@mw
|
2. BÖLÜM Skye, Llyod'a ona yine de Xana diye seslenmesi konusunda tembihledikten sonra onu banyodan çıkarıp içeri götürdü ve kanepeye oturttu. Havlu ile onu iyice sardıktan sonra beklemesini söyleyip merdivenlerden çıkarak odasına girdi. Sonunda bir koridor, bir kapı yoktu. Merdivenle odası arasına ince bir kumaş parçası perde gibi serilmişti. Bu durum mahremiyetten değildi zaten tek yaşıyordu. Duvar penceresinden yatağının baş ucuna kadar gelen renk renk ışık karmaşasını önlemek adına kendisi yerleştirmişti. Yatağının üstünden yandaki küçük komodine yaklaşarak içini karıştırmaya başladı. Llyod'a uygun bir şeyler arıyor, yeni düzenlenmiş gibi duran tişörtleri darmadağın ediyordu. Bedeni uymasa da boyutunun uyacağı düşüncesiyle mavi ve beyaz şeritli bir kısa tişörtü kolunun altına sıkıştırdı. Hemen ardından altına giyebilecek bir şeyler bulabilmek için diğer komodine atıldı. Çekmeceyi açmaya yeltenirken elinin kendisinden bağımsız bir şekilde kasılması, titremesi ve hareketlerini kontrol edememesinin verdiği korkuyla kaskatı kesildi. "Hayır, şimdi olmaz. Şimdi olmaz!" çenesini sıkarak sert bir nidayla mırıldanışını kendisi bile zor duymuştu. Parmaklarındaki eklemler kitleniyor, beyninin onlara ilettiği sinyallere uymayı reddediyorlardı. Parmaklarındaki itaatsizliğin, elinden bileğine kadar ulaşırken ki acısına dayanamayıp kafasını sertçe komodine dayadı. Aldığı derin soluklar eşliğinde, ev ortamının serinliğine karşı alnından akan terler acısının fazlalığını vücudunun dışına vuruyordu. Sadece birkaç dakika ona saatler gibi gelmişken nihayet rahatlayabildiğini fark ederek elini yavaşça göz hizasına kadar kaldırdı. Yavaş bir uyumla parmaklarını oynattı. Kendisini bir süre daha dinlendirdikten sonra şortlarının bulunduğu çekmeceyi açtı. Beli ayarlanabildiği sürece şortlarından birinin de ona olacağından emin bir şekilde koyu renkli bir tanesini yavaşça çıkardı ve sırtını dayayarak çekmeceyi kapattı. Kendisini kaldırıp yatağının üstünden merdivene ilerledi ve perdeyi aralayıp aşağı, Llyod'un yanına indi. "Şimdilik bunları giy bakalım. Yarın senin için bir şeyler almaya çıkarım." Giysiler Llyod'a olmuştu, geçici olarak kullanım için fena durmamıştı. Havluyla saçını da biraz kuruttuktan sonra onun için televizyonu açtı ve yanından ayrıldı. Kanepenin hemen sağ tarafında bulunan ve oturma odasıyla birleşik, mutfağa ilerledi. Sırtı Llyod'a dönük olacak şekilde tezgaha yaslandı. Sinirsel sistemine bağlı olan operatörünü çalıştırdığında göz merceğinin üstünde beliren simgeleri tek tek taramaya başladı. Zihni kapanmamıştı, baktığı yeri aynı şekilde görebiliyordu. Tek fark, artık çevrede operatörünün ona sunduğu hologramik simgeler ve araçlar vardı. Sadece kendisinin görebildiği, sadece kendisinin yönetebildiği bu araçlarla zihni yardımıyla arama yapabiliyor, mesaj atabiliyor ve ağa bağlanabiliyordu. Bu kolay bulunan bir özellik değildi. Theo'yu arayıp öğrendiği bilgileri paylaşmak istedi. Ya sonra ne yapacaktı? Aklında yavaş yavaş birikmeye başlayan küçük düşünceler onu arama yapma dürtüsünden uzaklaştırmaya başlasa da buna direnerek operatörünü açık tutmaya devam etti. Çocuk geri dönmek istemiyordu. Dönse bile söyledikleri