Yeni Üyelik
1.
Bölüm

DOĞUM GÜNÜ

@n_k25009

Vicdan azabı ve pişmanlık. Bu iki duygudan nefret ediyordum. Tam tamına beş senedir bu iki duygu rüyalarımda bana azap çektiriyordu. Döndüğüm her yerde bir keşke vardı. Yollarım tükenmişti. Bu iki duygudan her ne kadar kurtulmak istesem de istemekle olmuyordu. Olmayacaktı, bundan emindim. Çünkü yapmam gerekenleri, söylemem gerekenleri erteleye erteleye bu hale gelmiştim. Aptal bir ergendim. O kadar aptaldım ki “Seni seviyorum.” demek bile zor gelmişti. Sarılmak belki de öpüp, koklamak bile zor gelmişti. Kendime geldiğimde bir gece vaktiydi. Gördüğüm her fotoğraf karesinde artık keşke diyordum. İçimden geçenleri yapmayacak kadar acizdim çünkü. Ama yerde yatan, kanlar içindeki o cesedi gördükten sonra, o gece vakti, benim için her şey değişmişti. Gözlerimdeki o perde kalkmıştı. Ama artık çok geçti. Kendi bencilliğim, egom yüzünden beş senedir bu iki duyguya mahkumdum.

19.08.2019

Yolda süratle ilerliyordum. Sinirliydim. Evden çıkmadan önce babamla kavga etmiştim. Bu kavgamız, önceden ettiklerimizin neredeyse beş katıydı. Motosikletin gidonunu sıkıca kavramıştım. Öyle ki tankslapper yememe imkan bile yoktu. Sağ elim ağrıyordu. Kanın sızdığını hissediyordum. Rüzgar değdikçe bu acı daha da dayanılmaz oluyordu. Kaskımı yalayıp geçen rüzgar öfkemle eşdeğerdi. Savuruyor, beni yıkmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Ama yıkılmazdım. Hızlıydım, kararlıydım. Öleceksem bile o gece ölmek istiyordum. Motosikletin üzerine iyice yatmıştım. Vizörün ardındaki keskin bakışlarım rüzgarı bile delebilecek sertlikteydi. Motosikletin gidonuna bağlı olan telefon tutacağındaki telefonum, on beş dakikadır titremiyordu. Babam defalarca aramıştı. Şarjı bitmiş olmalıydı ki artık aramıyordu.

Atamadığım sinir dolu çığlıklarımın sesi bağıran egzozumdu. Gaz kolunu çevirdikçe sinirim yatışıyordu. Arabaların arasından hızla geçmeye devam ediyordum. Kırmızı bir arabayı solladığımda telefonum tekrar titremeye başlamıştı. Yanıp sönen ekranda bu sefer babamın adı geçmiyordu. Arayan Tunay’dı. Normalde böyle zamanlarda açmazdım ama ona söz verdiğim yere gidemediğim için arıyor olabilirdi. Nerede kaldığımı soracaktı muhtemelen. Telefonu kısa bir sürede interkoma bağladıktan sonra aramayı cevapladım. “Efendim Tuna?” Tuna derin nefesler veriyordu. Arkadan rüzgar ve araba sesleri geliyordu. Telaşlı yada üzgün gibiydi. “Neredesin Liyan?” Tahmin ettiğim gibi sesi titriyordu. Motorun hızını düşürdüm ve oturur pozisyona geçtim. Ciddiyetle. “İyi misin? Sesin çok kötü geliyor.” Tuna derin bir iç çekti. Arkadan gelen bir kadın sesi duydum. “Acil sedyeyi getirin!” Hızımı iyice düşürdüm. Öyle ki az önce yanından hızla geçtiğim arabalar şuan beni solluyordu. “Tuna! İyi misin? Sana bir şey mi oldu?” Sesim telaşlı çıkmıştı. Tuna ağlamaklı bir sesle “Her neredeysen attığım konuma gel Liyan?” dedi. Sertçe burnunu çektiğini işittim. “Tuna neler olduğunu söylemezsen gelmeyeceğim!” dedim sesimi yükselterek. Tuna artık ağladığını benden gizlemiyordu. İçli içli ağlayarak bağırmaya başladı. “Liyan sadece gel! Sorgulama ve gel!” Tamam, bu yeterli bir cevaptı. “Kapat geliyorum!” Sinirli bir şekilde az önce açtığım vizörü sertçe kapattım ve vites yükselterek hızımı arttırdım. İlerideki kavşaktan geri dönecektim. Evet, sinirle otobana çıkmıştım. Neredeyse İzmir'e gelmiştim.

İlerideki kavşaktan tekrar İstanbul yoluna döndüğümde Tuna konumu göndermişti. Gelen konum benim geçtiğim o yolu gösteriyordu. Dakikalar önce geçtiğim o yolu. Neler olduğunu bilmiyordum. Ama içimdeki o ses çok kötü şeyler olacağını söylüyordu. Hayatımın bugünden sonra normal olmayacağını hissediyordum. Geleni konumu açarak hızımı daha da arttırdım. Bir an önce oraya gitmeliydim. Tuna'ya bir şey olmuş olabilirdi. Tahminimce ambulans gelmişti o bölgeye. Ama kime ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Tahminimden daha kısa bir sürede konuma vardığımda sağa çektim. Yol dört şeritliydi ve karşı yolda bir yığın vardı. Yan korkuluk bariyerlerini geçip o yöne varmalıydım. Motosikletimden anahtarımı ve telefonumu aldıktan sonra kaskımı bile çıkarmadan o bölgeye koştum. Şansıma yolda tek tük araba vardı. İki bariyerin üzerinden atlayarak geçtiğimde karşıdan görünenden daha çok kalabalık olduğunu fark ettim. Bir ambulans iki polis arabası vardı. Polisin ve ambulansın lambaları gözlerimi alıyordu. Kalabalığın arka tarafına geçtiğimde yere oturmuş, Saçlarını karıştıran Tuna’yı gördüm. Telefonumu hızla cebime attım ve kaskımı çıkarttım. Tuna'nın yanına geldiğimde omzuna dokundum. İyi görünüyordu. “Tuna!” Tuna kafasını yavaşça yukarı kaldırdı ve göz göze geldik. Gözlerinin beyaz kısımları kıpkırmızı olmuştu. Hala ağlıyordu. Yanına yere çöktüm ve elimdeki kaskı yere bıraktım. “Oğlum niye ağlıyorsun? Ne oldu? Sen iyi görünüyorsun ama. Bizim gruptaki birine mi bir şey oldu yoksa?” dedikten sonra kafamı kaldırarak kalabalığın olduğu o yere baktım. Çok bir şey görünmüyordu. Tam kafamı tekrar Tunay'a çeviriyordum ki bir anda boynuma atladı. O kadar sıkı sıkı sarılıyordu ki nefes almama imkan yoktu. Kollarımı karşılık olarak bende onun sırtına sardım. “Ulan öleceğim şimdi. Nefes alamıyorum!” Tuna sözlerime karşılık olarak biraz daha gevşekçe sarıldı. Yüzünü boynuma gömdü ve titreyerek ağlamaya devam etti. “Tuna ne olduğunu söyleyecek misin?” Tuna boğuk bir sesle, Yüzünü gömdüğü yerden konuştu. “Özür dilerim Liyan! Çok özür dilerim.” Sinirleniyordum artık. “Tuna! Niye özür diliyorsun.” Kafamı tekrar kalabalığa çevirdiğimde yerdeki metal parçaları görmüştüm. Yerde kanlar vardı. Birisi kaza yapmıştı. İçime bir koku doldu. Yavaşça Tuna’yı ittirdim ve Tuna'nın bakışlarını umursamadan ayağa kalktım. Yavaş adımlarla ilerlemeye başladım. Neler olduğunu çözmeye çalışıyordum. Adımlarım arttıkça kanlar çoğalıyordu. Yerdeki parçalar artıyordu. Kafamı sağa çevirdiğimde parçalara ayrılmış o motosikleti gördüm. Deposunun yanında gördüğüm çıkartma nefesimi kesmişti.

