@mutlusonsuz222
|
Aksiyon, dava ve sorgu sahnelerini, Toygar Işıklı- Giz ve Katilin Peşinde şarkılarıyla yazıyorum... Sizde dinlemek istersiniz belki.
Umarım severek okuudğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...
37. Bölüm
"Takip ediliyoruz" Duyduğum cümleye daha tepki veremeden arka camın kırılma sesi ve ona eşlik eden silah sesleri kulaklarımızda çınlama yarattı. Şok olmuş bir biçimde kalmışken Pamir'in bağırdığını duydum onca silah sesinin arasında. "Eğ kafanı! Eğ, sakın kaldırma!'” Bunu söylerken kendisi de eğilmişti. Yine de direksiyonu bir saniye bile bırakmıyordu. Dediği gibi kafamı eğerken telefonumu çıkardım çantamdan. Saldırıya uğradığımı söylemek için Cenk'in numarasını tuşlayıp kulağıma götüreceğim sırada arabanın aniden yalpalaması ile telefon elimden kaydı. Pamir direksiyon kontrolünü sağlamaya çalışırken sinirle bağırdı. "Allah kahretsin!' Araba bir oraya bir buraya doğru yalpalarken tekerleğin patladığını anladım. Kalbim korkuyla kasılırken telefonuma uzanmaya çalıştım. Ancak Pamir'in sesi buna engel oldu. “Arabayı durdurduğum an sağ taraftaki ormana doğru koşacağız tamam mı? Hızlı olmamız lazım." Bunu söylediği anda emniyet kemerimi çözüp kendimi hazırladım. Kaybedecek vaktimiz yoktu. Direksiyonda olmasa onlara karşılık verip tekerleri patlatabilirdi ama şimdi zordu. Ben yapmayı denesem eminim ki ıskalardım. Bu da elimizde olan şarjörü boşa harcamak demekti. Kaçarken kullanırdık o mermileri. Yine de çantamdan silahımı çıkartarak hazır ettim. Pamir söylediği gibi aniden el frenini çekerken hızla kapıyı açtım. Saniyeler içinde Pamir'de arabadan inip benim yanıma geldiğinde elimden tutup beni ormana doğru çekti. Hem ayağımda topuklu ayakkabı olması hem de Pamir'in çok hızlı oluşuyla ona yetişmek zordu ama elimden gelenin fazlasını yaparak koşmaya çalışıyordum. Tepedeki ay önümüzü aydınlatmaya yetmese de bodoslama bir şekilde ilerliyorduk. Hala daha arkamızdan gelen adamların ateş ettiğini duyuyordum. Ama bu sefer Pamir de boş durmuyordu. Onlara karşılık veriyordu. Birkaç saniyeliğine elimi bırakıp cebinden telefonunu çıkardığında küfretti. “Sikeyim ben böyle işi!” Ne olduğunu anlamaya çalışıp bir yandan da koşarken tüm dermanım çekiliyordu sanki. "Çekmiyor!" Telefonu cebine koyup tekrar elimi kavrarken tekrardan arkasına doğru ateş etti. Silah seslerinin arasından birkaç kişinin inlemesini duyarken nefesimi almaya çalışarak konuştum. "Cenk'i aradım, sesleri duymuştur mutlaka. Arabada çekiyordu." Pamir rahat bir nefes verirken ara ara arkasını dönüp sıkmaya devam etti. “Mutlaka gelirler o zaman.” Onu onaylarken Pamir arkaya doğru birkaç el daha ateş etti. Birkaç kişinin yaralanması en azından sayılarını azaltmıştı ve az da olsa hızları yavaşlamıştı. Ancak biz hızlı bir şekilde koşmaya devam ediyorduk. Dizlerim beni zor bir şekilde taşırken hızım ister istemez yavaşlamıştı ama içimdeki adrenalin koşmaya devam etmeme yardımcıydı. İçimde büyük bir korku vardı. Ama Pamir'in yanımda olduğunu bilmek o korkuyu azaltıyordu. "Devrim, hızlanmamız lazım güzelim." Pamir'in güçlü ama gergin sesiyle ettiği hitap kalbimde bir yerlerde güzel duyguları alevlendirdi. Her ne kadar arabada kırgında olsam şu an kalbimin hızlanmasına engel olamıyordum." İsteğine uyarak hızlı hızlı koşarken aniden dengemi kaybetmemle birlikte ayaklarım taşımadı beni. Belki de buna takıldığım taş neden olmuştu bilmiyordum ama aniden kendimi yerde bulduğumda dizlerimin parçalandığı gösteren acı tüm bedenimi sarmıştı. Taşların dizlerimi parçaladığını hissederken inlemeden edemedim. Aynı anda yüzümü de buruştururken Pamir'in endişeli sesini duydum. "İyi misin?!" Kolumdan tutup beni kaldırırken ağlamaklı bir sesle cevap vermeye çalıştım. "İyiyim." Sesimin titremesine izin versem de kendimi acının esiri etmemem gerekiyordu. Şu an dizim önemli değildi, hayatta kalmak daha önemliydi. Canım epey yanmıştı ama sorun değildi. “Devam etmemiz gerekiyor.” Pamir dizlerime doğru bakarken sıkkın bir sesle konuştu. “Yürüyemeyecek gibiysen kucağıma alayım.” Dikkatle bana bakarken reddettim. “Yürürüm.” Ayak seslerine eşlik eden konuşma seslerini işittiğimizde Pamir endişeli bir biçimde kolunu belime sardı ve dizlerime ağırlık vermemi az da olsa engelleyerek beni yürütmeye çalıştı. Dizim bastığımda acı verse de bunu umursamadan tüm gayretimle Pamir'e yardımcı olmaya çalıştım ama hızımız epey azalmıştı. İzimizi kaybettirebilsek her şey daha kolay olacaktı. Ama adamlar bizden hızlıydı. Gördüğüm kadarıyla adamlar takım elbiseliydi. Bu da terörist olmadıklarını gösteriyordu. Muhtemelen Zemheroğlu’nun adamlarıydı. İşimi bitirme emri verilmişti. Arabada tek olsam işim çoktan bitmişti ama Pamir'in olması tüm işlerini bozmuştu. Yine de iki kişi olarak onlarla baş etmemiz zordu, sayıları çok fazlaydı. "Pamir..." dedim acıyla. Pamir beni dinlediğini belirten bir mırıltı çıkarttı dudaklarından. "Benim peşimdeler, ben böyle seni yavaşlatıyorum. Sen hızlısın, en azından telefon çeken bir yere gidip arasan." dedikten sonra elimdeki silahı kaldırdım. "Ben bu silahla kendimi korurum." Pamir belimdeki tutumunu sıklaştırarak sert bir karşılık verdi. "Devrim... Yapmayacağım şeyler söyleyerek kendini yorma güzelim. Hadi." Ormanın en içlerine kadar ilerlerken Pamir bize yaklaşan adamlara dönüp dönüp ateş ediyordu. Tabii onlarda bize karşılık veriyordu ama aradaki mesafe açıldıkça isabet ettiremiyorlardı çok şükür ki. Belki de bilerek ettirmiyorlardı çünkü amaçları beni almaktı. Nihayet ormanın içinde bir sağa bir sola gidip izimizi kaybettirirken derinlerde bir yerde siper alabileceğimiz büyük bir ağaç gövdesi bulmuştuk. Pamir sırtımı kütüğe yaslayıp oturmamı sağladıktan sonra direkt olarak elbisenin açık bıraktığı dizime yönelerek tüm ilgisini oraya doğru verdi. Kurumuş olan kan lekeleri dikkatimi çekerken Pamir yüzünü buruşturdu. "Çok acıyor mu?” Fısıldayarak sorsa da içinin gittiğini sesinden anlayabiliyordum. "ilk düştüğümde acıyordu ama şimdi sızlıyor sadece." dedim açıkça. Elbette şu an oturduğum için acımıyordu. Koşarken çok fazla acımıştı. Elbise giymem hiç iyi olmamıştı ama nereden bilebilirdik ki böyle bir şey olacağını. "Eve gittiğimizde güzelce pansuman yaparız." Eve gideceğimize olan inancı tamdı belli ki. Ben biraz şüpheliydim o konuda. Ayrıca şu anki tavrı gerçekten şaşırtıcıydı. Arabada bana bağıran, herkesin içinde laf sokan kocam şimdi hiçbir şey olmamış gibi benimle ilgileniyordu. “Eve dönersek pansumanımı kendim yapabilirim, biliyorsun başımı belaya sokmayı çok sevdiğim için alıştım.” Alttan dokundurmalı bir laf sokarken Pamir gözlerime baktı sadece. Ardından sıkıntılı bir nefes verip telefonu cebinden çıkardığında yine çekmediğini fark edip telefonu cebine koydu. Dikkatli gözlerle onu seyrediyordum. Endişesi, telaşı, gerginliği gözle görülür cinstendi. Ayrıca alnında ter damlaları da birikmişti. Çok uzun zaman sonra bana olan ilgili bakışları, beni düşünmesi içimde ferahlık oluşturmuştu. Ne olursa olsun bizi buradan kurtarırdı bizi biliyordum. Bunun düşüncesi rahatlatıyordu içimi ama yine de kırgınlığım ağırdı elbette. Pamir’e daldığım sırada yerdeki yaprak ve odunların çıkardığı sesle Pamir işaret parmağını dudaklarına getirip sessiz olmamı belirtti. Onu onaylarken tüm bedenim gerginlikten kasılmıştı bile. Korku tüm bedenimde kol geziyordu ama Pamir'in varlığına sığınıyordum. O bize bir şey olmasına izin vermezdi. Ayak sesleri yaklaşırken nefesimi tuttum. Pamir kafasını hafifçe kaldırıp gelenlere bakarken aniden siper alıp ateş etti. Paldır küldür yere düşme seslerini duyarken içimden dua etmeye devam ettim. O sırada sol tarafımızdan yani benim bulunduğum yerden gelen adamı gördüm. Anında elimdeki silahı kaldırıp adama doğru nişan aldıktan sonra gözümü kırpmadan vurdum. Artık alışmıştım bu duruma. Pamir bakışlarını saniyelik olarak bana ve yerde atan adama çevirdiğinde gözlerindeki gururu gördüm. "Aslan karım." Kalbinden taşıp dudaklarına akan gurur ve hayranlığı duyduğumda tebessüm ettim. Buruk bir tebessümdü ama bu. Sanki aramızda bir şey yokmuş gibi samimi bir şekilde söylemişti bunu. Keşke tehlike anında gerginliğimi azaltmak için değil de beni azda olsa anladığı için samimi davransaydı. Sonra da eski ciddiliğine dönmüş ve kütüğün ardından bakmaya devam etmişti. Bende etrafımıza dikkatli dikkatli baktım. Her yerden gelebilirlerdi sonuçta. Artık çatışma seslerine, silahlara alışmıştım. Kulağımı tırmalasa da ilk günler ki kadar çınlatmıyordu. "Sikeyim ben böyle işi!" Bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde şarjörünün bittiğini gördüm. Yanında başka şarjörde yoktu. Yine idareli kullanmıştı. Tek benim silahım kalmıştı. Hızlıca elimdeki silahı ona uzattığımda Pamir beklemeden aldı. "Nerede kaldı bu adamlar!" Kendi kendine söylenirken bir yandan da adamlara kurşun sıkmaya devam etti. O kadar çoklardı ki, iki beylik tabancasıyla onlarla baş etmek çok zordu. Bir an önce destek gelmezse işimiz kötüydü. Ki öyle de olmuştu. Dakikalar sonra benim silahımın mermisi de bitmişti ve Pamir karşılık vermeyince silah sesleri kesilmişti. Adım sesleri olduğumuz yere yaklaşırken Pamir bana doğru baktı korkma dercesine. Korkmuyordum. Birlikte öleceksek benim için sorun yoktu. Tek korkum benim yüzümden ona bir şey olmasıydı. Buna da izin vermezdim. "Buraya kadarmış savcı." Zafer dolu iğrenç bir sesle konuşan adamla yutkundum. Tam tahmin ettiğim gibi peşlerinde olduğu kişi bendim. Bu sözle bakışlarımız Pamirle buluşurken gözlerinden geçen öfkeyi ve sertliği gördüm. “Yolun sonu, çıkın.” Burada saklanmanın bir faydası olmayacağını ikimizde bildiğimizden oturduğumuz yerden kalktık Pamirle. Siyah takım elbiseli, orta yaşlı bir adam tam bizi göreceği bir noktaya geldi. Arkasında bulunduğumuz kütüğün etrafı siyah takım elbiseli adamlarla çevrilmeye başlandığında Pamir önüme doğru geçti beni korumak için. Bana hitaben konuşan adamın tam karşısında dikilirken dağ gibiydi. Ama beni ondan koruyabilirdi sadece. Öteki türlü her tarafımız çevrilmişti. "Seninle işimiz yok komutan." Önümüzde dikilip saçlarına tek tük ak düşmüş kirli sakallı adam Pamir'e hitaben konuşurken Pamir'in arkasından bana doğru bakmaya çalıştı ancak Pamir bunu da engelleyerek göz teması kurmamızı engelledi. "Karımla bir işiniz varsa benimle de işiniz var demektir." Tok ve kendinden emin bir şekilde beni korumak için kendini de işin içine katarken gerginlikten bayılacak gibi hissediyordum. “Aşkı görüyor musunuz beyler?” Adam alaylı bir şekilde konuşurken etrafımızdaki adamlardan gülüşe benzer sesler gelirken büyükçe yutkundum. Korkumu onlara belli etmemeye çalışıyordum ama beceriyor muydum pek emin değildim. “Eliniz kolunuz bağlı komutan ya biz savcıyı alacağız ya da ikinizi de öldüreceğiz.” Pamir kafasını salladı belli belirsiz. “Zaten beni öldürmeden karımı alamazsınız. Benim için hava hoş.” Tereddütsüz bir şekilde cevap vermesi irkilmeme neden oldu. Gözünü kırpmadan benim için canını vermeye hazırdı. Bu düşünce kalbimde büyük bir sancı yarattı. Ona bir şey olmasına asla izin vermezdim. “Kocanı duydun savcı hanım, beni öldürün öyle alın diyor. Ne dersin?” Direkt olarak bana doğru bakarken Pamir elini geriye doğru uzatıp direkt olarak elimi kavradı. Sıkı sıkı elimi tutarken elinin soğukluğu karşısında tekrardan yutkundum. Hep sıcak olurdu ama bu sefer gerginlikten buz gibi olmuştu. “Dinleme