@mw
|
6.Bölüm "Yemek getirdim." Elindeki koyu renk poşeti göz hizasına kaldırınca, Xana, anlam veremeyerek kapı eşiğinden adamı süzdü. Sabah giydiği pahalı kıyafetlerinin yerini salaş ve gündelik bir tarz almıştı. Şimdi bakınca hiç şirketle alakası olmayan sıradan bir adam gibi görünüyordu. Kapı yavaşça açıldı. Adam içeri girmek için kısa bir adım attığı esnada duraksadı ve karşısındaki kadını baştan aşağı süzdü. Üzerindeki tişört omuzlarından neredeyse düşecekti. Altında ise kumaş, rahat gözüken bir şort vardı. Vücudunu adam akıllı kurulamadığından teninde biriken nem dikkatli bakıldığında rahatça seçilebiliyordu. Xana'nın kollarındaki morlukları o an fark etti; anlaşılan düşüşten zarar gören tek kişi kendisi değildi. Adamın gözleri, perçeminden damlayıp, tişörtünün iç kısmına doğru yavaşça süzülen su damlasıyla beraber vücudunda gezindi. Tişörtün ince ve açık renkli olması göğüslerini bir tablo gibi gözler önüne sererken, nemden dolayı tişörtün üstüne yapışması da iç kısmının hatlarını iyice belirginleştirmişti. O karamsar, bol, ucuz ve bakmaya tenezzül edemediği giysilerin ardında böylesine bir cevher olduğunu hiç beklememişti. Bu kadının sabahki görevi olduğu kadın olduğuna inanması bi' hayli güçtü. O an Xana'yı ne kadar çekici bulduğunu inkar edemeyecek duruma geldiğini anlayarak zihnini toparladı. "Hala kurumadın mı?" ıslak saçına imada bulunarak içeri girdi. Xana sessiz olması için adamı kabaca uyardı ve kapıyı arkasından yavaşça kapattı. "Duştaydım," diye fısıldadı. Adam girdiği gibi evi incelemeye başlamıştı. Xana'yı duymamış veya duymamazlıktan gelmişti. Yan tarafında bulunan kanepede uyuyan çocuğu o an fark etti. Ardından mutfağa, banyoya, son olarak da yukarıya doğru uzanan merdivene baktı. Kapatılıp gizlenmiş olan perdenin arkasını merak etti. Xana adamı bu meraklı halinden soyutlamak istercesine yalandan boğazını temizledi. Adam yeniden elindeki poşete dikkat çekerek mutfağa ilerledi. "Bize yedi yirmi dört göz kulak olmak zorunda değilsin," dedi Xana. Mutfağa yanına yaklaştı ve poşetin içine merakla baktı. Ardından ekledi: "Yemeğimiz de vardı." Adam izinsiz ama sessiz bir şekilde üst dolapları karıştırmaya, yemeği hazırlamak için gerekli materyalleri toplamaya başladı. "Bayan Renate, çocuğun iyi beslenmesi gerektiğini düşündüğünü söyledi," diye ekledi bıkkınlıkla. Malzemeleri önünde topladığında derin bir iç çekti ve devam etti: "Ayrıca mesai saatleri dışındayım. Buraya teşekkür için geldim," dedi poşetteki güzelce sarılmış olan eti çıkartırken. Yalancı diye düşündü Xana. Yalandı elbet. Her şirketin sarsılmaz politikaları vardı. Ancak, en katı kurallar güvenlik departmanları için geçerliydi. Bu departmanda çalışanlar haftada bir gün izin yapabilirlerdi, fakat vardiyalı saatlerde bu izin hakları ellerinden alınırdı. Vardiyalı saatler gece iki ile sabah altı arasında gerçekleşirdi. Yani bugün ne gece saat ikiydi, ne de izin günüydü. Maalesef ki