doğruysa bir aileye sahip değildi. Eğer çocuk bir kargoysa onu teslim edilmesi gereken yere götürebileceğini düşündü ama bir çocuğu satma fikrine de pek açık olduğu söylenemezdi. Anlık olarak irkildi. Çekinerek uzaklaştırdığı sorular şimdi zihnine hücum ediyordu, onu düşünmeye zorluyordu. Hayır, olmaz diye geçirdi içinden. İstese de işi gereği çocuğun bakımını üstlenemezdi. Bu fikri olabildiğince zihnini derinliklerine gömmeye kararlı bir şekilde uzaklaştırdı. Operatörünü kapatmaya yeltenirken gelen aramayla duraksadı. Theo arıyordu. Aramayı birkaç saniye beklettikten sonra cevapladı. "Nasılsın?" Xana direkt konuya girme isteğiyle Theo'nun sorusunu es geçti. "Bir şeyler bulabildin mi?" "Ben her şeyi bulurum Xana, sadece bulduklarımın sana zarar vermesinden endişeleniyorum." Theo'nun sesinin bu denli endişeli ve ciddi çıkması konunun gerçekten can sıkıcı olabileceğini düşündürttü. Theo'yu yıllardır tanıyordu. Onunla beraber sayamadıkları kadar işte beraber çalışmışlardı. Aralarındaki ilişki iyiydi. Xana, Theo'yu ne kadar önemserse, onun kendisini iki misli önemsediğinin farkındaydı. Nasıl önemsemezdi ki zaten? Güzel paralar kazandırıyordu. En azından Xana'nın düşüncesiydi bu. "Dinliyorum." "Dediğim gibi birkaç arama yaptım. O gün içerisindeki teslimat seferlerini araştırdım. Evet, o çocuk bir kargo ama..." "Ama?" "...Jay'i hatırlıyorsun, değil mi?" evet, Xana Jay'i hatırlıyordu. Theo gibi iş verenlerden birisiydi. Kilolu, kaba saba bir adamdı. Düşüncesiyle gelen tiksinme duygusu, kimse görmese de, yüzüne yansımıştı. Theo devam etti: "Synthe' a ağır hasarlı giren, şirkete bağlı bir kargo aracı gördüğünü söyledi." Synthe, Aurora Synthe. "Çocuk bir şirket kargosu Xana. Alelade bir şirketin de değil. O, N.E.S.T.' e ait." N.E.S.T. Xana cümleler arasından sadece anahtar kelimeleri seçebiliyordu. Başına giren ağrı, operatöründe bulunan simgeleri arada sırada sarsıyor, bu hafif sarsıntı odaklanmasını engelliyordu. Bir elini alnına götürüp, yavaşça masaj yaparak sakinleşmeye çalıştı. Cümlesine karşı herhangi bir tepki almayı beklese de alamadı Theo. Xana'nın durumun ciddiyetini kavrayamadığını düşünmeye başlamıştı. Theo, sıkkınlıkla derin bir iç çekerek yalnızlıkla olan konuşmasını sürdürdü. "Başına böylesine bir dert aldığın için çok üzgünüm." "Üzülme, çocuğu yanıma almak kendi kararımdı. Eğer endişeleniyorsan işin ucu sana değmeyecek, söz veriyorum." Xana'nın sesinin oldukça yorgun olduğunu hissetti Theo. "Ben onu kast... Bak Xana, çocuğun ederi milyarlar değerinde. Minimum zararla bu işin içinden çıkabilirsin. Seni caydırıyormuşum gibi düşünme. Bir çocuğu satmayacağını... Ne yaparsan yap, arkanda olduğumu bil ve gidip biraz dinlen," ardından aramayı sonlandırdı. Kırmızı ve geniş koltuğunda, kambur pozisyonundan kendisini geriye doğru atarak elindeki ekrana bakmadan gözlerini kapadı. Konuşurken hiç bu kadar yorulduğunu hatırlamıyordu. Endişesi yavaşça midesine inerek hali hazırdaki açlığını bastırdığında sinirleri bozuldu. Oysaki mutfaktan gelen hoş kokular ona yorgunluğunu unutturuyordu. Şimdi ise ağzını bile sürmek istemiyordu. Gözlerini geri açtığında tepesinde dikilen Camila'yı gördü. Ne diyeceği konusunda önceden tahmin yürüterek