Yeni Üyelik
9.
Bölüm

Kaybolan Yıllar| 7

@mutlusonsuz222

Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim..

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen..

Bu aralar bu şarkıya taktım, bunu dinleyerek yazıyorum bölümleri..
-Remembrance dinlemek isterseniz diye buraya da koydum:)

7.Bölüm

Devrim Akyol'un Anlatımından,

Hayal kırıklığı bir insan için en yıkıcı şeylerden biriydi. Hele ki insanın hayalleri büyükse yaşanılan yıkımla birlikte hissedilen hayal kırıklığı daha büyük oluyordu. Zaten bir şeyleri kabullenmem zorken bir de hayal kırıklığıyla sınanıyordum. Ben neler yaşıyordum böyle?

Hissettiğim öfkeydi, hayal kırıklığı ve ihanet duygusunun yarattığı büyük bir öfke. Elimdeki fotoğrafta Pamir'in karşısında uzun sarı saçları olan, yandan bile güzel olduğu belli bir kadın vardı. Kadının eli Pamir'in yanağındaydı, Pamir'in dudaklarında minik bir tebessüm vardı.

Bakışlarını tam göremiyordum, o kadına da bana baktığı gibi sevgiyle mi bakıyordu? Yoksa daha mı başkaydı göremiyordum. Görmek de istemiyordum, onun bir başkasına olan aşk dolu bakışlarına dayanamazdım.

Ben 3 yıl onun acısıyla sınanırken o bunu mu yapmıştı gerçekten? Gecelerce ağlarken o belki de o gecelerde gününü gün etmişti. Dünden beri açıklaması var, mantıklı ol Devrim diye kendimi yatıştırmaya çalışırken tüm mantığım devre dışı kalmıştı şimdi. Kıskançlık, öfke, hırs, pişmanlık duygusu tüm vücudumu sarmıştı.

Pişmandım, o şehit oldu diye hayatımı kendime zindan etmiştim. Şimdi içim pişmanlıktan kavruluyordu ama bilemezdim. Onun yaşadığını, başkalarıyla olduğunu tahmin edemezdim. Bunu kim tahmin edebilirdi ki?

Peki ne hakla bana seni seviyorum diyordu, ne hakla çiçek gönderiyordu, ne hakla bana güzel hitaplarda bulunuyordu. Haklıydım, o çok değişmişti. O artık benim tanıdığım Pamir değildi. O değişmişti ama bende değişmiştim. Hem onun ölümü, hem annemin ölümü hem de mesleğim beni olgunlaştırmıştı, sertleştirmişti.

Ona karşı olan sevgimi içime gömer davranılması gerektiği gibi davranırdım, ona hep aşkla yaklaşırken şimdi ona hiç göstermediğim yüzümü gösterirdim.

Hırsla fotoğrafı katladım ve cebime koyarak masanın üzerine bıraktığım çiçek buketini elime aldım. Bir de bana çiçek yolluyordu, sanki bana ihanet etmemiş gibi. Bu ihtimal bile gözlerimin dolmasına ve yanağıma yaşların akmasına neden olurken sertçe yanağımı sildim. Onun için daha fazla gözyaşı dökmek istemiyordum.

Anahtarı alıp kapıyı çektikten sonra hızlı adımlarla karşı daireye giderek kapıya sertçe vurmaya başladım. Avuç içim vurmanın etkisiyle sızlarken bunu umursamadan vurmaya devam ettim. "Ne oluyor ala-" Hakan'ın sözleri beni görmesiyle birlikte duraksarken yüzünde bariz bir şaşkınlık gördüm. "Devrim bu ne hal?"

"Nerede o arkadaşın!?" dedim üzerine bastıra bastıra. Dişlerimi sıkarak yüzüne doğru bakarken Hakan'ın büyükçe yutkunarak cevap verdi. "Evde değil." dediğinde başımı iki yana salladım. "İnanmıyorum sana, koruma onu nerede?" sakin olmaya çalışarak konuşurken Hakan kaşlarını çatarak cevap verdi. "Gerçekten burada değil Devrim."

Bana bakarken hafif bir mahcupluk hissediyordum Hakan'ın gözlerinde. Bunca yıl her şeyi bilirken bana söylememişti. Gözlerimin içine baka baka yalan söylemişti. Hayal kırıklığı ile Hakan'ın yüzüne bakarken büyükçe yutkundum. "Çok eğlendiniz mi biz orada acı çekerken?" dediğimde Hakan afalladı. Benden böyle bir çıkış beklemiyordu.

"Ne eğlenmesi Devrim, saçma sapan konuşma. Gel içeride konuşalım." diyerek kapıdan çekildi Hakan. İçeri geçmem için bana bakarken başımı iki yana salladım. Pamir gelecekti ve ben ona bunun hesabını soracaktım. İçeri girmeye de hiç niyetim yoktu.

"Ne oluyor burada?" Muhatabım olan adamın sesini duyduğumda sert bakışlarım ona doğru döndü. Usul usul merdivenlerden çıkarken anlamaz gözlerle hem bana hem Hakan'a bakıyordu. "İyi insan da lafın üzerine gelirmiş, bizi 3 yıl boyunca ayakta uyuturken iyi eğlendiniz mi onu soruyordum."

Merdivenlerden çıkıp da tam karşıma geçtiğinde kaşları çatıldı ve adem elması büyükçe yutkunmasının etkisiyle hareketlendi. Ondan bir cevap alamayacağımı bildiğim için elimdeki çiçeği sertçe ona doğru fırlattım.

Çiçek göğsüne çarpıp yere düşerken bakışları usulca çiçeğe kaydı ancak bağırmamla birlikte bana doğru baktı. "Sen ne kimsin ki bana çiçek yolluyorsun?! Ne hakla benim eşyalarımı aldırtıp evime getiriyorsun!? Senden böyle bir şey isteyen mi oldu!?"

Normalde ufacık bir şeyle sinirlenmezdim, hele Pamir'e hiç sinirlenmezdim ama gördüğüm fotoğraf, yaşadığını öğrenmem her şey üst üste gelmişti ve ben katlanamıyordum artık.

Sesimin apartmanda yankılanırken Pamir derince nefes aldı. Bense lafımı esirgemeden tekrar konuştum. "Ne sandın Pamir? Bir çiçekle, iki güzel sözle Devrim'i kandırabilirim mi dedin!? Karşında 3 yıl önceki gibi senin her söylediğine kanan kız mı var!?"

"Herkes toplanacak şimdi başımıza, içeri gi-" diyen Hakan'a dönerek sözlerini kestim. "Kes sesini Hakan, seninle de ayrı konuşacağız zaten." diyerek ona çıkışırken bakışlarım tekrardan Pamir'e doğru döndü.

Başını yere doğru eğmiş dişlerini sıkarken dibine girerek göğsüne vurdum tek elimle. "Niye konuşmuyorsun? Desene sen iki güzel söze kanarsın Devrim. Eskiden de öyleydin desene!" ardı ardına göğsüne sertçe vurmaya devam ederken beni engellemedi.

Hatta benim vuruşumla birlikte sarsılarak geriye doğru sendeledi. Ne bir şey söyledi ne beni durdurdu. İçimi dökmemi bekliyordu, böyle yaparak rahatlayacağımı düşünüyordu. Ama ben daha da hırslanıyordum o karşımda sessiz kalınca.

"Tabi Devrim salak, yıllarca arkandan gözyaşı döktü. Beni hala seviyor. Hiçbir şey olmamış gibi gelirim Devrim de sözlerime kanıp beni affeder. Böyle düşündün değil mi?!" dedim omzuna tekrardan vurarak.

Pamir bir çırpıda kollarını belime sararak beni kucağına aldı. Ayaklarım yerden kesilirken ne yaptığını anlayamayarak şaşkınca çırpınırken bağırmaya devam ettim. "Bırak! Ne yaptığını sanıyorsun?! Bıraksana Pamir!"

Benim bağırmamı umursamayarak beni evden içeri sokarken çırpınmaya devam ettim. Burnuma dolan o çok sevdiğim sigaraya karışmış olan kokusunun normalde beni sakinleştirmesi gerekirken daha sinir olmuştum.

Çırpınışlarımla kolayca baş ederek beni salonun ortasına getirip yere bırakırken dayanamayarak yüzüne sert bir tokat attım. "ÖYLE İSTEDİĞİN ZAMAN BENİ KUCAĞINA ALAMAZSIN SEN. Buna hakkın yok senin!" Yanağı bu hareketimle birlikte yana doğru düşerken Hakan'ın hızla yanımıza doğru geldiğini duydum. "Devrim ne yapıyorsun sen?"

"Karışma Hakan." Pamir sert ve emrivaki bir şekilde elini Hakan'a doğru uzatırken yanımıza gelmesini engelledi. Bakışları bana doğru dönerken tam olarak gözlerimin içine doğru baktı. Ela gözlerinde kaybolmam gerekirken gördüğüm fotoğraf canlanıyordu zihnimde.

Hırsla yaptığım şeyden anında pişman olmuştum. Avuç içim sızlıyordu, kim bilir onun yanağı ne kadar acımıştı. Gözlerimin dolmasını engelleyemeyerek yanağına doğru baktım. Teni hafifte olsa kızarmıştı.

