Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@mydarkqueene

Karanlıkta yolunu bulmaya çalışan bir çocuk gibiyim. Yeri yurdu belli olmayan bir hiçlik içinde büyüyen saf bir çocuk. O karanlıkta sorunlar arkasında boğulacak gibi olan, hayallerinin her saniye kül oluşunu izleyen masum ufak bir beden. Ruhumun soğuk duvarlar karşısında ezilip yavaş yavaş yok oluşunu izlemekten delirecek kadar kendimi bitirdim.

 

Elimden alınan hayatım ateşin içinde kül olup havaya karışırken ben sadece zincirle bağlı ellerimle kül oluşunu izledim. Zaten bu güne kadar başka ne yaptım ki. Hayatımı başkaları yaşarken bana sadece izlemek düştü. bu kadar düşük bir hayatı kim bana layık gördü?

 

Şimdi ise geleceği belirsiz başka insanların elinde oyuncak olan hayatımı düşünüyorum. Kendimi bu durumdan kurtarmak için ne yapabilirim hiç bilmiyorum. Sahi, ben neyi biliyorum!

 

Gitsem kimseye koymaz. Kalsam burada olmaz...

 

Şatoda bana verilen odada boş gözlerle bakıyor, sıkıntıyla yatağın içinde kıvranıp ağlamak istesem de bünyem buna izin vermiyordu. Bu odada ağlamaktan başka seçeneğim yokken bu seferde bedenim bana ihanet ediyordu. Bu odanın dört duvarı sanki üstüme üstüme geliyordu.

 

' Tanrım yalvarıyorum bana yaşamak için bir sebep ver. Gökteki Tanrım beni bir tek sen anlarsın. '

 

Ben daha hangi acıma dayanacak güç bulacağım...

 

Kapının tıklama sesi ile başımı battaniye den çekip 'gir' diye bağırdım. Hoseok kapıdan içeri girip kapıyı elleri ile kapattığı sırada gözleri ile beni süzdü. üstüne giydiği siyah beyaz hizmetçi gömleği ve siyah yeleği, altına siyah dar pantolonu vardı. Yüzü umutsuz halime üzgün bir suratla bakarken ona hak verdim. Serseri gibiydim...

 

Hoseok yanıma gelip yatağıma oturdu. Onu da üzmüş oldum ama onun benim yüzümden üzülmesini istemiyorum. Kendimi yatakta düzeltip oturur pozisyona geldim. Odada birtek yatağın hışırtı sesi yankılanıyordu. Sonunda Hoseok konuştu.

 

"Nasıl hissediyorsun?" Dediğinde hafif bir hüzünlü gülümseme ile ona baktım.

 

"Sence nasıl hissetmeliyim." Dediğimde nefes alıp verdi. Daha dünya beni içine sığdıramadı.

 

Beni anlamanız için tüm ışıkları söndürmek zorunda mıyım!

 

"Gece uyuya bildin mi?" Dedi.

 

"Dürüst olmak gerekirse uyuyamadım. Aslına bakarsan sadece boş gözlerle tavana baktım." Dediğimde daha fazla bu muşmula surat ifademi görmek istemediği için heyecanla bana bakmaya başladı.

 

"Ah hadi ama artık kendine gel. Hem daha fazla bu şekilde devam edemezsin. Bahçede dolaşmaya gidelim mi? Bende sana buraları tanıtmış olurum. Ne dersin?" Dedi.

 

Aslında elimi kaldıracak halim yoktu ama o kadar istekli baktı ki hayır kelimesinin Hoseok'a işleyeceğini düşünmüyorum. Başka çarem yok gibi duruyor.

 

"Peki. Odadan çık üstümü değiştireceğim." Dediğimde başıyla onay verip yerinden kalkıp odadan çıktı. Yatakta biraz bekleyip kendime geldikten sonra kalkıp üstümü değiştirdim. şimdilik salaş ama eski köyde giydiğim kıyafetleri giydim. görüntüm buradan bakınca bile berbattı ama başka giyecek kıyafetim bile yoktu.

 

Odadan çıkıp pencerede beni bekleyen Hoseok'un yanına gittim. Benim gelmem ile şatonun koridorunda yürümeye başladık. O elini omuzuma koyup rahat bir tavırla yürüyordu. Açıkçası hangi ara bu kadar yakınlaşma oldu bilmiyorum daha doğrusu ben daha kendime bile gelemiyorum.

 

Bahçeye çıktığımızda temiz hava almam ile kendime gelip biraz rahatladım. Bugün hava sanki bana güzellik olsun diye biraz daha açıktı. Bahçede dolaşmaya başladığımızda kuş cıvıltıları ve diğer hayvanların sesi insanı azda olsa düşünmekten itiyordu. Sanırım huzurlu hissettiğim az zamandan biriydi.

 

"Şimdi nasıl hissediyorsun." Dedi. Ani gelem soruyla başımı Hoseok'a çevirdim.

 

"Rahatlamış hissediyorum. Teşekkürler Hoseok en azından biraz daha iyiyim." Dediğimde rahat bir nefes almış ve mutlulukla konuşmuştu.

 

"Burası aslında öyle kötü bir yer değil jungkook. Gözünde burayı cehennem olarak görme." Dedi. Sevecen bir tavır sergiliyordu.

