Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@mylavanta_5

Bazı şeyler zamanla geçmez, zamanla ağırlaşır...

Keyifli okumalar

*****

Hoplaya zıplaya ilerliyordum. Üzerimde sarı etekli pamuk Prenses elbisesi vardı. Annem temizliğe gittiği bir evden almıştı. Kadının kızı doğum gününde giymiş, sonra beğenmeyip atmak istemiş. Annemde yeni diye bana getirmişti. Çok seviyordum bu elbiseyi.

üzeri mavi, altı sarı bir elbiseydi, hemde simli. Baturların evine giderken bir komşunun bahçesinde elma gördüm. Pamuk prensesin bir de elmaya ihtiyacı vardı. Duvara yaklaşıp tırmanmaya çalıştım.

Duvar biraz yüksekti ama çıkacaktım. Duvarın düz yerine karnımı yaslayıp kendimi yan çevirdim. Zor da olsa duvara çıkmıştım. En güzelinden kırmızı bir elma buldum, elimi uzatıp almaya çalıştım. Evden bir çocuk çıktı ve bağırmaya başladı.

"Anne elmaları çalıyorlar"

Çocuk yerden aldığı taşları bana atmaya başladı. Elime aldığım elma ile duvardan atladım ama dengemi sağlayamayıp düştüm. Çocuk yanıma gelip bana vurmaya başladı. Ben kendimi savunmaya çalışırken çocuk vurmaya devam ediyordu.

"yapma" desem de durmadı. Sonra vuruşları kesildi. Başımı kaldırıp baktığımda batur çocuğu yakalamış itiyor, vuruyordu.

"napıyosun lan sen! "

çocuk baturdan küçük olduğu için karşılık veremiyordu. Ben ayağa kalkıp üzerimi çırptım. Üzerim hep toz olmuştu.

Batur çocuğu bırakıp yanıma geldi ve bana yardım ederek ilerletmeye başladı. Ben elmayı almanın zaferi ile gülümsüyordum.

"ahsen neden dövdü o çocuk seni? "

Burnumu çektim.

"pamuk premsescilik oynayalım mı?"

"premses değil prenses"

"olsun. Oynayalım mı? "

"sen yine elma mı çaldın"

başımı sallayıp elimdeki elmayı gösterdim gülümseyerek. Baturda oflayıp bana döndü.

"bak ahsen başkalarından izinsiz bir şey almak doğru değil. Oynamak istiyorsan bana söyle ben evden getiririm elmayı"

"ama bunlar daha tatlı, hem de kırmısı "

"olsun "

huysuzca başımı salladım.

"hayır olabilemes "

"tamam ahsen oynayalım, yürü"

Ben sevinçle yerimde zıplarken batuş ilerliyordu. Bende koşarak yanına gittim. Baturların bahçeye geldiğimizde elmayı masaya koydum.

Evleri müstakildi ve bahçeleri kocaman, yemyeşildi. Biz hep burada oynardık. Şimdi bana elmayı verecek bir cadı lazımdı. İçeri girip emine ablayı çağırdım. Emine abla Batur'un büyüğüydü. Kendisi 16 yaşındaydı. Diğer ablası Fadime beni pek sevmez o yüzden de bizimle oynamazdı.

Emine abla gelip elmayı eline aldı.

"Al bakalım yavrum sana elma getirdim"

Elindeki elmayı bana uzattı. Bir yandan da video çekiyordu. Ben elmayı alıp bir ısırık aldım. Bir yandan da burnumu çekiyordum.

elmadan ısırdıktan sonra bayılmış gibi yere yattım. Batur yanıma gelip beni zorla kucağına alıyor, ağacın yanına taşıyordu. Sonra yanağımdan öpüyordu. Bende tekrar gözümü açıyordum ama elma yemeyi de bırakmıyordum tabiki.

emine abla videoyu kapatıp gitti. Batur yanıma oturup konuşmaya başladı.

