Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Kaybolan Yıllar| 4

@mutlusonsuz222

 

🖇️ Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim:)

 

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın..

 

4.Bölüm

Mayıs 2019..

Devrim ve Pamir'in o ilk çarpıştıkları kafede buluştukları andan itibaren ikisi arasında çok fazla şey değişmişti. O gün birlikte geçirdikleri saatlerde o kadar keyif almışlardı ki bu birlikte vakit geçirmelerin devamı gelmişti. O an konuştukları gibi sonraki buluşmaları pizzacıda olmuştu. Daha sonra Anıtkabir olmak üzere birçok müze, birçok kafe ve restoranda vakit geçirmişlerdi. Pamir vakit bulduğu ilk anda soluğu Devrim'in okulunun önünde alıyor, eve bırakana kadar az da olsa onun yüzünü görmek istiyordu.

Devrim'de Pamir'den farksız değildi, kısacıkta olsa Pamir ile vakit geçirmek ona çok iyi geliyordu. Buluştukça, sohbet ettikçe, birbirlerini tanıdıkça ikisi de birbirlerine daha da ısınmaya başlamışlardı. Sadece buluşmuyorlar aynı zamanda sürekli telefonda mesajlaşıp vakit bulduklarında konuşmayı da ihmal etmiyorlardı.

Pamir vakit bulduğu ilk an telefonu eline alıyor, yüzündeki gülümsemeye engel olamadan Devrim'in mesajlarını okuyordu. Sırf bu yüzden bile arkadaşlarının alay konusu olmuştu. Seni de bir kıza kaptırdık diyen arkadaşlarını hiç umuruna getirmiyordu Pamir çünkü halinden gayet memnundu. Ona gününü anlatan, yaşadığı şeylerden bahseden kızın mesajlarını okumak ona çok iyi geliyordu.

İkisi de birbirleriyle mesajlaşmayı bir rutin haline getirmişlerdi. Sabah uyanır uyanmaz atılan günaydın mesajları, gün içinde ne yaptıkları, gece iyi geceler mesajları havada uçuşuyordu. Daha birbirlerini ilk gördükleri anda hissettikleri etkilenme günler içerisinde yavaş yavaş hoşlanmaya ve daha da ileriye gitmeye başlamıştı.

Devrim ve Sinem derslerinin daha öğlen olmadan bitmesiyle birlikte fakülteden çıkmıştı, kapıda birbirleriyle vedalaşarak evlerine gitmek üzere ayrıldıklarında Devrim ezbere bildiği yolu yürümeye başlamıştı. Okulla evi yakın olduğu için metro istasyonuna yürürken onun yürüdüğü kaldırıma doğru yanaşan araba ile Devrim adımlarını hızlandırdı.

Arabayı umursamadan ilerlerken arabanın camının açılıp tanıdık bir sesin ismini seslenmesiyle birlikte Devrim'in adımları duraksadı. "Ne kadar hızlı yürüyorsun öyle, arabayı park yerinden çıkarana kadar metroya ulaştın."

Devrim, Pamir'in sesiyle birlikte hem şaşkın hem de güler bir sesle konuştu. "Bence sen yavaşsın." Pamir'in arkasında bekleyen arabanın kornasını çalmasıyla birlikte ikisi de irkilirken Pamir hızla konuştu. "Bence bu konuyu arabada tartışabiliriz, atla bakalım."

Devrim arabanın kapısını açıp öne otururken Pamir, Devrim'in araca binmesiyle birlikte yolda ilerlemeye başladı. Devrim emniyet kemerini takarken şaşkın bir şekilde Pamir'e dönerek konuştu. "Hani senin işin vardı bugün?"

"İşim vardı ama sonradan seni görmek istediğimi fark ettim." dedi Pamir göz ucuyla Devrim'e bakarak. Devrim duyduğu cümle ile dudaklarının kıvrılmasına engel olamayarak güldü. "Bak sen, özledin yani beni?"

Tanışalı 4 ayı geçmişti ve artık ikisi de birbirlerinin yanında hiç olmadıkları kadar rahatlardı. İçlerindeki duygular hoşlanmayı da geçtiği için böyle rahat konuşabiliyordu Devrim. Henüz ikisinden biri açılmamıştı ama Pamir'in de ona karşı bir şeyler hissettiğinden emindi, onun yanında kendini dünyanın en güzel kadınıymış gibi hissetmekten alıkoyamıyordu. Pamir ona böyle hissettiriyordu.

"Özledim." dedi Pamir açıkça kızın gözlerine bakarak. Onun için artık her şey kesinleşmişti, içindeki duygulara anlam yüklemişti ve kızında ona karşı boş olmadığını bildiği için duygularını açıkça ifade etmek istiyordu.

Devrim başını kucağında duran eline doğru çevirmeden önce mırıldandı. "Duygularımızın karşılıklı olmasına sevindim." Pamir, kızın cevabıyla birlikte gülümsemeden edemedi. Devrimse tekrardan Pamir'e doğru baktı. "Geleceğini haber vermedin?"

"Verseydim sürpriz olmazdı." dedi Pamir göz kırparak. Ardından da ekledi. "Seni bir yere götürsem benimle birlikte gelir misin?" dediğinde Devrim hafifçe kaşlarını çattı. "Nereye?"

"Sen cevabını ver, neresi olduğunu gidince görürsün." diye cevap veren Pamir ile Devrim düşünürmüş gibi sessiz kaldı bir süre. Aslında cevabı belliydi ama azıcık Pamir'i sinir etmekten zarar gelmeyeceğini düşünerek mırıldandı. "Aslında bugün başka bir randevum vardı."

Pamir aniden bakışlarını kıza doğru çevirirken kaşlarını çatarak konuştu. "Başka bir randevu derken?" Devrim gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. "Evet, bir arkadaşımla buluşacaktım. Erkek bir arkadaşımla." diyerek Pamir'in tepkisini ölçerken Pamir bakışlarını Devrim'den çekerek genzini temizledi.

Ardı ardına yutkunurken içinden Devrim'in hangi arkadaştan bahsettiğini anlamaya çalışıyordu. İçinin anlamsız bir kıskançlıkla dolduğunu hissederken Devrim'in bahsettiği arkadaş grubundaki erkekleri aklından geçirmeye başladığını fark etti. Düşüncelerinin cevabını öğrenmek için konuştu. "Hangi arkadaş? Şu Ahmet mi yoksa?"

Devrim duyduğu isimle birlikte kaşlarını atarken dayanamayarak güldü. "Bir de ciddi ciddi soruyorsun." Pamir'in yüz ifadesi daha da gülmesine sebep olurken Pamir anlamsız bir şekilde kıza bakmaya devam etti. "Neden gülüyorsun?"

"Ay Pamir yüz ifaden o kadar komik ki kendini görsen sende gülersin." dedi Devrim. Arkasından da ekledi. "Şaka yapayım dedim ama bu kadar güleceğimi düşünmemiştim. Ayrıca senden bahsediyorum, bugün buluşamayacağız diye akşam telefonla konuşacaktık ya." Devrim'in açıklamasıyla birlikte Pamir derin bir nefes verirken bakışlarını tekrardan Devrim'e çevirdi. "Biz arkadaş mıyız?"

Pamir'in aniden sorduğu soruyla birlikte Devrim duraksarken Pamir itinayla kızın yüzünü inceledi. Onun vereceği cevap yapacağı şey için gerçekten önemliydi. O yüzden hem heyecanlı bir biçimde hem de meraklı bir biçimde kıza bakmayı sürdürüyordu.

"Değil miyiz?" Devrim'in cümlesi ile birlikte Pamir saniyelik olarak gözlerini kapattı ve bakışlarını kızdan çevirdi. "Her erkek arkadaşınla bu kadar sık görüşür, her gün saatlerce telefonda konuşup mesajlaşır mısın sen?" Pamir'in tahammülsüz sesiyle birlikte Devrim tebessüm etti.

Pamir'in tepkilerinden de ses tonundan da ne kadar rahatsız olduğunu anlamak zor olmamıştı onun için. Pamir'in ona olan duygularını anlıyordu ama emin olmak için onu böyle sınamaktan da vazgeçmiyordu.

"Haklısın, her arkadaşımla böyle olmam. Yalnızca benim için özel olan kişilerle böyle samimiyet kurarım." kızın samimi bir sesle sarf ettiği sözler Pamir için yeterli olmuştu. Devrim, Pamir'in rahatladığını anlarken ekledi. "Ayrıca seninle gelirim tabii ki ama nereye gideceğimizi söylemeyecek misin?"

"Hayır söylemeyeceğim ama seveceğini biliyorum."

Devrim kabullenerek Pamir'i onaylarken gününün nasıl geçtiğinden bahsetmeye başladı. Gidecekleri yere ulaşıncaya kadar aralarındaki sohbet devam ederken kısa süren bir yolculuğun ardından gidecekleri yere ulaşmışlardı.

Devrim camdan dışarıya bakarken gördüğü piknik alanıyla birlikte gülümsedi. Pamir ile sohbetleri arasında piknik yapmayı ne kadar sevdiğinden bahsetmişti ve şimdi öyle bir alana geldiklerini görünce içinde uçuşan kelebeklere engel olamamıştı.