Xana, bu ağır politikanın her kuralına ve işlenişe hakimdi. Bunun nereye varacağına meraklanarak bu beyaz yalanın üzerine tütmekten vazgeçti. Xana, adamın kesme tahtasının üzerine yerleştirdiği büyük et parçasına baktı. Kafası büyüklüğünde bir kırmızı eti ilk defa görüyordu. Yiyecek piyasasında gerçek bir etin değeri dudak uçuklatacak fiyatlardaydı. Et ve et ürünleri genellikle parası olan, üst segment kişiler tarafından tüketilir, yapay ve artıklardan üretilmiş olanlar ise genel pazarlamayla satılırdı. Bu adamın böylesine bir eti poşete koyup getirmesi Xana tarafından hayretle karşılandı. "Bunu yiyemeyiz," diye diretti. Halbuki gözlerini etin kırmızı, canlı ve kanlı görüntüsünden koparamamıştı. "Æther'ın ikramı. Ben hazırlayacağım sadece. Şimdi, izin verirsen..." kibar konuşmaya çalışmasına rağmen ses tonundaki o emrivaki ton ve tavır, karşıdan hiç de kibar duyulmuyordu. Xana'yı kelimenin tam anlamıyla tezgahtan kışkışladı ve bıçak bloğuna yerleştirilmiş bıçaklardan birini seçerek diğer malzemelerin yanına koydu. Her şeyi o kadar titizlikle ve simetriyle dizmesi gözden kaçmadı, kaçamazdı. Xana, adamın arkasında bulunan tezgahtaki bar taburelerinden birine oturdu. Dikkatini adama vererek hareketlerini izlemeye başladı. İçini rahatsız eden bir huzursuzluk vardı. Adamın bir süre tezgahın önünde durup sıraladığı malzemeleri kontrol etmesini, suyu açıp ellerini özenle yıkamasını izledi. Eti yavaş yavaş, büyük bir sabırla dilimlemesini, art arda aynı boyutlarda kesilmiş etlerin parça parça düşüşünü izledi. Her düşen parça, kanlı izini bırakıyordu kesme levhasına. Düşen parçaları hizalayıp küp küp kesmeye başladığı anda Xana'nın gözleri adamın ellerine ilişti. Elleri güzeldi, ama Xana'nın düşüncesi bu yönde değildi. Ellerinin neredeyse tamamını saran tahrişliğin sebebini merak etti. Bıçağı temizleyip tezgahtaki yegane yerine koyduktan sonra önüne önceden çıkardığı geniş kaseyi aldı. Kasenin içine koyacağı malzemeleri diğer materyaller gibi hazır etmediği için alt taraftaki çekmecelere daldı. Xana gözlerini dikmiş izlerken bu durumu garipsedi. Sabah koşturmacasından gözüne ilişmese de şu an adamı daha iyi gözlemleyebiliyordu ve bu gözleminden kendisine çok net bir sonuç çıkardı. Takıntılı. ...Ve merak etti. Bu denli takıntılı bir adam, her şeyi hazır etmeden rahat durabilir miydi? Alt çekmeceler karıştırılırken Xana bunu düşünüyordu. Çalışmadığı konusunda yalan söylediğini de göz önünde bulundurursa bir şeyler çevirdiği aşikardı. "Baharatın var mı?" Xana ayağa kalkarak adamın yanına ilerledi. Hem baharatları hem de daha sonrasında istediği şeyleri temin etmeye başladı. En nihayetinde, tavayla dökülen etler kızgın yağ ile buluştu. Evi dolduran cızırtılı ses bir süre sonra kendisini iştah açıcı, enfes bir kokuya bıraktı. Yapacak başka bir işi kalmayan Xana, birkaç adım geride durarak tavada pişen etleri ve etleri pişiren adamı izlemeye başladı. Etler pişedururken