konuşmayı kendisi başlattı: "Yemeyeceğim Camila, iştahım kaçtı," diyerek yan tarafa doğru bıraktı kendisini. Ayaklarını uzatarak yatar pozisyona geçti. "Yine mi Xana?" kardeşinin sorduğu soruyu derin bir sessizliğe gömdü. Fakat Camila için bu yeterince açık bir cevaptı. "Şu kız için fazla stres yapıyorsun. Kendine gel ve kızı da kendi haline bırak, başının çaresine bakabilir. Her ne kadar arkadaşın da olsa sen onun iş verenisin. Araya bir çizgi çekmen lazım artık, köpeği gibi peşinde koşturman zaten yeterince sinir bozucu. Yetmezmiş gibi..." Camila'nın sesi git gide kısılarak mırıldanmalara dönüşünce kardeşinin mutfağa geri döndüğünün bilincinde ayağa kalktı. Mutfaktan gelen kesik kesik gelen söylenmeleri hiçe sayarak dış kapıdan dışarı, nefes almaya çıktı. Kapısının hemen yanındaki duvara vücudunu vererek ön cebinden bir dal sigara çıkardı. Dudakları arasında sabitleyip, çakmağı yardımıyla yaktı. Bir yandan baş ağrısını giderirken bir yandan da gözleri, elindeki çakmağa kitlenmişti. Birkaç ay önce Xana bir yerde bulmuş ve işine yarar diye kendisine vermişti. Bir nevi hediyesi sayılırdı, kendince. Çevresine bakınmak isteyip kafasını kaldırdı. Tam karşısında duran reklam panosundan hallice hologramik ışık cümbüşü gözlerini yaktığı gibi kafasını geri eğmesiyle beraber, sırtı duvara sürte sürte yere oturdu. Elinde bir süre beklettiği sigarasının biriken külünden parmağıyla hafifçe vurarak kurtuldu. İçine derince çektiği dumanı, dışarı üfleyerek keyifle havaya karışmasını izledi. Arama sonlanınca Xana operatörünü kapattı ve tezgaha dönerek bakış açısını Llyod'a çevirdi. Gri ve kaba kanepesinin üstünde ne kadar küçük durduğunu yeni farkediyordu. Büyülenmiş kocaman gözlerini televizyondan ayırmıyor, hatta neredeyse bazen kırpmayı bile unuttuyordu. Siyah, gür, kıvır kıvır saçları vardı. Xana bu saçların kuruyunca kabaracağı görüntüsünü düşünüp, kendi içinde komik bulmuştu. Boncuk, küçük bir burna ve tombul yanaklara sahipti. Suyun sıcaklığından ötürü yanaklarında oluşan kızarıklık hala duruyordu. Kaç yaşında olduğunu sormamıştı, on yaşından küçük olduğu barizdi. Altı veya yedi gibi düşünüyordu Xana. Anlık olarak gözleri, pencereden dışarısı ile buluştuğunda hemen kendisini sabitlediği tezgahın üzerindeki dijital saate baktı. Güneş battı batıyordu, akşam olmak üzereydi. Theo'nun ara sıra kalmaya geldiği zamanlardan kalma hazır, paketleri açılmamış yemekler duruyordu. Birkaç alkol şişesi ve atıştırmalık barlar harici dolap bomboştu. Hazır paketli yemeklerden bir tanesini alıp mikrodalgaya, ısıtmaya koydu. Birkaç dakikalık bekleyişin ardından mikrodalgadan yayılan kokular Llyod'u cezbetmiş olmalı ki, kutsal televizyonundan dikkatini ayırmasını başarabilmişti. "Yemek mi yiyeceğiz?" diye heyecanla oturduğu yerden kalkıp Xana ile birlikte mikrodalgayı beklemeye başladı. Mikrodalganın kulak tırmalayıcı uyarısıyla yemeğine başlayan Llyod, sıcaklığına aldırış etmeden midesine ne var ne yok indiriyordu. Hızlı yemenin verdiği mideye çöküş hissiyle kanepedeki yerini yatarak geri aldı. Xana ona odasından ince bir pike getirmiş ve üzerini örtmüştü. Televizyon tavana monteli bir aparat sayesinde kolayca hareket ettirilebiliyor, istenilen konuma