@mutlusonsuz222
|
🖇️ Herkese selamlar, nasılsınız? 🖇️ 5 günde 9 sınava girip sağ çıkarak bölümü tamamladım. Umarım beğendiniz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim... Bölümü tekrar yayınlıyorum, bir sahnede eksiklik olmuş kopyala yapıştır yazarken kusura bakmayın, bölüm sonlarına doğru Devrim ve Pamir sahnesinde.. 38. Bölüm Yazarın anlatımından, Pamir önündeki dosyaları imzalayıp onu bekleyen ere teslim ettikten sonra sırtını sandalyesine yasladı. Eliyle başına masaj yaptı bir süre. Başı ağrıyordu düşünmekten. Bir süredir bu böyleydi. Devrimle konuşmadığı bir haftada, şimdi. Düşünmeden duramıyordu. Hala sinirliydi, hala öfkeliydi. Anlıyordu. Bir abiye, bir babaya bu tarz meseleleri açmak sıkıntıydı, Burçe çekinmişti. Okuldan biri olsa bu kadar abartmazdı ama tanıdığı biri, sürekli yan yana olduğu biri olduğu için canı sıkılıyordu. Dahası içinde büyük bir pişmanlık duygusu oluşmuştu. Hele de Devrim’in ona karşı aldığı tavrı net bir biçimde hissetmek canını daha da sıkmıştı. Evet konuşuyordu ama bakışları aynı onun bir haftadır yaptığı gibi soğuktu. Bugün sabah onu yanında göremediğinde onun nasıl hissettiğini de anlamış olmuştu. Zaten Devrim günlerce ona düşüncelerini, neyi neden yaptığını anlatmaya çalışmıştı ama Pamir bunu dinlemek istememişti. Şimdi yine büyük bir korkuyla sınanmıştı. İnsanın elinin kolunun bağlı olması, sevdiği kadın gözlerinin önünde ölüme giderken öylece arkasından bakmak, onu bir daha görememe düşüncesi bir çaresizlik olup kalbine oturmuştu. Sonra kıza söylediği söz aklına gelmişti. “Belki sana bakmak içimden gelmiyordur.” O an aklına geldiğinde içinden bir şeylerin kopmasına engel olamamıştı. Bunu söylerken hiç zorlanmamıştı ama bunun bir dua gibi kabul olacağını, onun yüzüne belki de hasret olacağı düşüncesi yüreğini ağzına getirmişti. İçinden binlerce kez tövbe etmiş, söylediği o sözlerin ağırlığı altında ezilmişti. Devrim’i bulduğu an özür dilemeyi aklına koymuştu. Sinirinden söylediği şeylerin nasıl bir yıkıma yol açtığını anlamamıştı ama dün geceden itibaren Devrim’in söyledikleriyle, davranışlarıyla nasıl kırıldığını anlamıştı. İlk önce haklıyken şimdi yaptıklarıyla haksız olduğunu kavramıştı. Oturduğu yerden kalkarak odasından çıktı. Hızlı adımlarla dışarı doğru yürümeye başladı. Timinin bahçede olduğunu biliyordu, o yüzden adımlarını onların oturduğu banka doğru atmaya devam etti. Arkaları dönük bir şekilde oturdukları için Pamir’i görmüyorlardı. Tabii bu Pamir’in işine gelirdi. Onlara doğru yaklaşırken gözleri direkt olarak Batuhan’ı buldu. Yüzünde küçük bir gülümseme vardı ama mutluluktan uzak bir gülümsemeydi. O da Pamir’den farksız değildi. Pamir’i gördükçe, karşısında durdukça utanıyordu. Mahcubiyet duygusunu iliklerine kadar yaşıyordu. Keza abisi gibi gördüğü adamı kaybetmekte koymuştu ama bunu kendi yaptığı için sesini çıkaramıyordu. "Batuhan!" Sert bir şekilde seslendi Pamir, Batuhan'a bakarak. Batuhan duyduğu tahammülsüz sesle anında oturduğu yerden kalkarken bakışları aynı sesi kadar sert bakışlarla ona bakan komutanıyla buluştu. "Emredin komutanım!" diye hazır ola geçerken timin diğer üyeleri de saygılarından ötürü ayağa kalkmışlardı. Aynı zamanda hepsi şaşkındı. Çünkü Pamir, ilk defa Batuhan’ın adını ağzına alıyordu uzun süre sonra. Pamir birkaç saniye gözlerini çekmedi Batuhan’ın üzerinden. Sert bakışlarını üzerinde gezdirirken kaşları çatıktı. Elini arkasında bağladıktan sonra başını dikerek Batuhan’ın gözlerine baktı. Batuhan sertçe yutkunup komutanına doğru bakarken içten içe tedirgindi. "Diş fırçan var mı?" Pamir’in aniden sorduğu soru ile dumur oldu Batuhan. Kaşları havalanırken belli belirsiz başını salladı ve şaşkınca cevap verdi. "Var komutanım." Sesi ufaktan tırstığını belli ederken Pamir başını salladı keyifli bir şekilde. "Güzel." deyip duraksadıktan sonra ekledi. "O zaman bizim bulunduğumuz binadan başlayarak yemekhanede bulunan tuvalette dahil ellerinden öper. " Duyduğu kelimelerle Batuhan’ın gözleri şaşkınlıktan aralandı. İtiraz etmek için dudaklarını araladığı sırada Pamir tekrar konuştu. "Bir itirazın mı var!?" Sert ve itiraza tahammül edemediğini gösteren bir sesle sorusunu sorduğunda Batuhan sadece buna yutkunabildi. "Yok komutanım." Kısık bir sesle Pamir’e cevap verdiğinde Pamir kaşlarını çattı. "Duyamadım! Bir itirazın mı var asker!?" Daha yüksek sesle bağırırken Batuhan istediği gibi yüksek sesle cevap verdi. "Emredersiniz komutanım!" Pamir aldığı cevapla tatmin olmuşken bakışları yandaki üyelere döndü. Hepsi şaşkın bir şekilde bakarken Pamir sertçe konuştu. "Birinizi yardım ederken görürsem yakarım!" Bakışlarından ciddiliğini anlarlarken onaylamakla yetindiler. Pamir tekrardan Batuhan'a bakarak ters bakışlarını gönderdi. "Yarın sabah kontrol edeceğim." Başka hiçbir şey söylemeden yanlarından uzaklaşırken Yiğit elini Batu’nun omzuna atıp vurdu. "Allah kurtarsın kardeş, tuvalet fayanslarıyla ahbap olacaksın anlaşıldı." Batuhan sinirlenip Yiğit’in elini iterken sıkıntılı bir nefes verdi. "Ah be oğlum, yaktın başını. Komutanla konuşsaydın ne olurdu sanki? Bak bana keyfimdeyim." Kürşat, Batuhan’ın üzerine gidercesine konuşurken Ahmet araya girdi. "Gitmeyin çocuğun üstüne, göreceği varmış. Hadi tabana kuvvet aslanım." dedi eliyle omzunu patpatlarken. O sırada Taner ve Soner de gülmekle meşguldü. Gülüyorlardı ama işinin çok zor olduğunun da bilincindelerdi. Pamir hızlı adımlarla tekrardan binaya girerken arkasından gelen sesle adımlarını yavaşlattı. "Pamir!" Arkasını dönüp ona seslenen Hakan’a doğru baktı. Hakan ise yanına yaklaşıp sözlerine devam etti. "Nereye böyle hızlı hızlı?" dedikten sonra yüzündeki sırıtışla ekledi. "Eminim karını aramaya gidiyorsundur." Normalde olsa mutlaka Devrim'i arardı ama bugün ki soğuk tavrından sonra telefonu açsa bile çok umursamayacağını biliyordu. O yüzden aramıyordu onu, arayamıyordu sabah gidip görmüştü. Alttan alttan soktuğu lafları dinlemiş ve içinde ona hak vermişti. Zaten mantıklı düşündükçe aslında Devrim’in diğerlerine nazaran daha az suçsuz olduğunu anlamıştı ama insan en çok sevdiğine kırıldığı için gözleri onu görmemişti. "Odama gidiyorum Hakan." dedi Pamir sıkkın bir sesle. Hakan hafifçe kaşlarını çatarken mırıldandı. "Hala daha konuşmuyor musunuz?" Merakla Pamir’e bakmaya devam ederken Pamir iç çekerek cevap verdi. “Yaptıklarımın sonuçlarını düşünmemenin cezasını çekiyorum.” Dediğinde Hakan hafifçe kaşlarını çattı anlamak istercesine. Pamir ise devam etti. “Daha düne kadar kendimi haklı görüyordum ama dün aslında ne kadar abarttığımı anladım.” “İnsan sinirlendiği zaman, hayal kırıklığına uğradığı zaman doğru düşünemez. Sana da hak veriyorum ama en masumu Devrim sayılırdı. Bu ilişkide üçüncü bir kişiydi.” Dedi Hakan Devrim’i savunurcasına. Ardından ekledi. “Bora gelse sana bir sır verse, hem de Devrim’in kızacağı bir şey. Sende söylemekten çekinirdin.” Pamir böyle düşündüğünde hak veriyordu zaten, hayal kırıklığından ne yapacağını şaşırmıştı resmen. Elini Pamir’in omzuna koyup sıkarken keyifli bir tınıyla mırıldandı. “Yoksa kovdu mu savcı yengem seni evden?” dediğinde Pamir ters ters baktı arkadaşına. “Kovmadı ama kovmaktan beter edecek gibi duruyor.” Hakan aldığı cevapla birlikte güldü. “Hak ettin kardeşim, bu kadarını yapmayacaktın. Sevgine kör oldun.” Dedikten sonra ekledi. “Evden kovulursan kapım her daim açık sana biliyorsun.” Pamir dalga geçen arkadaşının elini tutup omzundan çekti. Hakan ise durumun ciddiliğini bildiğinden şakacı tavrından vazgeçerek ciddi bir şekilde konuştu. “Burçe’yi de anla be oğlum söylemesi zordur. Bu ülkede kadınlar erkekler gibi yetiştirilmiyor. Bir kadın sevdiği adamı öyle kolayca ailesi ile tanıştıramaz, vereceği tepkilerden korkar.” Genel manada düşünüldüğünde böyleydi. Ancak onların ilişkisi bunun dışında kalıyordu. Ardından aklına gelen cümleyi de ekledi. “Devrim’i hatırla, bir süre söyleyemedi ailesine.” Nasıl hatırlamazdı ki? Eli ayağına dolaşıyordu o günlerde. Komutanının karşısına geçip ben kızınızı seviyorum demek zordu. İlk önce Devrim söylemişti babasına. Gerçi Ahu hanımın desteğiyle olmuştu bu. Tabii onunla Bora'da öğrenmişti. Ama Ahu hanım sakinleştirmişti. Pamir’de gitmiş paşa paşa konuşmuştu sonrasında. Zaten aileleri tanıştığı için kolaylık olmuştu. Aile yemekleri, toplu oturmalar derken kaynaşmışlardı. O an yaşadığı duygular kalbine çöktü tekrardan. Batuhan’ı da anlıyordu. Anlatması zor bir meseleydi. Yine de kabullenemiyordu işte. Ondan saklamaları bir tarafa şu an içinde anlamsız kıskançlık oluşmuştu. Bora’nın yaptığı şeyleri çok iyi anlıyordu artık. "Ne yapacağımı, ne düşüneceğimi bilmiyorum Hakan." diye yakındı Pamir. Hakan ise akıl verircesine konuştu. "İş işten geçmiş artık oğlum, kabul edeceksin mecburen. Çıkmışlar bir yola, sana destek olmak yakışır." Hakan’ın sözleri mantıklı geliyordu. Zaten eninde sonunda öyle yapacaktı ama şimdi öyle kolayca hazmedemedi. O yüzden o destek olma işini erteleyecekti bir süre. Pamir derin bir iç çekerken yanlarına doğru yaklaşan erle birlikte bakışları ona doğru döndü. Er asker selamı verirken konuştu. "Pamir komutanım, Baran Albay sizi çağırıyor." "Geliyorum." Er yanlarından uzaklaşırken Pamir, Hakan'a teşekkür edercesine baktı. Hakan ise bunu anlayarak güldü. "Ne zaman ihtiyacın olursa kardeşim, buralardayım." dediğinde Pamir tek kaşını kaldırdı. "Bana pek öyle gelmedi, seni Sinem’e kaptırdık. Yüzünü gören cennetlik artık." Bu cümle ile Hakan’ın yüzündeki gülümseme daha da büyüdü. "Seni daha iyi anlıyorum artık biliyor musun? İnsan sevdiğinin yanında olmak istiyormuş hep." dediğinde Pamir sırıttı. "Vay be hayat, bunu da mı görecektik biz." Dalga geçercesine konuşurken Hakan başıyla komutanının odasını işaret etti. "Hadi git, komutanı bekletme." Pamir gülerek yanından uzaklaşarak komutanın odasına doğru ilerledi. Kapının önüne vardığında tıklatarak gerekli komutun ardından içeri girdi ve konuştu. "Beni emretmişsiniz komutanım." Baran Albay eliyle önündeki sandalyeyi işaret etti. "Gel Pamir, otur." Pamir, komutanının isteğini dinleyerek işaret ettiği yere ilerledi ve sandalyeye oturdu. Merakla komutanına doğru döndüğünde kapı tekrardan çalındı. İkisinin bakışları da kapıya döndüğünde Baran Albay’ın komutu ile kapı açıldı. İlk önce Soner içeri girdi, onun ardından da Pamir’in yakından tanıdığı bir yüz girdi içeriye. Pamir şaşırsa da yüz ifadesine bunu yansıtmadı. Soner’in ardından içeri giren kişi Gizem'di. Onun burada ne işi olduğunu kendi içinde sorgularken ilk önce Soner tekmil verdi. "Üsteğmen Soner Çevik." Ardından da Gizem. "Üsteğmen Gizem Eroğlu." Soner’in aksine Gizem sivil kıyafetleriyleydi. Pamir baş selamı verirken bakışlarını onlardan çekip komutanına doğru çevirdi. Baran Albay ise eliyle oturmalarını işaret etti. Gizem, Pamir’in karşısındaki yerini alırken Soner'de Pamir’in yanındaki sandalyeye oturdu. "Pamir, sen Gizem'i tanıyorsun. Aynı dönemdenmişsiniz zaten." dedi Baran Albay. Pamir başını sallayıp onu onaylarken Baran Albay ekledi. "Gizem operasyonda size eşlik edecek, biliyorsunuz kadın bir personele ihtiyacımız vardı bu operasyon için. Gizem'i uygun görmüşler. Soner sizde bu bağlamda kaynaşırsınız. Hoş geldin." Diyerek Gizem’e baktı. "Hoş buldum komutanım." dedi Gizem saygı çerçevesinde. Baran Albay aldığı cevabın ardından tekrardan konuştu. "Cumartesi günü akşam operasyon için yola çıkıyorsunuz, Pamir siz gerekli bilgiye ulaştıktan sonra Sancak timi size eşlik etmek üzere peşinizden gelecek. Askerlerine durumu anlatırsın." dediğinde Pamir onayladı. "Emredersiniz komutanım.” Geçtiğimiz günlerde belli olmuştu bu operasyon. Baran Albay, Soner'in yanında başka bir askerini görevlendirmesini istemişti Pamir’in. Pamir ise kendisi gönüllü olmuştu. Buradan kaçmanın ona iyi geleceğini düşünmüştü ama şimdi verdiği kararın pişmanlığını yaşıyordu. Karşısındaki kadının varlığı onu rahatsız etmeye yetmişti. Mecbur olmasa onunla yan yana gelmeyi istemezdi. Hele ki Devrim’in ne kadar rahatsız hissedeceğini tahmin ederken. Baran Albay başka bir şey söylemeyeceğini söylediğinde