Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Kazazade

@mw

1. BÖLÜM


Karanlığın çöktüğü otoyolda, metrelik aydınlatan farlar sayesinde göze çarpan toz yığınları, rüzgarın hiddetiyle içeriye dolmaya başlayınca aracın camını kapatmaya yöneldi. Zor bela aydınlanan bu yolda bir külüstürü sürmek, rus ruleti oynamaktan farksız gibiydi.


Gözleri, hız göstergesiyle yol arasındaki ince bir çizgide yavaşça git gel yapıyordu. Anlık olarak gözleri rotadan saparak benzin göstergesine kaydı. Bakışı istemsizce iç çekmesine sebebiyet verince, koruduğu hızını azaltarak aracı yolun kenarında durdurup motorunu kapattı.


Aracın titremesi durunca arka koltukta bir kıpırdanma duyuldu. Arabadan çıkmadan önce dikiz aynasından arkaya doğru bir bakış attı.


"Geldik mi?" uykulu tonda bir soru yöneldi arka koltuktan. Mavi ve dalgalı saçları iyice kabarmış, terden yüzüne gözüne yapışmıştı. Gözleri zorlayarak etrafa aval aval bakınıyordu.


"Hayır, benzin dolduracağım," derken indi araçtan. Bagaja doğru ilerlerken havanın soğukluğuna aldırış etmedi. Elleriyle biraz zorlayarak kapağını açtı ve yarısı boş olan benzin bidonunu çıkardı.


Benzin kapağını açarak bidonu iyice yerleştirdi. Benzinin araca dolmasını beklerken arka cam gıcırtılı bir şekilde açılınca dikkati oraya kaydı. Mavi saçlı kız kafasını cama yaslayarak ona doğru döndü.


"Ne kadar yolumuz kaldı?" Sesinden artık uykusunun kaçtığı anlaşılabiliyordu.


"Yaklaşık bir gün kadar. Belki de daha az."


Dikkati yeniden bidona dönse de cevap vermeyi ihmal etmedi. Son kalan damlaya kadar boşalttıktan sonra boş bidonu bagaja geri koydu. Bagajın kapısını sert bir şekilde kapatıp öne doğru ilerledi ve şoför koltuğundaki yerini tekrar aldı.


"Yiyecek kaldı mı?" arkadan bir soru daha geldi. Aracı çalıştırmaya yeltenmeden torpido gözünden iki bar çıkarıp arkaya uzattı.


"Sen yemeyecek misin? Yol boyunca bir şey yemedin," demesine rağmen iki barı da hemen alıvermişti.


"Sen uyurken yedim." Yememişti.


Motoru çalıştırıp arabayı yeniden rotasına soktu. Sessiz bir yolculuk ümit ederken, arkadan gelen soruları maalesef yok sayamıyordu.


"Sen de mi şehre ilk defa gidiyorsun?" kafasını iki ön koltuk arasına koymuş, muhabbet etmeye çalışıyordu kız.


"Hayır, birkaç kez gittim."


Bu meraklı tonu yüzünden biraz stres olmuştu. Onu uyarmamışlar mıydı?


"Sana şehir için bir şeyler dediler mi?" diye sordu hemen arkasından. Kızın konuşmasına müsaade etmemişti.


Hızla gelen soru karşısında bir duraksama yaşasa da dudaklarını büzerek hatırlamaya çalışırken araya girdi.


"Asla ama asla, şehirden biri değilmiş gibi davranma. Turist değilsin, gezmeye gelmedin, oralısın. Orada doğdun, orada büyüdün. Hiçbir şey sana yabancı değil. Anladın mı beni?"


Şoförünün sert nidasıyla suspus olan kız dikiz aynasından kendisine bakıldığını fark edince başını salladı.


"Bunu demişlerdi," diye söylenirken sırtını geriye, koltuğa yasladı. Bir süredir camdan dışarıyı izliyordu. Aynı manzaraya, aynı karanlığa bakmaya devam ederken ufaktan gözüne ilişen bir renk kaymasıyla dikkati dağıldı.


Sarı ve parlak bir alan ağaçların arkasından dikkatli bakıldığında seçilebiliyordu. Gecenin oluşturduğu karanlık maalesef ki dumanları gizliyordu.


