Yeni Üyelik
10.
Bölüm

Kaybolan Yıllar| 8

@mutlusonsuz222

🖇️ Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim hepinize..

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen..

8.Bölüm

Saatler önce- Devrim Akyol'un anlatımından,

Dün ki yüzleşmemizin, öğrendiğim gerçeklerin, yaşadığım şokun, bunca acıyı boşuna çekmişim düşüncesini bir kenara atıp uyumak çok zor olmuştu benim için. Pamir'i ilk gördüğümde onun gerçekliğini sorgulamıştım, bir insan yaşardı da nasıl gerçekleri ailesinden ve sevdiğinden saklar diye düşünmüştüm. Dün hepsinin cevabını almıştım.

Hepsi vatan içindi, görev içindi. Görev gizliliği olduğu için bize bir şey söyleyememişti. Gözlerindeki perişanlık, bana bakarken titreyen göz bebekleri, çaresiz ses tonu her şeyi açıklıyordu. Yapamadığını anlatıyordu ve bende bunu anlıyordum, yapmak zorundaydı. Ama ben hiçbir şey olmamış gibi yapamıyordum ki. Yaşadıklarımı unutamıyordum. Böyle nasıl yaşayacaktım? Nasıl hazmedecektim öğrendiklerimi?

Benden bir adım beklemişti. Gerçekleri öğrendiğim gibi kollarının arasına sığınacağımı düşünmüştü. Birbirimizi sarıp sarmalarız sanmıştı ama ben onun gözlerine baktığımda yaşadıklarımı hatırlıyordum. Onun kokusunu aldığımda, kokusunu unutmamak için girdiğim çabaları hatırlıyordum. Annemin yalvaran sesini hatırlıyordum. Böyle bunları yaşarken onun gözlerine bakıp tekrar kollarımı ona açamazdım.

Ben tekrar aynı acıyla sınanmayı kaldıramazdım. Korkuyordum, ona gitmekten ve yine aynı şeyleri yaşamaktan korkuyordum. Muhtemelen bu korku bir süre geçmeyecekti ve ben tam anlamıyla Pamir'e güvenemeyecektim...

Elimdeki peynir tabağını masaya yerleştirirken abimin esneyerek mutfağa girdiğini gördüm. "Günaydın.." diyerek göz ucuyla ona bakarken abim mırıldandı. "Günaydın güzelim."

"Hadi geç çayını doldurayım." diyerek çaydanlığa yöneldim. Abim masadaki sandalyelerden birine geçerken çayları doldurarak bende onun yanındaki yerime geçerek oturdum. Tabağıma hazırladığım kahvaltılıklardan alırken bakışlarım karşımda oturan abime doğru kaydı. O sa bana dikkatle bakarken başımı iki yana salladım 'ne oldu?' manasında.

Abim yüzüme bakmaya devam ederken gözlerini kısarak konuştu. "Şimdi ne olacak Devrim?" dediğinde anlamayarak kaşlarımı çattım. "Ne ne olacak abi?" Abim sorduğum soruyla birlikte göz devirerek cevap verdi. "Pamir'i diyorum, ne olacak?"

Omuz silkerek masada tam önümde duran çaydan bir yudum içtim. "Bir şey olacağı yok." dediğimde bu söylediğime kendim bile inanmamıştım ki abimde inanmadığını belli edercesine iç çekti. "Gözlerinden ona aşık olduğunu anlamasam, onu kaybettiğinde yaşadıklarını bilmesem buna inanırdım."

Bu söylediği şeyle birlikte sertçe nefes verdim. Ne yapacağımı bende bilemiyordum ki. Her şey o kadar hızlı gerçekleşmişti ki bende ne yapacağımı şaşırmıştım artık. Pamir'i hala seviyordum evet ama tekrar onunla bir yola çıkmaya hazır mıydım? Bunun cevabı şimdilik hayırdı galiba..

"Abi 3 yıl dile kolay, görevmiş bunu anlıyorum ama sindiremiyorum. O da zorluk çekmiş belli, beni de seviyor biliyorum ama yapamam." dedim kaçamak bir şekilde abime bakarak. Dikkatle beni dinlerken söylediğim cümle ile birlikte başını salladı. "Haklısın." diyerek elimin üzerine elini koydu. "Sen en doğru kararı vereceksin biliyorum Devrim. Ama şunu bil bir daha üzülmene izin vermem ben, anladın mı?"

Söylediği cümle ile kaşlarım çatılırken merakla konuştum. "O ne demek?" dediğimde abim elini elimin üzerinden çekerek sırtını rahatça sandalyeye yasladı ve gözlerime baktı. "Bir daha Pamir ile olmanıza izin vermek istemiyorum demek."

"Abi." İtiraz edeceğim sırada abim sözümü keserek konuştu. "Devrim bak babanın asker olmasını veya abinin asker olmasını sen seçemiyorsun.. Ama sevdiğin adamınkini seçebilirsin, ne kadar zor olduğunu gördün ve deneyimledin. Tekrar aynı şeyleri yaşamayacağının garantisi yok."

Benim zaten aklım karmakarışıkken şimdi abimin sözleri beni daha da çıkmaza sokuyordu sanki. Sahi bunları konuşmasak olmaz mıydı? Ya da ben uyusam ve şöyle bir kaç gün hiç düşünmeden uyusam diye düşünüyordum. Çünkü ciddi manada beynim allak bullaktı. Doğru düşünemiyordum.

"Lütfen, şuan sırası değil bunun.." diye mırıldanırken abim çayından içerek cevap verdi. "Ben baştan uyarımı yapayım da sonra abim demedi olmasın."

Abimin sözüne karşılık bir şey söylemeden kahvaltımı etmeye çalışırken dün yaşadıklarım aklımı kurcalamaya devam ediyordu. Ben be yapacaktım? Düşüncelerimden abimin telefon zil sesiyle sıyrılırken bakışlarım telefonuna doğru kaydı ve gördüğüm isimle birlikte kaşlarım istemsizce çatıldı.

Abim aramayı kapatıp kahvaltısına devam ederken bu rahatlığı karşısında Duru'nun onu daha önce de aradığını anlamak zor olmamıştı. "Bu kız hangi akla hizmet arıyor seni?"

Sorduğum soruyla birlikte abim bana bakarken cevap verdi. "Özür diledi." Söylediği iki kelimelik cümleyle birlikte kaşlarım iyice çatılırken konuştum. "Ha açtın yani aramasını daha önce?" dediğimde abim bakışlarını kaçırarak konuştu. "Çok fazla aradı, açtım bende."

Aslında asıl söylemek istediği buydu; 'Çok fazla aradı, bende merak ettim neden bu kadar arıyor diye.' Abim hala Duru'yu unutabilmiş değildi. Ne yaparsa yapsın da zor unutacaktı. Bunu biliyordum. Çünkü gerçekten sevmişti onu. Yaptığı her şeye, her söze katlanmıştı. Şimdi silmek öyle kolay değildi onun için.

"Utanmaza bak sen, bir de özür diliyor öyle mi? Keşke telefonu ben açsaydım da bir güzel ağzıma geleni saysaydım." dediğimde abim sakin bir sesle cevap verdi. "Boş ver güzelim, değmez." dedikten sonra kahvaltısına devam ederken kaçamak bir şekilde ona bakmaya devam ettim.

Bende kahvaltıma devam ederken abim kahvaltısını bitirip tabağını aldı ve bulaşık makinesine yerleştirdikten sonra tezgaha yaslanarak konuştu. "Babama ne zaman anlatacaksın?" sorduğu soruyla birlikte iç çekerek konuştum. "Bilmiyorum ki, sence?" dediğimde abim yutkundu. "Pamir, Ankara'ya gitmeden evvel söylemen daha iyi olur. Onu birazcık tanıyorsam babama da uğrayacaktır."

"Tamam, bugün arar her şeyi anlatırım o zaman." dedikten sonra oturduğum yerden kalkarak masadan tabağımı aldım. Tabağı makineye koymak için hamle yapacağım zaman abim uzanarak elimden aldı. "Hadi git sen hazırlan, ben toplarım buraları." dediğinde gülümsedim. "Bir tanesin." diyerek hızlıca yanağını öperek mutfaktan çıktım.

Odama geçerek gardırobuma yaklaşıp kahverengiye yakın krem renkli kumaş pantolonumu ve onunla neredeyse aynı renk olan askılı süveter şeklindeki kazağı çıkardım. Beyaz bir gömlekle kombin yaparak omuzlarımdan dökülen saçlarımı maşalayarak takılarımı taktım ve ufak bir makyaj yaparak odamdan çıktım.

Mutfakta duyduğum tıkırtılarla abimin hala orada olduğunu anlayarak yanına doğru ilerledim. Mutfağın kapısından içeri baktığım anda abimin bakışları bana dönerken konuştum. "Benim çıkmam gerekiyor, sen ne yapacaksın?" dediğimde abim cevap verdi. "Televizyonun karşısına geçip ayaklarımı uzatarak dinlenmeyi planlıyorum."

"Nasıl istersen, evim emrine amade." dediğimde abim başını salladı usulca. Ardından düşünceli bir biçimde yanıma doğru yaklaşarak yüzüme doğru baktı. "Abicim, şu dünkü meseleyi konuşamadık. Bu saldırı meselesi ne?"

"Alışveriş dönüşü arabamı kurşunladılar." dedim açık bir şekilde. Abimin gözleri fal taşı gibi açılırken endişeye mahal vermemek için hızla devam ettim. "Ama sadece arabamda sorun var, bende hiçbir şey yok. Hem zaten Pamir'de oradaydı o anda. Korudu beni."

"Devrim bu basit bir şey mi Allah aşkına? Nasıl bu kadar rahat söylüyorsun bunu?" Abim endişeli bir biçimde bana bakarken küçük bir tebessüm ettim. "Abicim, sende biliyorsun amaçları beni öldürmek değildi. Sadece gözdağı verdiler."

Abim başını iki yana salladı inanamaz bir biçimde. "Onları bir elime geçirsem var ya, ağızlarını burunlarını dağıtırım." dediğinde başımı salladım. "Hiç merak etme benim de isteğim bir an önce bulunmaları ve bunun için elimden geleni yapacağım."

Abim içine çektiği derin nefesle birlikte elini omzuma koyarak beni kendine doğru çekti ve sıkıca sarıldı. "Dikkatli ol, aklım sende kalıyor." dediğinde ona sıkıca sarılarak karşılık verdim. "Merak etme, korumalarım var. Her şey yoluna girecek." dediğimde abim dudaklarını şakağıma bastırarak uzunca öptü. "Hayırlı işler sayın savcım."

"Size de iyi dinlenmeler üsteğmenim." diyerek kollarından ayrıldıktan sonra mutfaktan çıkarak kapıya ilerledim. İlk önce kabanımı giydikten sonra botlarımı da giyerek evden çıktım.

Bakışlarım direkt olarak karşı kapıyı bulurken derin bir iç çekerek merdivenlerden aşağı indim. Kapının önünde beni bekleyen Mesut ve Engin'e günaydın diyerek benim için açılan kapıdan arabaya bindim. İstikamet direkt olarak emniyetti. Bugün bir şeylerin çıkması gerekiyordu artık.

Lojmandan çıkmadan evvel arabamız durdurulduğunda nöbetçi askerlerden biri bana tekrar bir zarf geldiğini söyleyerek zarfı uzattığında hiç beklemeden aldım. Bu iş artık çok uzamıştı. Yine ve yine zarfın üzerinde bir şey yazmıyordu. Zarfı yırtıp açarken içindeki nota baktım dikkatlice.

"Pamir'in gerçek yüzünü de öğrenmiş oldun sayemizde savcı hanım, sor bakalım başka sakladığı bir şeyler var mıymış? Ha bu arada, buraya neden gönderildiğini unutma ve ayağını ona göre denk al. Yoksa her zaman bu kadar nazik davranmayız."