üçü de odadan çıktı. Bahçeye doğru ilerlerken Soner mırıldandı. "Komutanım sınır ötesine çıktığımızda istihbarattan arkadaşlar bizi karşılayacak." "Tamam, çıkmadan tekrardan planları yaparız. Zaten Gizem’e de operasyonun detaylarını anlatmamız gerekiyor. Soner sen halledersin." dedi Pamir düşünceli bir şekilde. Ardından bakışlarını Gizem’e çevirdi göz ucuyla. "Siz tanışmamıştınız, operasyonun başarısı açısından ufakta olsa kaynaşmanız işinize yarar." dediğinde Gizem onayladı ve elini Soner’e doğru uzattı. "Komutanım haklı, ben Gizem." Soner aynı onun gibi elini uzatıp Gizem'in elini tuttu ve sıktı. "Soner, memnun oldum." dedikten sonra ekledi. "Ankara’da mı görev yapıyorsunuz?" dediğinde Gizem reddetti. "Hayır, Iğdır'da görev yapıyordum. Komutanım Hakkâri özel kuvvetlerden istek var deyince ben gelmek istedim." İlk cümlelerini Soner’e bakarak anlatsa da son cümlelerini Pamir’e bakarak söylemişti. Aslında kastettiği şey belliydi, Pamir için gelmişti. Soner anladığını belirtircesine başını salladı. Binadan dışarı çıktıklarında Soner eski arkadaşları yalnız bırakmak için arkadaşlarının yanına ilerlerken Pamirle Gizem baş başa kalmışlardı. Pamir daha fazla baş başa kalmamak adına konuşacağı sırada Gizem ondan önce konuşma başlattı. "Nasılsın?" Burada durup onunla sohbet etmeyi istemiyordu elbette. Ama 3 yıllık okul arkadaşlığı hatırına mecburen cevap verdi isteksizce. "İyiyim, sen nasılsın?" Gizem bu isteksizce anlasa da umursamadı. "İyiyim bende, karşılaştığımızdaki gibi." Pamir başını belli belirsiz sağlarken Gizem tekrar konuştu. "Eşin nasıl, Devrim'di değil mi?" "Devrim gayet iyi." dedi kısaca Pamir. Zira konunun Devrim’e gelmesini anlamlandırmaya çalışıyordu bir yandan da. Pamir’in her kısa cevabında Gizem, konuşmamak istemediğini anlasa da Pamirle konuşma şansı yakaladığı için bunu umuruna getirmedi. "Bir gün evleneceğini düşünmezdim, pek sıcak bakmıyordun. Devrim ikna ederken zorlanmış olmalı." derken yüzünde alaylı bir gülümseme vardı. Pamir ise onun aksine mimiksiz bir şekilde bakıyordu. Hatta duyduğu sözlerle kaşları çatılmıştı hafiften. Evlendiğini duyduğunda şaşırmasının sebebi buydu Gizem’in. Aralarındaki ilişkiyi bitiren Pamir olmuştu çünkü. Yapamadığını, bir ilişkinin ona göre olmadığını belirten bir konuşma yapmış ve ayrılmıştı. Sonra mezun olana kadar da başka biriyle sevgili olmamıştı. Gizemle de çok sevdiği için değil, birbirlerine karşı hoşlantı hissettikleri için sevgili olmuşlardı. Ona karşı hissettiği ufacık kalp çarpıntısı şimdi Devrim'e hissettiklerinin yanında hiçbir şeydi. Bir zerre tanesiydi. "Karşıma Devrim’in çıkmasını bekliyormuşum demek ki. Hem o zamanlar çocuktuk, insan olgunlaşınca aile kavramını anlıyor. Sevdiği kadınla yuva kurmak istiyor. Gerçi Devrimle o zamanlar tanışsam yine evlenmek isterdim, öyle bir mesele bende." Bu sözleri hem Gizem'in sorgularcasına olan konuşmasını kesmek hem de Devrim'e olan sevgisini göstermek için söylemişti. Tam olarak kalbinden geçenlerdi bunlar. Ardından Gizem'in son söylediğine ek olarak devam ettirdi sözlerini. "Yani ikna etmesine gerek kalmadı, evlenme teklifini ben ettim ve ne yalan söyleyeyim onu ikna eden de bendim." Pamir’in cümleleri ile dumur oldu Gizem. Aklındaki Pamir hep daha farklı olmuştu. Devrim’in onun peşinden koştuğunu, evlenmek için ikna ettiğini falan düşünmüştü. Ama gerçek bambaşkaydı. Pamir koşmuştu Devrim’in peşinden, ikna etmek için uğraşmıştı. Devrimle harp okuluna girdiğinde karşılaşsa onu ilk gördüğü anda aşık olurdu tıpkı kafede çarpıştıklarında etkilendiği gibi. Yani zaman veya mekân önemsizdi onun için. Kalbi aşık olacağı, canını verecek kadar seveceği kişiyi çoktan seçmişti. Tüm düşüncelerini değiştiren kadın Devrim olmuştu ve Pamir bu halinden çok memnundu... Gizem’in rahatsız olduğunu hissettiğinde kendisi daha büyük bir rahatsızlık hissetti. Arkadaşlar birbiri için mutlu olurdu ama Gizem’in tavrı bambaşkaydı. Bu yüzden taviz vermeden sert bir tonda tekrar konuştu. “Burada olduğun sürece emir komuta zincirine devam edelim, harp okulunda değiliz. Kişisel mevzular bizi ilgilendirmiyor. Iğdır’da komutanlarına duyduğun saygıyı burada da görmek istiyorum üsteğmen.” İşte bu hamle Gizem için daha büyük bir yıkım olmuştu. Belli belirsiz başını sallarken bir asker olarak gerekli cevabı verdi. “Emredersiniz komutanım.” Pamir aldığı cevapla birlikte Gizem’in yanından uzaklaşacağı sırada duyduğu topuklu ayakkabı tıkırtılarıyla tahmin ettiği kişiyi karşısında görmenin hevesiyle başını geri çevirdiğinde gözleri o görmek için can attığı kahvelerle buluştu… ◔◔◔ Devrim Akyol Arslan’ın anlatımından, Kıskançlık, kurt gibi insanın içini kemiren, kıvılcımlarıyla insanın içini yakan bir duyguydu. Garip bir histi. Karşımda duran adam kocamdı, beni hayal kırıklığına uğratmayacağına adım kadar emin olduğum adamdı ama söz konusu eski sevgili olduğunda devrelerim yanıyordu sanki. Pamir’in davranışlarını daha iyi anlıyordum, korumacılığını, sahipleniciliğini daha iyi kavrıyordum ama onun kıskandığı adamlar benim eski sevgilim değildi. Kısa süreli bir şey olduğunu bilsem de rahatsız ediyordu işte beni. Engelleyemiyordum içimdeki ateşi. Hele ki Gizem'in yüzündeki gülümsemede hissettiğim samimiyet, küçücük cilve kırıntısı midemi bulandırmaya yetiyordu. Burada ne işi vardı? Ne zaman gelmişti? Neden gelmişti? Artık burada mı görev yapacaktı? Tüm bunlar aklımı kurcalayan soruların bir kısmıydı. Yine de burada durmayı bırakıp adımlarımı onların yanına doğru atmaya başladım. Topuklu ayakkabılarımın çıkardığı sesten kaynaklı ikisinin bakışları da bana doğru çevrilirken yüzüme küçük bir gülümseme takındım. Gizem’e aramızdaki sorunu belli edecek değildim. Pamir’in umursamaz bakışları, mimiksiz yüzü, soğuk duruşu beni gördüğüne sevindiğini belli edercesine değişirken elalarında bir pırıltı, dudaklarında bir tebessüm oluştu. Onun bu değişen yüz ifadesi, sadece bana bakarken hissettiğim sıcaklığı bedenimi çevrelerken gülüşüm daha da büyüdü. “Sevgilim?” Sesim sorgular gibi çıksa da bunu umursamadım. Pamir elini benim için kaldırırken benim sözüme karşılık verdi. “Güzelim… Hoş geldin?” Sesindeki merakı sezerken ona doğru yaklaştım. Pamir’in eli belimdeki yerini alırken yanaklarımızı birbirimize değdirerek selamlaştığımızda cevap verdim. “Hoş buldum.” Bakışlarım direkt olarak Gizem’i bulurken sesini işittim. “Hoş geldin Devrim.” Aynı onun gibi keyifsiz bir tınıda cevap verdim. “Hoş buldum, asıl sen hoş geldin?” Üzerine bastırarak buranın sahibi benim dercesine verdiğim cevapla birlikte Gizem yutkundu. Pamir belimdeki temasını sürdürürken gördüğüm durumu açıklamak amacıyla konuştu. “Gizem, bir operasyon için burada.” “Anladım…” dedim yüzümdeki küçük tebessümle. Ardından ekledim. “Tesadüfe bak bende tam zamanında gelmişim. Eğer konuşuyorsanız gidebilirim.” Diyerek baş parmağımla geriyi işaret ederken Pamir anında cevap verdi. “Hayır, konuşmamız bitmişti zaten.” Verdiği cevap hoşuma giderken aklıma gelen şeyle tekrar konuştum. “Nerede kalacaksın Gizem, istersen sana bir yer ayarlayalım.” Tabii ki bunu içimden gelerek yapmıyordum ama Pamir’in eski sevgilisi olmasının beni rahatsız etmediğini, önemsiz biri olduğunu göstermek için ilgileniyormuş gibi davranıyordum. Gizem hızlıca cevap verdi söylediğime karşılık. “Yok, Baran Albay ayarlamış. Teşekkür ederim Devrim düşünmen yeterli.” Başımla onay verirken Pamir’in bakışları bana doğru döndü. Neden buradasın der gibi bakan gözlerinin yanında sakin ve meraklı sesini işittim. “Baran Albay ile görüşmen mi vardı?” “Hayır, seni almaya geldim…” diye cevap verdim tebessümle. Pamir kolunu kaldırıp saate bakarken mırıldandı. “O kadar olmuş mu ya?” Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı belli ki. Bakışlarını saatten çektikten sonra tekrardan bana çevirdi. “Ben üniformamı çıkartayım o zaman, iki dakika bekleteceğim seni.” Dediğinde onayladım. “Beklerim…” Pamir hızlı adımlarla yanımızdan ayrılırken Gizemle baş başa kalmıştık. Birbirimize kaçamak bakışlar atarken Gizem meraklı bir şekilde konuştu. “Sen nasılsın Devrim? İşler nasıl gidiyor, savcıyım demiştin. Yoğun mu adliye? Şu aralar vergi kaçakçılığı fazla, sizin işinizde zordur.” Diye kendince tahmin üretirken onayladım. “Öyle, savcı arkadaşlarım bu konuda mustarip. Ben genelde cinayet davalarına baktığım için bilmiyorum. Ama evet yoğunuz yine de.” “Sizin işinizde zor. Biriniz askersiniz, biriniz savcısınız. Zor görüşüyorsunuzdur.” Alttan alttan imali cümleler kurmasına karşılık tebessümümle cevap verdim. “Gün içinde görüşmesek de geceler bizim sonuçta merak etme sen.” Gizem bu cümlemle hafiften bozulur gibi olurken bakışlarım hızlı adımlarla binaya doğru ilerleyen Batuhan’ı buldu. “Operasyonda başarılar, iyi günler.” Diyerek yanından ayrılırken cevabını beklemedim. Batuhan’a doğru ilerlerken seslendim. “Batuhan!” Ona seslenmemle birlikte Batuhan’ın adımları duraksadı. Bakışları bana doğru dönerken panik bir ifadesi vardı. “Yenge?” Yine de buna rağmen sıcacık bir ses tonuyla bana cevap verirken merakla mırıldandım. “Batuhan, nereye gidiyorsun öyle koştur koştur?” Elindeki diş fırçası dikkatimi çekerken aklıma gelen ihtimalle kaşlarım havalandı. Batuhan ise iç geçirdi. “Sorma yengem, biraz temizlik işim var. Onu yetiştirmem lazım.” Yaptığı açıklama düşüncelerimi doğrularken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Pamir başlamıştı belli ki eziyetlere. Ama bu iyi bir şeydi, bütün bunların sonunda yavaş yavaş alışacaktı onlara. “Kolay gelsin…” dedim kıyamayarak. Batuhan küçük bir tebessüm etti. “Sağ ol… Sonra görüşürüz.” Deyip yanımdan ayrılırken hızlı adımlarla karşısındaki binaya girdi. Pamir şanslıydı. Abimle rütbeleri aynı olduğu için abim ona bu tarz görevler veremiyordu. Babamsa biz ilişkiye başladığımızda zaten emekli olmuştu. O yüzden bu tarz şeyler yapmamıştı. Yine de abimde laflarıyla, bakışlarıyla, imalarıyla az çektirmemişti. İsteme günü yaptığını unutmuyordum elbette. Batuhan bu konuda şanssızdı biraz. Komutanıydı Pamir ve tersi pisti. İstediğini yaptırtabilirdi. Buna kimsenin müdahale etmesine de izin vermezdi. Batuhan’ın arkasından bakarken Pamir’in alaylı sesiyle irkildim. “Yemekhane orası güzelim…” Batuhan’ın ardından düşüncelere daldığım için Pamir’in geldiğini görememiştim. Bakışlarımı ona doğru çevirirken Pamir ekledi. “Çok merak ettiysen gezdireyim.” “Öyle dalmışım…” dedim düşünceli bir şekilde. Pamir hafifçe kaşlarını çatıp dikkatle yüzüme baktı. “Bir sorun mu oldu ben gittikten sonra? Gizem bir şey mi söyledi?” Sesindeki telaşı sezdiğimde tek kaşımı kaldırdım. “Bir şey mi söylemesi gerekiyor?” Merakla gözlerine baktım Pamir’in. Elaları gayet samimiydi bana bakarken. Omuz silktiğinde de bu samimiyet değişmedi. “Hayır, sadece sözleri canını sıktıysa diye.” Canımın sıkılmadığını söyleyemezdim ama bunun sözleriyle alakası yoktu. Her kadın kıskanırdı elbet. Kıskançlığın getirdiği can sıkıntısıydı benimki. Pamir bir süre sessiz kaldıktan sonra tam olarak aklımdan geçen cümleyi söyledi. “Gerçi onun burada olması başlı başına bir sıkıntı.” Tepkimi merak ederek bana bakarken omuz silktim. “Sorun değil.” Sonuçta görev için gelmişti kadın. Olmaz diyecek halim yoktu. Pamir elini bana doğru uzattığında tereddüt etmeden tuttum elini. Gizem buralarda olduğu için temas etmemiz en iyisiydi. El ele otoparka ilerlediğimizde bizim geldiğimizi gören ikili kapımızı açarken Pamirle yan yana arka koltuklara oturduk. Pamir, Mesut ve Enginle ufak sohbet ederken bende onları dinliyordum. Bir yandan da düşünüyordum. İçimde hala daha büyüyen bir sıkıntı vardı. Hala daha aramızdaki sorunu halledebilmiş değildik. Ona karşı soğukta dursam içimde bunu düşünüp duruyordum. Ne zamana kadar böyle devam edecektik? Lojmana giriş yaptığımızda Mesut ve Engin’e teşekkür ederek araçtan indik. Pamirle arkalı önlü binaya girerek evimize çıktık. Anahtarla kapıyı açtıktan sonra içeri girdiğimizde ikimizde sessizdik. İç geçirerek Pamir’e doğru baktım. O da bana bakarken benden önce davranıp mırıldandı. "Sen üzerini değiştir, bende yemekleri hazırlayayım." Geçtiğimiz