"Şu ne?" diye aniden sorunca şoförün de dikkati oraya kaydı. Bu saatte bu yolda böyle bir ışık görmek ne olursa olsun onlar için iyi değildi.


"Emin değilim. Yangın çıkmış olabilir veya bir kaza? Her ne ise hızlansak iyi olur."


Gözleri tekrar yol ile buluşunca ani bir fren yapması da bir oldu. Arka taraftan belli belirsiz yükselen bir çığlık ile araç durdu.


Hemen arabadan çıkıp arkaya doğru hızlı adımlarla koştu. Yol kenarını gözleri ile taradığında onu gördü. Küçük bir oğlan. Anayolun biraz gerisinde kenarda öylece duruyordu. Araba yüzünden şoka girmiş olabileceğini düşünürken oğlana doğru ilerledi.


"Ufaklık? İyi misin?" çocuğun yanına iyice yaklaştı. Çocuk ağlamaktan şişmiş kıpkırmızı gözleriyle ona baktı ama ses çıkarmadı.


Oğlana doğru eğildi. Karanlığın sarmaladığı yüzünü zar zor seçebiliyordu. Kolundan nazikçe tutup aracın oraya, ışığın yakınına ilerledi.


"Sen iyi misin? Ailen nerde?" çocuk burnunu çekerek arkaya, sarı ışık süzmesinin olduğu yere doğru baktı.


Demek ki kazaymış... diye geçirdi içinden.


...ama niye bu kadar uzaktasın?


"Ailen orada mı? Seni geri götürelim mi?" soruya karşı ani bir hareketle bacaklarına yapıştı çocuk.


"Hayır, hayır, hayır, hayır!" diye sümüklerini şoförün pantolonuna silerek sayıklıyordu sadece.


"Tamam tamam, sakin ol." çocuğa doğru eğildiği esnada gözleri irileşti. Hafiften titremeye başlayan eliyle nazikçe çocuğun kafasına götürdü ve saçlarını sıyırdı.


"Sen, kanıyorsun?.." çocuğun kafasından çenesine kadar akmış olan kan izine bakakaldı. Çocuk bu duraksamayı umursamayarak tedirgin bir şekilde yeniden arkasına döndü.


"Geri götürme beni, lütfen!" çocuğun sessiz çığlıklarıyla zihnini toparlayıp arka tarafa baktı. Kendilerine doğru gittikçe netleşen birkaç beyaz ışığı seçebildi. Neye bulaştığından emin değildi fakat en hızlı şekilde buradan tüymezlerse...


Duyulabilecek bir tonda küfür ederek çocuğu kucakladı ve arka kapıyı açıp, içeri oturttu. Diğer taraftan kafasını çıkarmış meraklı gözlerle arkaya bakmaya çalışan kız da geri yerine oturmuştu.


"N'oluyor?" bir çocuğa bir şoförüne bakıp bakıp duruyordu. Sorusuna cevap bulamadan araç çalıştı. Yola girer girmez aracın farları kapandı. Karanlığa saklanabileceklerini ümit ederek hızlı bir şekilde ilerlemeye devam etti.


"Ne olduğunu öğrenmeye hakkım var!" kulağını cırmalayan sesle dikiz aynasına baktı.


"Kaza yapmışlar, ailesi ölmüş," diye bir yalan savurdu aniden ve soğuk tavrını korudu. Kendisi de ne olduğunu bilmiyordu. Bu şekilde kendisine yöneltilen soruların önüne geçebileceğini düşündü.


Mavi saçlı kızın hırçın tavrı aniden sönmüştü. Beklediği gibi.


"Amanın, sen iyi misin yavruş?" diyerek yanında oturan çocuğa döndü.


Şoförün bakışları arka koltuktan dışarıya kaydı. Arkalarında ne bir ışık kalmıştı ne de başka bir şey. Aracın farlarını yeniden yakıp yolu görmenin rahatlığıyla derin bir nefes aldı.


"Xana, bu kanıyor." kızın titrek sesini fark eden Xana elini iki koltuk arasından uzatarak ikisinin arasını açtı.


Biraz uğraşla çocuğun kolunu tuttu ve ön koltuğa geçmesi için yardım etti. Çocuk ön koltuktaki yerini alınca kemeri çekti ve çocuğun üstünden geçirerek kilidine taktı.