ve duruma rahatça getirilebiliyordu. Bu sayede Llyod yatarken de rahat bir şekilde zamanını geçirebiliyordu. Xana ise yine mutfak tarafındaydı. Bu sefer tezgahın öbür tarafında bulunan bar sandalyelerine oturmuş, sırtı Llyod'a dönüktü. Operatörünü açmış ama açmasıyla kalmış, hiç ellememişti. Aklı başka yerdeydi. Synthe'da. Aurora Synthe diye tekrar etti içinden. Synthe, bulundukları şehrin batı yakasının birkaç kilometre ilerisine kurulmuş, şehir adı altında yeni yeni insanlara sunulmaya başlayan bir yerleşim alanıydı. Xana'nın yolu birkaç kez düşmüştü Synthe'a. Jay ile de o şekilde tanışmıştı. Şehrin kurulma düzenine hayran kalmıştı ilk gittiği an da. İnanılmaz derece kendisine hayran bırakan mimarilerin, sanata narin dokunuşları vardı. En karanlık gecede bile kendisini ışıl ışıl ortaya döken bu şehrin en gözde olayı, her bir binanın oluşturulan yapay kuzey ışıkları eşliğinde birbiri ile bağlanmasıydı. Bu büyüleyici ışık dansı, büyük bir kesimin buraya Aurora demesinin kaynağıydı belki de. Xana bir süre Synthe'a taşınmayı düşünmüştü. Hatta taşınabilirdi de. Hep merak ederdi eğer taşınsaydı hayatı nasıl olurdu? Aynı çöplükle mi devam ederdi? Yoksa kimsenin bakmaya dahi tenezzül bile etmeyeceği, kuytu köşede bir yerde ölür kalır mıydı? Cevaplanması bi'hayli zor olan bu soruyu zihninde bir köşeye iteleyip bıraktı. Zemine dalmış gözlerini, dönük vücuduyla beraber Llyod'a çevirdi. Zavallı... İstemese de geçirmişti bu kelimeyi aklından. Yabancı, aşina olmadığı dış dünyada, küçücük ve yapayalnız. Oysa ne kadar bihaberdi durumundan. Çocuk aklıyla, deneyim etme heyecanıyla... Birini hatırlatıyordu Xana'ya çok uzak bir zamanda, çok yakın birini. Karamsar düşünceleri ile cebeleştiği esnada duyduğunu sandığı bir sesle dışarıya kulak kabarttı. Televizyonun sesini her ne kadar es geçip dışarıya odaklansa da artık duymuyordu. Sandalyeyi ayağının ucuyla döndürüp pencereden dışarı baktı. Karanlık çöktüğü için net bir şey seçemiyordu. O esnada tanıdık bir ses işitti. Kapının genetik kodunun onaylanması ile açılan o tanıdık tık sesini. Ani, düz bir el hareketiyle televizyonu kapadı. Aparat, televizyonu yukarı doğru çekerek göz hizasından çıkardı. Xana hızlı bir şekilde yerinden kalkıp Llyod'un yanına, kanepenin önünde durup tüm dikkatini kilidi açılan kapıya yöneltti. Nasıl olurdu? Genetik kodlu bir kilidi açmak imkansıza yakın bir deneyim sayılırdı. Xana kendisini koruma amaçlı eline bir şey almak istese de artık çok geçti. Kapıdan zarif ve küçük küçük attığı adımlarla uzun boylu bir kadın girdi. Beyaz gömleği siyah bir şerit ile bel kısmından bağlanmış, ince altın ve mor renklerindeki işlemelerle süslenmişti. Koyu renk kumaş pantolonu ve aynı renkteki ayakkabılarıyla oldukça şık ve bir o kadar da pahalı bir stile sahipti. Kıyafetinin üstünde, gözle görülür bir şekilde hiç de stiline ait gibi durmayan kaba, koyu ve ucuz görünümlü bir palto da vardı. Kadın paltoyu tam olarak giymemiş sadece omuzlarına atmıştı. Gözlerini çerçeveleyen koyu camlı gözlüğünün üstünden eve baktı. Gözleri önce Llyod sonra Xana ile kesişince durdu. "Habersizliğimin kusuruna bakmayın," kadının sesi ve kullandığı diksiyonu o kadar iyiydi ki Xana'nın kaskatı gerilmiş