onu Devrim.” Uyarı dolu bir şekilde bana hitaben konuşurken sesinde yalnız benim anlayabileceğim tedirginlik vardı. Çünkü beni tanıyordu. Sınırlarımın ne olduğunu biliyordu. Daha doğrusu yapacaklarımın sınırı olmadığını. Karşımızda dikilen adam elindeki silahını kaldırıp tam Pamir’in alnının ortasına namluyu doğrulturken aynı zamanda konuştu. “Ya kocanı dinle ya bizi dinle savcı. Ama kocanı dinlediğinde ne olacağını biliyorsun. Her şekilde seni alacağız.” Pamir anlık olarak kıpırdansa da üstten üstten adamlara bakıp doğrultulan silahtan hiç etkilenmezken ben arkasında düşünceler arasında kaybolmuştum. Mantıklı düşünmeye çalışıyordum. Onlarla gitmemem gerekiyordu. Gidersem beni bulmaları zor olabilirdi. Dahası öldürülebilirdim. Ama gitmeyerek sevdiğim adamın canını tehlikeye atamazdım. Yine de beni aldıklarında onu bırakacaklarının garantisi yoktu. “Pamir’in buradan gitmesine izin verdiğinizi kendi gözlerimle görmeden sizinle gelmem.” Nihayet dakikalar sonra konuşmak için kendimde güç bulmuştum. Sesim beklediğimden sert çıkmıştı. Keza bakışlarımda öyleydi. Pamir’in arkasında saklanmayı bırakmış direkt olarak açık hedef haline gelmiştim. Artık beni koruyup kollayan adamın karısı olarak değil savcı Devrim olacaktım. Pamir söylediğim cümle ile elimi daha da sıkarken ne demek istediği belliydi: Saçma saçma konuşma. Zira ondan bu sözü çok duyar olmuştum bu ara. Bakışlarını bir saniye bile karşısındaki adamdan ayırmıyordu ama bana baksa ateş saçan gözlerini göreceğimi biliyordum. “Bizimle geleceksen komutan gidebilir.” Dedi karşımızdaki adam. Hala daha silahı Pamir’e doğru doğrulturken sesimin yüksek çıkmasını engellemeden sertçe konuştum. “Silahı indir o zaman! Muhatabın benim, karşındayım. Silahı doğrultman gereken kişiye doğrult!” Kalbim korkudan göğüs kafesimi delip geçercesine atarken belli etmedim. Çatık kaşlarımla karşımdaki adama bakarken Pamir’in itiraz dolu sesini işittim. “Hayır!” Adam silahın hedefini değiştirip direkt olarak benim alnıma doğrulttuğunda Pamir’in ateş saçan sesini işittim. “İndir lan silahı! Gücün kadına mı yetiyor, yiyorsa sıksana bana orospu çocuğu!” Adamın damarına basarcasına konuşurken adam onu hiç umursamadı. Bense Pamir’e doğru mırıldandım. “Pamir… Git buradan.” Gitmesi gerekiyordu. Gidip kendini kurtarması gerekiyordu. “Asla! Öleceksek birlikte ölürüz.” Aynı benim kalbimden geçen düşünceleri dile getirdiğinde ufak bir tebessüm oluştu yüzümde. Ancak saniyelikti bu. “Yeter! Gideceksek gidelim savcı yoksa biliyorsun!” diyerek silahı tekrar Pamir’e doğrulttu. Bu sefer elini tetiğe yasladığını gördüğümde içim ürperdi. Parmağını tek bir santimetre oynattığı anda Pamir’in beynini bir kurşunun dağıtacağı düşüncesi benim kalbimi delip geçti. Yaşadığım panikle bağırdım. “Tamam, geliyorum!” “Hayır, Devrim!” Pamir gür sesiyle ormanı inletircesine bağırırken ben onu dinlemeyerek adama doğru bir adım attım. Yaptığım bu hamle ölüm fermanımdı. Pamir beni durdurmaya çalışsa da adam silahın namlusunu başıma bastırarak kolumdan tuttu ve kendine çekti beni. Başımda yaslı olan metal gözlerimi hafiften doldururken Pamir bana doğru atıldı ancak başıma yaslanan silahın sahibinin sesi onu durdurdu. “Tek hamlenle karının beynini parçalarım komutan, bunu istemezsin değil mi?” Adımlarımız yavaş yavaş geriye giderken gözlerim Pamir’in yüzündeydi. Beni kurtaramamanın acısı düşmüştü gözlerine. Biraz önce dağ gibi olan omuzları çaresizliğin verdiği yükle düşmüştü. Mantığım devre dışı kalmıştı, kalbimle hareket etmiştim. Ama ne olursa olsun bu adamlardan kurtulamayacağımızı biliyordum. Silahımız yoktu, dövüşmek istesek başa çıkamazdık. Tek kurşunla yere sererlerdi bizi. Kalabalıklardı… “Devrim…” Çaresizlik ve tükenmişlik dolu bir sesle ismimi fısıldarken kalbimde hissettim bunu. Belki de son kez duyuyordum. Gözlerimi elalarından ayıramıyordum bir daha görememek korkusuyla. “Beni affet…” dedim zorlukla. Hem onu burada çaresizce bıraktığım için hem birbirimizi kırdığımız o sözler için hem de ondan bir şeyler saklayıp güvenini kırdığım içindi bu. Öte yandan bir daha görüşemezsek, olur da bana bir şey olursa onunla kırgın olarak gitmek istemezdim bu dünyadan. Gözlerinin ufaktan dolduğunu görürken bir adım attı bize doğru. Ancak onun adımı namlunun başıma daha sert bastırılmasına neden oldu. Aynı anda birkaç silah daha doğrultuldu bedenime. Muhtemelen tekrar bir adım daha atarsa bir kurşun beynimi, birçok kurşun bedenimi delip geçecekti. Bu olacaksa Pamir’in gözlerinin önünde olmamalıydı. Bunu kaldıramazdı. Öleceksem sevdiklerimin kalbinde hiç geçmeyecek bir yara bırakmak istemiyordum. Adım atmıyorsa, adamların silahını almaya çalışmıyorsa bu kendine bir zarar geleceğinden korkmasından değil, bana bir şey olmasından korkmasındandı. Bakışları saniyelik olarak boynuma doğru kaydığında titrek gözbebekleri bir şeyler arar gibi baktı. Sonra aradığını bulamamış olacak ki gözlerine daha büyük bir korku yerleşti. Ne olduğunu anlamasam da umursamadım. Gittikçe uzaklaşıyorduk ondan. Hala daha bir cevap beklercesine gözlerine bakarken Pamir gözleriyle anlattı cümlesini, sonra da anlamam için dudaklarını kıpırdattı. “Affettim.” Keşke bu cümleyi ona kendimi anlattığımda kursaydı diye geçirdim içimden. Şimdi söylemesinin bir faydası yoktu. Gerçi kalbinden bunun geçtiğinden de emin değildim. Sırf hayatım tehlikede diye de bunu söylemiş olabilirdi ama gözlerinden korkunun yanında pişmanlığı da görmeye başlamıştım. Belki de bugün olanlardan pişman olmuştu ama çok geçti. Sanki ayakta zor duruyordu. Omuzları iyice düşerken arkamızdan gelen araba sesini işittim. Farlar Pamir’e doğru vururken bir umut bizimkiler olmasını diledim. Ama duyduğum üç kelime hayallerimi yıktı. “Alın savcıyı arabaya.” Kolumdan sert bir hamleyle tutulup arabaya bindirilirken kolumu çekiştirip ellerinden kurtulmaya çalıştım ama nafileydi. Arabaya binmeden son kez baktım sevdiğim adamın gözlerine. Onun gözlerine bakmamı, onunla konuşmamı bile engellemişti. Şimdi içinden keşke diye geçiriyordu biliyordum. Arabaya bindiğimizde yanıma iki tane yapılı adam oturdu. Ön yolcu koltuğuna bizimle konuşan adam ve şoför koltuğuna da başka bir koruma geçti. Araba geri geri çıkarken Pamir’e baktım. Öylece orada duruyordu. Arabanın plakasını alırdı, böyle bir alışkanlığı vardı. Oradan bulabilirlerdi belki beni. “Benden ne istiyorsunuz?” dedim sesimi sert tutmaya çalışarak. Adam bana doğru dönmeden cevap verdi. “Gidince öğreneceksin savcı, şimdi boşuna nefesini tüketme.” Onları umursamadan cevap verdim. “Bu iş burada bitmeyecek haberiniz var değil mi? Tüm savcılık, kolluk kuvvetleri peşinize düşecek. Ben ölsem de ölmesem de siz o hapsi boylayacaksınız aynı size bu emri veren, tasmanızı tutan adam gibi.” Sözümü esirgemeden tehditkar bir şekilde konuştuğumda ses çıkmadı ilk önce. “İsteğimizi alalım, gerisi önemli değil.” Umursamaz bir biçimde verdiği cevapla sinir katsayımın arttığını hissettim. Aklım hala daha Pamir’de idi ancak şimdi odaklanmam gereken başkaydı. Adamların hepsi arabaya binmişti. Pamir şimdiden harekete geçmişti bile emindim. Çok pişman olacaklardı onu öldürmediklerine. Karanlık yolda ilerlerken dikkatle etrafıma bakıp nereye gittiğimizi anlamaya çalışıyordum ama zordu. Hem buralara yabancıydım hem de hiçbir şey görünmüyordu. Derin bir iç çekerken güçlü bir şekilde durmaya devam ettim. Tam o sırada aniden arabanın fren yapmasıyla birlikte öne doğru savruldum. Ne olduğunu anlamak istercesine bakarken duyduğum silah sesleri yüzümde zafer gülümsemesi oluşturmaya yetti. İki yanımda oturan koruma kapıyı açtığında çatışma daha da şiddetlendi. Ön camdan sadece önümüzü kesen bir araç olduğunu görüyordum. Bu korumaların başı olan ve bizle konuşan adamda şoförde araçtan inmişti. İlk önce yanımda oturan korumaların vurulup bir inleme ile yere düştüğünü duydum. Bizimkiler gelmişti hissediyordum. Sonra da öndeki şoförün ve bizimle konuşan o adamın inleme sesi kulaklarıma doldu. Sesler hafiften kesildiğinde araçtan inmek için kapıya yanaştığım sırada kapının önünde beliren silüetin panik dolu sesini duydum. “İyi misiniz savcım?” Cenk’i gördüğüme şaşırırken araçtan indim hızlıca. “Pamir?” dedim korku dolu bir sesle. Onu orada iyi olduğunu görerek bırakmıştım ama ne olduğunu bilmiyordum. “Pamir Bey burada değil mi?” Cenk’in şaşkınlığı karşısında aklımı oynatacak duruma gelirken Cenk telsizden konuştu. “Aracın bulunduğu ormanda kimse var mı?” “Temiz komiserim.” Telsizden gelen sesle kalbimin durduğunu hissederken elimi saçlarımdan geçirdim. “Pamir yok.” Panik bir şekilde Cenk’e bakarken aklımdaki cümleleri dile getirdim. “Zemheroğlu’nun adamları bunlar muhtemelen, Pamir’in telefonu cebindeydi. Numarasından nerede olduğunu bulabiliriz.” “Tamam, hemen bilgi geçiyorum merkeze.” Dedi Cenk beni onaylayarak. Panik halde etrafıma bakarken PÖH’lerin yerde yatan adamların kimliklerini incelediklerini gördüm. Kalbim korkudan hızlı hızlı atarken derin nefesler almaya çalıştım. Şu an kalbimle hareket etmemem gerekiyordu. Mantıklı olup Pamir’e bir an önce ulaşmam gerekiyordu. Emniyetten bir haber gelmesini beklemeyi düşünürken araçların en arkasında bir araç belirdi. Farları yüzüme doğru vururken gözlerimi kıstım net bir şekilde görmek için. Aracın kapısı açıldığında sağ yolcu koltuğundan inen adam dudaklarımın arasından şükredercesine nefes vermemi sağladı. “Gerek kalmadı.” Cenk telefondan karşısındaki kişiyle konuşurken birkaç küçük adım attım. O kadar rahatlamıştım ki, dizlerimin bağı çözülmüştü. Panikten, adrenalinden kasılan vücudum gevşemişti. Pamir hızlı adımlar atıp bana yaklaşırken gözleri vücudumda dolaştı hızlıca. İyi olduğuma emin olup saniyelik olarak gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Aramızdaki mesafeyi azalttığı anda elini belime atarak beni kendine çekti. Kolları gitmemden korkarcasına bedenimi sararken burnunu boynuma doğru gömdü. Titrek nefeslerini boynumda hissederken kalbinin hızlı ama güçlü atışını da göğüs kafesimde hissediyordum. Zira benimki de ondan farksız değildi. Kollarımı aynı onun gibi sıkıca bedenine sardığımda kokusu burnumun direğini sızlattı. Çok özlemiştim. Çok kızgındım ona, günlerce benden bunu esirgemişti ama şimdi bu kızgınlığımı bastıracak kadar büyük bir korku yaşadığımdan kızgınlığımı erteliyordum. Gözyaşlarım yanaklarıma akarken bu sefer engellemedim. Ben günler sonra ilk daha sevdiğim adamın kollarının arasındaydım, ilk defa çekinmeden kokusunu soluyordum. Günler sonra ilk defa kendi isteğiyle bana sarılıyordu. Hem de öyle sıkıydı ki göğüs kafesine sokmak istiyordu sanki. “Allah’ım çok şükür sana.” İçi gider gibi söylemişti bu cümleyi kalbinden kopup geldiğini belli edercesine. Usulca başını boynumdan ayırırken elleri bu sefer yanaklarımı buldu. Gözbebekleri titreyerek tüm yüzümde dolaşırken mırıldandı. “İyisin değil mi?” Merakını ve korkusunu gidermek için başımı salladım. “İyiyim.” Dedikten sonra bende bakışlarımı onun üzerinde gezdirdim. “Sende iyisin değil mi?” “Sen iyisin ya, ben çok daha iyiyim şimdi.” Dedi şükredercesine. Günler sonra gözlerinden ve sözlerinden yine sevgisini haykırıyordu bana. Gözlerine ağlamaklı bir şekilde bakarken Pamir tekrar çekti beni kendine. Bu sefer dudaklarını şakağıma yaslayarak uzunca öptü. İkimizde rahat bir nefes almıştık çok şükür. “Savcım…” Bizden biraz uzakta çekimser bir şekilde konuşan