Kafamı karıştırmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı. Zaten her şey karman çormanken bir de bunların notlarıyla uğraşıyordum. Pamir'in sakladığı bir şeylerin olma ihtimali zihnimi kurcalıyordu. Önceden olsa asla buna inanmazdım ama şimdi aklımda soru işaretleri oluşmaya başlamıştı çoktan. Hala daha benden bir şeyler saklıyorsa işi daha da çıkmaza sokardı.

"Beni burada bekleyin." diyerek arabadan inerken zarfı bana uzatan askere hitaben konuştum. "Bu iki kameranın görüntülerini görmek istiyorum." dedim elimle işaret ederek. Kameralar iyi gizlenmişti, bu notu getiren kişilerin görmesi biraz zordu. O yüzden yakalanma ihtimalleri vardı.

Nöbetçi asker bana kararsız bir şekilde bakarken kulübenin içinde oturan asker bizi görerek yanımıza doğru çıktı. "Neler oluyor?" diye sorduğunda nöbetçi olarak bekleyen asker konuştu. "Bu hanımefendi kamera kayıtlarını görmek istiyor."

Çantamdan cüzdanımı çıkartıp savcı kimliğimi göstereceğim sırada asker benden önce davranıp konuştu. "Bekletmeyelim savcı hanımı, gösterelim hemen." dediğinde sorgulayan bir biçimde ona doğru baktım. Benim sorgulamamı anladığını belirtircesine cevap verdi. "Pamir komutanımın emri."

Verdiği cevapla birlikte sessiz kaldım. Eli kolu buralara kadar uzamıştı belli ki. Kulübeden içeri girdiğimde benimle konuşan asker direkt olarak kamera görüntülerinin önündeki sandalyeye oturarak zarfın geldiği saatin görüntülerini açtı.

İlk başta ortalık gayet sakinken, yokuştan inen siyah renkli araba kameranın görüş açısına girdi. Bana saldıran araçla aynı olan isuzu modeliydi. Tam olarak lojmanın önünde durarak arabadan genç, uzun boylu bir adam indi. Yüzü net bir şekilde seçilmiyordu. "Görüntüyü yaklaştırın."

Görüntü yaklaşırken adamın yüzü hala net değildi ancak emniyette bu görüntüyü düzeltip kimlik tespiti yapabilirlerdi ya da zarfı teslim alan kişi onu teşhis edebilirdi.

"Diğer açıda duran kamera görüntülerini açalım." dediğimde arabanın arkasını gösteren kamera görüntüleri açıldı. Arabanın rengi ve markası uyuyordu. Plakası farklıydı. Eğer sağ arka kaputunda bir yazı varsa aynı arabalar demekti.

Zarfı verdikten sonra araba yokuş aşağı gitmeye başlarken gördüğüm yazıyla birlikte yüzümde zafer sırıtışı oluştu. "Sağ arka kaputu yaklaştırın." dediğimde sağ arka kaputtaki yazıyı net bir şekilde gördüm. Aynı arabaydı, şimdi notu bırakan kişiye ulaşmamız ve bana saldıran kişilere ulaşmamız daha kolaydı.

"Bu görüntüleri almak istiyorum." diyerek çantamdaki flash belleği çıkardım. Askere uzattıktan sonra aklımdaki soruyu sordum. "Zarfı kim aldı?" dediğimde asker cevap verdi. "Salih nöbetçiydi dün gece, Salih Koru." dediğinde başımı salladım. "Tamam, nerede bulabiliriz onu? Ona zarfı veren kişinin yüzünü gördü, eşkalini tarif ederse işimiz daha kolay olur."

"Hakkari 5. Komando tugayında." dediğinde başımı salladım. Asker elindeki flash belleği bana uzatırken konuştum. "Teşekkürler." diyerek kapıdan çıkacağım sırada aklıma gelen şeyle askere döndüm. "Pamir bey ne söyledi?"

"Sizin burada kaldığınızı ve herhangi bir ihtiyacınız olduğunda sorgusuz sualsiz yardım etmemiz gerektiğini söyledi." dediğinde ifadesiz bir biçimde askerin yüzüne bakarak konuştum. "Hayırlı nöbetler."

Beni arabanın dışında bekleyen Engin benim çıkmamla birlikte arabanın kapısını açarken hiç beklemeden arabaya bindim. Bu görüntülerdeki adamları bulmamıza az kalmıştı. Eninde sonunda yakalanacaklardı.

Kısa bir yolculuğun ardından emniyetten içeri girdikten sonra direkt olarak cinayet büroya doğru ilerledim. Artık ezbere bildiğim Cenk komiserin odasına ulaşarak kapıyı tıklatarak bir komut beklemeden içeri girdim. Benim geldiğimi gören komiser ayağa kalkarken konuştu. "Hoş geldiniz savcım."

"Hiç hoş bulmadım komiser, hala bir gelişme yok mu? Saatler geçti size verdiğim görevin üzerinden." sertçe cümlelerimi sıralarken Cenk komiser masasının üzerinde duran dosyayı eline alarak oturduğu sandalyeyi işaret etti. "Buyurun savcım oturun şöyle, bende size gelişmelerden bahsedeyim."

Rahatlığı karşısında kaşlarım iyice çatılırken elimi uzattım. "Dosyayı ver." Komiser dosyayı bana uzatırken kapağını açarak dosyaya baktım. Bana saldıran aracın yakından görüntüsü mevcuttu, ancak içindeki adamlar hala net değildi. Ancak içlerinden birini tespit etmemize ramak kalmıştı.

"Bu görüntüleri incelemesi için bilişime gönder, videoda tek bir adam var. Onun kimlik tespitini derhal istiyorum." dediğimde Cenk komiser elimdeki flash belliği aldı. Ardından odanın kapısından birine seslenerek yanına gelen polis memuruna flashı teslim ederek tekrar bana doğru döndü.

"Tahsin beyin cinayetiyle ilgili bir gelişme yok mu? Evinden, iş yerinden çıkan eşyaların incelemesi bitmedi mi hala?" dediğimde Cenk komiser cevap verdi. "İnceleme bitti savcım, bir numara tespit ettik. Ancak numara şuan kullanılmıyor, bu numarayla bir de mesajlaşmaları var. Mesajlar silinmişti ancak kurtarabildik."

Cenk komiser masanın üzerinde duran diğer dosyalardan birini bana uzatırken ters bir biçimde komisere doğru baktım. "İnceleme tamamlandıysa neden benim haberim yok?" sertçe sorduğum soruyla birlikte Cenk komiser büyükçe yutkundu. "Gece yarısına gelmek üzereyken bitti incelemeler sayın savcım, rahatsız etmek istemedim o saatte."

"Cinayet çözüyoruz komiser, katil elini kolunu sallayarak ortalıkta geziyor. Şuan kaç bin kişinin hayatı risk altında. Her gelişmeden anında haberim olacak, kaybedilecek vakit yok. Anlaşıldı mı?" taviz vermeden konuşurken Cenk komiser onayladı. "Emredersiniz sayın savcım."

"Numara kime aitmiş?" dediğimde Cenk komiser elimde duran dosyayı işaret ederek konuştu. "Hacer Altan adlı bir hanımefendiye ait." dediğinde tam kadına ulaşıp ulaşmadıklarını soracakken komiser benim sorumun cevabını verdi. "Geçtiğimiz ay vefat etmiş ve hiçbir yakını da yok."

Söylediği şey kaşlarımı çatmama neden olurken ağzımın içinde mırıldandım. "Olsaydı şaşırırdım zaten." dedikten sonra cevap verdim. "O zaman bu numara adamların eline nasıl geçmiş? Kadının hiçbir yakını yoksa eve girip çaldılar mı, illaki bir tanıdıklıkları vardır. Araştırılsın tüm komşuları."

"Emredersiniz savcım."

Elimdeki dosyayı açarak ekran görüntüleri alınmış whatsapp konuşmalarına baktım. Arkadaşça başlayan bir konuşmaydı ancak gün geçtikçe konuşmalar tehdide dönüşüyordu. Ama aralarındaki dikkatimi en çok çeken şey Tahsin bey öldürülmeden 2 gün önce yapılan konuşmaydı.

"Eğer denileni yapmazsan elimdeki görüntüleri herkese yayarım, insan içine çıkamazsın. Anladın mı beni?"

 

 

 

 

"Allah kahretsin, yapacağım tamam. Ne istiyorsanız yapacağım. Yeter ki yayınlamayın görüntüleri."

"Güzel, yola geliyorsun. Sana bildirilen saatte ve tarihte verilen adrese geleceksin. Telefonunu da imha et, kimse bulamasın. Nereye gideceğini kimseye söyleme. Geri döneceğini söyle. Biri bir şey çakarsa işin biter."

 

 

 

 

"Tamam."

Tahsin bey denileni yapmıştı. Kardeşine geri döneceğini söyleyerek evden çıkmış ve uzaklaşmıştı. Ancak telefonu imha etmemişti, belki de arkasında bir delil bırakmak istemişti. İşte bu çok işimize yarardı. Kendi isteğiyle gitmemişti. Tehdit zoruyla gitmişti. Peki kimin yanına gitmişti? Tehdit ettikleri video neydi?

"Tahsin bey evden çıktı, yürüyerek taksi durağına gitti ve bindi. Taksinin plakası belli değildi. Tahsin beyin resmi gösterildi mi?" dediğimde Cenk komiser başını salladı. "Gösterildi savcım ancak evin yakınındaki taksi durağından binmemiş. Muhtemelen yoldan geçen herhangi bir taksiye bindi." dediğinde derin bir iç çektim.

Herhangi bir taksi, bulunması çok zordu. Resmen samanlıkta iğne aramaktı. "Takside herhangi bir ipucu yok mu? Bir kaza emaresi, küçük bir stiker veya başka bir şey. Camının üzerindeki küçücük bir leke veya iz bile bizi sonuca götürür. Görüntüler tekrar incelensin." dediğimde Cenk komiser beni onayladı. "Emredersiniz."

"Salih Koru, Hakkari 5. Komando tugayında asker. Numarasını bulun hemen." dediğimde Cenk komiser beni onaylayarak odadan çıktı. Hiç beklemediğim bir anda kapı tıklanıp açıldığında kapıya doğru çevirdim başımı. Cenk komiser kafasını kapıdan uzatarak konuştu. "Savcım numara bulunana kadar buyurun oturun, kahve göndereyim size. Orta şekerli."

Başımı sallayarak onayladım. "Bekliyorum." Cenk komiser odadan çıkarken sandalyeye geçerek oturdum. Kısa süre sonra kahvem geldiğinde içerek elimdeki dosyayı incelemeye devam ettim. Taksiyi bulamamıştık ama tehdit edildiğini öğrenmiştik. Kardeşi ifadesinde böyle bir şeyden bahsetmemişti.

Daha önceki mesajlarını incelemeye devam ederken artık kullanılmayan numaranın en son yapılan yer tespiti de boş bir depodaydı. Depo ekiplerce kontrol edilmişti ancak içinde hiçbir şey yoktu. Depoya yakın çok fazla yer yoktu, küçük birkaç kulübe vardı ve temizdi. İlginç olan şey ise mesajlarda karşı tarafın ismi hiç geçmiyordu. Numara da kayıtlı değildi.

Kapı tıklanıp emrimle birlikte açılırken elinde küçük bir kağıtla içeri giren Cenk komiseri görerek oturduğum yerden ayağa kalktım. Cenk komiser elindeki kağıdı bana doğru uzattı. "Buyurun savcım, numara burada."

"Sağ ol komiser, dosyayla ilgili tüm gelişmeleri anında bilmek istiyorum." diyerek ekledim. "Kolay gelsin." Cenk komiserin mırıltılı bir şekilde cevap vermesinin ardından cinayet bürodan çıktım ve kapıda beni bekleyen aracıma doğru ilerledim.