adam, tezgahın üzerinde kalan kullanılmış olan hemen hemen her şeyi özenle yıkayıp yerine yerleştirdi. Xana bu sefer hareketlerini değil, adamı izlemeye koyuldu. Saçları koyu ve oldukça kısa bir kesime sahipti. İlk gözüne iliştiğinde klasik bir asker tıraşı olduğunu tahmin etse de, kesimine dikkatli baktığında mullet bir model kullandığını fark etti. Ten rengi esmer ile buğday arasında bir tonda iken, göz rengini hatırlayamıyordu. Vücut tipi mezoform bir yapıda, oldukça atletik duruyordu. Bu atletik yapı, omuz ve sırt bölgesindeki genişlikten rahatlıkla anlaşılabiliyordu. Fakat adamın neden şu anda kendisini kastığını anlayamıyordu. Departmanın eğitim sistemini aksatmadan uyguladığı yine de belliydi. Örnek öğrenci, diye geçirdi içinden Xana hınzırca sırıtarak. Böylesine bir vücuda sahip birini baştan sona süzmesine rağmen, içinde herhangi bir his alevlenmemişti. Adamın aniden arkasını dönmesiyle Xana da yüz ifadesini olabildiğince hızlı eski haline çevirdi. "Tabak lazım." Adamın komutuyla konumundan ayrılıp tezgaha üç tane tabak çıkardı. Kokusuna mest olunmuş etler tabaklara dökülürken içinden keşke diye geçirdi. Keşke tadını da alabilseydim. Tavanın da yıkanmasıyla işi biten adam, "Lavabo şurası mı?" diye ön taraftaki kapıyı işaret etti. Ev sahibi başıyla onaylayınca da doğruca gösterdiği odaya ilerledi ve içeri girdi. Xana, adamın çıkmasını sabırla beklerken mest olmuş zihninde bir aydınlanma yaşadı. "Tabii ya," kendi kendisine söylenerek lavabonun kapısında bitiverdi. Dakikalar sonra kapının açılmasıyla ikili neredeyse burun buruna geldi. Xana, normal standartların üzerinde uzun bir kadın olmasına rağmen, adamın çenesinden itibaren kafasını kaldırıp gözlerine bakabiliyordu. Karşı tarafın ise bu durumu hiç beklemediği mimiklerinden kolaylıkla anlaşılıyordu. Kaşları hafiften yukarı kalkmış ne ile karşılaşacağını bekliyordu. "Evimde ne arıyorsun?" dedi, irate bir tonda. Adam sanki soruyu ezberlemişçesine cevabı sundu: "Bayan Renate..." fakat lafı Xana tarafından aynı soru ile tekrar kesildi. "Evimde, ne arıyorsun?" sesindeki vurgudan anlayabileceğini düşünerek cevabı bekledi Xana. Yine de kısık ses tonundan ödün vermemişti. Fakat beklediği cevap yerine aldığı tek şey sessizlik olmuştu. "Evi kontrol için gönderdiler, değil mi?" diye sordu bu sefer daha monoton bir şekilde. Uzun süren bakışmanın ardından adam nihayet gözlerini kaçırdı. Bu ufak mimik oynaması, Xana'yı haklı çıkarmaya yetmişti. "Biliyordum." Derin ve uzun bir soluklanma ile Xana, göz odağını adamdan ayırdığı sırada gözleri arkasındaki banyoya, bembeyaz fayansta biriken noktalar halindeki kırmızılıkta gezindi. Kaşlarını çatarak daha dikkatli baktığında kırmızı noktacıkların kan lekesi olduğunu anlaması uzun sürmedi. Yavaşça gözlerini lekelerde gezdirdi. Lekeler, mesafeli bir şekilde, adamın dibinde daha da çoğalıyordu. "Hay, sikeyim!" diye içten içe bir tıslama duyuldu adamdan. Xana'nın dikkatinin