"bütün bunları seni kucağıma alayım diye yapıyorsun demi? "

"Evet çünkü ayaklarımı yere basmadan bir yere gidince yorulmuyorum" elmamdan bir ısırık daha aldım.

"Ama o zaman ben yoruluyorum"

kaşlarımı çattım yine.

"Benden yoruluyor musun? "

Biraz düşünür gibi yaptı.

"Hayır ama bazen yoruluyorum "

gülerek başımı salladım.

"tamam o zaman "

elmamdan bir ısırık daha almıştım ki aklıma gelen şeyle batura döndüm.

"Batuş bana yine çilekli dondurma alır mısın? "

hemen ayağa kalktı.

"Olmaz ahsen. Sonra boğazın şişiyor hasta oluyorsun"

"Yaa lütfen batuş "

Gözlerim dolacak gibi oldu. Gözlerime baktıktan sonra başını salladı.

​​​​​​"off tamam. Ama dondurma bittikten sonra sıcak su içeceksin"

"tamam"

"bir daha elma çalmayacaksın "

"tamam "

"bir daha bu elbiseyi giymeyeceksin"

buna tamam diyemedim.

"neden ki? "

ben ona sorarcasına bakarken o masumca cevap verdi.

"Çünkü bu elbise sana çok güzel oluyor, herkes sana bakıyor"

*****

Mükemmel bir göz devirme ile yukarıya bakmaya devam ettim. Şuanda tekerlekli sandalyede oturuyordum ve ayağım alçıdaydı. Kalksam sızlıyordu bu yüzden sürekli oturmak zorundaydım.

Yukarı dolaba nasıl ulaşacaltım ben? Saat 12 olmuştu ve ben hâlâ kahvaltı yapmamıştım. Yukarıdan bir tabak alabilsem yapacaktım ama yetişemiyordum.

Aşağıda yesem para ödemek zorundaydım ve yemekler normalin iki,üç hatta beş katıydı. Yanlış anlaşılma olmasın, ben cimri biri değilim fakat param az kalmıştı, çalışmadığım için sınırlı kullanmalıydım. Bir hafta daha burada durursam param zaten bitecekti. İyiki evi tutup aradan çıkartmıştım.

"Off OFFF! " diye sesimi yükselttim. O sırada kapı çalındı. Yönümü kapıya çevirip tekerlekli sandalye ile ilerledim. Kulpa uzanıp tuttum, aşağı indirip kapıyı açtım.

Karşımda batur duruyordu. Sandalyeyi biraz çekip geçmesi için yer açtım.

"Hoş geldin "

O da içeri adımlayıp kapıyı kapattı.

"Hoş buldum, nasıl oldun? "

"biraz daha iyiyim, hafif sızılar oluyor ama idare ediyorum işte "

"Kahvaltı yaptın mı? " diye sordu. Eğer ayağa kalkabilseydim ve tabağa ulaşabilseydim bir şeyler hazırlayacaktım.

"Bende tam etmeye çalışıyordum"

dolapların oraya girip karıştırdı önce, daha sonra bir şey bulamamış gibi doğruldu. Dolapta sadece poğaça, meyve suyu, kuruyemiş gibi şeyler vardı.

"Boşver bunları gel seni dışarı çıkartayım, hem kahvaltı yaparız,hem konuşuruz"

Bu fikir bana da cazip geldi. Çünkü eğer benim yıllar önceki arkadaşım batur ise,onu özlemiştim ve sohbet etmek isterdim. Bu yüzden başımı salladım. Batur kapının dışında beklerken bende bol kot pantolon ve beyaz bir tişört giydim. Ne olur ne olmaz diye de peluş kahverengi bir ceket aldım yanıma. Kapıyı açtığımda elindeki telefonu bırakıp bana döndü. Kucağına alıp asansörün yanına getirdi. Aşağı indiğimizde beni arabaya bindirdi.

Küçükken çok severdim Batur'un beni kucağında taşımasını. Hiç zorlanmadan taşır, hiç kırmaz, incitmezdi.​​​​​​ Pamuk Prenses elbisem ile hep kucağında taşıtırdım kendimi. Seviyordum onunla oynamayı.

