Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Lotus'un Duvarlari

@mw


5. BÖLÜM


Yol beklenilenden sessiz geçti. Xana bir süre daha bilgisayar ile ilgilenmiş fakat sonrasında ekstra bir şey bulamayışının sıkıntısıyla kapatmıştı. Geçip gittikleri gri sokakları, renk renk donatılmış ışıltılı binaları seyrediyordu. Hava açılmıştı, güneş artık son ışıklarını sunuyordu. Cam aynalarla kaplanmış binalardan yansıyan altın rengi, yavaş yavaş şehri neon ışıklarına bırakıyordu. Xana'nın en sevdiği zamanlardı bu saatler. Şehrin yaşadığını hissediyordu, uykusundan uyandığını düşünüyordu. Şehir için hayat, bu saatlerden sonra başlıyordu.

Şoför sessizlikten şikayetçi değildi. Uzun süredir arabada oturmanın ağrılarından kurtulmak istiyordu. Yüzünü ekşitti ve daha kısa sürede varmak için hızını artırdı.

Göz ucuyla yan koltukta oturan kıza baktı. Şehrin manzarasına kendini kaptırmış gibiydi. Üstünü süzdü, kıyafetlerine, saçına baktı. Oldukça karamsar ve ucuz bir tarzı vardı. Giysileri hala pek kurumamıştı. Arabasının koltuğunun ve yerlerinin leş gibi ıslanmış olduğu düşüncesiyle derin, sinirli bir iç çekti. Merak ediyordu; Bayan Renate ciddi miydi, yoksa onu mu sınıyordu?

Güneş tam anlamıyla batmadan Lotus Mahallesi'ne varmışlardı. Şoför adam uygun bir yer bularak aracını park etti. Önce kendisi sonra ise Xana arabadan indi. Bilgisayarı yanına almamıştı.

"Neresi olduğunu hatırlıyor musun?" diye sordu. Bilgisayarın olmayışına sitem etmişti.

"Evet," dedi Xana kısa ve öz. "Gidelim."

Lotus Mahallesi, ismini sonradan kazanmış bir yerdi. Xana buraya ilk defa geliyordu. Mimari ve görünüş olarak Asya kültürüne oldukça hakimdi. Dar sokaklar, birbirine yakın inşa edilmiş geleneksel ahşap evlerle doluydu. Çatıları, kırmızı kiremitlerle kaplı ve uçları hafifçe yukarı kıvrık binalar kendi estetik duruşlarını oldukça iyi koruyordu.

Sokaklar boyunca, yerel pazarın kokuları mahalleyi resmen kaplıyordu. Dumanı tüten sokak yemekleri satan seyyar arabalar; buharda pişmiş dumplingler, sıcak noodle çorbaları ve ne eti olduğu tartışılabilecek türlü türlü yiyecekler...

Xana, tüm bunların devasa ve bin bir renkli hologramla donatılmış gökdelen şehrinin bir parçası olduğuna inanmakta zorlanıyordu. Yine de bu minimal mahallenin neon ışıklarıyla şehirle uyumu, ona yabancı hissettirmiyordu.

Aklına işlediği konuma doğru ilerlerken etrafı gezme ve göz atma isteğini olabildiğince bastırmaya çalışıyordu. Bu şehirde yaşıyor olsa da işinden mütevellit kendine ve şehrine ayırdığı zaman sınırlıydı. Gördüğü diğer şehirlerin aksine kendi şehrini az buz tanıyordu.

Şu andaysa yine bir iş üstündeydi.

Başka zamana... diye geçirdi içinden.

İkili kalabalığı yararak ilerliyordu. Aralarında istemsiz bir sessizlik vardı fakat ikisinin de yüzlerinden soru sormak için fırsat kolladıkları belliydi.

Bu gerici sessizliği bozmak uzun sürmedi.

"Davin'in yanındakileri hatırlıyor musun?" bu soru Xana'yı biraz düşündürttü. Odada kimseyi hatırlamıyordu. Fakat sonra merdivende karşılaştığı iki adam zihninde belirdi.

"Merdivendekiler mi? Onlara ne olmuş?"

"Adamları hatırla," diye diretti adam, sanki Xana'ya bir şeyi fark etmesini ister gibi.