adamla birlikte Pamir kollarını gevşetti. İkimizin bakışları da Cenk’e dönerken Cenk mırıldandı. “Adamlardan birkaçı yaşıyor, tedavileri yapıldıktan sonra emniyete alacağız. Sorguyu biz yapalım, siz dinlenin. Zor bir gün geçirdiniz. Ya da yarın biz sorguyu yaparken izlersiniz.” Cenk fikirlerini söylerken belli belirsiz başımı salladım. “Tamam…” Cenk söylediğim cümleye şaşırdı. Şaşırmakta haklıydı, normal şartlarda asla böyle bir şeyi kabul etmezdim. Hatta mesaiye kalır, ifadelerini bizzat alırdım. Ama şimdi kocamla eve gitmek istiyordum, mümkünse eve gidip uyumak istiyordum. Adamlar bekleyebilirdi, bugün ilk defa mesleğimi geri plana atacaktım. “O zaman biz adamları alıp gidiyoruz.” Diye teyit ettiğinde onayladım. “Her şey için teşekkür ederim, detayları yarın konuşuruz.” Dedim hem Cenk’e hem de PÖH elemanlarına bakarken. Birkaçı rica ederiz manasında mırıltılar çıkartıp baş selamı verirken Cenk’in sesini duydum. “Sizi de bırakalım.” “Ben götürürüm.” Batuhan’ın sesini duyduğumda irkildim. Şaşkın gözlerle ona doğru bakarken bana bakıp gülümsedi güven verircesine. Pamir’i gördüğümde kiminle geldiğini asla sorgulamamıştım çünkü benim için gelmesi ve iyi olması önemliydi. Batuhan’la gelmişti. Nasıl denk geldikleri aklımı kurcalarken Pamir onayladı. “Siz işinize bakın, biz gideriz. Tekrardan sağ olun.” Cenk’le tokalaştıktan sonra PÖH polisleriyle de selamlaştı. Birkaç polis memuru kalıp araçların çekilmesi, savcının gelmesi ve incelemesi gibi işlerle uğraşırken bizde Batuhan’ın arabasına doğru ilerlemeye başladık. “Geçmiş olsun yenge, bu sefer de atlattın çok şükür.” Batuhan sıcacık sesiyle konuşurken burukça gülümsedim. “Bugünde ölmedik çok şükür.” Elim Pamir’in avucunda olduğundan bu sözle elimi sıktığını hissettim. “Tahmini olarak ne zaman başına gelen olayları küçümsemeyi bırakırsın?” Sertçe dile getirdiği şeyle birlikte iç çektim, ben kızgınlığımı geri plana atayım derken Pamir sanki bunun tersini istiyormuş gibi hareket ediyordu. “Hiçbir zaman.” Dedim bende tersçe. Batuhan aramızdaki gerginliği bastırmak için ekledi. “Allah korusun.” Birlikte arabaya bindiğimizde Pamir ve Batuhan öndeydi. Bende arka koltukta ikisini de görebilecek bir şekilde oturuyordum. Sessizlik hakimdi ortamda. Pamir sadece yola bakıyordu, Batuhan’da dikkatle araba sürüyordu. “Siz nasıl birlikte geldiniz?” dedim sessizliği bozarak. Batuhan dikiz aynasından bana baktı. “Düğünden erken ayrıldım bende. Yolda giderken komutanımın arabasını görüp durdum. Bir şey olduğunu düşünüp etrafa bakınırken gördüm komutanımı. Sonra da yanına geldik zaten.” Batuhan üstünkörü olayları anlatırken Pamir bir şey söylemedi. “Allah göndermiş seni, sağ olasın.” Diyerek omzuna doğru dokunduğumda Pamir bize doğru baktı. “Ne demek yenge.” Dedi Batuhan içten bir şekilde. Komutanına doğru baktığında gözlerinden hüzün ifadesi geçti. Pamir ise göz göze gelmemek için başını çoktan çevirmişti bile. Onu da sessizliği ile cezalandırıyordu. Aynı benim gibi Batuhan’da bu duruma çok içerliyordu ama elinden bir şey gelmiyordu. Kısa bir süre sonra lojmana ulaştığımızda Pamir ağız ucuyla teşekkür etmiş ve başka bir şey söylemeden araçtan inmişti. Ben daha samimi bir teşekkür etmiş sonrasında da Pamir’in peşinden ilerlemeye başlamıştım. Yine sessizdik ikimizde. Binaya girip dairemize ulaştıktan sonra sessizlik içinde kapıyı açmış ve eve girmiştik. İçim içimi yiyordu, yine sessizliği ile cezalandırmasından korkuyordum beni. Bana sarılırken, içtenlikle kelimelerini dile getirirken şimdi yine sessizlik orucu tutuyor gibiydi. Ben her şekilde kızgınlığımı, kırgınlığımı içime gömerken Pamir hala daha devam ettirmekte kararlıydı anladığım kadarıyla. Kaybetme korkusuyla anlık olarak sarılmıştı, rahatlamak istemişti. Ama bunu yaparken beni umutlandırmıştı. Kapının önünde ondan bir hamle beklerken Pamir odamıza doğru ilerledi. Arkasından bakarken iç geçirdim. Kendi işimi kendim halletmek için banyoya doğru ilerlediğimde Pamir’in sesini duydum. “Devrim.” Bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde elinde tuttuğu siyah geceliği gördüm. Pamir elindekini bana doğru uzattı. İsteğini yapıp geceliği elime aldıktan sonra üzerimi değiştirmeye başladım. Pamir de benimle aynı şekilde gömlekten başlayarak üzerindekileri çıkarttı. Saniyeler sonra üzerini değiştirip odadan çıktığında arkasından bakmadım bu sefer. Söylediğim onca şeyden, yaşadıklarımızdan sonra hala daha sessizlikle cezalandıracaksa beni benim tavrımda farklı olacaktı artık. Uzun süredir alttan alıyordum ama artık sıkılmıştım. Düşünceli bir şekilde makyaj masama yaklaşıp makyajımı çıkartırken Pamir odadan içeri girdi tekrardan. Elindeki pansuman malzemeleri düşüncelerimi çürütürken mırıldandı. “Otursana.” İstediğini yapıp makyaj masamın pufuna oturdum. Pamir önümde diz çökerek dikkatle baktı dizime. Ardından tentürdiyot döktüğü gazlı bezle kanayan yaranın üzerini temizlemeye başladı. Arada bana bakıp canımın acıyıp acımadığını anlamaya çalışırken ufak bir acı hissedip yüzümü buruşturduğumda dudaklarını büzüp yarama doğru üfledi. Bu hareketi yüzümde gülümseme oluşturmak istese de birkaç saat önce yaşadıklarımız buna engel oluyordu. Hüzünlü gözlerle onu izlerken sessizliği rahatsız etmeye başladı. "Yine mi sessizliğinle cezalandıracaksın beni?" O beni kolları arasına alırken her şey farklı olur diye düşünmüştüm ama yanılmıştım belli ki. Pamir cevap vermedi sorduğum soruya. Bu içimde yine birçok şeyin kırılmasına neden olurken birkaç saniye sonra tekrar konuştum. “Bana bakmanın içinden gelmediğini söylemiştin…” dedim dudaklarımın arasından titrek bir nefes vererek. “Şimdi yaralarımı sarmak zorunda değilsin sırf ölümle burun buruna geldim diye.” Cümlemi bitirdiğimde Pamir’in gazlı bezi tutan eli duraksadı. Başını kaldırıp bana doğru baktığında afalladığını gördüm. Kırgınlığımı ağlayarak göstermemek için dişlerimi sıktım. Ben her zaman umursamaz gibi dururdum, sert dururdum ama Pamir’e karşı yapamıyordum artık. Elindeki gazlı bezi alarak kendim temizlemeye devam ettim. “Yine başıma bela açtım, yine kendi canımı yaktım. Seni de uğraştırıyorum yine. Ama her zamanki umursamazlığımdayım. Sende umursama bence bir haftadır yaptığın gibi.” Ne söylediğimi anlamadan direkt cümlelerimi söylerken hem sinirimden hem de can acımdan akan gözyaşlarıma engel olamadım. O adamlardan kaçarken aklımın köşesinde dönüp duran sözler şimdi baş başa kaldığımızda dikenlerini kalbime batırmaya başlamıştı. “Devrim…” Pamir üzgün bir şekilde ismimi seslendiğinde hala daha önümde diz çökmeye devam ediyordu. Böyle sitemli cümleler beklememişti benden ama bende daha yeni anlıyordum canımın ne kadar yandığını. “Arabanda kullanılamaz hale geldi, düğüne gelmeseydim başına bunlar da gelmezdi. Yine inat ettim. Hatta gurursuzca davrandım. Kocam beni umuruna bile getirmedi, karısı yerine koymayıp düğünü bile haber vermedi ama ben kocama kendimi affettireceğim, aramızdaki sorunları kimse anlamasın diye hiç yapmayacağım şeyleri bile yaptım.” Kendi kendime kızarken ağzımdan çıkan sözleri duymuyordum bile. Şimdi şimdi kavrıyordum ve kızıyordum kendime. Olmayacağım biri gibi davranmıştım. Dayanamayarak oturduğum yerden kalktım. “Keşke gelmeseydim de bugün yaşananlar tek başımayken başıma gelseydi. Sende böylece benim yüzümü görmemiş olurdun. Gerçi yine Cenk’i arayıp benimle ilgili bilgi alırdın.” Dedim imalı bir şekilde. Sinirim yeni yeni kendine açığa çıkartıyordu. Herkesin içinde susmuştum, sözlerini sineye çekmiştim ama çok kırılmıştım. “Sürekli beni iğnelemekten çekinmiyorsun, bir haftadır yaptığını saymıyorum bile. Ama şimdi sırf başıma bir şeyler geldi diye benimle ilgilenme Pamir, kendini zorunda hissetme. Ben kendi yaralarımı kendim sarmaya alıştım zaten.” “Zorunda hissetmiyorum… Öyle söyleme Devrim, ne demek bir tek benim başıma gelseydi?” Diz çöktüğü yerden kalkarken sesi daha ılımlıydı. “Sinirden söylediğim şeylerdi onlar.” Diye kendini savunduğunda alayla güldüm. “Bu olay yaşanmasaydı sen sinirine devam edecektin zaten, şimdi de devam et. Sırf korktuğun için, beni kaybetmekle bir kez daha yüzleştiğin için şefkat gösterme bana.” Dedim kararlı bir biçimde. Bana hak verdiği için, bu kadarını hak etmediğimi düşündüğü için şefkat göstermeliydi. Elimin tersiyle hırsla sildim gözyaşlarımı. Bir şey diyecek gibi oldu ama izin vermedim. Yatağın örtüsünü açıp yatmak için hazırlanırken Pamir mırıldandı. “Haklıydın, bu kadar abartmamam gerekiyordu. O sözleri hak etmedin hiç ya da görmezden gelinmeyi…” dediğinde umursamadım. Pamirse devam etti. “Sana o kadar kızgınım ki, şimdi burada susuyorsam kendimi dizginlemek için.” Hafiften kaşlarım çatılırken onu anlamaya çalıştım. Pamirse anlamam için dudaklarını tekrardan araladı. "Orada öylece beni bırakmanı, canını feda etmeni, vedalaşırmış gibi gözlerime bakmanı ve af dilemeni nasıl sindirebilirim onu düşünüyordum." Dedi biraz önce yine sessizliğinle cezalandıracak mısın diye sorduğum soruya hitaben. Bakışları sertleşmişti, sesi sinirliydi. Ben olsam bende sinirlenirdim elbet ama o an için yapılacak başka bir şey yoktu. "O an için yapmam gerekeni yaptım." dedim yaptığımın arkasında durarak. Pamir alayla güldü. "Yaptığının ardını hiç düşünmüyorsun ama." Sıkıntılı bir nefes verdi dudaklarının arasından. "Cenk gelmeseydi nasıl bulacaktık seni? Ölümüne gidiyordun hem de gözünü kırpmadan!" Gerçekleri yüzüme vurduğunda tüm bunların farkında olsam da tüylerim ürperdi. "Gitmezsem seni öldüreceklerdi." dedim üstüne basa basa. Ardından ekledim. "İstedikleri bendim, benim yüzümden sana bir şey yapmalarına izin verir miyim sanıyorsun?" dedim korumacı bir tavırla. O beni her şeyden korurken bende onu korurdum. Çünkü aşk böyle bir şeydi, sevdiğin için canını bile verirdin, gurursuzluk da yapardın. "Bunun yolu kendi canından vazgeçmekse izin vereceksin." Sertçe söylediği şeyle kaşlarım çatıldı, ona doğru dönüp karşısına dikildim. "Sadece sen bir şeyler için canını verebilirsin değil mi!?" dedim sertlenerek. Ardından hiç çekinmeden ekledim. "Yanılıyorsun, biri için ölümü göze almak sadece sana özgü bir şey değil. Eğer yaşayacağını bileceksem, adım attığım an öleceğimi bilsem dahi tereddüt etmem. Senin için canımı seve seve veririm." Pamir bu konuşmaya dayanamıyormuş gibi bir yüz ifadesi takınarak elini saçlarından geçirdi ve bana sırtını döndü. Sakinleşmek için derin nefesler alırken sözlerime devam ettim. "Hayat bu Pamir, neyin ne olacağını bilemezsin. Kimin ne için, kim için can vereceğine sen karar veremezsin. Ayrıca bir haftadır yüzüme bile bakmazken ölümün ikimize de ne kadar yakın olduğunu düşünmüyordun eminim ki." "Sus Devrim..." Yalvarırcasına çıkan sesiyle bu konuşmaya tahammül edemediğini anladım. Kimse tahammül edemezdi zaten. Bugün ben bir seçim yapmıştım, Pamirse ne kadar ileri gidebileceğimi görmüştü. Ve bu onu daha da korkutmuştu. "Sadece aklında bulundur, gerçekleri kabullen diye söylüyorum tabii sinirinle bunu düşünemeyecek kadar aklın başından gitmezse." Sinirli sinirli cümlemi bitirdiğimde Pamir hala daha cama doğru bakıyordu. Çaresizliğini görebiliyordum. Bu hayatta en çok korktuğu şeylerden biriydi beni kaybetmek. Bunu iliklerime kadar hissettiriyordu ama şu bir haftada ben bildiğim her şeyi sorgular olmuştum. Artık benim de tahammülüm kalmamıştı. Yatağa yatıp arkamı Pamir’e doğru dönerken artık düşünme sırası ona geçmişti.