vücudu kadını tehdit olarak görmeyerek kendisini biraz rahatlatmıştı. Kadının arkasından içeri minyon tipli, kısacık saçlı bir kız daha girdi. Kadın, içeri girdiğini anlamış olacak ki omuzlarında tuttuğu paltoyu artık kurtulmak istercesine hızlı bir hareketle kızın üstüne doğru bıraktı. Xana'nın dikkati anlık olarak kıza kaydığında kilidini nasıl açtıklarına dair olan sorusunun cevabını almıştı. Mekanik. "Umarım, dikkat çekmemek için verdiğim uğraşa değersiniz," kadın gözlüğü kaldırıp, özenle toplanmış bembeyaz saçlarında sabitledi. Gözlerinin çevresini yüzünü oldukça genç gösteren soluk, pembeyle kırmızı arasında bir renkle süslemişti. "İtiraf etmeliyim, Pamela'yı bile zorlayan bu denli ağır bir koda sahip olduğunu düşünmemiştik..." "...Ah," diye ince bir ses çıkardı ardından. "Ne kabalık ettim. Renate, Renate Hill. Æther L.I. şirketinde ikinci seviye kurul üyesiyim," kadın kendisini tanıtır tanıtmaz paltoyu tutan kız, Pamela, Xana'ya yaklaşarak ona bir kart verdi ve Renate'in arkasındaki yerine geri çekildi. Kartın üstünde kadının dediğinden hallice başka bir şey yazmıyordu. Xana pek bakma gereği duymadı. Æther neden kapısına kadar gelmişti ki? N.E.S.T. ile bağlantıları mı vardı? Nasıl bilebilirlerdi?.. "Xana, değil mi? Bu küçük de Yirmi Altı olmalı. Haksız mıyım?" kadın araştırmasını yaptığını ima eden küçümseyici konuşmasına devam etmek isterken Xana aniden araya girdi: "Llyod," dedi hoş olmayan bir tonda. Renate çocuktan bahsettiğini anlamış olacak ki çocuğa ufak bir bakış attı. Ağzını açmadan çıkardığı hım sesinden sonra devam etti. "Her neyse, normalde sizlerin kimleri alıp, sokup, çıkarttığınızla işin ucu bizlere kadar gelmediği sürece pek ilgilenmeyiz ama görüyorum ki N.E.S.T. küçük kayıp faresi için fazla endişeli." Xana bir kolunu Llyod'a siper etti. Bunu düşünmeden yapmış olması kendisini bile şaşırtmıştı. İçinde bir yerlerde gerçekten onu almalarını istemiyor gibiydi. "Korkma, çocuğu elinden almaya gelmedik zaten vermeye de pek niyetin yok gibi. Aksine, ona göz kulak olmanı istiyoruz. Günün sonunda, yaptığın iyiliği geri ödeyeceğiz tabii." "Bunun için şirket daha güvenilir olmaz mıydı?" diye sordu Xana. Çocuğu neden onla bıraktıklarını kavrayamamıştı. "Şirket mi?" Renate irite edici küçük bir kahkaha attı. "Şirket, ağızlarını birkaç gereksiz miktar için her şeye açabilecek insanlarla dolu tatlım. Ayrıca N.E.S.T'e çocuğun bizde olduğu söylentileri yayılırsa savuracağı gereksiz suçlamalarla zaman kaybetmek istemiyoruz, anlarsın," Renate gibi insanlar için zaman, oldukça önemli bir kavramdı. Xana bunu çok iyi biliyordu. "Siz bulabildiyseniz onların da bulabilmesi an meselesi değil mi?" Xana burada kendisinden ve Lloyd'tan bahsediyordu. Renate kendinden emin bir şekilde gülümsedi. "İş verenlerinizin çoğunun altımda çalıştığını ve buralara kadar gelmelerinin arkasındaki sebepleri unuttuklarını sanmıyorum. Eğer öterlerse, son kez öterler." Pamela, Renate'in işaretiyle ucuz paltosunu patronunun omuzlarına geri yerleştirdi. Onlar gitmek üzere hazırlanırken Xana sordu: "Sonrasında ne yapacaksınız?" Kadın gözlüğü geri takmadan önce Xana'ya döndü. "Diyelim N.E.S.T. sakinleşip, sıklaştırdığı aramaları sonlandırdı. Æther'ın