günlerin aksine düşünceli bir şekilde konuşmasıyla belli belirsiz başını salladım ve odamıza doğru ilerledim. Üzerime şortlu rahat kıyafetlerimi giydikten sonra saçlarımı toplayarak odamızdan çıktım. Mutfağa girdiğimde yemekleri çoktan ocağın üzerine koyduğunu ve altını yaktığını gördüm. Kendisi de tezgâhın başına geçmiş salata yapıyordu. Benim mutfağa girdiğimi gördüğünde küçük bir tebessümle mırıldandı. "Salata hazır olmak üzere, istersen otur." "Sofrayı hazırlayayım." deyip söylediğinin tersini yaparak tabakları, çatal ve kaşıkları çıkardıktan sonra masaya yerleştirdim. Pamir’de salatasını bitirip masaya yerleştirdi. Bütün bunları yaparken ikimizde sessizdik. Bu sefer soğukluğu ben araya koymuştum. Duygularım karışmıştı artık birbirine. Zaten hiçbir zaman duygularını dozunda yaşayabilen biri olmamıştım ama şimdi daha bir karışmıştı aklım. Her şey hazır olduğunda yemeğimizi yemek üzerine masaya geçtik. Her ne kadar aramıza soğukluk koymak istesem de aklımdan geçeni dile getirmeden edemedim. “Batuhan’ı gördüm, temizlik yapacakmış sanırım…” diye söze başladığımda Pamir ağzındaki yemeği çiğnerken başını salladı. “Temizlikçi abimiz rahatsızlanmış, birinin temizlemesi gerekiyordu. Sağ olsun o da gönüllü oldu.” Buna inanmamıştım elbette ama inanmış gibi yaparak belli belirsiz güldüm. “Eminim severek yapıyordur.” Dediğimde Pamir keyifsiz bir tınıyla cevap verdi. “Yarın göreceğiz severek mi yapıyor?” Önümdeki içecekten içerken Gizem’i gördüğümde ve Pamir’in verdiği cevabı duyduğumdan beridir aklımı kurcalayan sorumu dile getirdim. “Operasyondan bahsettin, sende gidiyor musun? Yoksa Gizem başka bir timle mi gidecek?” dedim merakla. Bu konu zihnimi ele geçirmişti elbette. Merak etmeden duramıyordum. Pamir bana doğru bakarak cevap verdi. “Ben, Soner ve Gizem gidiyoruz. Cumartesi günü akşam.” Dediği anda hafifçe kaşlarım çatıldı. Soner istihbaratçıydı, yani sahada bir göreve gidiyorlardı. “Timde sonradan bize katılacak.” Belli belirsiz başımı salladım. Vedalaşması zor olacaktı. Evlendiğimizden beridir ilk operasyonu olacaktı bu. Daha doğrusu uzun süreli ilk operasyonu olacaktı. Dahası aramız o güne kadar ne eskisi gibi olabilecek miydi bu düşündürüyordu. Aramız kötüyken onunla ayrılmak istemiyordum. Önümdeki yemekle oynarken Pamir’in sesini işittim. “Gizem’in gelmesini ben istemedim. Soner’e biri lazımdı, ben gönüllü oldum geçtiğimiz günlerin birinde. Baran Albay’da diğer şehirlerden birinden istek yapmış. Gizem geldi.” Kendini açıklamak için kurduğu cümlede dikkat ettiğim tek bir şey vardı: gönüllü olması. Gönüllü olduğu gün bana da, kardeşine de, askerine de kızgın olduğu günlerden biriydi. Ve bizden uzaklaşmak için gönüllü olmuştu. Bu ihtimal bir mıh gibi kalbime çökerken boğazımda kocaman bir yumru oluştu. Benden zaten kaçıyordu, uzak duruyordu. Bir de daha da uzaklaşmak istemişti. Bu kadarını hak etmemiştim. Kimse etmezdi. Elbette görev beklemezdi ama göreve gönüllü olması gerçekten içime oturmuştu. Kimse onu bu gönüllülüğe zorlamazdı. Timinden herhangi bir askeri görevlendirebilirdi ama kendisi kaçmayı seçmişti. “Anladım…” dedim burukça. Yüzümde samimiyetten uzak bir gülümseme oluştu. “Benden daha da uzaklaşmak istedin…” Kırgınlığımı belli edecek tonda söylemiştim bunu. Kırılmıştım çünkü. Açık açık söylüyordu, senden uzaklaşmak istedim diyordu. Vücuduma bir ürperti yayılırken Pamir’in elaları kahvelerimle buluştu. Kırıldığımı anlamıştı. Gözlerinden hüzünlü bir ifade geçerken açıklamak amacıyla konuştu. “Mantıklı düşünemediğim günlerin birinde verdiğim karardı...” Vereceğim tepkiden korkarcasına dile getirmişti bunu. Bakışlarımı ondan çekmeden titrek bir nefes verdim dudaklarımın arasından. “Günlerce benden kaçmamış, beni görmezden gelmemiş gibi bir de kırgın bir şekilde benden uzaklaşmak istedin. Hem de geri dönüp dönmeyeceğin belli değilken.” Gözlerim benden bağımsız dolarken bu huyumdan nefret ettim. Ağlamak istemiyordum ama kendimi tutamıyordum artık. “Halletmeye çalışıyorum, görmüyor musun Devrim?” dedi yakınırcasına. Görüyordum, çabasını görmüştüm bugün. Ama neden ben vazgeçtiğimde görüyordum bu çabayı? Neden başıma bir şey gelmeden kıymet görmüyordum? Beni bunlar düşündürtüyordu. “Evet, görüyorum.” Dedim üzerine basa basa. Pamir üzgün gözlerle baktı gözlerime. “Emin ol pişmanlığım çok fazla, gönüllü oldum şimdi ben gelmiyorum diyemem. Tüm operasyon planlandı sayılır.” Dedikten sonra ekledi. “Gözlerindeki hayal kırıklığını görebiliyorum, buna sebep olmaktan nefret ediyorum ama zamanı geri alamıyorum. Emin ol alabilsem en başından oturup adam gibi konuşmak isterdim. Seni anlamak isterdim.” Kendinden emin bir şekilde konuşurken bakışlarımı kaçırdım. Bizim sorunumuz buydu zaten. Mantıklı düşünemiyorduk işin içine kırgınlıklarımız girdiğinde. “Boş versene.” Dedim umursamaz bir tonda. Biraz önce yaşadığım hayal kırıklığı bedenimi ele geçirmişti ve ben o kırıklığın benim davranışlarımı ele geçirmesine izin veriyordum artık. “Zaten sen kararını vermişsin. Herkesten, en önemlisi karından uzaklaşmayı seçmişsin. İnsan sinirliyken zaten söylemek istediklerini söylemez mi aslında ya da yapmak istediklerini.” “Hayır..” diye reddetti beni. “Hayır Devrim, sadece uzaklaşırsam mantıklı düşünürüm sandım. Hata yaptım biliyorum, çok pişmanım. Özür dilerim, gerçekten çok özür dilerim.” Samimiyetle kurduğu cümleyle yüzümde mimik oynamadı. Neden bunu zorunluluktan yaptığını hissediyordum ki? Artık bende duygularımı şaşırmıştım. Yüzümde buruk, mutluktan uzak bir gülümseme, acının tebessümü oluşurken mırıldandım. “Belki de biz evliliği beceremedik…” dediğimde Pamir kaşlarını çattı. Gözlerinde endişe emareleri oluştu. “Ben öğrenciyken sen göreve yeni başlamışken her şey daha güzeldi sanki... evlenmek bizi değiştirdi sanırım." dedim sorgular gibi. Pamir düşüncelerimi dinledikten sonra başını iki yana salladı. "Yaşadığımız tartışmalar yüzünden böyle düşünüyorsun biliyorum." dedi sıkıntıyla. Ardından ekledi. “Ama hayır, sadece yeni rollerimizde kendimizi tanımamız gerekiyor. Tek kişilik değil de iki kişilik düşünmek gerekiyor, ben bunu atladım.” Dedi pişmanlıkla. Omuz silkerek bir cevap vermedim. Bir şey demeyecektim artık. Pişmanlık tüm bedenini sarmıştı, bir şeyler için de çabalıyordu ama ben içimdeki kırgınlıkla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. Belki de biraz uzaklaşıp düşünmesi gereken kişi bendim... ***** Gece çok fazla uyku tutmamıştı. Yatağa erken girmiştim uyumak için ama uyuyamamıştım. Saat gecenin bilmem kaçıyken Pamir gelmişti yatağa. Yanıma uzandıktan sonra elini belime atmış, bedenimi kendi bedenine yaklaştırmıştı. Sırtım, çıplak göğsüne yaslanırken tepkisiz kalmak için direnmiştim. Kollarıyla bedenimi sararken uzun süre sonra nefes aldığımı hissetmiştim. Belki bunu uyuduğumu düşünerek yapıyordu, belki de uyumadığımın farkındaydı ama yine de iyi gelmişti.
Sabah uyandığımda onun kollarının arasında değildim. Bedenlerimiz ayrılmıştı bedenlerimiz büyük ihtimalle. Saate baktığımda daha sabahın 6’sı olduğunu görmüştüm. Ancak uykumun olmadığını hissederek yataktan kalkmıştım. Sessiz olmaya özen göstererek gardırobuma ilerlemiş gri renk bir etek ve ceket takımı seçerek odadan çıkmıştım.
Lavaboda işlerimi hallettikten sonra mutfağa geçerek kahvaltılıkları masaya yerleştirip ufak bir kahvaltı yapmış. Sonra da hazırlanarak evden çıkmıştım. Evde durmak istememiştim bugün. Duvarlar üzerime üzerime gelmişti. Gece bile zor uyumuştum. Saat henüz erkendi ancak bugün Elif’in evinden çıkan intihar mektubunun incelenmesi tamamlanıyordu. Oradan çıkacak sonuçla birlikte bir iddianame hazırlayarak davayı kapatma yoluna gidecektim. Mert her ne kadar itiraz etse de notta onun yazdığını doğrularsa intihar olmaması için bir sebep yok demekti. Taksiyle ilk önce adliyeye geçerek odama ilerledim. Dosya için iddianameyi hazırlamaya başlamadan önce Mesut’u arayarak direkt adliyeye gelmelerini söyledim. Ardından da iddianameyi hazırlamaya başladım. İddianameyi hazırlamaya dalmışken telefonumun çalmaya başlamasıyla birlikte bakışlarımı telefona çevirdim. Pamir’di arayan. Hiç bekletmeden telefonu alıp aramayı açtım ve kulağıma götürdüm. “Efendim?” Karşıdan Pamir’in rahat bir nefes verdiğini işitirken sesini duydum hemen sonra. “Günaydın, erken çıkmışsın. Göremeyince merak ettim. Duymamışım da çıktığını.” Sesi hem meraklı hem de daha sıcak sayılırdı. Belki de sitemim işe yaramıştı. “Uyku tutmadı, adliyeye geldim. Yazmam gereken bir iddianame vardı ona bakıyordum. Sen derin uyuyordun.” Pamir anladığını belirten bir mırıltı çıkardı. Bense ekledim. “Benim biraz işim var.” Diye kapatmak istediğimi ima ederken Pamir sıkıntılı bir nefes aldı. “İyi mesailer o halde.” “Sana da.” Diyerek telefonu kulağımdan indirdim. Madem benden uzaklaşmak için göreve gidiyordu o zaman gurursuzluk yapmayacaktım. İstediği uzaklığı sağlayacaktım ona. Bu demek değildi ki onu uğurlamayacağım, arkasından yolunu gözlemeyeceğim. Elbette uğurlayacaktım, çok da özleyecektim ama zaman ihtiyacı varsa istediği zamanı verecektim. Kaç saat geçtiğini bilmezken mesai saatinin çoktan başladığını fark etmemle birlikte sırtımı koltuğa yasladım. Başımı bir sağa bir sola eğip kendimi rahatlatırken kapının önündeki konuşma sesleri kulağıma doldu. “Devrim savcım gelmedi henüz, ben kapısını açıyorum. Siz raporu bırakın isterseniz. Ya da birazdan gelir, kendiniz teslim edersiniz.” Tuna beyin söylediği cümlelerle oturduğum yerden ayağa kalktım. Kapıya yaklaşıp açtığımda mırıldandım. “Günaydın beyler.” Tuna beyde, Cenk’te şaşkınca bana bakarken Tuna bey hızla konuştu. “Günaydın savcım, henüz gelmediniz sandım. Kusura bakmayın.” “Sorun değil.” Dedim normal bir sesle. Bakışlarım Cenk’i bulduğunda elindeki rapor dikkatimi çekti. Sarı bir zarfın içindeydi ve açılmamıştı. “Rapor çıktı ha komiser?” dediğimde Cenk onayladı beni. “Buyurun savcım.” Uzattığı zarfı elime alırken Tuna beye hitaben konuştum. “Bize iki çay getirir misiniz.” Emrimle birlikte Tuna bey uzaklaşırken elimle odamı işaret ettim. Cenk komiser isteğim üzerine odaya girerken kendi yerime oturduktan sonra emrettim. “Otur.” Tuna bey çaylarımızı getirdiğinde birkaç yudum içerek zarfı açtım. Dikkatle raporu okumaya başladığımda her şey normaldi. Elif’in evinde bulunan kalemle yazılmıştı. Kâğıtta parmak izi vardı. Kalemde parmak izi vardı. “Her şey normal görü-“ daha cümlemi tamamlayamadan dikkatimi çeken detayla duraksadım. Harflerin eğimine göre not sol elle yazılmıştır. Verilen not defteri ile karşılaştırıldığında yazının defterdeki yazılarla uyumlu olmadığı tespit edilmiştir. İşte bu cümle intihar mektubunu Elif’in yazmadığını gösteriyordu. Notu kim yazmıştı? Notu yazan kimse Elif’in camdan düşmesine neden olmuştu. Komşular eve giren çıkan kimseyi görmediğini söylemişti. Sadece alt komşusu yüksek sesli konuşmaların olduğundan bahsetmişti. Okuldaki birkaç arkadaşıyla konuştuğumuzda evinin bilmediklerini, ders çalışacakları zaman genelde kütüphanede buluştuklarını söylemişti. Evi bilen iki kişi vardı bizim bildiğimiz. O da Mert ve Sude idi. Mert, Elif’in böyle bir şey yapmayacağını savunuyordu. Sude ise yapabileceğini. Elimdeki kağıdı Cenk’e doğru uzattım. Kağıdı alıp sonuç kısmını okurken şaşkınlıkla bana doğru baktı. “İntihar değil o zaman?” Sorgular bir biçimde konuşmasını onayladım. “Evet. Sana söylediğim şeye baktın mı? Mert ne zaman gelmiş Türkiye’ye?” “Söylediği gibi haberi aldığında yola çıkmış. Türkiye’ye giriş yapan uçakla, Mert’in emniyete geliş saati uyumlu. Aldığı biletin tarihi de bunu onaylıyor.” O zaman Mert değildi. Zaten bunun bir intihar olmadığını söyleyende oydu. Bile bile kendini açığa çıkartır mıydı? Pek sanmıyordum. Oturduğum yerden ayağa kalkarken mırıldandım. “Mert ve Sude’yi tekrardan emniyete çağır. Sude koşarak caddeden gelmişti o gece. Geldiği caddenin kamera kayıtlarını görmek istiyorum. Evi gören kamera yok ama caddeyi gören Mobeseler vardır.” Dediğimde Cenk komiserde benimle ayağa kalktı. “Emredersiniz savcım.” Arkalı önlü olarak odadan çıkarken ben kendi arabama, Cenk’te kendi