◔◔◔ Yazarın anlatımından Sinem ve Hakan, Tüm bu olaylar olup biterken Sinem ve Hakan her şeyden habersiz bir şekilde saatlerini geçirmişlerdi. Düğün davetiyesi gelmeden günler öncesinden plan yapmışlardı Sinem ve Hakan. Sinem, Hakan’ın iş arkadaşlarını tanıdığı için içi rahattı. Aynı rahatlığı Hakan’ın da yaşaması için iş arkadaşlarıyla tanıştırmak istemişti. O yüzden de eşlerin ve sevgililerinde bulunduğu bir yemek organize etmişlerdi haftalar öncesinde. Sinem her ne kadar iptal edelim dese de Hakan kabul etmemişti ve o yemeğe gitmişlerdi. Böylece onlarla tanıştığında Hakan’ın da içi rahat etmişti. Çoğu evli olsa da birkaç tane bekar ve sevgilisi olmayan hakim vardı. Bu bir yandan da Hakan’ın varlığını onlara göstermek için güzel bir sebep olmuştu. İkisi de bu yemekten çok keyif almışlardı. Hakan’da birçok kişi ile kafa yapısı uyduğundan içi rahatlamıştı. Yemek sonrası hepsi mekândan birer birer ayrılmaya başlamışlardı. Hakan ve Sinem’de mekândan son çıkanlardan biri olmuştu. Hakan’ın arabasına binerken Sinem yüzündeki tebessümle mırıldandı. “Nasıl? Sevdin mi arkadaşlarımı?” Merakla sevdiği adama bakarken Hakan başını salladı olumlu manada. “Sevdim, hepsi tatlı insanlar. Kafa dengi. Eşleri de öyle. Güzel bir ortamınız varmış, duruşma aralarında dedikodu da yapıyorsunuzdur siz.” Diye Sinem’e takılırken Sinem cıkladı. “Dedikodunun tadı Devrimle çıkıyor, onunla yapıyoruz. Ama kızlarla da iyi anlaşıyoruz, beylerle de gündemi konuşmak keyifli oluyor.” Diye açıkladıktan sonra ekledi. “Ama emin ol sizin ortam daha eğlencelidir.” Hakan arabayı çalıştırırken göz ucuyla kıza baktı. “Çok hakimsin sanırım.” Dediğinde Sinem tabii ki dercesine baktı Hakan’a. “Babamla az gitmedim sonuçta, çok keyifli vakit geçirmişimdir.” Diyerekten devam etti sözlerine. “Ayrıca sizin eğlenceli olduğunuzu inkar edemezsin. Yiğitle Batuhan yeter.” “Yanımda da söyleme bari.” Dedi Hakan takılırcasına. Ardından ekledi. “Bende yeri geldiğinde eğlenceliyimdir hem.” Diyerek kıza baktı göz ucuyla. Sinem, Hakan’ın sözleri karşısında sırıttı. “Kıskandık bakıyorum?” Hakan omuz silkti hızlıca. “Ne kıskanacağım?” Sinem, Hakan’a bakarak gülerken konuyu değiştirmek amacıyla konuştu. “Bu arada Bora abime gittin mi hiç? Ben gidemedim, bu aralar biraz yoğunum.” Dedi meraklı bir şekilde. Devrimle konuşuyordu elbet ama kendi gözleriyle görmesi farklıydı. “Hayır, telefonda konuştum ama. Halinden çok memnun kendisi.” Dedi sırıtarak. Sinem, Hakan’ın yüzündeki sırıtışı görerek takıldı. “Işıkla ikisinin olması en çok senin işine geldi değil mi?” “Ne alaka?” dedi Hakan gerilerek. Sinemse tek kaşını kaldırdı. “Neden olduğunu biliyorsun bence.” Dediğinde Hakan yüzünü buruşturdu bir zamanlar aklından geçen düşüncelere. Sonra kaşlarını çatarak hızla konuştu. “Pamir değil mi? Ulan Pamir, ulan Pamir” Beni sattı diye kendi içinden geçirirken Sinem cevap vermedi. Ama cevap belliydi. Pamir olmasa bile Devrim söylemişti. “Bak güzelim…” dedi Hakan kısaca kızın gözlerine bakarak. Ardından ekledi. “Bu konuyu yüzüme vurma hiç. Benim de kafam karışıktı. Öyle saçma düşünceler girdi zihnime.” Kendini açıklamaya çalışırken Sinem dikkatle dinliyordu onu. Saçma bir düşünce olduğunu kabul etmesi güzel diye geçirdi içinden. “Tamam, bir şey demiyorum.” Dedi kabullenerek. Aralarında bir süre sessizlik oluştuğunda Hakan sıkıntılı bir şekilde mırıldandı. “Devrimle konuştunuz mu hiç bilmiyorum ama araları biraz kötü Pamirle.” Sinem bildiğini belirtircesine başını salladı. Konuşmuşlardı. Pamir’e hak veriyordu elbette ama Devrim’e de üzülüyordu. “Pamir haklı ama ne bileyim, sanki biraz üzerine gidiyor Devrim’in” dedi kendi fikrini belirtircesine. “Kafası çok karışık. Taburda gör bir de. Kök söktürüyor. Tüm sinirini bizden çıkartıyor, haşatımızı çıkartıyor. Batuhan yok gibi davranıyor ve çok can yakıyor bu.” Dedi gördüklerini dile getirerek. “Allah sabır versin.” Dedi Sinem hafiften gülerek. Ardından ekledi. “Araları illaki düzelecek ancak biraz zaman alacak maalesef ki.” “Neyse onları bırakalım, bizi konuşalım.” Dedi Hakan. Sinemse onayladı. “Konuşalım?” dedi soru işaretleri ile. Ardından ekledi. “Yaklaşık 3 ay olacak biz birlikte olalı, zaman çok hızlı geçiyor değil mi?” “Öyle..” dedi Hakan onaylayarak. Ardından ekledi. “Daha dün gibi tabura geldiğin.” Gülerek söylediği şeyle birlikte Sinem sırıttı. “Aşk itirafını bile bana yaptırdın ya.” Dediğinde Hakan hafifçe kaşlarını çattı. “Tavırlarından beni sevip sevmediğini anlayamıyordum ki. İtiraf edip ret yeseydim yüzüne nasıl bakacaktım?” dedi düşünceli bir şekilde. Bu konuda hak verdi Sinem. “Tamam haklı olabilirsin ama ne yapayım?” dedi dudaklarını büzerek. “Şimdi sende bana öyle iyi davranmıyordun kabul et.” Dedi üste çıkmaya çalışarak. Hakan’ın hayretle kaşları havalandı. “Bunu bana havaalanında hayvan diyen kadın mı söylüyor?” Hakan’ın söylediği şeyle Sinem utanarak elini yüzüne kapattı. “Utandırmaktan zevk alıyorsun değil mi?” Sinem’in sözü ile Hakan belli belirsiz başını salladı ve mavi gözlerini kızın yüzüne çevirdi. “Hem de çok, hele yanakların kırmızı kırmızı olunca daha tatlı oluyorsun.” Dediğinde Sinem’de istemsizce güldü. Elini yüzünden çekip Hakan’a manalı manalı bakarken başını omzuna doğru eğdi. Kısa bir süre ona güzel güzel baktıktan sonra kaşlarını çattı aklına gelen şeyle. “Sende bana ne demiştin?” diye hafifçe kaşlarını çattı. Kısa bir an düşündükten sonra ekledi. “Dilde pabuç gibi maşallah.” Dedi üstüne bastıra bastıra. Sonra başını iki yana salladı. “Batırdın yani.” Hakan, Sinem’in mimiklerine gülerken Sinem kaşlarını daha da çattı. “Ha bir de gülüyorsun.” Kollarını göğsünde birleştirip hafiften trip atarmış gibi bir hal aldığında Hakan sesli bir şekilde güldü. “Her şey karşılıklıydı sonuçta. İkimizde birbirimizden hoşlanmadık o an.” Dediğinde Sinem dudaklarını büzdü. Hakan haklıydı. Ardından meraklı bir şekilde adama doğru baktı. “O zaman ikimizde birbirimize gıcık olduk, peki beni sevdiğini ne zaman anladın?” Hakan bu soru ile duraksadı. Ne zamandı tam bir tarih veremezdi belki ama o ilk günkü atışmaları bile hoşuna gitmişti. Tabii ki şimdi düşününce böyleydi, yoksa ilk zamanlar gerçekten gıcık olduğunu söylememek imkansızdı. O düşünceler içinde kaybolmuşken Sinem mırıldandı ufak bir sitemle. “O kadar zor mu ya?” Hakan bu cümle ile kendisine geldi ve kıza doğru baktı. “Sana aldığım kar küresini verdiğimde ilk defa kavga etmeden konuşabildik.” Dedi ilk önce. Tabii ki ondan önce çok karşı karşıya gelmişlerdi. Ancak sohbetleri günaydın, iyi akşamlar gibi temel şeylerden öteye gitmiyordu. Sonra Devrim yaralandığında kızı teselli etmek için sarılmıştı. O anda kokusunu solumuştu mesela ve hoşuna gitmişti. Sinem hevesle Hakan’ı dinlerken Hakan devam etti sözlerine. “O gün kalbimin derinliklerinde bir şeyler hissettim. Her zaman sana takılıyordum ama bu gıcıklıktan değil, aslında verdiğin tepkilerin hoşuma gitmesindendi. Ama o gün hiç kavga etmedik, yüzünde en sahici gülümsemeni gördüm. Daha doğrusu bana bakarken yüzünde oluşan bir gülümsemeydi. Bana gıcık olmaktan uzak, samimi bir gülümseme, bakış ve konuşmaydı.” O gün ikisinin de aklına gelirken gülümsemeden edemediler. Gerçekten o gün ikisi içinde milat olmuştu. Sinem o gün o hediyeyle küçük bir çocuk gibi mutlu olmuştu. Önemli olan hediye değildi elbette Hakan’ın onu düşünmüş olmasıydı. “O gün beni düşünüp bana hediye alman kalbime çok dokunmuştu…” dedi Sinem itiraf ederek. Ardından ekledi. “O kar küresi odamın en güzel yerinde biliyor musun?” Hakan, Sinem’in bu sözü ile başını salladı biliyorum manasında. Sinem nereden biliyorsun dercesine adama bakarken Hakan yamuk bir gülümseme ile kıza baktı. “Sarhoş olduğunda görmüştüm.” “Of Hakan ya sen bugün beni utandırmak için ant mı içtin?” Sinem sitemle konuşurken derin bir iç çekti. Hakan’a karşı epey rezil olduğu için daha da utanmıştı. “Utanma güzelim, insanlık hali.” Dedi Hakan tebessümle. Sinem, bu düşünceli söze karşılık içi giderek Hakan’a bakarken mırıldandı. “O halimle beni görüp kaçardı herkes, sen yatağıma kadar yatırdın.” Minnettarca konuşurken Hakan Sinem’e döndü. “Sevdiğim kadını o halde bırakacak değildim.” Kendinden emin bir şekilde konuşurken tek gözünü kapatıp Sinem’e göz kırptı. Bu hamleyle kalbinin hızlanmasına engel olamadı Sinem. Uzanarak Hakan’ın yanağına dudaklarını bastırdı. “Kahramanın benim.” İkisinin aklına da o gün gelirken yüzlerinde güzel gülümseme oluştu. Her ne kadar Sinem sarhoş olup işleri batırmış gibi görünse de aslında bu olay onlar için bir başlangıç sayılırdı. İnsan sarhoş olduğunda yaptığı şeyler ve söylediği sözler gerçekleri yansıttığı için bir nevi Hakan’a duygularını söylemiş olmuştu her ne kadar sonradan inkar etmek gibi bir hata yapsa bile. Şimdi ise ikisi de halinden memnundu ve içlerinde aşklarını büyütmeye devam ediyorlardı…