Xana gözleri önünde beliren bu iki adama baktı. Direkt olarak o anısına odaklanmıştı. Siyah şık giyimli adamlar, hınzır gülüşlü, parlak saçlı... Xana bir ortak nokta aradı bu iki adamda. Gözenekli ciltleri, renksiz gözleri... gözleri...
Genetik çekik gözleri!

"Asyalılardı," adam Xana'nın aydınlanmasına ortak olarak etrafına bakındı.

"Biz de tam göbeğindeyiz."

"Bu adamların da mı bağlantısı var diyorsun?" diye sordu Xana.

"İhtimal üzerine konuşuyorum," dedi. Bu istihzalı tonu Xana'ya yaptığı bir göndermeydi. Fakat Xana bunu gayet olumlu karşıladı.

"Tutulmaya yakalandık sanki!" diye söylendi kendince. Xana'nın burada ifade ettiği 'tutulma' onun için bir şans, tesadüf ifadesiydi. Fakat adam için herhangi bir anlam ifade etmiyordu.

Yol boyunca ikisi konuşadurdu. Adam, Xana'ya mekana gelmeden önce gördüklerinden bahsetti. Konuştukları iki adam ile Davin'in VIP odasına beraber girdiklerini ve uzun bir süre çıkmadıklarından bahsetti. Xana da Davin'in o gün içerisinde N.E.S.T.'i de beklediğini söyledi.

Kısa süre içinde Lotus'un daha dar ve seyrek alanlarına girmişlerdi. Burada duvarları süsleyen dolu dolu hologramlar yoktu. Lambalar sokakların yollarını aydınlatan tek ışık kaynağıydı. Mahallenin kalabalık sesi arkalarında kalmıştı.

Kapıları garajdan hallice, sıra sıra ve dip dibe dizilmiş depoların olduğu boş bir sokağa girdiklerinde, Xana aniden durdu. "Burası," dedi, ses tonu oldukça kararlıydı.

Adam, Xana'nın önünde durduğu büyük metal kapılı deponun önüne kadar geldi. Sprey boyalı duvarlar birbirleri ile bitişik olduğundan etrafta bakılacak pek bir şey yoktu. Kilitli olduğu her halinden belli olan kapının yan tarafında bir tuş dizimi, yanıp sönen kırmızı ışığıyla kendisinin varlığını yeterince belirtiyordu.

Adam bir süre kapının önünde volta attı. Duvarları inceledi, kapıyı zorladı. İçeri nasıl girecekleri hakkında bir fikri yoktu. Kendisinden ödün vermemek adına kapıyı tekrardan zorlamak istedi. Olabildiğince kendisini hazırladı ve eğilerek alttan kapıyı tuttu. Öncesinde fazla üstüne gitmese de yavaşça zorlamaya başladı ve tüm gücünü gözler önüne serdi.

Demir kapı avuçları içinde hafifledi ve yukarı kalkmaya başladı. Kapı yavaş yavaş ellerinden kayıp giderken yüzünde özgüvenli bir ifade belirdi. Fakat saniyeler içinde gözleri Xana ile buluştu. Xana ise o esnada tuş diziliminin yanındaydı. Sisteme girerek şifreyi kırmış, bu sayede garaj kapısını açmış hem de içerideki kameralara olan erişim desteklerini devre dışı bırakmıştı.

Adamın yüzünün düşmesi uzun sürmedi. Üstünü silkeleyip, Xana'dan önce içeri giriş yaptı. İçerisi karanlık ve tozluydu. Ön tarafları sokak ışıkları sayesinde az biraz seçilse de arka tarafa doğru görünürlüğünü kaybediyor, karanlığa gömülüyordu.

Xana, adamın bir elinin ceketini sıyırmış, kemerindeki silahına gittiğini gördü. Diğer eliyle ise küçük bir fener tutuyordu.

Depo zıplasa kafası çarpacak kadar basık ve dar olsa da ileriye doğru baya bi' uzuyordu. Neyse ki küçücük fenerin ışığı, bu dar alanı güzel bir şekilde aydınlatıyordu.

Sağ ve sol duvarlara yapıştırılmış sıra sıra masalara bakındılar. Her masa ayrı bir hobi için ayrılmıştı. Birinde alet edevat var iken, diğerinde çeşitli materyaller ve renk renk dizilmiş boya tüpleri vardı. Başka bir masada türlü türlü egzotik çiçekler Xana'nın oldukça dikkatini çekmişti. Bakmak için durmadı, masanın yanı başından geçip giderken çiçeklerin ağır, şekerli kokusunun resmen üstüne sindiğini hissetti.