"İyi misin?" sorusu çocuğa değil aksine, kızaydı. Dikiz aynasından baktığı gözleri kesişince başını salladı.


Kız yutkunarak ellerini birbirine doladı ve göğsünde birleştirdi. Titrediği, kendisine hakim olmaya çalıştığı barizdi.


"Kendine hakim olmazsan şehirde bir gün bile geçiremezsin," diye bir uyarı geçmeyi de ihmal etmedi Xana. Kızın dudaklarını büzdüğünü gördü.


"Ben yatacağım," diyerek hali hazırda üstündeki örtüyü kafasına kadar çekti ve koltuğa uzanarak göz hizasından kayboldu.


Xana gözlerini arkadan ayırarak yine torpido gözüne uzandı. Açıp içerisinden bir yığın peçete çıkarıp bir kısmını çocuğun kucağına koydu. Kısa bir müddet yola bakıp çocuğa döndü. Tek elinde tuttuğu peçeteyle narince çocuğun yüzündeki kanı silmeye çalıştı. İki işi birlikte yapmak zor gelince:


"Sen silebilir misin?" diyerek peçeteyi çocuğun eline sıkıştırdı.


"Başka bir yaran, bir ağrın var mı?" çocuk yüzündeki kanı peçeteyle sıyırmaya çalışırken başını iki yana, olumsuz şekilde salladı. Xana çocuğun saçlarını bir kez okşayıp dikkatini yola geri verdi. Başına ekstra bir dert almıştı.


Önce kargo, sonra çocuk diye içinden birkaç kere tekrarlayıp sürmeye devam etti.


Birkaç saat sonra hiç kimseden ses gelmeyince önce arkaya sonra da yanına baktı. İkisi de uyumuştu. Çocuk kanlı peçeteler etraf kirlenmesin diye onları iyice sıkmış, bir yere toplamıştı. Gözüne ilişen kanlı peçeteler ile bir süre bakıştı.


Çok yorgun hissediyordu.


Peçeteler bakış açısından ayrılsın diye onları yere iteledi. Sonra temizlerdi.


Güneşin ışıkları yolu aydınlatmaya yetecek kadar parladığında farları kapadı. Hava iyice soğumaya başladığı için klimayı sıcağa ayarlayıp çalıştırdı. Oğlanın üşümesini istemezdi.


Aracın sarsıntılarıyla uyanan iki uykucu ne olduğu anlamak için dışarı baktıklarında yoldan çıktıklarını ve taş arazide otlar arasında ilerlediklerini gördüklerinde ikisinde de oluşan meraklı gözler şoföre döndü.


Xana her şey oldukça normalmiş gibi sürmeye devam ederken ikisinin de uyandığını fark etti.


"Sağ tarafa bakın," dedi usulca.


Aracın sağ camından dışarı bakıldığında şehrin heybeti tüm ağırlığıyla gözler önündeydi. Kocaman binalar bulutlara ulaşıyor, renk renk hologramlar güneşin ışıklarına rağmen kendilerini belli edercesine parıldıyordu. Şehrin canlılığı ve hareketliliği durmak bilmiyor, her saniye dikkat çeken bir olay döngüsünde kendisini tekrarlıyordu. İkilinin dikkatini oldukça cezbetmişti bu manzara.


Sonrasında araç bir tünele girdi. Oldukça kısa bir tünel gibi gözükse de aslında kullanılmayan devasa bir su borusunun içinden geçmişlerdi.


"Sizden buradan itibaren çok sessiz olmanızı istiyorum," diye fısıldadı ikisine Xana. İkisinin de ağzını bıçak açmaz olmuşken o geçtikleri kısa borulardan birkaç kez daha geçildi.


Yaklaşık bir saate yakın süren bu engebeli yol, yine devasa bir borunun önünde bitti. Bu sefer girişin önünde iki kişi beklemekteydi.


Xana arabayı içerideki karanlığa park edip indi. Hali hazırda onları bekleyenlere doğru ilerledi.


"Theo," dedi başıyla selamlayarak.


"Xana," diye karşılığını aldı.


Onları karşılayan iki kişiyle el sıkışırken diğerleri aracın içinden onu izliyordu.


