordu. Daha bir şey diyemeden Yiğit ekledi. “Şunlara baksana nasıl masum masum bakıyorlar.” Neva, Yiğit’in cümlelerini dinlerken bakışları adamın dudaklarındaki küçük tebessümde takılı kalmıştı, bir de şefkatli bakışlarında.

“Çocukları seviyorsun…” diye mırıldandı istemsizce. Yiğit bakışlarını çocuklardan çevirip Neva’ya doğru çevirdi. “Bence çocukları herkes sever. Ama evet, seviyorum.” Dediğinde Neva bakışlarını adamdan çekip çayına çevirdi. Ardından gülerek ekledi. “Bence onlarda seni sevdi.”

Yiğit, Neva’nın söylediği ile gülmeden edemedi. Biten çayı gitme vaktinin geldiğinin sinyallerini verirken Neva hızlıca konuştu. “Bir bardak daha alır mısın?” diye bardağa uzanacağı sırada Yiğit engelledi onu. “Teşekkür ederim, ellerine sağlık.” Dedikten sonra oturduğu yerden ayağa kalktı.

Neva onunla ayağa kalkarken Yiğit ekledi. “Ben gideyim artık, sende derse gireceksin eminim.” Dediğinde Neva belli belirsiz başını salladı. Derse girecekti evet ama Yiğitle sohbet etmeyi de isterdi. Yine de bunu belli etmedi. “O zaman sonra görüşürüz.” Yiğit vedalaşmak için konuşurken Neva cevap verdi. “Teşekkür ederim tekrardan kitap için.”

“Ben teşekkür ederim çay için.” Dedi Yiğit karşılık olarak. Birbirlerine kısaca bakarken Neva içinden geldiği gibi hareket ederek aklından geçen cümleyi söyledi. “Her zaman beklerim.” Yiğit aldığı davetle birlikte güldü. “Bunu değerlendireceğim emin olabilirsin.” Dedikten sonra daha fazla geç kalmamak için ekledi. “İyi dersler size.”

Neva baş selamı verdi hızlıca. “Sana da iyi mesailer..”

Yiğit son kez kıza baş selamı verip uzaklaşacağı sırada arkasına doğru döndü. Kızların ve birkaç erkek çocuğun ona baktığını görüp gülümsedi ve onlara el sallamadan edemedi. Çocuklarda ona el sallarken Yiğit bakışlarını onlardan çekip kapıda dikilen polis memurlarına çevirdi. “Kolay gelsin.”

“Sağ olun komutanım.” Aldığı cevabın ardından hızlı ve büyük adımlarla okulun bahçesinden çıktı ve arabasına ilerledi. Ardından araca binip tabura gitmek üzere yola koyuldu.

Bu hediyeyi almakla ne kadar doğru bir karar verdiğini anlamıştı. Hem Neva’nın yüzündeki gülümseme için hem de aralarında oluşan sıcaklık ve samimiyet için minnettardı. Neva da ondan farksız değildi. Yiğit’i karşısında görmeyi hiç beklemezken onunla karşılaşmıştı. Zaten aşkta böyle bir şeydi, beklenmedik anda insanın karşısına çıkardı…

 

 

 

 

◔◔◔

Bir hafta sonra...

Devrim Akyol Arslan’ın anlatımından,

Bir haftadır cehennemi yaşıyordum. Sevdiğim adamla aynı evin içinde iki yabancı gibiydik. Konuşmaya çalışıyordum, tek cevaplık karşılıklar alıyordum. Uzun uzun konuşsun, uzun uzun anlatsın istiyordum yapmıyordu. Sabahları günaydın, geceleri iyi geceler lafından öteye gidemiyorduk. Akşam yemeklerinde evde olmuyordu, o eve gelmeyince bende yemek yemeyi es geçiyordum. Yatakta sarılmıyorduk, birbirimize sırtımızı dönüp uyuyorduk ve bu yaz ayında onun soğukluğu benim buz kesilmeme neden oluyordu.

Çok kırılmıştı bana, biliyordum. Anlıyordum. Bende olsam kırılırdım ama aramızdaki küskünlüğü bu kadar devam ettirmeyi beceremezdim. Ne kadar kolay devam ettiriyordu bunu. Gözlerinin içine bakıp bana bir kelam etsin diye bakarken umurunda değildim. Zaten abimden dolayı kaybetme korkum artmıştı, şimdi her sabah küs ayrılırken gün boyu içim içimi yiyordu. Eve sağ salim geldiğinde rahatlasam da olmuyordu.

Ona doya doya sarılamıyordum, öpemiyordum, sıcaklığını hissedemiyordum ve bu beni bitiriyordu. Ne iştahım kalmıştı ne başka bir şey. Kendimi affettirmek için ne yapmam gerektiğini de bilmiyordum. İlk günler bizim için yemek hazırlamıştım, baş başa yiyip konuşuruz diye epey özenmiştim ancak taburda yediğini söyleyerek reddetmişti. Hevesim kursağımda kalsa da bunu belli etmemiştim çünkü hak veriyordum. Kırgındı…

Bugün iş başı yapmıştım, çok sevdiğim ve özlediğim mesleğime geri dönmüştüm. Davalar için çok hevesli olsam da Pamir ile durumumuz tüm keyfimi kaçırmıştı.

Burçe ile de aynı durumdalardı. Batuhan'ı saymıyordum bile. Öğrendiğime göre direkt görmezden geliyordu ve muhatap olmuyordu hiçbir şekilde. Kafasını toplamak, bunları sindirmek için vakit gerekmişti ama bu vakit beni bitiriyordu.

Elimde yaptığım filtre kahvenin kupasını tutarken balkonda oturup hem dışarıyı izliyor hem de düşünüyordum. Yine akşam yemeğine gelmemişti. Durum böyle olunca bende yine geçiştirmeyi seçmiştim.

Kapının anahtarla açılma sesini işittiğimde hiç sesimi çıkarmadım. Dışarıya bakmaya devam ederken kapı yavaşça kapandı. Hava kararmıştı, bende karanlığın içinde oturuyordum. Ufaktan adım sesleri geliyordu, belli ki beni arıyordu. Bu saatlerde evde olmama alışık olduğu için şimdi evin hiçbir ışığının yanmaması onu endişelendirmiş olabilirdi. Tam tahmin ettiğim gibi telefonumun ışığı yandığında Pamir'in numarası göründü ekranda. Balkonda olduğumu düşünmemişti belli ki. Sessizde olduğu için sadece ekranı yanarken umursamadım. Biraz da ben görmezden gelmek istiyordum, görmezden gelinmekten yorulmuştum. Belki beni hatırlardı bu şekilde.

Mutfağın ışığı yandığında oturduğum yerde dikleştim. Tezgâha yaklaşıp su içişini izlerken Pamir bir anda arkasını döndü. Onu izlediğimi hissetmiş olmalıydı. Bakışlarımız buluşunca hafifçe kaşlarını çattı. "Hoş geldin." Kısık bir sesle mırıldanırken Pamir söylediğimi es geçerek aklındaki soruyu dile getirdi. "Neden ses vermiyorsun? Telefonunu da açmadın." Hesap sorar tarzda sorduğu soru ile kaşlarım kavislendi. "Senin yaptığını yapmak istedim." dedikten sonra bir şey söylemesine izin vermeden ekledim. "Yemek hazırlamadım, nasılsa yemişsindir bir haftadır olduğu gibi. Ama açsan dolapta yemek var."

"Aç değilim." dedi sadece. Her zaman olduğu gibi taburda yemişti tam tahmin ettiğim gibi. Bakışlarım hala daha gözlerindeyken onun bakışları elimdeki kupaya kaydı. Sonra da tekrar gözlerime. Daha fazla gözlerine bakmadan bakışlarımı çektim ve balkondan dışarı çevirdim. Şu birkaç gündür bende onunla konuşmuyordum. Sorduğum sorulara zoraki bir şekilde cevap verdiği için artık bende bırakmıştım. Konuşmak istemiyordu. Hala daha kafasını toplayamamıştı.

Yanımda durmayıp gitmesini beklerken Pamir beni şaşırtacak bir şekilde balkon kapısından içeri girdi ve tam karşıma oturdu. Evlendiğimizden beridir buraya ilk defa birlikte oturuyorduk. Acı ama gerçek olan buydu.

Bakışlarım hala daha onunkilerle buluşmazken sessizlik içerisinde dışarıyı seyretmeye devam ettim. Ne diyebilirdim ki? Ne söylesem boş olacaktı çünkü biz bu evde iki yabancı gibi takılıyorduk bir süredir. Yine de çenemi tutamadan direkt olarak aklımdan geçeni söyledim.

"Görmezden gelinme cezam sona erdi sanırsam." mırıltı şeklinde çıkan sesimi umursamadan kahvemden bir yudum içtiğimde Pamir cevap verdi. "Ceza vermiyorum, sadece kafamı toplamaya çalıştım." Aldığım cevapla küçük bir gülümseme oluştu dudaklarımda. Ne kadar tanıdıktı bu cümleler. Bende kafamı toplamak için Pamir’den uzaklaşmak istemiştim onunla karşılaştığım ilk günler ama ne hikmetse asla kafamı toplayamamıştım. Çünkü izin vermemişti.

"Ceza anlayışımızın aynı olduğunu düşünmüyorum." Dedim iğneleyici bir biçimde. Amacım üste çıkmak falan değildi, kırgınlığını çok net anlamıştım ama telafi etmek için elimden geleni de yapmıştım. Defalarca özür dilemiş, kendimi anlatmaya çalışmıştım. Başka elimden gelen bir şey yoktu. Yaptığımı geri alamıyordum çünkü. Aramızdaki güven duygusunu inşa etmek için daha neler yapmalıydım, bana yol göstermesine ihtiyacım vardı.

Pamir söylediğim cümle ile uzun süre sonra dikkatle gözlerime baktı. "Sen ne yapardın Devrim? Abin, görev yaptığın savcılardan biriyle sevgili oldu ama sana söylemedi. Ne abin ne sevgili olduğu kişi, ayrıca bende biliyordum ama senden sakladım ne hissedersin merak ediyorum gerçekten."