Mesut kapımı açtığında arabama binerek aldığım numarayı tuşladım. Ancak hiçbir açan olmadığında şoför koltuğunda oturan Engin'e hitaben konuştum. "Özel kuvvetler taburuna gidiyoruz."

Emrimle birlikte emniyetten çıkarak özel kuvvetler taburuna doğru yola çıktığımızda telefonun ekranına baktım. Herhangi bir arama yoktu. Salih isimli asker umarım aramamı gördükten sonra dönüş yapardı yoksa evine kadar gitmek gerekiyordu. Ya da verdiğim flashtaki görüntüden adamın kim olduğu bulunup adres tespiti yapılırdı. Hiçbir vakit kaybetmek istemiyordum artık. Bu yüzden iki yolda uygundu benim için.

Makam aracı taburdan içeri girerken Baran Albay'a geldiğimi söyleyerek elimdeki kimliği gösterdim. Kolaylıkla içeri girdikten sonra binanın tam önünde duran arabamdan indim. Direkt olarak binadan içeri girdiğimde koridorda bana doğru bakan askere yönelerek konuştum. "Baran Albay'ın odası nerede acaba?"

"İleride ancak Baran komutanımın haberi var mı? Müsait olmayabilir." dediğinde hafifçe kaşlarım çatıldı. "Cumhuriyet savcısı Devrim Akyol dediğinizde müsait olacaktır." dediğimde askerin gözleri açıldı şaşkınlıktan ve hızlıca eliyle odayı işaret etti. "Buyurun savcım."

Koridor boyunca ilerlerken bakışlarım koridorda bulunan diğer odalara kaydı. Odalardan birinde Pamir Arslan ve Hakan Gediz yazan isimliğe gözüm takıldı. Odası hala aynı yerdeydi. 3 yıl önce de Hakanla birlikte bu odada kalıyorlardı. Rütbe töreni için geldiğimde odasını bana göstermişti. Çalışma masasının üzerinde çerçeve içinde fotoğrafımız duruyordu. Onu gördüğümde içimde hissettiğim heyecanı hatırlıyordum. Şimdi hepsi uzak bir geçmişti bizim için.

Odaya ulaştığımızda asker benden önce girerek Baran Albay'a geldiğimi bildirdi. Ardından da Baran albayın beni beklediğini söyleyerek girmem için haber verdi. Hiç beklemeden içeri girdiğimde Baran albayın ayakta beklediğini gördüm.

"Hoş geldin Devrim." diyerek güler yüzle beni karşılarken elimi uzatarak selamlaştım. "Hoş buldum, babamın selamını getirdim size." dediğimde Baran albay memnuniyetle tebessüm etti. "Aleyküm selam, sende ona selam söyle mutlaka. Otur şöyle."

İşaret ettiği yere doğru otururken Baran Albay da masasına oturarak masanın üzerindeki telefona uzandı ve bana hitaben konuştu. "Ne içersin?" dediğinde hızlıca reddettim. "Teşekkür ederim, bir şey almayayım. Aslında pek vaktim yok. Hem sizi ziyaret etmek istedim hem de danışmak istediğim bir şeyler var."

"Tabii, yardımcı olabileceğim bir şeyse." diyerek elindeki telefonu yerine bıraktı Baran Albay. Ardından ciddi bir şekilde bana bakarken genzimi temizledim. "Askeriniz yani Pamir." diyerek duraksadım. Nasıl hitap etmem gerekiyordu bilemiyordum. "Olanlardan bahsetti mi size? Yani saldırıya uğradığımızdan."

Sorumla birlikte Baran albay başını salladı. "Evet haberim var, çok geçmiş olsun. Bir gelişme var mı?" dediğinde cevap verdim. "Aslında size soracaktım, bir gelişme var mı? Pamir bildiğim kadarıyla istihbaratla paylaştı aracın plakasını. Elde edilen şeyleri görmek istiyordum izninizle."

"Dosyayla Soner ilgileniyordu, Pamir'in timinde görevli. O sana mutlaka yardımcı olacaktır. Şuan bahçede olmaları lazım." dediğinde onayladım. "Tamam o zaman, ben ondan isteyeyim dosyayı." dediğimde Baran Albay sormak ve sormamak arasında kalıp çekimser bir şekilde yüzüme bakarken yüzüne doğru baktım. O ise sormaya karar vermiş olacak ki konuştu. "Pamir'de bu konuda çok istekliydi aslında hem yabancılık çekmemiş olursun."

Hafifçe kaşlarım çatılırken Baran Albay burukça gülümsedi. "Pamir'e bu görevi vermeden önce elbette ki geniş çaplı bir araştırma yaptım. Babasını tanıyordum evet ama her şeyi bilmem gerekiyordu, senin varlığından da haberdardım. Ki sana Pamir'in şehit haberini verdikten sonra yüzün gözümün önünden gitmedi hiç"

Pamir'in arkasında onu bekleyen birçok kişi vardı, bende onlardan biriydim. Belki bencilce düşünüyordum ama arkasında bu kadar bekleyeni olan birinden ziyade kimsesi olmayan birine bu görevin verilmesinin daha uygun olduğunu düşünüyordum. Bunu sorgulamak elbet bana düşmezdi ancak Pamir'in aklı da arkasında bıraktıklarında kalmıştı.

"Vatan bizden büyük fedakarlıklar bekler kızım. Pamir'de bu fedakarlıkların en büyüğünü yaptı ve tabii sizde. Sevdiğin adamı öldü bilmek, evladını öldü bilmek ne demek bilemem ama çok zor olduğunu tahmin edebiliyorum." dediğinde sessiz kaldım. Baran Albay ise devam etti sözlerine. "Bu odaya girdiği ilk sorduğum tek şey ailen mi vatanın mı oldu?"

'Ailen mi? Vatanın mı? Bir asker için bunun tek bir seçeneği var: Vatan.' Pamir'in cümleleri kulağımda yankılanırken Baran Albay ekledi. "Vatan dedi elbette, bu formalite bir soruydu. Bu sorudan sonra ona emrettiğim şey şuydu: Bu odadan çıktıktan sonra sana verilen görevi unutacaksın. Ne anan, ne baban, ne kardeşin, ne de sevdiğin hiçbir şeyi bilmeyecek. Bu odadan hafızanı kaybetmiş gibi çıkacaksın. Birine söylediğin an Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiğin kesilecek."

Bunları biliyordum, görev gizliliği vardı. Ölse de bana söyleyemezdi. Özel yetiştirilmiş bir askerin zaten bunu yapmayacağını biliyordum, yapamazdı. Yapsa özel kuvvetlerde olmasının bir anlamı olmazdı.

"Bunları bana neden söylüyorsunuz?" dedim büyükçe yutkunarak. Baran albay gözlerime bakarak cevap verdi. "Pamir'i biraz da olsun anlaman için. Emin ol sizi bırakıp gitmek onun için çok zor oldu. Vatanı için fedakarlık yaparken kendinden vazgeçti."

"Evet, çok büyük bir fedakarlık yaptı." dedim kendimden emin bir sesle. Ardından ekledim. "Onu anlıyorum, hem de çok iyi anlıyorum ama bizim içinde bazı şeyler kolay olmadı." dediğimde Baran Albay başını salladı. "Anlıyorum, zamanla her şeyi aşacaksınız buna inanıyorum. Olayların tam ortasında biri olarak söylemek istedim sadece."

Oturduğum yerden ayağa kalkarken başımı salladım. "Teşekkür ederim." Baran Albay'da benim gibi ayağa kalkarken eliyle kapıyı işaret etti. "Gel, sana eşlik edeyim yanlarına kadar." dediğinde onayladım.

Birlikte odadan çıktıktan sonra koridorda yürüyerek binadan dışarı çıktık. Merdivenlerden indikten sonra Baran Albay'a dönerek konuşacağım sırada üzerimde hissettiğim bakışlarla beraber bakışlarımı bana bakan kişilere doğru çevirdim. Gözlerim direkt olarak onun ela hareleriyle buluşurken ufakta olsa kaşlarım çatıldı.

Onu böyle asker üniformasıyla görmeyeli ne kadar uzun zaman olmuştu. Gerçi şimdide üzerinde tamamen üniforması yoktu, haki yeşili tişörtü üzerine sanki derisiymiş gibi yapışmıştı. Terden saçları ıslanmıştı. Kalbim ben istemesem bile hızlıca atmaya başlarken bakışlarımı ondan çekip albaya çevirdim.

"Yardımınız için ve söyledikleriniz için teşekkür ederim." dediğimde Baran albay gülümsedi. "Rica ederim, ne zaman ihtiyacın olursa. Babana selamlar." diyerek yanımdan uzaklaşmadan önce eliyle arkadaki timden esmer ve uzun boylu olan askeri işaret ederek ekledi. "Üsteğmen Soner Çevik." dediğinde bakışlarımı kısaca işaret ettiği yere doğru çevirdikten sonra onayladım. Baran Albay yanımdan uzaklaşmaya başladığında adımlarımı bana doğru bakan 8 adama doğru atmaya başladım.

Yanlarına yaklaştığımda Pamir'in merak dolu sesini duydum. "Devrim, bir şey mi oldu.. Burada ne işin var?" Pamir'in sorusunu es geçtim. Hala daha onun burada olmasına alışabilmiş ve yaşadıklarımı unutabilmiş değildim o yüzden eskisi gibi olamazdım.

"Soner Bey?" diyerek Baran Albay'ın işaret ettiği kişiye bakarken Pamir'in hafifçe kaşlarını çattığını gördüm. Ardından da Soner beyin oturduğu yerden kalktığını ve bana doğru yöneldiğini gördüm. "Buyurun?"

Çıkardığım kimliği havaya kaldırarak otoriter bir biçimde konuştum. "Cumhuriyet savcısı Devrim Akyol." söylediğim cümle ile karşımdaki adam afallarken diğer tim üyelerinin yüzünde oluşan hayranlık emarelerini gördüm. Oturdukları yerden kalkarlarken Soner Bey cevap verdi. "Buyurun savcım."

"Pamir üsteğmenin verdiği aracın plakasını sen araştırmışsın." dediğimde Soner beyin duraksayarak Pamir'e doğru baktığını gördüm. Bakışlarım istemsizce Pamir'e dönerken Soner yerine o konuştu. "Dosya bende sayın savcım."

İlk karşılaştığımız o gün ondan bana etmesini istediğim hitap şeklini duyduğumda tek kaşım havalanarak hesap sorarcasına konuştum. "Ne zaman bana vermeyi düşünüyordunuz üsteğmenim?" dediğimde Pamir derin bir iç çekti. "Dilerseniz odamda dosyayı inceleyebiliriz."

Tam cevap vereceğim sırada duyduğum sözlerle birlikte bakışlarım sertçe konuşan kişiye doğru döndü. "Onlar tanışıyorlar mı.. aralarındaki gerilimi buradan bile hissettim." Timin diğer üyelerine kıyasla daha genç görünen, saçları 3 numara olsa da dalgalı olduğu buradan belli olan ve kahverengi gözlü olan çocuk bakışlarımla irkilirken Pamir'e doğru döndüm. "Gidelim."

Pamir önden geçmem için eliyle bana işaret verirken biraz önce çıktığım binaya doğru ilerlemeye başladım. Binadan içeri girdiğimizde Pamir'in odasına doğru ilerlerken sırtımda hissettiğim sıcacık ellerle irkilerek anında Pamir'e doğru döndüm. Pamir elini hızlıca çekerken genzini temizledi.