Xana çıkması için mavi saçlı kıza işaret verince kız derin bir nefes aldı ve yavaşça araçtan çıktı. Theo yavaşça ellerini açarak kıza yaklaştı.


"İnanamıyorum, getirdiğin en güzel kargo olmalı," dedi Theo, kızın elini nazikçe tutup bir öpücük kondurdu.


"Arkamdaki hanımefendi kardeşim Camila, bundan sonra onun rehberliğinde olacaksın. Herhangi bir eşyan bir şeyin varsa hemen toparlamanı öneririm."


Kız, Theo'nun bu mütevazi ve nazik tavrı karşısında utanarak kafasını salladı. O sırada Camila, Xana ile bir şeyler konuşuyordu.


"Çocuk mu?" diye sordu Camila, Xana'nın anlattıklarına karşı.


"Onunla ne yapacağımı bilmiyorum. Bir süre yanımda tutabilirim ama daha fazla değil."


Konuşmalarına kulak misafiri olan Theo, mavi saçlı kızın yanından kısa süreliğine ayrılıp kardeşi ve Xana'ya doğru yaklaşmıştı.


"Neler oluyor?" diye sordu konuya dalarak.


"Xana bir kazadan çocuk kurtarmış," dedi Camila.


"Geri dönmemek için çok diretti. Kötü ebeveyn vakalarından biri diyebilirdim fakat şehrin dış otoyolundaydı. Kaçırılma veya kargo işlerinden biri olabilir diye düşündüm."


Xana arabaya bakarak konuşuyordu. İlgisi Theo'yu çekmiş olacak ki arabanın içindeki küçük silüete gözü kaydı.


"Birkaç telefon eder, senin için araştırırım tamam mı? Endişelenme," dedi Theo, elini Xana'nın omzuna koyup teselli edercesine nazikçe vurdu.


"Teşekkür ederim Theo."


"Lafı bile olmaz."


Xana daha fazla vakit kaybetmemek adına araca ilerledi.


Ön koltuğun kapısını açtı ve çocuğu araçtan indirdi.


"İyi misin?" diye sordu ve üstünü iyice süzdü. Kanaması durmuştu fakat kanın üstüne çok bulaşmış olduğunu gördü. Düşünceli bir şekilde çocuğu kucağına aldı. Küçük boyutu sayesinde kucağa kolayca gelebiliyordu. Herhalde daha on yaşında bile değildi.


"Küçük afacan bu demek," diyerek yaklaştı Camila.


"Yaraları var ama çok ciddi değil gibiler. Baya şanslı, ağır darbelerden ucuz kurtulmuş. Biraz ağrı yapar ama hemen toparlayacağına eminim," çocuğun yaralarını ayrıntılı bir şekilde incelemişti. Camila'nın bu konudaki fikirlerine güvenen Xana'nın içi rahatlamıştı. Hastaneyle uğraşmak hiç istemiyordu.


Mavi saçlı kıza döndü. Kız sessizce bekliyor, onları izliyordu.


"Emin ellerdesin. Onlara güven ve ne diyorlarsa yap olur mu?" dedi Xana nahif bir ses tonuyla.


Kız kocaman gülümsedi ve Xana'nın kucağındaki oğlanı pek umursamadan ona sarılmak için atıldı.


"Teşekkür ederim! Çok teşekkür ederim!" Xana kızın sırtını ovalayıp kendisini kızdan ayırdı ve muzipçe gülümsedi.


Xana, Theo ve Camila ile vedalaşıp devasa borudan karanlığa doğru yürüyerek ilerledi. Bundan sonra araç kullanamazdı. Özellikle benzin ile çalışan bir külüstürü... Asla.


Bu boruların artık kullanılmaması nedeniyle, şehre gizlice giriş ve çıkışlar için bir yol haline gelmişti. Xana da kargolarını bu boru yolları sayesinde rahat bir şekilde çıkarıyor veya şehre sokabiliyordu. İşi gereği bu yollarda çok vakit geçiriyordu.


Hep yaptığı gibi hızlı ve kolay bir biçimde sokak aralarından insanların arasına karıştı. Kaldığı ev fazla uzakta değildi. Yine de yürüyerek baya bir yol katetmeleri gerekiyordu. Kucağındaki çocuğu iyice sarıp sarmaladı ve evine doğru yola koyuldu.