Ben artık kendimi tanıyamıyordum. Ben böyle biri değildim. Pamir'e, sevdiğim adama tokat atmak bir yana yanağına dokunmaya kıyamazdım. Ama birkaç gündür yaşadıklarım beni bu kişiye dönüşmeye zorlamıştı. İçimdeki acıdan, hissettiğim duygulardan ne yapacağımı şaşırmıştım. Etrafa çatıyordum.

"Beni dönüştürdüğün kişiye bak." dedim acı içinde fısıldayarak. Ellerimi saçlarımın arasından geçirirken gözyaşlarım yanaklarımdan izinsiz akmaya başladı. Pamir gözlerimden akan damlaları takip edere yüzünü buruştururken akan damlalar için içinden küfür ettiğine emindim ya da öyle sanıyordum.

Bunu umursamayarak büyükçe yutkunarak ekledim. "Şimdi böyle gözyaşlarım aktı diye yüzünü buruşturuyorsun. Senin ölüm haberini aldığım an gecelerce gözyaşlarım aktı böyle. Annenin, kardeşinin ve hatta babanın gözyaşları da öyle. Sen yoktun Pamir, kim bilir nerede kimlerdeydin." dedim fotoğrafta gördüklerimi ima ederek.

Pamir yerine Hakan'ın sesini duydum. "Devrim pişman olacağın şeyler söylüyorsun." dediğinde tek kaşımı kaldırarak omzumun üzerinden ona doğru baktım. "Pardon, eksik söyledim belki de. Hakan ile birlikte kimlerle neler yapıyordunuz?"

"La havle vela kuvvete." Hakan sinirle nefes verirken bakışlarımı ondan çekerek Pamir'e çevirdim. "Hakan hep yanımızdaydı, perişanlığımıza çok şahit oldu. Her şeyden haberin vardır, 3 yıl boyunca neler olduğundan." dedikten sonra Hakan'a döndüm tekrar. "Değil mi Hakan? Her şeyi anlattın ona."

Hakan gözlerimin içine bakarak sessiz kalırken başımı salladım. "Ne yalan söyleyeyim çok iyi rol yaptın, Pamir'in şehit olduğuna inanmadığım an senin gözlerine bakıp ikna olmuştum ben." dedim titrek bir nefesle.

O anları hatırlamak hala daha kalbimin acımasına neden oluyordu. Ama şimdi yaşadıklarımın bir hiç uğruna olması içimdeki ağlama isteğini daha da artırıyordu. Hem de güvendiğim iki insandan böyle kazık yemeyi kabullenemiyordum.

"Belki ben umurunda olmadım ama ailene bunu nasıl yaptın?" dedim ağlayarak. Halide teyzem, Serhat amcam bu dünyadaki en ağır acıyla sınanmışlardı. Evlat acısıyla. Burçe kanından canından olan abisini kaybetmenin acısını yaşamıştı. Benim acım onların yanında ufacık kalırdı.

"Devrim." diyerek elini yüzüme doğru yaslayacağı sırada geri çekildim. Eli havada kaldı bir süre. Ardından bedeninin yanına doğru düşerken gözyaşlarımı hızlıca temizledim ve burnumu çekerek kaşlarımı çattım.

Daha o fotoğrafın hesabı sorulacaktı ama ben ona sorduğum soruların cevabını alamamıştım. O yüzden derin bir nefes alıp kendimi toparlayarak konuştum.

"Sen benim neyimsin ki bana çiçek yolluyorsun? 3 yıl sonra Devrim'in karşısına çıktım, çiçekte gönderirim, hiçbir şey olmamış gibi de yaparım dedin." dedim başımı sallayarak. "Öyle değil mi Pamir?" dedim kendimden emin bir şekilde.

Ardından üzerine doğru yürüyerek gözlerinin içine baktım. "Yapamazsın, sen benim hiçbir şeyim değilsin. Babam değilsin, abim değilsin, sevgilim değilsin." dedim üstüne bastıra bastıra. "Sen kimsin ki bana çiçek yollayıp üstüne güzel sözler yazıyorsun? 3 yıl önce beni ardında bırakmış bir yabancısın." diyerek devam ettim sözlerime.

Pamir söylediğim cümle ile dişlerinin arasından fısıldadı. "Hayır, seni canından bile çok seven adamım." Ela hareleri kahverengi gözlerime mıhlanmış gibi gözlerimin içine içine bakarak bakarak ettiği itirazla yüzümde alaylı bir gülümseme oluştu. "Beni seven adam, öyle mi?"

Cebime katlayıp koyduğum fotoğrafı çıkartarak açtım ve yüzüne doğru fırlattım. "Böyle mi seviyorsun sen beni?" dediğimde Pamir eğilerek yere düşen fotoğrafı aldı. Dikkatle fotoğrafa bakarken kaşları çatıldı. "Başka kadınların kollarında mı beni sevmeye devam ettin, senin sevgi anlayışın bu mu?"

"Asla, asla öyle bir şey yok Devrim." dedi Pamir panikle bana doğru dönerek. Gözlerimin içine bakarken başını iki yana salladı. "Şu üç yılda sana olan aşkım bir gram bile bitmedi, her gün katlanarak arttı. Yemin ederim." dedi üstüne bastıra bastıra.

Şu sözleri üç yıl önce duysam kalbim aştan patlayacak gibi olurdu ama şuan bende hiçbir samimiyet oluşturmuyordu. Pamir gözlerime bakarken dudaklarımı yalayarak gözlerinin içine baktım. "Yemin etme, gördüklerim bana yetiyor zaten."

"Bu fotoğraf saniyelik çekilmiş Devrim, kimseyle temasta bulunmadım ben. Kadının elini de anında indirdim zaten. Oyun bu, bilerek çekilmiş. İnanma ne olursun." Çaresiz bir biçimde kendini anlatmaya çalışan adama baktım boş bakışlarla. "Devrim, öyle bakma bana. Sana ihanet etmişim gibi bakma." Yalvarır şekilde beni ikna etmeye çalışırken sustum.

"Sen bana ihanet ettin zaten Pamir, bunca yıl benden yaşadığını gizledin. Bu ihanet değil mi?" dediğimde Pamir başını iki yana salladı. "Doğruyu söylüyorum, ben sana asla ihanet etmem."

Gözlerinden anlamaya çalıştım. Önceden olsa sözlerinin samimiyeti bana direkt geçerdi. Ama artık gerçek mi yoksa oyun mu ayırt edemiyordum ki. Pamir tüm gerçekliği alıp götürmüştü. "Sana neden inanayım ki, üç yıldır yaşadığını bile saklamışsın bizden. Acı çekmemize göz yummuşsun. Bu saatten sonra sana neden inanayım ben, nasıl inanayım?" dedim kendimden beklemediğim bir sakinlikle.

"Çünkü Devrim her zaman Pamir'ine inanır. Sevdiği adamın gözlerinden samimiyetini anlar." hafifçe gözlerinin dolduğunu gördüğümde yutkundum. "Sen benim sevdiğim adam değilsin ki, bunu daha öncede söylemiştim sen benim için yabancısın." dedim gözlerine bakarak.

Söylediğim şeyle birlikte yutkunmaya çalıştı birkaç kere. Umursamadan devam ettim sözlerime. "Çünkü benim sevdiğim adam acı çekmeme göz yummazdı. Ailesinin acı çekmesine göz yummazdı, bizi en savunmasız yerimizden vurmazdı." Yanaklarımda kuruyan gözyaşlarımın yerine yenileri gelirken gözlerimi kapattım.

Ardından gözlerimi açarak son kez Pamir'e baktım. Titrek gözlerle bana bakarken bunu umursamayarak arkamı dönüp evden çıkmak için salon kapısına ilerleyeceğim sırada Pamir'in kahrolmuş sesini duydum. "Yapmak zorundaydım! Allah belamı versin ki yapmak zorundaydım."

Duyduğum çaresiz ses ve sözlerle adımlarım duraksarken kaşlarım çatıldı. Pamir'e doğru dönmedim ama olduğum yerde sözlerini sorgulamaya başladım. Pamir ise devam etti sözlerine. "Görevdi."

Duyduğum tek kelime beni beynimden vurulmuşa çevirirken başımı aniden Pamir'e doğru çevirdim. Sorgulayan bir biçimde yüzüne bakarken ciddiliğini sorguladım. Tam olarak gözlerimin içine bakarken tekrarladı kelimesini. "Görev içindi, görevdi. Bir seçim yapmak zorundaydım. Vatanım mı? Ailem mi? Aslında düşünmeye gerek bile yok. Bir asker için bunun tek bir seçeneği var: Vatan."

Duyduğum cümlelerle sarsılırken başımın döndüğünü hissettim. Elimle tutunmak için bir yer ararken ağzımı araladım konuşmak için ama cümleler dökülemiyordu dilimden. 'Bir asker için bunun tek bir seçeneği var: Vatan.' cümlesi beynimde yankılanırken nefes alamadım. Her şey görev içindi.

Görev için öldü gösterilmişti, görevi için bizden uzak kalmıştı, görevi için sevdiklerinden vazgeçmişti. Her şey görev için, vatan içindi. Ona hazırladığım defterde son sayfaya yazdığı cümle düştü aklıma: 'Elbet bir gün buluşacağız...' Ondan yazmıştı bunu, göreve gideceği için. Aslında bana bir mesaj bırakmıştı. Anlayamamıştım.