Deponun sonu görünmüştü. İkiliyi kahve tonlarında geniş bir ofis masası karşıladı. Arkasında demir bir kapı ve sağ duvara montelenmiş bir bar vardı.

Xana'nın dikkatini ilk çeken şey kapının yanındaki sigorta oldu. Fakat risk almamak adına kurcalamaktan vazgeçti. Onun yerine ofis masasına döndü. Masanın üzerinde birkaç kağıt parçası, boş bir kalemlik ve minimal bir süs köpeği figürü dışında başka bir şey yoktu. Işık kaynağını kendisine doğru isteyip kağıtları inceledi.

Genel olarak ilgi odaklarıyla alakalı bir bilgi yoktu. Xana kağıtları geri bırakıp masanın çekmecelerine yönelirken adam tekrar kağıtlara göz atmak için ışığı kendisine yöneltti.

Xana loş ışıkla birlikte çekmecelerin birinden, arkasındaki kapının olduğunun tahmin ettiği, bir kart anahtar buldu. Denemek için arkasını döndüğünde ışık kaynağının yeniden kendisinden uzaklaştığını gördü.

"Xana," diye seslendi fısıltıyla adam. Xana'ya karşı ilk defa ismi ile hitap edişiydi. Oysa o, daha adamın adını bile sormamıştı.

Işığın yoğunlaştığı tarafa kafasını çevirdi Xana, yani ofis masasının hemen yanındaki bara. Barın arkasında, yerde bir uyku tulumu vardı. Fakat dikkatleri çeken kısım tulumdan ziyade hemen yanında bulunan kahverengi bir oyuncak ayıydı. Nereden veya nasıl bakılırsa bakılsın bu yerin bir çocuk için özenle dizayn edildiği aşikardı.

Bir düzine renkli kalem, duvarları kaplayan çeşitli çıkartmalar ve yenilmiş atıştırmalık çöpleri...

Xana eğilip oyuncak ayıyı yerden aldı. Tüyleri ve dokusu yumuşacıktı. Llyod gibi bir çocuğun böylesine pofuduk bir oyuncağı çok seveceğini düşündü.

"Doğru yoldaymışız," derken elindeki oyuncak ayıyı hafifçe oynattı. Ardından peluş ayıcığı paltosunun içindeki geniş olan cebe tıkıştırdı.

Ağızları çalışmasa da ikisinin de düşüncesi aynıydı:

Bundan sonra nasıl ilerleyeceğiz?

"Depo numarasından sahibini bulmayı deneyelim. Oradan-" Dış kapının ardından gelen ani motor sesleriyle Xana cümlesini bitiremedi.

Sesler, açık garaj kapısının önünde kesildi ve endişeli bağrışlarla birkaç adamın sesi duyuldu.

Adam elindeki feneri hızlı bir şekilde kapatsa da artık çok geçti, görülmüşlerdi.

Dışarıdaki adamların bağırışları yankılandı. "Çabuk!" diye haykırdı Xana, panik ve kararlılıkla. Diğer elindeki kart anahtarı arkadaki demir kapıya okuttu. Kapının ağır metal sesiyle açılması, kalplerinin ritmini daha da hızlandırdı. İkili seri bir şekilde kendilerini dışarı attı, kapıyı kapatırken arkasından gelen adamların ayak sesleri ve bağırışları neredeyse üzerlerine çöküyordu.

Kapattıkları kapının ardından gelen haykırışlar ve baskı her iki tarafı da oldukça zorluyordu. Gümbürtülü birkaç saniyenin ardından sesler kesildi fakat çevredeki gerilim azalmamıştı. Adam hemen etrafına bakındı.

Arka taraf, oldukça dar bir yola çıkmıştı. Yol uzadıkça uzuyor, herhangi bir yerinden çıkış gözükmüyordu. Hemen önlerinde merdiven gibi alçalıp yükselen duvarlar arka tarafta olan biteni gizliyordu. Sokağın başı kapalıydı. En kısa yol orası olsa da en tehlikelisi de olduğu apaçıktı. Uzunca ilerleyen yolu tercih edeceği sırada kapının ardından bir ses duyuldu.

*Clink*

Ansızın vücuduna bomba misali patlayıp yayılan adrenalinin etkisiyle Xana'nın üzerine atıldı. Kendisini ve onu kapıdan uzaklaştırarak duvara dayandı. Sırtı duvarla bütünleştiği anda kapıyı delip geçen mermiler, karşıya, neredeyse bir metreden kısa mesafedeki duvarla buluşuyordu.