Çocuk nerede olduklarına bakmak için kafasını kaldırdığı gibi gördüğü manzara karşısında ağzı açık kaldı. Her yer çok kalabalık, çeşit çeşit insanlar oradan oraya koşturuyordu. Binalar, dükkanlar, arabalar... rengarenk ve ışıl ışıl... Binaların üstlerinde aydınlatılmış hologramların görüntüleri çocuğu resmen büyülüyordu. Hayatında ilk defa bu kadar rengi ve ışığı bir arada görmenin heyecanını yaşıyordu belli ki. Daha fazla bakmak, etrafı keşfetmek istiyordu. İçinde kıvılcımlanan bu merak duygusu onu Xana'nın kucağında kıpır kıpır hareketlendirmişti. Xana bunu fark etmiş olacak ki çocuğun kafasını eğerek onu gizlemeye çalıştı.


Daha da hızlanarak evine vardı. Bir köprünün alt kısmında, müstakil ve dökük bir evdi burası. Dökülmüş ve çökmüş yerleri metaller ile kaplanmıştı. Boş, gri bir görüntüsü vardı. Xana, elini okutarak kapıdan içeriye giriş yapınca çocuğu kucağından indirdi ve kapıyı kapatıp kilitledi. Paltosunu da çıkarıp askılığa astı. Çocuk durmuş onu izlerken çocuğa doğru eğildi.


"Seni güzelce bir temizleyelim, o sıra da konuşuruz. Yeni arkadaşımı tanımak isterim," çocuğun burnuna parmağı ile dokunup, mimikleri belli olacak şekilde gülümsedi. Ses tonu çok önemliydi. O yüzden kibar ve içten olmaya özen göstererek hareket ediyor, konuşmaya çalışıyordu. Çocuk onaylayınca onu elinden tuttu ve dümdüz ilerleyerek banyoya girdi.


Küçük bir banyoydu, yeşil ve soluk fayansları vardı. Duvardan duvara uzanan bir küvet, kapının solunda kalan bir tuvalet ve karşısında da lavabo bulunuyordu. Küçük ve karamsar bir oda olmasına rağmen duvara asılmış çiçek desenli havlular belki de tek dikkat noktasıydı.


Xana küveti doldurmaya başladı. Birkaç dakika süren bu doldurma işleminde sürekli olarak ısıyı kontrol ediyor, en ideal sıcaklığa ulaşması için büyük çaba gösteriyordu.


"Pekala, içeri gir bakalım," çocuğun kıyafetlerini çıkarmak zor olmamıştı. Çocuğun şaşkın bakışları küvette gezinirken Xana, onun ilk defa bir küvet gördüğünü düşündü. Anlık bir şekilde çocuğu kollarının altından tutup havaya kaldırdı ve yavaşça küvetin içine, suya soktu.


Suyun yakmayan sıcaklıyla rahatlayan çocuğun gerginliği git gide azalıyordu. Bu kadın ona iyi davranıyordu. Oysa ona hiç böyle denmemişti.


"Korkulacak bir şey yokmuş, değil mi?"


Xana eline aldığı lifi köpürterek yavaşça çocuğu temizlemeye başladı. Köpüğe olan neşeli ilgisini fark ettiğinde suyun köpürmesini sağlamak adına lavabonun alt çekmecesinden küçük, renkli bir kapsül çıkardı ve suyun içine bıraktı. Küvetteki su ani bir etkileşimle köpürmeye, taşmaya başlayınca köpüklerin arasında çocuğun tatlı nidaları, Xana'yı gülümsetmeye yetmişti.


Klozetin kapağını kapamış üstüne oturmuştu. Çocuğun köpüklerle olan eğlencesini izliyordu.


"Anlat bakalım," dedi yumuşak bir tonla ve devam etti:


"Ne oldu sana?"


"Kaza yaptık," dedi çocuk, köpüklerin arasında bu soru biraz yüzünü düşürmüştü.


"Onu gördüm ufaklık. Ben neden kaçtığını merak ediyorum. Ailen sana kötü mü davranıyordu?" Xana'nın yönelttiği bu direkt soru çocuğu bir süre sessizliğe mahkum bıraktı. Köpüklerin arasına gizlenip yok olmak istiyordu sanki.