Pamir birkaç adımda yanıma gelip kolumdan tutarken onu engelleyecek gücü kendimde bulamadım. Beni salondaki kanepeye oturturken kendisi direkt olarak dizlerimin önüne geçerek diz çöktü ve gözlerimin içine baktı.

"Nasıl görev?" söylediğim şeyi kendim bile zor duyarken Pamir gözlerimin içine doğru bakmaya devam etti. "Rütbemden önce görev emri geldi Devrim. Emri reddedemezdim, itiraz edemezdim. Yapmak zorundaydım."

Duyduklarımla kaşlarım çatıldı. Rütbe törenine gittiğimizde her şeyi biliyordu, beni son kez göreceğini biliyordu. Bizim onu son kez göreceğimizi biliyordu. Havaalanında bizi uğurlarken sanki veda edermiş gibi konuşması, helallik istemesi, uzun uzun hepimize sarılıp dikkatle yüzümüze bakması hepsi bunun içindi. O an için bizi özlediği ve tam olarak hasret gideremediğimiz için yaptığını düşünmüştüm ama sebebi buydu.

"O gün, havaalanında bizi uğurlarken veda etmenin sebebi buydu." emin olmak için sorduğum soruyla birlikte usulca başını salladı. "Size söyleyemezdim, kendi içimde veda etmek istedim. Sizinle tekrardan gelip vedalaşabilir miydim belli değildi. Sizi son görüşümmüş gibi sarıldım."

Önüme doğru uzatılan su bardağını elime aldım. Hakan'ın ne ara yanımızdan gittiğini bile anlamamıştım. Duyduğum sözler bende bomba etkisi yaratmıştı. Aynı şekilde biraz önce Pamir'e karşı yaptığım suçlamalar da boğazımda bir düğüm oluşturmuş ve ciğerlerimin sızlamasına neden olmuştu.

Hala daha cevaplayamadığım sorular vardı. O yüzden bardaktan birkaç yudum su içtikten sonra direkt olarak Pamir'in gözlerine baktım. "Baban o gün." diyerek duraksadım ve büyükçe yutkunarak devam ettim. "Şehit haberinin geldiği gün Ankara'ya geleceğini söylemişti, sende bana mesaj atmıştın."

Pamir dizlerimin önünden kalktığında gözlerimi ondan çekmeden dikkatle bakmaya devam ettim. Kalktıktan sonra salonun penceresini açarak cebinden sigara paketini ve çakmağını çıkardı. Sigarayı dudaklarının arasına koyduktan sonra ucunu yakarak bana doğru döndü.

"Gelecektim, göreve gitmeden önce sizinle vedalaşacaktım. Birkaç gün yanınızda kalıp tekrar Hakkari'ye dönecektim. Sonra siz göreve çıktığım haberini alacaktınız, ardından da şehit olduğumu öğrenecektiniz." dediğinde büyükçe yutkundum.

Pamir sigaradan bir nefes çekip dumanını pencereden dışarıya doğru üfledi ve sözlerine devam etti. "Helikopterin gelişine kısa bir süre kalmıştı, hava yeni ağarmıştı. Telsizin çaldı o anda. Baran Albay planın değiştiğini, sahada yanına gideceğim yüzbaşının şehit düştüğünü ve bir an önce benim gitmem gerektiğini söyledi."

Söylediği cümle ile gözlerimi sıkıca kapattım. Tüylerim diken diken olmuştu, ailesi varsa onların halini, eğer varsa çocuklarının ve eşinin hali gözlerimin önünden geçti. Bu acı çok zordu, bilirdim.

"İnan bana Devrim o an aklımdan ilk önce siz geçtiniz, benim geleceğim haberini aldığınızda içinizde oluşan o heyecanın şehit haberimi aldığınızda acıya nasıl dönüşeceğini düşündüm ama itiraz etme şansım yoktu. Bize öğretilen ilk şey vatan önceliklidir. Ailenden de sevdiğinden de."

Gözlerimin içine bakarak dile getirdiği cümlelerle birlikte gözlerimden damlayan birkaç damla yaşa engel olamadım. Bunu biliyordum, hem de çok iyi biliyordum. Babamın doğum günlerine gelemeyişi, özel günlerde yanımda olamayışının nedeni buydu, vatan en öncelikleriydi.

Pamir çok büyük bir fedakarlık yapmıştı. Tıpkı bu devletin diğer askerleri gibi ailesinden, sevdiklerinden vazgeçmiş, onları bir daha görememe pahasına göreve gitmişti. Hem de döndüğünde ne bulacağını bilmeden.

"Biliyorum..." dedim sessizce. Ardından bakışlarımı Hakan'a doğru çevirdim. Sessizce bizi dinlerken bakışlarımın ona dönmesiyle birlikte bir şeyler söylemek için ona bakmamı beklermiş gibi konuştu. "Pamir o gün bizimle helikoptere binip Hakkari'ye dönmedi. Görevinin başına geçti, başta benimde haberim yoktu. Bize bir bahane uydurdu. Tabura gittiğimde Baran albay söyledi bana. Pamir'in ailesine sen sahip çıkacaksın dedi."

Yapboz parçaları kafamda bir bir birleşmeye devam ediyordu, bu durumda Pamir'in hiçbir suçu yoktu. Bunu anlamıştım, emir demiri keserdi. Bunu kendi mesleğimden de biliyordum. Yapmak zorundaydı ve yapmıştı, görev gizliliği nedeniyle bize hiçbir şey söylenmemişti. Bunu da anlıyordum. Ama yaşadığım acıyı yok sayamazdım.

Pamir'in dikkatli bakışlarını yüzümde hissederken yerde olan bakışlarımı ona doğru çevirdim. Biten sigarasını kül tablasına bastırarak söndürürken camı kapatarak bana doğru yaklaştı. Onda hala duymaya alışamadığım sigara kokusu burnuma dolarken Pamir tam yanıma oturdu.

"Görevin ne zaman bitti?" dedim merakla. Pamir hızlıca cevap verdi. "Perşembe günü." verdiği cevapla birlikte kaşlarım çatılırken aklıma cuma günü Hakan'ı aradığım ve Hakkari'ye geleceğimi söylediğimde verdiği tepki geldi. Ondan böyle afallamıştı çünkü Pamir Hakkari'ye dönmüştü.

"Hakkari'de yapmam gereken şeyleri yaptıktan sonra Ankara'ya sizin yanınıza gelecektim. Ama sen geldin Devrim. Kader bizden önce davrandı. Seni bana gönderdi." beklenti dolu bir şekilde bana bakarken başımı salladım usul usul.

O bana gelememişti, bana gelmesine izin vermemişlerdi ama ben ona gelmiştim. Kader bizi tekrar buluşturmuştu. Ama aynı kader bize çokta acı çektirmişti.

"Ailen çok özledi seni, Halide teyze seni görünce sevinçten ölecek. Sonra Burçe, Hukuk fakültesine başladı. Sana haber veremediği için çok üzülmüştü ama şimdi geçte olsa onu kutlayabilirsin." dedim biraz önce söylediğini es geçerek.

Pamir başını omzuna doğru eğerek gözlerime baktı. "Peki sen.. Sen özlemedin mi beni?" dediğinde büyükçe yutkundum. Özlemiştim, çok özlemiştim. Şuan boynuna atlamamak için zor duruyordum. Ama yapamazdım.

Bakışlarımı ondan çekip başka tarafa çevirirken Hakan'ın çoktan odadan çıktığını gördüm bizi baş başa bırakmak için.

"Ben seni çok özledim güzelim, şu kokun bir saniye bile burnumda tütmeyi bırakmadı. Özleminden delireceğim zaman şu merete sarıldım. Benim içinde çok zordu, sizden haber alıyordum evet ama acı çektiğinizi bilmek benim aklımı oynatmama neden oluyordu. Şuan da çok zor durumdayım. Sana sarılamıyorum, kokunu soluyamıyorum." içli bir şekilde söylediği cümlelerle birlikte yutkundum.

"Mezun olduğumda, annemi kaybettiğimde, savcılığa atandığımda hiçbirinde yoktun. Tüm hayatım senden ibaretti, seni kaybettiğimi öğrendiğimde ölecek gibi oldum." dedikten sonra gözlerinin içine doğru baktım. "Bunu hazmetmek kolay değil Pamir, insanın hayalleri yıkıldıktan sonra onları toparlamak kolay değil."

Pamir derin bir nefes alıp bakışlarını yere doğru çevirirken burnumu çektim. "Seni suçlamıyorum, suçlayamam. Ama hiçbir şey yaşanmamış gibi de yapamam. Sende beni anla.."

Pamir üzgün gözleriyle bana dönüp başını salladı usul usul. "Anlıyorum.. Ama senden vazgeçmem, bana geleceğin günü bekleyeceğim hep."

Yıllar sonra ilk defa uzunca birbirimize bakarken oturduğum yerden ayağa kalktım. Pamir'e hiçbir şey söylemeden odadan çıkacağım sırada yerdeki fotoğrafı elime aldım. Bunu kimin gönderdiğini öğrenmem gerekiyordu, bana tehdit mesajı atan kişiler olabilirdi veya fotoğrafı çektiren kişi de göndermiş olabilirdi.