Yaklaşık bir şarjör mermi, kapıyı delik deşik etmek için boşaltıldıktan sonra bitmiş olmalı ki kapıya yapılan kıyım durdu. Düşünmek ve karar vermek için fazla vakitleri yoktu. Adam, Xana'yı yakasından tuttuğu gibi kaldırdı. Kapının önüne geçmemeye dikkat ederek duvarın kenarına eğildi ve Xana'nın basıp çıkması için ellerini birleştirerek bir basamak oluşturdu. Kafa hareketiyle tırmanması için işaret yaptı.

Xana'nın derin bir nefes vermesi için bile zamanı yoktu. Aceleci bir hareketle basamağa ayağını yerleştirdi. Daha kendisini çekmek için tutunamamışken, aşağıdan yukarıya doğru gelen güçlü bir baskıyla beraber duvarın öteki tarafını boylamıştı.

Xana'nın gözden kaybolmasının ardından hali hazırda parçalanmış kapı, büyük bir gümbürtüyle açıldı. Çakma punk tarzları ve ellerindeki silahlarla dışarıda biten herifler, ivedi halleriyle duvara tırmanan adamı fark etmeleri çok sürmedi.

Kendisini duvarın üzerine doğru çektiği gibi diğer tarafa atlamaya hazırlansa da vücudunu delip geçen bir acıyla dengesini kaybetti. Duvarın ardına, eğimli zemine sırt üstü kapaklandı. Fakat düşüşü sonlandırmadı. Zeminle her buluşması, dengesini sağlayamadığından daha kontrolsüz oluyordu. Bir yerin acısı sönmeden, bir diğeri yakıyordu.

En sonunda yüz üstü bir şekilde yerde kalakaldı. Gözlerini bile tam açamazken ağrılı vücudunu kaldırmaya çalıştı. Fakat vücudu isteklerine karşı geliyor, istediği eylemlere tepki göstermiyordu.

Vücudunda bir hafiflik hissedince gözlerini araladı. Xana ona destek olmuş, kaldırarak bir yere sürüklemeye çalışıyordu. Xana'nın da verdiği destekle ayağa kalktı ve onunla birlikte ilerledi.

Güvenli bir yere çekildiklerini düşündüklerinde Xana, adamı bir kenara oturttu.

"Neredeyiz?" diye sordu adam meraklı bakışlarıyla çevreyi tararken.

"Kanala düştük."

Çevresinde olup biteni daha iyi kavradığı sırada su akıtma borularından birinin içerisinde olduklarını fark etti. Şanslılardı ki kanallardan yıllardır su akmıyordu.

Sonra Xana'ya döndü ve kendisi gibi hırpalanmamış olduğunu gördü. Meraklanmadan edemedi.

"İyi misin?" diye sordu Xana. Sürtünmelerden çizilmiş olan yüzüne bakıyordu.

"İyiyim," derin birkaç nefesin ardından ayağı kalktı.

"İlerleyelim, bunlar peşimizi kolay bırakmaz."

İlerlemeye başlamalarına rağmen Xana yine de adama temkinli bir şekilde yaklaşıyordu. Topalladığı için her an düşecekmiş gibi geliyordu ona.

...Ve Xana akan kanları fark etti.

"Kanıyorsun!" diye atıldı.

"Vurulmuşsun," diye ekledi.

Arkadaşının doktor olduğunu ve yardımcı olabileceğini gevelerken adam bir anda onu susturdu. Bir an önce aracına ulaşmak istiyordu.

"Araçta yardım kiti var. Ne kadar erken varırsak o kadar iyi. Şimdi lütfen, bağırmayı kes ve ilerlemeye devam et."

Xana'nın suspus olmasıyla birlikte ilerleyen ikili, Lotus Mahallesi'nin dışına yakın bir yerden çıkışı bulmuştu.
Arabayı park ettikleri alana geldiklerinde arkalarında bir çift bağırış daha duyuldu.

"Siktir."

Hızlı bir şekilde aracın yanına geldiklerinde Xana ilk şoför koltuğuna yöneldi. Adamın bu halde araç kullanabileceğinden şüpheliydi.