Konuşmak istiyordum, benden sonra ne yaptın? Hayatın nasıl geçti?

"Hatırladın mı beni? " diye sordum. Belki de o batur, bu batur değildi. Bakışlarını bir kaç saniye için bana çevirip önüne döndü.

"Hatırladım"

Oydu işte biliyordum. O olmasa batuş dediğimde gülümsemez, bana o zamanki çocukluğu gibi bakmazdı.

"Kaç yıl oldu" dedim öylesine söylemek için.

"20 yıl" diye cevapladı. Ben beş yaşındaydım, o sekiz. Annesi hep onu okuldan almaya giderdi, bende peşinden giderdim. "Bende bu okula gelicem, artık burda da oynarız" derdim. "Olmaz, benim burda başka arkadaşlarım var" derdi hep.

"Sende çok değişmişsin"

Batura döndüm. Neyim değişmişti mesela? Saçım, gözüm, boyum, kilom?

"Beni nasıl tanıdın? " diye sordu bu seferde. Nasıl tanımazdım ki?

"Hastanede ismini duyunca o olduğunu düşündüm. Küçükken sana hep batuş derdim ya, yine öyle söyleyince çocukken baktığın gibi baktın o an. Oradan anladım"

"Nasıl bakıyordum ki? "

Kırmızı ışıkta durunca bakışlarını bana çevirdi. Nasıl bakıyordun? Bu nasıl tarif edilirdi bilmiyordum. Ama özetleyecek olursak batuş deyince sanki ne istersem sorgusuz sualsiz yapacak gibi bakıyordu.

"Yani çocukluktaki gibi işte"

Gülümseyip önüne döndü.

"Değişmişsin dedim ama sadece fizik olarak değişmişsin, kişilik ve karakter aynı"

Bu konuda haklıydı. Küçükken de çok inatçıydım, duygusaldım. Hemen gözlerim dolardı, sulugözdüm. Çok çabuk kırılır herşeyi üzerime alınırdım. Birde çok çabuk sinirlenirdim.

Hatta bir keresinde yetimhanede bir kız saçımı çekti diye sinirlenip kızın yatağına koşmuştum. Kız merakla ne yapacağıma bakarken, ben kızın yatağına işemiştim, iğrenç.

Zaten o günden sonra adım sidikli ahsen oldu. Herkes bana sidikli ahsen diye çağırırdı. Allah'tan müdürümüz başka odaya aldı da zamanla unutuldu. O günden sonra kimse de bana bulaşmaz olmuştu.

Tabi bu durumu Batur'un bilmesine gerek yoktu.

"Sen neler yaptın... Ben gittikten sonra"

Derin bir nefes aldı. Ben gittikten sonra ikimizin de hayatı çok değişmişti.

"Senden sonra, bilmem. Okula gidiyordum işte, ablalarımın biri evlendi, değeri bekar. Kardeşim de okuyor hâlâ. Asker oldum. Öyle işte"

Buna şaşırmamıştım. Zaten küçükken de babası gibi asker olmak istiyordu. Batur'un babası bir görevde bomba patlaması sonucu yaralanmış, bir yıl komada kalarak şehit olmuştu. O zamandan beri batur da asker olmak istiyordu.

Küçükken ben ona prensesçilik oynatırken o da bana silahçılık oynatıyordu. Küçükken Samanyolu'nda sürekli yayınlanan asker dizisini izler, hiç kaçırmazdık. Bizde silahçılık oynar kırılan tuğlaların düz yerlerini silah olarak kullanırdık.

Silahımız bazen tuğla, bazen tahta olurdu. Bomba olarak da yuvarlak taşları kullanırdık. Dövüş hareketleri öğrenir asker gibi giyinmeye çalışırdık. Çocukluğumuz o kadar güzeldi ki?

"Buna şaşırmadım işte. Küçükken bana zorla silahçılık oynatırdın. Sayende asker zaafım oluştu"

O da bir yola bakıp bir bana bakarak konuşmaya başladı.