Küçüktüm. Babam motosikletine bineceği sırada içerden koşarak çıkmış babamın yanına gelmiştim. “Nere gidiyorsun baba?” Babam eline aldığı kaskı yavaşça deponun üzerine bırakmış bana gülümseyerek bakmıştı. “İşlerim var çiçeğim. Geleceğim geri.” Olduğum yerde zıplamıştım. “Bende gelmek istiyorum.” diyerek inat etmiştim. “Hayır çiçeğim. Sen gelemezsin. Ama sana söz bir gün tekrardan seninle gezintiye çıkacağız.” Babamın motosikletiyle yaptığımız gezilere bayılıyordum. Karşılık olarak dudaklarımı bükmüştüm. Elimde ve yüzümün birkaç yerinde çıkartmalar vardı. Gözlerimi yavaşça elimdeki çıkarmaya yöneltmiş daha sonra elimdeki o çıkarmayı çıkartarak babama sallamıştım. “O zaman benim yerime Elsa seninle gelsin. Her zaman seninle olsun baba!” diyerek şakımıştım. Elimdeki Elsa çıkarmasını deponun sol köşesine yapıştırmıştım. Babam gülümseyerek beni kollarımın altından tutarak havaya kaldırmış, deponun üzerine oturtmuştu. Önüme gelen saçlarımı geriye ittirmiş ve kocam öpmüştü beni. “Benim güzel kızım. Sen ne diyorsan o olsun çiçeğim.”

Şimdi o Elsa çıkartması paramparça olmuş o motosikletin deposunda duruyordu. İçimdeki korku daha da büyümüş, gözlerim dolmuştu. Olamazdı değil mi? Ama babalara bir şey olmazdı ki. Olmasın, lütfen. Adımlarımı hızlandırdım ve kalabalığın arasına daldım. Kalabalığı yararak ilerlediğimde kafamdan hiç silinmeyecek o görüntüyü görmüştüm. yolun ortasında kanlar içinde yatıyordu babam. Kolu kopmuş, yüzünün yarısı sıyrılmıştı. Karnına motorun parçasından biri saplanmıştı. Gözleri kapalıydı. Yüzü tanınmayacak haldeydi. Kesik bir nefes verdim. “Baba?” Kısa bir an duraksadım. Gözlerimin çeşmeleri açılmıştı. “Baba!” Haykırdığımda bütün bakışlar bana dönmüştü. Umurumda da değildi. Koşar adım babamın önüne geldim ve dizlerimin üzerinde çöktükten sonra babama bakmaya başladım. O kadar kötü bir haldeydi ki… “Babam?” Gözlerimden akan yaşların haddi hesabı yoktu. Biraz daha babama sokuldum. Dizlerim artık babamın kanına bulanmıştı. “Babam,” Titreyen ellerimi yüzüne koydum. “Hadi aç gözlerini. Baba? Hani babalara bir şey olmazdı. Baba beni tek mi bırakacaksın?” Ağlamalarıma hıçkırıklar eşlik ederken yere tamamen oturdum ve babamı dizlerimin üzerine aldım. Arkamdan birkaç kişi bana sesleniyordu ama duymak istemiyordum. Odaklandığım tek kişi babamdı. Babamın parçalanmış yüzü. Ellerim ve kıyafetlerim babamın kanına bulanmıştı. “Baba özür dilerim! Bir daha senin sözünden çıkmayacağım. Lütfen aç gözlerini. Özür dilerim baba!” Yüzünü okşamaya çalıştım. Ellerime sıyrılmış derisi çarpıyordu. “Baba lütfen! Baba!” diyerek babamın cesedine sarılmıştım. Canlıyken yapamadığım o şeyi ölü bedenine yapıyordum. “Baba özür dilerim!” Omuzlarıma eller değiyordu. “Hanımefendi bırakın lütfen.”

“Hanımefendi sakinleşin!” Sakinleşemiyordum. Babam ile en son ettiğimiz o kavga yüzünden kaza yapmıştı. “Baba! Özür dilerim lütfen gözlerini aç!” Biliyordum hiçbir şey babamı bana geri vermeyecekti. Ben babamın kıymetini bilememiştim. Babamı bıraktıktan sonra geri çekildim. Yüzünü tanıyamıyordum. O yoktu artık. Tamamen bitmişti. Babamın yaralı yüzünü incelerken Tuna gelmişti. “Liyan. Gel artık lütfen.” Hıçkırığın ardından Tuna'ya “O yaşıyor değil mi Tuna?” demiştim. Tuna cevap vermemişti. “Tuna yaşıyor de!” Tuna ısrarla cevap vermiyordu. “Tuna! Ölmesin…” Tuna sesini yükselterek o acı veren cümleyi kurmuştu. “Liyan o öldü! Baban öldü!” Bu kadardı. Babam artık sadece “O öldü!” den ibaretti. Hala bana sesleniyordu ama duyamıyordum. Sesler uğultulu çıkıyordu. Kulaklarım uğulduyor içimdeki o ses bana “Sen suçlusun, senin hatan!” diyerek haykırıyordu. Sanırım içimdeki o ses haklıydı. “Liyan kalk!” Tuna bana sesini duyurmak için uğraşıyordu. “Liyan!” Gözlerimden akan yaşların haddi hesabı yoktu. Kendimi kaybetmiştim. Sesleri bile duymayacak durumdaydım. “Liyan! Liyan!” Tuna onu duymadığımı düşünmüş olacak ki bir bez bebekmişim gibi beni kollarımın altından tutup babamın yanından kaldırmıştı. Yüzüm artık ona dönüktü. “Kendine gel!” Omuzlarımdan tutarak beni sarsıyordu. “Kendine gel.” Kafamı aşağı yukarı salladım. “Geleceğim Tuna.” Sadece geçiştirmek için ağzımdan çıkmış bir şeydi. Tuna beni kendine çekmiş ve daha da sıkı sarılmıştı. “Geçecek Liyan. Her şey geçecek.”

Ben Liyan. Doğum gününden nefret eden Liyan. Babasını doğduğu gün kaybeden Liyan. Pişmanlık ve vicdan azabından ibaret Liyan.

19.08.2024

Bugün doğum günümdü. Aynı zamanda en güvendiğim dağı kaybettiğim gün. Evet belki sürekli kavga ederdik ama yine de babamdı. Uzun süredir yatağımdaydım. Tavanla bakışıyor sürekli babamın son sözlerini kafamda dolandırıyordum. “Her Şeyi seni korumak için yapıyorum Liyan! Neyini anlamıyorsun?” demişti bana. Bende karşılık olarak “Ben nefes alamıyorum baba. Beni niye görmüyorsun?” demiştim. Her neyse… Yatağımdan çevik bir hareketle doğruldum. Oturur pozisyona geçtiğimde acıyan gözlerimi ovuşturdum. Boş bakan gözlerim odanın içinde dolandı bir süre. Bugün diğer günlerden daha bir boşluk vardı içimde. Çünkü baban bugün öldü Liyan. Sanırım haklısın iç ses.

Ayaklarımı yataktan inerek zeminle buluşturdum. Her yanım uyuşmuştu. Yavaş adımlarla odamdan çıktım ve banyoya doğru ilerledim. Annem evde yoktu. İşi gereği Almanya'daydı. Zaten özel günlerinin hiçbirinde annen yoktu Liyan. Hep baban vardı. Ve sen onu bencilliğin yüzünden onu kaybettin. Kendi kendime söylendim. “Sen bugün çok mu konuşuyorsun?” Haklılık payı vardı. Banyonun kapısını kapattım ve aynadaki yansımamla göz göze geldim. Bok gibi görünüyorsun Liyan.

“Biliyorum.” Uzaktan bir beni görse deli olduğumu düşünürdü. Çünkü kendimle konuşuyordum sürekli. Babam öldüğünden beri bu böyleydi. Annemin ise hiçbir şeyden haberi yoktu çünkü yanımda olamıyordu. Rutin işleri kısa bir sürede hallettikten sonra aşağı kata indim. Salon büyüktü ve açık mutfak vardı. Mutfağa girdim ve kendime güzel bir kahvaltı hazırlamaya koyuldum. Haşlanmış yumurta, yeşillik, domates, ceviz falan filan… Kahvaltı tabağım hazır olduğunda masaya kuruldum ve yemeye başladım. Küçüklüğümden beri sağlıklı beslenmeye alışıktım. Çünkü babam bu şekilde öğretmişti. Daima sağlıklı beslenmeli ve sporumu aksatmamalıydım. Ve evdekilerden farklı olarak çay içmeyi aşırı seviyordum. Annem genelde kahve içerdi. Babam portakal suyu. Ama ben hep çay içerdim. Öyle antin kuntin çaylardan değil ha. Bildiğimiz Rize çayı. Seviyorum ne yapayım.