Ona sinirliydim, davanın dosyası eline geçmişti ve bana hala vermemişti. Bu davayla nasıl ilgilendiğimi bildiği halde hem de. Baran Albay'da kafamın daha da karışmasına neden olmuştu. Duygularım birbirinin içine girip düğüm olmuştu sanki.

Odaya girdiğimizde bakışlarım odanın içinde dolaşırken masanın üzerindeki çerçeveyi gördüm. Aklımdan bizim fotoğrafımızın olduğu çerçeve mi acaba diye geçerken Pamir'in sesini duydum. "İçecek bir şeyler söyleyeyim mi sana? Kahve söyleyeyim, şekersiz."

Söylediği cümle ile birlikte burukça Pamir'e doğru döndüm. "Artık şekersiz değil." dediğimde Pamir afalladı. Gözlerinden kocaman bir bulutun geçtiğine şahit oldum. Bakışlarımız birbirindeyken bende büyükçe yutkundum.

Herkes görev bu, Pamir yapmak zorundaydı diyordu ama kaybolan yıllarımız için bir şey diyen yoktu. Her şey çok değişmişti. Ben değişmiştim, o değişmişti. Zevklerimiz bile değişmişti. Bunun örneğini en ufacık bir konuda dahi görebilirdik.

"Çok vaktim yok, dosyayı görmek istiyorum." dedim konuyu değiştirmek için tahammülsüz bir biçimde. Pamir söylediğim cümle ile çalışma masasının çekmecesini açıp dosyayı çıkardıktan sonra bana doğru uzattı.

Dosyayı elime alarak içindeki bilgileri incelerken burnumdan sert bir nefes verdim. Ne resimlerde ne araştırmalarda bizim bulduklarımız dışında pek bir şey yoktu. Buraya büyük umutlarla gelmiştim, en azından araçta olan kişilerin en az bir ikisinin kimlik tespitinin yapıldığını ummuştum ama sonuç büyük bir hayal kırıklığı idi.

"Neler oluyor?" Pamir'in meraklı sesini duyduğumda konuştum. "Fotoğrafı gönderen kişilerle bana saldıran kişiler aynı kişi. Araç aynı sadece plakası farklı ve bugün lojmanda bana bir not daha geldi." dedikten sonra cebimdeki not kağıdını çıkarttım ve ona doğru uzattım.

Pamir notu alıp okurken an be an kaşlarının çatıldığına şahit oldum. Çok merak ediyordum benden sakladığı daha başka neler vardı? Güvensizlik, gerçekten çok zordu. Ben Pamir'e kendimden bile daha çok güvenirken şimdi aklımda soru işaretleri vardı. Birine bu kadar çok güvenirken artık güvenememek gerçekten zordu.

Bakışlarını nottan kaldırıp bana çevirirken tam gözlerimin içine baktı. "Bu nota inanmıyorsun değil mi?" dediğinde benden anında bir cevap bekledi. Ancak ne bakışlarımdan ne de ağzımdan istediği sorunun cevabını, istediği şekilde alamamıştı.

Gözlerindeki kırıklığı net bir şekilde hissederken mırıldandı. "İnanıyorsun." dedikten sonra ekledi. "İnanmışsın, aklından geçmiş." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Ne düşünmemi bekliyorsun ki?" dediğimde Pamir büyükçe yutkundu. "Bu nota inanmıyorum, sen bana yalan söylemezsin demen gerekiyordu."

"Sen diyebilir misin?" dedim merakla. Ardından ekledim. "Bu not sana gelse Devrim bana yalan söylemez, sakladığı bir şey yok diyebilir misin?" dediğimde Pamir başını salladı. "Söylerim, Devrim."

Verdiği cevapla birlikte alayla güldüm. "Söyleyemezsin, içinde bir yerlerde o şüphe seni kemirir Pamir. Aradan yıllar geçti artık birbirimizi tanımıyoruz ki biz. Net bir şey söyleyemezsin." dedim kendimden emin bir şekilde.

"Böyle sürekli aramıza giren yılları söylüyorsun. Evet, aradan yıllar geçti. Evet değiştin, değiştik ama içeride bazı şeyler hala aynı Devrim. Görüntüm değişti, konuşmam değişti, birçok şeyim değişti belki ama sana olan sadakatim, sana olan güvenim asla değişmedi. Sana ne zaman yalan söyledim ben?"

"Yani diyorsun ki senden sakladığım bir şey yok." dediğimde Pamir sinirle güldü. Dudaklarını yalayarak başını benden başka bir yere çevirdikten sonra tahammülsüz bir biçimde konuştu. "O kadar mı ya? o kadar mı güvenmiyorsun bana? Her şeyi anlattım, eksik bir şey yok."

Tam olarak gözlerinin içine baktım yalan söyleyip söylemediğini anlamak için. Savcı olarak insanları okumak benim görevimdi ve Pamir'in yalan söylediğine dair bir şey göremiyordum ancak karşımdaki kişinin bir özel kuvvet askeri olduğunun bilincindeydim. Çok güzel rol yapabilirdi.

"Güzel, benden sakladığın bir şey yoksa mesele de yok o halde." dedim gözlerine bakarak. Pamir'in yüzünde manalı bir gülümseme oluştu. Biraz hayal kırıklığı, biraz burukluk ve içinde daha başka birçok şey barındıran gülümseme. "Bana olan güveninin zedelenmesini istiyorlar ve başarıyorlar, gerçekten onlara inanıyor musun?"

Sorduğu soruyla birlikte derin bir iç çektim. Onlara inanmıştım, kafamda soru işaretleri oluşmuştu ama bunun için kimse beni suçlayamazdı. Pamir bunca yılda benim nasıl birisi olduğumu unutmadıysa suçlamazdı, eğer eski Pamir ise beni anlardı.

"Anladım.." dedi bir mırıltı halinde benden ses gelmeyince. Başını usul usul sallarken devam etti konuşmasına. "Her şey anlattığım gibiydi, o Nadya denen kadınla hiçbir ilişkim olmadı. Birlikte olmayı geç, bana temas etmesine bile izin vermedim. Benim soğuk yapmam, umursamamam onun dikkatini daha çok çekti. Böylelikle kolayca alt ettim onu."

Beynim Pamir'e güvenmemem gerektiğini, o ezbere bildiğim gözlerin bile yalan söyleyebileceğini fısıldarken kalbim çoktan ona inanmıştı. Pamir ne söylüyorsa doğrudur demeye devam ediyordu.

Beklentiyle bana bakmaya devam ederken elimi uzatarak notu istedim. Pamir isteğimi anlayarak notu bana uzatırken tekrardan okudum sanki daha önce okumamışım gibi. Ardından bakışlarımı nottan çekerek tekrardan Pamir'e çevirdim.

O gittiğinden beri benim hayatımda hiç kimse olmamıştı. Olamamıştı, şans isteyen çok kişi olmuştu ancak hepsini geri çevirmiştim. Ben onu öldü bildiğim halde birine şans veremeyecek kadar çok sevmiştim. Onunda bana olan aşkı hafife alınmayacak kadar büyüktü, üç yıl önce öyleydi. Şuanda da öyle bakıyordu. Başka birisi olsa bana aşkla bakmaya devam eder miydi?

"Bu notu kimin gönderdiğini bulmamıza az kaldı. Belki de Nadya'nın adamlarıdır, kim bilir?" dedim konuyu değiştirerek. Henüz konuşmaya hazır değildim. Sana inanıyorum desem yalan olurdu, inanmıyorum desem yalan olurdu. Kafam karışıktı yalnızca.

Pamir'de yaptığım şeyi anlayışla karşılayarak başını salladı. "Eğer onun adamlarıysa bu işin arkasında terör örgütü var demektir. Bu notu gönderenler senin buraya gelmeni sağlayanlar, yani ucu bilim insanının katiline de dokunuyor." dediğinde başımı salladım. Öyleydi. Bu işin arkasında terör örgütü olabilirdi.

"Orası beni ilgilendirir. Bu davayı çözmek benim işim." dedim kendimden emin bir şekilde. Pamir başını iki yana salladı. "Bir savcı olarak davayı çözmek senin işin evet ancak işin içine terör girdiği an dahil olmaktan çekinmem Devrim. Bunu böyle bil."

Korumacı bir şekilde konuşmasına sesimi çıkarmadım. İnadını biliyordum, ben hayır desem de işin içine girecekti. Kendimi yoramazdım. Teşekkür edip odadan ayrılmak için hazırlanırken çalan telefonumla birlikte hızlıca cebimden telefonumu çıkardım. Sabahtan aradığım askerin numarasını gördüğümde telefonu hızlıca açarak kulağıma götürdüm.

"Salih Koru ile mi görüşüyorum?" diyerek telefonu açtığımda bakışlarım dikkatle beni dinleyen Pamir'e doğru kaydı. İsmi tanımış olmalıydı. Karşı taraftan ses geldiğinde bakışlarımı Pamir'den çektim. "Buyurun benim, siz kimsiniz?"

"Ben Cumhuriyet savcısı Devrim Akyol, tanıdık geldi mi?" dediğimde karşı tarafın sesini duydum. "Evet savcım, lojmanda kalıyorsunuz." Salih beyin tereddütlü sesiyle birlikte onayladım. "Dün bana bırakılan zarfla ilgili görüşmek istiyorum, daha doğrusu adliyeye gelirseniz eşkal bilgisi almamız gerekiyor." dediğimde cevabını dinledim. "Tabii savcım, hemen gelirim."

Aldığım cevapla birlikte zaferle gülümsedim. Eşkale ulaştıktan sonra bizim için her şey daha kolay olacaktı. "1 saate kadar makamımda bekliyorum sizi." diyerek telefonu kapattım.

Ardından da Pamir'e doğru dönerek konuştum. "Dosyayı ben alıyorum, senin ihtiyacın olmaz muhtemelen." dedikten sonra aklıma gelen şeyle tekrardan konuştum. "Soner'i nerede bulabilirim? Teşekkür etmek istiyorum." dediğimde Pamir ters bir biçimde bana bakarak cevap verdi. "Teşekküre lüzum yok, görevini yaptı o."

Peki manasında kafamı sallarken odadan çıkmak için yeltendim. Pamir'in sesi buna engel oldu. "Not Salih nöbetçiyken mi gelmiş?" sorduğu soruyla birlikte tek kaşımı kaldırdım. "Görev gizliliği üsteğmenim, benden daha iyi bilirsiniz bunu." dediğimde Pamir sessiz kaldı.

Başka bir şey söylemeden odadan çıktıktan sonra binanın dışına doğru ilerlemeye başladım. Kapıdan çıktığım anda gözüm direkt olarak banklardan birinde oturan Hakan ve biraz önce patavatsızlık yapan askere çarptı. Hakan beni görerek oturduğu yerden ayağa kalkarken başımla selam vererek ilerlemeye devam ettim.

Beni bekleyen aracıma binerek adliyeye gideceğimizi söyledim. Bugün işler istediğim gibi ilerliyordu. Hem notu gönderenlerle ilgili bir ipucuna ulaşmıştık hem de Tahsin beyin cinayetiyle ilgili bir gelişme olmuştu. Hem de Pamir'in bana ihanet etmeyeceğine birazcık da olsa inanmaya başlamıştım..

 

 

 

◔◔◔

"Aracı girişe park ettikten sonra hızlıca inerek kulübenin önüne geldi. Elindeki zarfı bana uzattıktan sonra savcı Devrim Akyol'a verilecek, başka biri almasın dedi. Kimin gönderdiğini sorduğumda ise notu açınca sizin bileceğinizi söyledi. Ardından da arabasına binerek gitti." diyen Salih bey ile birlikte başımı salladım.

"Başka bir şey söylemedi yani." dediğimde başını salladı Salih bey. Bense aklımdaki soruyu sordum. "Yüzü dışında başka bir şey görmediniz mi? Zarfı uzatırken elinde, kolunda falan." dediğimde Salih bey duraksadı. Düşünmek için sessiz kalırken aklına bir şey gelmiş olacak ki hızlıca bana döndü. "Parmağında bir yüzük takılıydı, alyans gibi."