"Sende bana zorla prensesçilik oynatıyordun hatırlatırım. Ayrıca iyiki benim prenses zaafım olmadı. "

"Askerler gerçek ama prensesler gerçek değil canım"

Ben ona kınar gibi baksam da, o bana gülerek cevap verdi.

"Yanılıyorsun. Her kız bir prensestir CANIM"

Sondaki canım kelimesini bastırarak söyledi. Bir bu düşüncesi beni mutlu etmişti, iki her kızı prenses olarak görüyordu ve prenses zaafım olmadı demişti. Yani sevgilisi falan olmamış mıydı?

Peki bundan bana neydi?

Lokantaya geldiğimizde arabayı kenara çekip indi ve benim tarafıma gelip kapıyı açtı. Beni dikkatlice kucağına alarak içeriye yürümeye başladı.

"Keşke arabayı da getirseydik. Beni taşımak zorunda kalıyorsun"

"Oysa küçükken beni kucağında taşı diye ağlayan sendin" deyip gülümsedi. Evet o zaman küçüktük ama artık büyümüştük.

İçeri geçip bir sandalyeye oturttu ve karşıma geçti. Yanımıza gelen garsona siparişi verip bana döndü.

"Sen neler yaptın? "

"Ben... Bende alışmaya çalıştım. Annem yoktu, sen yoktun. Zorlandım tabi biraz ama insan bir zaman sonra alışıyor. Okudum psikolog oldum"

O zamanlar yeniyim diye herkes üstüme geliyordu. Beni ezikliyor, beni dövmeye çalışıyordu. Batur olsa beni korurdu ama yoktu. Geceleri hem annem, hem batur yok diye hep ağlardım. Babamı aramazdım çok ama.

"Psikolog hmm" dedi ve başını salladı.

"Küçükken sende asker olmak istiyordun"

Unutmamıştı. Küçükken batur sayesinde asker olmak istiyordum. Ama sonradan fikrim değişmişti.

"Evet ama fikrim değişti. "

Gelen siparişler ile yemeğimizi yemeye başladık. Bu aşamada sessizdik. Ben son lokmamı yerken Batur'un sesini duydum.

"Özlemişim"

Duyduğum şeyin şaşkınlığı ile şiddetli bir öksürük başladı. Az daha canımı veriyordum. Batur'un panikle uzattığı sudan bir yudum aldım.

"İyi misin? "

"İyiyim, iyiyim"

"Ne oldu ki? "

Daha ne olacaktı? Beni özlediğini söylüyordu. Yüzüm ısınırken bu durum utanacağımın habercisiydi.

"Sen öyle özlemişim deyince şaşırdım"

"Haa evet. Seninle konuşmayı, eski anıları özlemişim valla"

Koca bir hayal kırıklığının içine düştüm. Beni özlememişti de sadece konuşmalarımızı ve eski günleri mi özlemişti?

Bende özlemiştim eski günlerimizi evet ama en çok da batuşu özlemiştim. Başka bir şey söylemedim.

"Bittiyse kalkalım mı? "

"Olur"

Batur hesabı isteyip cüzdanını çıkartırken bende çantama uzandım. Dün bana o kadar yardım etmişti, bende ona bir iyilik yapmalıydım.

"İzin verirsen bunu ben ödemek istiyorum"

"Ödedim bile " diyerek parayı defterin arasına koyup garsona uzattı.

"Ama olmadı ki böyle "

"Oldu oldu. Birdahakine artık"

Bu bir daha yemek yiyeceğimiz anlamına mı geliyordu?

Beni yine sanki battaniye taşır gibi kucağına aldı. Hiç zorlanmıyordu. Gerçi adam askerdi, kaç kilo ağırlık taşıyordu. Benim 49 kilomdan ne olacaktı ki?

İçimden bir ses 50 kilo dedi. Ha 50, ha 49 ne fark eder?