Pamir'in arabadan indiğini gördüğünde Devrim'de onun peşinden indi. Pamir'in arabanın bagajını açmış bir piknik sepeti çıkardığını gördüğünde Pamir kıza bakarak gülümsedi. "Piknik yaparız diye düşündüm."

"Unutmamışsın, o kadar mutlu oldum ki şuan." Devrim büyük bir gülümsemeyle Pamir'e bakarken Pamir kızın mutluluğu ile daha da mutlu olduğunu hissetti. Kızın gülüşünü seyrederken kalbinin eridiğini ve bu gülüşü görmek için her şeyi yapabileceğini bir kez daha aklından geçirdi.

"Seni mutlu edecek hiçbir şeyi unutmam." Pamir'in sözleriyle birlikte Devrim ona doğru yaklaştı. Dayanamayarak kollarını Pamir'e doğru sararken mırıldandı. "Teşekkür ederim." Bu teşekkür Pamir'in onu mutlu etmek için çabalaması dışında Devrim'e gerçekten sevilebileceğini hissettirdiği içindi.

Pamir, kızın ani hareketi karşısında epey şaşırarak bir süre öylece kalırken sepet olmayan eliyle kızın belini kavrayarak sıkıca Devrim'e karşılık verdi. Kızın açık saçlarından gelen kokuyla birlikte mest olarak gözlerini kapatırken derin bir nefes aldı. "Sen bana böyle sarılırsan ben her şeyi yaparım."

Devrim kollarını Pamir'den çekerek hemen arkalarındaki alanı işaret etti. "Oraya gidelim mi?" Pamir, Devrim'in işaret ettiği yere bakarak başını salladı. "Gidelim."

Birlikte çimenlerin üzerinden ilerlerken Pamir getirdiği piknik çantasının içinden örtüyü çıkartarak çimlerin üzerine doğru serdi. Ardından da elindeki sepeti örtünün üzerine koyarak örtünün üzerine oturdu. Devrim sepetin yanına diz çökerken Pamir bakışlarıyla sepeti işaret etti.

"Sepeti açma görevi de sende olsun, bak bakalım içinde neler var." Devrim heyecanla sepeti açarak içindekilere baktı. Sandviç, meyve suyu, mevsimine uygun meyveler, kuru meyve, kuruyemiş tarzı yiyecekler, büyük bir termos ve en sevdiği çikolataları görerek bir bir onları sepetten çıkartmaya başladı.

Tam konuşmak için Pamir'e doğru döndüğünde onun bağdaş kurmuş, dirseğini bacağına yaslamış ve yanağını yumruk haline getirdiği eline koyarak dikkatli bakışlarla ve tebessümle onu izlediğini gördüğünde yutkunamadığını hissetti.

Bakışlarını usulca Pamir'den kaçırarak mırıldandı. "Ne kadar çok şey getirmişsin böyle. En sevdiğim çikolatayı da almışsın. Kesene bereket." dediğinde Pamir kendi elleriyle hazırlayıp sardığı streç filmi açarak kıza doğru uzattı. "Ye bakalım beğenecek misin?"

"Sen mi yaptın?" Devrim'in şaşkınlıkla sorduğu soruyla birlikte başını salladı Pamir. Devrim, Pamir'in uzattığı sandviçi eline aldıktan sonra küçük bir parça ısırdı. O sırada Pamir getirdiği termosu bir eline, meyve suyu olan cam şişeyi bir eline alarak konuştu. "Çay mı yoksa meyve suyu mu? Kendi ellerimle sıktım senin için."

"Madem kendi ellerinle sıktın, meyve suyu içeyim." dedi Devrim. Ardından da ekledi. "Sandviç şahane olmuş. Tarifini isterim." diyerek güldüğünde Pamir sırıttı. "Tabi veririz Devrim hanım." dedikten sonra duraksayarak ekledi Pamir. "Ama senin yaptığın benimki gibi olur mu bilemedim."

Pamir'in sözleriyle Devrim kaşlarını çattı. "Neden olmasın ki?" Pamir kızın yüz ifadesine bakarak dudaklarını büzdü. "Çünkü ben içine sevgimi kattım." Pamir'in sözleriyle birlikte Devrim istemsizce güldü. "Bende katarım, eminim seninkinden güzel olur."

"Bir gün yaparsan yeriz." dedi Pamir karşılık olarak. Devrim başını sallayarak onayladı. "Hay hay efendim yaparız."

Sandviçlerini yiyip karşılıklı sohbetlerine devam ettikten sonra çay içerek pikniklerine devam ettiler. Devrim o kadar keyifliydi ki anlatamazdı. Pamir'in onu düşünmesi, onunla ilgili hiçbir şeyi unutmaması ve onu mutlu etmek için yaptığı küçük çaplı hazırlık bile Devrim'i mutlu etmeye yetmişti.

Pamir ise kızın mutluluğunu görüp mutlu oluyordu. Devrim'i mutlu etmek için planladığı şey tam beklediği gibi ilerliyordu. Geriye yapması gereken tek bir şey kalmıştı. Kıza olan duygularını açmak, onu da şimdi yapacaktı.

"Devrim." Pamir'in seslenmesiyle birlikte Devrim bakışlarını çay bardağından çekerek Pamir'e doğru çevirdi. "Efendim?" Pamir kızın gözlerinin içine bakarken genzini temizledi. Duygularını nasıl açacağını bilemiyordu, gecelerce düşünmüştü ama her seferinde cümlelerde bir şeylerin eksik olduğunu düşünerek sürekli kafasında kurmuştu.

O yüzden şuan içinden nasıl geliyorsa öyle davranacaktı. "Ben, aslında." diyerek duraksadı ve derin bir nefes alarak konuştu. "Aslında buraya gelmemizin başka bir sebebi daha var." dediğinde Devrim merakla konuştu. "Neymiş?"

"Seninle yalnız kalmak istemem. Sadece senin gözlerine bakarak, sadece senin sesinin o güzel tınısını duymak ve sadece senin güzel yüzünü görmek istemem." diyerek kızın gözlerinin içine baktı. Devrim'in beklentiyle ona bakarak titreyen gözbebeklerini gördüğünde daha da heyecanlandı Pamir.

Devrim'in ellerine uzanarak ellerini kavradı ve gözlerine bakmaya devam etti. " Devrim, gözlerin gözlerime değdiği andan itibaren içimde anlamlandıramadığım hisler oluştu. O his seni her gördüğümde, seninle her konuştuğumda, her sarılışımızda, bana her gülüşünde katlanarak arttı ve artık içimde tutamıyorum ben bunu."

Devrim, Pamir ile duygularının karşılıklı olduğunu bilerek gülümserken gözlerinin dolmasına engel olamadı. Parıldayan gözlerle Pamir'e bakarken kalbinin yerinden çıkacağını hissetti. Pamir dudaklarını yalayarak ufak bir tebessüm etti. Devrim'in elini kalbinin üzerine bastırırken derin bir nefes aldı.

"Kalbimin nasıl attığını hissediyor musun?" Devrim avuçlarının arasında, Pamir'in kalbinin hızlı ve güçlü bir biçimde attığını hissederken usulca başını salladı. Onun kalbide aynı Pamir'inki gibiydi. Pamir de Devrim gibi başını sallarken sözlerine devam etti. "Sanki kalbim senin avuçlarının içinde. Sen gülümseyince, bana bakınca kalbim sıkışıyor ve tüm gücüyle çarpıyor."

"Pamir." Devrim bir şeyler söylemek için Pamir'e doğru seslendiğinde Pamir engelledi. "Sözlerimi bitireyim izin ver." dediğinde Devrim başını salladı. Pamir kızın elini tutmaya devam ederken sözlerine devam etti.

"Devrim, belki uzun süre yanında olamayacağım, belki sürekli görüşemeyeceğiz ama ben seninle bir yola çıkmak istiyorum. Çünkü ben ne yaparsam yapayım tüm yollarım sana çıkıyor, tüm düşüncelerimin içinde sen varsın, kalbim senin adını haykırıyor ve bu ne yaparsam yapayım geçmeyecek. Bu yüzden denemek istiyorum, eğer sen varım dersen ben seninle her şeye varım."

Pamir içini dökmenin vermiş olduğu rahatlamayla derin bir nefes verirken üzerindeki gerginlik devam ediyordu. Çünkü Devrim'in vereceği cevaptan, onu reddetmesinden deli gibi korkuyordu. Devrim duyduğu sözlerle Pamir'in gözlerine bakmaya devam etti. Bir gün aralarında böyle bir konuşma geçeceğini biliyordu ama o günün bugün olmasını beklemiyordu.

"Pamir.." Devrim büyükçe yutkunarak Pamir'e bakarken Pamir heyecanlı gözlerle kızın ağzından çıkacak cümleleri beklemeye koyuldu. "Bu sözleri duymak o kadar güzel ki, heyecanımı anlatacak cümlelerim yok." dedi Devrim. Gülümseyerek Pamir'e doğru bakarken devam etti sözlerine. "Varım, Pamir. Bende seninle olmayı istiyorum, denemeyi istiyorum. Yanımdaki kişi sen olacaksan seninle bir yola çıkmayı bende çok isterim."

Devrim'in sözleriyle Pamir güldü. Devrim'in yüzünü avuçları arasına alırken gülen gözlerle ona bakmayı sürdürdü. "Beni o kadar mutlu ettin ki güzelim. Kabul etmeyeceksin diye o kadar korktum ki. Bu kararından pişman olmaman için, mutlu olman için elimden gelen her şeyi yaparım." Devrim elini Pamir'in elinin üzerine koyarken cevap verdi. "Biliyorum."