Tam kahvaltı tabağıma yumulmuştum ki üst kattaki telefonum çalmaya başladı. Hay lanet! Kim arıyor bu saatte.

“Aynı fikirdeyim.” Hızlı bir şekilde sandalyeyi ittirdim ve merdivenlere doğru büyük adımlarla ilerledim. Merdivenleri üçer beşer tırmandıktan sonra hızla odamın kapısını açtım ve komedine ilerledim. Telefonu yavaşça elime aldığımda annemin ismiyle karşılaşmıştım. Yeşil tuşu kaydırarak cevap verdim. “Efendim anne?” Her zaman olduğu gibi yine rüzgar sesini işittim. “Ballı çöreğim. Doğum günün kutlu olsun!” diyerek şakıdığında burnumu kırıştırdım. Tekrar odamdan çıkarken “Birincisi artık çocuk değilim anne. İkincisi doğum günümü sevmiyorum.” Hala o on yedi yaşındaki “ergen” Liyan gibi davranıyorsun, Liyan. İç sesime çok güzel bir cevabım vardı elbette ama annem duymamalıydı. “Ama neden Liyan? Dinle, bugün için izin alacağım. Birlikte doğum gününü kutlayalım ha? Ne dersin?” Annen çok çabalıyor bence onu kırma. Sinirleniyordum. “Kes sesini!” dedim kısık sesle. Annem ise bunu duymuş muhtemelen dehşete kapılmıştı. “Pardon? Ben senin annenim Liyan! Arkadaşın değil. Sana kaç kere söyleyeceğim bunu.” Ve evet birkaç kez daha aynı durumu yaşamıştık. “Ayrıca istemiyorsan ‘hayır’ diyebilirsin!” Nalan Sultan sinirlendi. Cevap vermemek için dişlerimi birbirine kenetledim. Annem azar çekerken yavaş yavaş indiğim merdivende durdum, gözlerimi kapattım ve kendime süre tanıdım. Daha sonra sert adımlarla merdivenden inmeye devam ettim. “Seninle bunları kaç kere konuş…” Alt kata indiğimde dayanamayıp sözünü kestim. “Annem sakin ol ya. Ayrıca onu sana demedim.” Annemde boş durur mu? Hemen yapıştırdı lafı. “Kime dedin o halde? Evde değil misin sen?” Senin belana tüküreceğim iç ses! Ben zaten senin sesinim manyak. Haklı. “Her neyse anne. İşlerin bu aralar yoğun değil miydi senin hem. Benim İçin izin almana gerek yok.” dediğimde tekrar tabağımın başına oturmuştum. Annem arkadan seslenen birkaç kişiye cevap verdikten sonra en son söylediğim şeyi yanıtladı. “Hayır Liyan akşama evde olacağım. Akşam sende evde ol ve başka itiraz istemiyorum.” dedi ve cevap vermemi beklemeden telefonu kapattı. Bu kadında artist oldu iyice he! “Bak ses! Senin yüzünden sinirlerim geriliyor. Bir an önce sussan iyi edersin.” Neden susayım? Yoksa ne yapacaksın bakayım? O yüzünü yumrukladığın adamlara benzemem ben şekerim. Ben senim, sende bensin. Anladın mı? “Haklı olmandan nefret ediyorum.” Tabağın kenarına attığım çatalı elime aldım. Bende bayılıyorum. Teşekkürler… Öfkeyle derin bir nefes verdim ve çatalımı yumurtaya batırdım. Yumurtayı çiğnemeye başladığımda tekrardan telefonum çalmaya başlamıştı. “Yeter lan!” Biraz saygılı olsana be! Sen bir kadınsın. Sana yakışmıyor. “O aptal çeneni kapatsan mı artık!” diye kükredim. Telefon hala titremeye devam ediyordu. Az önce masanın üzerine bıraktığım telefonumu elime aldım. Ekranda gördüğüm isim biraz olsun sakinleşememe neden olmuştu. Çünkü… “Efendim Tuna?” Tuna büyük ihtimalle dışarıdaydı. “Neredesin bakalım güzellik?” Hafifçe sırıttım. “Evdeyim ve kahvaltı yapıyorum. Bir sorun mu var?” Tuna yapay bir şekilde “Ah senin için endişelendim bal peteğim.” dedi. Bu kelimeleri annem kullanırdı. O yapınca hep gülesim geliyordu. “Daha dün görüştük bal peteği.” dedim aynı yapaylıkla. Tuna sakince nefesini verdi. “Bugünkü gazlamayı kaçırmıyorsun tamam mı? Ayrıca şu lanet kapıyı açacak mısın artık? Götümden ter akıyor!” Bu isyanı karşısında çok sesli olmasa da bir kahkaha attım ve sandalyemi geriye ittirerek ayağa kalktım. Birkaç büyük adımda kapının önüne geldiğimde telefonu kapattım ve kapının kilidini açmaya başladım. Bu küçüklüğümden beri edindiğim alışkanlıklardan bir tanesiydi. Evde yalnızsan kapıyı pencereyi sıkıca kilitle. Kapıyı açtığımda Tuna elindeki kese kağıdıyla bana bakıyordu. “Bu ne lan? Hapishane kapısı gibi. Kaç kere kilitledin sen bunu kızım!” Hafifçe tebessüm ettim ve içeri girmesi için geriye çekildim. “Ne yapayım tek başıma olunca kilitliyorum sürekli.” Tuna arkasına döndü ve kaşlarını kaldırarak bana baktı. “Bunu senin gibi biri mi söylüyor? Kızım evine biri girse adamı haşat edersin. Neyden korkuyorsun?” Tekrar tebessüm ettiğimde masayı işaret ettim. “Gel sana da bir çay doldurayım.” Tuna söylediğim gibi elindeki kese kağıdıyla birlikte masaya ilerledi. Tekrar mutfağa girdim ve bir bardak çıkardım. Çayı doldurup tekrar masaya yerleştim. “Geldiğini hiç duymadım? Normalde buraları inletirdin.” dedim sırıtarak. Çatalımı tekrar elime aldım ve tabağımı bitirmeye başladım. Bunu gören Tuna ise “Hala aynı şeyleri yiyorsun.” dedi kafasını iki yana sallayarak. “Yeriz diye bir sürü poğaça ve simit almıştım.” Kese kağıdını açtı ve önüne koyduğum çaydan büyük bir yudum aldı. Kese kağıdından bir tane poğaça çıkarttı ve bana uzattı. Kafamı iki yana sallayarak reddettim. “Bunlarla beslendiğimi bildiğin halde neden hala evime hamur işi getiriyorsun?” Burnumu kırıştırdım. “Bir gün yağ yığınına dönüşeceksin Tuna.” Tuna poğaçayı uzattığına pişman olmuş bir ifadeyle geri çekti. “Hala kaslı ve seksiyim. Bence çok konuşma.” dedi ve poğaçanın neredeyse hepsini ağzına tıktı. “Çüş! Yavaş ye öküz.” Beni umursamadı ve çaydan bir yudum daha aldı. O kadar rahat bir adamdı ki ne derseniz deyin sizi takmazdı. Ağzındaki koca lokmayı biraz küçülttükten sonra, hala ağzı doluyken, konuşmaya başladı. “Eee?” Çayımdan bir yudum aldım ve cevap verdim. “Ne eee?” Tuna gözlerini devirdi. “Bugünkü gazlamaya gidiyor muyuz diyorum. Bir şeyi de ben demeden anla be kızım.” Ağzıma yeşillikleri tıktıktan sonra “Herhalde geliyorum. Ne zaman kaçırdığımı gördün.” dedim. Tuna yalana bak temalı bakışını attıktan sonra önüne döndü. Biten tabağımı yıkamak için tabağımı masanın üzerinden aldım ve ayaklandım. Tuna ise halen ağzına poğaça tepiştirmekle meşguldü. Mutfağa girdim ve tabağı lavabonun içine bıraktıktan sonra yıkamaya koyuldum. Çok geçmeden Tuna da bardağını getirdiğinde onu da yıkadım ve yerine koydum. Islak ellerimi bacaklarıma sildikten sonra Tuna'ya “Üzerimi değiştireyim çıkalım. Akşama evde olmam gerekiyor.” Tuna çoktan koltuğa kurulmuş telefonuyla ilgileniyordu. Başını telefondan kaldırdı ve “O niye?” diye sordu. Sıkıntıyla nefesimi verdim ve merdivenlere yöneldim. “Akşam Nalan Sultan eve gelecekmiş. Doğum günümü kutlayacakmışız.” Yavaş yavaş merdivenlerden çıkmaya başladığımda Tuna cevap vermedi. Verememiştir büyük ihtimalle. Doğum günümü kutlamayı sevmediğimi biliyordu.