Dudaklarımı yalayarak açıkça konuştum. "Hak veriyorum sana zaten, bende çok kızardım kırılırdım. Hem abime hem sana. Ama Pamir görmezden gelinmek çok büyük bir ceza. Arkadaşın değilim ben senin, karınım." kırgınlıkla düşüncelerimi dile getirmeye devam ettim. " Batuhan'ı istediğin kadar görmezden gel ama bir gün göreve çıktığında konuşmak zorundasın, emir vermek zorundasın. Burçe buradan giderken illaki konuşacaksın. Peki ben? Yatakta sırtını dönüyorsun bana, ağzından günaydın dışında çok nadir kelime çıkıyor, o da benim zorumla, benim yüzümü görmemek için yemeğini yiyip geliyorsun. Bu kadar mı bakmak gelmiyor içinden?"

Bütün bunları dile getirirken çok sakindim. Kalbim sanki tüm bunların kırgınlığına alışmış gibiydi. Pamir’e hak verdiğim içindi belki de. Ama bu kadarını hak etmiş miydim emin değildim. Yine de önemli değildi bu. Açık açık konuşmak istiyordum, bağırsın, kızsın ama beni görmezden gelmesin istiyordum.

Nihayet suskunluğunu bozup cevap verdi. "Belki de içimden gelmiyor... Sana baktığımda benden sakladığın şeyler geliyor aklıma." Sözler içimde büyük bir yıkım oluştururken yutkundum. Aslında bakarsak evli olmasak bu konuda daha rahat ederdi. Sonuçta gelmesi gereken bir evi, karısı olmazdı.

"Benden bu kadar rahatsızsan eskiden yaşadığın eve dönebilirsin. Nasılsa evli bir çift gibi davranmıyoruz, sevgiliyken bundan daha fazla vakit geçiriyorduk." sesimin kırgın çıkmasını umursamadan dile getirdiğim cümle ile kaşlarını çattı Pamir. "Saçma sapan konuşma. Lafı olmadık yerlere getiriyorsun, evliyiz biz. Senden rahatsız olsam en başında evlenmezdim. Biraz olsun kırgınlığımı anlamaya çalışsan bunları dile getirmezdin."

Sakin ama haklılığını kabul ettirmeye çalışırcasına baskın bir sesle düşüncelerini dile getirirken onaylamaz gözlerle baktım gözlerine. "Seni anlamıyorum öyle mi? Seni anlamasam sessizliğine bir haftadır göz yummam Pamir, seninle konuşmaya çalışmam. Madem anlamadığımı düşünüyorsun anlat o zaman." sesim sonlara doğru ufakta olsa yükselse de umursamadım.

"Uğraşmadım mı sanıyorsun? Onları her yan yana gördüğümde sana söylemeleri için uğraştım." diye kendimi açıklamaya çalışırken Pamir alayla güldü. "Yakalanacakları her anda kurtarmaktan ve bana yalan söylemekten çekinmeden yaptın ama bunu. Parfüm olayı ayrı, Burçe’yi her sıkıştırdığımda kurtarman ayrı." Kırıldığı nokta buydu gayet iyi bir şekilde anlamıştım ama geçmiş bir şey için kendimi nasıl affettirmem gerektiğini bilmiyordum.

"Yaptım evet." diye kabullendim. Ardından hiç beklemeden ekledim. "Ama doğru zamanda söyleyeceklerini umduğum için yaptım. Sen fark etmeden kendileri anlatsın istedim." Pamir başını iki yana salladı tahammülsüzce. Yüzünde sindiremediğini anlatan bir ifade vardı. "Şimdi daha iyi oldu öyle değil mi? En yakınım dediğim üç kişinin beni kandırdığını öğrendim. Hele sen Devrim. Senin bildiğini öğrenmek benim için çok büyük bir yıkım oldu. Biz birbirimizden hiçbir şey saklamazdık."

"Saklamak zorunda kaldım." dedim yakarırcasına. Gerçekten öyleydi. "Bu zamana kadar senden başka hiçbir şey saklamadım, sende biliyorsun. Ama bana verilmiş bir sırrı nasıl söylerdim?" diye eklediğimde Pamir başını salladı. "Anladım Devrim, saklamak zorunda kaldın." Aynı şeyleri söylememden bıktığını belirtirken inatçılığı karşısında kaşlarımı çattım. Artık bende kırılıyordum.

Ondan başka bir karşılık gelmeyeceğini anladığım sırada telefonumun ışığı yandı. Ekranda başsavcının ismini görürken Pamir'de benim gibi telefona bakıyordu. Hiç beklemeden telefonu elime aldım ve açıp kulağıma götürdüm. "Efendim savcım?”

"İyi akşamlar Devrim savcım, bu saatte rahatsız ediyorum. Kusura bakmayın. Bu akşam nöbetçi olan savcımız çok önemli ailevi bir nedenden dolayı nöbetinin başından ayrılmak durumda kaldı. Onun yerine sizi uygun gördüm." Çok önemli denilen meseleyi merak etsem de ailevi dendiği için sorgulamadan cevap verdim. "Nasıl isterseniz, ben hemen çıkıyorum."

"Bir ceset bulundu, Cenk komiserden bilgilere ulaşabilirsiniz. İyi akşamlar tekrardan." Yeni bir cinayet davası almanın keyfi ile yüzümde bir gülümseme oluştu. Telefonu kulağımdan indirip Cenk komiserin numarasını ararken Pamir'in meraklı sesini duydum. "Önemli bir şey mi olmuş?"

Onun bana yaptığı gibi söylememek istesem de onun kadar inatçı olamayacağım için mırıldandım. "Başsavcı bugünkü nöbet için beni uygun görmüş."

Cenk'in numarasını arayıp kulağıma götürdüğümde birkaç çalışın ardından telefon açıldı. "Buyurun savcım?"

"Olay yerinin adresini telefonuma gönderin, geliyorum." Cenk’in emrimi aldığına dair mırıltısını duyduğumda telefonu kulağımdan indirdim.

Hazırlanmak için oturduğum yerden kalktığım anda gözlerimin kararması bir oldu. Anlık bir refleksle gözlerimi kapatırken elimle masaya tutundum. Sandalyenin sesli gıcırtısı kulağıma dolarken aynı anda kolumda ve belimde bir el hissettim. "Devrim?" Endişeli sesle gözlerimi aralarken Pamir belimden destek vermeye devam ederek oturmam için sandalyeye yönelmemi sağladı. "Otur şöyle, su getireyim sana."

"Gerek yok, anlık bir göz kararmasıydı sadece." deyip gözlerine kısaca baktım. Bu kısacık bakışta bile endişesini görmemek imkansızdı. Ama normaldi bu. Şu aralar yediğim öğünler epey azalmıştı, sadece kahveyle beslendiğimi de düşünürsek kan değerlerim epey oynamıştı eminim ki. "İyiyim, gideyim ben."

Temasımızı keserek başka bir şey söylemedim. Hızlı adımlarla odamıza doğru ilerlerken epey hevesliydim. Aylar sonra ilk defa bir cinayet davasına bakacaktım ve özlemiştim. O yüzden gardırobumun önüne geçerek hızlıca krem rengi kumaş bir pantolon ve beyaz bir gömlek seçerek üzerimi giyinmeye başladım. Üzerimi giyinirken Pamir'in odaya yaklaştığını işitsem de umursamadım.

Sabah maşaladığım saçlarıma elimle çeki düzen verirken Pamir'in meraklı sesini işittim. "Biraz önce yaşadığın şeyi daha önce de yaşadın mı?" Sesinde merakın yanında tedirginlikte vardı. "Hayır." Tek kelime içini rahatlatmış mıydı bilmiyordum ama aynı şekilde bakmaya devam ediyordu bana. Her ne kadar kırgın da olsa bana kıyamazdı, bende ona kıyamazdım.

"Nereye gidiyorsun belli mi?" diye başka bir soru sorduğunda bugün ne kadar çok konuştuğu ve soru sorduğu konusunda şaşırmadan edemedim. Dudaklarıma parlatıcı sürdükten sonra göz ucuyla baktım. "Bir haftadır ne yaptığımı merak etmiyordun, neden şimdi sorguluyorsun?" Kafa tutarcasına söylediğim cümle ile yutkundu. Merak ettiğini biliyordum ama nedense dava olduğunda oluşuyordu bu merak. “Bir cinayet davası, ona bakacağım.” Dedim yine de.

Hazır olduğuma emin olduktan sonra kapıda dikilen bedeninin yanından geçip evimizin kapısına ilerledim. Askılıkta asılı duran çantamı alıp içindeki silahımı kontrol ettikten sonra Cenk'in gönderdiği adrese baktım. Buraya yakındı. Mesut'u veya Engin'i çağırmama gerek yoktu.

Çantamı omzuma astıktan sonra peşimden kapıya gelen kocama doğru baktım ve konuştum. "Bu gece beni bekleme, yarın sabahta gelmem muhtemelen. İyi geceler sana." Başka bir şey söylemeden kapının arkasında takılı duran anahtarımı aldım ve kapıyı çektim. Bir haftadır onun bana yaptığı gibi konuşmasına fırsat vermedim.

Binadan çıktıktan sonra arabama bindiğim sırada evimizin salon penceresine baktım. Oradan benim gidişimi izleyen Pamir'e son kez bakış attıktan sonra arabayı çalıştırıp Cenk'n attığı konuma doğru ilerledim. Gerçekten epey kısa bir süre sonra verilen adrese ulaştığımda sarı bantlarla etrafı çevrilmiş olan olay mahalinin biraz uzağına arabamı park ettim. Araçtan indikten sonra hızlı adımlarla olay yerine ilerlerken kalbim yerinden çıkacak gibiydi.

Bir binanın bahçesiydi olay yeri. Binadaki birçok insan aşağı inmişti, sarı çizginin ardında gergin bir şekilde bekleyip etrafa bakınıyordu. Olay yeri olan binanın dışındaki diğer binanın içinde yaşayan insanlarsa balkonda ve camlardaydı. Türk toplumu olarak bu tarz şeylere meraklıydık. Aslına bakılırsa merak edilecek bir şey yoktu, hele ki ortada bir maktul varsa merak değil korku ağır basmalıydı.