◔◔◔ Devrim Akyol Arslan’ın anlatımından, "Savcım, yaralı olan kişilerin listesi önünüzde çoğunun ifadesi tamam. Sizin bahsettiğiniz emirleri veren adamı siz gelmeden içeri almak istemedik. Serkan komiser sizi bekliyor sorgu odasında." Cenk durumla ilgili bilgilendirme yaparken dosyayı alıp oturduğum yerden ayağa kalktım. Sabah erkenden çıkıp emniyete gelmiştim. Uyandığımda Pamir’i bana sarılır bir halde bulmuştum. Normalde buna çok sevinsem de artık bende onun gibi davranmaya karar vermiştim. O yüzden kollarının arasından sessizce kalkıp emniyette almıştım soluğu. İfademi vermiştim. Pamir’de gün içinde gelip ifadesini verirdi, sürecin nasıl olduğunu biliyordu. Bu dava dışında ilgilenmemiz gereken cinayet davası vardı bir de. Otopsi raporları çıkmıştı. Elif'in düşmeye bağlı yaşadığı beyin kanaması ve ciğerlerinin patlaması nedeniyle öldüğü saptanmıştı. İntihar notu vardı. Hala daha inceleniyordu. Sevgilisi ve en yakın arkadaşının ifadesini defin işlemi gerçekleştikten sonra alacaktık. Yani bugün akşam üzeri ifade alınabilirdi. Cenkle birlikte sorgu odasına ilerlediğimizde içeride bizi bekleyen Serkan komiser ile karşılaştık. "Hoş geldiniz savcım." Söylediği şeye karşılık baş selamı verdim. "Hoş buldum." "Geçmiş olsun, kötü bir gece geçirmişsiniz." dediğinde onayladım. "Öyle oldu ama çok şükür iyiyiz." Serkan komiser bakışlarını masada oturan adama çevirdiğinde tekrar konuştu. "İzninizle gireyim ben." Komiser içeri girerken sözlerimle duraksadı. "Ben alacağım ifadeyi." Cenkle ikisi birbirine bakarken Cenk mırıldandı. "Hiç birlikte çalışmadığınız için şaşırman normal. Savcım ifadeleri hep kendisi alır. Nadirdir bize bıraktığı." dediğinde Serkan komiser cevap verdi. "Duymuştum, o zaman sizinle sorguya girmek büyük bir onurdur." dedikten sonra eliyle odayı gösterdi. Direkt olarak kapıyı açıp içeri girdiğimde masada oturan adamın bakışları beni buldu. Karşısındaki sandalyeyi çekip oturmadan önce elimdeki dosyayı masaya bıraktım. İlk sayfada adamın resmi ve bilgileri yazarken ismine dikkat kesildim. "Bekir Şensoy" Omzundan yaralanmıştı, gömleğin açık olan düğmelerinden sargı bezi net bir şekilde görünüyordu. Bakışları hala dik dikti. "Emri kim verdi?" derken aynı onun gibi dik dik baktım gözlerine. Sadece gözlerime bakarken cevap vermedi. Onun için çok basit bir soruydu, cevabı netti. Aslında kim olduğunu bende çok iyi biliyordum. "Kim olduğunu sende biliyorsun savcı, elindeki dosyada kimin için çalıştığım yazıyor." Sakin bir sesle söylediği cümle yüzümde mimik oynatmadı. "Beni kaçırıp ne yapacaktınız?" dedim tahammülsüz bir biçimde. "Bildiğin soruları sormak seni yormuyor mu?" Pişkin pişkin konuşup yüzüme bakmasıyla birlikte elimi sertçe masaya vurdum. Bu hamlemi beklemediği için irkilirken bakışlarında ufak bir ciddilik oluştu. "Kes sesini! Pişkin pişkin karşımda sırıt diye getirtmedim seni buraya! Adam akıllı cevap ver, cevap versen de vermesen de tutuklanacaksın!" Bekir denen adam sessizleşirken masada ona doğru eğildim. "Elinizi kolunuzu sallaya sallaya geleceksiniz, bir savcının içinde bulunduğu arabayı tarayacaksınız, kocasıyla tehdit edeceksiniz sonra da karşımda arsızca duracaksınız! Ne sanıyordun öyle elini kolunu sallaya sallaya gezmeye devam edeceğini mi!?" Oturduğum yerden ayağa kalkarken sert bakışlarımı adamın üzerinde tutmaya devam ettim. "Alın bunu, sahibinin yanında cezasını çekmeye başlasın." Komiser beni onaylarken sorgu odasından çıktım. Sinirlerim gergindi. Dün yaşadığım olay ayrı, Pamirle durumumuz ayrı canımı sıkıyordu. Cenk'in odasına gireceğim sırada koridorun başında beni bekleyen kocamı gördüm. Yüzümde mimik oynamazken sert adımlarla ona doğru yaklaşmaya başladım. "Sayın savcım istediğiniz gibi ifademi verdim." Pamir iş yerimde resmi olmamızı istediğimi bildiğinden ve birazda şakayla karışık bir şekilde bunu söylemişti. "Yardımınız için sağ olun üsteğmenim” Ciddi bir şekilde karşılık verirken Pamir ufak bir tereddütle bana bakmaya devam ediyordu. Rolleri değişmiş gibiydik. “Sabah erken çıkmışsın, hiç duymadım.” Dediğinde belli belirsiz başımı salladım. “İş beklemiyor, sen daha iyi bilirsin.” Dedim ima ile. Pamir tam dudaklarını aralamış bir şey söyleyecekken Serkan komiserin sesi ona engel oldu. "Savcım?" Benim de Pamir’in de sorgulayan bakışları ona doğru döndü. O da bunu fark ederek yanımda dikilen Pamir’e doğru baktı. Dava gizliliği açısındandı muhtemelen. "Söyle komiser." dedim taviz vermeden. Emrimle birlikte Serkan komiser cevap verdi. "Adamı nezarete aldım, Miran Zemheroğlu bugün çıkarıldığı mahkemede tutuklu yargılandı ancak birkaç ay sonra çıkar muhtemelen. Biliyorsunuz elleri kolları uzun." "Gelecekleri varsa görecekleri de var." dedim kendimden emin bir şekilde. Serkan komiser onaylarcasına yüzüme bakarken tek kaşımı kaldırdım. "Başka bir şey?" "Yok savcım." dediğinde yanımızdan uzaklaşmak için adım attı. Ancak seslenerek onu durdurdum. "Komiser, bize iki çay gönderir misin?" dediğimde başını salladı olumlu manada. Buraya kadar gelmişti sonuçta, yine de bir çay ısmarlamadan göndermek olmazdı. Serkan yanımızdan uzaklaşırken Pamir bakışlarıyla adamı takip ediyordu. "Daha önce görmemiştim?" Sorgular bir biçimde bana bakarken alayla güldüm. "Çalıştığım herkesi tanımaya kalksan ohoo." derken elimi salladım ohoo kelimesini vurgulamak istercesine. Ardından ekledim. "Serkan komiser, organizeden." Odaya girdiğimizde Cenk'in masasının önünde bulunan sandalyelere karşılıklı oturduk. Hemen sonra çaylarımız geldiğinde elime alıp bir yudum içtim. İyi gelmişti. “Bu adamlar boş durmayabilir Devrim.” Pamir endişeli bir şekilde sözlerini dile getirdiğinde onayladım. “Biliyorum, Mesutla Engin yanımdalar zaten. Dün bir salaklık yaparak o düğüne geldim. Ağzımın payını da çok güzel aldım.” Dedim hem Pamir’in sözlerini hem de uğradığımız saldırıyı kastederek. “Devrim…” Bu konunun canını sıktığını belli eden bir ses tonuyla ismimi söylerken telefon zil sesi konuşmamızı böldü. Masanın üzerindeki telefona doğru uzandığımda Burçe’nin aradığını görerek göz ucuyla Pamir’e baktım. Onun meraklı gözlerle bana baktığını görerek telefonu kulağıma götürdüm. "Efendim Burçe?" Pamir’in bakışlarının sertleştiğini gördüm benim hitabımla. Hala daha ona karşı öfkeliydi, ufak bir haklılık payı vardı. Sonuçta benim de, Batuhan’ın da Pamir’den bir şeyler saklamasına neden olan oydu ama bunun için onu sulamıyordum. "Yenge iyi misiniz? Şimdi Batuhan söyledi." Panik olmuş sesini duyduğumda küçük bir tebessüm ettim. "İyiyiz canım, merak etme. Abinde bende sapasağlamız hatta karşımda şimdi çay içiyoruz." diye onu sakinleştirirken Pamir dikkatini başka bir yöne çevirdi. "Oh çok şükür, çok korktum size bir şey olacak diye. Abimi arayamadım. Ama gerçekten iyi değil mi, telefona istesem?" İsteği karşısında tereddütlü bir şekilde baktım Pamir’e. Telefonu kulağımdan çekip ona doğru uzatırken Pamir kaşlarını çattı. "İstemiyorum." Sertçe söylediği kelime içime otururken mırıldandım. "Merak etmiş seni, sesini duysun." Gözlerimi kırpıştırıp beni kırmaması için bakarken Pamir aynı sertlikle bana da cevap verdi. "İyi olduğumu söyledin, konuşmaya gerek olduğunu düşünmüyorum. Nasılsa haberleri almıştır, neyi soruyor?" Sinirli sinirli söylediği cümle ile hüzünlenmeden edemedim. Abim bana böyle davransa içime otururdu. Telefonu kulağıma tekrar götürdüğümde mırıldandım. "Biz iyiyiz canım." İçi rahat etsin diye yumuşakça konuşurken Burçe ağladığını belli eden bir sesle konuştu. "Konuşmak istemiyor benimle, sesime, yüzüme tahammülü kalmamış." "Öyle olmadığını biliyorsun..." diyebildim sadece. Şimdi Pamir karşımdayken ona teselli veremezdim. "Neyse yenge, sonra konuşuruz biz. Görüşürüz." Burnunu çekerek söylediği cümle ile iç çektim. Telefon kapanırken kulağımdan indirip masaya bıraktım tekrardan. "Kız korkmuş, iyi olduğunu söylesen en azından sesini duysa." diye ricada bulunurken Pamir elindeki çay bardağını masaya bıraktı. "Aramızdaki mevzuya karışma Devrim." Bu aralar sıkça duyduğum tahammülsüz sesi yine duyduğumda kaşlarım çatıldı. "İstesen de istemesen de ben zaten bu mevzunun içindeyim. Sen karışma deyince dışında kalmıyorum." dedim bozuk bir sesle. "Sen yapman gerekeni yaptın zaten, bundan sonrasına karışman seni daha da üzer. Kalkıp benden Burçe’yi veya Batuhan’ı affetmemi bekleme. Sessiz kalıyorsam, Batuhan’ı timden sürdürmüyorsam sebebi aşka olan inancım." dedi üzerine basa basa. Böyle bir şey söylüyorsa Batuhan hakkında böyle bir şey düşünmüş demekti. Ama onun aşka ne kadar saygılı olduğunu bildiğim için verdiği karara şaşırmamıştım. "Burçe’nin üzerinde etkin bu kadar fazlayken beni umursamayıp gizlemelerine göz yumman can yakıyor. Dahası onlara yardım etmen de öyle.” Kırgınlık sebebini dile getirirken dikkatle baktım gözlerine. “Ama karı kocayız biz. Bana yalan söylemiş de olsan aramıza hiç bitmeyecek bir soğukluk ve uzaklık sokmakla hata ettim, Bunu hak etmiyoruz, bunca emeğimize yazık." Tüm açıklığı ile kalbindekileri dile getiriyordu. Pişman olmaya başlamıştı, sözlerim ona etki etmişti belli ki. Pamir ise devam etti. "Senden tek ricam aramıza girme. Tarafsız ol. Burçe ile istediğin gibi görüş, Batuhanla da ama aramızı yumuşatmak için aracı olma. Seni kırmak istemiyorum…” Sertlikten ziyade rica ettiğini belirten bir şekilde konuştuğunda cevap vermedim. Bugün hiç olmadığı kadar yumuşaktı. Ben daha bir şey diyemeden oturduğu yerden kalktı. "Anlaştığımızı umuyorum..." dedikten sonra bana doğru yaklaştı ve saçlarımın üzerine uzun, koklaya koklaya bir öpücük bıraktı. Bu kendimi daha iyi hissetmeme neden olurken aynı zamanda şaşırmama da neden olmuştu. "Hayırlı mesailer savcım." Odadan çıkarken arkasından mırıldandım. "Size de üsteğmenim." İnsanlar çoğu zaman hatalarını karşı tarafa bir şey olduğunda anlardı. Pamir’de de öyle olmuştu. Dün o kadar korkmuştu ki bu korku onu bazı şeyleri düşünmeye itmişti belli ki. Belki de bana haksızlık yaptığını anlamıştı ki sözlerinden bunu anlamak zor değildi…