dağılmasıyla fark etmişti durumu. Bacağını hafifçe kaldırarak kan lekesi olmuş eşofmanına ve ayakkabısına baktı. O an, açık renk giymenin hiç de mantıklı bir karar olmadığına kanaat getirdi. "Kanaman var," dedi Xana ve devam etti, "Taburelerden birine geç, kit alıp geleyim." Telaşlı bir hareketle adamın yanından sıyrılıp banyoya girdi. Adam ise gelen emre uyarak ilerkedi ve Xana'nın önceden oturduğu tabureye oturdu. Giderken arkasında iz bırakmayı da ihmal etmedi. Kısa süre sonra elinde büyük bir kutu ile banyodan çıktı Xana. Adamın yanına geldiğinde diz çöktü ve kutuyu hemen yanına bıraktı. Kutunun kenarına sıkıştırılmış makası, adam tepki veremeden çıkartarak eşofmanını düz bir çizgi halinde kesip, bandajı değiştirebileceği büyük bir delik açtı. Adamın takıntısını bilerek, inadına ters düşmek için yaptığı aşikardı. Adamın içi gitse de ağzını açmadı ama oldukça rahatsız olduğu anlaşılabiliyordu. Xana artık rengi kırmızıya çalan bandajı, elinden bırakmadığı makas ile dikkatlice keserek sıkıca tutunduğu yaradan ayırdı. Ardından kısa süreli bir duraksama yaşadı. Arabadaki halinden daha beter bir yarayla karşılaşmayı hiç beklememişti. Adam ise tefrikasız bir şekilde yarasından, Xana'ya odakladı. Eşofmanına yaptıklarından ötürü biraz uyuz olsa da, onu önünde diz çökmüş bi' halde görmek göğsünü kabartmasına sebebiyet sağlamıştı. Xana onu mutfakta nasıl izlediyse, kendisi de aynı meraklı gözlerle onu izlerken Xana'nın anlık gelen tepkisi tüm ambiyansı bozmaya yetmişti. "Doktora görün demiştim, kasaba değil." Xana önündeki yarılıp parçalanmış yaraya ne yapacağını kestiremiyordu. İçerisine hapsolmuş merminin çıkarılmasına yönelik bir operasyon yapıldığı belliydi fakat kesinlikle bir doktor eli değmemişti. Yaranın biraz üzerinde kendisinin yapmış olduğu anjeksiyelin dışında üç küçük iğne deliği daha görünce derin, bunalımlı bir iç çekti. Elinden geldiğince yarayı ve etrafını temizlemeye çalıştı. Adamın sessizliği ve hareketsizliği sanki cansız bir mankenin üzerinde operasyon yapıyormuş hissi uyandırıyordu ki bu da gereğinden daha rahat olmasını sağlıyordu. Xana'nın böylesine bir durumu ele alış şekli adamı hem şaşırtmış hem de taktir ettirmişti. Xana yaranın çevresini uyuşturup kalemden hallice bir alet ile dikmeye başladığında adam dayanamayarak sordu, "Nereden öğrendin bunları?" "Söylemiştim, arkadaşım iyi bir doktor," dedi dikkatini hiç bozmayarak. Adamın cevaptan tatmin olmadığını hissederek küçük bir ekleme daha yaptı: "Bana ilk yardımın nasıl yapılması gerektiğini iyi öğretti. Bilirsin, bu gibi durumlar için," derken son dikişi atmak üzereydi. Karşı tarafın sessizliğini korumaya devam etmesi Xana'yı germişti. Daha fazla konuşmamaya karar vererek kutunun içerisinden yeni bir bandaj çıkardı. Fakat adamın konuşmamasının nedeni tatmin olmadığı cevaplar değil, odak kesildiği yerdi. Bu odağının dağılması uzun sürmedi. Kafasını kurcalayan bir durumu o an fark