Polis memurlarından biri sarı bandı kaldırıp içeri girmeme yardım ettiğinde bakışlarım direkt olarak yerde üzerine siyah bir bez parçası örtülmüş olan maktule doğru kaydı. Sarı çizginin ardındaki insanlardan birçok ses çıkıyordu ve bu dikkatimizi dağıtacak en büyük etkenlerden biriydi. "Kalabalığı uzaklaştırın!"

Emrimle birlikte polis memurları istediğimi yaparken Cenk komiserin bana doğru yaklaştığını gördüm. "Hoş geldiniz demek isterdim ancak pek hoş bir karşılama olmadı savcım." Hoşnutsuzluğunu belirtircesine konuşurken birlikte maktule doğru ilerledik.

Cenk komiser elini siyah bezin üzerine götürüp yavaşça örtüyü kaldırdığı anda maktulün gözleriyle gözlerim buluştu. Düşmenin etkisiyle parçalanmış olan kafatasındaki siyah uzun saçlarının arasından etrafa epey kan yayılmıştı. Düşmenin etkisiyle gözlerini bile kapatamamıştı belli ki. Gördüğüm görüntü yüzümü buruşturmama neden olduğunda başımla kapatması için işaret verdim. Bu görüntülere hiçbir zaman alışamayacaktım.

“Elif Taşan.” Cenk komiser maktulün ismini bahşederken iç geçirdim. Muhtemelen yirmili yaşlarında bir genç kadındı. Ailesi, arkadaşları haberini aldığında eminim yıkılacaktı. Genç ölümler her zaman can yakardı zaten.

Bakışlarımı Cenk’e doğru çevirdim. “Ekipler çıktı mı evine?” sorduğum soruya karşılık olumlu bir cevap aldım. “Çıktılar savcım, ilk bulgular intihar olabileceğini vurguluyor.” Dediğinde içim yandı. Kim bilir nasıl bir derdi vardı? Bunun cevabını belki evde bulduğumuz küçük bir not veya başka bir şeyle bulurduk.

“Etraftaki kamera görüntüleri toplansın. Komşuları da emniyete alın, ifadelerini alalım. Öğrenelim bakalım ne derdi varmış kızın.” Diye emir verdiğimde komiser beni onayladı. Yanındaki polis memuru dediklerimi yapmak üzere yanımızdan uzaklaşırken ekledim. “Cesedi adli tıpa götürsünler, belki başka şeyler bulunur.”

Cenk komiser beni onaylarken elimle binayı işaret ettim. “Bizde girelim içeri.” Dedikten sonra binaya doğru ilerlediğimde koşa koşa olay yerine gelen aynı Elif gibi genç bir kız dikkatimi çekti. Yüzünde epey panik olmuş bir ifade vardı. Sarı bandın etrafında olan insanlarla konuştuktan sonra bandın altından geçmeye çalıştı. Aynı zamanda çığlıkları da kulak tırmalıyordu.

“Elif! Elif, ne yaptın sen!?” kriz geçirir gibi ağlarken dikkatle baktım kıza. Maktulün yanına girmeye çalışırken polis memurunun onu engellemesi ile dışarıda kaldı ancak hüngür hüngür ağlamaya devam ediyordu. Belli ki çok yakınıydı Elif’in. Onun ifadesi işimize daha çok yarardı. “Şurada ağlayan kızı özellikle alın.” Başımla işaret ederken Cenk beni onayladı.

Başka bir şey söylemeden inceleme için oturduğu daireye çıktık. Dördüncü katta oturuyordu. Ayağıma giydiğim galoşla birlikte evin içinde gezerken evdeki belli noktaları inceleyen olay yeri inceleme ekiplerine doğru yöneldim. “Not, telefon gibi şeyler çıktı mı?”

“Salondaki masanın üzerindeydi telefonu.” Diyerek torbaya koydukları telefonu bana doğru gösterdi. Ardından da diğer bir torbayı bana doğru yaklaştırdı. “İntihar notu çıktı bir de savcım.” Torbayı elime alıp dikkatle nota baktım.

‘Bu hayatı yaşamayı hep çok sevdim, mutlu anılarım oldu. Ama mutsuzluklarım daha fazla. Artık gözyaşı dökmekten yoruldum, tükenmiş hissediyorum. Bana bu hayatta sonsuz mutluluklar yaşatan biricik sevgilim ve güzeller güzeli arkadaşıma minnettarım, arkamdan üzülmeyin. Huzura kavuştuğumu bilin. Sizi çok seviyorum, bu dünyadaki tek varlıklarım. -Elif”

Alelacele yazılmıştı sanki paragraflar. El yazısı kaymıştı. Bu dünyadaki tek varlıklarım dediğine göre ailesi yoktu. Ya da araları bozuktu. Dışarıda ağlayan kız muhtemelen arkadaşıydı, bir de sevgilisi vardı. Haberi aldığında yıkılacaktı eminim ki. İnsanın sevdiği birini kaybetmesi çok acıydı.

Tükenmiş hissediyorum diyordu. Bu da intiharını düşündürüyordu. Yine de bu kağıdında incelenmesi iyi olurdu ki incelenecekti de zaten.

“Maktulün ailesi var mı bakın, adli tıp işini bitirince teslim edersiniz. Yoksa da sevgilim dediği kişinin kimliği tespit edilsin. Ona da soracaklarımız var.”

Cenk’e gerekli talimatları verdikten sonra binadan dışarı çıktım. Etraf biraz öncekine nazaran daha tenhaydı. “Diğer binadan gören olmuş mu onu da soruşturun, her ihtimali değerlendirmemiz lazım.” Dediğimde onay aldım.

Burada işimin bitmesi ile olay yerinden uzaklaşarak arabama bindim ve ifadeleri izlemek üzere emniyete doğru yol aldım. Emniyete girdiğimde epey bir kalabalıkla karşılaşmıştım. Direkt olarak sorgu odasına ilerledikten sonra sıra ile komşuların ifadesi alınmaya başlanmıştı.

Çoğu aynı şeyi söylüyordu. Daha doğrusu genel olarak kadınlar mutfakta olduklarını, camın önünden bir karartı geçtiğini ve yere çakılma sesi duyduğunu söylüyordu. Zaten şok olmuş durumdalardı. Eşleri de hanımlarının sesiyle yerde yatan kadını görmüşlerdi. Yalnızca içlerinden birisi, Elif’in alt komşusu birkaç konuşma sesinin geldiğini söylemişti, kavga tarzı bir konuşma ancak ne konuştuğunu anlamamıştı.

Son arama kaydında kimin ismi varsa zaten onunla konuşma ihtimali büyüktü. Eğer evde biri varsa da mutlaka kamera kayıtlarından görecektik.

Saat gece yarısını geçmiş, sabaha karşı gelirken sorgu odasından çıktım. Ağrıyan boynumu ovalayarak Cenk’in odasına doğru ilerleyip içerinin boş olduğunu düşündüğümden kapıyı aniden açtım. Kapıyı açtığım anda camın kenarında telefonla konuşan Cenk’in bakışları beni buldu. Göz göze gelirken ufak bir tedirginlik ifadesi geçti gözlerinden.

“Hım hım, her şey yolunda merak etme. Şimdi savcım geldi, kapatıyorum ben.” Başka bir şey söylemeden telefonu kulağından indirdiğinde ciddi bir şekilde yüzüne baktım. “Önemli bir telefon mu?” dediğimde Cenk başını iki yana salladı. “Yok savcım, bir arkadaşım.” Söylediği cümle ile yüzümde alaylı bir gülümseme oluştu. “Saat sabahın dördü komiser.”

Kiminle konuştuğu, ne konuştuğu beni ilgilendirmezdi ama yüzündeki o gerginlik ifadesi içime şüphe tohumları ekmişti bile. Suçluların görmeye alışık olduğu o hesap sorar gibi olan bakışlarım üzerinde dolaştı. Sabahın bu saatinde arkadaşıyla konuşması pek olası değil gibi görünüyordu.

“Öyle bakmayın savcım Allah aşkınıza.” Dedi komiser sıkıntılı bir şekilde. Ardından söyleyip söylememek arasında kalıp konuştu. “Söylemeyeceğim demiştim ama sizin bu bakışınızı görmektense onunla kötü olmayı yeğlerim.” Ne anlatmaya çalıştığını kendi içimde anlamlandırmaya çalışırken Cenk beklediğim cevabı verdi. “Pamir beyle konuşuyordum, sizi merak etmiş.”

Bu cümleyi duymayı hiç beklemediğim için yüzümde büyük bir şaşkınlık ifadesi oluştu. Çoktan uyuduğunu düşünmüştüm, hatta ifade alıp izlemekten aklımdan bile çıkmıştı. Beni merak etmesi içimde kıpırtıların olmasına neden olacak diye düşünürken kalbimde bir ağrı hissetmekte beklenmedik olmuştu. Beni aramak varken başkasından haberimi alıyordu. Bu gerçekten kırıcıydı.

Telefonum hep yanımdaydı, titreşimdeydi. Arasaydı duyardım, açardım. Ama o sesimi duymak istememişti. Bu durum moralimin daha da bozulmasına neden olurken bozuk bir şekilde Cenk’e baktım.

“Çok merak ettiyse bir sonrakinde beni arasın, kocamda olsa arkamdan kimseye haber verme.” Tahammülsüz bir şekilde konuştuğumda komiser beni onayladı hızlı bir şekilde. Onluk bir şey yoktu elbette ki. Bu bizim aramızda olan bir şeydi ama Pamir’in inadı sayesinde etrafımızda olan herkes aramızın kötü olduğunu öğrenmiş sayılırdı.

Odanın kapısını kapatacağım sırada endişeli bir sesle buraya doğru gelen bir adamın sesini duydum. “Bir yetkili yok mu?!”. Odadan çıkıp adama doğru ilerlerken onu durduran polis memurlarının bakışları beni buldu. Başımla adamı engellemeyi bırakmasını söylerken adam bana doğru yaklaştı. “Yetkili siz misiniz?”