Pamir kızı kendine doğru çekip sıkıca sarılırken bu sefer gönül rahatlığı ile burnunu kızın saçlarına gömüp huzurla nefes aldı. Gerginlikten kasılmış vücudu gevşerken gözlerini kapatarak Devrim'e sarılmaya devam etti. Devrim ise Pamir'den farksız değildi, gözlerini kapatmış huzura ulaştığını hissederken başını Pamir'in omzuna yasladı.

Bu tarih ikisi içinde bir dönüm noktasıydı: 29 Mayıs 2019.. Bir yola başladıkları, ucunda yaşayacakları ayrılıktan haberleri olmadan birbirlerine kavuşmuş olmanın verdiği huzurla sarıldıkları tarihti. İkisi de bir ilişkiye başladıkları tarihten bir yıl sonrası için aralarına girecek olan yıllardan habersizlerdi..

 

 

⁎⁎⁎⁎⁎

Günümüz

"Emir büyük yerden Devrim. Yeni görev yerin Hakkari, umarım senin için hayırlısı olur." Hala okuduklarımın, duyduklarımın şaşkınlığını üzerimden atabilmiş değildim. Böyle bir şeyin olması çok zordu. Görevimi gayet layığıyla yerine getirirken beni buradan başka bir yere göndermeleri resmen haksızlıktı.

Kağıda tekrar tekrar göz gezdirirken zihnime dolan tehdit mesajlarıyla birlikte başımı salladım. Beni buradan göndermek istiyorlardı çünkü ben davayı eşelemeye devam ediyordum, belki de benden sonra gelecek olan savcı istedikleri şekilde dosyayı kapatacaklardı. Peki bunlar kimdi de ta en üst mercilere kadar ulaşıp adam sürdürtebiliyorlardı?

"Bunun arkasında o adamlar var başsavcım." düşündüklerimi dile getirerek başsavcımın tepkisine baktım. Halit başsavcım derin bir nefes alarak konuştu. "Onlar var veya yok, buna itiraz etme gibi bir şansın yok Devrim. Bugün gün içinde dosyalarını devredip iki güne kadar Hakkari adliyesinde göreve başlaman gerekiyor."

Sinirle gözlerimi kapattım. Hırsımdan ağlayacaktım neredeyse. Bu kadar uğraştıktan sonra neredeyse sonuna yaklaşmışken gitmek canımı o kadar sıkmıştı ki. Uğradığım haksızlığı dibine kadar hissediyordum ve bundan nefret ediyordum.

"Emredersiniz başsavcım, dosyaları size teslim edeceğim. Hangi davayı kime vereceğinize siz karar verirsiniz." dedim oturduğum yerden kalkarken. Başka hiçbir şey söylemeden odadan çıkarken derin bir nefes verdim sakinleşmek adına. Ama olamıyordum.

Sert adımlarla odama doğru ilerlerken üzerimde olan bakışları önemsemeden odama girdim ve elimdeki kağıdı masaya doğru fırlattım. Onlardan her şeyi beklemiştim ama ellerinin kollarının bu kadar uzun olmasını beklememiştim, ortada hiçbir sebep yokken dahi beni buradan gönderiyorlardı.

Elimi boynumdaki kolyeye atarak ne yapmam gerektiğini düşündüm. Aslında yapabileceğim hiçbir şey yoktu bu elimdeki yazıya uymaktan başka. Gitmek zorundaydım. Hakkari, bizi ayıran şehirdi. Pamir'in ilk ve son görev yeriydi. Onun orada yaşadığını bilmek, o sokaklarda gezdiğini bilmek ve artık gezemiyor oluşunu bilmek canımı çok yakıyordu.

Bir yandan da şanslı sayılırdım, en azından Hakkari'de tanıdığım ve güvendiğim bir arkadaşım vardı. Daha doğrusu Pamir'in arkadaşı oradaydı; Hakan.

Hakan, Pamir'in okuldan arkadaşıydı. Kardeşim dediği, omuz omuz çarpıştığı, en güvendiği kişiydi. Pamir sayesinde tanışmıştım bende onunla. Pamir'in şehit haberinden sonra irtibat halinde kalmıştık. Görevlerden vakit bulduğunda mutlaka beni arıyor, bir ihtiyacım olup olmadığını soruyor ve benimle ilgileniyordu. Bende arada sırada onu arayıp halini hatırını soruyordum.

Masanın üzerindeki telefonumu alarak hızlıca bende kayıtlı olan numarasını bularak üzerine tıkladım ve telefonu açmasını beklemeye başladım. "Efendim Devrim?" Hakan'ın her zamanki resmi sesini duyduğumda konuştum. "Nasılsın Hakan?"

"İyiyim çok şükür, sen nasılsın?" dediğinde sıkıntılı bir nefes verdim. "Sıkıntılıyım biraz." dediğimde Hakan'ın tarafından birkaç hışırtı sesinden sonra epey ciddileşen sesini duydum. "Ne oldu?"

"Hakkari'ye geliyorum." dediğimde Hakan'ın afallamış sesi kulaklarıma doldu. "Nasıl Hakkari'ye geliyorum, senin görev yerin Ankara değil mi?" birden neden panik olduğunu anlamasam da konuştum. "Görev yeri değişikliği yazısı şimdi elime ulaştı, sürgün edildim." dedim gülerek.

"Sen neye bulaştın böyle?" Hakan'ın sıkıntılı sesiyle birlikte derin bir iç çektim. "Uzun hikaye, şimdi ben 2 gün içerisinde oraya geleceğim. Bana bir ev ayarlayabilir miyiz? Biliyorum çok yoğunsun seni rahatsız etmek istemiyorum ama en azından tanıdığın bir emlakçı falan varsa-"

Sözlerimi kesen şey Hakan'ın sözleri oldu. "Ne rahatsızlığı Devrim, sen bana kardeşimin emanetisin." söylediği şeyle birlikte boğazımda büyük bir yumru oluştu. Bir süre sessiz kalarak ağlamamaya çalışırken Hakan'ın sesini tekrardan duydum. "Emlakçıyı falan boş ver. Sana lojmandan bir yer ayarlayalım, Turan komutanım yardımcı olmaz mı?"

"Babama daha söylemedim, haberi alır almaz seni aradım. Babam muhtemelen ayarlar ama yine de sana danışmak istedim." dediğimde Hakan'ın onaylayan sesini duydum. "Baban hallederse ben temizlik işini falan hallederim burada. Ufak tefek eşyalar da ayarlarım, sen gelince kendi evini kendin yerleştirirsin."

"Süpersin Hakan, sana güvenebileceğimi biliyordum. Teşekkür ederim." dediğimde Hakan'ın sesini duydum. "Teşekkür edilecek bir şey yapmadım, uçak saatini bana haber ver. Seni karşılamaya gelirim."

O görmese bile hafifçe başımı salladım. "Tamam, veririm. Görüşürüz." dediğimde Hakan cevap verdi. "Görüşürüz."

Telefonu kapattığımızda derin bir nefes verdim. En azından ev işi hallolacaktı. İki gün çok az bir süreydi benim için. Hakkari'ye gider gitmez işe başlamam gerekiyordu yani ne evle ne de başka bir şeyle uğraşacak vaktim yoktu. İyi ki Hakan vardı, o olmasa biraz zor hallederdim muhtemelen.

Masamın üzerindeki su şişesinden birkaç yudum su içerek masanın üzerindeki dosyalara teker teker göz gezdirdim. Birkaçının iddianamesi de hazırdı, yalnızca davanın görülmesi kalmıştı. Masanın üzerindeki telefondan Hatice Hanım'ı arayıp odama gelmesini söyleyerek dosyaları birbiri üzerine topladım. Kapı çalınıp da içeri Hatice Hanım girdiğinde ona doğru baktım.

Elimde tuttuğum dosyaları ona doğru uzatırken konuştum. "Bunları başsavcıya teslim eder misin?" dediğimde Hatice Hanım şaşkınlıkla bana baktı. "Nasıl yani savcım?" sorduğu soruyla birlikte büyükçe yutkundum. "Dosyaları devrediyorum, bugünden itibaren bu adliyede olan görevim bitmiş bulunmakta."

"Savcım istifa mı ettiniz?" Hatice hanım büyük bir şaşkınlıkla konuşurken ufak bir tebessüm ettim. "Hayır, yalnızca görev yerim değiştirildi." dedikten sonra ekledim. "Bunların başsavcıya teslim edilmesi gerekiyor." diye dosyaları işaret ederken Hatice hanım kendine gelerek konuştu. "Emredersiniz savcım."

Dosyaları alarak odadan çıkarken derin bir nefes verdim. Cidden burayı özleyecektim. 3 yılım burada geçmişti, ilk davamı aldığım an aklımdaydı. Şimdi vedalaşmak cidden zor geliyordu bana.

Masanın üzerindeki resim çerçevelerini elime aldım. İlk önce annem, babam ve abimin bulunduğu çerçeveye uzun uzun baktım. Annemi ve babamı burada bırakmak çok zor olacaktı. Ben onlardan hiç ayrı kalmamıştım ki. Evet babam askerdi, sürekli görevlere çıkardı ama ben üniversiteye başladığım yıldan itibaren bir hiç ayrılmamıştık. Sadece annem bedenen yanımızdan ayrılmıştı ama onun da mezarı buradaydı.