Odama girdiğimde direkt olarak dolabıma yönelmiştim. Hava sıcaktı bu yüzden yazlık şeyler tercih edecektim. öncelikle bir kot şort çıkarttım. Daha sonra üzerime beyaz kolsuz bir badi çıkarttım. Güvenlik için ne olur ne olmaz diye üzerime motorcu ceketimi giyecektim zaten. Altıma uzun bir şey giyersem tamamen haşlanırdım. Bir çırpıda üzerimdekileri çıkarıp diğerlerini giydiğimde aynanın karşısına geçtim. Uzun saçlarımı serbest bırakırken parfümümü de unutmadım. Birkaç dakikada aşağı indiğimde Tuna telefonla konuşuyordu. Beni görür görmez karşıdaki kişiye “Seni daha sonra arayacağım.” dedi ve telefonu kapattı. Merak edip. “Önemli bir konu muydu?” Kapının önündeki vestiyere ilerledim. Sürgülü kapısını açtıktan sonra içindeki siyah motorcu ceketimi aldım ve üzerime geçirdim. “Hayır önemli bir şey değildi. Çıkalım mı?” Vestiyerin çekmecesinden dizliklerimi ve eldivenlerimi çıkardım ve “Çıkalım.” dedim. Dizliklerimi dizlerime taktım. Motosikletimin ve evin anahtarını, az önce masanın üzerinde bıraktığım telefonumu da alarak dışarı çıktım. Evin kapısını üç kere kilitledikten sonra evin yan tarafındaki garaja doğru ilerledim. Kapının önüne geldiğimde Tuna da yanımda beklemeye başlamıştı. Otomatik kapının düğmesine bastım ve bende beklemeye başladım. Aramızdaki o gergin olduğunu hissettiğim havayı dağıtmak için konuyu değiştirdim. “Sen niye stok egzozla geldin?” Tuna bana döndü. “Muayeneden geliyorum çünkü. Geçen söyledim ya.” Gerçekten söyledi seni aptal nasıl unuttun? Alzaymır mı olmaya başladın yoksa? İçimdeki sese cevap vermek için dudaklarımı ısırmaya başladım. Tuna gözlerini tekrar bana çevirdiğinde dudaklarımı yediğimi fark etti. “Ne yapıyorsun lan?” Garajın kapısı tamamen açıldığında yaptığım hareketi sonlandırdım ve gözlerimi Tuna'ya çevirdim. “Hiç. Alışkanlık olmuş.” diyerek bir yalana başvurdum. Açılan garaj kapısından içeri girdiğimde Tuna ne olduğunu halen çözememişti. Bir anlık afallamayla, “Ee ben o zaman motorumu getireyim.” dedi ve evin kapısının önünde duran motoruna ilerledi. Garajın içinde beni bekleyen bebekle göz göze gelmiştim. Her gördüğümde gözümün içinin parlaması normal değildi. Evet normal değil. Ama sende normal değilsin. Delinin tekisin! Sinirle cevap verdim. “Sen çok olmaya başladın bak. Ya o çeneni kapatırsın yada…” Eyvah, yakalandık. Kafamı kaldırdığımda Tuna'yla göz göze geldim. Kapının önünde beni bekliyordu. “Sen az önce kendi kendine mi konuşuyordun yoksa ben mi yanlış anladım.” Elim motosikletimin üzerinde öylece donakalmıştım. Ne cevap verecektim ben şimdi? Bence Tuna'ya delirmiş muamelesi yap. Galiba seni dinleyeceğim iç ses. “Sen yanlış duymuşsundur ya.” dedim. Bu söylediğim bana bile saçma gelmişti. Tuna ağzı beş karış açık ve kocaman gözlerle hala bana bakıyordu. Tuna'nın gözlerine daha fazla bakıp kendimi açık etmemek için elimdeki anahtarı kontağa yerleştirdim ve elektriği açtım. Motosikletimin o kükreyen sesi yükseldiğinde kocaman tebessüm ettim. Elimdeki telefonu motosikletimin önündeki telefon tutacağına yerleştirdim. Evin anahtarını da fermuarlı cebime attıktan sonra motosikletin üzerine oturdum ve kaskımı kafama geçirdim. Son olarak elime eldivenlerimi de geçirdikten sonra ayaklığı kaldırdım ve gaz vererek kapının önüne çıktım. Hala aynı ifadeyle bana bakan Tuna'ya döndüm ve “Hadi gitmiyor muyuz?” dedim. Tuna da bir hamlede kafasına kaskını geçirdikten sonra kafasını salladı ve yola çıktık.

Yaklaşık on beş dakika sonra bizim gruptakilerle buluşacağımız o petrol istasyonuna gelmiştik. Motosikletimi yavaşça durdurdum ve ayaklığı açtım. Elektriği kapattım ve motosikletimin üzerinde oturmaya başladım. Bizi gören Burak koşarak yanımıza gelmişti. “Liyan!” Diye şakıdığında kaskın altından gülümsedim. “Doğum günün kutlu olsun şeker şey!” Bu malak nerden biliyor senin doğum gününün bugün olduğunu. Cevap veremeyeceğimi bile bile konuşuyordu. Ve ne yazık ki bilmiyordum. Tuna mı söylemişti acaba? Göremese de kaskın altından gülümsemeye devam ettim. “Teşekkür ederim Burak. Ama kutlamayı pek tercih etmiyorum.” Burak iki yana açtığı elleriyle donakaldı. Yüzüne yerleştirdiği o gülümsemesi donakaldı. Yaptığının yanlış olduğunu fark etmişti. Bir anlık tereddütle “Özür dilerim Liyan. Bilmiyordum.” Hafifçe kafamı aşağı yukarı salladım ve “Teşekkür ederim.” dedim. Aferin kız! İlk defa takdir ettim seni.