Çaresiz bir şekilde sorduğu ile başımı salladım. “Cumhuriyet savcısı Devrim Akyol Arslan.” Dediğimde adam hızlıca onayladı. “Apar topar çağırıldım savcı hanım, bana bir açıklama yapılmadı. Yalnızca Elif ile ilgili olduğu söylendi. İş savcılığa kadar vardıysa önemli bir şey var değil mi? Nerede Elif, görebilir miyim?”

Umutlu bir şekilde pırıldayan gözlerine baktım dikkatle. Elif’in sevgilisi Mert olmalıydı bu kişi. Nasıl umutlu bakıyordu, nasıl korkmuştu sevgilisi için. Şimdi ona nasıl söyleyecektik ki? Bir insana sevdiğinin ölüm haberi nasıl verilirdi?

“Sakin olun beyefendi, şöyle oturun isterseniz.” Diye boş olan sandalyelerden birini işaret ederken adam reddetti. “Hayır, ben Elif’i görmek istiyorum. Sorgu odasında falan mı?” Onu göreceğine o kadar emindi ki yıkımı çok büyük olacaktı. Ama söylememiz gerekiyordu. Yapacağımız bir şey yoktu.

Derin bir nefes alarak karşımdaki adama baktım. “Elif hanımı ne yazık ki kaybettik.” Üzgün bir biçimde dile getirdiğim cümle ile adamın ağzı açık kaldı. Kaşlarını hafifçe çatıp duyduklarını kendi içinde sorgularken dudaklarından birkaç kelime döküldü. “Na-nasıl kaybettik?” titrek bir sesle konuşurken eliyle bir yere tutunmaya çalıştı. Yüzü tüm kanı çekilmişçesine bembeyaz olmuştu.

“Daha akşam konuştuk.” Dedi çaresiz bir biçimde. Yanaklarına doğru gözyaşları akarken içim acıdı haline. Çok seviyordu belli ki. Elif’te onu seviyordu, notunda da belirtmişti. “Beyefendiyi oturtun.” Dedim emrederek. Şimdi konuşamazdık onunla. Zaten olayın şokundaydı, düzgün düşünecek halde değildi. Bir de intihar üzerinde durulduğunu öğrense hepten aklını oynatırdı. O biraz kendine geldiğinde ifadesi alınırdı…

*****

Öğleden sonra ancak işten çıkmış ve yorgunlukla eve ulaşmıştım. Bu tarz davalarda gecem gündüzüm karışıyordu, günlerim şaşıyordu ama değerdi.

Eve gelir gelmez kendimi salondaki kanepeye atmış ve anında uykuya dalmıştım. Bir haftadır diken üstündeydi uykularım. Sanki Pamir beni sarıp sarmalamayınca, soğuk ve kırgın bir şekilde yanımda yatarken eksik hissediyordum kendimi. Ancak şimdi hem günlerin verdiği yorgunluk hem de uykusuzluk bastırmış ve uyku beni içine çekmişti.

Kaç saattir uyuduğumu bilmezken mutfaktan gelen bir şeylerin düşme sesi irkilerek uyanmama neden oldu. Gözlerimi etrafta gezdirirken ilk gözüme çarpan üzerimdeki pike oldu. Pamir örtmüştü muhtemelen. Oda karanlıktı, telefonuma uzanıp elime aldığımda saatin çoktan akşam 7 olduğunu görüp yüzümü buruşturdum. Çok uyumuştum.

Kanepeden kalkıp adımlarımı mutfağa doğru atacağım sırada salon kapısından aniden içeri giren kocamla karşılaştım. Beni ayakta dikiliyor bir şekilde gördüğünde sıkıntılı bir nefes verdi. "Sese uyandın değil mi? Kusura bakma, elimden kaydı." Memnuniyetsiz bir yüz ifadesi ile bakarken başımı iki yana salladım. "İyi oldu, çok uyumuşum zaten. Keşke daha önce uyandırsaydın."

Dün akşama nazaran daha sakindik. Pamir’in elaları itina ile yüzümde dolaşırken mırıldandı. "Kıyamazdım, tüm gece uyumadın." Verdiği cevapla masum masum yüzüne baktım. Eskisi gibi olalım istiyordum. Ona sarılmayı, ağzından bu tarz cümleler duymayı çok özlemiştim. "Hadi elini yüzünü yıkayıp mutfağa gel." deyip yanımdan uzaklaşırken arkasından baktım bir süre.

Ardından istediği gibi elimi yüzümü yıkayıp üzerime rahat bir şeyler giydim. Mutfağa ulaştığımda masanın üzerinde özenle yerleştirilmiş yemek tabakları, çatal ve kaşıklar, tabakların ortasındaki salayı gördüm. Şaşkınca Pamir’e doğru baktığımda çorbaları kâseye koyduğunu gördüm. "Otur." diye bana komut verdiğinde itiraz etmeden kendi yerime geçtim.

Dikkatle Pamir’in her hareketini izlerken çorba kaselerini masaya getirip birini benim, diğerini kendi önüne koydu ve karşımdaki yerine oturdu. Bir hafta sonra baş başa yemek yiyor oluşumuz içimi bir garip yapmıştı. "Taburda yemedin mi?" diye mırıldandığımda Pamir başını iki yana salladı. "Hayır."

Dün akşam konuştuklarımızı aklında tartıp biçmişti belli ki. Yine de aklımdakini söylemeden edemedim. "Ben söyledim diye böyle yaptıysan sorun değil, taburda arkadaşlarınla yemek daha keyiflidir." Hafif sitemli söylediğim cümle ile Pamir sitemimi umursamadı ve gözleriyle çorbamı işaret etti. "Çorbanı iç Devrim." Emir verircesine konuşmasına devam ederken iç geçirdim.

Çorbadan birkaç yudum içerken Pamir'in bakışlarını üzerimde hissettim. Bakışlarımız buluşurken benim ona bakmamla birlikte bakışlarını çorbasına indirdi. Birbirimize kaçamak bakışlar atmaktan nefret ediyordum ama bu da bir şeydi.

"Ne zamandan beridir yemek yemiyorsun?" Dakikalar sonra sessizliğini bozduğunda sertçe yutkundum. "Gözlerin kararacak raddeye geldiğine göre epey uzun süredir." Şimdi anlamıştım neden yemek hazırladığını ve bu akşam benimle yediğini. Onsuz öğünleri atladığımı tahmin ettiği içindi. "Canım istemiyordu." dedim ona bakmadan. Onsuz boğazımdan geçmemişti, bana olan kırgınlığı boğazımda büyük bir yumru oluşturmuştu ve o yumru yemek yememi engellemişti.

"Canım istemiyor diye bir şey yok. Kendini hasta edeceksin. Birisi için kendini bu kadar hırpalamaya, kendinden vazgeçmeye ne gerek var?" Kızgın kızgın söylediği cümle ile kaşlarım havalandı ve gözlerimi kırpıştırdım. "Birisi dediğin benim canım, hayatımı birleştirdiğim kocam." dedim tereddütsüz bir biçimde. Ardından ekledim. "Sana yalan söylediğim için zevk aldım, mutluyum falan sanıyorsun ama değilim. Sana yalan söyledikçe vicdanım sızlıyordu emin ol, sadece birilerinin ilişkilerinde üçüncü kişiydim ve bunu söylemek bana düşmezdi."

Pamir bir şey söylemedi. Sessizliği keyfimi kaçırırken derin bir iç çektim. Oturduğum yerden ayağa kalktığımda sert sesini işittim. "Masaya otur, yemeğini bitir."

"Karşında askerin yok biliyorsun değil mi?" dedim bu defa bende sertlenerek. Pamir'in yüzünde mimik oluşmadı bu söylediğime. "Otur Devrim, yemeğini bitir sonra nereye gitmek istiyorsan gidersin. Arkandan durduracak kimse yok." Umursamaz bir tavırla dile getirdiği sözle hafiften gözlerim buğulandı. Bir hafta içinde nasıl değişmişti bana karşı böyle? Artık canım yanıyordu, acıtıyordu. İnsanın umursanmadığını hissetmesi çok can yakıyordu.

"Oturmayacağım." dedim sesimi güçlü çıkartmaya çalışarak. Ardından Pamir'in bir şey söylemesine izin vermeden koridordaki çantamı ve telefonumu aldım.

Kapıyı açıp çıktıktan sonra sertçe kapattım. Telefonumdan Sinem'in numarasını tuşladım. Onun açmasını beklerken merdivenlerden inerek apartmanın kapısına ulaştım. "Efendim canım?" Sinem’in keyifli ses tonu kulaklarıma dolarken onunda canını sıkmamak için normal bir ses tonuyla konuşmaya çalıştım. "Evde misin?"

"Hakanla dışarıdayız." dedikten sonra ciddi bir ses tonuyla ekledi. "Sesin neden öyle, bir şey mi oldu? Pamir meselesi mi yine?" Arka arkaya sorularını sıralarken güzel geçen gününü mahvetmemek için itiraz ettim. "Yok, öyle kahve içmeye gelecektim sadece. Hakan'a selam söyle, sonra konuşuruz tekrardan. İyi eğlenceler, öptüm."

Telefonu kulağımdan indirerek derin bir nefes aldım. Temiz hava burun deliklerimden girip içimi azıcıkta olsa ferahlatırken arabama doğru ilerledim. Gideceğim tek bir yer kalmıştı. O da ne olursa olsun ne yaşanırsa yaşansın beni kabullenen abim ve babamın yanıydı. Sorgusuz sualsiz beni seven insanların yanı.

Arabaya bindikten sonra hastaneye doğru yola koyuldum. Kısa bir süre sonra hastaneye ulaştığımda aracımı otoparka park ederek indim. Adımlarım abimin odasına geldiğinde duraksadı. İçeriden tatlı tatlı gülüşme sesleri geliyordu Işıkla ikisinin. Onların adına o kadar seviniyordum ki. Şimdi içeri girdiğimde onların da keyfini kaçıracaktım. Bu yüzden içeri girmeden tekrardan dışarı doğru ilerledim. En iyisi kıyıda köşede kalmış bir bankta oturmak ve düşüncelere dalmaktı.