"Ben sürerim," dedi, adam buna itiraz etmedi. Oysa normal şartlarda kimsenin aracı kullanmasını geç, sürücü koltuğuna dahi oturmasına izin vermezdi.

Adam ıslanmış olan yolcu koltuğundaki yerini aldığı anda parmağını kontağa uzattı ve aracın çalışmasını sağladı.

Onlara biraz mesafeli duran adamlar, araç yanlarından süratle geçip giderken ellerindeki silahları kullanmayı ihmal etmemişlerdi. Xana refleksle kendisini eğse de aracın kurşun geçirmezliği onları yağan kurşun yağmurundan korumuştu.

Bunu şans bilip gaza iyice bastı. Altındaki aracın gücünü yeni yeni kavramaya başlamıştı. Hayatında çok az elektronik araç kullanmıştı. Kullandıklarına kıyasla altındaki aracın ağırlığını net bir şekilde hissedebiliyordu.

Lotus Mahallesi'ni arkalarında bırakalı çok olmuştu. Xana sürekli olarak dikiz aynasını kontrol etse de onları takip eden hiç kimse yoktu.

"Takip etmiyorlar," dedi, arabayı yavaşlattı.

"Cesaret edemezler," diye ekledi yan koltuk acı içinde.

Xana arabaya olan odağından adamın durumunu neredeyse unutmuştu. Sakin bir sokağa giriş yaptığı anda arabayı durdurdu. Araçtan inip yan koltuğun kapısını açtı.

"Bir bakayım."

Adam torpido gözünden çıkardığı ilk yardım çantasını açmış fakat açmakla kalmıştı. Xana çantanın içini karıştırdı.

İçinden bir gazlı bez ve anjelsiyel çıkardı. Çanta daha önceden de açılmış olduğundan yarayı temizlemek için bir eşya bulamadı.

Önce anjelsiyeli kurşun yarasının bir karış üzerine göz hizası yerleştirdi. Yukarıda bulunan modülden baskı uygulayarak ilacı vücudunun içine enjekte etti. Fos diye bir sesten hemen sonra anjelsiyeli çıkarıp bir kenara attı ve gazlı bez ile iyice sarıp sabitledi. Adamın canının yanıp yanmadığını anlamıyordu. Sadece derin derin çektiği nefeslerini duyuyordu.

Kurşun yarası uyluk bölgesinde olduğu için bacağını biraz kaldırmak durumunda kalmıştı ve bu pozisyon, onun için hiç rahat değildi.

"Buna baktırman lazım," dedi Xana ve doğruldu.

"Bu yeterli-"

"Evet, yaklaşık birkaç saat. Sonrasında eski haline dönecek biliyorsun, değil mi?"

Anjelsiyon, vücuttaki herhangi bir yarayı anında geçici stabil duruma getiren jel kıvamında bir ilaçtı ve Xana'nın bahsettiği geçicilik durumu da tam buydu. İnce bir tüp şeklinde olması taşınma bakımından rahatlık sağlıyordu. Bazen bu ilaca 'yalancı adrenalin' denildiği de olurdu.

"Ben süreceğim," dedi, yan koltuktan şoför koltuğuna doğru bir geçiş yaptı. Xana ise zaten önünde durduğu yan koltuğa geçerek kapısını kapattı.

Reklam hologramlarının aydınlattığı yolda ilerliyorlardı. Güneş artık tamamen batmıştı. Birkaç saatlik sessiz bir yolculuk sonunda Xana'nın mahallesine giriş yapmışlardı.

Şoför aracın hızını düşürüp sokaklarda yavaş yavaş ilerlerken söze atıldı:

"Deponun kimin üzerine olduğunu araştırmak için Æther'a döneceğim. Çocuğa dair bir iz çıksa iyi olur," dedi ve aracı durdurdu. Xana'nın evinin biraz yakınında durmuştu.

Fakat Xana dediklerini duymamış gibi yarasının konusunu açmaya niyetliydi. Gözleri kıpkırmızı olmuş gazlı beze kaydı.

"Bir doktora görünmen lazım."

"Onu da halledeceğim," dedi derin bir iç çekerek. Xana ses tonunu pek inandırıcı bulmasa da onayladı. Adamın gözleri artık in dermişçesine kapıyla buluşunca araçtan indi. Araç yanından geçip giderken Xana da evine doğru ilerledi.

Kapıyı daha tıklatmadan kapı açıldı. Theo kapının öbür tarafında esnememek için zor duruyordu.