Grupta birkaç kişi daha vardı fakat hepsini çok yakından tanımıyordum. Böylesi daha iyiydi. Fazla samimiyet iyi olmuyordu. Kafamı Tuna'ya çevirdim. “Nereye kadar gazlıyoruz?” Tuna cebinden telefonunu çıkarttı ve nereye gideceğimizi belirledi. “Sana ben konum olarak atıyorum. Oraya kadar yarışacağız. Oradan sonra da yemeğe gideriz zaten.” Kafamı tekrar önüme çevirdim ve telefonun ekranını açtım. Konum gelmişti. Kafamı telefonun ekranından kaldırmadan Tuna'ya seslendim. “Çıkalım o zaman neyi bekliyoruz.” Tuna beni onayladı. “Aynen çıkalım artık.” Önümüzde çıkacağımız anı bekleyen bir dolu motosikletli genç vardı. Hepsi bizim yaşlarımızdaydı. Tuna motosiklet çetesine döndü. “Herkes tamam mı?” Herkes etrafını kontrol etti ve Burak “Tamamız ağabey.” dedi. Tuna hiç beklemeden motosikletinin üzerine oturdu ve elektriği açtı. “O zaman çıkalım.” Kaskını taktı ve bana döndü. “Sen önden çık ardından biz çıkacağız.” ‘Tamam’ anlamında kafamı salladım ve konumu açtım. Ardından motoru çalıştırdığımda ayaklığı kaldırdım ve petrol istasyonundan ayrıldım. Çok geçmeden arkamdan Tuna ve diğerleri de çıktığında vizörümü kapattım. Az sonra olacaklar nefesimizi kesecekti. Tuna hızını arttırarak yanıma geldi. Tek elimle gidonu tutmaya başladım ve ona doğru döndüm. Tuna elini kaldırdı ve üç işareti yaptı. Bu üç kornadan sonra yarışacağımız anlamına geliyordu. Baş parmağımı kaldırdım ve onu onayladım. Diğer elimi de gidona koydum ve vites yükselttim. Motosikletimin üzerine iyice yattığımda Tuna üç kısa korna çaldı ve yarış başladı. Kaskımın üzerinden sırtımı yalayıp geçen rüzgar ve giderek artan hızım vücudumdaki anormal şekilde salgılanan adrenalini hissetmemi sağlamıştı. Tuna birkaç saniyede bana yetişmişti. Kafamı ona çevirdim ve kısa bir an bakıştık. Bir daha vites yükselttim ve hızımı iyice arttırdım. Otobandaydık. Arabalar ve trafik vardı ama bu genellikle bizim umurumuzda olmazdı. Arabaların arasından makas atarak ilerliyorduk. Tuna'yı geçmiştim. Hızımı biraz daha arttırdım ve çeteyi geride bıraktım. Birkaç saniye içinde Tuna da tamamen geride kaldığında daha da fazla gaz açtım. Hızım üç yüz kilometreye ulaşmıştı. Motosiklet kesiciye girmeye başladığında gazı birazcık kestim ve iki yüzlülere düşmesine izin verdim. Çeteye fark atmıştım. Öyle ki canlı konumda bile bayağı geride görünüyorlardı. Motosikletin üzerinde doğruldum ve vizörümü açtım. Yolda normal bir şekilde ilerlemeye başlamıştım. Kısa bir süre bu şekilde geçti. İlerde tünel vardı ve en sevdiğim yerdi. Egzoz senfonisi yapmaya bayılıyordum. Arabalar pek memnun olmuyordu ama umurumda değildi. Tünele beş kilometre kala yanımda siyah bir motosiklet geçti. Adam tam ekipmanlıydı. Kaskı bile siyahtı. Kara yılan tespit edildi! Bas kızım Liyan. “İlk defa seni dinlemeye karar verdim.” dedim ve tekrar vites yükselttim. Ellerimi hiç kullanmadan kafamı sallayarak vizörü kapattım ve hızımı arttırmaya devam ettim. Yaklaşık bir dakika sonra siyah motosikletlinin yana gelmiştik. Kafamı ona çevirdim ve elimle gaz açmasını söyledim. Motosikletli kafasını iki yana salladı. Liyan ret yedi. ‘Neden?’ der gibi kafamı salladım. Motosikletli kısa bir an önüne döndü. Daha sonra tekrar bana döndüğünde tamam dedi. Tuna'nın yaptığı gibi elimle üç yaptım ve üç kere kornaya bastım. Fight! “Boş yapma ve dikkatimi dağıtma aptal şey!” Tamam patron. “Sabır!” Gazı açtıkça açıyordum. Vitesimi tekrar yükselttim ve hızımın artmasına izin verdim. Siyah motosikletliyle yan yana geldiğimizde kısa bir an kafamı ona çevirdim ve motosikletimin üzerine iyice yattım. Az önceki gibi makas atarak ilerlemeye başlamıştım. Bu sefer daha hızlıydım. Tam yola odaklanmıştım ki bir anda siyah motosikletli yanımdan rüzgar gibi geçtiğinde ağzım beş karış açık kalmıştı. Tekrar odaklanmaya vakit bulamamıştım çünkü önüme iki tane tır çıkmıştı. İkisi de yan yanaydı. Hakkın rahmetine kavuşacağız! Anlık bir kararla ve o kadar hızla yavaşlayamayacağım için iki tırın da arasına girdim. Hızımı biraz daha arttırdığımda iki tırın da arasından çıkmıştım. Kalbim ağzımda atıyordu. Korkudan ellerim titremeye başlamıştı. Kara yılan nerede? Onu kaybettik Liyan! “Henüz değil.” Önümdeki birkaç arabayı da geçtikten sonra kara yılanın yolun kenarına çekmiş beklediğini gördüm. Hızımı ve vitesi düşürdüm. Sola yanaşarak iyice yavaşladım, dörtlüleri yaktım ve kara yılanın yanına geldiğimde durdum, vizörümü açtım. “Niye durdun?” dedim ve yapay bir üzüntüyle “Henüz seni parçalamamıştım.” dedim. Kara yılan hiçbir cevap vermedi ve çantasının fermuarını açtı. Liyan adam bizi öldürecek ve parçalayıp yolun kenarına atacak! “Sus artık!” diye fısıldadığımda dışımdan cevap verdiğimi fark etmiştim. Neyse ki kara yılan bey bunu duymamıştı. Çantasından dikkatli bir şekilde çıkardığı o şeyle göz göze geldim. Deri kaplama, kahverengi bir defterdi. Üzerine sarı bir post-it yapıştırılmıştı. Post-it ’in üzerinde bir not vardı. Defteri bana uzattığında “Bu nedir?” Tanımadığın bir insanla ne kadar rahat konuşabiliyorsun Liyan. Defteri “Al.” der gibi salladığında çekinerek elindeki defteri aldım. Defteri incelediğimde üzerinde bir kabartma gördüm. Birbirine geçmiş “K” ve “Ş” harfleri vardı. Neyi ifade ediyordu? Defteri ter çevirdim ve arka kapağına yapıştırılmış post-iti çektim. Üzerindeki notta “Doğum günün kutlu olsun!” yazıyordu. Dehşetle gözlerimi açtım ve kafamı hızla kaldırdım. Gördüğüm tek şey yol kenarındaki ağaçlardı. Daha demin bana bunu veren adam şimdi kaybolmuştu. Bu bir tehdit olabilir miydi? Post-iti elimde sıkıca tutarak defteri çevirdim ve kapağını açtım. İlk sayfa boştu. İkinci sayfasını çevirdiğimde bir günlük olduğunu fark etmiştim. Daha dikkatli baktığımda babamın el yazısıyla karşılaşmıştım.

 

28.01.1992

 

Bugün bir dernek kurduk. Arkadaşlarımla. İhtiyacı olanlara yardım edeceğiz. Umarım her şey istediğimiz gibi olur. Annem böyle boş işlerle uğraşacağıma bir kız bulup evlenmem gerektiğini söylüyor. Evde kalırmışım. Aslında çok da umursamıyorum evlenmeyi. Bana göre değil. Her neyse… Bu derneği kurmamızdaki bir sebep te çocuklara yardım etmek. Gazetede okuduğumuz bir haber bizi buna itti. Şimdilik her şey yolunda ilerliyor. Vural ve ben eminiz ki ilerde çok tanınan bir dernek olacağız. Ve evet bu defteri de biz yaptık. Artık damgamız bile var. Derneğin ismi ile amacının uyumlu olduğunu düşünüyorum. Vural öyle olmadığını söylese de bence öyle. “Kara Şafak Derneği.” Aslında oldukça karanlık duruyor ama anlamı sayesinde bu isimde karalıydım. Karanlığı aydınlatan yeni doğan güneştir. Bu yüzden biz insanların karanlık hayatlarına doğan güneş olmak istiyoruz. Bu yüzden ismi “Kara Şafak” oldu. Umarım anlamlıdır. Derneğe katılan şu anda sadece üniversite arkadaşlarımız ama ilerde daha büyük bir topluluğumuz olacağına inanıyorum. İlk sayfam biraz kısa oldu. Her neyse… Yarın görüşmek üzere “Kara Şafak”!

Yolun kenarında durmuş bu satırları okumuştum. Bana bunu veren kişiyle babamın bir bağlantısı mı vardı? Kafam karışmıştı. Sanki yine o geceye gitmiştim. Yanımdan geçen arabaların rüzgarları bile beni savuruyordu. Bunu neden bana vermişti bu adam? Doğum günü hediyem miydi? Beni düşüncelerden uzaklaştıran Tuna'nın yanıma gelmiş olmasaydı. bir çırpıda defteri ve notu motorcu ceketimin içine sıkıştırdım. “Niye durdun? Bir sorun mu var?” diye sordu Tuna. “Annem aramıştı da. Onun için durdum.” diyerek bir yalan geveledim. Tuna yutmuştu. “Devam et o zaman. Sen durunca bir şey oldu sandım bende.” Ufak bir tebessüm ettim ve tekrar yola çıktım. Çete nihayet bana yetişmişti. Tuna’nın attığı konuma varmak üzereydik.