Boş olan bir banka oturduktan sonra sırtımı bankın arkasına yaslayarak yere doğru bakmaya başladım. Neden bu kadar zor olmak zorundaydı her şey. Bu kadar ağır bir tepkiyi gerçekten hak ediyor muydum bilmiyordum ama çok can yakıyordu. En başından beri bilerek bu işi yapmıştım. Ama hiçbirinde de amacım kötü olmamıştı. Sadece yardımcı olmak istemiştim. Belki de Pamir haklıydı, ben sadece insanları düşünüyordum. Pamir’i düşünmüyordum.

Aslına bakarsak bu ilişkide hep alttan alan taraf Pamir olmuştu belki de. Benim laflarımı, triplerimi sineye çekmişti. Ağır sözler söylesem yutkunmuştu. En basitinden ona mesleğim üzerinden rest çekerken yüzüğü atmakla tehdit etmiştim. Buna çok içerlemişti ama yine sesi çıkmamıştı. Ona bencil derken aslında bencil bendim. Ondan bir şeyler saklamışken duygu sömürüsü yapıyordum. Benim de sinirlerim yıpranmıştı bu süreçte. Etrafımdakileri düşünürken belki de onu gerçekten ihmal ediyordum.

"Devrim, burada ne yapıyorsun kızım?" Babamın sesi düşüncelerimden irkilerek sıyrılmama neden olurken gülümsemeye çalıştım. "Sizi merak ettim." dediğimde babam inanmadığını belli eden bir bakış attı bana doğru. "Bizi merak ettiysen neden burada oturuyorsun?" Karşımda dikilmekten vazgeçerek yanıma doğru geldi ve bankta yanımdaki boş yere doğru oturdu.

"Abimler konuşuyordu. Rahatsız etmek istemedim. Senin de kantinde olabileceğin aklıma gelmedi." dediğimde babam dikkatle bana doğru baktı. "O kadar dalgınsın ki normal." Bakışları birkaç dakika etrafta dolaştıktan sonra ekledi. "Pamir nerede?" Meraklı bakışlarına karşılık vermeden cevap verdim. "Evde."

Babamdan bakışlarımı kaçırıp yere doğru bakarken babam konuştu. "Aranız hala düzelmedi mi?" Sorduğu soru ile ufak bir şaşkınlık yaşadım. Aramızdaki meseleyi yansıtmadığımızı düşünüyordum ama yanılmıştım belli ki. Sen nereden biliyorsun diye soracağım sırada benden önce davrandı. "Burçe ile Batuhan’ı biliyorum, abin söyledi.”

"Hata yaptım ben baba ve onun bedelini ödüyorum şimdi." dedim açık açık. Öyleydi. Yaptığım hatanın bedeli çok ağır olmuştu. Babam iç çekerek elime doğru uzandı ve sıkıca tuttu. "İnsanoğlunun doğasında var hata yapmak, yeter ki sen bu hatadan ders çıkar."

"Ben dersimi aldım zaten..." deyip duraksadığımda Pamir'in yüzü canlandı yüzümde. Ben dersimi almıştım ama Pamir hala bundan emin değildi ve bedel ödetmeye devam ediyordu. "Sence ben bencil miyim baba?" dedim içli içli. Babam sorduğum soru ile kaşlarını çattı. "O nereden çıktı?" Omuz silkerek cevap verdim. Bu aralar sürekli zihnimi kurcalayan düşünce buydu.

"Bir dava için canını tehlikeye atıyorsun, insanların iyi olması için çabalayıp adalete yardımcı oluyorsun." dedi iç çekerek. Bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde göz göze geldik. "Bencil değilsin yalnızca çevrendeki insanları daha çok düşünüyorsun. Muhtemelen Pamir bunu söylemek istemiştir. Burçe'yi düşünüp onu düşünmemen kırmıştır onu." Haklıydı, Pamir’i asıl kıran buydu.

Ama açıklamamı ona da yapmıştım. Şimdi babama da yapacaktım. "3. Bir kişi olarak insanların ilişkisine nasıl karışacaktım ki? Burçe beni ablası yerine koydu, nasıl arkasından iş çeviririm?" düşünceli bir şekilde dile getirdiğim şeylerle babam cevap verdi. "Burçe seni ablası yerine koydu. Yani üzerindeki etkin hafife alınmayacak kadar fazla. Pamir belki de onu ikna etmeni bekliyordu. Bundan hayal kırıklığına uğradı. Kardeşinin yaptığı daha büyük tabii ki. En güvendiği iki kişi hatta üç kişi onu sırtından bıçakladı. Onu da anlamaya çalış."

Anlıyordum zaten, nasıl anlamazdım. Başıma böyle bir şey gelse bende kızardım ama Pamir gibi günlerce trip atar mıydım bilmiyordum. Ben ona işim için kızdığımda bile bir gün dayanamamıştım. O bir haftadır bunu sürdürüyordu. Gerçekten çok sabırlıydı.

"Nasıl affettireceğim kendimi? Sayısız defa özür diledim, yapmak zorunda olduğumu anlattım. Nuh diyor, peygamber demiyor." Ağlamaklı bir biçimde söylediğim cümle ile babam elini omzuma koyup beni kendine doğru çekti. Başım omzuna yaslanırken benim arkamda olduğuna her daim inandığım adama sığındım. Gözyaşlarım teker teker yanaklarıma damlarken babam saçlarımı sevdi. "Sabır kızım, sabredeceksin. Pamir de anlayacak. Sen sadece sakin olmaya çalış. Alttan al. Eminim ki kafası karışık, kafasını toparladığında düzgün düşünmeye başlayacak."

Zordu bunu yapması. Bende sinirlerimi kontrol edebilen biri değildim ki. O bana laf söyleyince bende ona söylüyordum. Şu bir haftadır bir şey söylememiştim ama artık bende ağzımı tutamıyordum.

Babamın kolları arasında gözlerimi kapatarak bir süre daha rahatladım. Bu konuşma, teselli gerçekten iyi gelmişti. Birilerinin benim yanımda olması hissi güzeldi. Hele ki günler sonra babamın yanında, kollarında olmak daha bir iyiydi.

Bir süre bu şekilde sarılırken zamanın nasıl geçtiğinden habersizdik. Baba kız o bankta otururken rahatladığımı hissetmiştim. Tıpkı eski günlerdeki gibi bana akıl vermesi benim için paha biçilmezdi. Ne yapacağımı hala daha bilmesem de söylediği gibi Pamir’e vakit verecektim, sakin ve sabırlı olacaktım.

Gece eve girdiğimde Pamir henüz uyumamıştı. Salondaki kanepeye oturmuş düşünceli bir biçimde etrafa bakarken bulmuştum onu. Benim geldiğimi gördüğünde yerinden kalkmamıştı ama bakışlarımız buluştuğunda küçük bir rahatlama görmüştüm gözlerinde. Sonra ben su içmek için mutfağa girmiştim, peşimden gelen adım seslerini duymuşken bakışlarım masanın üzerindeki ekmek arası hazırlanıp konmuş olan tabakta takılı kalmıştı.

"Kendini hasta etmek için mi uğraşıyorsun bilmiyorum ama başardığını söyleyebilirim." sıkıntılı bir şekilde söylediği cümle ile bakışlarımı başka tarafa çevirdim. Bilerek yaptığım bir şey değildi elbette. "Yüzün bembeyaz, zayıflamışsın ve neredeyse bayılıyordun. İnadıma yapmaktan zevk alıyorsun. Ama kendinle sınama beni."

Sakin ve akşamkine nazaran daha yumuşak sesi, söylediği son cümle içime oturmuştu. "Pamir..." dedim direkt ona doğru dönüp. Ardından derin bir nefes verdim. "Canım sıkkın olduğunda iştahımın kapandığını biliyorsun. Senin inadına yapmıyorum yani. Düşündüğün gibi amacım seni sınamak değil." Bakışları yüzümde dolaşırken başımı hazırlamış olduğu ekmek arasına çevirdim. "Madem için rahat edecek, birkaç lokma yiyeceğim ama daha fazlası için zorlama."

Aynı babamla konuştuğumuz gibi ılımlı bir şekilde konuştuktan sonra masanın üzerindeki tabağa uzandım. Ekmekten bir ısırık alıp çiğnerken Pamir’in bakışları hala daha üzerimdeydi. Dikkatle beni izlerken ona doğru bakmadım. En son günler önce böyle bakmıştı bana uzun uzun. Kırgın olsa da benim iyiliğim için uğraşması ayrı bir olaydı. Ona karşı olan suçluluk duygumun artmasına neden oluyordu.

Birkaç ısırık sonrası ona doğru döndüğümde mırıldandım. "Oldu mu?" Sorgularcasına ona doğru bakarken Pamir başını salladı. "Oldu." Sadece tek kelime söyledi yine. Zaten bu aralar sessizlik orucu tuttuğu için umursamamaya çalıştım. "Ellerine sağlık."

Elimdeki ekmeğin kalanını tabağa bıraktım. Pamir’den bir cevap gelmeyeceğini bildiğim için mutfaktan çıktım ve odamıza doğru ilerledim. Geldiğimde uyumuştum ama yine uykum gelmişti. O yüzden direkt olarak geceliğimi giyip yatağa girmiştim. Tahmini olarak 10 dakika sonra Pamir’in de odaya girdiğini işittim. Yatağın diğer tarafına uzanıp üzerini örterken sarılmasını bekledim. Yine ve yine sarılmadı, biraz olsun benimle konuştuğu için yumuşadığını düşünmüştüm ama tam bir hayal kırıklığı olmuştu bu.

O gece yine yaz sıcağında üşümüştüm..

 

 

 

 

◔◔◔

"Abimin ne kadar inatçı olduğunu unutmuşum." Burçe sesli bir şekilde nefes verirken aklımdan geçen cümleyi dile getirdim. "İnatçı ama kırgınlığını da anlıyorum." dediğimde Burçe itiraz etti. "Bize istediği kadar küsebilir ama sen araya kaynadın, gerçekten çok özür dilerim yenge."

Burçe’nin samimi ses tonuyla birlikte iç geçirdim. "Önemli değil, olan oldu artık. Bir daha bir şeyler saklamaman gerektiğini öğrendin." Burçe onaylayıcı mırıltılar çıkardıktan sonra tekrar konuştu. "Bugün bir düğün varmış taburdan arkadaşları evleniyormuş abimlerin. Toplu bir şekilde oraya gideceklermiş. Eşler falan da geliyormuş, Bana kalırsa bende gitmek isterdim ama abimin gözüne gözükmemek en mantıklısı."