arabasına bindi. Emniyete doğru hareket ederken aklımda bunu kimin yapmış olabileceği ihtimali vardı. Bir insan en yakın arkadaşın dediği kişiyi öldürüp sonra da ağlayabilir miydi? Bu kadar oyunculuk yapabilecek kadar psikopat mıydı? Mert’in Türkiye’de olmaması onu suçlu olma ihtimalinden uzaklaştırıyordu ama yine de tedbiri elden bırakmayacaktık. Her ne kadar Sude’nin üzerine düşüyor da olsam Mert’te benim için suçlu sayılırdı. O ikisi hariç görüştüğü çok kişi yoktu. Öğretmenleri de bunu doğrulamıştı. Herhangi biri değildi. Kimseyle bir derdi yoktu, bir sıkıntısı yoktu. Kavgalı olduğu kimse yoktu, herhangi bir tefeciyle veya suç örgütüyle bağlantısı yoktu. Normal kendi halinde bir kadındı. Saatler sonra emniyete ilk giriş yapan Mert olmuştu. Onu sorgu odasına alırken tekrardan karşısına geçip oturdum. “Bir bilgi mi var?” Meraklı gözlerle bana bakarken geçtiğimiz günlere göre daha iyi olduğunu gördüm. Toparlanmamıştı elbette ama iyi görünüyordu. “Henüz yok.” Dedim üzerinde durmayarak. Ardından elimde getirdiğim beyaz kağıdı bir kalemle birlikte Mert’in önüne uzattım. “Sorduğum soruların cevabını bu kağıda yazar mısın?” Elif’in intihar mektubunu yazan kişi solaktı. Ayrıca yazıların karşılaştırılmaları açısından bu önemliydi. Mert kaşlarını çatıp anlamak istercesine baktı bana doğru. “Neden böyle bir şey yapıyorum?” dediğinde mimik kıpırdatmadan baktım yüzüne. “Gerekli prosedürlerden biri.” Mert ikna olmasa da dediğimi yapıp kalemi sağ eline aldı. Ne yazması gerektiğini anlamak istercesine bana bakarken genzimi temizledim. “Elif ile en son telefonda neler konuştuğunuzu detaylı bir şekilde yaz.” Dediğimde Mert kaşlarını çattı. “Bunu söylemiştim diye hatırlıyorum.” Dediğinde tek kaşımı kaldırım. “Biz ikna olmadık ama.” Bu söylediğimle beraber afallarken birkaç saniye duraksadı. Ardından oyalanmadan yazmaya başladı. Sağ elini kullanıyordu ve gayet rahatlıkla yazıyordu cümleleri. Hem sağ elini hem sol elini kullanıyor olabilirdi ancak Türkiye’ye geliş saatinin uyumunu dikkate alırsak suçlu olan o değildi. Yine de yazısını incelemeye gönderecektik elbette. Mert yaklaşık 3 dakika kadar bir sürede yazıyı yazıp bitirdiğinde kağıdı önüme doğru uzattı. Kağıdı elime aldığımda dikkatle baktım yazıya. İntihar mektubundakine benzemiyordu. Anlattığı gibi günlük konuşmalarından bahsetmişti yazıdan. Oturduğum yerden ayağa kalkarken tekrar konuştum. “Ne kadar daha buradasın?” “Bir süre daha buradayım, Elif’in katili hakkında bir bilgi edinmeden buradan gitmeyeceğim.” Dediğinde dikkatle baktım gözlerine. Mert kararlı bir biçimde bana bakarken gözlerimi kıstım. “Bir katilden bahsedip duruyorsun, şüphelendiğin birisi mi var?” dediğimde Mert başını iki yana salladı. “Hayır, sadece sevdiğim kadını tanıyorum. O öyle birden krize girip kendini atmaz, eminim.” Bir şey söylemeyip odadan çıktım. Çok kararlı görünüyordu. Artık bizde emindik orada başka biri olduğundan. Bu kişi Mert değil gibi duruyordu. Sorgu odasındaki polis memurlarına Mert’i çıkartmalarını işaret ettiğimde elimdeki kağıdı Cenk’e uzattım. Cenk kağıdı incelerken konuştum. “Mert değil.” Cenk dudaklarını büzerek baktı bana. “Bende öyle olduğunu düşünüyorum savcım ama bu gözler neler gördü.” Haklıydı, hiç beklemediğimiz kişiler katil olabiliyordu. Mert’in odadan çıkartılmasının ardından Sude getirildi odaya. Camın arkasından dikkatle ona bakarken masanın üzerine yasladığı eliyle oynadığını fark ettim. Bu bir gerginlik jestiydi. Neden bu kadar geriliyordu? Bir şeyler mi biliyordu yoksa bu işin asıl müsebbibi kendisi miydi? Hiç beklemeden odaya girdiğimde bakışları beni buldu. Karşısına geçip oturduğumda gözbebekleri titreyerek bana doğru baktı. “Bir şey mi buldunuz?” gergince sorduğu soruyla tek kaşımı kaldırdım. “Bir şey mi bulmamız gerekiyordu?” Sorduğum soruyla birlikte hızlıca başını iki yana salladı. “Hayır, sadece beni onun için çağırdınız sandım.” Önümdeki kağıdı aynı Mert’e yaptığım gibi kalemle birlikte önüne doğru ittim. “Sana sorduğum sorunun cevabını buraya yaz.” Dediğimde hiç sorgulamadan sol eline kalemi aldı. Elinin ufaktan titrediğine şahit olurken bakışlarım elinden gözlerine çıktı. “Elifle son telefon konuşmanızın detaylarını yaz kağıda.” Dediğimde yutkundu. “Anlatmıştım, eksik mi var?” dediğinde iç çektim. “Sence bir eksik mi var?” Sorularımla köşeye sıkışmışken başını iki yana salladı. “Hayır.” Dedikten sonra kağıda yazmaya başladı. Sol eliyle yazdığı yazıya dikkatle baktım. Bakışlarım siyah bantlı olan cama doğru kaydı. Sol elle yazdığını Cenk’te görmüştü. Yani bu ihtimal şu an için Elif’i potansiyel suçlu hale getiriyordu. Sude cümlelerini bitirip kâğıdı bana uzatırken dikkatle baktım yazıya. Bu da pek benzemiyordu sanki. Ama nota dikkatli bakmamıştım. İncelemeler sonrası öğrenecektik benzeyip benzemediğini. “Sude…” diyerek dikkatle kıza baktığımda gözlerini kırpıştırarak bana doğru baktı. “Elif’in ölüm haberini nasıl aldın?” Sorduğum soruyla birlikte yutkundu. “Evde sıkıldım, telefonla da konuşmak yetmeyince Elif’e gideyim dedim. Sonra eve yaklaştığımda oradaki kalabalığı gördüm. Aklıma direkt Elif geldi, söylemiştim size böyle bir şey yapma potansiyeli vardı.” Dediğinde ifadesizce baktım suratına. Toplanmış birçok insan, polis arabaları görmüştü ve direkt aklına Elif gelmişti. İlginçti gerçekten. “Madem arkadaşının bu kadar intihara meyilli olduğunu gördün, neden yardım almasını istemedin?” ciddi bir tonda konuşurken Sude ağlamaklı ifadeyle yüzüme baktı. “Beni dinlemezdi ki.” Dediğinde tek kaşımı kaldırdım. “Bu hayatta tek yakınım dediği kişisin seni neden dinlemesin?” “Ben sorguya mı çekiliyorum?” lafı değiştirmek için söylediği cümle ile ona doğru eğildim. “İster sorgu de ister sohbet… Her şekilde arkadaşının gerçekten intihar mı ettiğini yoksa bunun bir cinayet mi olduğunu çözmeye çalışıyoruz. Sen çözülmesini istemiyor musun?” Gözlerimi üzerinden çekmezken gözlerime anlamsızca baktığını gördüm. Bir an için duraksasa da hızlıca cevap verdi. “Neden istemeyeyim sadece onunla ilgili konuşmak bana iyi gelmiyor, anılarımızı hatırlıyorum.” Hafiften gözleri dolmaya başladığında oturduğum yerden ayağa kalktım. “Madem öyle sen biraz daha sakinleş, belki yine yardımına ihtiyacımız olur. Aradığımızda bulalım seni.” Dediğimde Sude belli belirsiz başını salladı. Odadan çıktığımda direkt olarak elimdeki kağıdı Cenk’e uzattım. “Bu iki yazıyı ve Elif’in evinden çıkan intihar notunu incelenmek üzere gönder. Benim ricamı ilet, sonuçlara bir an önce ulaşalım.” Dediğimde Cenk onayladı. Canım sıkkın bir biçimde Cenk'in odasına ilerlediğimde odayı dolduran zil sesiyle hızlı adımlarla masaya ulaştım. Masanın üzerindeki telefonun ekranı kapandığında cevapsız çağrı düştü ekrana. Telefonu elime aldığımda ekranda 2 tane cevapsız aramanın olduğunu gördüm. İkisi de Pamir’dendi. Bugün hiç olmadığı kadar konuşkandı. Numarasına tıkladıktan sonra kulağıma götürdüm. Telefon bir çalışın ardından açılırken Pamir’in sesini duydum. "Güzelim?" Sesi öyle içten gelmişti ki gülümsememe engel olamadım. "Beni aramışsın, sorgudaydım." dediğimde Pamir onayladı. "Öyleymiş, Tuna bey söyledi emniyette olduğunu." Söylediği sözle şaşırmadan edemedim. "Adliyeye mi geldin?" dedikten sonra aklıma gelen diğer ihtimali söyledim. "Yoksa beni kontrol etmek için bu sefer Tuna beyi mi aradın? Cenk'i arasaydın daha kolay bilgi sahibi olurdun." dedim kırgın bir biçimde alttan imalı imalı. Bu konu canımı çok sıkmıştı çünkü. Ne olursa olsun beni emir verdiğim birine küçük düşürmüştü. Bunun için ayrı kızıyordum. Pamirse bunu anlayarak derin bir nefes aldı. "Biliyorum batırdım..." dedi kabullenerek. Bunu bilmesi çok güzeldi. "Teşekkür ederim bu sefer beni arama zahmetine girmişsin." dedim lafımı esirgemeden. Pamir hızlıca cevap verdi. "Özür dilerim..." sıkkın bir biçimde dile getirdiği cümle ile kaşlarım çatıldı. Hangisi içindi bu özür? "Özür yemeğine çıkarmak istedim seni, ondan geldim adliyeye. Sonra Tuna bey emniyette olduğunu söyledi. Emniyete gelecektim ama tekrar tabura dönmem gerekti." Samimi bir biçimde kendini ifade ederken iç geçirdim. Hatasını anlamıştı demek ki. Bu güzeldi. Anlaması için illaki soğuk mu davranmam gerekiyordu. Odanın kapısı aniden açıldığında düşüncelerim dağıldı. Bakışlarım kapıya döndüğünde Barlas'ı gördüm. O da beni gördüğüne şaşırırken mırıldandı. "Kusura bakmayın savcım, odanın boş olduğunu söylemişlerdi." Açıklamasıyla birlikte karşılık vereceğim sırada onun arkasından gelen Serkan'ın sesini duydum. "Savcım geldiniz mi?" Muhtemelen Barlas'a seslenmişti. Ama odada beni görünce şaşırdı. "Devrim savcım?" "Bir dakika." diyerek Pamir’e hitaben konuştum. Ardından Barlas ile Serkan'a baktım. "Bir sorun mu var komiser?" dediğimde Serkan cevap verdi. "Yok savcım, sizin burada olduğunuzu bilmiyordum." "Gelebilirsiniz, çıkıyorum ben." diyerek odanın kapısına yaklaşarak dışarı çıktım. Dikkatimi Pamir’e yönelterek mırıldandım. "Anladım, burada biraz yoğunum ben. Sende tabura dönmüşsün zaten. Akşam evde görüşürüz." dedim dilediği özrü es geçerek. Telefondan dilenmiş bir özür her ne kadar sesinden samimi olduğunu da yansıtsa ben yüz yüze konuşma taraftarıydım. "Tamam, öğününü aksatma ama. Kolay gelsin." Her ne kadar canı sıkkın olsa da düşünceli bir şekilde konuşması hoşuma gitmişti. "Sana da kolay gelsin." Telefonu kapatıp derin bir iç çekerek bu sefer görüntülerin bulunduğu odaya doğru ilerledim. Odaya girmemle birlikte bu aralar sıkça görüştüğümüz polis memuru oturduğu yerden ayağa kalktı. “Savcım?” “Kolay gelsin, Elif Taşan’ın evinin yakınındaki tüm mobeseleri görmek istiyorum. Özellikle 12 Eylül tarihini sabahtan itibaren didik didik inceleyeceğiz” Dediğimde hızlıca bilgisayara belirli olan adresi girdi polis memuru. Dosyada bulunan Mert ve Sude’nin resmini çıkartıp polis memurlarına gösterdim. “Özellikle bu iki kişiden birini gördüğünüz zaman bana haber verin.” Birçok kamera görüntüsü vardı. Sokakları gören iki tane farklı açı kamera vardı. Böylece eve kimin girdiğini görebilirdik. Bir tanesi özellikle binanın yan tarafını gösteriyordu. Eve kim girdiyse ve eğer planlı bir şekilde bu cinayeti gerçekleştirmediyse orada kamera olduğunu görmesi zordu. Polis memurları incelemelere başlarken odadan çıktım. Notların ve kamera görüntülerinin incelenmesi birkaç günü bulurdu… **** Mesaimin bitmesine yakın başsavcı Muhammed beyin kalemi beni arayıp başsavcımın beni çağırdığını söylemişti. Emniyetten çıkarak direkt olarak adliyeye gelmiş ve başsavcımın odasına ilerlemiştim. Neden beni çağırdığı sorusu zihnimi kurcalarken kapıyı çalmış ve aldığım komutla içeri girmiştim. "Buyurun başsavcım beni çağırmışsınız." Kapıdan içeri girdiğimde bakışlarım direkt olarak başsavcımla buluştu. Eliyle karşısındaki masayı işaret ederken istediği gibi masaya geçip oturdum. Meraklı gözlerle beni neden çağırdığını sorgularken başsavcım elindeki zarfı bana doğru uzattı. Bu hareket aylar öncesini gözlerimin önüne getirirken iç çektim. Yine aynı şeyle karşılaşmak istemiyordum. Zarfı elime aldığımda isimsiz olduğunu gördüm. İçini açıp katlanmış olan A4 kağıdını çıkardığımda kâğıtta yazan cümleleri okumaya başladım. Bir davet yazısıydı. İstanbul'da meslekle ilgili eğitim içeren, diğer savcılarında katılabileceği bir davetti. "Gitmek ister misin? Seninle Barlas'ın gitmesini uygun görüyorum. 