Yol boyunca yarışlar yapılmış, eğlenilmişti. Birçok kişiyi yenmiştim. Buna Tuna da dahildi. Kara yılan olayından sonra kafam dağılmıştı. Yola bir süre odaklanamamıştım. Daha sonra kendime gelmiş ve bugün bitene kadar bu olayı düşünmemeyi tercih etmiştim. Şimdi ise yakınlardaki bir petrol istasyonunda durmuş hem canavarlarımızı hem de kendimizi sulamıştık. Marketten çıktığımda herkes beni bekliyordu. Yavaş adımlarla çetenin yanına geldim ve motosikletime oturmadan önce Tuna'ya döndüm. “Ben acıktım artık bir şeyler mi yesek?” dedim. Anladığım kadarıyla çete birazdan dağılacaktı. Tuna göbeğini okşadı. “Bende acıktım vallahi. Ne yesek ki?” Sanki sabah poğaçalı yutan bendim. Ayıya bak! Gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Tuna'ya kalsa bulduğu ilk kafede önüme hamburgeri koyardı. Ama ben yağlı şeyleri yemediğim için Tuna'ya “Seni çok güzel bir yere götüreceğim gel benimle.” dedim. Çete Tuna'ya selam verip yanımızdan ayrıldığında bende motoruma bindim ve Tuna'ya beni takip etmesini söyledim. Çok geçmeden şehir merkezine girdim ve annemin yakın bir ahbabı olan o adamın yanına gelmiştik. Burası bir kebapçıydı. Ve Adana'dan gelmişti Ahmet Amca. Motosikletimden yavaşça inerken kaskımı çıkardım ve deponun üzerine koydum. Tuna da benimle aynı şeyi yaptığında yanıma gelmişti. “Nereye getirdin lan beni?” Çoktan etrafı incelemeye başlamıştı. “Sus ve bir masaya otur, geliyorum.” dedim ve ocağın olduğu kısma girdim. İçerdeki genç çocuğa “Ahmet Usta nerede?” diye sordum. Çocuk ilk önce beni görünce şaşırdı. “Arka tarafa gittiydi şimdi gelir.” dedi. Kafamı salladım ve kalçamı tezgaha yaslayarak beklemeye başladım. Yaklaşık birkaç dakika sonra Ahmet Amca arka kapıdan çıkmıştı. Beni görünce şaşırdı. “Liyan?”

“Ahmet Amca?” Tebessüm ettim. “Ne yapıyorsun? Görmeyeli yaşlanmışsın ama.” Ahmet Amca ufak bir kahkaha attığında “Sende görmeyeli baya büyümüşsün kızım.” dedi. Kocaman gülümsediğimde “Kötü bir şey yok ya. Normalde gelmezdin buralara.” dedi. “Hayır. Karnımızı doyurmaya geldik.” Ahmet Amca ‘Seni gidi.’ gülüşünü attıktan sonra “Sevgilini mi getirdin?” diye sordu sırıtarak. Yüzümdeki gülümsememle donakalmıştım. “Hayır sevgilimle gelmedim.” dedim dehşetle. “Arkadaşımla geldim.” Açıklamada bulunma ihtiyacı hissetmiştim. Ahmet Amca iki elini de ‘teslim oluyorum’ dercesine kaldırdığında tekrar gülümsedim. “Madem karnını doyurmaya geldin. Siparişini alayım o zaman.” Ufak bir düşündüm ve “Ahmet Amca sen tam bir Adana usulü sucuk at. Bana da kuşbaşı yap. Yanına da bol ekşili bir salata gönder bana. Şişler çok olmasın ama üç şiş olsa yeter.” diyerek siparişimi tamamladım. Ahmet Amca, “Az sonra getiriyorum Liyanım. Sen geç.” dedi ve beni dışarı kovaladı. Dışarıya çıktığımda Tuna'yla göz göze geldim. Boş bir masaya çökmüş beni bekliyordu. Karşısındaki sandalyeyi çektim ve bende oturdum. “Böyle yerlere pek gelmezdin sen.”

“Senle gelmezdim. Seni doyurması bayağı zahmetli olduğundan.” Tuna kurduğum cümle karşısında ufak bir kahkaha attığında bende gülümsemiştim. “Ama merak etme sana ultra, mega doyurucu bir şey söyledim.” Tuna şüpheyle gözünü kıstığında “Merak etme kötü bir şey değil. Aksine her gün yemek isteyeceğin bir şey.” dedim. Masanın üzerindeki su şişelerinden birini aldım ve kapağını açtım. Yavaş yavaş yudumlamaya başladım. Bakışlarını düzeltti. “Göreceğiz bakalım.” Bakacaz. Kimin daş… Yudumladığım su boğazımda kalmıştı. İç sesim sapıttı. Öksürmeye başladığımda Tuna gözlerini kocaman açtı. “İyi misin lan?” Tuna ayağa kalktı ve yanıma geldi. Hala bir şeyler söylüyordu fakat öksürüğüm yüzünden onu duyamıyordum. Sırtıma vurmaya başladığında öksürüğüm hafiflemişti. Senin canını okuyacağım iç ses. Nihayet öksürüğüm kesildiğinde rahat bir nefes almıştım. Tuna kafasını eğmiş suratıma bakarken sordu. “İyi misin? Allah’ım şükürler olsun yaşıyor.” Ellerini yukarıya kaldırdı dua edermiş gibi. “Bir an ölecek sanmıştım. Sana şükürler olsun rabbim!” Ayağımın ucuyla ayağına bastığımda inledi. “Abartma lan! O kadar da değil.” dedim hiddetle. Tuna ayağını çürüttüğümü söyleyerek tekrar karşıma oturduğunda tabaklarımız gelmişti. Tuna’nın önüne sucuk ekmeği, benim önüme salatayı ve şişleri koydular. Garsona teşekkür ettikten sonra Tuna'ya döndüm. “Şimdi onu bitiriyorsun. Tadı efsane.” Gözlerini devirdi. “Bana güven.” dediğimde göz kırptım ve çatalımı elime aldım. Tuna çekinerek(!) sucuk ekmeğe uzandı ve kağıdını açtı. Her hareketini inceliyordum. Beğenecektir. Bu midesiz her şeyi yer. Haklısın. Tuna ekmekten kocaman bir ısırık aldı ve dikkatle çiğnemeye başladı. Bir gurme gibi görünüyordu. Birkaç çiğneyişten sonra gözlerini bana çevirdi. “Gerçekten efsaneymiş!” Kocaman bir ısırık daha aldı. Gülümsedim ve önümdeki şişlere dönerken “Afiyet olsun o zaman.” dedim. Bende şişlerden etlerimi ayırdım ve yemeye başladım. Aç karnımı doyurmam gerekiyordu. Düşünmem gereken onca şey varken ben yine aç karnımı düşünüyor, kafamdakileri geriye itiyordum.

 

Saat akşam on sekiz elli ikiydi. Eve gelmiş, kısa bir duş almıştım. Kafamın içi allak bullaktı. Düşüncelerim hala o günlükteydi. Kendimi daha da kötü hissetmeme neden olmuştu bu. Günlüğü düşündükçe babam geliyordu gözümün önüne. Onun o sinirli sesini bile ne kadar da çok özlemiştim. Televizyonun karşısında oturmuş kanalları geziyordum. Dikkatimi çekecek bir şey bulamamıştım. Günlüğe bakmayacak mısın? Kafamı yayıldığım koltukta geriye doğru attım. “Bakmalı mıyım?” Ufak bir kıkırtı yankılandı. Bunu bana mı soruyorsun cidden? Sıkıntıyla nefesimi verdim ve gözlerimi kapattım. “Bakmalıyım değil mi? Ama içinde daha kötü hissedeceğim bir şey bulursam.” Benim yaptığımın aksine öfkeyle nefes verdiğini hissettim. Hala aptal bir korkaksın. Gidip onu açmaya bile çekiniyorsun. Uyan kızım! Sen zaten azap çekiyorsun. Daha neyden korkuyorsun? Kafamı kaldırdım ve gözlerimi yavaşça açtım. Koltuğun üzerinde doğruldum. “Aslında haklısın.” Ayağa kalktım. “Ben kaçtıkça daha çok canımı yakacağına eminim.” Keyiflendiğine adım kadar emindim. O zaman harekete geç bakalım. Adımlarımı üst kata çevirdim. Merdivenleri yavaş yavaş tırmandım. Odama girdiğimde kapıyı kapattım ve direkt olarak komedinin çekmecesini açtım. Açar açmaz gözlerim deri defteri bulmuştu. Defteri elime aldım ve yatağımın üzerine oturdum. Lambayı açtığımda tekrar derinden bir nefes aldım. Defterin kapağını saatler sonra tekrar açtığımda içimdeki endişe de tekrar gün yüzüne çıkmıştı. Sayfaları sakince çevirdim. İçinde genel olarak yazılar vardı. Gözlerim birkaç sayfanın üzerine gezindi.