Duyduğum cümleler kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Hiç haberim olmamıştı. Pamir söylememişti çünkü. İşte bu içime oturmuştu. Bana haber vermediğine göre kendisi gidecekti. "Neredeymiş bu düğün?" Üzgün bir şekilde söylediğim şeyle birlikte Burçe merakla konuştu. "Haberin yok muydu?" Kırdığı potun üzüntüsünü yaşarken ekledi. "Ben bilmiyorum nerede, Batuhan laf arasında söyledi."

"Anladım." dedim durgun bir biçimde. Canım çok sıkılmıştı. Burçe ile telefonu kapattığımda iç geçirdim. Eşler de gidiyorsa Hakan’da mutlaka Sinem’i götürecekti. İnsanlar sevdikleri kadınları götürüyordu, Pamir eşi olmama rağmen bana haber vermemişti bile. Kalbim parçalara ayrılmıştı resmen.

Yine de oturduğum yerden ayağa kalkarak odamıza doğru ilerlemeye başladım. Bir yandan da Batuhan’ın numarasını tuşladım. Pamir bana haber verme gereksiniminde bulunmamıştı ama gururumu bir kenara bırakıp gidecektim. Kimseye aramızda sorun olduğunu göstermemize gerek yoktu. Ne oluyorsa kendi aramızda olmalıydı, tabii bana göre.

"Efendim yenge?" Batuhan'ın sıcak sesiyle birlikte gülümsedim. Mahcupluğunu net bir şekilde ifade etmişti. "Nasılsın Batuhan?" Bende ona karşılık aynı sıcak ses tonunu kullandığımda cevabı gecikmedi. "İyiyim yenge, ne olsun. Sen nasılsın?" dediğinde bende beklemeden cevap verdim. "Sağ ol, iyiyim bende. Senden bir şey isteyecektim."

"Ne istersen." Hiç düşünmeden verdiği cevapla içim sıcacık oldu. "Düğün varmış, nerede?" Sorduğum soru ile bir an duraksadı Batuhan, şaşkınlığını sessizliğinden anlamak zor değildi. Ama şaşıracak bir şey yoktu, onlara nasıl davranıyorsa bana da öyle davranıyordu. "Ben sana konumunu atayım yenge mesaj olarak."

"Sağ ol, geleceğimi söyleme kimseye." diye tembihlediğimde Batuhan onayladı. "Sen sağ ol yengem, merak etme kimseye bir şey söylemeyeceğim. Görüşürüz orada."

Telefonu kapattıktan sonra gardırobumun karşısına geçerek siyah dizlerimin üzerinde biten bir elbise seçerek üzerime geçirdim. Nereye gittiğimi bilmediğim için en ideali buydu. Uygun takılarımı taktıktan sonra düzleştirdiğim saçlarımı omuzlarımdan aşağı bırakarak makyaj masama yaklaştım. İşten geldiğimde makyajımı temizlemiştim, o yüzden elbiseye uygun göz makyajı ve kırmızı tonlarında bir ruj sürerek kombinimi tamamladım.

Siyah küçük çantamın içine bir miktar para, silah ve telefonumu koyduktan sonra siyah kısa topuk ayakkabılarımı da giyerek evden çıktım. Tabii bu arada hem davetiyenin fotoğrafı hem de düğünün bulunduğu yerin konumu mesaj olarak gelmişti

Arabayla gitmeyi düşünmüyordum. Bu yüzden lojmanın yakınındaki bir taksi durağından taksi çağırarak onunla gitmek üzere yola koyuldum. Çok uzak bir yerde değildi ancak konuma göre Hakkâri’nin köylerinden birinde olduğu belliydi.

Yaklaşık yarım saat süren yolun ardından taksinin parasını ödeyip araçtan indim. Bu sokağa girdiğimiz andan itibaren davul zurna sesi çoktan kulağıma dolmaya başlamıştı. Bir salon düğünü yerine mahalle arasına sandalye, masa dizilmiş ve o şekilde bir düğün organizasyonu yapmışlardı. Misafirler ortada davulla zurnanın çıkardığı seslere uygun ritimde oynarlarken bakışlarım etrafta gezindi.

Yan yana dizilmiş üç masanın etrafında oturan tim üyelerini, Seray ablayı ve Ahsen'i gördüm. Sinem ve Hakan burada değillerdi. Belki daha sonradan gelirlerdi, belki de hiç gelmeyeceklerdi. Bugün Sinem ile konuşma fırsatımız olmamıştı hiç. Onun duruşmaları vardı, bense tüm gün emniyette ifadelerle uğraşmıştım.

Pamir timin en ortasında oturuyordu. Yanında Ahmet abi ve Soner vardı. Batuhan ondan en uzak köşede Yiğit’in yanında oturuyordu.

Birkaç kişinin bakışını üzerimde hissederken benim de bakışlarım onlara doğru döndü ve gördüğüm anda olduğum yerde kalakaldım. Dilan, onun yanında oturan kadın ve Azad'ın kardeşi olduğunu bildiğim bir adam bana doğru bakıyordu. Birkaç adım arkalarında üç tane siyah takım elbiseli koruma duruyordu. Azad ve babası tüm suçu üzerlerine aldığı için ailesinden başka hiç kimseye bir şey olmamıştı ama çok karşı karşıya gelmiştik. Azad'ın kardeşi Miran annesinin kulağına bir şey söylerken bakışlarımı onlardan çektim.

O sırada yanıma gelen bir kadın ve adamı fark ettim. Kadın güler yüzle bana yaklaşırken konuştu. "Hoş gelmişsin kızım." Muhtemelen ya damadın ya da gelinin ailesiydi. "Hoş buldum, hayırlı uğurlu olsun." dedim bende tebessümle. Teşekkür eder bir biçimde başlarını sallarken adam konuştu. "Sen kimlerdensin ben çıkartamadım seni." Şivesiyle konuşurken meraklarını gidermek adına cevap verdim. "Ben damadın arkadaşının eşiyim. Şurada oturuyorlar."

Elimle Pamirleri işaret ederken Taner'in bakışlarıyla buluştu bakışlarım. Ona doğru ufak bir tebessüm ederken Taner, oturduğu yerden kalkarak komutanına yaklaştı ve kulağına eğilerek muhtemelen geldiğimi haber verdi.

"Ha sen komutanın yavuklususun." dedi adam gülerek. Başımla onu onaylarken Pamir'in şaşkın ama bunu etrafa belli etmeyecek kadar profesyonelce bana doğru yaklaşmasını izledim. Yanımıza geldiğinde bakışlarında ne işin var lafını görmemek imkansızdı. "Devrim?"

"Geç kaldım hayatım, kusura bakma." dedim üstüne bastıra bastıra. Yine de kırgınlığım yüzümden okunuyordu muhtemelen. "Hoş geldin." Pamir bozuntuya vermeden elini belime atıp beni kendine doğru çekti. Yanaklarımızı birbirine tokuşturup selamlaşırken kulağıma doğru mırıltısını duydum. "Ne işin var burada?"

"Bana haber verme gereksinimi duymasanda seni yalnız bırakmak istemedim." Kırgın bir ses tonuyla dile getirdiğim cümleden sonra yanaklarımız birbirinden ayrıldı. Karşımızdaki karı kocaya selam verdikten sonra timin oturduğu masaya doğru ilerlemeye başladık. Pamir sahiplenici bir şekilde belimden tutmaya devam ederken birkaç kişinin daha bakışlarını üzerimizde hissedebiliyordum.

Masaya geldiğimizde herkesin oturduğu yerden ayaklandığını gördüm. Üyelerle tek tek selamlaşıp sarıldıktan sonra Seray abla ve Ahsen’in yanına ilerledim. "Hoş geldin canım, şaşırdık seni görünce. Pamir yoğun olduğunu söylemişti." Seray abla konuşurken bozuntuya vermeden cevap verdim. "Hoş buldum, biraz yoğundum evet. Sonradan işlerimi hallettim."

"İyi yapmışsın." dedi Ahsen. Onunla da sarıldıktan sonra yanlarındaki boş olan sandalyeye geçerek oturdum. Sahneye bakarken kendimi rahatlatmaya çalıştım ancak karşı çaprazımızda oturan Zemheroğlu ailesi beni germeye devam ediyordu. Elbette korkmuyordum ama bakışları rahatsız ediciydi.

Kızlarla sohbet ederken ara ara Pamir'e bakıyordum ama o bana bakmayıp arkadaşlarıyla sohbetine devam ediyordu. Bu hep böyle mi devam edecekti çok merak ediyordum. Katlanması zordu çünkü.

Dakikalar sonra gelin ve damat nikahları kıyılmak üzere sahneye çıktıklarında bir alkış tufanı karşıladı onları. İkisine bakarken aklıma bizim nikahımız geldiğinde iç geçirmeden edemedim. Daha bir ay yeni olmuştu ama biz tartışmayı başarmış ve evliliğimizi birbirimize zindan etmeye başlamıştık. Her evlilikte böyle şeyler olurdu elbet ama bu kadarı olur muydu bilmiyordum. Gelin ve damada özenerek bakarken bakışlarımı anlık olarak Pamir’e çevirdim. Ufacık bir an göz göze geldiğimizde elaları içime aktı.

Ardından ışık hızında bakışlarını benden çekerek gelinle damada bakmaya başladı. Nikah memuru gerekli soruları sorup aldığı cevapların ardından nikahı kıydığında yine alkış sesleri yayıldı etrafta. Sonra da gelin ve damadın ilk dans müziği. Onlar danslarını etmek için sandalyelerin ortasında sahne gibi ayrılmış boşluğa geçerken küçük bir gülümsemeyle onları izledim. Birbirlerine yakışmışlardı.

"Şimdi kızlar olsaydı geline prenses gibi olmuş derlerdi." Seray abla kızlarını özlemişti belli ki. Onlardan bahsederken gözlerinin içi gülüyordu hep. "Devrim'e de öyle söylemişlerdi." diye eklediğinde Ahsen onayladı. "Ama haklılardı, çok güzel olmuştu."