Salonun kapısına doğru ilerlerken belime dolanan kollar çıkmamı engelledi. Bedenim onun bedenine yaslanırken burnunu saçlarımın arkasına dayayıp derin bir nefes çekerken ellerim kollarımın yanında öylece dikildim.

Kollarından kurtulmak için hamle yapacağım sırada çaresiz sesini duydum. "Lütfen.. İzin ver azıcık da olsa kokunu soluyayım, sigara dumanının zehirlediği ciğerlerim kokunla yeşillensin, çiçekler açsın."

Söylediği cümle ile birlikte dolan gözlerimi kapatıp dişlerimi dudaklarıma bastırdım sıkıca. O bana sarılırken ona karşılık vermemek, ellerimi ellerinin üzerine koymamak, başımı omzuna yaslayamamak çok zordu. Benim kalbim onun temasıyla nasıl hızlıca atarken onun güçlü kalp atışlarını da hissedebiliyordum. Aynı ilk günlerdeki gibiydi.. Benim için hızlı hızlı ve güçlü atıyordu.. Bu seste huzur bulmamak imkansızdı.

"Öyle çok özledim ki, günlerce sana sarılmanın hayaliyle yaşadım. Çok zordu.." Pamir'in boğuk sesiyle birlikte ne yapacağımı bilemeyerek gözlerimi araladım. Benim içinde çok zor olmuştu. O bana sarılmanın hayaliyle yaşamıştı, benim için böyle bir ihtimal bile yoktu. Ancak mahşerde kavuşacağımızı düşünüyordum.

"Pamir... Lütfen." Bu söylediğim lütfen kelimesi beni bırakması için ağzımdan zorla dökülmüştü. Beni kendi halime bırakmalıydı, bir şeyleri hazmetmek ve kabullenmek için düşünmem gerekiyordu. Pamir böyle davrandıkça kafamdaki karışıklık artıyordu ve ona karşı koymaya gücüm kalmıyordu.

Pamir söylediğim kelimenin manasını anlayarak kollarını usulca sardığı belimden çekti. "Olsun, biraz bile hissettim ya şu sıcaklığını. Benim için yeter şimdilik." Söylediği cümlelerden sonra hiçbir şey söylemeden salondan çıktım.

Benim salondan çıktığımı gören Hakan mutfak kapısına doğru geldiğinde buruk bir şekilde yüzüme doğru baktı. "Her şey için özür dilerim.."

Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı iki yana salladım. "Özür dileme, sen sana emredilen şeyi yaptın." dedikten sonra hiç beklemeden evden çıktım.

Merdivenlerin başındaki çiçek demeti gözüme çarparken biraz önce fırlattığımdaki sinirli halimin aksine sakince yerden çiçeği aldım. Yavaş adımlarla evime ulaşıp kapıyı açtıktan sonra kapıyı ardımdan kapattım.

Dayanamayarak yere çökerken ellerimle yüzümü kapatarak hıçkırdım. Her şeyi öğrenmiştim ama hala canım çok yanıyordu. Kalbim acısı geçmeyecekti ki, yaşadıklarımı unutamayacaktım. Çok özlemiştim onu, dayanamıyordum ona. Ama aklımla kalbim savaş içindeydi.

Kalbim, ona hiçbir zaman dayanamayan kalbim o da çok acı çekmiş. Git kollarının arasına al onu, birlikte yaralarınızı sarın, özleminizi giderin, senin acını bir tek o geçirir diyordu.

Ama beynim tam tersiydi. Yıllarca acı çektin Devrim, gözyaşı döktün. Onu öldü bilirken mutluluğu kendine haram ettin, hiçbir anında yanında değildi, kendi yoluna bak diyordu. Ve ben hangisini dinleyeceğimi bilemiyordum.

Orada ne kadar süre ağlayıp içimi döktüğümü hesaplayamazken kapının çaldığını duyduğumda hızla diz çöktüm yerden kalktım. Aynadan kendime doğru baktığımda tüm rimelin yüzüme baktığını gördüm. Biraz önce Pamir ile Hakan'ın yanında da böyle durmuştum. Bunu sonra dert etmeyi aklımda tutarak hızlıca elimin tersiyle temizlemeye çalıştım ancak kapıdaki kimse çok sabırsızdı.

Beklemeden kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm abim ağzımın şaşkınlıktan açılmasına neden oldu. "Abi?"

"Devrim?" Abim kaşlarını çatmış tüm yüzüme dikkatlice bakarken bir adımda dibimde biterek eliyle yüzümü avuçladı. "Abim ne oldu sana böyle.. Bu gözlerinin hali ne?" dediğinde ne diyeceğimi bilemeden ona bakmaya devam ettim, hala daha şoktan kurtulmuş değildim. Bugün ne kadar çok şok yaşıyordum.

"Abi, senin ne işin var burada?" dediğimde abim yüzüme bakmaya devam etti. "Sinem aradı, Devrim'in sana ihtiyacı var dedi. Apar topar geldim, iyi ki de gelmişim. Bu halin ne güzelim?"

Kollarımı abimin beline dolayarak başımı omzuna yaslarken sıkıca sarıldım. Gerçekten o kadar ihtiyacım olan bir anda gelmişti ki. Sinem'e bunun için ayrıca teşekkür edecektim. Abim belime sıkıca sarılırken eliyle saçlarımı okşadı. "Noldu abicim, anlat bana hadi."

"Abi, Pamir.." dediğimde ben görmesem bile abimin kaşlarını çattığına emindim. "Pamir mi?" ciddi bir sesle sorarken başımı omzundan kaldırdım ve gözlerinin içine baktım. "Abi Pamir yaşıyor." dediğimde abimin kaşları havalandı şaşkınlıkla. "Nasıl yaşıyor, dalga mı geçiyorsun sen benimle?" sorgular bir biçimde bana bakarken kolundan tuttum.

"İçeri gel, anlatacağım her şeyi." diyerek onu içeri doğru çektiğimde abim içeri girdi. Bende kapıyı kapatıp ardından ilerleyeceğim sırada abimin yerde duran çiçeğe ve fotoğrafa baktığını görüp içimden küfür ettim.

Fotoğrafı eline alarak dikkatle resme bakacağı sırada elinden çekmeye çalışırken beni engelleyip antrenin ışığını yaktı ve fotoğrafa kaşları çatık bir şekilde baktı. "Bu Pamir değil mi lan? Ben senin ağzına sıçmaz mıyım şimdi Pamir efendi! Hangi cehennemde, madem yaşıyormuş, nerede!?" diyerek sertçe bana doğru döndüğünde hızla konuştum. "Abi hiçbir şey göründüğü gibi değil gerçekten."

Ona itiraz ederken abim bağırdı. "Ne göründüğü gibi değil kızım! Pamir yaşıyor diyorsun, ağlamaktan helak olmuşsun. Bir tane kadınla fotoğrafı var. Her şey açık. Bana o iti savunma şimdi. Nerede o?" dediğinde derin bir nefes alarak durumu anlatmaya çalıştım. "Abi Pamir göre-"

Sözlerimi kesen şey kapının zili olduğunda abim benden önce davranarak bir hışımla kapıyı açtı. Kapıda Pamir'i görmek şuan en son beklediğim şey bile değilken abimle ikisi karşılıklı olarak birbirlerine bakıyorlardı. Çok tatsız olmuştu bu, abim yerde ararken gökte bulmuştu resmen.

Abim kaşları çatık bir şekilde Pamir'i inceleyip gerçekliğini kabullenmiş olmalı ki ani bir atakla ona doğru atılarak tişörtünün yakasını iki eliyle kavrayarak sarstı. "Lan sen insanları kandırıp ne bok yiyorsun!? Hiç mi utanmadın adi herif bunu kardeşime yaparken, kendi ailene yaparken. İnsanlar acı çekerken sen kimlerle sürtüyordun şerefsiz!?"

Pamir normalde abime çok kolay bir şekilde karşılık verebilecekken çabasız bir biçimde onun yaptıklarına göz yumarken aralarına girmeye çalıştım. "Abi Allah aşkına yapma! dur iki dakika dinle!"

Daha lafım tamamlanmadan eliyle beni kenara doğru itip bağırdı abim. "Ne yapma Devrim? Bu şerefsizi savunma bana tamam mı!?" dedikten sonra Pamir'in yüzüne sertçe yumruğunu indirdi.

Bu hareketiyle birlikte Pamir sarsılarak arkasındaki duvara çarparken abim hiç beklemeden tekrardan yakalarından kavrayıp tekrardan bir yumruk çakacağı sırada bağırdım. "Abi dur artık! Pamir görevdeymiş!"

Abimin yumruğu havada kalırken bakışları bana doğru döndü. "Nasıl görevdeymiş?" ardından hiç beklemeden bakışları Pamir'e doğru dönerken tuttuğu yakalarını sertçe bırakarak ekledi. "Adam akıllı anlatın şunu bana. Ayrıca görevdeymiş ne demek? Bu fotoğrafı açıklıyor mu o!?