Aldığım cevapla birlikte başımı salladım. "Güzel, zaten yüzünden tespit edilir kimliği ancak küçük ipuçları da önemli bizim için." dedikten sonra ekledim. "İşbirliğiniz için teşekkürler. Aklınıza bir şey gelirse mutlaka bize haber verin."

"Elbette, sayın savcım." dedikten sonra oturduğu yerden kalktı Salih bey. İfadesini imzaladıktan sonra odadan çıkarken eşkali çizen polis memuru oturduğu yerden ayağa kalktı. Ona hitaben konuştum. "Bakabilir miyim resme?"

Çizdiği resmi bana uzatırken resmi elime alarak dikkatle baktım. Daha önce gördüğüm biri değildi. Saçları tıraşlı, siyah saçlı, koyu kahverengi saçlı, sakallı biriydi. Sol kaşının üzerinde bir dikiş izi vardı. Bu resmi zihnime kazımıştım, karşıma çıktığında mutlaka hatırlardım.

"Resim bende kalsın, siz çıkabilirsiniz." dedim polis memuruna doğru. Ardından çekmecemdeki sarı renkli A4 boyutundaki dosyanın içine resmi koyarak oturduğum yerden ayağa kalktım. Bizzat ben teslim edecektim bunu incelemeleri için.

Beni bir gün içinde buraya sürdürecek kadar güçleri varsa, resme ulaşıp kimlik tespitini de engellerlerdi. O yüzden dikkatli olmak zorundaydık. Mesai bitimine kadar dosya üzerinde çalışmalar yaptıktan sonra mesai bitiminde resmi alarak emniyete geçmiştim ve incelemeleri için bilişime teslim etmiştim.

İncelemeler muhtemelen yarın belli olurdu. Hafta sonuna girmeden bunu halletmek istiyordum. Haftanın son günü yani yarın mutlaka bu adamı sorguya alacaktım ve bir şeylerin ortaya çıkmasını sağlayacaktım.

Aracım lojmandan içeri girdiğinde oturduğum binanın önünde durdu. Engin kapımı açtığında araçtan indim. Binaya gireceğim sırada kendi arabalarını park etmiş Hakan ve Pamir'in bize doğru ilerlediğini gördüm.

"Naber, nasıl gidiyor?" diyerek Enginle tokalaşan Pamir'e doğru baktım. Engin cevap verdi. "İyidir komutanım, iş güç. Siz nasılsınız?"

Hakan ve Mesut da sohbetin içine girerken çatık kaşlarla onları izlemeye devam ettim. Benimle ilgilenen, işimin olduğu herkesle böyle samimiyet kurması sinirime dokunuyordu. Hayatıma müdahale ediliyormuş gibi hissediyordum. Engin ve Mesut ile önceden tanışıyorlardı tamam ama kapıdaki kişilerle bile bana yardımcı olmaları için konuşması beni sinirlendiriyordu.

Ben her şeyi kendim yapardım, yardımına ihtiyacım yoktu. Davaya kapılıp bugün bunu ona söylemeyi unutmuştum ama şimdi aklıma gelmişti. Binadan içeri girerek evime doğru çıkarken yolun yarısında bekleyerek sohbetlerinin bitmesini bekledim.

Çok beklemeden binadan içeri girdiklerini duyduğumda merdivenlerden inerek tam karşılarına dikildim. Hakan'ın da Pamir'in de bakışları bana dönerken bakışlarındaki şaşkınlığı anlamamak imkansızdı.

"Sen sürekli benim muhatap olduğum kişilerle irtibatta olup bana yardımcı olmaları için emir mi vereceksin böyle?" dedim direkt olarak Pamir'in gözlerine bakarak.

"Bana müsaade, arada kalmak istemiyorum daha fazla." diyerek yanımdan geçen Hakanla birlikte bakışlarımı karşımdaki adamdan çekmedim. Pamir ise sakin bir sesle cevap verdi. "Sana yardımcı olmaya çalışıyorum." dediğinde çıkıştım. "Olma Pamir."

Yüksek çıkan sesimle birlikte hiç beklemeden ekledim. "İstemiyorum, olma. Sürekli senin adını duymaktan, sürekli karşımda görmekten sıkıldım artık." dedim lafımı geri çekmeden. Afallayarak bana bakan gözlerine ateş saçan gözlerle baktım. "Beni kendi halime bırak, üç yıl boyunca nasıl yoksan yine olma. Bırak beni."

Büyükçe yutkunarak bana bakarken söylediğim sözler kaşlarının çatılmasına neden oldu. Kendimi tutamıyordum artık, bana zaman vereceğini söylemişti. Beni anladığını söylemişti ama hiç öyle davranmıyordu. Ben sürekli onu karşımda görürken, adını duyarken nasıl bazı şeyleri hazmedecektim ki.

"Yanı başımda dururken nasıl bırakayım seni? Kolay bir meslek yapmıyorsun. İşini kolaylaştırmak istiyorum. Benim yüzümden aklın yeterince karışık zaten, izin ver bu kadarını yapayım." kendini açıklamaya çalışırken başımı iki yana salladım. "Yapma Pamir, aklımı karıştırma daha fazla."

Pamir bir adım bana doğru atarak tam önümde dikildi. O merdivenlerin en sonundayken ben en sonun bir üstündeki basamaktaydım ve boy farkımız ancak şimdi sıfıra yaklaşmıştı. Direkt olarak gözlerimin içine bakarken mırıldandı. "İzin ver, bir kere izin ver sebep olduğum şeyleri düzeltmeye çalışayım."

Göz bebekleri titreyerek bana bakarken kalbim korkuyla kasıldı. Tekrar aynı şeyleri yaşama düşüncesi kalbimin sıkışmasına neden oldu. Yapamazdım. Başımı iki yana salladım. "Hayır.. yapamam. Bir kez daha aynı şeyleri yaşayamam ben."

Yanından kaçarcasına uzaklaşmaya başlarken arkama hiç bakmadım. Çantamdan çıkardığım anahtarla evin kapısını açarak içeri girdim ve kapıyı kapatarak sırtımı kapıya doğru yasladım. Derin birkaç nefes alıp verirken abimin içeriden bana doğru seslendiğini duydum.

"Devrim, sen mi geldin abicim?" abimi meraklandırmamak için hızlıca cevap verdim. "Evet benim." dediğimde abim salonun kapısından çıkarak bana doğru geldi. Dikkatli gözlerle yüzümü incelerken hafifçe kaşlarının çatıldığını gördüm. "Bu paniklemiş halinden bir şey çıkartmalı mıyım?" dediğinde başımı iki yana salladım. "Hayır."

Abim üstelemese de bakışlarıyla ne olduğunu çözmeye çalışırcasına yüzüme doğru baktı bir süre. Ardından da kafasıyla mutfağı işaret etti. "Sana yemek hazırladım." dediğinde yüzümde büyük bir gülümseme oluştu. "Bora bey döktürmüş anlaşılan, hemen üzerimi değiştirip geliyorum."

Abim beni onaylarken odama ilerleyerek gardırobumu açtım. Üzerime rahat bir şeyler giyerek saçlarımı dağınık bir şekilde topladıktan sonra odamdan çıktım. Mutfağa girdiğimde abimin yemeği ısıttığını görerek yanına doğru ilerledim. Elimi abimin beline doğru yaslayarak ocağın üzerindeki tencerelere bakarken konuştum.

"Dolapta dünden kalan çorba da vardı. Onu da çıkaralım." diyerek buzdolabına yönelerek dün pişirdiğim ezogelin çorbasını çıkartırken çalan kapıyla birlikte irkildim. Abim ocaktaki yemeği karıştırmayı bırakıp kapıya ilerlerken bende çorbayı ocağa götürerek altını yaktım.

Kimin geldiğini görmek için kapıya ilerlediğimde kapının önünde dikilen Hakan'ı gördüm kenardan. Elindeki pizza kutusunu bize doğru uzatırken sesini duydum. "Biz dışarıdan sipariş verdik, şimdi Devrim'de yeni geldi yemekle uğraşmasınlar dedi." dedikten sonra bir saniye bile beklemeden kendini düzeltti Hakan. "Dedik yani."

Bunu Pamir'in gönderdiğini anlamayacağımızı düşünmeleri gerçekten saçmaydı. Kendi gelememişti, Hakan'ı göndermişti. Abim Hakan'a doğru bakarken mırıldandı. "Sağ olun, yemeğimiz var çok şükür."

"Peki o zaman." diyerek gitmek için yönelen Hakan ile birlikte abimin sesini duydum. "Böyle kuru kuru olmaz, gelin hadi. Allah ne verdiyse yeriz." diyerek bana doğru döndüğünde gözlerim kocaman açıldı. Başımı iki yana sallarken Hakan'ın sesini duydum. "Rahatsızlık vermeyelim."

"Israr ettirme oğlum, bak zaten ikinize de kılım. Bir daha böyle bir teklif duyamazsınız benden." diye sertlendiğinde Hakan onayladı. "O zaman ben bir Pamir'e sorayım." diyerek kapıdan uzaklaşırken abim kapıyı kapattı.

"Sen napıyorsun abi Allah aşkına? Hem Pamir ile senden olmaz diyorsun hem bizi yan yana getirtiyorsun." diye sorgularcasına abime bakarken abim elini yanaklarıma koyarak yüzümü kavradı. "Biliyorum abicim, yan yana gelmek istemiyorsun ama ondan kaçamazsın. Kaçtığın sürece de bir şeyleri halledemezsin içinde."

Söylediklerinde haklıydı ama emrivakilerden hiç hoşlanmazdım. Abim bunu bildiği halde böyle yapmıştı ve sinirlenmeden edemiyordum. Yüzümden ellerini çeksin diye geriye doğru çekilirken abim tekrardan konuştu.

"Adam yıllardır görevde, kim bilir midesine ne zaman sıcak yemek girdi. Sevap olur." Abimin cümleleri beni içinden çıkamayacağım düşüncelere yönlendirirken derin bir iç çektim. Yıllardır o şerefsizlerin arasındaydı, yemek yiyebilmiş miydi? Karnını nasıl doyurmuştu gerçekten bunlar merak konusuydu.

Kapının çalınmasıyla düşüncelerimden sıyrılmışken kapıyı tekrardan araladım. Kapının önünde yalnızca Hakan'ı gördüğümde kaşlarım çatılırken abim bakışlarımın tercümanı olarak konuştu. "Pamir nerede?"

"İki dakika bakkala gitti, birazdan gelir." dediğinde başımı salladım. " Hoş geldin." diyerek kapıdan çekilirken Hakan içeri doğru girdi. "Hoş buldum." dedikten sonra abimle birlikte salona doğru geçerlerken abimin sesini duydum. "Alacağın olsun oğlum senin."

Kapıyı kapatıp bende peşlerinden salona ilerlerken Hakan'ın sesini duydum. "Ben naptım ya?" diyerek abime bakarken abim kaşlarını çatarak konuştu. "Daha ne yapacaksın, kurda kuzuyu emanet etmişiz. Adam tam karşısında oturuyor Devrim'in."

"Ben ne yapayım, gelir gelmez ilk cümlesi Devrim'di. Devrim iyi mi? Devrim nerede?" Hakan cümlelerini sıralarken göz ucuyla bana doğru baktı. Ardından da ekledi. "Devrim beni aradığında tam yanımdaydı, buraya geleceğini öğrendiğinde karşımızdaki evi ona verdirmek için elinden gelen her şeyi yaptı. İkna edebiliyor muyuz adamı."