"Utandırıyorsunuz beni." dedim tatlı bir tebessümle. Ardından ekledim. "Her gelin güzeldir." Öyleydi de gerçekten. Gelinliğin havasından mıdır suyundan mıdır nedir herkes güzel görünüyordu, öyle de olması gerekiyordu zaten.

Gelin ve damadın dansından sonra halay sesi duyulmaya başlandı etrafta. Masada oturan birçok kişi halaya kalkarken bizimkilerden de Soner ve Yiğit kalkmıştı. Masanın öbür ucunda oturan Batuhan’a baktığımda durgun durgun etrafa bakındığını gördüm. Onun da işi zordu. Pamir ondan tarafa da hiç bakmıyordu, bir nevi bizi yok sayıyordu.

Batuhan'ın ardından bakışlarım karşı çaprazımızdaki masaya kaydı. Dilan ile gözlerimiz buluştuğunda artık doğuma az kaldığını anlamak zor değildi. Karnı epey büyümüştü. Bir sorun yoktu, kimse anlamamıştı onun bize yardım ettiğini. İlk önce bundan korkmuştum ama bana özellikle iyi olduğunu söylemişti. Onun bakışları masum, minnettardı ama yanında oturan kayınvalidesi ve kayınbiraderi tam tersi nefret dolu bakıyorlardı bana.

Bakışlarımı yine onlardan çekip yanımda oturan Ahsen ve Seray ablaya çevirdim. "Geçenlerde Ahsenlerde toplanmıştık, bir hafta sonu da bize gelin." İkisine doğru bakarken Ahsen onayladı. "Daha geliriz canım, siz yeni evli sayılırsınız."

Yeni evli miydik yoksa iki yabancı mıydık? Karışıktı bizim ilişkimiz.

Bizimkilerle konuşmaya devam ederken Pamirlerin masadan kalktığını gördüm. Nereye gittiklerini sorgularcasına bakarken Ahmet abi eşine yönelik konuştu. "Biz Muhammed'in yanına gidiyoruz." Muhammed damadın ismiydi, Batuhan davetiyeyi attığı için görmüştüm.

Arkalarından gidişlerini izlerken gelinle damadın masasında oturan Muhammed'in yanına ulaştılar. Birbirleriyle gülerek konuşurlarken hepsinin arkası dönüktü bize ama keyiflilerdi belliydi.

"Savcı Hanım?" Bakışlarımı bana seslenen kalın ve tok sesle birlikte Seray ablalardan çevirirken karşımda Azad'ın kardeşi Miran'ı gördüm. Yanında onlardan biraz ötede dikilen bir koruması vardı. "Sizle az ötede konuşalım." Söylediği cümle ile kaşlarım çatıldı. "Makamıma gelirsiniz, uygun olursam konuşuruz beyefendi." dedim üstüne basa basa.

"Savcı!" Dişlerini sıka sıka dile getirdiği hitap ile ellerini masaya sertçe koydu ve yüzüme doğru eğildi. Onun masaya vurması ile Seray abla ve Ahsen irkilirken ben gözümü kırpmadan Miran'a bakmaya devam ettim. "Konuşalım diyorsam konuşalım, sonuçlarını biliyorsun yoksa."

Arkasındaki adam ceketini düzeltiyormuş gibi yaparaktan belindeki silahı gösterirken yüzümde mimik oynamadı. Korkmasına korkuyordum ama bunu gösterecek değildim ancak işin sıkıntılı tarafı iki sivilin buna şahit olmasını hiç istemezdim. Ahsen sandalyeyi geri çekerek kalkmak istediğinde onu engellemedim. Burada bir şey yapmazlardı ama açık açık tehdit ediyordu.

Tek kaşım havalandı bu söylediği ve yaptığı ile. "Bir cumhuriyet savcısını tehdit etmek?" dedim alaylı bir sesle. Ardından damarına basacak şekilde ekledim. "Abinle baban bunun ne demek olduğunu çok iyi biliyor, onlardan hiç mi ders almadın?" Söylediğim cümle ile gözleri seyirdi.

Yüzüme daha da eğildiği sırada arkasındaki korumanın uyarı niteliğinde genzini temizlediğini duydum. Kendisi de ceketinin önünü iliklerken Miran aldığı uyarı ile eğildiği yerden doğruldu. Oturduğum yerden ayağa kalkarken Pamir'in sorgulayıcı sesini duydum. "Ne oluyor burada?"

Tam olarak önüme doğru geçip Miran'ın benimle olan göz temasını keserken tüm tim üyeleri etrafımıza dizilmişti. Kürşat Ahsen'in yanına, Ahmet abi de Seray ablanın yanına geçmişti ve korkan eşlerini teselli ediyorlardı.

"Bir şey yok komutanım." dedi Miran sakin bir sesle. Ardından ekledi. "Savcı hanımla uzun süredir görüşemedik, bir konu hakkında danışıyorduk." dediğinde onayladım. "Evet, cevabını almıştı zaten kendisi." Bakışlarımı bir saniye bile Miran'dan çekmeden vermiştim cevabı. Pamir gözlerime doğru kısaca baktıktan sonra bakışlarıyla masalarını işaret etti. "Cevabını aldıysan gidebilirsin."

Miran başka bir şey söylemeden yanımızdan uzaklaşmaya başlarken son kez baktı bana. Sanki bu burada bitmedi der gibiydi bakışları. Bütün vücuduma bir ürperti yayılırken bakışlarım Pamir ile buluştu. İyi olup sorgularcasına gözlerime bakarken Ahsen konuştu. “Alenen tehdit etti seni."

Gözlerimi kapatıp iç çekerken Pamir'in tedirgin ama aynı zamanda sert sesini duydum. "Ne tehdidi?" Bu sefer Seray abla cevap verdi. "Silahını gösterdi." Panik olmuş bir halde konuştuğunda ikisinin de ne kadar panik olduğunu anlamamak imkansızdı.

"Sakin olun, bir şey yapamaz." dedim rahatlatmaya çalışırcasına. Ahsen şaşkınca baktı bana. "Biraz sen panik olsan mesela. Tehdit diyoruz, öyle böyle bir şey değil." dedi panik içinde. O sırada Pamir’in alaylı sesini işittim. "Devrim’in her zamanki rahatlığı o. Sizde zamanla alışırsınız zira kendini tehlikeye atmayı çok sever."

Ne diyeceğimi bilemedim o an. Sadece hayal kırıklığı ile baktım Pamir'in gözlerine. Ne çok sevmişti beni yaralamayı. An kolluyordu resmen laf sokmak için. Kalbimden kopup giden parçalar onu yaralamasın diye dediğini umursamamaya çalışarak Seray ablalara baktım. "Bu ilk tehdit alışım değil, merak etmeyin." dedim zorlukla.

Ardından çantamı aldım masanın üzerinden ve telefonumu çıkardım. Cenk'in numarasını tuşlayarak yanlarından uzaklaşmaya başladım. Birkaç evin arasından geçerek seslerden uzaklaştığımda Cenk telefonunu açtı. "Buyurun savcım?"

"Miran Zemheroğlu hakkında gözaltı kararı yazısı birazdan elinde olacak komiser, konumunu atacağım düğünde kendisi. Ekibini topla gel." dediğimde Cenk onayladı beni.

Cenk'in ardından başsavcımı arayıp gerekli bilgiyi verdikten sonra Tuna beyden gözaltı kararı evraklarını hazırlamasını istedim. Telefon konuşmalarımı bitirip arkamı döndüğüm sırada birkaç adım uzağımda bekleyen kocamı gördüm.

"Buraya gelmek iyi bir fikir değildi belli ki." dedim yanından geçip giderken. Tam olarak şu an verdiğim kararı sorguluyordum. Hangi akla hizmet gelmiştim ki zaten. Sadece kendimi küçük düşürmüştüm. Aşkta gurur olmaz diye düşünmüştüm ama olması gerekiyordu belki de. İnsan istenmediği yerde olmamalıydı mesela.

Aniden kolum tutulduğunda adımlarım duraksadı. "Fazla abarttım." dedi Pamir sakin bir sesle. Sertçe yutkunarak başıyla arkasını doğru işaret etti. "Zemheroğullarından değil mi o şerefsiz?" Sorgular bir biçimde bana bakarken yorgun bir nefes verdim dudaklarımın arasından. "Ne fark eder? Her zaman rahat davrandığım veya kendimi tehlikeye attığım davalarımdan biri işte." Dedim biraz önceki söylediklerini ima ederek.

Söylediğim cümle ile Pamir yüzünü buruşturdu. Tek eliyle yüzünü sıvazladıktan sonra sakinleşmeye çalıştı. Bense ekledim. "Şimdi bir taksi çağırıyorum." dedikten sonra telefonumdan bildiğim numarayı tuşlayacağım sırada telefonumun üzerine elini getirerek beni engelledi. "Saçma saçma konuşma Devrim, tek başına gönderir miyim sence seni?" bıkkın bir şekilde söylediği şeyle bakışlarımı yüzüne çıkardığımda ekledi. "Birazdan kalkarız."

"Sen kal arkadaşın bir kere evleniyor sonuçta, benim için yarım bırakma eğlenceni." düşünceli bir biçimde dile getirdim düşüncelerimi. Samimiydim bunu söylerken. Benim için eğlencesini yarım bırakmasına gerek yoktu. Pamir söylediğim şeyle kaşlarını çattı. "Senin için bir şeyi yarım bıraktığım falan yok, hadi."

Bileğimdeki elini avuçlarıma kaydırarak elimden tuttu. Günler sonra ilk defa yaptığı temasla birlikte kalbim yerinden çıkarmışçasına atmaya başladı. El ele tutuşmak çok ufak bir temastı. Ama günlerdir onunla olan temaslarımızın yoksunluğunu çektiğim için kocaman bir şeydi benim için.

Beni oturdukları masaya doğru yönlendirirken elimden tutmaya devam etti. Ahsen ve Seray abla eşleriyle yan yana oturmuşken Pamir'de beni yanındaki sandalyeye oturttu. Elini dizime yaslayıp gerginliğimi almaya çalışırken iç çektim. Benimle konuşmuyor olabilirdi ama benim gerildiğimi, tedirgin olduğumu tek bakışımdan anlardı.