Abim haklıydı, görevde olduğunu söylemişti ama bu o fotoğrafı açıklamamıştı. Evet fotoğrafın anlık çekildiğini, asla böyle bir temasta bulunmadığını ve kadının elini hızlıca geri indirdiğini söylemişti ancak kadının kim olduğunu söylememişti. Bu nasıl bir görevdi de Pamir bir kadınla bu kadar yakın olmuştu. Resmen duyduklarımdan sonra bunu unutmuştum.

"Böyle burada konuşamayız bunları, ayrıca görev içeriğiyle ilgili bilgi veremeyeceğimi sen benden daha iyi biliyorsun Bora." Pamir nihayet konuşurken abim başını salladı. "İyi madem burada konuşamazsak gel şöyle." diyerek benim evimi gösterirken aniden Pamir'e dönerek konuştu. "Vazgeçtim, Devrim'in evine girmeyeceksin."

Pamir abimin söylediğine göz devirerek mırıldandı. "Şuan bunun sırası zaten amına koyayım." ettiği küfürle birlikte bakışlarımı Pamir'e doğru çevirirken abim sertçe konuştu. "Bana öyle küfürlü müfürlü konuşma bak zaten sinirim geçmedi, elimin tersindesin."

Onlar ikisi didişirken ben hızlıca eve gidip anahtarı aldıktan sonra kapıyı kapattım. İkilinin yanlarına tekrar vardığımda Pamir'in sesini duydum.

"Geçin şöyle, buyurun" diyerek abimin söylediğini es geçti Pamir. Evinin kapısını açarken abimin derin bir nefes aldığını duydum. "Allah'ım sen bana sabır ver, birde karşı komşusu." diyerek evden içeri girerken abimi ve Pamir'i takip ederek kapıyı ardımızdan kapattım ve salona doğru ilerledim.

Etrafa bakarken merakla konuştum. "Hakan nerde?" dediğimde Pamir cevap verdi. "Taburda ufak bir işi vardı." dediğinde usulca başımı sallayarak onayladım. Pamir ev sahibi olarak oturmamızı işaret ederken abimle biraz önce oturduğum kanepeye yan yana oturduk.

"O Hakan'ın da alacağı olsun, adam dedik kardeşimizi emanet ettik. Adamı kardeşimizin dibine sokmuş." Abimin sinirle söylediği sözlerle birlikte kolunu dürtükledim. Abim susarak bakışlarını Pamir'e doğru çevirdiğinde konuştu. "Anlat bakalım Pamir efendi, bunca yıl görevdeydin."

Abim konuşmayı başlatırken Pamir başını salladı. "Ta şubat 2020 ayının başlangıcında geldi görev emri, Bora sende çok iyi biliyorsun ki vatan dedin mi akan sular durur. Karşı çıkmak, arkada beni bekleyenler var demek gibi bir lüksüm yoktu. Bugün olsa sende aynı şeyi yapardın."

Pamir'in sözleriyle abime doğru baktım. Düşünceli bir biçimde Pamir'in söylediklerini dinlerken başını salladı. "Yapardım, sana da neden yaptın diyecek değilim zaten. Emir demiri keser, emre itaatsizlik düşünülemez bile."

Başımı yere doğru eğdim. Çok zordu, karşımdaki iki tane vatanına aşık asker vardı ve her şeyi göze alıp denileni yaparlardı. Ki bir de komutanları tarafından emredildiyse yapmamaları imkansızdı. Bu yüzden görevleri için onlara kızacak halim yoktu. Çünkü bende emir veren biri olarak emirlerimin sorgulanamayacağını, yapılmamasının ihtimal dahilinde bile olmadığını biliyordum.

"Bunca yıl görevdeydin, arkanda kocaman bir enkaz bıraktın." dedi abim derin bir nefes alarak. Bakışları bana kaydığında büyükçe yutkunarak başımı iki yana salladım. Benim halimden bahsetmesi Pamir'in canını daha da yakardı, bunu istemiyordum. Ben zaten söylediğim şeylerle onun canını çok yakmıştım.

Abim beni anlayarak bakışlarını tekrardan Pamir'e çevirdiğinde Pamir'in ikimize doğru baktığını gördüm. Abimse tekrar konuştu. "Anlamadığım şey o fotoğraf neyin nesi? Oğlum sen görevde ne haltlar yedin?"

"Hiçbir şey, hiçbir şey yapmadım ben." Pamir kendini savunurken abim elindeki fotoğrafı uzattı. "Lan bu ne o zaman? Kadının senin dibinde işi ne!?" abim Pamir'e hesap sorarken aklına bir şey gelmiş gibi bana doğru döndü. "Abicim, dilini mi yuttun sen? Hesap sorsana ne bu sessizlik!"

"Biz zaten onunla konuştuk." Pamir açıklama yaparken abimin kaşları havalandı. Bense Pamir'i onayladım. "Evet, konuştuk ancak kadının kim olduğunu sormayı akıl edemedim o anda. İsmi cismi ne bu kadının? Fotoğrafı bana gönderenin o olma ihtimali var. Araştırılmalı."

Hissettiğim kıskançlık duygusunu mantık çerçevesinde mesleğimle harmanlayarak dile dökerken Pamir cevap verdi. "Nadya Larson." söylediği isimle birlikte kaşlarım çatılırken Pamir devam etti sözlerine. "Büyük bir silah kaçakçısı. Örgüte silah temin ediyordu."

"Galiba durum şimdi anlaşılıyor." Abim konuşurken fotoğrafı elinden alıp dikkatlice fotoğrafa doğru baktım. Pamir'in yüzündeki minik tebessümü, kadının flörtüz bakışlarının nedenini şimdi anlamıştım.

"Devrim, oradaki fotoğraf dediğim gibi sadece anlık. Yüzümde gülümseme var biliyorum. Ama hepsi o kadına daha da yaklaşıp yakalatmak içindi, sana söylediğim hiçbir şey yalan değil." Pamir'in sözleriyle birlikte bakışlarımı fotoğraftan çektim.

Ardından da imalı bir şekilde konuştum. "İyi yakalatabildin mi bari?" dediğimde Pamir başını olumlu anlamda salladı. "Yakalattım, görevim ondan sonra son buldu zaten. Şuan cezaevinde."

Pamir açıklamasını bitirdiğinde aklımda yeni sorular oluşmaya başlamıştı. Kadın hapisteyse fotoğrafları onun yollama ihtimali düşüktü. Peki kim yollamıştı? Bana saldıran ve tehdit etmeye devam eden o adamlar yollamış olabilirdi.

"Ellerine sağlık, birinin daha kökünü kuruttun desene." Abimin gururlu sözleriyle ufak bir tebessüm ettim. Az önce bağırıp gürlüyordu, hatta Pamir'i dövmüştü ama şimdi hiçbir şey olmamış gibi onunla gurur duyuyordu. Anlamak zordu gerçekten.

Pamir abime küçük bir tebessümle cevap verirken abim tekrardan konuştu. "Madem Devrimle önceden konuştunuz, sen ne diye kapısına geldin?" abimin asker modundan tekrar abi moduna geçmesiyle birlikte benimde bakışlarım istemsizce Pamir'e döndü.

Gerçekten neden geldiğini bende merak ediyordum. Pamir sorularımızı cevaplamak için konuşmaya başladı. "Bu fotoğrafı gönderen kişi sana saldırı yapan kişilerle aynı olabilir mi diyecektim."

"Ne saldırısı?" Pamir'in cümlesiyle birlikte abimin sorgulayan ve endişeli sesini duyduğumda gözlerimi kapattım. Böyle şak diye söylenir miydi bu Allah aşkına. "Devrim, ne saldırı abicim? İyi misin sen, bir yerine bir şey oldu mu?"

Abim oturduğu yerden kalkarak beni de kaldırırken gözleriyle tüm vücuduma baktı dikkatli dikkatli. İçini rahatlatmak için hızlıca konuştum. "İyiyim, bende hiçbir şey yok. Sadece arabam biraz hasarlı başka bir şey yok gerçekten."

"Sen neden haber vermiyorsun bana?" abim hala endişeli bir biçimde bana bakarken elimi koluna koyarak konuştum. "Gerçekten iyiyim abi ben, ufak bir şeydi. Sizi telaşlandırmak istemedim." Abim hala emin olamayarak bana bakarken Pamir'e doğru döndüm.

"Aferin sana, ağzında bakla ıslanmıyor." diyerek sitemle ona bakarken Pamir cevap verdi. "Kusura bakma lütfen, haberi olmadığını bilmiyordum." verdiği cevapla iç çekerken abim tekrardan konuştu. "Kızma, kırkta yılda bir doğru bir şey yaptı."

Abimin verdiği cevapla birlikte Pamir kaşlarını çattı. "Ayıp oluyor ama, üç yıl bu anı mı bekledin sen?" dedi Pamir sitemle. Abimse omuz silkerek cevap verdi. "Ne yalan söyleyeyim bu anı beklemişim. İçimden geliyor öyle."

Abimin cevabıyla istemsizce güldüm. Bende bu hallerini çok özlemiştim. Sürekli didişmelerin, ufacık şeyden bile birbirlerine laf sokmalarının hayatımda ne kadar büyük yer kapladığını Pamir'in gidişiyle öğrenmiştim.

"Her şeyi öğrendiğimize göre, bize müsaade artık." dedim abime doğru bakarak. Ardından Pamir'e doğru dönüp konuştum. "İyi akşamlar."