ikinci seviye bir kurul üyesini ayaklarıma kadar getirecek kadar önemli olan bu çocuktan illa ki bir çıkarları olmalı. Haksız mıyım?" Xana'nın sesindeki iğneleyici tavır, Renate'in garip bir şekilde hoşuna gitmişti. "Seni sevdim Xana, gerçekten. Bu çok sık olmaz. Çocuktan sadece küçük bir kan örneği alacağız. Eğer yeterliyse, ona dadılık mı yapıyorsun? Analık mı yapıyorsun?.. Ne yapıyorsan ona devam edebilirsin." Pamela'nın arkasından, gözlüğünü geri takarak kapıdan çıkmak üzere döndüğünde omzunun arkasından son bir kez ikiliye baktı. "Senin için güvenlik şefiyle konuşup koruma ve kontrolünüzü sağlamak adına birini göndermesini isteyeceğim. İyi günler dilerim, şimdilik," son kelimesinde arkasını döndü ve kapının ardından gözden kayboldu. Xana, Renate ve Pamela'nın arkasından bir süre daha bakakaldı. Kapısı tam kapanmamıştı ve sokağın ışıkları arasından sızıyordu. Llyod yavaş bir biçimde Xana'ya sokulunca, onu kollarının arasına alarak sarıldı. İkisinin buna ihtiyacı vardı belli ki. Ne demişti Renate? "İş verenlerinizin çoğunun altımda çalıştığını ve buralara kadar gelmelerinin arkasındaki sebepleri unuttuklarını sanmıyorum..." Bu cümlenin doğru olma olasılığı aklını kurcalıyordu. Theo'nun işin içinde olup olmadığını merak ediyordu. Ona bu denli güvenmişken, arkasından böyle bir iş çıkarsa... Yine güvenebilir miydi? Onunla tekrar çalışır mıydı? Sırdaşı olmaya devam eder miydi? "Ben hep seninle kalmak istiyorum." Llyod'un sesi Xana'nın düşüncelerini delip geçerek dikkatini dağıtmıştı. Çocuğun soğuk saçlarına sıcak bir öpücük kondurdu. "Her şeyin bir çözümünü bulacağız ufaklık." O sırada hiç komutsuz, televizyon yeniden görüş açılarına girip açıldı. Şimdilik Llyod için en iyi dikkat dağıtma yöntemi buydu. İlerde daha fazlası gerekecekti. Saatler birbiri ardına geçti. Gece yarısı olmasına bir saatten az kalmıştı. Llyod televizyondaki komik bir konuşma programını izliyordu. Espirileri anlamadığı için sadece gülme efektinin onda yarattığı etkiyle gülüyordu belki de. Xana'nın kafası ise yine bambaşka yerlerdeydi. Tüm bu olanları ta en başından gözden geçirmeye karar vermiş, zihninin içinde olayları allak bullak etmişti. Bir süre kaçtıkları senaryoları düşündü fakat bu sefer de bir yerine iki şirketi peşlerine takacakları için bu fikirden hemen vazgeçmişti. Æther'ın yolundan gitme fikrine de hiç sıcak bakmıyordu ama en iyi yol o gibi gözüküyordu. "Xana?" tanıdık bir sesin adını sesli bir şekilde haykırışına karşısında birden ayaklandı. Theo gelmişti. İlerleyip hali hazırda aralık olan kapıyı açtı ve Theo'yu içeri davet etti. Theo'nun bir omzuna takarak getirdiği, küçük, yeşil bir sırt çantası vardı ama Xana henüz bunu fark edemedi. "Bir sorun mu var? Kapı açıktı," sorusuyla beraber içeri girdi. İçeri girmesiyle Xana, Theo'yu kapının yanındaki duvara doğru iteledi. Çok sert olmasa da duvara çarparak durdu. "N'oldu?" Theo, Xana'ya baktığında yüzündeyki o ifadeye karşı ne yapacağını bilemedi. Sinirli miydi? Ağlamak üzere miydi? Kestiremiyordu. Bir şey söylemek istiyor ama kelimelere dökemiyor gibiydi. Birbirine bastırdığı dudakları nihayet açıldı ve sorusu Theo'yu derin bir sessizliğe gömdü. "Æther ile hiç çalıştın mı?" |
0% |