Hiç şaşırmamıştım, karşılıklı oturmamız onun isteği sonucunda olmuştu. Tüm şansını kullanıyordu, yaptığı bu şeyler aslında beni hala çok sevdiğini ve elde etmek için elinden geleni yapacağını gösteriyordu ama ben bu saatten sonra onunla nasıl olurdum?

Abim cıklayarak başını iki yana sallarken konuştu. "Her şeyi biliyordun, bizden daha doğrusu Devrim'den ve ailesinden haber götürdün öyle değil mi?" dediğinde Hakan başını salladı. "Eğer haber götürmeseydim Pamir delirirdi, onların arasında kolay şeyler yaşamadı. Sizin varlığınıza tutundu." diyerek direkt olarak bana bakarken bakışlarımı Hakan'dan kaçırdım.

Çalan zille birlikte oturduğum yerden kalkarak kapıya ilerledim ve açtım. Pamir ile anında bakışlarımız buluşurken yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. "Hoş geldin."

"Hoş buldum." Pamir içeri doğru geçerken elindeki ekmek ve sprite poşetini bana doğru uzattı. Elinden poşeti alırken mırıldandım. "Neden zahmet ettin?" söylediğim şeyle Pamir cevap verdi. "Elimiz boş gelmeyelim dedim, zaten yeterince zahmet veriyoruz."

Pamir'in söylediği şeye bir cevap vermeden mutfağa girdim ve elimdeki poşetleri tezgaha koydum. Ekmekleri dilimleyerek masaya yerleştirirken Pamir'in kapının önünde dikilmiş bir biçimde beni izlediğini net bir şekilde hissediyordum.

Ekmeklerden sonra sprite'ı poşette çıkardığımda poşetin içinde en sevdiğim çikolatanın olduğunu gördüm. Çikolatada plan bakışlarımı Pamir'e çevirdiğimde ufak bir tebessümle bana bakarak konuştu. "Yemekten sonra tatlı niyetine yemeyi seviyorsun." dedikten sonra büyükçe yutkundu. "Seviyordun yani."

"Evet seviyordum ama sen gittiğinden beridir ağzıma sürmedim." Yaptığım açıklamayla birlikte Pamir'in tebessümü yüzünde dondu. İçinden küfür ettiğini anlayabiliyordum yüz ifadesinden. "Çünkü en son sen almıştın bana, senin yanında yerken hissettiğim duyguları tekrar hissedemeyeceğim için yiyemedim."

Açık açık hissettiğim şeyleri söylerken Pamir büyükçe yutkundu. "Ben, özür dilerim.. Bundan sonra o çikolatayı yerken eskiden nasıl hissediyorsan şimdi de öyle hissetmen için her şeyi yapacağım, söz veriyorum." samimi bir biçimde dilediği özür ve sözlerle başımı iki yana salladım. "Özür dileme, senin suçun değildi." dedikten sonra duraksayarak ekledim. "Ama.. sözde verme Pamir, sözleri tutmak konusunda iyi değiliz biz."

Pamir başını yere doğru eğerken kendimi toparlayarak içeri doğru seslendim. "Yemek hazır!" Masanın üzerine içecek için bardakları koyduktan sonra sprite doldurdum. Ardından masadaki çorba kaselerini alarak çorbalar koymaya başladım.

"Bende Pamir efendi geldi de elini falan yıkıyor sandım, meğer yine kardeşimin yanındaymış." Abim söylene söylene masadaki yerine geçerken Hakan abimin yanına doğru oturdu. Pamir dikdörtgen masada tam abimin karşısına denk gelirken bana da Hakan ile Pamir'in arasındaki yer kalmıştı.

İlk olarak Hakan'ın çorbasını servis ederken Pamir'in sesini duydum. "Bana az koyar mısın?" İsteği ile ona bir kepçenin yarısı kadar çorba koyarak servis ettim. Ardından da abimle kendime koyarak benim için ayrılan yere oturdum. "Kusura bakmayın tam bir hazırlık yapamadık." dediğimde Hakan ve Pamir aynı anda itiraz etti. "Olur mu öyle şey, ellerine sağlık."

"İnan bana kuru kuru şeyleri yemektense bunlar tam bir nimet." Pamir'in sözleriyle birlikte ufak bir tebessüm ederek cevap verdim. "Afiyet olsun."

Çorbamdan birkaç kaşık içerken bakışlarım Pamir'in tabağındaydı. Çünkü bir iki kaşık ancak içmiş ve şuan kaşıkla çorba ile oynayıp duruyordu. Çorbayı mı sevmemişti, karnı mı toktu? Gibi sorular beynimi kurcalarken mırıldandım. "Eğer beğenmediysen değiştireyim." diyerek oturduğum yerden kalkarken Pamir elini elimin üzerine koyarak beni durdurdu.

Bakışlarım eline doğru kayarken Pamir usulca elini geri çekerek cevap verdi. "Çok güzel olmuş, çok beğendim. O kadar özlemişim ki yemeklerini.." diyerek gözlerimin içine bakarken merakla konuştum. "O zaman neden yemiyorsun?"

Pamir sorduğum soruyla birlikte büyükçe yutkundu. "Yemiyorum değil de yiyemiyorum. Ellerine sağlık." dediğinde üstelemedim. Ama kalbimin derinliklerinde bir acı belirdi. Hakan söylemişti, abim söylemişti, Baran albay söylemişti. O da görevde çok zorlanmıştı, belki de bu yemek yememe olayı görevde olan bir şeyle alakalıydı.

Yemek yemediği halinden belliydi, epey kilo vermişti. Vücudu hala yapılıydı elbette ama yüzünün çöktüğünü kimse inkar edemezdi. Çorbayı önünden kaldırarak abimin yaptığı yemekten tabağına koyduktan sonra tabağı önüne doğru koydum.

"Bunu yiyeceksin, yemezsen kişisel alırım." dedi abim dalgayla. Ortamdaki sessizliği dağıtmak için yaptığını biliyordum. Kendi yerime geçerek çorbamı bitirdikten sonra masadaki diğer herkese abimin yaptığı yemeği servis ettim.

"Bora'nın da ne marifetleri varmış." diyen Pamir ile birlikte gülümsedim. Abim Pamir'e bakarak cevap verdi. "Daha ne marifetlerim var bir bilsen, gerçi birazını deneyimle deneyimlemiştin değil mi?" dedi sırıtarak.

Pamir elini hafifçe kızarmış olan elmacık kemiğine götürerek cevap verdi. "Aslında çok bir şey göremedik, ufacık bir şeydi." dediğinde abim kaşlarını çattı. "Kaşınma oğlum bak, zaten hala sinirliyim sana tam karşımdasın." dedi abim ters bir şekilde.

Her ne kadar böyle dese de Pamir'in yaşadığına sevinmişti bunu hissediyordum. Pamir benim sevgilimden ziyade abimin hem çocukluk arkadaşıydı hem de okuldan arkadaşıydı. Sırf benim abim olduğu için, yaşadıklarımın 1.şahidi olarak kızıyordu Pamir'e ama aynı zamanda da seviniyordu.

Yemekten sonra mutfağı toplamada bana yardım ettikten sonra çay servisi yapacağım sırada Pamir'in sesini duydum. "Biz daha fazla zahmet vermeyelim, sende yorgunsun zaten. Kalkalım." diye Hakan'a işaret verirken itiraz ettim. "Olur mu bir çay içseydiniz." dediğimde Pamir reddetti. "Gerçekten belki sonra içeriz, bu sefer siz bize gelirsiniz."

"Peki, nasıl isterseniz o zaman." Kapıya doğru hep birlikte ilerlediğimizde Hakan hem bana hem abime bakarak konuştu. "Teşekkür ederiz her şey için, ellerinize sağlık." dediğinde abim ikimizin yerine cevap verdi. "Afiyet olsun."

Hakan evden çıkıp kendi evlerine ilerlemeye başladığında Pamir'de onun arkasından çıktı. Evine ilerlemeden önce tekrardan bana baktığında bir şey söylemek için ağzını araladı ancak söylemekten vazgeçerek tekrar kapattı. Ona bakmaya devam ederken abimin yanımdan ayrıldığını hissettim. Pamir bunu fırsat bilmiş olacak ki konuştu.

"Yarın Ankara'ya gidiyorum, biliyorum umurunda olmaz ama eğer bir şeye ihtiyacın olursa Hakan burada. Ona söyle olur mu?" dediğinde burukça başımı salladım. "İyi yolculuklar."

Pamir başka bir şey söylemeden arkasını dönerek evlerine ilerledikten sonra içeri girip kapıdan bana doğru baktı. Beklemeden kapıyı kapattığımda derin bit nefes verdim.
Yarın Ankara'ya Pamirle gidip ailesinin tepkisini görmeyi çok isterdim. Halide teyzem, Serhat amcam ve Burçe eminim çok sevineceklerdi. Kim sevinmezdi ki? Öldü sandıkları oğulları, abisi aslında ölmemişti. Muhtemelen çok hızlı bir şekilde kabulleneceklerdi, peki benim için neden bu kadar zordu?

Öldü gösterilen kişi abim veya babam olsa aynı kafa karışıklığını yaşar mıydım yoksa kabullenir miydim bu sorunun cevabı bende yoktu. Uzun bir süre de olacağa benzemiyordu..

 

 

 

◔◔◔

Pamir Arslan'ın anlatımından,

En son 4 yıl önce geldiğim apartmana bakarken elimdeki sigaradan bir nefes daha çektim. İnsan yalnız kaldığında sığınacak bir liman arıyordu, benim limanımda bu sigara olmuştu. Evet derdimi dinlemiyordu, onu içince bir şeyleri unutmuyordum ama geçirdiğim soğuk kış günlerinde ısınmamı sağlayan, açlığımı bastıran, aşk acısı çektiğimde, aile özlemi çektiğimde sığındığım bir dal olmuştu.

Şimdi sevdiklerime dönmüştüm, bırakır mıydım? Bunun bir cevabı yoktu benim için. Hala daha onlara kavuşabilmiş değildim. Devrim'in tepkisinden sonra kendi ailemin tepkisinden de korkmaya başlamıştım. En azından birinin beni sarıp sarmalamasına, biraz olsun beni anlamasına ihtiyacım vardı. Asker olmayı ben seçmiştim evet ama görevi ben seçmemiştim, onlardan bunu saklamamayı ben seçmemiştim.

Bazı şeyler benim elimde olsa bir dakika bile düşünmezdim ve onlara yaşadığımı ama öldü gösterilmemem gerektiğini söylerdim. Ama olmamıştı, yapamamıştım. Bunun acısını da yıllarca çekmiştim. Acılarımı onların acılarıyla kıyaslayamazdım, benimkinden kat be kat fazlaydı bunu biliyordum ama onların acılarını geçirmek için elimden gelen her şeyi yapmak istiyordum.

Çalan telefonumla bakışlarımı binadan çektim ve ceketin cebindeki telefonumu çıkardım. Baran komutanımın aradığını gördüğümde hızlıca telefonu açarak kulağıma götürdüm. "Efendim komutanım?"

"Babanla konuştum, şimdi aşağı geliyor. Hazırlıklı ol. Allah yardımcın olsun aslanım." dediğinde derin bir iç çektim. "Sağ olun komutanım."

Telefonu kapatarak tekrardan cebime koyduğumda bakışlarım binanın kapısından çıkan adama doğru kaydı. Hep örnek aldığım, onun gibi olmak istediğim adam şimdi karşımda beti benzi atmış bir biçimde ve en son gördüğümden bu yana epey yaşlanmış ancak heybetinden hiçbir şey kaybetmemişti.

Bakışları suratımda, bedenimde gezinirken gerçekleri algılamaya çalıştığının farkındayım. Bu yüzden bir adım atamıyordum, onun bana gelmesini bekliyordum.