etti. Bu kadınla koca bir günü geçirmişti fakat adını bildiğinden şüpheliydi. Gerçekten tam olarak tanımadığı birine bu denli güvenip, evine alıp, yaralarını sarması için yardım mı ediyordu? Zekice fikirlere sahip birisinin bu denli bir hata yapmasını hiç mantıklı bulmadı. Yoksa zaten biliyor muydu? Aksi aptallık olurdu, diye düşünmeden edemedi. "Adımı hiç sormadın," diye bir sitem döküldü ağzından. Xana o sırada bandajın çevreleyeceği yeri hizalıyordu. Adamın duymak istediğiyse, bunu zaten bildiğiydi. "Ah, öyle mi?" dedi, bandajı sarmak için adamın bacağını kaldırmasını bekledi. O sıra soruyu pek kaale aldığı söylenemezdi. Adamın bacağını kaldırmasıyla bandajı yavaş ve dikkatlice sarmaya başladı. "Eski bir alışkanlık," diye devam etti cümlesine. "Her tanımadığına böyle misin?" istediği cevabı alamamış olmanın bozukluğuyla sordu mırıldanırcasına. "Seni tanıyorum," dedi Xana. Bandajı sararken ekledi, "Æther'ın gönderdiği güvenlik departmanı çalışanısın." İşini bitirdiğinde bandajın ucunu sargıya sabitleyip kullandığı eşyaları kutuya geri toparlamaya başladı. Dizlerinin üstünden, kutuyu tutarak ayağa kalktı. Diz kapakları üzerinde dakikalarca oturmasının acısı, bembeyaz tenine inat kızarmış gibiydi. "Fazlasına gerek var mı?" ardından kutuyu bırakmak için dönüp, banyoya ilerledi. Kutuyu lavabonun altındaki yerine yerleştirdi. Tam geri çıkacağı sırada genzinden geçen kan kokusuyla eylemini durdurdu. Bu kadar erken tetiklenebiliyor olması, içinde hızlıca büyüyüp yayılan bir hissiyatı anlık olarak vücuduna pompaladı. Korkuyu. Daha yeni beslenmiş olmasına rağmen kokusunu bu kadar net hissetmemeliydi. Nasıl olurdu? Daha bir gün bile olmamıştı. Yorgunluktan olmalıydı. Dengesini sağlamak için lavaboya dayanarak soluklandı. Gözleri isteme istemeye fayanslardaki lekelere kayıyordu. Elinin uzandığı ilk havluyu çekiştirerek yere düşürdü ve kan lekelerini ayağıyla silmeye çalıştı. Kısa bir süre inatçı kan lekeleriyle uğraştıktan sonra nihayet, silkelenip banyodan çıktı. Salona adımını atar atmaz gözü oturduğu taburede ki adamı aradı. Fakat orada yoktu. "Yemeğimiz var dediğin, bunlar mıydı?" diye tok bir ses duydu mutfaktan. Bu sefer buzdolabını karıştırıyor olmalıydı ki hazır yiyecek kutularından birini almış, yüzünde oluşmuş o tiksinç ifadesiyle ambalaja bakıyordu. "Æther sana ne emir verdiyse... Daha fazla evimi karıştırmanı istemiyorum," dedi Xana, oldukça sert bir nidayla. "Xana?" İkilinin arkasından uykulu bir ses, Xana'nın adama karşı ikinci çıkışını engellemişti. Küçük Llyod uyanmış, etrafı algılayabilmek için gözlerini ovalıyordu. "Hoş geldin, Xana!" büyük hayranlık duyduğu kadını, bir o kadar da büyük bir heyecanla karşıladı küçük çocuk. "Camila gitti mi?" meraklı gözleriyle çevresine bakınırken sormadan edemedi. Xana seri bir şekilde Llyod'un yanına yaklaştı ve oturdu. "Yarın tekrar gelmelerini isterim, olur mu?" Dudakları büzülen Llyod'un üzüntüsü çok sürmedi. Evi