4 günlük bir şey zaten. Cuma’ya dönmüş olursunuz. Elinizdeki davaları da başka savcılara devredersiniz." Bizim buradaki savcılardan biraz daha az tecrübeli olduğumuzu varsayarsak bizim gitmemiz en doğrusuydu. "Siz nasıl uygun görürseniz savcım." dedim kabullenerek. Ardından aklımdaki şeyleri söylemeye devam ettim. "Davamı devretmeme gerek olduğunu düşünmüyorum. Dava, bir not kağıdının incelenmesiyle sonuçlanacak. Sonuçlar pazartesi gününe ancak çıkar zaten." dediğimde başsavcı beni onayladı. "Tamam o zaman, bu akşam için biletleriniz hazır.." Başka bir şey söylemeyeceğini varsayarak oturduğum yerden ayağa kalktım ve odadan çıktım. Biletlerimiz bile hazır olduğuna göre başsavcı gideceğimizden emindi. Hafta sonuna gelmiş olurduk muhtemelen. Biraz emrivaki olmuştu ancak gitmek benim için faydalı olacaktı. Elimdeki ufak çaplı davaların iddianamelerini hazırlayıp başsavcıya teslim ettikten sonra mesainin bitişiyle birlikte eve gitmek üzere adliyeden çıktım. Evden uzaklaşmak, daha doğrusu Pamir ile aramıza mesafe girmesi her açıdan doğru olacaktı belki de. O kendini, ne istediğini, ne düşündüğünü daha iyi anlayacaktı. Bense bunaldığım bu ortamdan uzaklaşacaktım. Öte yandan Gizem meselesi vardı bir de. Her ne kadar operasyon gereği burada olduğunu bilsem de sevemiyordum. Bu da içsel sıkıntı yaratıyordu. Pamir’e bu konuda güvenim tamdı, o ne yapması gerektiğini bilirdi. Özellikle de ben Gizem'i asla sevmezken. Eve geldikten sonra direkt olarak mutfağa girerek ufak atıştırmalık şeyler yemiş sonrasında da duşa girmiştim. Üzerimdeki yorgunluğu attıktan sonra bavulumu hazırlamaya koyulmuştum. Uçak akşam 8'de idi. Bu da yaklaşık bir saat sonra evden çıkmam gerektiğini bana haber veriyordu. Bavulumu hazırladıktan sonra kapının önüne götürerek tekrardan odaya döndüm. Üzerimi değiştirip ufak bir makyaj yaparken kapının anahtarla açıldığını duydum. İstifimi bozmadan makyajıma devam ederken ismimi seslenen Pamir’in sesini duydum. "Devrim?" Muhtemelen bavulu görmüştü. Hızlı adımlarla odamıza doğru geldiğinde adımları kapının önünde duraksadı. Bakışları beni bulduğunda derin bir nefes verdi. Rujumu sürerken tekrardan sesini duydum. "Nereye gidiyorsun?" Tereddütlü bir biçimde bana bakarken kısaca baktım gözlerine. "İstanbul'a." Tek kelimelik kısa bir cevap verdikten sonra ıslaklığı azalan saçlarımı taramaya koyuldum. Pamir odadan içeri girip dikkatle beni izlemeyi sürdürürken yüzüne bakmadım. Benden bir açıklama beklediğine emindim. O yüzden lafımı çekmeden mırıldandım. "Sen beni umursamayıp bazı şeyleri haber vermesen de ben vereyim. Eğitim tarzı bir şey var. Ona gidiyorum." Söylediğimle yüzünde mimik kıpırdamadı. Ancak meraklı bir tınıyla cevap verdi. "Anladım... Ne zaman döneceksin? Yani süresi belli mi?" Sorduğu soruyla direkt olarak gözlerine baktım. "Önemli mi?" dedim burukça. Aslında hala daha bazı şeyleri hazmedememiştim. Kolay değildi. "Bunu bir çeşit ara gibi düşün. Zaten beni görmemek için göreve gidiyordun, ben aramızdaki ayrılık süresini daha da uzatıyorum. Böylece beni daha fazla görmek zorunda kalmayacaksın, tahammül etmeni gerektirecek bir şey kalmayacak. Eve de erken gelirsin, öyle tabur köşelerinde sürünmezsin. Hesap vereceğin biri de yok." sitemle bir haftadır yaptıklarına vurgu yaparak cümlelerimi söylerken duraksadım. "Pardon hesap vermiyordun zaten." Sözlerimin onda etki ettiğini anlatırcasına bir yüz ifadesi oluşurken yüzünü buruşturdu. Bense devam ettim sözlerime. "Keyfini çıkart yani.." dedikten sonra içime dolan hırsı sakinleştirmek için derin bir nefes aldım. Pamir ise durgun ve pişmanlık dolu bir sesle mırıldandı. "Böyle gitme, bana kırgınken ayrılma buradan... Konuşalım." "Hiç vaktim yok biliyor musun? Çıkmam gerekiyor." dedikten sonra arkama bakmadan odadan çıktım. Kapıya doğru ilerlerken arkamdan geldiğini hissediyordum. "Ben götüreyim seni." dedi sakin bir sesle. Ses tonundan hafif bir kırgınlık seziyordum ama bu kadarı olacaktı. Benim kırgınlığımda fazlaydı. "Gerek yok, ben giderim." dedim bende sakince. Bavulumu almak için uzandığımda benden önce davrandı ve sıkıca kavradı. "Uzun süre ayrı kalacağız madem, seni son kez göreceğim dakikaları benden çalma." Ona doğru döndüğümde gözlerinde büyük bir hüzün gördüm. Gözleri özür dilercesine bakıyordu. Yine de bu bakışların üzerine yutkundum. "Aslına bakarsan bunu sen yaptın Pamir. O yüzden böyle bir şeye gerek yok." diyerek elindeki bavula uzandım. Ellerimiz birbirine değerken kararlı bir şekilde baktım gözlerine. Pamir taviz vermeyeceğimi anladığında mecburi olarak bıraktı bavulu. Bavulu kol çantamla birlikte aldıktan sonra evin kapısını açtım. Çıkmadan önce son kez baktığımda ormanda onu ardımda bıraktığımda olduğu gibi çaresizce baktığını gördüm. Bakışları içime işliyordu. Ama taviz vermeyecektim artık. Bu uzaklaşma ikimize de iyi gelecekti. "Hoşça kal, umarım mantıklı bir şekilde düşünebilirsin artık. Çünkü ben düşüneceğim..." dedim imalı bir şekilde. "Kendine dikkat et, gidince bana haber ver. Habersiz bırakma beni. Sonra müsait olduğunda ara, elimden geldiğince açarım." Ardı ardına cümlelerini sıralarken cevap vermedim. Ela gözlerine baktım uzun uzun. Sonra da hiçbir şey söylemeden arkamı dönüp merdivenlere yönelirken Pamir’in sesini duydum. "Devrim..." adımlarım duraksarken arkamı dönmedim. Buna da gerek kalmadı. Çünkü arkamdan sıkıca sarılarak kollarını bana doğru doladı Pamir. Uzun süren hasretini gidermek için kesik kesik nefes alarak kokumu içine çekerken öylece durdum. "Özür dilerim... Çok özür dilerim. Hata ettim, hem de çok büyük. Anlamak istemedim seni, dinlemedim. Hak etmedin hiçbirini. Ne görmezden gelinmeyi ne de diğerlerini. Ne olursun böyle kırgın yola çıkma, öyle eskisi gibi bakma gözlerime..." yalvarırcasına konuşurken tüylerimin ürpermesini engelleyemedim. Kollarını daha da sıkıp bırakmak istemiyormuşçasına sararken derin bir iç çektim. Ben ona eskisi gibi bakamazdım zaten, o günlerin üzerinden çok su akmıştı. "Bu kadarını gerçekten hak etmemiştim..." dedim üzgünce söylediklerine ithafen. "Hak etmemiştim ama yaşadım. O kadar yıprandım ki Pamir, bana tahammül seviyeni gördüm. Bu gerçekten canımı çok yaktı. Sözlerini, davranışlarını saymıyorum bile. Mantığımı devre dışı bıraktım, kalbimle hareket ettim. Ama hata etmişim. Bunu da çok net anladım." Kollarından çıkmak için hamle yaptığımda Pamir bunu anladı. Ama bırakmak için hiçbir çaba göstermedi. "Geç kalıyorum..." dedim biraz önce söylediklerini umursamayarak. Bu Pamir’in hareket etmesi için yeterliydi. Kollarını çözerken sıkı sıkı bavulumu tutmaya devam ettim. Çok zordu ona dönüp sıkı sıkı sarılmamak, öpmemek, sevgisine sığınmamak. Ama kırgındım işte. Çaresizliğini, pişmanlığını, hüznünü, söylediklerinin samimiyetini net bir biçimde anlıyordum. İnanıyordum. Ama böyle olması daha iyiydi. Bana yaşattığı şeyi biraz olsun anlamasını istiyordum. Çaresizlik ne demek? Beklemek ne demek? Hevesin kırılması ne demek bilsin istiyordum. Kollarını benden tamamen ayırdığında arkamı dönmedim, dönemedim. Onun gözlerinde göreceklerimden korktum. Onu görüp kollarına sarılmaktan. Çünkü biliyordum benim Pamir’e karşı dayanma seviyem azalmıştı. Adımlarımı hızlı hızlı merdivenlere doğru atıp inmeye başladım. Arkamdan kapı kapanma sesi duymamak Pamir’in ardımdan baktığını kanıtlıyordu. Apartman çıkışına ulaştığımda hızlı adımlarla arabama girerek şoför koltuğuna oturdum. Eminim camdan gidişimi de izliyordu. Arabayı çalıştırıp yola çıktığımda gözyaşlarım da birer birer yanaklarıma akmaya başladı. Canım çok yanıyordu. ◔◔◔ Yazarın anlatımından, Devrim, ulaştın mı İstanbul'a güzelim? Hangi otelde kalacaksın belli mi? Güvenlik açısından soruyorum... Otele vardığında bana haber ver lütfen, aklım sende... Vardık otele, güvenli bir yer. Davetliler için özel ayarlanmış. İyi geceler... Sensiz iyi değil geceler... Devrim uçaktayken aramıştı Pamir. Tabii Devrim bunu indiğinde fark etmişti ancak attığı mesajlara cevap vermeyi yeğleyerek aramayı es geçmişti. Sonra da yorgunlukla direkt olarak yatağına geçip uyumuştu. O anlarda Pamir ondan farklı bir haldeydi. Odalarına gidip yatağa yatmak zor gelmişti, yanında sıcacık bir beden olmasına, karısının kokusu olmasına alışmıştı. Şimdi onsuz yatağa girmek garip gelmişti. O yüzden salondaki kanepeye uzanıp kolunu başının altına koymuş tavana bakıyordu. Bedeni yorgunluktan ölüyordu ama gözlerine uyku girmiyordu. Bunun nedeni belliydi, günlerdir aklını kurcalayan olaylar ve Devrim'di. Batırmıştı. Bunu inkâr edemezdi. Belki ilk günler için haklıyken şimdi kendini haksız duruma düşürmüştü ve bu beyninin zonklamasına neden oluyordu. Zaten yaşadığı korku yetmişti. Bir de üstüne Devrim’in ona karşı aldığı tavır vardı. Haksız diyemezdi, haklıydı. Özellikle yapmayacağım şeyler yaptım kısmı çok doğruydu. Aralarındaki meseleyi halletmek için çok uğraşmıştı. Ama Pamir görmezden gelmeyi tercih etmişti. Görmezden gelinmeyi hiç hak etmese de bunu yapmıştı. Belki sinirini ondan çıkarmamak için belki de bu konu canını gereğinden fazla sıktığı içindi ama hiçbiri bahane olamazdı. Aslında asıl sebep başkaydı. Kendine kızgındı. Görevden döndüğünden itibaren Burçe ile yakınlık kuramadığını şimdi anlamıştı. Günlük konuşup onunla ilgilenmeye çalışsa da yan yana olmayınca olmuyordu bazen ya da yetmiyordu. Belki de o bu sıcaklığı hissettirememişti. Ona bu yakınlığı verememesi canını çok yakmıştı. Kendi içindeki kızgınlığı, etrafından aldığı darbe ile daha da artmıştı ve etrafa çatmasına neden olmuştu. Çünkü insan en çok sevdiğine kırılırdı, ona çatardı. Evdeki sessizlikte ayrı canını sıkıyordu. Şimdi Devrim gelsin, üzerine uzanıp sıkıca sarılsın isterdi. Ama Devrim’in de söylediği gibi kendi yaratmıştı bu uzaklığı. Şimdi bu uzaklıkta kaybolmaya mahkumdu. Oturup düzgünce konuşsalar birbirlerini illaki anlayacaklardı bunu biliyordu Pamir. Kendisi konuşmayı ertelemişti, şimdi de Devrim konuşmak istemediği için üstüne gitmemişti. Ama pişmanlığını bilsin, hatasını anladığını öğrensin istemişti. Söylediği sözlere karşılık aldığı cevap kalbinde bir yerleri acıtmıştı. Hatasını anlamıştı ama geç olmuştu. Şimdi Devrim ona uzakken yaşattığı şeyi çok net anlamıştı. Hem de ilk dakikadan itibaren. Bu içindeki pişmanlığın daha da büyümesine neden olmuştu. Oflayarak yattığı yerden doğruldu. Duvarlar üzerine üzerine gelmeye başlamıştı. Anahtarını alıp evden çıktı. Sigara paketi taburdaydı, Devrim'n yanında olduğu sürece içmeye ihtiyaç duymuyordu ama şu an sigara içmeye çok ihtiyacı olduğunu hissediyordu. O yüzden hiç beklemeden binadan çıkarak bakkala doğru ilerledi. Şansına henüz kapanmamış olan bakkaldan sigara paketi ve çakmak alarak tekrardan binaya doğru yürümeye başladı. Aynı zamanda da sigarasını yakıp bir nefes çekti. Dalgın dalgın yürürken aniden alayvari bir şekilde isminin seslenilmesiyle duraksadı. "Damat?" Tanıdık olan sesle arkasına doğru baktı Pamir. Bora’nın ona doğru geldiğini gördüğünde hafifçe kaşlarını çattı. "Bora?" Meraklı gözlerle ona bakarken ekledi. "Sen ne arıyorsun burada? Evde yatıp dinlenmen gerekmiyor mu?" Henüz yarası kapanmamıştı ancak iyileşmeye başlamıştı. Daha fazla hastanede durmak istemediği içinde taburcu edilmişti. Tabii dinlenmek kaydıyla. "Yat yat sıkıldım be oğlum, bir hava alayım dedim." dedikten sonra bakışları adamın elindeki sigaraya kaydı. Tekrardan gözlerine bakarken merakla konuştu. "Devrim'e ne bahane buldun?" "Evde değil." dedi Pamir sıkıntılı bir şekilde. Ardından tekrardan sigarasından çekti. "Davası mı var? Evlenince mesai yapmaz diye düşünmüştüm ama yanılmışım." Bora alayla konuşurken Pamir mırıldanarak cevap verdi. "İstanbul'a gitti." Bora aldığı cevapla birlikte kaşlarını çattı. Onlara gideceğini söylememişti. "Bu gidişin seninle bir ilgisi var mı?" Korumacı bir tavır takınırken karşısındaki adama baktı dikkatlice. Pamir’in yorgun bakışlarını gördüğünde eliyle karşısındaki bankları işaret etti. "Oturalım mı biraz?" Pamir belli belirsiz başını sallayarak ilerledi Bora’nın işaret ettiği yere. Yan yana doğru oturduklarında ilk kez yan yana gelip adam akıllı konuştukları gün zihinlerine düştü. Ne günlerdi diye geçirdi Pamir. Kendini Bora’ya açtığı ilk gündü. Yine böyle yan yana oturup dertleşmişlerdi. Elindeki paketi Bora’ya doğru uzattığında Bora reddetmedi. Paketin içinden tek dal çıkartarak dudaklarının arasına koydu ve çakmakla sigarayı yaktı. "Eğitim varmış..." dedi Pamir, Bora’nın sorusuna istinaden. Sigarasını içmeye devam ederken yine ekledi. " Evet, benden uzaklaşmak istedi. Yani benimle ilgili." dediğinde Bora iç çekti. Pamirle Devrim’in ilişkisinin böyle zorlu yollardan geçeceğini biliyordu elbette. Her ilişkide böyle şeyler olurdu. Yine de canı sıkılmıştı. Kardeşi gelip derdini onunla paylaşmıştı. O da Pamir’i savunmuştu ama daha sonra aralarında ne olup