Ailemin fotoğrafının bulunduğu çerçeveden sonra sevdiğim adamın fotoğrafını elime aldım. Tanıştığımız, sevgili olduğumuz, ilk kez öpüştüğümüz, her bir sokağında anılarımızın olduğu bu şehri bırakmak benim için çok zordu, hele ki ondan bana kalan tek şey anılarımızken..

Çerçeveleri kol çantama koyarken odaya göz gezdirdim. Geri kalan hiçbir şey bana ait değildi. Ben bana ait olan her şeyi almıştım.

Kapı tekrar tıklandığında gerekli komutu verip içeri giren kişilere doğru baktım. Birlikte aynı adliyede görev yaptığımız savcı arkadaşlarımdan birkaçını kapıda gördüğümde içlerinden birisi konuştu. "Devrim savcım duyduklarımız doğru mu? Gidiyor musunuz gerçekten?"

Haberler ne çabuk yayılıyordu böyle. Ben ile daha yeni yeni sindirirken hemen haberleri olmuştu. Hafifçe kaşlarımı çatmış onlara bakarken konuştum. "Sizin nereden haberiniz oldu?" dediğimde biraz önce konuşan kişi cevap verdi. "Hatice hanımı gördüm yolda, o söyledi."

Buruk bir tebessümle başımı salladım. "Ne yazık ki doğru, buraya kadarmış."

Hepsiyle teker teker vedalaşırken içimdeki burukluğu anlatmak zordu. İyi kötü günlerim geçmişti burada. Şimdi bırakıp gitmek bana zor geliyordu. Başsavcım başta olmak üzere adliyedeki birçok kişiyle vedalaşarak son kez Ankara adliyesi yazan tabelaya uzun uzun baktım. Kim bilir bir daha ne zaman yolumuz kesişecekti. Özleyecektim.

Korumalar eşliğinde bana tahsis edilen araçla evime gitmek üzere adliyeden ayrıldım. Davadan çekildiğime göre artık korumalara da ihtiyacım kalmamıştı ama başsavcım ben Hakkari'ye gidene kadar böyle olmasını uygun görmüştü ve bana da kabul etmek düşmüştü.

Evin önüne geldiğimde araçtan inerek kapıya doğru ilerledim. Kapıyı anahtarımla açarak içeri girdiğimde mutfaktan elinde çayla beraber çıkan abimi görerek duraksadım. Hem şaşkın hem de kaşlarını çatmış bir biçimde bana bakarken sesini duydum. "Devrim, bu saatte evde ne işin var?"

"Babam evde mi?" Abimin sorusunu es geçerek sorduğum soruyla birlikte başını salladı abim. "Evet, salonda." dediğinde büyükçe yutkunarak başımı salladım. "Size söylemem gereken bir şey var."

"Yüz ifadenden korkmam gerektiğini hissediyorum." mırıltısını duyduğumda derin bir iç çektim. "Salona geçelim anlatacağım." Abim yavaş adımlarla salona doğru ilerlerken çantamı ve üzerimdeki kabanı portmantoya asarak bende peşinden ilerlemeye koyuldum.

Abim iyi görünüyordu ama aslında iyi olmadığını biliyordum. Güçlü durmaya çalışıyordu, yaşadığı ihanetin etkisine kapılıp kendini bu duyguya kaptırmamaya çalışıyordu ama bunu başarmak cidden çok zordu. İnsan kendi düşünceleriyle baş başa kaldığı durumda ister istemez bu duyguya kapılırdı.

Salondan içeri girdiğimde babamın şaşkın bakışlarıyla karşılaştım. "Kızım, bu saatte evde ne işin var?" abimle aynı soruyu soran babamla birlikte ufak bir tebessüm ettim. Normalde akşam hatta bazen gece yarıları eve geldiğim için beni böyle karşılamaları normaldi.

Tam karşılarına geçip oturduğumda ikisinin dikkatli bakışlarını üzerimde hissediyordum. Biraz daha beni incelerlerse muhtemelen ne olduğunu çözeceklerdi. Genzimi temizleyerek mırıldandım. "Bana böyle bakmayı keserseniz anlatacağım."

"E anlat da bizde çekelim bakışlarımızı, böyle daha da merak etmemize neden oluyorsun." abimin sert sesiyle birlikte göz devirerek konuştum. "Görev yeri değişikliği yazısı geldi bugün." dediğimde ikisinin kaşları da aynı anda çatıldı. Bakışlarımı ikisinden de çekmeden devam ettim sözlerime. "Hakkari'ye gidiyorum. Hakkari Yüksekova'ya."

"Hakkari'ye mi?" babamın söylediği şeyle başımı sallarken tekrar konuştum. "Bugün dosyalarımı devrettim, pazartesi günü iş başı yapmak zorundayım." dediğimde abim ciddi bir sesle konuştu. "Devrim, yılın başında böyle bir yazı nasıl gelebilir?"

Aynı soru benim kafamda da dönüp duruyordu ve bunun tek bir cevabı vardı: Benim bu davayı kapatmamı isteyen kişiler davayı bırakmayacağımı anlayınca beni buradan gönderiyorlardı.

"Emre itaatsizlik gibi bir şey yapmadığın sürece böyle bir görevlendirme gelmesi biraz zor bir ihtimal." dedi abim sorgular bir biçimde. Ardından ekledi. "Senin böyle bir şey yapmayacağını biliyorum." dedikten sonra kaşları çatık bir biçimde ekledi. "Kapıdaki korumaları da düşünürsek sen çok büyük bir davaya bakıyordun ve el çektirildin."

Abimin tüm yapboz parçalarını birleştirerek sonuca ulaşmasıyla birlikte hızlıca konuştum. "Artık bir önemi yok bunun, gitmem gerekiyor." derken babama doğru baktım. "Babacım, orada tanıdıkların var mı? Bana lojman ayarlayabilir miyiz?"

"Gitmekte kararlısın yani." babamın söylediği şey ile hızlıca kaşlarımı çattım. "O ne demek? Elbette gideceğim. Görev bu, denileni yapmak zorundayım." dediğimde babam derin bir iç çekerek gözündeki gözlüğü çıkardı. "Endişeliyim Devrim, biliyorum şuan her şey daha sakin ve daha düzenli ama senin için tehlikeli olabilir."

"Tehlikeli evet ama bu benim mesleğim ve ben mesleğimi layığıyla yapmak için elimden gelenin en iyisini yapacağım. Ankara veya Hakkari fark etmiyor." dediğimde babam başını salladı. "Gözü karalığını annenden aldığını unutmuşum." dedi ufak bir tebessümle.

Babamın sözleriyle benimde yüzümde tebessüm oluştu. Annemi hatırlamak iyi gelmişti. Babamı da anlıyordum, içine sinmiyordu ama sinmek zorundaydı. Yıllarca o da oralarda bulunmuştu. Elbette ki korkuları vardı ve haksız da sayılmazdı ama her şey yolunda gidecekti ben buna emindim.

"Lojmanı ayarlarım ben, Hakkari özel kuvvetler tabur komutanı benim alt devremdi. Ben emekli olmadan evvel oraya tayini çıkmıştı, bildiğim kadarıyla hala orada. Onunla konuşacağım, senin geldiğini de haber vereceğim. Sende bir ihtiyacın olduğunda onun yanına gidersin."

Babamın sözlerini onaylarken konuştum. "Zaten Hakan'da orada, bana yardımcı olacak." dediğimde abimin sesini duydum. "Ha bizden önce Hakan beyle konuşuldu yani." dediğinde dudaklarımı büzerek ona doğru baktım. "Hakkari lafını duyunca aklıma direkt o geldi, biliyorsun orada."

"Tamam demedim bir şey." dedikten sonra ekledi. "Sen ne zaman gideceksin?" meraklı gözlerle bana bakarken derin bir iç çektim. "Yarın akşam için uçak bileti alacağım. Pazar günü biraz yerleşmeye çalışırım, zaten pazartesi günü iş başı."

"Bende yardım ederim sana, oradan geçerim Şırnak'a." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Sen bugün akşam gitmiyor muydun?" dediğimde abim oturduğu yerden ayağa kalktı. "Seni tek başına göndermeye içim razı gelmez, birlikte gideriz. Hiçbir şey senden kıymetli değil."

Bende abim gibi ayağa kalkarken ona doğru yaklaştım. "Abim benim." Kollarının arasına girerek sıkıca sarılırken abim de bana sıkıca sarıldı. Saçlarımı öperken gözlerimi kapatarak gülümsedim. Bir bakıma seviniyordum, abimle daha yakın olacaktık. Belki vakit bulduğumda yanına giderdim, belki o benim yanıma gelirdi..

 

 

◔◔◔

Akşam yemeğimizi büyük bir sessizlik içerisinde yemiştik. Verdiğim haber babamın moralini büsbütün bozmuştu. Benimde keyfimin pek yerinde olduğu söylenemezdi, abimse hala Duru yüzünden üzgün olmaya dahası hırsına yenik düşmemeye çalışıyordu. Onun yerinde olsaydım ne yapardım kestiremiyordum bile. Pamir'i beni aldatırken görsem yaşadığım hayal kırıklığını anlatamazdım.