Arabaya bindirip doğruldu. Tam kapıyı kapatacaktı ki arkadan gelen sesle ikimiz de oraya döndük.

"Aşkım"

İçimden dualar etmeye başladım. İnşallah aşkım diye bahsettiği kişi batur değildi. Düşüncelerimin aksine kız bize doğru geldi. Siyah saçlı, orta boylu ve kahverengi gözleri vardı. Dudağının sol, alt tarafında da bir ben vardı.

"Ne yapıyorsun burda? "

Yanımıza gelip bir kolunu Batur'un omzuna doladı ve yanağına bir öpücük bıraktı.

"Eski bir arkadaşımla karşılaştım da kahvaltıya geldik" diyerek beni gösterdi. Sesi sıkıntılı çıkıyordu. Yada ben öyle düşünüyordum bilmiyorum. Benden eski bir arkadaş diye bahsetmişti. Sadece o kadar.

"Merhaba aslı ben. Batur'un nişanlısı"

Hemen gözlerimi Batur'un parmağına indirdim. Parmağında yüzük yoktu. Kızın da bakışları benim baktığım yere eğildi.

"Ahh batur yüzük takmayı sevmez. O yüzden yüzüğü yok. Ama ben evlenince taktırıcam o yüzüğü"

Evlenicez diyordu. Kulaklarım doğru duymuyordu inşallah.

"Neyse biz gidelim. Sonra görüşürüz" deyip aslıya döndü. Ben hiçbir şey söylemeden kapıyı çekip kapattım.

Hayal kırıklığına uğramışrım. Yıllar sonra çocukluk arkadaşımı bulup üstüne nişanlandığını görmek bana göre hoş olmamıştı.

Batur da yan tarafa geçip kemerini taktı ve arabayı çalıştırdı. Bu seferki yolculuğumuz sessiz geçti. Ben konuşmuyordum, o da sormuyordu.

Otele geldiğimizde beni odaya çıkartıp bıraktı. Ardından sadece hoşçakal diyerek çıktı.

Zor tuttuğum göz yaşlarım akmaya başladı. Neden aktığını bile bilmiyordum. Baturu eski haliyle bulamadım diye mi? Nişanlanmış diye mi?

Bir süre ağladıktan sonra uyumaya karar verdim. Saat öğleden sonra iki olmuştu ama kendimi yine de yorgun hissediyordum.

*****

Sinirle başını ovuşturdu. Ahsen herşeyi yanlış anlamıştı. Aslında batur, aslıyla bir görev için nişanlı rolü oynuyordu. Peşine düştükleri adama yaklaşmak için önce eşine yakın olmalılardı. Bu yüzden aslıyla nişanlı rolü yapıyordu.

Ama aslı fazla ciddiye almış, ahseni tehlike olarak görmüştü. Bu yüzden nişanlı rolünü sürdürmeye devam etmişti.

Sinirle arabayı çalıştırıp kışlaya doğru yola çıktı. Yol boyunca ahseni düşündü. Hastanede kimliğini alınca o da şüphelenmişti, aceba o mu diye düşünmüştü ama ahsen ona batuş deyince buna kesin olarak emin olmuştu.

Ahsen küçükken ona hep batuş diye seslenirdi. Ne zaman Batur'un yanına gelecek olsa başını mutlaka bir belaya sokardı. Ya elma çalar dayak yerdi, yada koşardı, düşerdi.

Çok yaramaz bir kızdı. Çok inatçıydı ama bir o kadar da narindi. Çabuk kırılır, üzülür, hemen ağlardı. Kimseyi kırmaya kıyamaz, istemese bile tamam derdi. Çok iyi bir kalbi vardı.

Aceba yetimhanede de iyi olduğu için zorlandı mı diye düşündü. Çünkü kendini zeki sana benciller hayır diyemiyor diye her istediklerini yaptırabilirdi ona.

Evet inatçıydı ama bu inatçılığı bir ailesine bir de batura sökerdi. Eski günlerini özlediğini düşündü o an. Eski anıları o kadar güzeldi ki?