donatmış olan o taze et kokusunu belki de o an fark etmişti. "Çok güzel kokuyor! Ne kokuyor Xana?" Xana, Llyod'a mutfağa gidip kontrol etmesini söyledikten sonra ikisi beraber ayaklandı. Llyod mutfaktaki tanımadığı adamdan çekinse de Xana'nın rahat olduğunu görünce üstüne pek düşünmedi. Tabureli tezgahın üzerindeki iki, et dolu tabağa baktı. "Yiyebilir miyiz?" Sorusunun ardından da yemeğin ilk tadına bakan Llyod oldu. Llyod'un yemeği beğendiğini söylemesi içim kelimelere gerek yoktu; gözleri parıl parıl parlıyor, küçük çatalıyla etleri tıkıştırdığı ağzı hiç boş kalmıyordu. Çocuğun bu mutlu halinden ötürü Xana artık adama didinmeyi bırakmıştı. Kendi de önündeki tabaktan az buz bir şeyler aşeriyordu. İkisini izleyen adamın ise Xana'nın oynamayan yüz ifadesinin arkasında yatanı merak etmişti. Bu kesinlike daha önce böyle bir yiyeceği tatmamış birinin yüz ifadesi değildi. Xana ona neden yemediğini sormuş, o ise bira içmek istediğini söyleyerek konuyu hemen kapatmıştı. "Deponun sahibini buldum," dedi. "Tahmin edeyim, adam önemli biri." Xana elindeki çatalı tabağa sabitleyip dikkatini adama yöneltti. "Kendisi değil ama çalıştığı adam öyle." "Æther halledemez mi?" "Sorun da o," birasından bir yudum alan adam devam etti: "Yarın sabaha görüşme ayarlandı. İkimiz gideceğiz." Ses tonundaki o emrivakilik yine Xana'yı rahatsız etmişti. "Hayatta olmaz," diye atarlandı Xana, "Bir şirket köpeği gibi ne derlerse-" bira şişesinin yapışkanını tane tane parçalayan adamı görünce cümlesini tamamlamadı. Bir şeyler tersti. Şirket köpeği lafına mı alınmıştı? Şirkete politikasına ölümüne bağlı olan bu adamı bu kadar geren şey neydi? Xana aklına gelen olasıkla gözlerini kıstı. "Buluşmayı şirket ayarlamadı, değil mi?" "Görüşmeyi bizzat istiyor," dedi şişesini yolmaya devam ederken. Sonrasında gelen sessizlikle, yemekler yendi ve toplandı. Adam kullanılmış tabakları temizlerken, Xana elinde bir kumaşla yanına geldi. "Eşofmanın için üzgünüm," dedi, "Bu bir arkadaşımın, ama sana da olur." Adam ıslak ellerini kurularken uzatılan pantolona baktı. Başkasının daha önceden giydiği bir şeyi mi giyecekti? Ölse onu bedenine yaklaştırmazdı! "Kalsın," dedi sadece. Xana sorgulamadan pantolonu taburelerden birinin üzerine bırakarak adama kapıya kadar eşlik etti. "Yemek için de minnettarım." "Minnettarlığın yarına kalsın," adam kapıdan çıkmadan önce, içeri girdiğinde oluşan merakıyla merdivenlerin ardını kapatan perdeye baktı, ardından kapıdan çıkarak Xana'ya döndü. Garip bir sessizliğin ardından, "Seth," dedi, gözlerini ayırmadan. "Bir sorun olursa bağırman yeterli." Xana kafasını anladığını ima ederek yavaşça salladı ve kapıyı yavaşça kapattı. Diyeceği, konuşacağı çok şey vardı fakat yorgunluğu vücuduna daha ağır basıyordu. Yaşadığı stres hala devam ederken düşündü, belki de tekrardan beslenmeliydi. "Xana?" Llyod, düşüncelerinde kaybolan kadına seslendi. "Bu gece seninle uyuyabilir miyim?" |
0% |