"Pamir, oğlum.. aslanım." Babam yanıma gelip beni kollarının arasına alırken yıllar sonra sesini duymanın verdiği sevinç, kollarının arasında hissettiğim huzur ve güven duygusu anlatılmazdı. Kollarımı sıkıca bedenine sararken mırıldandım. "Benim baba."

"Allah'ıma şükürler olsun, seni dünya gözüyle bir kere daha gördüm ya, şu kokunu içime çektim ya şükürler olsun." Babam ağlamaklı sesiyle konuşurken onlara bu acıyı yaşattığım için kendimden bir kere daha nefret ettim.

Babam usulca kollarını benden çekmiş gözlerime bakarken suçluluk duygusuyla gözlerimi kaçırdım. "Özür dilerim.. Size bunu yaşattığım için özür dilerim."

"Dileme, dileme aslanım. Baran her şeyi anlattı. Sen sana emredileni yaptın. Askerlik böyle bir şey, emredileni yapmak zorundasın. Seninle gurur duyuyorum ben, evet acılar çektik ama şehit haberini aldığımda içimdeki gurur göğsümden dolup taştı. Şimdi de aynı hissediyorum, oğlumu vatanı uğruna her şeyi yapabilecek gibi yetiştirmişim. Gurur duyuyorum seninle oğlum."

Babam bir kez daha bana sarılırken sözleriyle neredeyse ağlayacağımı hissettim. Beni anlayacağını biliyordum, bir askerin halinden ancak asker olan biri anlardı. Nasıl çaresiz olduğumu, emre nasıl itaat etmem gerektiğini ancak o bilirdi ve bana hak verirdi.

"Annemle Burçe evde mi?" dedim merakla. Onlarla da bir an önce sarılmak, şefkatleriyle sarıp sarmalanmak istiyordum. Yaralarımı ancak onlar kapatırdı biliyordum. "Evdeler, bir misafir gelecek dedim ve kendimi sokağa zor attım. İnanamadım ilk başta ama buradasın, rabbime bin şükür. Hadi çıkalım."

Tedirgin bir biçimde babama doğru baktım. Onun kabullenmesi kolay olmuştu ancak annemle kardeşim bu kadar çabuk kabullenir miydi hiç bilmiyordum. İnanmakta zorluk çekeceklerdi, buna emindim.

Apartmandan içeri girdiğimde oturduğumuz kata çıktık. Babam elindeki anahtarla kapıyı açarken kalbimin bir atlıya binmiş gibi koşmasını engelleyemedim. Çok sabırsızdım onlarla kavuşacağım için.

Babam kapıyı açtığı an içeriden burnuma dolan kokuyla yüzümde istemsizce bir tebessüm oluştu. Annemin yaptığı yemeklerin kokusunu almayalı yıllar olmuştu. En son ne zaman adam akıllı doymuştum onu bile hatırlamıyordum. Dün ilk defa mideme sıcak bir ev yemeği hem de Devrim'in yaptığı bir yemek girdiğinde kana kana yiyememiştim bile. Bu görevin bende bıraktığı izlerden sadece biriydi bu. O kadar çok şey görmüştüm ki, o anları düşünmek yemek yememi engelliyordu.

"Halide, Burçe neredesiniz yahu?" Babam evden içeriye seslenirken annemin tatlı sitemini duydum. "Nerede olacağız, mutfaktayız. Misafir geliyor dedin iki ayağımızı bir pabuca soktun."

Annemin adım seslerinin bize yaklaştığını duydukça yerimde kıpırdanırken babam kapıyı ardımızdan kapattı. Annem kapıdan bize doğru baktığı an bakışlarımız buluşurken gözlerinde büyük bir afallama, bir şey söyleyip söylememek arasında kalıp açılıp kapanan dudakları, dolmaya başlayan gözleri aslında her şeyi anlatıyordu.

"Pamir.." fısıltısını ben bile zor duyarken gözlerinden boncuk boncuk yaşlar akmaya başladı. "Allah'ım rüyalarıma ne zamandır gelmiyordun annecim." Söylediği cümle içimde bir yangın oluştururken kendini bir rüya da sanmasına mı yoksa sözlerine mi üzüleceğime şaşırmıştım.

"Halide, rüya değil. Pamir yaşıyor." Babam anneme açıklama yapmaya çalışırken annem inanmayan gözlerle bana bakmaya devam ederek usulca yanıma doğru yaklaştı. Ellerini yüzüme yaslayarak yüzümü avuçları arasına alırken göz bebekleri büyüdü ve kekeledi. "Bu-bu nasıl olur?"

Ellerimi annemin elinin üzerine doğru koyarken gözlerine doğru baktım ona gerçek olduğumu inandırmak maksadıyla.

"Allah aşkına ne oluyor? Bir giden bir daha gelmiyor." Burçe'nin söylenerek yanımıza doğru gelmesiyle birlikte bakışlarımız buluşurken annemin gözlerinde gördüğün afallama onun gözlerinde de meydana geldi. "Abi.." deyip büyükçe yutkunduktan sonra birkaç adım geri giderken mırıldandı. "Bismillahirrahmanirrahim."

Şuan böyle bir durumda olmasak Burçe'nin tepkisine saatlerce gülüp dalga geçerdim ama yıllar bizden abi kardeşliğimizi de alıp götürmüştü. Karşımda o küçük kız değil, artık kocaman bir genç kız vardı ve ben bu anlara şahit olamamıştım. Onlara kattığım tek şey derin bir acı, büyük bir yük olmuştu.

"Ben- ben." Annemin sesiyle bakışlarımı Burçe'den çekerken annem gözlerini kapatarak tutunmak için bir yer arayarak can havliyle koluma doğru tutundu. "Anne." Diyerek sıkıca düşmesini engellerden babam da Burçe'de yanımıza gelerek anneme destek verdiler. Tansiyonu yükselmiş olmalıydı. "İçeri oturtalım hemen." diyerek bizi yönlendiren babamla birlikte annemi kollarından tutarak salona doğru götürdük.

Hala kendindeydi ama muhtemelen olayların gerçekliğini sorgularken tansiyonu fırlamıştı. "Kızım tansiyon aletini getir hemen." Burçe babamın komutunu yerine getirirken bende salondaki masanın üzerindeki sürahiden bir bardak su doldurarak anneme içirmeye çalıştım.

Annem birkaç yudum zoraki su içerken Burçe tansiyon aletini getirerek babama doğru uzattı. Babam hızlı bir şekilde tansiyonunu ölçerken gördüğü değerle birlikte konuştu. "Çok yükselmemiş, tuzlu bir ayran yap kızım hemen hadi."

Burçe mutfağa doğru giderken annem usulca gözlerini araladı. Benim gibi ela olan gözleri gözlerimle buluşurken ağlayarak konuştu. "Pamir.. Sen gerçek misin? Hayal görüyorum ben değil mi, seni çok özledim hayal görüyorum."

Annemin hala inanmayan sesiyle birlikte elini sıkıca tutarak kavradım. "Buradayım anne, gerçeğim. Gerçekten yanındayım, bende seni çok özledim." dedim kendimi inandırmak için. Annem elini tekrardan yüzüme çıkartırken nazikçe yanağımı sevdi. Bakışları tüm vücudumda dolaşırken gerçekliğimi kavramaya çalışışını izledim.

Burçe salondan içeri girip elindeki ayran bardağını anneme doğru uzattığında annem küçük yudumlarla ayrandan içti ancak bakışlarını benden bir saniye bile çekemedi. Hala daha gerçekliğimi sorguluyor, sanki gözünü kırpsa kaybolacağımdan korkar gibi bir hali vardı.

"Bu nasıl olur?" Burçe'nin meraklı sesini duyduğumda bakışlarımı ona doğru çevirdim. Aynı annem gibi dolu gözleriyle bana bakarken kollarımı usulca araladım kollarımın arasına gelmesi için. Burçe babama doğru bakarken babamın onayını alarak usulca kollarımın arasına girerken hıçkırığını duydum. "Abi, canım abim.."

Saçlarını ard arda öperek sıkıca sarılıp onu teselli etmeye çalıştım. "Güzelim benim, ağlama." Bu anlayışının sebebi olarak ona teselli veren tarafın ben olması da garipti. Hıçkırıkları iç çekişlere dönerken usulca başını kaldırarak bana baktı. "Hala inanamıyorum yaşadığına, nasıl oldu? Yaralandın mı ondan mı öyle dediler bize."

Burçe'yi yanımızdaki kanepeye oturtarak mırıldandım. "Anlatabileceğim her şeyi anlatacağım size." dedikten sonra anneme doğru baktım. Hala bir tepki vermiyordu. Anın şokundan çıkamamıştı ki haklıydı da.

Olanları bana izin verilen kadarıyla anlattığımda Burçe'nin tepkileri görülmeye değerdi. Annem ise ben anlatırken ağlamaya devam etmişti. Sözlerimin bitimine doğru oturduğu yerden kalkarken bende ayağa kalktım.

"Yavrum, güzel oğlum benim." diyerek kollarını bana dolarken derim derin kokumu içine çekti. "Annecim, ben seni çok özledim. Şu kokun var ya burnumdan gitmesin diye eşyalarını yıkamadım, kuzum."

Annem tam bir temizlik düşkünüydü. Şimdi bu sözleri o kadar acı geliyordu ki bana. "Özür dilerim, bunları yaşadığınız için çok özür dilerim." dedim hem anneme hem kardeşime bakarak. Annem hızlıca itiraz etti. "Dileme yavrum, biz acı çektik ama bu vatan içindi. Bunu anlarız."

"Ben anlayamam ama." dedi Burçe sertçe. Tam gözlerinin içine bakarken Burçe devam etti sözlerine. "Sen asker eşisin, bir şeyler yaşadın ve gördün anlarsın ama ben anlayamam. Bir görev uğruna mıydı bunca acı?"

"Burçe öyle söyleme kızım. Abinde zor zamanlar geçirdi. Baksana karşındaki eski abin mi? Zayıflamış, çökmüş, annesi olarak kokusunu bile tanıyamadım ben o kadar sigara kokuyor. Abin ağzına sigara sürmezdi." Annem ağlamaklı bir biçimde konuştuğunda sessiz kaldım. Sigara konusuna takılacaklarını biliyordum. "Oğlum, içme şu zıkkımı ciğerlerine yazık annem."

Sigara konusunu es geçerek anneme yönelerek konuştum. "İçindekileri söylesin, müdahale etmeyin." İçini boşaltsın istiyordum çünkü haklıydı. Küçücük yaşında büyük bir acıyla sınanmıştı. Bunu yaşamaya hakkı yoktu.

Burçe alayla bana doğru baktı. "Ya biz sen yoksun diye her mutluluğumuzu burukça yaşadık, mutluyuz diye acı çektik. Ben hukuk fakültesini kazandım, yıllardır istediğim üniversiteyi bir kutlama bile yapmadım sen yoksun diye. Sen yoksun diye yemek yiyemedik, uyuyamadık. Hepsi bir hiç için miydi?"

"Hiç için olur mu kızım, abin gibi fedakar askerler, aileler olmasa bu vatan nasıl korunacak?" diyen babamla birlikte Burçe başını iki yana salladı. "Haklısın, çok haklısın abicim. Ama böyle şeyler bizim elimizde değil ne yazık ki. Yarın bir gün savcı, hakim olursan bir emir verdiğinde yapmayan kişilerin bedelini nasıl ödediğini net bir şekilde öğreneceksin." dedim kendimi açıklamaya çalışarak.

Burçe dediklerim karşısında sessiz kalırken aklına gelen şeyle birlikte yükseldi. "Devrim abla, Devrim ablamın haberi var mı? Hakkari'de o.." sorgulayan gözlerle bana bakarken annemin sesini duydum. "Çok sevinmiştir, buraya bizle vedalaşmak için geldiğinde odana girmişti. Haşa çok seviyor seni." dedikten sonra büyükçe gülümsedi. "Tekrar birliktesiniz değil mi?"