◔◔◔ Yazarın anlatımından Burçe ve Batuhan, Burçe telefonu kulağından indirdiğinde dolu gözleriyle ekrana baktı bir süre. Hatta yanaklarına birkaç damla yaş akmasını engelleyemedi. Batuhan haberi verdiğinde yüreği ağzına gelmişti. İyi olduklarını da söylediği halde Burçe kendilerinden duymayı istemişti hem abisinden hem yengesinden. Abisinin açmayacağını düşünerek onu arayamamıştı. Aslında yanılıyordu. Pamir ne olursa olsun telefonu açardı bir şey olma ihtimaline, kardeşinin bir şeye ihtiyacı olma ihtimaline karşı açardı. Tabii bir şey olmadığına emin olduğunda kapatmayacağının bir garantisi yoktu. Bu yüzden yengesini aramıştı. Ona karşı da mahcuptu ama Devrim’in ona kızmadığını bilmek içini rahatlatıyordu. Tesadüfen abisi de oradayken aramıştı. Aslında sevinmişti bu duruma. Abisinin de sesini duymak istiyordu çünkü. Ama beklediği gibi olmamıştı. Abisinin verdiği tepki içine oturmuş, canını çok yakmıştı. Hala daha soğukluğunu ve sertliğini konuşturuyordu abisi. Haklıydı, hak veriyordu. Zaten çokta pişmandı ve şimdi bu pişmanlık içini yiyip bitiriyordu. Abisinin hem Batuhan ile hem de Devrim ile arasının bozuk olmasının sebebini kendisi olarak görüyordu. Hatalıydı da. Ama haklı olduğu kısımlarda vardı. Bir insanın abisine bu durumu söylemesi zordu. Özellikle yetiştirilme tarzı olarak bu şekilde yetiştirilmemişlerdi ve daha önce bir sevgilisi olmamasından ötürü abisinin nasıl tepki vereceğini kestirememişti. Ama o söylemezken yanında söylemek için hevesli biri vardı ve Burçe onu da engellemişti. Korkmuştu. Zaten başına hep bu korkularından ötürü bir şeyler geliyordu. Burçe kendini suçlarken Batuhan asla onu suçlamıyordu. O Burçe’yi ikna edemediği için kendisine kızgındı. Dahası ilk önce o Devrim’i bu işe bulaştırdığı için çok pişmandı. En azından iki eş arasında sorun olmazlardı. Yine de olan oluşmuştu. Batuhan yediği yumruğu bile kabullenmişti. Çünkü bu saatten sonra ellerinden bir şey gelmiyordu. Ama Pamir biraz sakinleşince onunla tekrar konuşacaktı. Derdini anlatacaktı, illaki bu sessizlik orucu bir gün bozulacaktı. Devrim'i kaçırmaya yeltendikleri gün tesadüfi bir şekilde karşılaşmıştı komutanıyla. Keyifli olmadığı için düğünden diğer arkadaşlarına göre daha erken ayrılmıştı ve yolda giderken komutanının arabasını taranmış bir halde bulunca yüreği ağzına gelmişti. Arabadan inip aracın içini kontrol ettiğinde içinde kimsenin olmaması onu panik etmişti. Telefonuna sarılacağı sırada ormanın içinden koşarak gelen komutanını görmüştü. Pamir can havliyle ondan yardım istemişti. Uzun süre sonra ilk konuşmaları olmuştu bu. Sonra da yardımları için teşekkür etmişti ağız ucuyla. Bu da son konuşmaları olmuştu. Hala daha ona karşı sessizliğini koruyup görmezden gelmeye devam ediyordu. "Güzelim..." Batuhan içi giderek kıza doğru baktı. Burçe içli içli ağlayıp gözyaşlarını akıtırken Batuhan derin bir iç çekti. Ellerini usulca kızın yanaklarına yaslayarak yüzünü avuçları arasına aldı. "Burçe’m bak bana..." Gözyaşlarını nazikçe temizlerken Burçe’nin ona bakmasıyla yumuşak bir şekilde konuştu. "Ağlama güzelim.." "Nasıl ağlamayayım?" Burçe burnunu çekerken mırıldandı. Gözyaşları Batuhan’ın sildiği yerlere tekrar tekrar akarken ekledi. "Abim sesimi bile duymak istemiyor. Böyle bir şey yaşadığında ne kadar korktuğumu biliyor. Buna rağmen benimle konuşmak istemedi." Batuhan iç geçirdi üzgünce. Elinden bir şey gelmemek canını yakıyordu. Ağlama dese Burçe’nin ağlayacağını biliyordu. Ağlasa onun akan gözyaşlarında kaybolduğunu hissediyordu. Kendini Burçe’ye ne zaman kaptırmıştı bilmiyordu ama mutluydu. Yine de bu halde olmaları onu üzmeye yetiyordu. Banklardan birinde oturup ağlayan sevdiği kadına daha fazla dayanamayıp elini nazikçe kızın başına yaslayıp kafasını göğsüne bastırdı. Burçe bu anı bekliyormuşçasına Batuhan’a sığınırken daha da içlendi. Gözyaşlarının ardı arkası kesilmezken saçlarını okşayan, sıcaklığıyla yanında olduğunu hissettiren adama sığındı. "Geçecek, abinde eminim ki sağlam kafayla düşününce doğru yolu bulacak." Batuhan düşüncelerini dile getirirken Burçe başını iki yana salladı ve boğuk bir sesle cevap verdi. "Abimi tanımıyorsun, inadı inat onun. Affetmeyecek beni." Bu ihtimal daha da ağlatırken Batuhan yanağını kızın başının üzerine yasladı. "Affedecek, hangi abi kardeşinin gözyaşı dökmesine, üzülmesine dayanabilir ki?" Tek kardeşti Batuhan. Abi sevgisi ne demek, kardeş sevgisi ne demek bilmiyordu ama askerliğe başladı ilk gün bunu öğrenmişti. Belki hiç kız kardeşi olmamıştı ama bir kardeşin kardeşe nasıl davranması gerektiğini biliyordu. Affedecekti Pamir, illaki affedecekti. Affetmesi gerekiyordu. Kaldı ki Pamir’in kardeşine olan sevgisini görmüştü. O yüzden bir gün affedeceğine emindi. Kendisini kabullenmesi zor olacaktı belki ama aşka saygısı vardı. Bunun en basit örneği zaten bu haberi öğrendiğinde ayrılacaksınız diye baskı kurmamasıydı. Kendi ağzıyla söylemişti. Haberim olsaydı ne yapardım, ayırır mıydım sizi demişti. Öyle de olmuştu. Sadece sinirini çıkarmak için bir yumruk atmıştı. O da Batuhan’ın başı gözü üstüneydi. "Sana bir şey söyledi mi?" dedi Burçe nihayet gözyaşlarını akıtmayı bırakıp. Usulca başını Batuhan’ın göğsünden ayırdı. Batuhan hızlı bir hamleyle kızın akan son damla gözyaşlarını temizlerken başını iki yana salladı. "Hayır. Benimle de konuşmuyor ama benim yüzümden olan time oluyor. Saatlerce koşup antrenman yapıyorlar." "İçlerinden bize iyi küfrediyorlardır." dedi Burçe ufak bir gülümseme ile. Batuhan o sırada Burçe’nin gülüşüne takılmıştı. Yanağında duran elini kızın dudağına doğru kaydırırken baş parmağını kızın dudak kenarına getirdi. "Hah işte, hep böyle gül." Burçe’nin bu sözle gülümsemesi büyürken içi gidermiş gibi oldu. "Birlikte gülelim." Batuhan kızın isteği üzerine gülümserken gülümsemesi samimiydi. Birbirlerine bakarlarken Batuhan mırıldandı. "Bu günleri gülerek hatırlayacağız emin ol, bir gün evlenip kendi evimizin kanepesinde böyle otururken bu günleri düşüneceğiz ve güleceğiz." Burçe duyduğu cümle ile hafifçe kaşları havalandı. "Evlendiğimizde mi?" diye sorarken Batuhan başını salladı olumlu manada. "Evet, yoksa evlenmeyi düşünmüyor musun benimle?" Batuhan bunu şakayla karışık bir şekilde sormuştu. Ama bakışları meraklıydı. Burçe ise soru ile köşeye sıkıştığını hissetti. "Yani bunu düşünmek için erken bence, ben daha mezun olmadım." Kaçamak cevapla birlikte Batuhan mesajı almıştı. Okulum bitmeden olmaz diyordu Burçe. Haklıydı da. Zaten Batuhan'da okulu bitirmesi, mesleğini eline alması taraftarıydı. Sonra evlenirlerdi. Ki daha Burçe evlilik için küçük sayılırdı. En az bir iki yılları vardı. "Mesaj anlaşıldı, mezun olduğunda tekrar konuşuruz." dedi Batuhan gülerek. Burçe de yüzüne ufak bir gülümseme yerleştirirken uzanarak elini Batuhan’ın yanağına yasladı. İçi hala rahat değildi. Ama Batuhan’ın desteği ile kendini daha iyi hissediyordu. Batuhan, Burçe elini yanağına yasladığında aheste aheste baktı kızın gözlerine. Burçe ise konuştu. "Teşekkür ederim... ve özür dilerim..." İçten bir şekilde ettiği teşekkür ve özürle Batuhan kaşlarını çattı. Ne teşekkür etmesine ne de özür dilemesine gerek vardı Burçe’nin. O yüzden mırıldandı. "Etme... Bu işe birlikte başladık, birlikte üstesinden geleceğiz." dedikten sonra kızın bileğinden tutup avcunu dudağına yaklaştırdı ve uzunca öptü. Burçe bu hamle ile gülümserken tekrar konuştu. "İyi ki yanımdasın. Seni seviyorum." Elini Batuhan’ın elinden kurtarıp kollarını onun boynuna doğru doladı ve sıkı sıkı sarıldı. Batuhan’ın eli Burçe’nin belindeki yerini alırken cevap verdi. "Bende seni seviyorum." Ne olursa olsun yan yana olmaları önemliydi. El birliği ile bu süreci de atlatacaklardı. Birlikte bir yola çıkmışlardı ve bu süreç iki kişilikti...