bittiğini bilmiyordu. "Batırdım... Her şeyi elime yüzüme bulaştırdım. Yine çıkmaza düştüm. İşin kötüsü bunu kendi ellerimle yaptığım için Devrim’e yapma diyemiyorum." dedi durgun ama üzgün bir sesle. İç çekerken bakışlarını parmağındaki alyansa çevirdi. "Fevriyim, yaptığımın önünü arkasını düşünmüyorum. Sinirimin esiri oluyorum." diye devam etti sözlerine. Bora onu dinlerken aklından geçen cümleleri söylemeden edemedi. "Tamam bazı hareketlerin öyle." dediğinde Pamir usulca bakışlarını ona çevirdi ve dalga geçer gibi konuştu. "Sağ ol ya içimi çok rahatlattın." Göz devirerek tekrardan önüne dönerken Bora bunu umursamadı ve sözlerine devam etti. "Bazı konularda haksızsın evet ama ben sana hak veriyorum. Özellikle de kardeşinin askerinle olması kısmına. Onlara kızmana. Senden bir şey saklanması kötü bir duygu." Pamir ona hak veren arkadaşına doğru bakmadı ama içten içe ona hak veren birilerinin olduğunu hissetmek güzel hissettirmişti. "Devrim'de bana söylememişti. Söyleyemezdi. Bu tarz konular biraz sıkıntılı. Belki Burçe de emin olmak istedi Batuhan'dan ondan söylemedi. Sonra söyleyecekti. Devrim’e gelince o sadece arada yanan oldu." Gerçekleri söylemeye devam etti Bora. Bu konu hakkında düşündükleri bu şekildeydi. "Biliyorum..." dedi Pamir içli bir şekilde. Biliyordu bilmesine de nasıl düzelteceğini bilmiyordu. "Hak etmedi yaptıklarımı, söylediklerimi çok iyi biliyorum. Kendi iç savaşımda onu da görmezden geldim. Kendime kızgınım ben asıl... Kardeşimi o kadar mı ihmal ettim de bunu benden saklamaları için hem kardeşim dediğim adamı hem de karımı ikna etti. Hiçbir zaman iyi bir abi olmadım belki, Burçe’ye yokluğumu yaşattırdım ama telafi etmeye çalıştım. Becerememişim. İçimdeki kırgınlığa hâkim olamadım, belki de geçirdiğimiz onca stresli gün, tartışmaların birikimiyle kırıldığım kadar kırmak istedim. Başardım da. Şimdi düzgün düşündüğümde anlıyorum ama iş işten geçecek diye korkuyorum Bora. Biz onca şey yaşadık, onca olay yaşadık altından kalktık. Şimdi aptallığım yüzünden bunun üstesinden gelememekten korkuyorum." diye itiraf etti Pamir. Bora sigarasından içip bir süre sessiz kaldı. Pamir’i anlayabiliyordu. Burçe ile bağ kurabilecekleri zamanlarda ayrı düşmüşlerdi. Burçe belki de bu yüzden saklamıştı bu bilinmezdi. Ama bildiği bir şey vardı ki o da insanlar birbirine kırılsa da bu kırıkları onarabildikleri sürece hiçbir şey bitmiş değildi. Devrim ve Pamir’in ilişkisi de öyleydi. Kolay kolay bitmezdi. Kardeşinin bu süreç boyunca alttan aldığını da biliyordu. Buna kimisi gurursuzluk derdi kimisi alttan almak derdi. Ama ilişki için çabalanmazsa ilk tartışmadan evlilikler hep boşanmaya giderdi. Hiçbir şey tek taraflı değildi. Fedakarlıklar karşılıklı yapılırdı. Şimdi Bora’nın anladığı üzerine Devrim alttan almayı bırakmış sıra Pamir’e geçmişti. "Pamir, Devrim ne kadar değişti görmüyor musun?" dedi Bora meraklı bir şekilde. Ardından devam etti sözlerine. "İlk geldiğin günleri, yeniden birlikte olduğunuz o günleri hatırla. Tahammülsüzdü, sertti, laflarını esirgemezdi. Ama aşk insanı değiştirir, yapmayacağı şeyleri yaptırır. Devrim’in sana karşı olan tahammül seviyesinin ne kadar arttığını sende biliyorsun. Yaptığı şeyleri de. Yani benim kardeşim sana karşı en affedici tarafını, en fedakâr tarafını gösterir hep. Hatanı anladığını göster ona, konuşun. Zaten anlayacaksınız birbirinizi." Bora’nın söyledikleriyle sessiz kaldı Pamir. Görüyordu, biliyordu, bundan da memnundu ama onun bu halleri altında da hafiften ezildiğini hissediyordu. Kendini yetersiz hissetmeden duramıyordu. Yine de bunun üstesinden gelecekti. Hatasını anlamıştı ve bunu Devrim’e de belli edecekti elbette. Nihayet başını Bora’ya doğru çevirerek minnettar bir biçimde baktı ona. Konuşmak, derdini paylaşmak iyi gelmişti. Sonuçta kardeşini en iyi bir abi tanırdı genelde. "Sağ ol, ihtiyacım vardı buna." dediğinde Bora elini Pamir’in omzuna atarak sıktı. "Kıymetini bil, her zaman böyle iyi halime denk gelemezsin." Pamir, Bora’ya gülerken bıyık altından mırıldandı. "Işık sana nasıl sabrediyor acaba?" dediğinde Bora’nın yüzünde ister istemez bir gülümseme oluştu. Işık’ı düşündüğünde istemsizce gülümsemişti. Pamir bunu fark edip bıyık altından gülümsemeye devam ederken Bora mırıldandı. "Öyle güzel sabrediyor ki. Aklın şaşar." Tabii Pamir’e davrandığı gibi davranmadığı için öyle olması normaldi. Birbirlerine gülerek bakarken ikisi de sigaralarını içmeye devam ettiler... ◔◔◔ Devrim Akyol Arslan’ın anlatımından, Bavulumu arabadan indirip kapısını kilitlerken iç çektim. Buradan kısa sürede olsa uzaklaşmak iyi gelmişti. Eğitimlerden artakalan vakitlerde boğaz turu yapmış ve denizin o huzurlu kokusunu içime çekip dalgalarının arasında kaybolurken hem dinlenme hem de düşünme fırsatı bulmuştum. Barlas'ın ailesi burada yaşadığı için o çoğunlukla onların yanında olmuştu ve biz sadece eğitimden eğitime görüşmüş sayılırdık. Tabii bir akşam ailesiyle de tanışma fırsatı yakalamıştım. Ama onun dışında genelde hep kendim takılmıştım ve bu iyi gelmişti. Çok düşünmüştüm. Düşündükçe yine Pamir’i ne kadar özlediğim konusuna çıkmıştı düşüncelerimin yolu. Aramıza soyut uzaklığı o sokmuştu, bense bunu somut hale getirmiştim. Bir yandan bakınca bu ikimiz içinde iyi olmuştu. İkimizde düşünmüştük eminim. Ben yine Pamir’e bazı konularda hak vermiştim, bazı konularda kendimi haklı bulmuştum. Birçok konuda alttan almıştı, evlenmeden önce ettiğimiz kavgada yüzüğü çıkartmayı düşünmem onu çok kırmıştı ama hiçbir söylememişti. Bazı şeyleri içine attığını biliyordum. Bu da belki de bu yüzden o kadar patlamasına neden olmuştu. Yaptıkları canımı yakmıştı evet ama ne olursa olsun artık bu konunun uzamamasını istiyordum. Çünkü böyle daha da yıpranıyorduk. Hatasını anlamıştı, daha ben gitmeden özrünü dilemişti ama ben o biraz daha anlasın istemiştim. Şimdi sinirim geçtiğinde bu meselenin oturulup konuşulması gerektiği düşüncesine varmıştım. Şimdi binadan içeri girerken Pamir’in evde olup olmadığını sorguluyordum. Işıklar kapalıydı. Belki evde değildi, belki de uyumuştu. Buna istinaden anahtarla yavaşça kapıyı araladım. Koridorun ışığını yakmak için duvara yöneleceğim sırada salonu aydınlatan hafif bir ışık hüzmesi olduğunu fark edip ayakkabılarımı çıkartarak içeride ne olduğunu görmek için oraya ilerledim. Masanın üzeri, sehpalar odayı hafiften aydınlatacak kadar mumla kaplanmıştı. Aynı zamanda sehpanın birinde beyaz gül buketi vardı. Beyaz gül, özür dilerim anlamına gelen bir çiçekti. Pamir tüm bu anlamlara dikkat eden bir adam olduğu için bunu seçmiş olması pek şaşırtmamıştı. Ancak yine de benim ne zaman geleceğimi bilmeden bunları hazırlaması, hatasını kavrayarak sürpriz yapmaya çalışması çok güzeldi. Çiçeğe doğru bakarken salonun ortasına ipleri sarkan, tavanı kaplamış olan kalpli, kırmızı uçan balonları gördüm. Şaşkınlığım daha da büyürken balonların kırmızı iplerinde yapıştırılmış olan kare kağıtları görerek ne olduklarına bakmak için ilerledim. Yaklaştıkça aslında onların bir kâğıt değil de fotoğraflarımız olduğunu görmek gülümsetmişti. Her balonda ayrı bir fotoğrafımız yapıştırılmıştı. Düğün fotoğraflarımız, 4 yıl önce çekindiğimiz fotoğraflar, balayında, günümüzde çekilen fotoğraflar. Yani birçok fotoğrafımız vardı. Bunlara bakmak nerede hata yaptığımızı sorgulamama neden olmuştu. Tüm fotoğraflarda 32 diş gülümsemiştik, mutluluğumuz gözlerimizden okunuyordu. Şimdi neden böyle olmuştu? Tüm bunları düşünürken belime sarılan kolları hissettim. Sırtım güçlü ve sert göğüs kafesine yaslanırken omzumun üzerinde sevdiğim adamın çenesini hissettim. Nefesi boynuma doğru vururken kollarını daha güçlü sararak bir kafes misali bedenimi kollarının arasına hapsetti. "Yuvana hoş geldin..." Kastı hem kollarının arasıydı hem de gerçek anlamda evimizdi. Kolları arasında rahatlayan bedenimi umursamazken Pamir tekrar mırıldandı. "Benden, evimizden uzaklaşmak zorunda hissettirdiğim için, yaşattığım her şey için çok özür dilerim..." Mahcup ama bir o kadar da sımsıcak olan sözlerle iç çekmeden edemedim. Ona doğru dönmezken Pamir kollarını sıklaştırarak bedenlerimizi birbirine kenetledi. "Söylediklerini çok düşündüm Devrim..." Gözlerini görebilmek için kollarının arasında ona doğru döndüm. "Haklıydın, sen o sözlerin hiçbirini hak etmedin. Hele ki görmezden gelinmeyi hiç... Sana söylediğim onca sözden sonra hala daha benimle konuşmaya çalıştın minnettarım sana bu konuda. Sözlerime sineye çektin, bana hak verdiğini hissettirdin. Ben her seferinde üzerine gelip seni daha da kırdım." Yaptığı şeyleri bir bir sıralarken düşüncelerinin değişmesi kalbimde büyük bir rahatlama oluşturdu. Sesinden taşan mahcubiyet, samimi olduğunu hissettirmek için gözlerimde kenetli olan elalar çoktan içime işlemeye başlamıştı bile. Yüzümde mimik oynatmasam da dikkatle onu dinlemeye devam ettim. "Mantıklı düşününce abarttığımı, üzerine fazla gittiğimi anladım. Kaldı ki bu işte suçlu olan sen değilsin. Ama insan en çok sevdiğine kırılırmış, benim de öyle oldu. Gerçekten özür dilerim..." Gözlerimin en içine bakarak dile getirdiği cümle ile küçük belli belirsiz bir tebessüm ettim. Sesi yeniden içimi ısıtmaya başlamıştı, bakışları artık ürpertmiyordu. Karşımdaki adam o mantığını devre dışı bırakmış adam değildi. Benim tanıdığım Pamir’di. Kalbiyle hareket eden, incitmeden seven. "Devrim..." İsmimi kalbinin en içinden sökülüp geldiğini belli eden bir derinlikle seslendiğinde cevap vermedim. Zaten o da cevap almak için seslenmemişti. "Çok kırdım seni... Dilimin ayarı kaçtı. Söylememem gereken şeyler söyledim, görmezden geldim. Kandırılmışlık hissine o kadar kapıldım ki gözüm seni dahi görmedi, sinirim yıkıp geçti seni." Geçtiğimiz günlere kıyasla nazik ve kendini inandırmak için çabalayan bir sesle dile getiriyordu bunları. Kırılmıştım evet, hem de çok kırılmıştım. Ama Pamir’in de kırgın olduğunu biliyordum. Karşılıklı olmuştu bazı şeyler. Kendi düşüncelerime dalmışken Pamir bedenini hafifçe geri çekti. Bu sefer belimde yaslı olan elleri yanaklarıma kayarken yüzümü avuçlarının arasına aldı ve itinayla gözlerimin en içine baktı. "Kendimce doğru olanı yaptığımı düşünüyordum ama senin tarafından bir gün bile görmezden gelinmek canımı çok yaktı. Ben sana günlerce bunu yaptım. Şimdi düşündüğümde çok pişman oluyorum. Sonra düğün mevzusu var bir de. Orada da çok mahcubum. İnsan sinirliyken gözü hiçbir şey görmüyormuş." dedi kendine kızarak. Hala daha kendi içinde bir savaşta olduğu belliydi aslında ama hatasını anlamıştı. Pişmanlık güzel bir şeydi. Özellikle tekrardan aynı şeyi yapmazsa. Sözlerindeki samimiyeti anlıyordum, gözlerinde görüyordum. Bana bakarken ki o soğukluk yoktu mesela artık. Artık üşümüyordum. Bakışlarından yine sevgisini anlıyordum, beni saran kollarında şefkatle sarmalanıyordum. "Pamir..." dedim gözlerine bakarken. Pamir beklentiyle gözlerime bakarken iç geçirdim. "Senden tek isteğim ne yaşarsak yaşayalım bir daha beni görmezden gelme. Bir yere gideceksen haber ver, senin gelmeni istemiyorum de. Gelmem ben zaten. O düğünde kendimi küçük düşürdüm ben, asla yapmayacağım şeyi yapıp gurursuzluk yaptım. Ağzımın payını da aldım. Ben o bir haftada hiç tanımadığım adamla tanıştım ve bundan nefret ettim. Bana kızıyor olabilirsin ama herkesin içinde laf sokamazsın, herkesin eşiyle gittiği yere kendin gidip benim adıma bahane söyleyemezsin, beni emir verdiğim bir adamın karşısında küçük düşüremezsin." dedim üstüne basa basa, tane tane içimden geçenleri anlatmak için. Bu konuda çok sinirliydim gerçekten. Pamir’in bakışlarından daha büyük bir pişmanlık ifadesi geçti. Mahcubiyet tüm bedenini sarmıştı. "Sürekli aynı şeyi söylediğim için sinirleniyorsun ama ben 3 yıl sonra hayal kırıklığımla ve kandırılmışlık hissiyle mücadele ederken seni askerlerinin önünde asla küçük düşürmedim. En yakın arkadaşın Hakan’ın dahi yanında böyle bir şey yapmadım. Kaldı ki sen Cenk’e beni rezil ettin. Hiç kimse böyle bir şeyi hak etmez. Sözlerini saymıyorum artık bile ama görmezden gelinmek gerçekten ağır bir cezaydı..." Bakışlarını mahcupça benden kaçırıp