Önden salondan çıkarken abim bir adım gerimde beni takip etti. Evin kapısını açıp çıktıktan sonra abimde benimle çıktı ve Pamir'e doğru dönerek konuştu. "Kusura bakma senin de karizmanı çizdirdik." diyerek Pamir'in yüzüne doğru bakarken Pamir elini abimin yumruk attığı elmacık kemiğine doğru götürdü.

Çok ufak bir kızarıklık oluşmuştu, onun dışında pek bir sorun yoktu. "Bunu sinirine verdim, bir sonrakine karşılığını veririm." dedi Pamir elini kızarıklıktan çekerek. Abim sertçe Pamir'e doğru bakarken abimin koluna girerek çekiştirdim.

"Hadi abi." Abim bana uyarak eve doğru ilerlerken ben son kez Pamir'e doğru bakarak konuştum. "Buz koyarsan daha iyi olur. Yani daha da kızarmaması için." dediğimde Pamir o aşık olduğum gülümsemesini bana doğru sundu. Gözlerinde küçük parıltılar oluşurken başını salladı. "Eyvallah."

Başka hiçbir şey söylemeden arkamı dönerek eve doğru ilerledim. Kapıda bekleyen abim benim gelmemle birlikte eve girerken bende eve girdim ve son kez Pamir'in gözlerine bakarak kapıyı kapattım.

 

 

 

◔◔◔

Pamir Arslan'ın anlatımından

İnsanların hayatında bazı dönüm noktaları olurdu. Birini sevmek, evlenmek, çocuk sahibi olmak, bir kaza geçirmek gibi birçok dönüm noktası... Benim dönüm noktam 4 şubat 2020 yılında karşıma çıkmış ve üç yıl boyunca benim türlü zorluklarla sınanmama neden olmuştu.

Baran Albay, her görev öncesi olduğu gibi beni odasına çağırmıştı ve içeri girdiğimde hiç beklemediğim o görevi üstlenmemi emretmişti. "Bir görev var, süresi belli değil. Aralarına sızman gerekiyor, içeri sızıp önemli bilgiler alman gerekiyor ancak bu süre zarfında ailen ve sevdiklerin seni öldü bilecek. Belki hiç geri dönemeyeceksin, belki bir yıl sonra döneceksin. Üsteğmen Pamir Arslan, Vatan senden hizmet bekler. Vatan senden gerekirse ölmeni bekler."

O gün hayatımın hem en güzel hem de beni büyük bir yıkıma uğratacak sözleri işitmiştim. Bir askerin en büyük hayallerinden birisi rütbe atlayarak vatanına hizmet etmeye devam etmekti. Komutanımın sözlerinden sonra rütbemin değiştiğini anlamıştım. Ancak bu mutluluğum ve gururum o kadar kısa sürmüştü ki.

Ardımda ailemi, sevdiğim kadını bırakıp göreve gideceğim. Onlar benim öldüğümü düşünecek, geri dönebilmek nasip olursa onları ne halde bulacağımı bilmeden orada günlerimi geçirecektim. Her şeyi göze almak zorundaydım, ailemin acısını, sevdiğim kadının acısını ve belki de benden sonra hayatına devam edip başkalarıyla olma ihtimalini sindirmek zorundaydım.

Döndüğümde alacağım tepkiler, yaşayacağım şeyler ya da ben yokken ailemin ve sevdiğimin yaşayacağı acıyla nasıl başa çıkacağımı bilememiştim. Günlerce bu konuda düşünüp durmuştum, çaresizdim ama göreve hayır demek gibi bir şansım yoktu. Ben bu günler için yetiştirilmiştim, bir askerin en önemli görevi her ne olursa olsun vatanı için her şeyi yapmaktı.

Rütbe törenimden sonra tüm ailemle uzun uzun vakit geçirmeye çalışmıştım. Operasyon tarihi tam net değildi ancak ben sonmuşçasına onların yüzlerini izlemiş, unutmamak için zihnime kazımıştım. Onlara içten içe veda ederken belli etmemeye çalışmak çok zordu, bu yemeğin son aile yemeği olduğunu bilmek, son buluşmamız, son kahkahalarımız olduğunu bilerek onlarla vakit geçirmek zordu ancak diğer görevlerimden biri de kan kusup kızılcık şerbeti içtim demekti.

Gizlice Devrim'in odasına girdiğimde birlikte film izlerken, filmin sonunda gözyaşlarına dayanamamıştım. O gün bir dua etmişti, filmdeki gibi bir sonumuz olmasın diye yakarmıştı Allah'a. O an içim cız etmişti, ona gerçekleri söyleyememek ve belki de birkaç ay sonra o anı yaşayacaksın diyememiştim. Sessiz kalmıştım. Mesleğim gereği elbette böyle bir söz veremezdim ona ama o an onu teselli edebilirdim, yapamamıştım. Zaten gözlerine bakarak gerçekleri gizlemek zorken bir kez daha yalan söylemek istememiştim.

O gece kollarımın arasında uyurken defalarca kokusunu içime çekmiştim ciğerlerime depolamak için, bu mümkün olmamıştı. Saatlerce yüzünü seyretmiştim, ezberlemek için. Düzenli nefes alış verişi, kollarımın arasında mayışıp derin bir uykuya dalması, uyurken bana sığınması bizim için sondu belki de. O gece Devrim kollarımın arasındayken uyuyamamıştım. Belki de onu son görüşüm diye uyuyarak vakit kaybetmek istememiştim.

O gün tahmin ettiğim gibi bizim son görüşmemiz olmuştu yüz yüze...

Hayatta hiçbir şey planladığımız gibi gitmiyordu, eve giderim son kez ailemle ve sevdiğimle vedalaşırım diye kendimi hazırlarken kader ağlarını örmüştü ve ben Baran albayın emriyle direkt olarak görevime başlamıştım. Tim arkadaşlarıma bile veda edememiştim..

Her şey hazırdı, beni içeri sızdıracak olan yüzbaşımız her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlamıştı. Bana kalan yalnızca rolümü iyi oynamaktı ve oynamıştım da. Günlerce onların gözüne girmeye çabalamıştım, çeşitli sınavlardan ve eğitimlerden geçmiştim nihayetinde de aralarına girmiştim.

Oradayken yaptıkları sapkınlıklara, iğrençliklere bizzat şahit olmuş bir kez daha içimden lanetler etmiştim. Hepsinin analarından emdikleri sütü burunlarından getirmemek için zor tutmuştum. Rengi şehitlerimizin kanından gelen bayrağıma söyledikleri sözler, boktan bir paçavraya bayrak muamelesi yapmaları, ülke kuracağız hayaliyle yaptıkları şeyler insanın midesini bulandırmaktan başka hiçbir şey yapmıyordu. Hepsi boş bir hayaldi..

Günlerce gözüme uyku girmemişti. Hem ailemi ve Devrim'i düşünmekten hem de bunların arasında yaşamaya çalışmaktan, düşünmekten beynim patlayacak gibi olsa da uyuyamamıştım. Onlarla yediğim her yemeği dakikalar sonra istifra ederek çıkarmıştım.

Yeri gelmiş can yoldaşlarıma, kardeşlerime kurşun sıkmıştım, yeri gelmiş onlarla içim acıya acıya laf etmiştim ülkeme.. Yine de değmişti, bu üç yılda kademe kademe yükselerek güvenlerini iyice kazanmıştım. Benim yanımda konuştukları tüm bilgileri bir bir aktarmıştım komutanlarıma. Planladıkları eylemler, silahları nereden aldıklarına dair bilgiler, dağlarda neye göre konumlanıyorlar gibi birçok bilgiyi öğrenmiştim.

Bunlarla eş zamanlı olarak ayda veya iki ayda bir Hakan ile Türkiye sınırında bir noktada buluşuyorduk. O Ankara'ya gittiğinde veya ailemle telefonda konuştuklarını bana anlatıp onlardan bilgi veriyordu. Göreve başladığım ilk aylarda pek fazla konuşmamıştık çünkü konuşacak bir şey yoktu. Her şehit ailesi nasıl perişansa benim ailemin de sevdiğimin de öyle perişan olduğunu biliyordum ve bunları kaldırmak zordu. Sen yaşarken ailenin perişan olması insanın canını ne kadar yakıyor anlatacak kelimelerim yoktu.

Aylar sonra Devrim'in mezuniyet fotoğrafları ulaşmıştı elime. O mutlu olması gereken günde yüzündeki acı, keder gözlerinden bile okunuyordu. Yüzü çökmüş, zayıfladığı 5 metre ileriden bile belliydi. Üzerindeki elbise ona her zamanki gibi çok yakışmıştı ve parıldıyordu. Oysa onunla birlikte mezuniyetine gitmeyi, onun kavalyesi olmayı çok hayal etmiştim. Nasip olmamıştı. Ondan kilometrelerce uzakta yalnızca fotoğrafına bakarak yetinmiştim.

Sonra kardeşimin lise mezuniyeti... Aynı burukluğu onda da yaşamıştım. Onu mezuniyet partisine ben götürmek ve dalga geçerek sinir etmek isterdim. Onu da yapamamıştım. Üniversite sınavını kazanıp Ankara Üniversitesi Hukuk fakültesini kazandığında onu tebrik edememiştim. Oysa sözüm vardı, o ekrana birlikte bakacaktık. Olmamıştı, yine sözümde duramamıştım..