"N'aptınız?" diye sordu Xana içeri girerken. Koltukta Camila ve Llyod'un uyukladığını gördü.

"Uyandırdım mı?" sordu fısıltıyla.

"Yok, uyumuyordum."

Xana sessiz kalınca Theo devam etti:

"Nasıl geçti?"

"Çocuk ticareti," dedi, soğuk ve nemli paltosunu çıkarıp askılığa astı.

"Belirli bir noktası yok. Her yerde olabilir."

Theo şaşkınlıkla Xana'yı izledi. Bu kadar rahat bir biçimde bunu dile getirmesini garipsemişti.

Yorulmuş diye bir tahmin yürüttü içinden Theo.

"Arayabileceğim insanlar var, biliyorsun. En son nerede görülmüş?"

"Lotus."

Xana utana sıkıla cevaplamıştı. Dikkatlerin Theo'ya çevrilmesini istemiyordu. Alınacak risk değildi. Fakat yine de çıkmıştı ağzından.

Theo, Xana'nın bu durgun hali karşısında sadece başını salladı. Camila o esnada uyanmış, ikisinin muhabbetine kulak kabartıyordu.

"Bu gece de burada kalmamızı ister misin?" Theo sormuştu.

"Çok yorgunum. Bugün yalnız kalsam iyi olur."

"Yarın istediğin zaman arayabilirsin," diye söze girdi Camila. Koltuktan kalkmış ve sessiz adımlarla yanlarına gelmişti.

"En azından Llyod için."

Xana, Llyod'un uyuduğu tarafa baktığında çevresinde renkli oyun kartları ve origamiler olduğunu gördü. Aralarında origami yapmasını bilen tek kişinin Camila olduğunu düşünürse, ikisinin iyi anlaştığını bilmek içini rahatlatmıştı.

"Ararım, teşekkür ederim."

"Lafı mı olur?"

Camila, Xana sarılmaya çalıştığı esnada üzerinin çok nemli ve hafiften ıslak olduğunu fark etti.

"Neden ıslaksın?" diye sordu merakla.

"Yağmurda çok kaldım," diye cevapladı Xana.

"Biz çıkalım, sen hemen bir duş al üşütme. Llyod'u da merak etme. Bugün çok yoruldu, kolay kolay uyanmaz," dedi Camila, Theo ile birlikte kapının dışına çıkarken.

"Bir şey olursa-" Sonunda ne geleceğini tahmin ettiği için Xana, Theo'nun sözünü kesti:

"Ararım."

İkili birbirini ufak bir baş hareketiyle selamladıktan sonra Xana, ardından kapıyı kapattı.

Kendisine bir çift kıyafet seçti ve banyoya girdi. Önce suyu ayarladı sonra nemli kıyafetlerini sıra sıra çıkardı. Ayna yansımasından görünen morluk ve ezilme izleri bembeyaz tenini bir tuvale dönüştürmüş gibiydi. Kötü, istenmeyen bir tuvale.

Yavaş bir şekilde küvete girerek kendisini sıcak suyun rahatlığına bıraktı. Tüm vücudu küveti kaplarken başını geriye doğru yasladı. Soğuktan kasılmış olan kasları gevşemeye, kollarında oluşmuş morlukların ağrıları hissedilmemeye başlamıştı. Vücudu o kadar rahatlamıştı ki Xana bir süre sonra yorgunluğuna karşı koyamayarak uykuya dalmıştı.

Ne kadar zaman orada sadece öylece yattığını kestiremediği raddeye gelmişti. Belki de uyumuştu bir süre. Gözlerini sıcak buharın içerisinde açtı. İçerisi boğucu bir hal almaya başladığından çıkma vaktinin geldiğini düşünerek küvetten çıktı.

Havluyu daha üzerine örtmeden aynanın karşısına geçti. Buhuyu elinin tersiyle silerek kendisine baktı. Ne düşündüğünü kestirmek mümkün değildi. Yüzünde hüzünlü, acı bir ifade... Sadece bakıyordu.

Kapı çaldı.

Kendisini, kendi bakışlarından alıkoyarak yeni getirdiği kıyafetlerini üzerine geçirdi. Kurulanmamıştı bile.

Banyodan çıkarak kapıya ilerledi. Kapıyı biraz aralayarak gelen kişiyi süzdü. Bugünkü yol arkadaşı, önünde duruyordu.

"Yemek getirdim."

Loading...
0%