Xana çocuktaki bu gerginliği fark edince konuyu başka yöne saptırmaya karar verdi.


"Arabadaki diğer ablayı hatırlıyor musun?" diye sordu. Olumlu bir dönüş aldı.


"O ablaya kötü davranıyorlardı," diye söze başladı.


"Ona zarar veriyor hakkında kötü kötü şeyler diyorlardı. İstemediği şeylere zorluyorlar, yapmazsa ceza veriyorlardı..." Xana'nın söyledikleri anlık olarak çocuğun ilgisini çekmişti. Kendisini bir nevi yakın hissetmişti.


Xana'nın sözünü kesti:


"Sen onun hayatını mı kurtardın?" Xana duyduğu soru karşısında afallasa da tebessümünü eksik etmedi.


"Bana dedi ki 'Beni buradan çok uzaklara götürür müsün?' ben de kabul ettim. Bir nevi evet, hayatını kurtardım."


Çocuk beyninde dönen düşünceleri sessiz tutmaya çalışsa da ağzından çıkanlara engel olamıyordu:


"Benim de hayatımı kurtardın. Sen o kahramanlardan mısın?"


Kahraman? Xana kendisine bunu hiç sormadığını fark etti. Düşününce insan kaçakçılığı ve kahramanlık arasında bir bağlantı bulamasa da yine de çocuğun düşünce tarzı hoşuna gitmişti.


"Yaşadıkları yerde mutlu olmayan insanlar bana geliyor, bende onları mutlu olabilecekleri başka yere götürüyorum. Bu her ne kadar şehirler arası hoş karşılanmasa da insanlara yardım etmeyi seviyorum, sorun buysa."


İnsanlara yardım etmeyi seviyorum.


Bu pek de yalan değildi aslında. Xana yardım eli uzatmayı severdi ama insanlara değil. Bu çocuk onun için istisna olabilirdi.


"Neden hoş karşılamıyorlar?" çocuk çok soru sormaya başlayınca Xana ipleri yeniden ele almanın vaktinin geldiği düşündü.


"Tch tch tch. Sıra sende. Ben, beni anlattım. Söyle bakalım sen neden kaçtın?" çocuk yeniden köpüklerde kaybolmayı dilese de bunun adil olmayacağını düşündü.


"Onlar ailem değil," dedi sert bir tonda ve devam etti.


"Beni geri istiyorlar çünkü ben hastayım."


"Hasta mısın?" Xana merakla sordu.


"Ben ve kardeşlerimin... Fazladan kanı var."


Fazladan kanı var?


"Fazladan kan mı? Nasıl oluyormuş o?" Xana merakından çatlasa da çocuğa karşı olan o yumuşak tonunu bozmadı.


"Bilmiyorum," ...ve çocuk sustu. Xana bir şeyler daha anlatmasını beklerden çocuk gergin bir şekilde sessizliği sürdürmeye devam etti.


"Bana anlatmazsan sana nasıl yardım edebileceğimi bilemem ufaklık," dedi Xana. Küvete biraz daha yaklaşmıştı. Söylediği söz çocuğa mantıklı gelmişti.


"Bizden hep kan alıyorlar. Sonra onları satıyorlar, mekanikler için. Yardım ettiğimizi söylüyorlar ama onların kötü olduğunu biliyorum. Kötülere yardım ediyoruz ama ben istemiyorum."


Xana duydukları karşısında oldukça büyük bir şok içerisindeydi ve bunu mimiklerinden gizleyemiyordu. İnsanlar mekanikler için kan mı satıyordu? Hayatında bundan daha saçma bir şey duymamıştı. Bozuntuya vermemek adına çocuğun devam etmesine izin verdi.


"İğneleri sevmiyorum! Canımı çok acıtıyorlar. Eğer beni geri alırlarsa... Onlara yardım etmek istemiyorum. İğneleri istemiyorum!" çocuğun gözünden akan yaşları gören Xana, dayanamayarak sakin olmasını söyledi ve gözlerini eliyle nazikçe sildi.


"Sen beni koruyacak mısın?" dedi ağlak ses tonuyla. Xana daha ne yapacağına henüz karar vermemişti. Durumun ciddiliğini öğrenmek adına Theo'yu aramalıydı. Şimdilik çocuğu geçiştirmenin mantıklı olacağına kanaat kıldı.