Annem ve babamın omuzlarına yılların ağırlığı çökmüş gibiydi. Annem, evlat acısıyla bitmişti. O eski halinden eser kalmamıştı.. Evlat acısı acıların en büyüğüydü ve onlar bununla sınanıyordu. Bunun için onlardan özür dilemek istesem de özür dilemem hiçbir şeyi değiştirmeyecekti..

Devrim'in, benim güzel sevgilimin savcılık sınavını kazandığı gün yine yanında değildim. Onunla sevincini paylaşamamıştım ama ondan uzakta sanki onun yanındaymışçasına mutlu olmuş ve gururlanmıştım. Görevine başlayıp davasını aldıktan sonra artık toparlandığını ve daha iyi olduğunu öğrenmek içimi azıcık da olsa rahatlatırken annesinin haberini almıştım.

Bora ve Devrim'in yanında en çok olmak istediğim zamanda yine yanlarında olamamıştım. Devrim'i sıkıca sarıp sarmalamak acısını paylaşmak istemiştim. Yanına gidememiştim, elimden gelen tek şey bir yere oturup yaktığım sigarayı içmek ve kendimi zehirlemek olmuştu. Onların yaşadığı şeyler, yaşattığım şeyler omzuma bir yük gibi binmişti ve ben artık bu yükle doğrulamıyordum bile.

Onların karşısına çıkıp ben yaşıyorum, yaşadığınız acı boşunaydı demekten utanıyordum. Ailem beni bağrına basardı, babam anlardı neden yaptığımı, annem sarıp sarmalardı, kardeşim abim diye sarılırdı. Beni en çok korkutan üstünden yıllar geçse de aşkı içimden hiçbir zaman gitmeyecek olan kadındaydı. Affetmezdi, affetmeyecekti.

Karşısına çıkıp da nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Hiçbir şey olmamış gibi yapamazdım ama birlikte olamadığımız her anı telafi etmek istiyordum. O gönderemediğim çiçekler, yanında olamadığım anlar, ellerini tutamadığım günlerin hepsini telafi etmek istiyordum ama nereden başlamam gerektiğini bilmiyordum. Benim de kafam allak bullaktı..

Tek bildiğim şey Devrim bana nasıl davranırsa davransın haklıydı. İster kovsun, ister hakaret etsin, ister bağrına bassın her türlüsü benim kabulümdü. Yeter ki benden vazgeçmesindi. Çünkü ben ondan istesem de vazgeçemezdim. Ona kavuşmanın ateşiyle yanıp tutuşuyordum, onun bana geleceği günü yılmadan sabırla bekleyecektim...

Adımlarımı odamdan dışarı atarak binanın dışına doğru ilerlemeye koyuldum. Merdivenlerin en sonunda dikilen Baran albayım, karşısında 7 tane üniformalı asker ve Hakan hazır ol pozisyonunda duruyordu. Yanlarına ilerlerken Baran albay göz ucuyla bana doğru baktıktan sonra karşısındaki askerlere çevirdi bakışlarını.

"Kıdemli Üsteğmen Pamir Arslan, bundan sonra Sancak Timinin komutanı arkadaşlar. Bugünden itibaren tüm emir ve komuta onda." Baran Albayın cümlelerinden sonra tim üyelerinin bakışları bana doğru kaydı.

Gözlerindeki hayranlığı net bir şekilde görüyordum, buraya kendim gelmeden önce haberim gelmişti. Bundan çok gurur duyuyordum, yaşadığım her şeyi bu bakışlar ve vatanım için sineye çekmiştim.

Elime ulaşan dosyadaki kağıtta yazan isimler bir bir zihnime düşerken karşımdaki askerlerime bakmaya devam ettim.

Üsteğmen Hakan Gediz

Üsteğmen Soner Çevik

Teğmen Taner Keskin

Astsubay Kıdemli Başçavuş Kürşat Kılıç

Astsubay Başçavuş Ahmet Çelikkol

Astsubay Kıdemli Üstçavuş Yiğit Kaya

Uzman Çavuş Batuhan Ünal..

Ve ben Kıdemli Üsteğmen Pamir Arslan.

Birlikte kim bilir hangi operasyona çıkıp günlerce sırt sırt çarpışacaktık. Ekmeğimizi bölüşüp birbirimizin dert ortağı olacaktık.

"Bizim için onurdur komutanım." Ahmet abinin sözüyle birlikte yüzümde çok ufak bir tebessüm oluştu. Benden epey büyüktü, ondan böyle sözler duymak benim için onurdu.

"Hadi sen askerlerinle tanış Pamir, sonra odama uğrarsın." diyerek yanımızdan uzaklaşmaya başlayan Baran Albay'ın gidişini hep birlikte seyrederken Hakan yanıma doğru gelerek elini havaya kaldırdı. Hiç beklemeden bende elimi kaldırıp elini tutarken sesini duydum. "Seni yeniden sahalarda görmek çok güzel."

"Seninle sırt sırta çarpışmayı özledim." dediğimde Hakan güldü. "Bende kardeşim, bende."

Hakan'ın ardından timimizin en büyüğü, Ahmet abimiz yanıma gelirken elini bana doğru uzattı. "Hoş geldiniz komutanım, ben Ahmet Çelikkol." tereddüt etmeden elini tutarken tokalaştım. Aslında hepsinin ismini ve simalarını biliyordum. "Hoş buldum."

"Taburda adınız çok geçti komutanım, hoş geldiniz." Ahmet abinin ardından Soner elini bana doğru uzatırken gururlu bir bakış atarak konuştum. "Biraz abartmışlar sanki, hoş buldum Soner."

Soner ona ismiyle hitap ettiğimde hafifçe şaşırsa da yerine geri dönerken Taner yanıma yaklaştı. "Hoş geldiniz komutanım, sizinle sırt sırta çatışmak çok büyük bir zevk." dediğinde başımı salladım. "Bende bunu iple çekiyorum."

Taner'in ardından Kürşat gelirken konuştu. " Gözümüz yollarda kalmıştı komutanım, hoş geldiniz." dediğinde güldüm. "Hoş buldum Kürşat."

Kürşat'ın ardından Yiğit ve Batuhan aynı anda yanıma doğru gelmiş ve ikisi de aynı anda ellerini bana doğru uzatmıştı. Hangisinin elini sıkacağımı düşünürken Yiğit ters bir şekilde Batuhan'a bakarak konuştu. "Rütbe sırasına göre konuşuyoruz oğlum, çekilsene az kenara."

"Ne alakası var Yiğido, Ahmet komutanım Soner komutanımdan önce geldi bir kere." diye itiraz ederken dudaklarım kıvrıldı. Timin en küçüğü olarak Batuhan yapmıştı yapacağını.

Birbirlerine ters ters bakarlarken Yiğit'in elini kavrayarak sıktım. "Hoş buldum." Yiğit bana doğru dönerken mahcupça konuştu. "Kusura bakmayın komutanım, hep bunun yüzünden." dediğinde başımı iki yana salladım. "Sorun yok Yiğit."

Yiğit yerine geçerken Batuhan yüzünde serseri bir gülüşle bana doğru baktı. "Hepimizin ismini öğrenmişsiniz komutanım, helal olsun size. Söyledikleri kadar varmışsınız." dediğinde Batuhan'ın elini tutarak sıktım. "Ne söylüyorlarmış anlat bakalım Batuhan." dedim hafif çatık kaşlarla.

"Öncelikle komutanım sizin ne kadar iyi bir asker olduğunuzdan ve sahadaki başarılı çalışmalarınızdan haberimiz var. Hatta Hakan ve Soner komutanımın komutasıyla birlikte bize gönderdiğiniz bilgiler doğrultusunda birkaç operasyona çıktık." yaptığı açıklamayla birlikte başımı salladım. "Biraz abartmışlar, ben herkesin yapacağı şeyi yaptım."

"Mütevazı olduğunuzu da söylemişlerdi." diye söylenerek yerine geçen Batuhan ile birlikte tam karşılarına geçerek sağ elimi yumruk yaparak belime getirdim ve sol elimle sağ elimin bileğini kavrarken rahat pozisyonuna geçtim. "Sancak Timi rahat!"

Verdiğim komutla birlikte biraz önce bozdukları rahat komutuna geçen tim üyelerime baktım dikkatle. "Tanışmamızın şerefine güzel bir antrenman yaparız diye düşünüyorum." sakin bir sesle söylediğim şeyle birlikte yüzlerinde buruşmalar meydana gelirken kaşlarım çatıldı. "Yanılıyor muyum asker!?"

"Emredersiniz komutanım!" Hep bir ağızdan söyledikleri cümle ile tatmin olurken başımı salladım. "Güzel.. Sağ'a dön!" emrimle birlikte hepsi sağa dönerken tekrar bağırdım. "20 tur tempolu koşu, marş!"

"Komutanım, yapmayın." sızlanarak koşmaya başlayan Batuhan ile birlikte kaşlarımı hafifçe çattım. "Ne oldu Batuhan, az geldi değil mi? Bende öyle düşünmüştüm 30 tur!" dediğimde Kürşat'ın sesini duydum. "Aferin Batu, aferin."