yere doğru çevirdiğinde durgun bir şekilde konuşmaya devam ettim. "Bana bağırıp çağırsan bu kadar canım yanmazdı. Bana hep beni kendinle sınama diyordun ama sen yaptın bunu bana." dedim hatasını yüzüne vurarak. Hafiften gözlerim dolarken sesimde titremişti. Elaları gözlerime kenetlendi tekrardan. "Ben senin kollarında ısınırdım ama soğukluğunda üşüdüm. Bana tahammül edemediğini o kadar net anlattın ki içimden keşke evli olmasaydık diye bile geçirdim. O zaman benim yüzümü görmemek için evine gitmemezlik yapmazdın." Şimdi sıra bendeydi. Sözlerimle birlikte ağırca yutkundu. Bakışlarında bir tedirginlik oluştu, biraz da şaşkınlık. Bana böyle hissettirdiğini düşünmemişti hiç. Söylediklerimi reddetti. "Tahammülsüzlük değil, sadece yan yana olduğumuzda seni daha da kırardım." Çaresizce söylediği cümle ile gözlerine bakmaya devam ettim. "Yapmamam gerekiyordu, bu kadar ileri gitmemeliydim. Sana öyle hissettirmeyi hiç istemezdim. Ama yaptım, şimdi elimden başka hiçbir şey gelmiyor ama sana söz veriyorum bir daha asla böyle bir şey yapmayacağım. Aramıza bu kadar soğukluk sokmayacağım. Hak etmiyoruz biz bunu. Onca zaman sonra kavuşup hayatımızı birleştik, mutlu olmayı hak ediyoruz. Evliliği beceremedik demeni çok düşündüm ama kabul etmiyorum bunu. Şu fotoğraflara bak, biz yan yanayken hep mutluyuz. Tartışmalar olacak elbette, sadece dediğim gibi iki kişilik düşünmemiz gerekiyor. Değişen bu. Yoksa sana olan sevgimin sınırsızlığı hiçbir şekilde değişmedi, değiştirmeye kimsenin de gücü yetmez.” Kendinden emin bir şekilde konuşurken bir yandan da tepkimi ölçercesine gözlerime bakıyordu ilgiyle. Çok güzeldi sözleri, kararlılığı yoğun bir baskınlık kuruyordu. Bunca sözüne karşılık mırıldanmakla yetindim çünkü çok konuşursam ağlayacağımı biliyordum. “Benim sevgimi de değiştirmeye kimsenin gücü yetmez, yaşadıklarımızın bile…” Duygu dolu gözlerle gözlerine bakarken Pamir’in sesini işittim. "Beni affettin mi?" Çocuk gibi gözlerini kırpıştırarak gözlerime baksa da hala daha tereddütle bakmaya devam ediyordu gözleri. Başımı belli belirsiz sallarken Pamir’in gözlerinde oluşan pırıltıları gördüm. Yüzünde gülümseme oluşurken bende ister istemez gülümsedim. Kollarını benim için iki yana açarken büyük bir rahatlıkla girdim sarıldım bedenine. Ellerim Pamir'in beline sıkı sıkı sarılırken Pamir kollarını belimde kenetleyip sıkıca sardı beni. Çenesini omzuma yaslarken toplu olduğu için açık olan boynuma burnunu yaslayarak derin bir iç çekti. Ardından da uzunca dudaklarını bastırdı hasret giderircesine. Bu hareketi içimde uzun süre sonra hissetmeye hasret kaldığım duyguları canlandırmıştı. "Bende özür dilerim..." dedim sesimin titrek çıkmasını engellemeyerek. Ardından ekledim. "Senden bir şey saklamamam gerekiyordu. Bir daha saklamayacağım emin olabilirsin..." Aynı onun gibi kararlı çıkmıştı sözlerim. Çünkü bende dersimi almıştım. Aramıza bu kadar büyük bir kırgınlığın gireceğini hesaba katamamıştım. Artık akıllanarak ondan bir şey saklayacak olursam iki kere düşünecek ve direkt ona söyleyecektim. Pamir biliyorum dercesine bir mırıltı çıkardı ve cevap niteliğinde tekrar öptü boynumu. Bedenlerimiz hafifçe birbirinden ayrılırken alınlarımız yaslandı bu sefer birbirine. Gözlerimiz kapalıydı. Birbirimizin soluğunu hissederken uzun zaman sonra ilk defa huzuru hissediyordum. “Özledim seni... İki hafta boyunca senden uzak durmak ölüm gibiydi." Boğuk bir sesle dudaklarıma doğru mırıldandığında iç geçirdim. Bu uzaklığı kendisi seçmişti, bir nevi ölüm fermanını kendi elleriyle imzalamıştı. Tabii benim koyduğum uzaklıkta inkâr edilemezdi. Yine de bende kalbimden geçeni dile getirdim. "Bende özledim... Hem de çok." Yalan yoktu, çok özlemiştim. Kendisini, tenini, kokusunu... Onunla ilgili her şeyi özlemiştim. Özlemden kavrulan kalbimiz için ilk adım Pamir’den geldi. Dudakları dudaklarımın üzerinde hakimiyet kurarken günler sonra ilk defa içimde büyüyen ateşin varlığını hissettim. Dudakları hoyratça dudaklarımı öperken özlemini bununla anlatmaya çalışıyordu sanki. Ona uyum sağlayarak kollarımı ensesine dolarken Pamir aramızdaki mesafeyi iyice sıfırlayarak hakimiyeti eline aldı. Bundan sonraki adımın ne olduğunu ikimizde biliyorduk. Günlerce çekilen hasret ve bugünden sonra da çekilmeye devam edilecek o hasretle bedenlerimiz yanıp tutuşuyordu. Birbirine kavuşmak için bu kadar can atan bedenlerimizin yanında yaralanan ruhlarımız da iyileşmek için bekliyordu. Biz birbirimizin ilacıydık, bizi bizden başka kimsenin iyileştirmeyeceğini ikimizde çok iyi biliyorduk... ***** Gözlerim kapalı bir şekilde üzerinde uzandığım adamın kalbinin atışlarını dinlerken huzurlu bir nefes aldım. Pamir parmak uçlarını omzuma, sırtıma sürterek çıplak tenimi severken yüzümde küçük bir gülümseme vardı. Burnunu saçlarıma dayamadan önce küçük bir buse kondurdu hasret giderircesine. O beni öpüp koklarken bende saatler önce cayır cayır yanan bedenim ve zihnimin ardından mantıklı düşünüp aklıma takılan soruyu dile getirdim. "Benim bugün geleceğimi nereden biliyordun?" Başımı göğsünden kaldırmadan alttan alttan ona bakarken ekledim. "Yoksa bu sefer de başsavcımı mı aradın?" Şakayla karışık ima ile konuşurken Pamir burnundan sesli bir nefes vererek güldü. "O hatayı bir daha yapmam." dedikten sonra devam etti sözlerine. "Aslında tesadüfen oldu, Muhammed beyle markette karşılaştık. Laf arasında Devrimle Barlas yarın akşam geliyor dedi..." Açıklamasını dinlerken Pamir gözlerini kısarak yüzüme doğru bakıyordu. "Barlas'ın da gittiğini bilmiyordum. Ama bozuntuya vermedim merak etme." "Barlas geldi ama ailesinin yanındaydı sürekli." dedim açıklama yaparak. Pamir belli belirsiz başını salladı. Elleri saçlarımda gezinirken mırıldandı. "İstanbul nasıldı?" Barlas konusunu değiştirirken ona uyum sağlayarak cevap verdim. "Güzeldi, bir gün birlikte de gidelim." dediğimde onayladı. "Gidelim, belki önümüzdeki yaz bir ayarlama yaparız." Onaylayan mırıltılar çıkartıp tekrardan gözlerimi kapattım. Pamir’in kollarında uzun süre sonra huzuru bulduğumda bir rahatlama çökmüştü bedenime, gevşemiştim. Pamir’in dokunuşları da buna katkı sağlıyordu sanki. Bir süre aramızda sessizlik oluştuğunda odada sadece ikimizin düzenli nefes alışverişi duyuluyordu. Tabii bir de üzerine başımı yasladığım göğsün altındaki kalp atışları vardı. Ninni gibiydi. "Devrim.." Pamir nihayet aramızdaki sessizliği bozarken mırıltılı bir ses çıkardım. "Hmm?" "Bunu sormak için geç kaldım biliyorum..." dediğinde hafifçe kaşlarımı çatarak yüzüne doğru baktım. Pamir yine kısık gözleriyle yüzüme bakarken cümlesine devam etti. "Burçe mutlu mu?" Sorduğu soru yüzümde küçük bir gülümseme oluştururken kaçamak bir cevap verdim. "Bunu neden kendisine sormuyorsun?" Aralarına girmemi istememişti ama şu an benden bilgi almaya çalışıyordu. "Soracağım. Ama şu an sorsam mutsuz olsa bile mutluyum der bir şeyleri kanıtlamak için." Kararlı bir şekilde verdiği cevapla ona bakmaya devam ettim. Kardeşini tanıyordu. Öyle olurdu ama yalan söylemesine gerek yoktu. Burçe gerçekten mutluydu. Kollarının arasından hafifçe doğrulurken şakacı bir şekilde mırıldandım. "Aranıza girmemem için emir aldım, cevap veremeyeceğim." dediğimde Pamir ister istemez güldü. Elini yanağıma uzatıp elmacık kemiğimi severken aynı benim ona yaptığım gibi o da bana karşılık verdi. "Bence bu olayın içinde olarak bana yardım etmende bir sakınca yok." dediğinde dudaklarımı büzdüm. Pamir derin derin yüzüme bakarken cevap verdim. "Peki madem." dedikten sonra istediği cevabı verdim. "Mutlu, hem de çok mutlu." Kucağından tamamen kalkarken sırrımı yatak başlığına yasladım. Kafamı yan çevirerek Pamir’e doğru baktığımda düşünceli olduğunu gördüm. Bu konu hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Kendi sinirine o kadar dalmıştı ki hiç ne şartlarda sevgili olduklarını sorgulamamıştı. Ne yaşadıklarını öğrenmek istememişti. Ama şimdi düşünüyordu işte. Bunu anlatmak da yine bana düşecekti anladığım kadarıyla. Kollarımı usulca iki yana açarken Pamir ne istediğimi anlayarak kollarımın arasına girdi. Başını göğsüme yaslamadan önce dudaklarını açık olan gerdanıma bastırıp vücuduma bir elektrik yayılmasına neden oldu. Hiç adil oynamıyordu. Sonra da başını göğsümün üzerine yaslayarak yerini rahatlattı. Elim direkt olarak saçlarındaki yerini alırken parmaklarımı ipek gibi olan saçlarından geçirerek şefkatle okşadım. “Burçe ile Batuhan’ın ilişkisinin nasıl başladığı konusu eminim ki zihnini karıştırıyordur. Ama emin ol sandığın gibi birbirlerini güle oynaya kabul etmediler Pamir. Burçe korkularıyla zor yüzleşti, onun korkuları hafife alınacak gibi değildi. Batuhan’ı da aynı senin gibi kaybetmekten korktu. Söylediğim cümle ile Pamir’in kolumda gezinen parmakları duraksadı. Bunları duymak ona ağır gelecekti biliyordum. Çünkü hangi abi kardeşinin güvensizliği olmayı isterdi ki? Pamir’de istemezdi. İstememişti ama mecbur kalmıştı. Söylediklerim onu daha da düşünmeye itecekti biliyordum ama yine de devam ettim sözlerime. “Zamana ihtiyacı vardı, eninde sonunda korkusu hafifleyince söyleyecekti. Senden habersiz ne zaman bir şey yaptı bu kız?” dedim Burçe’nin arkasında durarak. “Pamir sen Batuhan’ın komutanısın, her türlü şeyi yapabilirsin. Yapmayacağını biliyorum ama Batuhan’ı buradan göndertebilirsin. Sınır dışındaki timlere, başka bir şehre, yurtdışı görevlerine göndermen zor değil. Burçe de bunun bilincinde. Belki ayırmandan, belki izin vermemenden korktu. Bizi de bu yüzden engelledi.” Yapmazdı bu kadarını adım kadar emindim. Ama Burçe güvenemiyordu işte. Bu konuda anlıyordum onu. Ben bile söylerken zorlanmıştım aileme. “Bir kız çocuğunun ailesiyle böyle şeyler konuşması kolay değil, hele ki sevdiği adam ailesinin tanıdığı biriyse.” Dedim tekrardan. Elimle saçlarını okşamaya devam ederken beni dikkatle dinliyordu. "Şimdi sen söyle, ben Burçe’yi bu kadar iyi anlarken, onun korkularını yaşamışken nasıl yapma dediği bir şeyi yapayım? O zaman bana olan güveni de biterdi. Sen bilmiyordun ama ben biliyordum. Sen abisinin, ben ablasıyım. Elbette benimle paylaşması daha kolaydı. Bende bana verilen sırra sahip çıktım. Haklısın, senden saklamamız çok can yakıyor. Ama bazı şeylerinde saklanması gerekiyor. Emin ol sende olsan böyle yapardın.” Dedim açık açık. Pamir ağırca yutkunurken aklımdaki diğer ihtimali söyledim. “İlk gün çıktılar karşına söylediler. Ama denediler olmadı. Senin Batuhan’a karşı bakış açın değişecekti, kötü bir ayrılık yaşadılar diyelim Batuhan’a sinir olacaktın. Bir de bu açıdan bak. Bir şeyler saklanıyorsa hem korkudan olabilir hem de böyle olması gerektiği içindir. Lütfen bunları bir düşün Pamir.” Dedim nazik bir sesle. Saçlarını okşamaya devam ederken Pamir sessizdi. Şu an ne düşündüğünü bilmiyordum ama canının yandığını biliyordum. Kolunu karnımın üzerinden belime sararken bana daha da sıkı sarıldı. Başını göğsüme biraz daha bastırırken bana sığınması hissi içimde bir şeylerin akıp gitmesine neden oldu. Bende onu daha sıkı sararken saçlarını öptüm uzun uzun. Birbirimizi kırıp döküyorduk evet ama her daim yine birbirimizin kollarında sakinleşip birbirimize sığınıyorduk… ***** "Buraya inmeseydin keşke..." Pamir düşünceli bir biçimde mırıldanırken dolu gözlerle baktım gözlerine. "İçim rahat etmezdi ki." Pamir iç çekerek akan tek damla gözyaşımı temizledi. Bunu yaparken bile yüz ifadesinden canının nasıl sıkkın olduğunu anlamamak imkansızdı. "Kapının önünde söylediğim gibi ben seni sık sık aramaya çalışacağım. Sen yine mesaj atmaya devam et." "Edeceğim, hiç merak etme..." Tekrardan kollarına atılırken bir kez daha sıkı sıkı sarıldım. Bu sefer ki daha zordu. Evlendik evleneli çıktığı ilk uzun operasyon olacaktı bu. Daha yeni aramızın düzeldiğini da varsayarsak böyle uzun süreli ayrılık yaşamak istemiyordum ama mecburduk. "Güzelim... Sen böyle beni bırakmayacak gibi sarılırken ben nasıl arkamda bırakıp gideyim seni?" İçi gidermiş gibi konuşurken bir yandan da başını yasladığı saçlarıma derin bir öpücük bıraktı. Usulca kollarının arasından çıkarken mırıldandım. "Tamam, aklın bende