 

15.12.1992

 

Sevgili günlük. Bu hatayı hiç yapmamalıydım. Vural tamamen başka bir adam dönüştü. Kendinde bile değil. Hayır yapmak için açtığımız bu dernek tamamen pis işlerle uğraşıyor artık. Birkaç kez itiraz etsem de Vural her şekilde beni susturmayı başarıyor. Adam bir manipülasyon ustası. Kendimi kaybetmemeliyim. Beni tehdit ett…

Sayfayı çevirdim.

 

28.04.1993

 

Günlük! Bugün bir çocuk bizim derneğimiz yüzünden öldü. Bu tamamen benim hatamdı. Bu derneği hiç kurmamalıydım. Vural'ın bu kadar kötü birisi olacağını hiç düşünmezdim. Henüz genç yaşında bile bu kadar kötü bir adama dönüşmesi çok tuhaf. Kendini tamamen kaybet…

Tekrar sayfayı değiştirdim. Bu sefer sayfaya çizilmiş bir harita vardı. Bu babamın el yazısıyla yapılmış bir şeydi. Altında günün değil, bir notu yazmıştı. Tarih altı sene öncesine aitti.

 

11.02.2018

 

Bana ait olanı aldım. Hepsi burada. Artık bu defteri kaybetmem gerekiyor.

Tekrar sayfayı çevirdiğimde arka sayfadaki o yazı dikkatimi çekmişti.

 

15.02.2018

 

Bugün kızım yaşında bir çocukla tanıştım. Çocuğun ailesini tanıyorduk ve Vural sırf para için o aileyi katletmişti. Çocuk tabii ki bu olayı bilmiyordu. Çünkü daha anne karnındaydı. Ailesinin onu bir yetiştirme yurduna atıp, terk ettiklerini düşünüyor. Bu çocuğa bunu nasıl söylerim? Çocuk her şeye rağmen beni babası gibi gördüğünü söyledi. Daha bugün tanışmamıza rağmen. Ama ne olursa olsun kızımı koruduğum gibi bu çocuğu da koruyacağım. Öz olmasa da artık o da benim oğlum sayılır. Ona göz kulak olmayı istiyorum. Bir nevi vicdanımı…

Bir dakika ne?! Tamam bu delilik. Baban keçileri kaçırmış Liyan. Sinirle nefesimi koyuverdim. “Onun hakkında böyle konuşamazsın.” Babamın öz olmasa da sahiplendiği bir oğlu varmış. Ne demek bu? Gizli gizli telefonla konuşmaları… Hepsi bunun için miydi yani? Sayfayı tekrar çevirdim. Birkaç sayfa atlamıştım.

 

30.09.2018

 

Bugün benim yüzümden kızımı kaçırdılar. Ona ulaşamıyorum. Hiçbir şekilde hem de. Binaya gittiğimde bomboştu. Nereye götürdükleri hakkında hiçbir fikrim yok. Düşünemiyorum. Beynim durmuş gibi. Allah’ım bana yardım et! Kızımı bulmamda bana yardımcı ol. Kendimi kaybetmek üzereyim. Nalan ilaçlarla ayakta. Gerçekten ne yapa…

Kaçırıldığım tarihe aitti. Babam o günden sonra beni çeşitli kurslara göndermişti. Henüz on yedi yaşındaydım. Oldukça toydum. Korkmuştum. Ama babamdan dinlediğim gibi hiç belli etmemiştim. Birkaç sayfa daha çevirdim.

 

05.10.2018

 

Aklımı kaçırmak üzereyim. Benden dosyaları istiyorlar. Bir şekilde Liyanı oradan çıkarmam gerekiyor. Dosyaları onlara veremem. Hiçbir şartla hem de! Gerçekten ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yok. Alpay haricinde haber alabildiğim kimse yok. Selim bile kapı dışarı edilmiş durumda. Liyanı oradan çıkarmalıyım yoksa…

Babamın sahiplendiği o çocuğun ismi demek ki Alpaydı. Babam bu tarihlerde tamamen kendini kaybetmişti. Kafayı yemek üzere olduğu anlaşılıyordu. O tarihlerde herkes berbat bir haldeydi. Henüz lisedeyken kaçırılmıştım. Neredeyse bir ay boyunca ellerindeydim. Bu süre zarfı boyunca bana sürekli babamın arşivinin nerede olduğunu sormuşlardı. Benim ise babamın bir arşivi olduğundan bile haberim yoktu. Her seferinde bilmediğimi söylesem de bana inanmamışlardı. Bir adam vardı orada. Ellerinin büyüklüğü kafam kazınmıştı. Her bulduğu fırsatta bana tokat atıyordu. Günlerce aç bırakıyordu. Tekrar sayfayı çevirdim.

 

31.11.2018

 

Bugün kızımı ellerinden kurtardığım gün. Alpay sağ olsun güzel bir plan kurduk ve Liyanı o pislik yuvasından kaçırdık. Liyanı bulduğumuzda soğuk beton zeminde, baygın yatıyordu. Onu gördüğüm an içimdeki o duyguyu zorlukla bastırdım. Benim yüzümden o halde olması içler acısıydı. Oda iğrenç kokuyordu. Günlerce bu odada nasıl kalmıştı. Artık Vural'ın ininin yerini ise biliyordum. Gece vakti de olsa yolları ezberlemeyi başardım. Şuan bu satırları yazarken Liyanın hastanede olduğunu belirtmek isterim. Onu o kadar özledim ki… Benimle birlikte yarışacağı günleri iple çekiyorum. Umarım psikolojik olarak etkilenmemiştir. Kızımın gözlerimin önünde erimesine daha fazla dayanamam.

Bu tarihlerde babam nasıl da çökmüştü. O günlerdeki görüntüsü gözlerimin önüne geldikçe içimdeki o tarifsiz duygu artıyordu. Arka cebimde titreyen telefonumu fark ettim. Deftere o kadar odaklanmıştım ki telefonu bile hissetmemiştim. Telefonu cebimden çıkardığımda ekranda annemin ismiyle karşılaştım. Hemen yeşil tuşu kaydırdım ve telefonu cevapladım. “Efendim Nalan Sultan.” Annemin sesi keyifliydi. “Liyan aşağıda arabada bekliyorum. Hadi gel.” Araba? “Nereye gidiyoruz ve ben arabaya binmem.” Annem öfkelendi. “Benim yanımda o motosiklete binemezsin Liyan. Sorgulama ve motorun anahtarını almadan derhal yanıma gel!” Cevap bile vermemi beklemeden telefonu yüzüme kapattığında birkaç saniye öylece kaldım. Bu kadın da iyi alıştı telefonu yüzüne kapatmaya!

“Kes sesini!” Hızla oturduğum yerden kalktım ve defteri aldığım yer koydum. Üzerimi değiştirmeme gerek yoktu. Hızla aşağı kata indim ve televizyonu kapattım. Kapının üzerindeki anahtarı da çekerek kapıyı kilitledim ve kapının önünde bekleyen arabaya ilerledim. Arabanın yanına geldiğimde sakince kapıyı açtım ve annemin yanındaki yolcu koltuğuna yerleştim. “Sorgulamamana şaşırdım doğrusu.” Annem şaşırmış gibi davranıyordu. Emniyet kemerimi bağlarken anneme döndüm. “Sorgulama demedin mi Nalan Sultan.” Annem gözlerini bana çevirdiğinde kemeri taktım ve önüme döndüm. “Sözümü dinlemen güzel.” Annem arabayı yavaşça hareket ettirdiğinde merakıma yenilerek sordum. “Nereye gidiyoruz?” Annem hevesle nefesini verdi. “Seni çok güzel bir yere götürüyorum ve bu geceliğine bir şeyler içmene izin vereceğim.” Kıkırdadım. “Bir şeyler içmek istesem senden izin almam anne. Artık kendi kararlarımı verebilecek yaşta olduğumu düşünüyorum.” Annem sola dönüş yaptığında derin bir nefes aldı. “Seninle bu konuları tartışmayacağım Liyan. Bu akşamın güzel geçmesini istiyorum.”