"Bunu da koyacağız değil mi?" Sinem'in cümlesiyle birlikte bakışlarımı gösterdiği şeye çevirdim. Dün haberi aldıktan sonra sabahtan bize gelmişti ve biz bavulumu toplamaya başlamıştık.

Abimde, babamda evde olmadığı için rahat rahat takılıyorduk. Sinem her ne kadar şakaya vursa da benim gideceğime epey üzülüyordu. Arada hüzünlü bir şekilde bana baktığını fark edebiliyordum.

"Evet koyacağız." dedim kıyafetlerimi bavula yerleştirmeye devam ederken. Sinem kitaplıktaki hukuk kitaplarımı ve romanlarımı çantaya yerleştirirken yere düşen kitapla birlikte irkildim. Bakışlarım kitaba doğru kayarken içinden yere düşen fotoğrafı aldı Sinem.

Pamir, ben ve Sinem'in çekindiği fotoğraftı bu. Sinem ile Pamir'i tanıştırdıktan bir hafta sonra çekilmişti. O gün benim için güzel geçen günlerden biriydi. Fotoğrafla birlikte derin bir iç çekerken Sinem'in sesini duydum. "Pamir'in anne ve babasıyla vedalaşacak mısın?"

"Vedalaşacağım elbette, Burçe'yi de görmek istiyorum hem." dedim buruk bir şekilde. Halide teyze, Serhat amca ve Burçe ile iletişimimi hiç koparmamıştım ki. Pamir'in haberinden sonra birbirimize daha da sıkı sarılmıştık ve sonra annemin ölümüyle Halide teyzemin desteğini hep üzerimde hissetmiştim.

Yüz yüze görüşmeye pek fırsat bulamasak da arada sırada telefonla konuşmaya devam etmiştik. Burçe, hukuk fakültesini kazandığında ilk beni aramıştı. O Ankara Üniversitesi hukuk fakültesine başlarken ben savcı olmuştum. İkimizde hayallerimize ulaşmıştık ama benim sevdiğim adam, Burçe'nin abisi bunu görememişti. Görse eminim ki gurur duyardı, aynı bizim onunla gurur duyduğumuz gibi.

Eşyalarımı yerleştirmeye devam ederken anahtarla kapının açıldığını ve ardından da abimin sesini duydum. "Devrim, ben geldim abicim." Korkmamam için bana seslenirken bu düşünceli haline gülümsedim. "Odamdayız."

Bende ona doğru seslendiğimde adım seslerinin bize doğru yaklaştığını duydum. Ardından da abimin kapıda beliren bedenini gördüm. Abim bir bana bir de Sinem'e bakarken içeri girerek konuştu. "Oo hakime hanımda buradaymış. Hoş geldin."

Sinem gülerek abime doğru baktı. "Hoş buldum üsteğmenim." dediğinde abim odamdaki koltuğa oturarak tekrardan konuştu. "Nasılsın, iyisin inşallah" Sinem abime doğru dönerken kaçamak bakışlarla onları izlemeye bir yandan da eşyalarımı yerleştirmeye devam ettim.

"İyiyim, davalarla uğraşıyorum işte. Sen nasılsın?" diye cevap veren Sinem ile birlikte abim derin bir iç çekti. "İyi diyelim iyi olsun." dedikten sonra bana doğru döndü. "Uçak biletleri hazır güzelim, Hakan'a da haber verdim."

"Teşekkür ederim abicim." gülümseyerek abime doğru baktığımda küçük bir tebessümle bana baktı abim. Ardından da oturduğu yerden kalkarak konuştu. "Ben odama geçiyorum, sizde rahat rahat işinize bakın. Görüşürüz Sinem."

"Görüşürüz Bora abi." Abim odadan çıkarken Sinem, abimin bizden iyice uzaklaştığına emin olarak bana doğru döndü ve fısıldayarak konuştu. "Beklediğimden iyi görünüyor."

Sinem'in dediği şey ile birlikte başımı iki yana salladım. "İyi değil, sadece kendini iyiymiş gibi gösteriyor etrafına." dedim düşünceli bir sesle. Abimin böyle olması normal değildi, kendi içinde bir şeyler yaşıyordu ama dışarıya bunu kabullenmiş gibi yansıtıyordu.

Böyle bir şeyi bu kadar çabuk sindirmek kolay değildi. Hele ki abim gibi çok aşık bir insansa insanın unutması, hazmetmesi kolay değildi ama abim iyiymiş gibi davranmaktan geri durmuyordu.

"Ah be Bora abi, sen bunları hiç hak etmedin." Sinem'in düşünceli bir sesle söylediği şeyle birlikte ona doğru baktım. Üzgün bir şekilde kitaplarımı çantaya yerleştirdiğini görerek bende kıyafetlerimi yerleştirmeye devam ettim.

"Bu arada şu meşhur Hakan ile bir ara bende tanışmak istiyorum. Pamir'de sende ağzından düşürmüyordunuz hiç." Sinem'in sözleriyle birlikte göz ucuyla ona doğru baktım. Sinemle Hakan hiç yüz yüze gelmemişlerdi doğal olarak ama Pamir'in en yakın arkadaşı olduğu için sürekli ondan bahsediyorduk.

"Belki bir gün tanışırsınız, kim bilir?" dediğimde Sinem omuz silkti. "Bakalım, belli olmaz." diyerek işine devam ederken bende kendi işime dönerek eşyalarımı yerleştirmeye devam ettim. Bunları böyle hazırlıyorduk ama Hakkari'ye gittiğimde tek tek yerleştirmek kim bilir kaç saatimi alacaktı.

Saatler sonra ancak toparlanma işini bitirebilmiştik. Saat öğleden sonrayı çoktan geçmişti ve bizim akşam 9 gibi uçağımız vardı. Gitmeden evvel yapmam gereken iki şey kalmıştı. Bir Pamir'in evine gidip onunla vedalaşmak, iki annemle vedalaşmak ve tabii uçağa binmeden önce babam ve Sinemle vedalaşmam gerektiğini söylemiyordum bile..

 

 

◔◔◔

Söyle kaç bahar oldu?
Penceremde gül soldu
Belki de zaman doldu
Sevdiğim dönmüyor..

Arabanın görmeye alışık olduğum evin önünde durmasıyla birlikte kulaklıklarımı kulağımdan çıkardım. Sinem ile bavul toplama işimiz bittiğinde onu uğurladıktan sonra abime haber vermiş ve evden çıkmıştım. Beni kapıda bekleyen korumalarımla birlikte yola çıkmış ve Pamir'in ailesinin yaşadığı eve gelmiştim.

Arabadan indikten sonra ne kadar uzun bakılabiliyorsa o kadar uzun baktım. Apartmanın dış kapısından içeri girerek merdivenleri çıkmaya koyuldum. Yedi numaralı kapının önüne geldiğimde ciğerlerime derin bir nefes çektim. Sahi bu eve en son ne zaman gelmiştim? Pamir'in kırk mevlidi yapıldığında..

Onun haberini bu evde almıştım. Serhat amcam, komutanından bilgi almıştı Pamir'in. Görevleri bitiyor, geri dönecekler demişti. Pamir Hakkari'de idi o zamanlar. Kuzey Irak'ta sınır dışında bir görevdeydi. Günlerce haber alamamıştım ondan, Serhat amcanın verdiği haberle dünyalar benim olmuştu ve aynı gün Pamir'den de mesaj almıştım. Yarın Ankara'ya geleceği mesajını..

O gün telaşlı bir biçimde hazırlığa girişmiştik Halide teyzemle. Pamir'in tüm sevdiği yemekler yapılmıştı, hep birlikte güzel bir yemek yiyecektik. Ben sevdiğim adama kavuşacaktım, Halide teyze ve Serhat amca oğullarına ve Burçe'de abisine. Ama olmamıştı.

Pamir'in geldiğini sanarak açtığım o kapı benim cehennemim olmuştu. Kapıda gördüğüm albay ve Hakan'da o cehennemi başlatan iki kişiydi benim için. Onların ağzından sözleri duyduğum an benim bittiğim andı. Ne Halide teyzemin haykırışlarını duymuştum ne de Serhat amcanın gururlu sözlerini, o an söylenen tüm sözlere kulaklarımı kapamıştım ve kendi iç dünyama gömülmüştüm.

Bizim perişanlığımızın yanında unutamadığım bir şey daha vardı, Burçe'nin dershane dönüşü abisini göreceği heyecanıyla girdiği evde bizi kahrolmuş bir biçimde bulmuş ve abisinin ölüm haberiyle yıkılmıştı. O günden sonra hiçbir şey bizim için eskisi gibi olmamıştı.

Düşüncelerimden sıyrılarak zile basarak kapının açılmasını bekledim. Çok kısa bir süre sonra kapı aralanırken elinde fırın tutacağıyla kapıyı açan Halide teyze görüş açıma girdi. Beni gördüğüne şaşırırken konuştu. "Devrim, hoş geldin kızım?"

"Hoş buldum Halide teyze." dedim küçük bir tebessüm ile. Halide teyze kapıdan çekilirken hala şaşkınlığını üzerinden atabilmiş değildi, haklıydı da. Habersiz gelmiştim. "Geç yavrum içeriye, gel."