Onlarla birlikte koşarken Kürşat'a yönelerek konuştum. "Sana da mı az geldi Kürşat?" dediğimde onun panikle karışık itiraz dolu sesini duydum. "Hayır komutanım, haşa. Çok yerinde bir karar verdiniz maşallah."

Aldığım cevap beni güldürse de sertliğimden taviz vermeden onlarla koşmaya devam ettim. Yaklaşık 30 tur koşudan sonra eğitim alanına ulaşarak şınav, mekik ve barfiks çekerken hepimizin haşatı çıkmıştı. Çaktırmıyordum ama bende hamlamıştım, yıllardır sahadaydım ve böyle eğitim yapmayalı çok uzun süre olmuştu.

"Komutanım bir geldiniz, pir geldiniz." Yiğit nefes nefese konuşurken Taner onu onaylarcasına konuştu. "Harbiden komutanım, sağ olun var olun iki günlük dozumu aldım."

"İki günlük mü.. Oğlum bu ne ki?" Hakan'ın sözleriyle birlikte yüzümde yamuk bir gülüş meydana geldi. "Nasıl yanı komutanım?" Soner'in bakışları bana doğru dönerken Ahmet abinin sesini duydum. "Ben bu bakışı biliyorum sanırım."

"Yarın sabah 5'te hepiniz burada hazır ol da bekleyeceksiniz beni." dediğimde hepsinin gözü fal taşı gibi açıldı. Yayvanca oturdukları yerde dikleşirlerken Batuhan'ın sesini duydum. "Ben yanlış duydum değil mi? Yanlış duydum."

Batuhan bakışlarını benden çekip Hakan'a doğru çevirdiğinde Hakan başını iki yana salladı. "Hiç bana bakmayın oğlum." dediğinde konuştum. "Beni biraz yanlış anlatmışlar size, bu yüzümü de öğrendiniz." dediğimde Batuhan kendini sırt üstü yere doğru bıraktı.

İçlerinden en ağır küfürleri ettiklerini tahmin edebiliyordum ama yüzüme bir şey diyemezlerdi. Bu da askeriyenin en güzel kurallarından biri mi desem en kötü kurallarından biri mi desem bilemiyordum. Komutan ne yaparsa yapsın karşı çıkmazdın, yüzüne bir şey diyemezdin, sinirden kendini yer bitirirdin.

"Şuradaki kadını daha önce görmemiştim, siz görmüş müydünüz beyler?" Soner'in sesiyle birlikte bakışlarım işaret ettiği yere çevrilirken gördüğüm yüz antrenmanın etkisiyle hızla atan kalbimin daha da hızlanmasına neden olmuştu.

Baran komutanımla ciddi bir şekilde konuşan kadınla birlikte bakışlarım Hakan'a döndüğünde merakla birbirimize baktık. Hızlanan nefesimi düzene sokarken Devrim'in bakışları bize doğru döndü. Onu izlediğimizi fark etmişti muhtemelen. Karşımdaki kadının bir savcı olduğunu unutuyordum bazen.

Kahverengi gözleri benim ela gözlerimle buluşurken hafifçe kaşlarını çattı. Ardından Baran komutanıma dönüp birkaç şey söyledikten sonra adımlarını bize doğru atmaya başlamasıyla birlikte bende birkaç adım ona doğru attım. Buraya neden geldiğini, bir şey olup olmadığını merak ediyordum. Çünkü başındaki belalar bitmiyordu.

Tam olarak yüz yüze geldiğimizde tim üyelerinin dikkatli bakışlarını üzerimizde hissediyordum. Buna rağmen merakla karşımdaki kadına baktım. "Devrim, bir şey mi oldu.. Burada ne işin var?"

Ondan bir cevap beklerken bakışlarını benden çekerek arkamdaki time doğru çevirdi. "Soner Bey?" nazik ama bir o kadar da sert sesiyle kaşlarım çatılırken beni umursamayarak Soner'e seslenmesi içime oturmuştu ancak bir tepki veremiyordum.

Soner anında oturduğu yerden doğrulurken bana doğru baktı. Ufak bir baş onayı verdiğimde yanımıza doğru gelerek konuştu. "Buyurun?"

"Cumhuriyet savcısı Devrim Akyol." diyerek elindeki kimliği gösterirken karşımdaki kadınla bir kez daha gurur duydum. Böyle güçlü duruşu, cumhuriyet savcısı derken ki heybeti beni kendine daha da hayran bırakıyordu her seferinde.

Devrim'in cümleleriyle arkamdaki tim üyelerinin oturdukları yerden kalktıklarını çıkardıkları hışırtılardan anlarken Soner cevap verdi. "Buyurun savcım?"

"Pamir üsteğmenin verdiği aracın plakasını sen araştırmışsın." dediğinde duymaya alışık olmadığım hitapla kaşlarım çatıldı. Soner duraksayarak bana doğru dönerken onun yerine açıklamayı ben yaptım. "Dosya bende sayın savcım." dedim istediği gibi hitap ederek.

"Ne zaman bana vermeyi düşünüyordunuz üsteğmenim?" diyerek hesap sorarcasına bana bakarken derin bir iç çektim. Sakin olacaktım. "Dilerseniz odamda dosyayı inceleyebiliriz." dediğimde kaşlarını çattı Devrim.

"Onlar tanışıyorlar mı.. aralarındaki gerilimi buradan bile hissettim." Batuhan'ın sessizce söylediğini sandığı ama aslında benimde Devrim'in de net duyduğu cümleyle birlikte büyükçe yutkundum. Devrim sert bakışlarını ona doğru attıktan sonra bana dönerek konuştu. "Gidelim."

Önden elimle Devrim'e işaret verirken Hakan'a doğru baktım, bu emir komuta sende demekti. Hakan başıyla beni onaylarken önümden ilerleyen Devrim'i takip ettim. Elimle onu yönlendirmek için sırtına dokunduğumda ateş saçan gözlerle bana döndü, hızla elimi geri çekerken genzimi temizledim.

Bundan birkaç yıl önce ona izin almadan, istediğim gibi dokunmakta özgürken şimdi en ufak temasımda bana sertçe bakan gözlerle karşılaşıyordum. Bunun nedeni bendim, haksız da değildi. Hiçbir şey olmamış gibi yapamam, anla beni demişti. Anlıyordum ama ben onunla kavuşmak için çok sabırsızdım.

Odaya girdiğimizde bakışlarım Devrim'e doğru döndü tekrardan. "İçecek bir şeyler söyleyeyim mi sana? Kahve söyleyeyim, şekersiz." dediğimde Devrim bana doğru baktı burukça. "Artık şekersiz değil."

Üç kelimelik bir cümleydi söylediği ama benim için çok anlam ifade ediyordu. Bu söylediği cümle aramıza giren mesafeleri açık ve net ortaya koyuyordu. Sevdiğim kadın hakkında ezbere bildiğim şeyler değişmişti, ben artık Devrim'i çok iyi tanıyan o adam değildim... Bunun ağırlığı omuzlarıma bir yük daha bindirmişti.

"Çok vaktim yok, dosyayı görmek istiyorum." dedi tahammülsüz bir şekilde. Gergin olduğunu görebiliyordum ama bu gerginliğin sebebini anlayamıyordum. Onu daha da kızdırmamak için çalışma masamdaki çekmeceyi açarak içinden dosyayı çıkardım.

Dosya dün akşam elime ulaşmıştı ve bugün eve götürecektim. Ancak Devrim benden önce davranmıştı. Dosyayı eline alarak içindeki bilgileri incelerken burnundan sert bir nefes verdi. Meraklı gözlerle onu seyrederken konuştum. "Neler oluyor?"

"Fotoğrafı gönderen kişilerle bana saldıran kişiler aynı kişi. Araç aynı sadece plakası farklı ve bugün lojmanda bana bir not daha geldi." dediğinde cebindeki notu çıkartıp bana doğru uzattı. Hiç beklemeden notu elime aldığımda katlanmış olan kağıdı okudum.

"Pamir'in gerçek yüzünü de öğrenmiş oldun sayemizde savcı hanım, sor bakalım başka sakladığı bir şeyler var mıymış? Ha bu arada, buraya neden gönderildiğini unutma ve ayağını ona göre denk al. Yoksa her zaman bu kadar nazik davranmayız."

 

 

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölümümüzü nasıl buldunuz?

‣‣‣ Devrim ve Pamir yüzleşmesi nasıldı? Devrim artık her şeyi biliyor.. Siz Devrim'in yerinde olsanız ne yapardınız?

‣‣‣ Bora'mız da geldi, onun sahneleri nasıldı?

‣‣‣ Pamir'in anlatımından olan kısmı beğendiniz mi? Hep Devrim'in ağzından okuduk bu bölüme kadar, onun acılarına şahit olduk ama Pamir'de acı çekti. Birazcık da olsa anlatabilmişimdir umarım..

‣‣‣ Tim üyelerimizle de ufaktan tanıştık. İlk izlenim olarak nasıldı?

‣‣‣ Bölüm sonu hakkında ne düşünüyorsunuz?

‣‣‣ Sizce diğer bölümlerde neler olacak, tahminlerinizi alayım..

Yorumlarınızı bekliyor olacağım, görüşmek üzere..

Loading...
0%