"Deneyeceğim, tamam mı? Hadi artık seni çıkaralım."


Çocuğu nasıl soktuysa o şekilde tutup küvetten çıkardı. Üst raflardan çiçek desenli havlulardan birini alıp çocuğu sarmalamaya başladı. O esnada gözüne bir şey ilişti.


Çocuğun sağ kürek kemiğinin bulunduğu yerin hemen üstünde, bel hizasında bir takım numaralar yazmaktaydı. Dikkat edilmediği sürece neredeyse görünmez gibiydi.


Biraz eğilip numaralara baktı.


26:13:168


Xana bu izleri yanık yarasına benzetse de, numaralar sanki derisine kusursuz bir şekilde işlenmişti. Anlamlandıramadı.


"Bu nedir?" diye sordu merakla.


"Adım."


"Adın mı?" Xana anlamlandıramadığı bir şekilde çocuğa baktı. Şu zamana kadar hiç adını sormadığını hatırladı.


İşi gereği taşıyıcılığını yaptığı kişilerin isimlerini almazdı. Güvenlik açısından. Theo'nun deyimiyle 'ötmemek' için.


Alışkanlığından sormaya tenezzül bile etmediği için kendisine kızmıştı.


Çocuk Xana'nın duraksamasından isminin numaralardan oluştuğunu garipsediğini fark etmişti. Kendisi de sevmiyordu. Hep kitaplardaki gibi normal bir ismi olmasını istemişti.


"Numaramız kimliğimizdir. Bize hep böyle dediler," dedi çekingen bir tavırla.


Xana kaşları çatık bir şekilde numaralara tekrar baktı. Küçük bir çocuğa kurbanlık koyun gibi numaralarla seslenmek akıl alır gibi değildi. Ne olursa olsun, bir ismi hak etmeliydi.


"Peki benim sana nasıl seslenmemi istersin?"


Xana'nın sorusuna biraz şaşırmıştı. Numarasını kullanmak zorunda olmadığını hissetmek ona garip gelmişti. Aslında şu vakitte yaşadığı her şey onun için çok garipti.


"Nasıl yani?" diye sordu.


Xana gülümsedi,


"Xana, benim gerçek adım değil." Bu sözüyle beraber çocuğu daha da merakta bıraktı.


"İş yaparken insanların bana seslenmesi için kullandığım bir isim sadece. Benim gizli kimliğim."


Xana son cümleyi fısıltıyla bir gizem yaratarak söylemişti. İşe yaramıştı da.


"O saçma salak numaraları istemiyorsan kullanmak zorunda değilsin. Sana yepyeni bir isim bulalım. İnsanların sana nasıl seslenmelerini istersen. Aklında bir şey var mı?"


Xana cümlesinden sonra çocuğun gözündeki parıltıları görmüş, heyecanlandığını anlamıştı. Sabırla çocuğun düşünmesine izin verirken kendi de aklından birkaç isim geçirmişti. Ara sıra televizyonda ses olsun diye açtığı ve arada denk geldiği bir çocuk animasyonunu hatırladı.


"Lloyd'a ne dersin?" dedi sabırsızca. Çocuğun seçmesini bile beklememişti.


Ne salağım diye içinden geçirirken çocuğun mırıldanmalarıyla ona baktı.


"Lloyd." derken yüzü gülüyordu. Çocuğu ilk defa gülümserken gördüğünden, beğendiğini düşündü.


Düşüncesinde haklıydı. Çocuk gerçekten önerdiği ismi beğenmişti. Artık bir isminin olmasının heyecanıyla ne yapacağını bilemiyordu. Mutluluğunu gizleyemiyordu. Anın heyecanıyla duygusallaşmış, ağlamak üzereydi. Bu kadın gerçekten onun kahramanı mıydı?


Lloyd kadının kendisine doğru elini uzattığını gördüğünde dikkatini ona yöneltti.


"Tanışalım mı?" dedi Xana, çocuğun elini sıkmasını bekliyordu.


Lloyd heyecanla Xana'nın uzattığı eli, iki eliyle de tuttu ve aşağı yukarı sallamaya başladı.


"Ben Lloyd!"


"Memnun oldum Llyod. Ben Skye."


Loading...
0%