Ayakkabılarımı çıkartarak içeri girdiğimde Halide teyze hiç beklemeden kollarını bana dolayarak sıkıca sarıldı. "Güzel kızım benim, ne çok özlemişim seni." Halide teyzeme sıkı sıkı sarılırken gözlerimi kapattım. Anne sıcaklığı hissetmeyeli uzun zaman olmuştu.

"Bende çok özlemişim." dedim samimi ve sıcak bir sesle. Halide teyze kollarını benden çekerken gülümseyerek yüzüme doğru baktı. Ardından da konuştu. "Hadi sen salona geç, bende hemen geliyorum yanına."

Başımla onu onaylarken çekimser bir şekilde salona doğru ilerledim. İçeri girdiğim an Serhat amcamla bakışlarımız buluşurken oturduğu yerden hızla kalkarak konuştu. "Oo Devrim hoş geldin."

Yanına yaklaşıp elini öperken cevap verdim. "Hoş buldum." Serhat amcamın elini öpüp sarıldıktan sonra kanepeye oturduğumda bakışlarım direkt olarak salondaki vitrinin üzerinde duran fotoğraflara kaydı.

Pamir'in, Burçe'nin ve ailecek olan fotoğraflarına bakarken yutkunmadan edemedim. O günden bugüne ne çok yaşlanmıştı Halide teyze ve Serhat amca. Omuzlarına dünyanın yükü binmişti, evlat acısı kolay değildi.

Halide teyzemin içeri girmesiyle birlikte bakışlarımı resimden çekerken onun sakin sesini duydum. "Ne iyi yaptın gelmekle, bende tam fırın sütlaç yapmıştım." dediğinde bakışlarım elindeki kaseye kaydı. Fırın sütlaç, Pamir'in en sevdiği tatlı.. "Pamir'ime yediremeyeceğimi düşünüp içlenirken sen çıkageldin."

Halide teyzemin titrek sesini duyduğumda gözlerimi kapattım sıkıca. O gün Pamir gelecek diye yapılan sütlaçlar günlerce dışarıda kalmış ve bozulmuştu. O günden sonra hiçbir şekilde sütlaç yiyememiştim.

Kaseyi bana doğru uzatırken onu kırmayıp kaseyi elime aldım. Halide teyze memnunca karşımdaki koltuğa otururken mırıldandım. "Burçe yok mu?" Halide teyze başını iki yana salladı. "Dışarı çıkmıştı arkadaşlarıyla." dedikten sonra duvardaki saate baktı ve tekrardan ekledi. "Ama gelmesi yakındır."

Başımı sallarken hem Halide teyzeme hem Serhat amcama bakarak konuştum. "Nasılsınız?" Aslında nasıl olduklarını biliyordum ama konuya nasıl girmem gerektiğini bilmiyordum.

"Yuvarlanıp gidiyoruz işte, sen nasılsın?" diyen Halide teyze ile burukça tebessüm ettim. "Bende aynı, iş güç." dediğimde Serhat amcamın sesini duydum. "Geçenlerde bir bilim adamı öldürülmüştü davaya sen bakıyormuşsun, baban söyledi."

Serhat amcanın sözlerini onayladım. "Evet ben bakıyordum." dedikten sonra ekledim. "Ama ne yazık ki dosyayı devretmek durumunda kaldım." dediğimde Halide teyze kaşlarını çatarak bana doğru baktı. "Neden yavrum? Allah korusun bir şey mi oldu?"

"Görev yerim değiştirildi, elimdeki tüm dosyaları devretmek durumunda kaldım." dediğimde Halide teyzenin yüzüne yansıyan şaşkınlığı gördüm. Ona bakarken Serhat amcanın sesini kulaklarıma doldu. "Allah allah, böyle bir şey nasıl olur?"

Dudaklarımı birbirine bastırarak omuz silktim. "Oluyor maalesef.." diyerek duraksadıktan sonra ekledim. "Ben aslında sizinle vedalaşmak için geldim, bugün Hakkari'ye gidiyorum." dediğimde Halide teyze endişeyle konuştu. "Hakkari mi?"

Başımı sallayarak onu onaylarken ikimizin de aklında aynı düşüncenin olduğuna emindim. Gerçi aklımıza gelen kişi aklımızdan hiç çıkıyor mu diye sormak daha doğru olurdu. Halide teyzemi kırmamak için bana getirdiği sütlaçtan bir kaşık alarak ağzıma götürdüm.

Damağıma yayılan tatla gülümserken Halide teyzeme doğru baktım. "Ellerine sağlık, çok güzel olmuş." dediğimde Halide teyze benim gibi tebessüm etti. "Afiyet olsun."

Sütlaçtan birkaç kaşık daha yerken Serhat amcamın sesini duydum. "Hakkari'de lojman ayarlayalım sana, Hakan'a haber verdin mi? O mutlaka yardımcı olur." Tam Serhat amcama cevap vereceğim sırada Halide teyze konuştu. "Ah be kızım, orada tek başına nasıl olacak?"

"Gitmem gerekiyor Halide teyzecim, istifa edemem ki. Mesleğim neyi gerektiriyorsa onu yapmam gerekiyor." dediğimde Halide teyze hüzünlü bir iç çekti. Bense Serhat amcama dönerek konuştum. "Babam ayarladı lojmanı, sağ olsun Hakan'da ev için birkaç eşya aldı."

"İyi o zaman." Serhat amca içi rahatlamış bir şekilde bana cevap verirken tebessümle baktım ikisine de. Serhat amcamın bakışlarında aynı kendi babamda gördüğüm endişeyi görmüştüm, Halide teyzemi söylememe gerek bile yoktu. O benim annem gibiydi. İkisi de beni kendi kızları gibi görüyordu.

Aramızda bir sessizlik oluştuğunda mırıldandım. "Ben izniniz olursa Pamir'in odasına gidebilir miyim?" sorduğum soruyla birlikte Halide teyzem başını salladı. "Tabii ki."

Oturduğum yerden kalkarak salondan çıktım. İlk önce elimdeki sütlaç kasesini mutfağa bıraktıktan sonra Pamir'in odasına doğru ilerledim. Burçe'nin odasının hemen yanındaki odaydı. Kapalı olan kapıyı usulca araladığımda gözlerimin dolmasını engelleyemedim. Oda bomboştu, eşyaları yerli yerinde duruyordu ama sahibi artık bu dünyada değildi.

Odaya girerek kapıyı ardımdan kapattım. Yatağın yanındaki komodine ilerlerken amacım komodinin üzerindeki fotoğrafımızı almaktı. Ancak çerçevenin önündeki defter çerçeveden daha çok çekmişti dikkatimi.

Defteri elime alırken derin bir nefes aldım. Daha defteri görür görmez kapağından ne olduğunu anlamıştım. Benim, Pamir'e hazırladığım defterdi bu. Yükselen rütbesini kutlamaya gittiğimizde ona verdiğim defterdi. Yatağa oturup defterin kapağını açtığımda kendi el yazımı gördüm. 'Dünyalar kadar çok sevdiğim sevgilime..'

Sayfaları çevirip çekindiğimiz fotoğraflara bakarken gözyaşlarım benden habersiz bir biçimde yanaklarıma damlamaya başlamıştı bile. Sevgili olduğumuz ilk gün piknikte çekindiğimiz fotoğraflar dahil birlikte yaptığımız tüm anılar tarihleriyle birlikte bu defterdeydi.

Hem gülümseyip hem gözyaşlarımı akıtarak fotoğraflarımıza bakarken elimle Pamir'in yüzünü okşadım. Artık yapabildiğim tek şey buydu, onu resimlerde ve düşlerde sevmek. Sayfaları çevirirken bu defteri ona teslim ettikten sonra çekindiğimiz fotoğrafın eklendiğini ve altında Pamir'in el yazısıyla yazılmış olan cümleyi gördüm. "Elbet bir gün buluşacağız..."

Okuduğum cümle ile daha da çok ağlamaya başlarken yazıyı tekrar tekrar okudum. Bunu ne zaman yazmıştı, hangi umutlarla yazmıştı bunu düşünmek bile kalbime ağır geliyordu. Gözyaşlarımı temizlerken defteri kapatarak komodindeki çerçeveyi elime aldım. Bu da ikimizin resimlerinden biriydi.

Pamir'in yüzüne dokunurken mırıldandım. "Anılarımızın olduğu, seninle tanıştığım bu şehirden gidiyorum sevgilim. Seni en son gördüğüm yere geliyorum. Bana en son sarıldığın, seni en son öptüğüm yere.."

Çerçeveyi eski yerine koyarken defteri alarak ayağa kalktım. Bunu yanımda götürmek istiyordum. Yanımda Pamir'den bir şeyler kalsın istiyordum. Odadan çıkmadan evvel gözyaşlarımı temizleyerek burnumu çektim. Kapalı olan kapıyı açıp koridora çıktığımda beni kapının önünde bekleyen Burçe'yi görmeyi beklemiyordum.

"Devrim abla." Bana doğru atılan kızla tebessüm ederek kollarımı ona sardım. "Burçecim nasılsın?" Burçe sıkı sıkı bana sarılırken mırıldandı. "İyiyim, seni gördüğüme o kadar mutlu oldum ki. Soracağım birkaç şey vardı. Sen nasılsın?"