◔◔◔ Yazarın anlatımından Işık ve Bora, Işık son hastasına da baktıktan sonra bilgisayarındaki sistemi kapattı. Bir an önce sevdiği adamın yanına gitmek ve onu görmek istiyordu. Saatlerini çok zor geçirmişti. Birçok randevusu vardı ve onlara bakarken bir yandan da aklı Bora’da kalmıştı. Hala daha hastanedeydi. Kısa bir süre daha kalmaya devam edecekti. Belki hafta sonu taburcu edilirdi ama şimdilik buradaydı. Hastanede kalması kötü bir olay olsa da bir açıdan iyiydi. O da Işık istediği, vakit bulduğu ilk anda onu görebiliyordu. Önlüğünü çıkarmadan odadan çıkarken ziyaret etmesi gereken son bir hastası kalmıştı. O da Boraydı. Onun odasına doğru hevesli hevesli yürüdükten sonra aralık olan kapıdan içeri girdi. Odada Turan amcasını ve Bora’yı görmeyi beklerken bir hemşireyle baş başa olan Bora’yı görmek şaşırtmıştı. Odaya tam olarak girmese de hemşirenin aheste aheste yarayı pansuman ettiğini gördü. Bora ise tabii ki kıza bakmayıp camdan tarafa bakıyordu. O yüzden hemşirenin ona olan bakışlarından haberdar değildi. “Babanızı göremedim Bora bey?” diye cilveli bir sesle konuşan hemşire Bora cevap veremeden devam etti sözlerine. “Eğer yanınızda refakatçi yoksa ben buralardayım, ismimi seslenseniz hemen gelirim. Aleyna ismim.” Tek kaşını kaldırıp odaya tam olarak gireceği sırada Bora’nın taviz vermeyen sesini duydu. “İhtiyacım olacağını düşünmüyorum, teşekkürler.” Bunu söylerken nazikliğinden ödün vermemişti. Ama bu cevap bile Işık’ı tatmin etmişti. “Aklınızda bulunsun yine de.” Dedi Aleyna hemşire hafiften bozulsa da. Işık daha fazla konuşmalarını duymak istemeyerek odaya girdi ve adımlarını yatağın karşısına doğru attı. Bora odaya giren birinin olduğunu hissederek bakışlarını o tarafa çevirirken Işıkla bakışları buluştu. İster istemez gözlerinde bir parıltı, dudaklarında küçük bir tebessüm oluşurken Işık onun aksine ciddi bir şekilde Aleyna hemşireye hitaben konuştu. “Hastalarla sıkı fıkı olmuyoruz diye biliyorum hemşire hanım?” Aleyna, Işık’ın sesi ile hızlıca bakışlarını ona çevirirken yerinde doğruldu. “Pansuman yapıyordum hocam.” Diye kendini açıklarken Işık tek kaşını kaldırdı. “Öyle mi?” diyerek pansumana doğru baktı Işık. Daha üzeri sargı beziyle kapatılmamıştı. “Sen çıkabilirsin, ben kontrol edeceğim yarayı.” Diye korumacı bir tavırla ekledi. Bora, Işık’ın cümleleri ve soğuk bakışları ile gözlerini kırpıştırarak onu izlerken Aleyna hemşire mecburen onayladı onu. Yataktan uzaklaşırken göz ucuyla Bora’ya baktı ama bakışlarının Işık’ta olduğunu görerek daha büyük dumura uğradı ve odadan bir hışımla çıktı. Işık onun gidişini izlerken kendi kendine mırıldandı. “Hemşire mi yoksa röntgenci mi belli değil.” İster istemez sinirlenmiş, kalbinde kıskançlığın neden olduğu bir kıvılcım oluşmuştu. Bora duyduğu sözle gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken Işık’ın davranışları tanıdık gelmişti. Kendisi de Uraz’ı gördüğünde böyle sinirleniyordu ama Işık’ın bu hali çok hoşuna gitmişti. Pansuman eşyalarının bulunduğu tarafa geçip eline eldivenini takarken bakışları ona dikkatle bakan adamı buldu. “Neden öyle bakıyorsun?” derken Bora omuz silkti. Yüzünde önemsenmenin vermiş olduğu bir gülümseme varken mırıldandı. “Güzelliğine bakıyorum….” Işık’ın kalbi duyduğu cümle ile ufak kıskançlığından arındı ve yerini büyük bir sevgi ve kalp çarpıntısı aldı. Daha yeni yeni bu duygulara alışıyordu. Yüzünde küçük bir tebessüm oluştuğunda utanarak bakışlarını Bora’dan çekti. “Çok açık sözlüsünüz Bora bey.” Dedi yine de. Yüzündeki tebessüm ederken Bora cevap verdi. “En başından beri, alışmış olman gerekirdi.” Gerçekten de öyleydi. İlk andan beri Bora ona karşı hep açıktı. Buna verecek bir cevabı olmayınca adamın göğsündeki yaraya baktı ve mırıldandı. “Yaran iyiye gidiyor.” “İlacım kuvvetli, iyileşmesinde ne yapsın.” Dediğinde Işık onayladı başını sallayarak. Bora’nın kastettiğini ilk önce anlamasa da Bora’nın yoğun bakışlarını üzerinde hissetti, sonra da derin sesini duydu. “Her anımda yanımda, bakışıyla, sözüyle, sevgisiyle bana destek olan bir ilaç. Sevildiğimi hissettiren bir merhem.” Açıklayıcı cümlelerle Işık bakışlarını adamın yüzüne çıkardı. Şimdi anlamıştı ilaç diye bahsettiği şeyin ne olduğundan. Kalbi arkasından atlı kovalarcasına atarken içi erir gibi olmuştu. Kahverengi gözler yeşillerle buluştuğunda birbirlerine daha kuvvetli bağlandı iki kalp. Ne söyleyeceğini bilemedi ama kalbi haykırıyordu. Yine de bunu sözlerine döktü. “Seni seviyorum ve bu sevgi seni hep iyileştirmeye devam edecek. Beni de…” Bu sözler Bora’nın duygularını açıklarken söylediği ‘kalbimdeki yarayı iyileştirdin’ cümlesine bir göndermeydi. Hala daha ne olduğunu bilmese de bir şeyler tahmin ediyordu. Onun dışında Bora’nın sevgisi de onun korkularının üzerine bir çizik atmıştı ve bunu da kastediyordu bunu söylerken. Bora ise cümlenin etkisi altındaydı. Işık’tan bu cümleyi duymayı çok beklemişti. Günlerce ayrılacaklarını düşünüp dünyayı kendine zindan etmişti ama şimdi kurduğu hayali yaşıyordu ve bu inanılmaz bir şeydi. Ne kadar şükretse azdı. Birbirlerine sevgiyle bakarlarken Işık bakışlarını eğerek tekrardan yaraya baktı. Üzerinin kapatılması gerekiyordu. Hızlı hamlelerle hazır olan sargı bezini yaranın üzerine kapatıp kenarlarına bant yapıştırırken mırıldanmadan edemedi. “Bak iki dakikalık işi bir saatte yapamamış.” Hala daha kızın dediklerinde takılı kalmıştı. “Aslında yeni gelmişti.” Bora kızı sinirlendirmek için mırıldanırken Işık aniden başını kaldırıp itiraz etti. “Bora!” Bora istemsizce gülerken Işık kaşlarını çattı. “Çok memnundun halinden herhalde, dakikaları bile saymışsın.” Sitemle konuşurken Bora kendini savunmak için hızlıca konuştu. “Hayır tabii ki. Ne sayacağım, bakmıyordum bile kadına.” Bunu biliyordu Işık, bizzat görmüştü ve hoşuna da gitmişti. Yüzünde küçük bir gülümseme oluşurken cevap verdi. “Biliyorum… Ne yalan söyleyeyim hoşuma gitti.” “Hmm, hoşunuza mı gitti Işık hanım?” Bora’da küçük bir sırıtışla Işık’a bakarken Işık belli belirsiz başını salladı. “Hm hm hoşuma gitti Bora bey.” Birbirlerine aheste aheste bakıp iç geçirdiler. Bora, kızın yeşilleri arasında kaybolduğunu hissederken derin bir sesle mırıldandı. “Bugün hiç göremedim ya seni burnumda tüttün.” “Gelmeyi çok istedim ama yoğun bir programım vardı. İşim bittiği an soluğu senin yanında aldım.” Dedi kendini açıklayarak. Ardından ekledi. “Öyle alışmışım ki seni her gün, saat başı görmeye. Taburcu olduğunda nasıl dayanacağım bilemiyorum.” Cesaretle ettiği itirafla Bora iç geçirdi. Kendisi de bunun cevabını bilmiyordu. Taburcu olmak için can atıyordu ama bu Işık’ı yalnızca mesai bitiminde göreceği anlamına geliyordu. İşine aşıktı ama karşısındaki kadına daha çok aşıktı. Yine de orta yolu bulacaklardı. Elini usulca kızın yanağına doğru uzatıp elmacık kemiklerini nazikçe sevdi. Işık’ın bu dokunuşla içi titrerken sevgiyle baktı karşısındaki gözlere. “Ah be güzel gözlüm…” dedi Bora içi giderek. Gözbebekleri aşktan titreyerek kızın yüzünü incelerken devam etti sözlerine. “Asıl ben nasıl dayanacağım bir adım uzağımda olmamana?” “Sonrasında birbirimize kavuşacağımızı bilerek dayanacağız galiba…” dedi Işık elini adamın elinin üzerine yaslayarak. Ardından iç geçirdi. “Biraz zor olacak ama daha büyük uzaklıklarda yaşayacağımız için alışmak zorundayız.” İşte şimdi farkındalık çat diye aralarına girmişti. Bora iyileştiği andan itibaren yine ne zaman döneceğini bilmediği, uzun süren operasyonlara çıkacaktı. Yine içlerinde korku olacaktı, özlem olacaktı, çaresizlik, merak olacaktı. Ama sonunda birbirlerine kavuşacaklardı. Bunun için bile beklemeye değerdi. “Boş versene, bir süre uzun süreli ayrılıkları düşünmeye gerek yok..” diye buruk bir tebessüm etti Bora. Onun da bu konuda canı sıkılıyordu ama yapacak bir şey yoktu. Elini kızın yanağından çekerken ekledi. “Ayrılık demişken, annenle konuşabildin mi?” Meraklı gözlerle Işık’a bakarken Işık sıkıntılı bir nefes verdi. “Konuşmadım, ne tepki vereceğini bilmiyorum çünkü.” Dediğinde Bora hafifçe kaşlarını çattı. “Benim hakkımda mı? Yoksa Tekirdağ’a dönmeme konusunda mı?” Tereddütle kıza bakarken Işık dudaklarını büzdü. İki konuda da ne tepki alacağını bilmiyordu. Bir adam için bu şehirde kaldığını annesi öğrendiğinde karşı çıkma ihtimali vardı. Geçtiğimiz günlerde tayin işini iptal ettirmişti. Şehit yakını olduğu için ve tanıdıkları araya sokarak bunu halletmişti. Burada kalacaktı. Ancak annesine söyleyememişti. Tepkisinden çekiniyordu ama konuşacağı zaman gelecekti mecburen. “Annenin içi rahat edecekse ben tanışırım onunla ya da ne bileyim…” deyip duraksadı Bora. Ne söyleyeceğini bilemedi. Işık’ın biraz tereddütlü olduğunu görüyordu ve içini rahatlatmak istiyordu ama pek becerdiği söylenemezdi. “Ya da eğer oraya dönmeni isterse sorun değil. Ben en başında söyledim, mesafe benim için sorun değil.” Işık, onun düşünceli bir şekilde konuşmasıyla hayranlıkla baktı adama. Çoğu insan uzaktan ilişki yürütmek istemezdi, çekinirdi, korkardı, bunun için güvensiz olurdu ama Bora bunların tam tersiydi. Kendine de, Işık’a da güveniyordu. Her şeyi göze almıştı. Bu daha da hoşuna gidiyordu Işık’ın. “Bende en başında söylemiştim…Seninle her yerde kalırım, her yere gelirim Bora.” Dedi Işık’ta kararlılıkla. Bu, burada kalacağım demekti. Sen neredeysen orada olurum demekti. Bu Bora’nın kalbini daha hızlı attırırken gülümsemesine neden oldu. “Keşke şimdi seni kollarımın arasına alıp sıkı sıkı sarabilsem.” Dedi içi giderek. Işık istekli bakan gözlere karşılık tepkisiz kalamadı. Bora’ya doğru eğilerek yeni çıkan sakallarının üzerine derin ve uzun bir öpücük bıraktı. “Bir süre böyle idare edelim, iyileş sana söz ben sarılacağım sana.” Bora öpücüğün etkisinde kalıp şapşal şapşal kıza bakarken mırıldandı. “Unutursan hatırlatırım ama.” “Unutmam…” dedi Işık sesli bir şekilde gülerek. Unutmazdı tabii ki. Çünkü o da Bora’nın kollarının arasına girip ona doyasıya sarılmak istiyordu. O gün vedalaşırken bile sarılamamışlardı ve bu içinde ukdeydi. Bora iyileştiğinde tadını çıkarta çıkarta sarılacaktı. Hasretini giderecekti…