 

"Hoseok o kadar yorgunum ki daha neye nasıl yaklaşmak gerek bilmiyorum. Kafamdaki hiçbir şey toparlanmıyor. Her şey darma dağın ve herkes bana düşman gibi. Bir dala tutunacağım alev alıp elimi yakıyor..." Biraz durdum ve derin bir nefes çektim içime. Oysa bu nefesler, bir zamanlar zehir oluyordu bana." Ve en önemlisi arkamı yasladığım arkadaşlarım bana ihanet etti... Söylesene burayı nasıl görmem gerek!" Dedim. Oda beni anlamaya çalışıyordu, yüzünde beni dikkatle dinlediği için ciddi bakıyordu.

 

"Belki de yeni bir hayata başlamanın zamanı geldi Jungkook. Orada köle gibi çalıştın. Bunu nerden biliyorsun dersen orası bana kalsın. Ama sana diyeceğim tek şey 'her sonun bir başlangıcı olması'. Sen artık onlara bağlı değilsin sen artık özgürsün Jungkook." Dedi. Bana sanki kanıt sunmaya çalışır gibi hareket ediyordu. Haklıydı. Ama ben özgür değildim.

 

Burada yine dört duvar arasında onların bildiği bir yerdeyim. Onların bulacağı bir yerde durmaktansa beni bulunmayacak bir yerde durmayı tercih ederim. Onlardan uzakta olmalıyım.

 

"Hoseok, senden bir şey isteyebilir miyim?" Dediğimde bana merakla bakmıştı.

 

"Ne isteyeceksin ki benden?"

 

"Bay Park'ın beni başka bir şato ya götürmesi ve orada çalışmak istediğimi söyleyebilir misin? Farkındayım senden ayrılmış olacağım ama ailemin elinin altında olmaktansa onlardan tamamen uzak olmak daha mantıklı. Beni kendi elleri ile buraya çalışmam için gönderdiler ki böylelikle beni burada kullanıp kazandığım parayı onlar kullanacaktır. Beni bir daha kullanmalarına izin veremem." Dediğimde bana şaşkınca baktı. Bunu tahmin etmemiş gibi görünüyordu.

 

"Abartma ailen senden o kadar nefret etmiyor Jungkook!" Dedi biraz kızarak.

 

"Sen öyle zannediyorsun Hoseok. Sana her gülene inanma derim." Dediğimde yüzü ciddi bir ifadeyle baktığında adımları durdu. Olanları anlamadığı belliydi ama bu olayın ciddi olduğunu anlaya biliyordu.

 

"Peki, sen bir yere geç zaman geçir ben bay Park'ın yanına gidip konuşacağım." Dediğinde hızla arkasına bakmadan gitti.

 

Bende yere toprağa yatıp ellerimi başımın arkasına aldım. Gökyüzünün mavinin her tonuyla bürünmüş halini izlemek çok keyifli ve huzurlu hissettiriyordu. Burası gerçekten güzeldi ama ben buraya ait olamazdım. Benim yerim burası değil.

 

İzlendiğimi hissettiğimde bahçeye göz attım. Ama bahçede kimse yoktu sadece bir tavşan ve yavrusu bahçede hoplayıp zıplıyor tatlı halleri ile keyifle oynuyorlardı. Şato ya göz attığım da bütün pencerelere baktım ve sonunda fark ettim. Bir adam pencereden bana bakarak bir şeyler söylüyordu.

 

Adamın kim olduğunu bilmiyorum ama gerçekten uzaktan bakmama rağmen yakışıklı hali gözümden kaçmadı. Yakışıklı diyorum ama başka bir güzellik vardı bu adamda gizlenen bir başka yüz saklı gibiydi. Bu kadar uzaktan bunu anlıyor sam dibine gelsem neler görürüm. Sonunda bana bakmayı kesip pencereden bakmayı kesti ve içeri dönüp gözden kayboldu.

 

Belki de adama gözlerimi dikip bakmam onu rahatsız hissetmiş olsa gerek geri dönmüştü. Amaan umurumda değil benim artık tek umurumda olan şey bu beş dakikada sadece keyfim ve kahyası ile iletişim kurmaktı.

 

Zaman hızla geçip giderken sonunda Hoseok gelip hızla yanıma oturdu. Biraz soluklandı ve cevap verdi.

 

"Yarın bay Kim ile onun şatosuna doğru yola çıkacaksınız. Dostum artık orada çalışacaksın. Seni özleyeceğim beş dakikada kendine alıştır sonra toz ol git oh ne ala beyefendi." Dedi gülerek.

 

Bu sevindirici haber ile gülümsedim ve Hoseok'a sarıldım. Oda karşılık verirken biraz durup ayrıldık.

 

"Umarım hep ziyaretime gelirsin Hoseok." Dedim biraz kızarak biraz da eğlenerek.

 

"Tabi geleceğim sende benim arkadaşımsın sonuçta." Dedi

 

İkimizde yere yatıp bahçede konuşup eğlenmeye başlamıştık ve ben ilk kez bu kadar dost canlısı bir arkadaşım olduğu için şanslı hissetmiştim.

Loading...
0%