Dakikalar boyunca benimle temas etmeye devam etmiş, sert bakışlarını Miran Zemheroğlu'dan bir saniye bile çekmemişti. Sanki sen kimi tehdit ediyorsun der gibi bakıyordu, üstünlük kuruyordu ona karşı. Beni sahipleniyordu.

Aniden Pamirle yanımızda beliren Cenk ile irkilirken sesini duydum. "Savcım?" Bakışlarım Cenk'e dönerken Pamir'in bakışları da ona döndü. Oturduğu yerden ayağa kalkarken bende onunla kalktım. Pamirle ikisi tokalaşırken Cenk konuştu. "Ekipler bekliyor, alıyoruz şahsı." dediğinde onayladım. "Tamam, fazla gürültü çıkmasın. İtiraz ederlerse kelepçe takmaktan çekinmeyin."

Zaten iki sivil ekip otosuyla gelmişlerdi. 6 tane sivil polis memuru vardı. İnsanların düğününü mahvetmemek için böylesi daha makuldü.

"Emredersiniz savcım." Cenk beni onayladıktan sonra başıyla sivil polislere işaret verdi. Onlar Miran'ın yanına doğru ilerlerken Cenk'te peşlerinden ilerledi. Benim gitmem doğru olmazdı, daha çok olay çıkardı. Yine de bakışlarımı bir saniye bile üzerlerinden çekmeyip izlemeye devam ettim.

İki polis memuru ve Cenk, Miran'ın yanına gidip ona hitaben bir şeyler söylerken Miran'ın kaşlarının çatıldığını gördüm. Bakışları saniyelik olarak bana döndüğünde Cenk cebinden çıkardığı cüzdanından muhtemelen polis olduğunu belli eden kimliğini çıkarmıştı. Cenk eliyle onların arkasındaki adamları da işaret etti yanındaki memurlara. Miran oturduğu yerden kalkarken hepsi birlikte ekip otolarına ilerlediler.

Dilan ve kayınvalidesi de onların peşinden ilerlerken kadın cebinden telefonunu çıkartıp bir yerleri aramaya koyuldu. İşte bu kadardı. Öyle elini kolunu sallaya sallaya bir savcıyı tehdit edemezdi. Düğün sahipleri, misafirler ne olduğunu anlamamıştı ve bu yüzden meraklı gözlerle giden aileye bakıyorlardı. Bunu başlatan Zemheroğlu ailesiydi, yoksa benim onlarla bir derdim yoktu.

"Ne oldu şimdi?" Ahsen meraklı gözlerle bana doğru baktığında içini rahatlatmak adına konuştum. "Her şey yolunda, gözaltı kararı çıkarttırdım haklarında. Sizin de ifadenizle gerekli işlem yapılır ve nöbetçi mahkemenin ardından muhtemelen tutulu yargılanır."

"Oh çok şükür." dedi Ahsen. Seray abla ekledi. "Biz ifademizi seve seve veririz canım, merak etme sen." Minnettar bir biçimde ikisine baktıktan sonra önüme döndüm. Şikâyet etmeseydim muhtemelen bunun devamı gelecekti. O yüzden böylesi iyi olmuştu.

Bir süre daha düğünde oturduktan sonra kalkmaya karar verdik Pamir ile. Hava epey kararmıştı ancak led ışıklarla süslenen sokakta eğlence devam ediyordu. Gelin ve damadı otururken yakaladığımızda tebriklerimizi iletmiş ve timle de vedalaşarak Pamir'in arabasına doğru ilerlemeye başlamıştık. Arabaya ulaştığımızda ikimizde yerlerimize geçerek oturmuştuk.

Her zaman olduğu gibi aramızda bir sessizlik hakimdi. Ben camdan dışarı bakıyordum, Pamirse büyük bir dikkatle arabayı kullanıyordu.

"Nereden haberin oldu?" Nihayet sessizliğini bozmuşken kastettiği şeyi anlayıp bakışlarımı ona doğru döndürdüm. "Sence önemli olan bu mu?" dedim hafif bir sinir ve hayal kırıklığı ile. Tamamen ona doğru döndükten sonra ekledim. "Eve geç geleceğini haber vermeyi geçtim, herkesin ailesi ile katılacağı düğünü bana söylemedin? Bahanen de hazır, Devrim meşguldü. Bu kadar mı Pamir? Yan yana gideceğimiz, ilk defa bir aile olarak katılacağımız bir düğünün varlığını bana söylemedin. Bu kadar mı görmek istemiyorsun, bu kadar mı nefret ettin?"

Kırık bir şekilde bunları dile getirsem de bağırır gibi çıkmıştı sesim. Sinirliydim, üzgündüm, kırgındım.

"Saçma sapan konuşma." Umursamaz bir tavırla söylediği cümle bardağı taşıran son damla olurken burnumdan sert bir nefes verdim. "Zaten hep ben saçmalarım değil mi?" dedikten sonra ekledim. "Haklısın ama salak olan benim zaten. Ne diye seni düşünüyorum ki. Aramızın kötü olduğunu elaleme göstermeyelim dedim ama aldım yine ağzımın payını. Herkese çok net gösterdin beni istemediğini."

Sinirden ellerim titrerken sakin olmak adına yutkundum. "Elalemden bize ne? Herkes öğrenseydi keşke. Zaten senin istediğinde buydu. Arkamdan gizli iş çevirdin, senin ne yaşadığını anlamamı istedin belki de ama ben bunu zaten çoktan anladım Pamir." dedim ima ile. Pamir neyi ima ettiğimi anlayıp kaşlarını çattı ve bana doğru baktı. Hiçbir zaman bunu yüzüne vurmayı istemiyordum. Ama laf ağzımdan çıkmıştı çoktan.

Sesimi daha sakin hale getirip ekledim. "Seni 3 yıl sonra karşımda gördüğümde şimdi yaşadığın kandırılmışlık duygusunun alasını yaşadım. Seninki vatanın içindi, benimki de sevdiğim birilerini korumak içindi. Ama nereden bakarsan bak benim nedenim yalan söylemem için geçerli bir sebep değil. Değil mi? Çünkü ben beni ilgilendirmeyen konularda bile Pamir’den bir şey saklamamalıyım."

"Her seferinde bunu yüzüme vuracaksın değil mi? Her seferinde siktiğimin 3 yılı karşıma gelecek. Çünkü isteyerek yaptım ben onu, göz göre göre sevdiğim kadını kandırayım, acı çektireyim istedim!" Bağırarak konuşurken büyükçe yutkundum. Öyle olduğunu hiçbir zaman söylememiştim. "Ne var biliyor musun? Bana bencil dedin ama asıl bencil sensin. Bir kere bile benim ne hissettiğimi düşünmüyorsun. Sadece kendi acılarını düşünüyorsun, sadece kendi yaşadıklarını biliyorsun. Orada ne yaşadığım hakkında en ufak bir fikrin dahi yok ama her seferinde bunu ısıtıp ısıtıp önüme getiriyorsun. Çok mu mutluydum ben?! Tatile mi gittim oraya? Sana çok basit geliyor belki ama onlarca teröristin arasında yaşamak nasıl bir duygu bilmek istemezsin."

Sözleriyle birlikte gözlerimden birkaç damla yaş yanağıma süzüldü. İçimden bir şeyler sökülüp gözyaşıyla birlikte aktı gitti. Kendi içimde düşündüğüm ben bencil miyim sorusunun cevabını almıştım. Pişmandım. Bu konuyu açmakla hata yapmıştım ama insanın hayal kırıklığı ile sınanmasının ne demek olduğunu bildiğimi söylemeye çalışıyordum yalnızca. Belki de başka şekilde söylemeliydim.

Onun orada kötü zamanlar geçirdiğini elbette biliyordum. Ne halde olduğunu, eskisi gibi olmadığını benden başka kim bilirdi ki?

"Bunu kastetmek istemedim." dedim burnumu çekerek. Bu yanlış anlaşılmayı düzeltmek istiyordum çünkü. "Sadece insanın hayal kırıklığına uğraması ne demek biliyorum. Seni anlamadığımı düşünüyorsun ama anlıyorum. Nadya ile senin fotoğrafını gördüğümde yaşadığım hayal kırıklığı mesela. Beni geçtim kendini düşün. Ben sana inanmadıkça, kendini anlatmaya çalıştığında ama ben seni dinlemeyip görmezden geldiğimde nasıl canın yanıyordu. Ben seni anlıyorum ama sende beni anlayamaz mısın? Nasıl anlatırdım sana, nasıl söylerdim."

Sakince ona derdimi anlatmaya çalışırken Pamir cevap vermedi. Bakışları yoldayken sinirli olduğunu görebiliyordum. Bakışları arada dikiz aynasına kaysa da beni dinlediğini bilerek sözlerime devam ettim. "Beni ablası gibi gören, sırrını paylaşan, sırrını veren birini nasıl sırtından bıçaklardım? Sen yapabilir miydin böyle bir şeyi?"

Bir cevap vermesini umarak dikkatli gözlerle onu izlerken Pamir ilk önce kendi tarafında bulunan sol yan dikiz aynasına baktı. Hafiften kaşları çatılırken bu sefer ortada bulunan ve arka camı gösteren dikiz aynasına baktığında ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. "Pamir?"

Hafiften gerildiğini hissederken sert ve soğukkanlı sesini işittim. "Takip ediliyoruz."

 

 

 

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölüm nasıldı? Beğendiniz mi?

‣‣‣ Devrim ve Pamir sahneleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce araları nasıl olacak? Pamir tepkisinde haklı mı? Siz ne yapardınız onun yerinde olsaydınız?

‣‣‣ Yiğit ve Neva sahnesi nasıldı, beğendiniz mi?

‣‣‣ Yeni bir davamız var, sizce neler olacak? Teorileriniz var mı? Özlemişim davaları, sizde özlediniz mi?

‣‣‣ Bölüm sonu hakkında ne düşünüyorsunuz? Neler olacak sizce?

Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…

Loading...
0%