kalmasın. Sadece uzun süre sonra böyle ayrılmak zor geldi..." Pamir iç çekerek gözlerime baktı. "Bende istemiyorum ayrılmayı, hele ki aramızı yeni düzeltmişken ama mecburuz birtanem. Hem önümüzde daha yan yana geçireceğimiz günlerimiz var..." Başımı salladım onu onaylamak için. Öyleydi. Daha güzel günlerimiz olacaktı. Biz birlikte çok güzel, mutlu günler geçirecektik. Zaten Pamir’in yokluğuna da böyle dayanabilirdim ancak, geleceği düşünerek. Güzel günleri düşünerek. "Ayağına taş değmesin, Allah'a emanet ol. Seni seviyorum." Artık son dakikalarımız olduğunun bilincinde mırıldandım cümlelerimi. Kalbimdeki sıkıntıyı gidermek adına derin bir nefes aldım. Pamir bir kez daha şakağımı öptükten sonra bana karşılık verdi. "Bende seni çok seviyorum. Sende dikkatli ol, beni habersiz bırakma..." “Bırakmam.” Dedim burukça. Ardından aklımı kurcalayan soruyu sormadan edemedim. “Pamir, bu görev…” doğru cümleleri bulmak için duraksarken Pamir şıp diye ne söylemek istediğimi anlayarak cevap verdi. “Öyle düşündüğün gibi bir görev değil. İçeriğini anlatamam ama senin canını sıkacak hiçbir şey olmayacak.” Dediğinde içimde bir rahatlama oluştu. Gizem meselesi hala canımı sıkıyordu çünkü. Pamir rahatladığımı anlarken güldü. “İçin rahatladıysa artık gitmem gerekiyor.” İşte bu cümle rahatlığımı alıp götürmüştü. Başımı sallarken Pamir benimle temasını kesti. Taksi gelmişti götürmek için, lojmanın dışında bekliyordu. Lojmanın çıkışına doğru ilerlerken son kez baktı bana doğru. Elini kaldırıp selam verirken gözyaşlarımı tutmaya çalışarak bende elimi kaldırdım ve selam verdim. Pamir arkasını dönüp ilerlemeye devam ederken nefes nefese bir ses adımlarını duraksattı. "Abi!" Pamir ona seslenen Burçe ile olduğu yerde kalırken Burçe nefes nefese kalmasını umursamadan abisine doğru koştu tekrardan. Tam önüne geldiğinde Pamir’in ters tepki vermesini önemsemeyerek sıkıca boynuna kollarını doladı. "Yetişemeyeceğim sandım." diyerek nefesini dizginlerken Pamir’in bir süre tereddüt etse de sonradan kollarını kardeşine sıkı sıkı sardığını gördüm. Burçe bu hamle ile daha sıkı sarılırken yüzümde istemsizce bir gülümseme oluştu. İki kardeş birbirlerine sıkıca sarılırken Burçe mırıldandı. “Kendine dikkat et ne olursun…” Biliyordum onun içinde azaptı bu. Ben kadar etkilenenlerden biriydi çünkü Burçe’de. Pamir kollarını usulca Burçe’den çekerken Burçe tekrardan konuştu. “Sen gelmeden gideceğim ben muhtemelen ama döndüğünde konuşalım abi, lütfen. Seninle böyle olmak istemiyorum.” Yalvarırcasına abisine bakarken Pamir’in yüzünü görmesem de merhamet dolu bakışlarını kardeşine gönderdiğine emindim. Dün söylediklerim işe yaramıştı biliyordum. Daha ılımlıydı artık. Bir şeyleri kabullenmeye başlamıştı, kabullenmek zorundaydı da. “Döndüğümde konuşacağız elbet, öyle kolay kurtulamazsınız Burçe hanım. Her şeyin detayını alacağım.” Tok sesiyle söylediği şeyle Burçe’nin gözlerinde mutluluk pırıltıları oluştu. “Konuşalım, yeter ki sen bana kırgın kırgın bakma.” Pamir, Burçe’nin bu söylediğine bir şey demezken kardeşini kendine çekip şakağını öptü uzunca. Bu öpücük hem Burçe’nin içini rahatlatmıştı hem de Pamir’in kendini daha iyi hissetmesine neden olmuştu eminim ki. En azından abisinin ona karşı yumuşadığını görmüştü Burçe, artık Ankara’ya daha rahat dönecekti. Birbirlerinden ayrıldıklarında Pamir tekrardan arkasını dönüp bana doğru baktı. Bakışlarından minnettarlığını okurken gülümsedim. O da minik bir tebessüm etti bana karşılık olarak. Elimi kaldırıp sallarken başını eğip kaldırdı selam verircesine. Sonra da arkasını dönerek lojmanın çıkışına ilerledi. Adımlarımı Burçe’ye doğru atarken hevesli sesini duydum. “Canım yengem.” Kollarını sıkıca bana dolarken bende sıkı sıkı kucakladım onu. Burçe ise ekledi. “Sen konuştun abimle değil mi?” dediğinde sesli bir şekilde güldüm. “Ufak bir dokunuş diyelim.” Burçe’de benimle gülerken cevap verdi. “Bir tanesin sen.” Yüzümdeki gülümseme büyümeye devam ederken iç geçirdim. Umuyordum ki artık her şey yoluna girerdi ve bizde normal, mutlu hayatlarımıza geri dönerdik… ◔◔◔ Günler sonra… Karşımda birbirine sıkı sıkı sarılan çifte bakarken yüzümdeki küçük bir gülümsemeyle onları seyretmeye devam ediyordum. Bu halleri bana çok tanıdık geliyordu. Onları böyle görmek benim Pamir’i Hakkari’ye giderken uğurladığım günü hatırlatıyordu. O gün abim de Pamir’in ailesi de yanımızdayken birbirimize sarılıp vedalaşmıştık. O gözleriyle beni abime emanet etmişti. Ya da sonrasında o bizi uğurlarken son kez sıkıca sarılmıştık birbirimize. Her vedalaşma zordu… Burçe ve Batuhan bu konuda az da olsa şanslıydı. Şimdi yanlarında ne abisi vardı ne ailesinden biri. Sadece ben vardım. Abimle, babamla, Sinem’le evde vedalaşmışlardı, abisiyle yol üzerinden vedalaşmıştı. Onlara sıkıntı çıkartacak kimse yoktu. Yine ilk günlerde olduğu gibi yanlarında ben vardım. Bedenleri birbirlerinden ayrılırken Burçe gözyaşlarına engel olamıyordu. Batuhan onun yüzünü avuçları arasına alırken itina ile gözyaşlarını temizliyordu. “Yapma ama böyle, yan yana olamayacağız ama bir telefon uzağında olacağım.” Teselli etmeye çalışıyordu, yüzünde küçük bir gülümseme vardı ama hüznünü çok net anlatıyordu sesi. “Elimde değil…” diye cevap verdi Burçe sızlanarak. Bugün Ankara’ya dönüyordu. İki gün sonra okulu açılacaktı ve artık son sınıf olarak büyük bir koşturmaca onu bekliyordu. Batuhanlar ise bugün akşam göreve gideceklerdi Pamirlere eşlik etmek için. Burçe birazda ona ağlıyordu zaten. Burada olduğu süre boyunca uzun süreli göreve gitmemişlerdi. Şimdi tam buradan gitmişken ondan haber alamayacak olması onu ağlatıyordu. Çok iyi anlıyordum. “Böyle için için ağlama ne olursun, zaten bırakmak istemiyorum seni. Şimdi daha da zorlaştırıyorsun.” Batuhan içi gidercesine konuşurken Burçe ağlamamak için dudaklarını birbirine bastırdı. Burnunu çekerken mırıldandı. “Tamam, ağlamıyorum.” Gözyaşlarını temizlemeye çalışırken Batuhan onun bu haline güldü. Burçe’yi tekrardan kendine çekerken dudaklarını saçlarına bastırdı uzun uzun. Rahatsız olmamaları için bakışlarımı onlardan çekip kolumdaki saate doğru çevirdim. Artık ayrılmaları gerekiyordu. Tam bunu düşünürken Batuhan’ın sesini duydum. “Uçaktan indiğinde haber ver bana, eve gittiğinde de.” Endişeli bir şekilde cümlelerini sıralarken Burçe cevap verdi. “Veririm ama merak etme babam alacak havaalanından zaten.” Batuhan omuz silkti duyduğu cevaba karşılık. “Merak ederim…” Birbirlerine sevgiyle bakarlarken Burçe’nin bakışları bana doğru kaydı. Batuhan’ın kollarından ayrılırken bana doğru yaklaştı. Ona kollarımı açtığımda kollarımın arasına girip sıkıca sarıldı. “Her şey için teşekkür ederim yenge, abimle aranızın bozulmasına da neden oldum. Özür dilerim..” Suçlu bir şekilde mırıldanırken hızlıca karşı çıktım. “Bunları düşünme, olan oldu. Hallettik biz. Sizde halledeceksiniz. Sen kafanı bunlara takma, derslerine dikkat et. İyi yolculuklar.” Burçe kollarımdan ayrılırken tekrardan Batuhan’a doğru baktı. Batuhan küçük bir gülümsemeyle onu seyrediyordu. Sanki onu aklına kazımak istercesine bir hali vardı. “Dediğimi unutma.” Diye tembihlerken Burçe onayladı. “Unutmam, kendine dikkat et sende. Beni habersiz bırakma.” Dediğinde Batuhan belli belirsiz başını salladı. “Komutanımın yanında ne kadar olursa artık.” Ardından ekledi. “Seni seviyorum.” “Bende seni seviyorum…” Birbirlerine uzun uzun baktıktan sonra Burçe bavulunu sürükleyerek kapıya yaklaştı. İçeri girmeden evvel bize tekrar dönerek el salladı. Batuhan’da bende aynı anda elimizi kaldırıp ona karşılık verdiğimizde Burçe daha fazla beklemeden içeri girdi ve gözden kayboldu. Batuhan arkasından uzun uzun bakarken elimi koluna yaslayarak mırıldandım. “Allah kavuştursun.” Batuhan söylediğimle birlikte iç geçirdi. “Şimdiden özlemeye başlamam normal mi?” Kurduğu cümleyle istemsizce gülümserken karşılık verdim. “Aşk böyle bir şey işte...” Bakışlarını bana doğru çevirdiğinde hem aklını dağıtmak için hem de merak ettiğim için aklımdan geçeni dile getirdim. “Temizlik nasıldı?” dediğimde Batuhan güldü. “Yaptık bir şeyler, komutanım pek bir şey demedi ama beğendi bence.” Dedikten sonra ekledi. “Eve temizlikçi lazımsa gelirim, aklında bulunsun.” Söylediği şeye sesli bir şekilde güldüm. Alem çocuktu. “Bir şey söyledi mi başka?” diye merakla konuştum. Oturup konuşmamışlardı bunu biliyordum. Konuşsalardı Pamir söylerdi bana. Sorduğum soruyla Batuhan yarım yamalak güldü. “Tüm timin nöbetlerini bana kitlemesi dışında mı? Hayır.” Dediğinde gözlerim şaşkınlıkla aralandı. Nöbetler arka arkaya ise Batuhan’ın halini düşünemiyordum bile. “Merak etme yenge, hallediyorum ben.” Dedi beni rahatlamak için. Ama nasıl hallediyordu kim bilir? Bir de göreve gidecekti şimdi. İçim istemsizce endişeyle dolarken Batuhan tekrar konuştu. “komutanım bir şeyleri kabullensin, bizi anlasın. Ben tüm bunları göze aldım zaten. Sende araya girme, bunu bir komutanla askeri arasındaki mesele olarak düşün yengem. Burçe’ye de söyledim. Bu bizim aramızda.” Dediğinde bu kararlı halleri çok hoşuma gitmişti. Seven, sevdiği için böyle çabalamalıydı işte. “Bir gün tüm bunlar sona erecek, sizde eskisi gibi olacaksınız.” Dediğimde onayladı beni Batuhan. “Biliyorum, o yüzden rahatım bende.” Dedikten sonra eliyle arabayı işaret etti. “Gidelim mi?” Başımı sallayarak onu onayladım. O kendi arabasına ilerlerken bende beni bekleyen makam arabama ilerledim. Burçe’yi göndermek beni de üzmüştü. Olmayan kız kardeşimdi o benim. Neyse ki bu konuları düşünecek vaktim yoktu. Havaalanından sonra direkt olarak emniyete geçtiğimde Cenk’in odasına doğru ilerledim. Odaya girmek üzereyken kapının aniden açılması ile Cenk’te bende şaşırmıştık. “Savcım bende tam size gelecektim.” Diyerek telaşlı bir biçimde konuşurken merakla baktım ona. “Ne oldu?” “Görüntülerin incelemesi bitti ve tamda işimize yarayacak bir şey bulduk.” Diyerek eliyle görüntülerin incelendiği odayı işaret etti. Hızlı adımlarla odaya ilerleyip girdiğimizde polis memurlarına emir verdim. “Ne buldunuz? Görüntüyü açın.” Polis memuru hızlıca benim dediğimi yaparken ekranda Elif’in bulunduğu saate yakın bir saatin kamera görüntüleri açıldı ve ekrana yansıtıldı. İlk önce boş bir sokak karşıladı bizi. Hemen ardından Sude’nin yavaş adımlarla binaya yaklaştığını gördüm. Kaşlarım çatılırken dikkatle incelemeye devam ettim görüntüleri. Polis memuru Sude binaya girdikten sonrasını hızlandırdı. Yaklaşık yarım saat sonra Sude binadan çıkarken hızlı adımlarla kameranın bulunduğu sokağa ilerlemeye başladı. Panik olmuş bir şekilde ilerlerken ağladığını da net bir şekilde görüyorduk. Başka bir sokağa saptığında bu sefer o sokağı gösteren kamera görüntüleri önümüze düştü. Sude biraz ilerledikten sonra sokaktaki bankete çöküp elleriyle yüzünü kapattı. Omuzları sarsılırcasına ağlarken polis arabalarının ışıkları vurmaya başladı yüzüne. Muhtemelen komşular Elif’i yerde bulmuştu ve polisi aramışlardı. Polis arabasının geçmesiyle birlikte Sude daha çok ağlamaya başladı. Bu görüntüler her şeyi açıklıyordu. Cenk’le birbirimize bakarken ikimizin aklında da aynı düşünce vardı. Dakikalar geçerken olay yeri inceleme arabası, benim arabam derken Sude oturduğu yerden kalktı. Yavaş adımlarla sokaktan çıktıktan sonra binaya yaklaşırken hızlandı ve koşmaya başladı. Muhtemelen bizim onu gördüğümüz an o andı. Görüntüler son bulurken mırıldandım. “Sude Rugay’ı alın emniyete.” Bölüm Sonu ‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz, beğendiniz mi? ‣‣‣ Pamir ve Devrim sahneleri nasıldı, araya biraz ayrılık soktuk ama olması gerekiyordu ikisi açısından da. Çok arayı düzelttiler bizimkiler ama sonrasında. Artık çok uzasın istemedim… ‣‣‣ Bora ve Pamir’in konuşması nasıldı? ‣‣‣ Dava hakkında neler düşünüyorsunuz? Sizce gerçekten Sude mi yaptı? ‣‣‣Burçe’yi de uğurladık, abisiyle neler olacak sizce? Pamir eziyetlerine başladı ehehe. ‣‣‣ Gizemle Pamir’in konuşması hakkında ne düşünüyorsunuz? ‣‣‣ Bir sonraki bölümde belli zaman atlamaları olabilir, şimdiden haberiniz olsun.. Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum… |
0% |