Annemin sorusuyla birlikte derin bir iç çektim. Hala beni seviyordu bunu biliyordum ancak onun da bazı şeyleri kabullenmesi gerekiyordu. Onun düşüncelerini tahmin edebiliyordum, onun yerinde olsam muhtemelen onun yaptığı gibi yapardım.

"Devrim'in haberi var, ilk geldiği günlerde öğrendi." dedikten sonra Burçe'ye döndüm. "Senin gibi bir tepki verdi aynı." diyerek anneme döndüm. "Birlikte değiliz, kafası çok karışık. Birlikte olabilir miyiz onu da bilmiyorum. Çok sert bu konuda."

"Devrim o günlerden bugünlere çok değişti oğlum, mesleğinin gereği sertleşti, seni kaybetti, annesini kaybetti. Hayat onu olgunlaşması, sertleşmesi için zorladı." dedi babam anlayışlı bir sesle.

Burçe ise babamın ardından konuştu. "Doğal olarak seni suçluyor, en ihtiyacı olduğu zamanlarda yoktun. Benim de en ihtiyacım olduğu zamanlarda yoktun. O yüzden ona hak veriyorum." diyerek düşüncesini belirtirken annem araya girdi. "Eğer sevginiz büyükse bunu da aşarsınız siz."

Annemin sözlerine inşallah diyerek sıkıntılı bir nefes verdim. Gece yarısı uçağım vardı ve bundan önce Devrim'in babası Turan komutanımın da yanına gitmek istiyordum. Hem başsağlığı dilemek hem de akıl almak istiyordum. Bana yardımcı olacaktı, buna inanıyordum.

Saatler ilerlerken annem ile Burçe güzel bir sofra hazırlamıştı. Yıllar sonra ailecek yemek yemeyi o kadar özlemiştim ki. Pek fazla yiyemesem de annem sardığı sarmaları ağzıma depiştirmiş ve zorla bir şeyler yememi sağlamıştı. Ne yalan söyleyeyim bu anları çok özlemiştim.

Yemekten sonra Burçe'den özlediğim kahvesini istemiştim ve her ne kadar bana kırgın olsa da kırmamış ve yapmıştı. Karşılıklı içerken okulla ilgili şeyleri öğrenmeye çalışmıştım. Ters, kısa cevaplar verse de bu kadar konuşmak bile bana yetmişti. Özlemim azıcık da olsa dinmişti. Annem sanki eski neşesine dönmüştü, babam eskisi gibi şakalar yapmaya başlamıştı. Burçe'nin ise her ne kadar bana kızsa da kıyamaması ve hayatında yaşadığı şeylerden bahsetmesi aramızdaki buzları eritir gibi olmuştu.

Ailemin ne olursa olsun beni affedeceğini biliyordum. Anne ve baba olmak, her ne olursa olsun evlatlarını koşulsuz sevmek ve affetmek demekti. Burçe de abisi olduğum için, özlemi ağır bastığı için yelkenlerini suya indirmişti. Tam tahmin ettiğim gibi beni en çok zorlayacak, sınayacak olan kişi Devrim olmuştu.

Devrimlerin evine ulaştığımda kapıya giderek zile bastım. Çok beklemeden kapı açılırken Turan komutanım kapıda göründü. Beni gördüğünde yüzünde bir şaşkınlık emaresi bekledim ancak olmadı. Muhtemelen Devrim ve Bora her şeyi anlatmıştı.

"Komutanım.." dediğimde Turan komutanım elini omzuma atarak konuştu. "Evine, ailene hoş geldin evlat." dediğinde üzerimdeki tedirginliği atmak için derin bir nefes verdim.

Ondan da Bora'nın ki gibi bir tepki beklemiştim. Ama Turan komutanım gayet profesyonel yaklaşıyordu.

"Hoş buldum komutanım." dediğimde hafifçe kaşlarını çatarak konuştu. "Komutanlık kalmadı artık, Turan amca de sen bana." dedikten sonra kapıdan çekilerek içeri geçmem için işaret etti. "Gel bakalım, geç içeriye. Ben hemen mutfağa geçip geliyorum."

Dediğini yaparak içeri girdiğimde ezbere bildiğim salona doğru girdim. Ancak ev ilk defa bu kadar sessizdi. Devrim ve Bora evde olmasa da Ahu teyzem mutlaka evde olurdu. Şimdi o da olmayınca ev çok sessizdi. Salona girdiğimde aynalı ünitenin üzerindeki fotoğraf çerçevelerine kaydı. Devrim'in mezuniyet fotoğrafları, Bora'nın rütbe töreninden fotoğraflar, ailecek çekindikleri fotoğraflar vardı.

"Çok güzeliz değil mi?" diyerek içeri giren Turan amcamla birlikte elimdeki çerçeveyi yerine koydum. Bakışlarım ona dönerken başımı salladım. "Evet, çok güzel çıkmışsınız."

Turan amca elindeki çay tepsisini sehpanın üzerine koyarken güldü. "Ahu aramızdan ayrıldığında bizim güzelliğimizden de eser kalmadı. Hepimiz bir yere dağıldık."

"Başınız sağ olsun, ben çok üzgünüm." dediğimde burukça başını salladı Turan amca. "Sen sağ ol."

Karşılıklı olarak koltuklara otururken Turan amcanın işaretiyle sehpanın üzerindeki çay bardağını aldım ve bir yudum içtim. Turan amca bana doğru bakarken aklımdaki soruyu sordum. "Bana kızgın mısın Turan amca?"

Turan amcam çayından birkaç yudum içerek bana doğru baktı. "Asker olmak, fedakarlık yapmak demektir. İnsanlar gece kulüplerinde, sokaklarda eğlenirken senin dağ bayır gezmen demektir. Rakı sofralarında keyif çatarken senin dağda tek bir kumanyayla karın doyurmaya çalışman demektir. Onlar sıcacık yataklarında uyurken senin soğukta donmamak için uyumaman demektir." dediğinde söylediklerinin ağırlığı içime oturdu.

Turan amca ise devam etti sözlerine. "Seninle birlikte ailenin de bu fedakarlığı göstermesi demektir. Annem yüreği ağzında yaşar, baban göstermese bile endişeden uyuyamaz , karın yolunu gözler, çocukların sadece doğum günlerine katılman için gecelerce dua eder. Yeri gelir çocuklarının doğumuna yetişemezsin, yeri gelir karının özleminden delirirsin. Bütün bunlar zorken sen daha zor bir şey için görevlendirildin ve bu senin elinde olan bir şey değildi."

Sözlerinin haklılığı ile yutkunurken Turan amca çayından içerek genzini temizledi. "Bunun için sana kızacak değilim, hatta seninle gurur duyarım. Ama konu kızım olunca işler değişir. Onun acısını, yaşadıklarını çok iyi biliyorum. Devrim bunu kendi seçti. Bir askerle olmanın zorluğunu bilerek seçti, bunda senin suçun yok elbette ama ortaya çıktım, her şey eskisi gibi olacak diye düşünme."

Düşünmüyordum, düşünemiyordum zaten. Devrim ağzıma sıçmıştı. O ilk karşılaştığımız anda bana sarılmayıp beni itmesi, beni tanımadığını söylemesi, kalbimi delip geçen sözleri, beni ihanetle suçlaması bana bunu net bir şekilde anlatıyordu. O eski Devrim değildi. Ben eski Pamir değildim. Ama bir gün bana olan siniri geçecekti, beni anlayacaktı. Bende o güne kadar sabretmeye çalışacaktım.

"Biliyorum Turan amca, Devrim bunu bana net bir şekilde gösterdi." dediğimde Turan amca başını salladı. "Konuştum onunla, kafası çok karışık. Senin yaşadığını söylerken sesinden ne kadar mutlu olduğunu anlayabilirken ne yapacağı konusunda o kadar mutsuz. İkiniz de çok zor zamanlar geçirdiniz. Bu yaraları yine beraber saracaksınız bunu da biliyorum ama zaman gerekiyor oğlum."

"Zaman bizim gibiler için önemlidir. Saniyelik bir görüşme, konuşma son anımız olabilir ama o zamanı vereceğim. Kafası çok karışık bunu görebiliyorum. Bana iyi davrandığında yaşadığı anları düşünüp sinirleniyor, sinirlendiği an vicdan azabı çekiyor. Bunu çok net anlıyorum. Hak da veriyorum. İçin rahat olsun, Devrim'in istemediği hiçbir şey için onu zorlamam."

Devrim gel derse gelirdim, git derse giderdim. Seni istiyorum derse koşa koşa yanına gider, kollarımın arasına alır şefkatiyle, aşkıyla huzuru bulurdum. İstemezse beni istemesi için, bana tekrar güven duyması için her şeyi yapardım. Ama bütün bunların karşısında beni istemezse onu sevmeye devam ederek hayatına devam etmesini uzaktan uzağa izlerdim. Ki bunu yapmak benim için hiç kolay olmazdı.

"Teşekkür ederim oğlum, senden de bu anlayışı bekliyordum tam olarak. Yine beklentilerimi boşa çıkarmadın." dediğinde ufak bir tebessüm ederek çayımdan içtim. "Bunu senden duymak benim için büyük bir gurur."

"Bora ile de bir şeyler olmuş sanırım." dediğinde başımı salladım. "Haklıydı, bende olsam öyle tepki verirdim. O yüzden bir sorun yok." dediğimde Turan amca tebessüm etti.

Görevden, Hakkari'den ve birçok konudan daha konuşarak Turan amcanın evinden çıktım. Kendi evime ulaştığımda ailemle uçak saatime kadar vakit geçirmeye devam ettim. Bu kadar kısa bir süre bize yetmeyecekti ama telefonla, gidip gelerek yetinmeye çalışacaktık.

Uçak saatinin gelmesiyle birlikte havaalanında vedalaşmak hepimize zor gelmişti. Annem çok fazla ağlamış, daha yeni kavuşmuşken beni göndermek istememişti ama ne yazık ki böyle bir ihtimalimiz yoktu. Burçe her ne kadar umursamıyormuş gibi davransa da nemlenen gözlerini sürekli temizleyerek bana veda etmişti. Babam ise beni ilk başta nasıl yolladı ise şimdi de öyle uğurlamış, gurur dolu sözlerini söylemeyi ihmal etmemişti.

Yaşanılan her şeye rağmen aile sevgisini hissetmek bambaşkaydı. Onların desteği ile, anlayışı ile yaralı olan tarafımın iyileşmeye başladığını hissedebiliyordum ve iyileşmeye de devam edecekti. Yaralarımın diğer merhemi de beni kabullendiğinde her şey bizim için daha kolay olacaktı..

 

 

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Öncelikle hepinize selamlar, nasılsınız görüşmeyeli?

‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz beğendiniz mi?

‣‣‣ Pamir ve Devrim'in sahneleri nasıldı?

‣‣‣ Bora'nın düşünceleri ve davranışları hakkında ne düşünüyorsunuz?

‣‣‣ Pamir'in anlatımından olan kısmı beğendiniz mi? Pamir'in ailesi de gerçekleri öğrendi artık, tepkileri nasıldı?

‣‣‣ Bu bölüm biraz daha cinayete giriş yaptık, bazı sonuçlara ulaştık. Sizin bir fikriniz var mı?

‣‣‣ Dava sahnelerini, cinayet çözme sahnelerini seviyor musunuz? Bu bir asker & savcı kurgusu olduğu için böyle sahnelere yer vereceğim..

‣‣‣ Bölümde beğenmediğiniz yerler var mı? Varsa benimle paylaşırsanız çok sevinirim.. Bende ona göre düzeltmeler yaparım.

Yorumlarınızı bekliyorum, görüşmek üzere..

Loading...
0%