Kollarımız birbirinden ayrılırken tebessümle cevap verdim. "İyi olmaya çalışıyorum diyelim." dedikten sonra ekledim. "Sor bakalım, merak ettim." dediğimde Burçe elimden tutarak beni odasına doğru çekti.

Kapıyı arkamızdan kapatırken sesini duydum tekrardan Burçe'nin. "Kapının önünde iki tane takım elbiseli adam vardı, bir de siyah bir araba. Onlar seni mi bekliyor?" dediğinde başımı salladım. Burçe kocaman gülümserken konuştu. "Çok havalısın."

"Sende savcı olursan, senin de olur belki." dediğimde Burçe tebessümle bana bakmaya devam etti. "İnşallah." dedikten sonra oturmam için odasındaki koltuğu işaret etti. "Otursana."

Dediğini yaparak koltuğa otururken kendisi de çalışma masasının önündeki sandalyeye oturarak bana doğru döndü. "Devrim abla, notlarımı biliyorsun hepsi çok iyi ama şu hukuk sosyolojisini halledemiyorum bir türlü."

Söylediği ders ile yüzümde ister istemez bir gülümseme oluşurken derin bir iç çektim. Benim de en zorlandığım derslerden biriydi bu. Pamir'in kuzeninin notları sağ olsun çok işime yaramıştı bu konuda. "Kendine göre not çıkarman anlaman için daha rahat olur ama ben sana not gönderebilirim istersen."

Söylediğim şeyle birlikte Burçe gülümsedi. "Çok sevinirim, Levent abime sordum ancak bu dersin notları yokmuş elinde. Abim almış, ne yaptıysa artık." Burçe düşünceli bir sesle konuşurken bakışlarının benimle buluşmasıyla birlikte olayı çözerek hızla konuştu. "Tabi ya sana verdi değil mi o notları."

Başımı sallayarak Burçe'yi onaylarken Burçe başını iki yana salladı gülerek. "Abime bak sen, kız tavlama taktikleri fena." diyerek duraksadı. Bir an için aslında abisinin yanında olduğunu aklından geçirmişti ve gülerek onunla dalga geçmişti ama şuan bakışlarındaki hüzünle gerçeklerin yüzüne vurduğunu görebiliyordum.

Genzimi temizleyerek ortamdaki havayı dağıtmak adına konuştum. "Bugün Sinem ile sana notları ulaştırırım olur mu?" dediğimde Burçe kaşlarını çattı hafifçe. "Neden Sinem abla? Sen getirsen hem biraz otursak." dediğinde burukça gülümsedim. Bunu gerçekten çok isterdim ama maalesef mümkün değildi.

"Burçecim, ben bu akşam Hakkari'ye gidiyorum. Buraya da sizle vedalaşmak için geldim." dediğimde Burçe'nin yüzündeki hayal kırıklığını net bir biçimde gördüm. Afallamış bir biçimde bana bakarken kekeledi. "Hakkari'ye, abimin eskiden görev yaptığı yere."

"Evet, öyle." dediğimde Burçe'nin gözlerinin dolduğunu gördüm. Oturduğu yerden kalkarken mırıldandı. "Ben abimi de orada kaybettim şimdi ablamı da mı oraya göndereceğim." söylediği cümle benimde gözlerimin dolmasına neden olurken onu kollarımın arasına alıp sıkıca sarıldım.

"Öyle düşünme canım benim, ben her zaman seninle iletişimde olacağım. İzin alabildiğim anlarda buraya tekrardan geleceğim. Aramızdaki bağ hiç kopmayacak." dediğimde Burçe bana sıkıca sarılmaya devam etti. Şimdi ne desem boştu.

Bir süre Burçe ile sarılırken artık gitmem gerektiğinin farkında olarak kollarımı Burçe'den çektim. Odadan onunla birlikte çıktıktan sonra salona girerek bakışları bize doğru dönen Serhat amcam ve Halide teyzeme gülümsedim. "Ben gideyim artık."

İkisi de ayağa kalkarken çantamı ve kabanımı alarak ilk önce Serhat amcamın elini öperek sarıldım. Ardından da Halide teyzemin elini öperek onunla vedalaştım. Burçe ile de tekrar sarıldıktan sonra mırıldandım. "Allah'a emanet olun, her şey için teşekkür ederim."

"Biz sana teşekkür ederiz kızım, Pamir'in yokluğunda bizi hiç ihmal etmedin. Bize evlat oldun. Yolun açık olsun." Serhat amcamın sözleriyle birlikte gülümserken Halide teyzem uzanarak elimi tuttu. "Kendi evinden sonra Ankara'da bir evin daha var biliyorsun, kapımız sana sonuna kadar açık yavrum. Allah'a emanet ol."

"Kendine dikkat et Devrim abla, vakit bulduğum tüm anlarda seni arayacağım." dediğinde gülümsedim. "Ne zaman istersen." dedikten sonra üçüne de ayrı ayrı bakarak ekledim. "Görüşmek üzere."

Onlarla vedalaşarak ayakkabılarımı giydikten sonra merdivenlerden inip apartmandan çıktım. Beni bekleyen araca binmeden evvel bana balkondan el sallayan ikinci aileme el sallayarak arabaya bindim. Vedalar gerçekten beni üzüyordu, şimdi vedalaşma sırası annemdeydi..

Korumalarıma mezarlığın başında bekleme talimatı verdikten sonra başıma eşarbımı örterek annemin mezarına doğru adımlarımı attım. Annemle yalnız başıma olmak istiyordum, birileri beni izlerken rahat olamazdım.

"Ahu Akyol" yazan mezar taşını görerek derin bir nefes çektim ciğerlerime. Annemin yokluğuna hala alışabilmiş değildim. Üzüldüğüm anlarda hala beni kucaklayacak sevindiğim anlarda benimle sevinecek gibi hissediyordum hala. Ama ne yazık ki bu mümkün değildi..

Mezarın başına gelerek taşın üzerine oturdum ve elimi toprağa yaslayarak annemin mezarını sevmeye koyuldum. Usul usul toprağı sevip çıkan tek tük otu koparttım. "Anne, ben geldim. Bu sefer sevincimi veya üzüntümü paylaşmak için değil de buradan gidişimi sana haber vermeye geldim." titrek bir nefes vererek.

"Gidiyorum anne, senden de sevdiğim bu şehirden de ayrılıyorum bugün. Senden ve abimden sonra babamı burada tek başına bırakmak içime sinmiyor ama babam senden ayrılmak istemiyor." dedim dolu dolu gözlerimle.

Annem şuradan çıkıp gelse, elini omzuma yaslasa 'üzülme annecim, ben yanınızdayım' desin diye her şeyimi verirdim ama maalesef ki bazı şeyler elimize değildi. Bunu çok iyi anlamıştım.

"Sırf işimi doğru yapıyorum diye beni gönderiyorlar, aslında olması gerekende senin ve babamın bana öğrettiği doğru olan şey buyken bazılarının hoşuna gitmedi." dedim hırslı bir biçimde. Nefret ediyordum bu sistemden. Adaleti kafalarına göre değiştirmelerinden işine geldikleri gibi hareket etmelerinden nefret ediyordum.

Tehditlerine boyun eğsem, dediklerini yapsam şimdi Ankara adliyesinde keyfimi sürebilirdim. Ama boyun eğmememin cezası ağır olmuştu.

"Abimde iyi durumda değil, buraya gelip gelmedi mi bilmiyorum." dedikten sonra duraksayarak devam ettim sözlerime. "Her şey üst üste geliyor anne, ilk önce abim. Şimdi benim başka bir şehre gönderilmem. Dayanmak bazen zor geliyor. İnsan yaslanacak omuz istiyor ama benim dayanağımda yanımda değil."

Gözyaşlarım yanaklarıma akarken hızlıca onları temizledim ancak yerine yenileri gelmeye devam ediyordu. "Senin yanımda olmana o kadar ihtiyacım var ki." elimle yüzümü kapatarak hıçkırdım. Günlerin birikimiyle artık patlamıştım.

Abim haklıydı, ben duygularımdan ve acılarımdan kaçmak için işime dört kolla sarılmıştım. Kendimi sürekli meşgul etmiştim acılarımın içinde kaybolmayayım diye. Şimdi boşluğum olduğunda, kendimle baş başa kaldığım zamanlarda büyük bir duygu patlaması yaşıyordum.

Bir süre ağlayıp sakinleştiğimde oturduğum yerden kalktım. Annemin isminin yazılı olduğu mezar taşına dokunarak mırıldandım. "Elimden geldiğince ziyaret edeceğim seni ama hep dualarımda, düşüncelerimdesin. Kalbimdeki yerini saymıyorum bile. Görüşürüz annecim."

Mezarlıktan uzaklaşmadan evvel annemin ve orada yatan tüm insanların ruhuna fatiha ve ihlas okuyarak yolladım. Onlar için yapabileceğimiz en iyi şey buydu. Mezardan uzaklaşarak beni bekleyen korumalara doğru ilerledim. Hazır olan araca bindiğimde artık benim için son durak olan yere gidiyorduk: Emniyete.

Orada günlerim geçmişti, oradaki insanlarla günlerce çalışmıştım. Özellikle Kemal baş komisere ve diğer arkadaşlara teşekkür etmek istiyordum. Bunu yapmak zorunda değildim ama yapmak istiyordum. O yüzden aracım emniyetin önünde durduğunda hızlıca arabadan inerek emniyetten içeri girdim.