◔◔◔ Devrim Akyol Arslan’ın anlatımından, "Elifle nereden arkadaşsınız?" Karşımda gözlerinin altı uykusuzluktan ve ağlamaktan çökmüş, gözlerindeki damarlar ortaya çıkmış kadına bakarken üzülmeden edemedim. En yakın arkadaşımı bu şekilde kaybetsem bende toparlanamazdım. "Okuldan arkadaşız biz, hazırlık fakültesinde tanıştık." Elif işletme 4.sınıf öğrencisiydi. Bir yıl hazırlık okumuştu, bu yıl mezun olacaktı. Yani 23'lerinde hayatının baharında olan bir genç kızdı. Böyle düşününce kaybı daha çok acı veriyordu. "Nasıl biriydi Elif?" dedim meraklı bir şekilde. Ardından sorduğum soruyu açtım. "Yani son zamanlardaki haliyle ilk tanıştığınız hali aynı mıydı?" Sorduğum soruyla birlikte elindeki peçeteyle burnunu sildi ve bakışlarını peçeteye çevirdi Sude. "Çok deli dolu bir kızdı, ben biraz asosyal bir tipim. Benimle tanışan oydu. Sonra da zaten birbirimizle hiç kopmadık. Onun enerjisi bana da bulaşıyordu. Derslere katlanıyorsam onun sayesindeydi." dedi düşünceli bir şekilde. Ders notları falan incelenmişti. Bölüm ikincisiydi, başarılıydı. Akademik yönden bir sıkıntısı yoktu yani. "Ailesi?" dedim merakla. Aslında önümdeki dosyada her şey yazıyordu ama sözel olarak duymak her zaman daha işimize yarardı. Ufacık bir detay bize bir şeyler verirdi. "Ailesi yok, anneannesiyle yaşıyordu. Ama geçen yıl onu da kaybetti. Ondan sonra enerjisi söndü sanki. Hayattaki tek yakınım öldü derdi." Aileden birini kaybetmek her zaman çok zordu. Anlıyordum Elif'i. Anneannesi geçen yıl ölmüştü Sude'nin söylediği gibi. Başımla onaylarken Sude anlatmaya devam etti. "Bir kafede yarı zamanlı çalışıyordu. Anneannesinin evinde kaldığı için kira derdi yoktu. Sadece geçinmek için çalışıyordu." Bu da doğruydu. Soy ağacına bakıldığında başka bir yakını olduğu görünmüyordu. Olsa da çok uzaktan. Annesi de babası da tek çoçuktu. Çalıştığı kafedeki patronu ile de görüşmüştük. İntihar ettiğine şaşırmışlardı. Deli dolu bir kız olduğunu söylüyorlardı genelde. Ama kimse kimsenin içini bilemezdi. "Peki son zamanlarda halinde bir değişiklik sezdin mi?" dedim sorumu yineleyerek. Sude düşündü birkaç saniye. Ardından cümlelerini sıralamaya başladı. "Birkaç kere canının çok sıkkın olduğundan bahsetmişti, sevgilisiyle arası bozuktu." dediğinde hafiften kaşlarım çatıldı. Mert en son telefonda konuştuğumuzda iyiydi demişti. Belki telefon konuşmasından sonra karar vermişti böyle bir şeye. Devam et manasında bir hareket yaptığımda Sude devam etti sözlerine. "Hiç karamsar değildi ama şu birkaç gün sezdim onu. Derslerine falan önem verirdi normalde ama şu aralar salmıştı. Sanki her şeyden vazgeçmişti. Birkaç kez laf arasında da ben çok yaşamam tarzı şeyler söylemişti. Bende kızmıştım, aklında böyle bir şey olduğunu nasıl bilebilirdim ki?" Tekrar ağlamaya başladığında iç çektim. Kimin aklına gelirdi ki bu? Kimse tahmin edemezdi böyle bir şeyi. Merak ettiğim şey son günlerde ne olmuştu da morali bozuktu? Evinden günlük gibi bir şeyler çıkmamıştı. Telefonu ve bilgisayarı incelendiğinde intiharla ilgili herhangi bir şeye rastlanmamıştı. Telefonda genelde Mert ve Sude ile konuşmuştu. Bir de okuldan birkaç arkadaşıyla daha. Hiçbir sorun yoktu. Arkadaşlarından birkaçını da sorgulamıştık ama hep güleryüzlü, enerjik olduğu bilgisini almıştık. Keza komşuları da öyle. "Ölmeden iki saat önce telefonla konuşmuşsunuz." dedim önümdeki telefon kayıtlarından başımı kaldırıp kıza doğru bakarken. Söylediğimle sertçe yutkundu. Bu hareketi dikkatimi çekerken yüzümde mimik oynatmadım. Ama dikkatle kızı incelemeye devam ettim. "Evet, konuştuk." dedi kabul ederek. Ardından ekledi. "Okulla ilgili konuştuk, ertesi günün dersi hakkında bir şeyler sordum. Öyle havadan sudan devam ettik, okuldakilerle ilgili dedikodu yaptık." Onayladım sözlerini. Bizde Sinem’le az dedikodu yapmazdık tabii. Ama ufakta olsa panik olması garipti. "Kavga etmediniz yani." dediğimde duraksadı. Ardından başını hızla iki yana salladı. "Hayır, öyle kolay kolay kavga etmeyiz biz." dedi kararlılıkla. Komşulardan biri yüksek sesli konuşmalara şahit olduklarını söylemişti. Binayı çeken kamera yoktu, o yüzden eve kimin girip çıktığını bilmiyorduk ama telefonda biriyle tartıştığını düşünüyordum. Bu kişi Sude değilse Mertti. Zaten son telefon konuşması da onunlaydı. "Yardımınız için teşekkürler, tekrardan ifadenize başvurabiliriz." dediğimde hafifçe kaşlarını çattı Sude. "Sorulan tüm soruları cevapladım, başka bildiğim bir şey yok." "Bizim öğrenmek istediğimiz çok şey var ama." dedim küçük bir tebessümle. Bir gariplik vardı sanki. Ama üzüntüden kaynaklı da olabilirdi. Zaman gösterecekti bunu bize. "Tekrardan başınız sağ olsun." Sorgu odasından çıkarken derin bir nefes aldım. Cenk'in bizi izlediği kısma ulaştığımda elinde tuttuğu su şişesini gördüm. Bana doğru uzatırken tereddüt etmeden şişeyi aldım ve kapağını açarak dudaklarıma götürdüm. Yorulmuştum. Mesainin bitmesine de az kalmıştı ama Mert'in de sorgusunu bitirmek istiyordum. "Mert'i alın." dediğimde polis memuru beni onayladı. Sorgu odasının kapısı açıldığında Mert içeri girdi ve sandalyeye oturdu. Dikkatle etrafına baksa da bitik görünüyordu. Bir erkek öyle kolay kolay dağılmazdı, belli ki çok seviyordu onu. Ya da tartıştıktan sonra bu haberi aldığı için kendini suçlu hissediyordu. Öğrenecektik. Odanın diğer kapısını açıp sorgu odasına girdiğimde Mert'in bakışları beni buldu. Karşısındaki sandalyeye geçip oturduğumda önümdeki dosyayı masaya bıraktım ve ciddi bir şekilde baktım yüzüne. "Başın sağ olsun." "Dostlar sağ olsun." dedi acı acı. Ardından merakla bana baktı. "Bir sonuca ulaşabildiniz mi?" Nazikçe sorduğu soruyla hafifçe kaşlarım çatıldı. Sonuç belliydi aslında. İntihardı. "Sonuç belli değil mi sence?" dedim tepkisini izlemek için. Mert başını iki yana salladı hızla. "Hayır, ben inanmıyorum." Bu güçlü bir ithamdı. İntihar olduğuna inanmıyorsa birinin bunu yapmış olduğu anlamına geliyordu ve bu da demek oluyordu ki ortada bir katil vardı. "Bunu düşünmeni gerektirecek bir şey mi biliyorsun?" dedim ciddiyetle. Eğer bir şeyler biliyorsa bize söylemeliydi, bizde katili ortaya çıkartırdık bu sayede. "Elif'in böyle bir şey yapacağına inanmıyorum. Elif ya deli dolu kız, seninle bir ömür geçirmek istiyorum diyen, çocuklarımızın hayalini kuran kız. Nasıl hayatından vazgeçer?" Üzgün bir şekilde söyledikleri içime oturdu. Kurulan çok hayal vardı ama şimdi hepsi yarım kalmıştı. Elifle birlikte mezarın altına girmişti. Çok acıydı. Dayanılmazdı, bilirdim. Ama depresyon atağı çok farklı bir şeydi, insanı olmayacağı birine dönüştürebilirdi. Bir anlık kararla yapmış olabilirdi bu şeyi. Her şeyi araştıracaktık. "Merak etmeyin, araştıracağız her şeyi." dedim kendimden emin bir şekilde. Mert eliyle yüzünü sıvazlayıp sakin olmaya çalışırken birkaç saniye sakinleşmesini bekledim. Sakinlediğine emin olduktan sonra aklımdaki soruyu dile getirdim. "Ne zaman tanıştınız Elifle?" "O hazırlıkta okurken ben 1. Sınıftım. Tesadüfi bir şekilde karşılaştık." diye cevap verdiğinde onayladım. "O zamandan beridir mi sevgilisiniz?" Dediğimde başını iki yana salladı. "Hayır, o 2. Sınıftayken sevgili olduk. Kasım ayı geldiğinde 2 yıl olacaktı." derken içli bir nefes aldı. Artık olamayacaktı. "Nasıldı aranız? Elif sana karşı nasıldı?" Bir yandan önümdeki dosyaya bakarken bir yandan da Mert'i dinliyordum. Gerçekten kötü durumdaydı. "Söyledim ya, cıvıl cıvıl bir kızdı. Ben ne kadar ağırbaşlıysam o o kadar enerjikti, yanlış anlaşılmasın abartı bir şeyden bahsetmiyorum. Yerine göre, bizim yanımızda öyleydi. Sonra derslerine çok önem verirdi, zaten sürekli kütüphanede denk gelirdik." Böyle cıvıl cıvıl bir kız nasıl olmuştu da birden hayattan bu kadar soğumuştu? "Son zamanlarda nasıldı peki?" dediğimde iç geçirdi Mert. "Yanında değildim, Ağustos'tan beridir yüksek lisansım için yurt dışındaydım. Sadece telefondan konuşabiliyorduk. Beni özlediğini söylüyordu sürekli ama hiç mutsuz olduğunu sezmedim. Yani ayrı olduğumuz için elbette ki mutsuzdur ama öyle hayattan vazgeçecek kadar bir mutsuzluk sezmedim." dedi düşünceli bir şekilde. Elbette telefondan bazı şeyleri anlamak daha zordu. Ne durumda olduğunu muhtemelen anlamamıştı. Elif ona yansıtmamıştı belki de. "En son seninle konuşmuş." diye söze başladım dikkatle yüzüne bakarak. O da meraklı gözlerle bana bakarken ekledim. "Tartışınız mı?" dediğimde hızla başını iki yana salladı. "Hayır, tartışmadık. Her zaman olduğu gibi günümüzden bahsettik, sesi iyi geliyordu. Hatta bir haftaya geleceğimi söyledim, çok sevindi. Epey güldü, hevesli hevesli birçok şey anlattı. Her zamanki gibi birbirimizi sevdiğimizi söyleyerek kapattık telefonu, eğer onunla son kez konuştuğumu bilseydim kapatır mıydım?" Gözyaşlarına boğulurken dikkatle bakmayı sürdürdüm. Üzüntünün vermiş olduğu ağlama ifadesiydi yüzündeki. Mimikleri gerçekten acı çektiğini anlatıyordu. Peki telefonda Mert ile de, Sude ile de tartışmadıysa kiminle tartışmıştı? Arama kaydında başka biri yoktu. Yani apartmandan biriyle mi tartışmıştı? Ya da evine biri gelmişti. Eğer evine biri geldiyse intihar olayı soru işareti olurdu. Evin giriş çıkışını gösteren kamera olmadığı için kim girdi çıktı göremiyorduk. Yine de eve en yakın kameraları izleyecektik. "Anneannesini kaybettiği için mutsuzmuş..." dedim dakikalar sonra Mert biraz sakinleştiğinde. Sude öyle söylemişti. Mert burnunu çekerek cevap verdi. "Ailesinden kalan tek kişiydi, kim mutsuz olmaz ki bir yakınını kaybettiğinde. O da çok üzüldü, kaç gece omzumda ağladı. Ama kendini öldürecek kadar değil." Son cümleyi söylerken o kadar zorlanmıştı ki. Ardından tekrardan ekledi. "Ben tanımaz mıyım sevdiğimi? Yapmaz öyle bir şey. Arkasında beni bırakacağını bilerek yapmaz." Üstüne bastıra bastıra söylediği şeyle iç geçirdim. O kadar emindi ki intihar etmediğine. 2 yıldır erkek arkadaşıydı, sevdiği kadını tanıyordu. Bunu hafife alamazdık. Bir yandan da belli bir süredir yanında değildi, belki de değişen ruh halini fark edememişti. Yine de Sude ile ifadeleri çelişiyordu. Biri mutsuzdu diyordu, diğeri her şey iyiydi diyordu. Sude, Mertle araları bozuk diyordu ama Mert her şey iyiydi diyordu. Belki de söylemek istememişti ama bir çelişki vardı ve bu çelişki kafamda birçok soru işareti oluşturmuştu. "İşbirliğiniz için teşekkür ederim, tekrardan ifadenize başvurabiliriz. Bir süre yurt dışına çıkmazsanız iyi olur." diye oturduğum yerden kalktığımda Mert onayladı. "Bir süre daha buradayım zaten." Odadan çıktıktan sonra Cenkle göz göze geldim. "Sence hangisi yalan söylüyor?" dediğimde Cenk düşünceli bir biçimde baktı bana. "Bilmiyorum savcım ama Mert'in bu kadar ağlaması normal mi? Sanki bir şeyden pişmanlık duyar gibi ağlıyor." dediğinde sessiz kaldım. Bir erkek bir kadını çok seviyorsa ağlardı ama tek bunu düşünerek bir karar veremezdik. "Mert gerçekten haberi aldığında mı gelmiş bakılsın." dediğimde Cenk onayladı beni. Mesaim bitmişti. Çıkabilirdim artık. Pamir’in arabası tamirdeydi, arabanın bu durumda olmasının sebebi bendim. Kırgınlığımı bir kenara bırakarak onu almaya gidecektim. Nasılsa aynı yere gidecektik. Yolumuzun üstüydü tabur. Benden bir saat sonra çıktığını varsayarak hala taburda olmalıydı. Buna istinaden emniyetten çıkarak makam aracıma bindim, Mesut'a tabura gideceğimin bilgisini verdikten sonra yola koyulduk. Kısa süren yolculuğun ardından tabura ulaştığımızda içeri kolaylıkla girdik. Araçtan inip binaya doğru ilerlerken gözüme çarpan iki kişiyle adımlarım duraksadı. Kaşlarım hafiften çatılırken aynı otelde olduğu gibi birbirleriyle konuşan sevdiğim adam ve eski sevgilisine baktım uzaktan. Bu kızın ne işi vardı burada?
Bölüm Sonu ‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz? Umarım beğenmişsinizdir… ‣‣‣ Devrim ve Pamir sahnesi nasıldı? Neler olacak sizce? İlk sahnelerde böyle bir şey olacağını bekliyor muydunuz? Tüm yorumlarınızı okudum ve Pamir’e nefret kusmanıza, iğrendiğinizi söylemenize, Devrim’e neden böyle davranıyorsunuz demenize şaşırdım açıkçası. Evet, Pamir’in sözleri ağırdı. Özellikle Devrimle konuşmaması çok abartıydı ama siz Pamir’i hep abartılı tepkiler verirken okudunuz. Kendisi sinirini de korkusunu da sevgisini de en uçlara kadar yaşayan bir karakter. Kırgınlığını bu şekilde gösterebildiğini düşünüyor. Zaten mantığını devreye soktuğunda hatasını anlayacak ki anlamaya da başladı. Devrim’in sakinliği konusunda da çok kızmıştınız ama birinin alttan alması gerekiyordu. Her ne kadar Burçe’de istemiş olsa Devrim yalan söyledi. Elbette ki çok suçlu demiyorum ama hatası da vardı ve bunun bilincindeydi. Düğüne gitti çünkü aralarındaki meseleyi kimseye göstermek istemedi Pamir’in aksine. Ancak yaptığı şeyin yanlışlığının bilincindeydi. O da alttan almaması gerektiğini kavradı. ‣‣‣ Burçe ve Batuhan’ın sahnesi nasıldı? Sizce neler olacak onların cephesinde? ‣‣‣ Sinem ve Hakan sahnesi nasıldı? Beğendiniz mi? ‣‣‣ Işık ve Bora hakkında ne düşünüyorsunuz? Nasıldı sahne? ‣‣‣ Dava hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce gerçekten intihar mı etti Elif? ‣‣‣ Son sahne nasıldı? Sizce Gizem neden geldi? Neler olacak bir fikriniz var mı? Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…
|
0% |