Kışlaya gelince arabayı park edip içeri girdi. Bir kaç tim eğitim alanında eğitim yapıyordu. Kendi timi ortada görünmüyordu. Bu da demek oluyordu ki yine bunlar bir iş çeviriyor.

Üzerini değiştirmek için odaya ilerlerken timinin kapının önünde beklediğini gördü. Garip olansa hepsi bir arada batura bakıyordu. Kesin bir iş vardı bu işin içinde. Artık emindi bundan.

"Komutanım" dedi yiğit gülümseyerek. Batur bir nefes bıraktı dışarıya.

"Yormayın beni. Söyleyin ne var? "

Deniz girdi araya.

"Aşk olsun komutanım. Biz sizden ne isteyeceğiz"

Deniz erzurumluydu. Konuşmasında hafif bir şilve olsa da gayet normal konuşuyordu.

"Niye dikildiniz o zaman buraya yalı kazığı gibi cümbür cemaat"

Hepsine tek tek bakış attı. Hepsi sırıtıyordu ama bir şey anlatan yoktu.

"Komutanım bu gün gözümüze bir ayrı yakışıklı göründünüz sanki. Sizi bu kadar yakışıklı görmemizin sebebi nedir? "

Artık iyice sinirleniyordu. Yüzünü ovuşturdu

"Saçma sapan konuşmayın çekil şurdan"

Arası itip odaya adımladı ama yiğit izin vermedi.

"Aaa komutanım nereye daha konuşmamız bitmedi. "

"Oğlum konuşmuyorsunuz ki? Siz geçmişsiniz karşıma şaklabanlık yapıyorsunuz. Barış söyle ne istiyor bunlar"

Barış üsteğmendi, Batur'un da yakın arkadaşı sayılırdı. Konuları uzatmayı, gereksiz laf kalabalığı yapmayı sevmezdi. Ayrıca dobraydı. Kimsenin arkasından konuşmaz direkt yüzüne söylerdi, kırıcı olsa bile.

"Komutanım bunlar akşam için bir yemek proğramı yapmış sizi de ikna etmeye çalışıyorlar"

Tim akşam için bir mekanda yemek yemek istiyordu. Herşey okeydi ama batur bu tür etkinliklere çok katılmaz, tavsiye de etmezdi.

"Nerden çıktı bu? "

"Komutanım bundan önceki görevi başarı ile tamamladık ya, kendi aramızda kutlama yapıcaz"

Yiğit çok hevesliydi ama Batur'un sözlerinden sonra hevesi kaçtı hemen.

"Ele başlarını yakaladık mı ki kutlama yapıyorsunuz? Saçma sapan iş yapmayım. Gidin yemekhanede yeyin işte"

Hepsinin gülen yüzleri düştü. Tam arkasını dönüp gidecekken onların üzgün hallerini görüp ilerleyemedi. Onlar tim arkadaşlarıydı, diğer yandan da kardeşleriydi. Onların canı yansa en çok kendi üzülürdü. Arkasını dönüp baktığında morali bozuk timin aşağı indiğini görüp seslendi.

"Tim! Akşama hazır olun, iki araba"

Bunun ne demek olduğunu biliyorlardı. Hepsi birden gülümsemeye sevinçle zıplamaya başladı. Batur odasına girerken yüzünde tebessüm vardı.

Deli çocuklardı ama seviyordu hepsini.

Yüzbaşı batur yılmaz

Üsteğmen barış koçak

Teğmen yiğit vural

Astsubay melike gözan

Astsubay çavuş deniz coşgun

Astsubay aras soykan

Başçavuş efe kaan şahin

Hepsini de kardeşiydi onun. Kızsa da kıyamazdı zaten.

*****

Bölüm sonu

Oy ve yorum bırakmayı unutmayın, hoşçakalın.

 

 

 

 

​​​​​​

 

​​

 

​​​​​​

 

 

 

 

​​​​​​

​​

​​​​​​

​​

Loading...
0%