Cinayet bürosuna girdiğimde beni gören polis memurları ayağa kalkarken küçük bir tebessüm ettim. Bir dosyayla ilgili bir şeyler anlatan Kemal baş komiser başını dosyadan kaldırıp da beni gördüğünde yanıma doğru gelmeye başladı. "Hoş geldiniz sayın savcım."

"Hoş buldum baş komiserim." dediğimde Kemal baş komiser hızla konuştu. "Haberi aldık savcım, çok üzüldük. Keşke böyle olmasaydı." Üzgün bir sesle konuşan baş komisere burukça baktım. "Keşke diyeceğimiz çok şey var ama elimizden bir şey gelmez ne yazık ki."

Lafı değiştirmek adına etrafa bakarak tekrardan konuştum. "Ben size teşekkür etmeye geldim bu yolda bana çok yardımcı oldunuz hakkınızı yiyemem. Hepinizin yolu açık olsun." dediğimde birkaç polis memurundan teşekkür cümleleri duydum. Kemal baş komiser bana bakarak başını salladı. "Sağ olun, size eşlik etmek bizim için büyük bir zevkti. Sizin de yolunuz açık olsun sayın savcım."

Ufak bir tebessümle ona karşılık verdiğimde Kemal baş komiser konuştu. "Çay, kahve bir şeyler ikram edelim size." dediğinde başımı iki yana sallayarak reddettim. "Ne yazık ki reddetmek durumundayım. Kim bilir belki yolum tekrar buraya düşer, o zaman içeriz."

Kemal baş komiser beni onaylarken daha iki gün önce gördüğüm kişiyle bakışlarımız buluştu. Mustafa Duran adlı şahsiyet elleri kelepçeli bir şekilde götürülürken yüzündeki sırıtmayı görmeyen yoktu eminim ki. Bu sırıtma banaydı belli ki. Sen bizimle uğraşmayı bırakmadın ama biz böyle bıraktırırız manasında bir sırıtıştı.

"Nereye götürülüyor bu?" Başımla adamı işaret ederken Kemal baş komiser cevap verdi. "Yeni savcı ifadesini alacak." dediğinde şaşırarak Kemal baş komisere baktım. Hafta sonu üşenmeden buraya gelmiş ve suçlunun ifadesini alacak olan savcıyı merak etmiştim açıkçası. "Savcı aceleci çıktı ha?"

Kemal baş komiser söylediğim şeye hiçbir şey söylemezken başımı salladım kabullenerek. Ardından kolumdaki saate bakarak mırıldandım. "Hayırlı mesailer dilerim size." dediğimde Kemal baş komiser ufak bir tebessüm etti. "Kolay gelsin savcım."

Emniyetten çıkarak arabama bindiğimde artık eve gitme vaktim gelmişti. Zaten uçak saatime de az bir süre kaldığı için ancak yetişirdim. Arabayla eve giderken sokaklara son kez baktım, uzun bir süre buralardan uzak kalacaktım..

 

 

◔◔◔

"Devrim, oralarda çok dikkatli ol kızım. Bak Albay Baran Kara, özel kuvvetler tabur komutanı orada. Benim uzaktan yapamayacağım bir şeyler olursa onun yanına gidiyorsun ve benim ismimi veriyorsun tamam mı?" Babamın 10. kez aynı cümleleri kurmasıyla birlikte başımı salladım. "Anladım baba, tamam."

"Bir şeye ihtiyacı olduğunda bende giderim yanına, 4-5 saatlik yol." diyen abimi başımı sallayarak onayladım ve ekledim. "Hakan orada hem, bana yardımcı olacak." dediğimde babamda abimde onayladılar beni.

"Uçaktan indiğinde bana haber ver tamam mı?" Sinem'in dolu dolu gözleriyle söylediği cümleyle birlikte ona doğru baktım. "Veririm, merak etme." dediğimde Sinem üzgünce konuştu. "Şimdi sabah kahvelerimi yalnız mı içeceğim ben?"

Kollarımızı birbirine dolayarak sıkıca sarılırken hüzünle mırıldandım. "Öyle deme, yüz yüze olamasak da telefonda konuşuruz." dediğimde Sinem mecburen onayladı beni. Sinem'den kollarımı ayırırken aklıma gelen şeyle konuştum. "Arabada bir poşet var, onu Burçe'ye vermeyi unutma tamam mı?"

"Şimdiden olmuş bil." dediğinde gülümsedim.

Sinem'den sonra babama doğru dönerek sıkıca babama sarıldım. O da bana sıkıca sarılırken gözlerimin dolmasını engelleyemedim. Birlikte yaşamaya o kadar alışmıştım ki şimdi ikimizde yalnızlık çekecektik.

Kollarından ayrılırken gözlerine bakarak mırıldandım. "Baba, sende gelseydin ya benimle. Böyle içime sinmiyor benim." dediğimde babam yüzümü avuçlarının arasına alarak konuştu. "Ben halimden memnumum, annen bir adım ötemde. Sıkıldıkça arkadaşlarımla görüşüyorum. Evet oraları biliyorum ama burada mutluyum ben."

Mutluyum diyen birini de zorla yanımda götüremezdim ama yine de içim rahat etmiyordu. "O zaman yemeklerini yemeyi ihmal etme lütfen." dediğimde babam kaşlarını çattı hafifçe. "Ben kendime çok iyi bakarım küçük hanım, asıl sen yemeklerini düzgün ye. Üşengeçlikten yemek bile yemezsin ben seni biliyorum."

Babamın sözleriyle birlikte güldüm. Haklıydı. Bazen hamaratlığım tutardı ve mutfağa girip kendime ve babama çok güzel yemekler hazırlardım. Bazen de canım hiçbir şey istemez ve iki üç ceviz, birkaç parça galeta gibi şeylerle öğünümü geçiştirirdim.

"Merak etme, kendime iyi bakacağım." dediğimde babam inanmayan bir şekilde konuştu. "İnanmış gibi yapıyorum." burukça babama bakarak tekrardan ona sarıldım. Vedaları hiç sevmiyordum. Çünkü böyle anlar beni o kadar duygulandırıyordu ki ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum.

Babamdan ayrıldığımda bakışlarım abim ile Sinem'e doğru kaydı. Sinem elini uzatarak konuştu. "Görüşürüz Bora abi, Allah'a emanet ol." Abim Sinem'in elini kavrayarak aşağı yukarı sallarken ufak bir tebessümle Sinem'e doğru baktı. "Sende dikkatli ol hakime hanım, görüşmek üzere."

"Görüşürüz."

Bakışlarımı ikisinden çekmeden abim bana doğru döndü. "Artık girelim mi güzelim." dediğinde başımı salladım. "Girelim."

Abim bavullarımı alarak kapıya doğru götürmeye başladığında babama da Sinem'e de son kez baktım. "Hoşça kalın." diyerek elimi kaldırdığımda babam da Sinem'de aynı anda elini kaldırdı. İkisine de dolu gözlerle bakarken babam konuştu. "Güle güle kızım."

Babamın sesindeki hüzün, bakışlarındaki burukluk ve duygularını belli etmemek için sarf ettiği çaba gözlerimin dolmasına ve hıçkıra hıçkıra ağlamayı istememe yetiyordu.

"Görüşürüz arkadaşım." Sinem'in cevabıyla birlikte bende abimin yanına kapıya doğru ilerlemeye başladım. Yanağıma damlayan gözyaşını elimin tersiyle silerek kapıdan içeri girmeden evvel tekrardan ikisine de el salladım.

Ardından abimle birlikte bilet kontrollerinin yapılacağı noktaya ilerleyerek biletlerimizi kontrol ettirdik. Uçak tam saatine havalanırken içimdeki buruklukla Ankara semalarına çıkmıştık ve yaklaşık 2 saat sonra Hakkari'ye giriş yapacaktık.

Başımı abimin omzuna yaslamış ve düşüncelere kapılmıştım. Bu şehre, anneme, babama, arkadaşlarıma ve sevdiğim adama veda etmek bana çok zor gelmişti. Diğer taraftan gittiğim şehirde yaşayacağım bilinmezlik, tek başına olma hissi ve daha birçok şey beni korkutuyordu. Yine de onların üstesinden geleceğimi biliyordum çünkü ben bu zamana kadar çok şeyin üstesinden gelmiştim...

 

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bu bölüm sakin, biraz hüzünlü ve vedalarla dolu bir bölümdü. Bölümümüzü nasıl buldunuz?

‣‣‣ Evet, Hakkari'ye doğru yola koyulduk. Sizce orada bizleri neler bekliyor?

‣‣‣ Bu bölümde yeni karakterimiz giriş yaptı sahalara, gerçi giriş bölümünden de tanıyorsunuz onu bundan sonra yanımızda o olacak:)

‣‣‣ Devrim'in ailesini tanımıştık, bu bölümde Pamir'in ailesini de okuduk. Sevdiniz mi?

‣‣‣ Pamir ve Devrim'in geçmiş sahnesinde biraz zaman atlaması oldu yani bunlar ne ara bu kadar yakınlaştı diye düşünmeyelim. Onlar için özel sahneleri geçmişlerinde anlatmaya çalışıyorum. Umarım beğenmişsinizdir.

Diğer bölümde görüşmek üzere..

Loading...
0%