“Ne kadar güzel geçebilirse artık.”

 

Annem beni bir bara getirmişti. Babamla bu barda tanıştıklarını, bu yüzden beni buraya getirdiğinden söz etti. Annem hafif bir şeyler içiyordu. Ben ise içmiyordum. Hiçbir zaman alkol tercihim değildi zaten. Elimden geldiğince annemin sohbetlerine dahil olmaya çalışıyordum ama imkansızdı. İş yerindeki olayları, uçuşlardaki delilikleri anlatıyordu. Ama hiçbiri dikkatimi çekmiyordu. Arkada yüksek sesli bir müzik vardı. Sahnenin önünde dans edenler, masalarda oturup kızları kesenler, yüksek masaların önünde dans edenler… Biz ise bar taburelerinde oturmuş sohbet ediyorduk. Bakışlarım annemin telefonun çalmasıyla arka taraftan anneme döndü. “Ah,” Telefonun ekranını hızla kendine çevirdi. “...bu önemli kızım, açmam gerekiyor.” Onu rahatlatmak istercesine başımı aşağı yukarı salladım. Annem oturduğu bar taburesinden indi ve çıkış kapısına yöneldi. Muhtemelen sesten dolayı dışarı çıkmıştı. Önüme döndüm ve telefonumla uğraşmaya başladım. Zaman geçmiyordu. Birkaç dakika sıkıntıyla telefonu kurcaladım. En sonunda sıkılıp telefonu fırlatırcasına masaya bıraktım ve ellerimi saçlarıma geçirdim. Annem hala doğum günümü kutlayacağım sanıyordu ama ben istemiyordum. Babamın ölüm yıldönümünde eğlenmezdim. Zaten yeterince vicdan azabı çekiyordum. Beni buraya getirerek daha kötü bir hale çevirmişti. Sabahtan beri ağrımayan başım delicesine ağrıyordu. Yanıma birinin oturmasıyla düşüncelerimden uzaklaştım. kafamı ağır ağır çevirdiğimde tanımadığım bir sima ile karşılaşmıştım. “Bu dertli hanıma bir şeyler ikram etmek isterim.” Adamın yüzü oldukça temizdi. Büyük kolları vardı. Kasları belirgindi. “Yok, sağ ol.” Kızım bu ne böyle? Azıcık kaba olsana! Yavaşça tekrar önümde döndüm ama adam hala gitmemişti. Elini tezgaha yasladı ve bar taburesine daha çok yerleşti. “Hadi ama! Herkesin birazcık da olsa gevşemeye ihtiyacı vardır.” Bakışlarımı daha sert bir şekilde yanımdaki adama çevirdim. “Ben gevşemek istemiyorum. Böyle iyiyim. Hem sana istemediğimi söylediğim halde üsteliyorsun. Bir sebebi var mı?” Seni yatağa atmak? Şu an sana cevap veremeyeceğim. Adam ellerini beni sakinleştirmek istediğini belirtmek için kaldırdı. “Sakin ol şampiyon! Sadece biraz eğlenebiliriz diye düşünmüştüm.” İçimden sabır çekmeye başladım. “Bak!” dedim sert bir sesle. “Seni tanımıyorum. Sende beni. Lütfen daha fazla canımı sıkma ve uza!” Adam sert tepkim karşısında hafifçe tebessüm etti. Bileğini tekrar masaya koyduğunda bakışlarım bileğine kaydı. Az önce fark etmediğim o bileklik oradaydı. Birbirine geçmiş “K” ve “Ş” harfleri oradaydı. Bu adam Kara Şafaktandı. Bakışlarımdaki şaşkınlığı gizlemeye çalıştım. Başarılı olup olmadığım ise aşikardı. Bana işkence eden adamlardan biride belki oydu. “Sert kızsın. Bunu sevdim.” Liyan? Bence artık ağzını bozabilirsin. “Bende vaktinin geldiğini düşünüyorum.” İlk defa başka birisinin yanında açık açık iç sesime cevap vermiştim. Adam şaşkınlıkla bana baktı. “Bana mı söyledin?” Liyan belana tükürmeye hazırlanıyor cicim.

“İç sesime cevap verdim diyelim.” Daha sert bir şekilde adama bakmaya başladım. “Benim sabrımın sınırları çok incedir ama. Bilmem anlatabildim mi?” Adam hiçte korkmuş gibi görünmüyordu. Az sonra olacaklardan kesinlikle habersizdi. Oturduğum sandalyeden üzerine doğru eğildim. Suratıyla benim yüzüm arasında üç parmaklık mesafe kalmıştı. "Ben buraya eğlenmeye gelmedim. Ama bana eğlence çıkarttın koca adam.” Adam yarım ağız gülümsedi ve “Nasıl da anlamışsın beni.” dedi. Tek kaşımı havaya kaldırdım. “Neyi anlamışım mesela?” Sesim korkutucu çıkıyordu. Adam hiç umursamadan, sakin bir şekilde yanıtladı beni. “Seninle mükemmel bir gece geçireceğimi.” Sabrımın son damlası da taştığına göre… Yavaşça geriye çekildim ve kafamı diğer tarafa çevirdim. Gözlerimi kapattım ve içimden ona kadar saymaya başladım. Bir, derin nefes al Liyan. İki, sakin ol Liyan. Üç, annen dışarda Liyan. Dört, annenin hevesi kırılmasın Liyan. Ve bir anda beni kopartacak o dokunuş gelmişti. Adam elini belime koydu ve beni kendine çekmeye başladı. Kapattığım gözlerimi hızla açtım ve annemin içkisinin olduğu bardağı aldım. Adam bana o kadar odaklanmıştı ki ne yapacağımı anlayamamıştı. Adam beni çekmeye devam ederken sandalyeden hızla kalktım ve elimdeki bardağı adamın kafasına geçirdim. Her şey birkaç saniyede olmuştu. Birkaç kişinin bakışları bana döndü. Umursamadım. “Bu gece hastanede olacağından haberin yoktu sanırım.” Adam belimden elini çekti ve başına koydu. Çektiğinde akan kanı görmüştü. Gözleri kocaman açılmıştı. “Sen..” Şaşkın bakışları öfkeye dönüştü. “Sen ne yaptığını sanıyorsun?” Adam sinirden kükremeye başladı. Oturduğu sandalyeden kalktı ve üzerime doğru yürümeye başladı. Sanki ondan korkacakmışım gibi. Tam önüme geldiğinde elini kaldırdı ve yüzüme tokat atmaya çalıştı. Tek hamlede aşağıya eğildim ve erkekliğine sert bir yumruk geçirdim. Adam acı içinde özel bölgesini tuttu ve geriye eğildi. “Sana sabrımın sınırlarının ince olduğunu söylemiş miydim?” Kafamı omzuma yatırdım. “Ah doğru, söylemiştim.” Yere çöken adamın önüne geldim ve onunla aynı boya gelmek için eğildim. “Sen dinlemiş miydin peki?” Adam hem acı, hem de nefret dolu bakışlarını bana çevirdi. Öyle ki kıpkırmızı olmuştu. “Ah doğru, dinlememiştin.” Bakışlarımdaki alayı yok ettim. “Şimdi özür dile.” Adam bu sefer daha büyük bir şaşkınlıkla bana bakıyordu. Kesilen müzik ise herkesin bakışlarının bizim üzerimizde olduğunu belli ediyordu. “Senden özür filan dilemeyeceğim!” dedi sert bir sesle. “Dileyeceksin.” dedim onun aksine sakin bir şekilde. Adam üzerime atılıp “Dilemeyeceğim!” diye bağırdı ve ellerini saçlarıma uzattı. Ve bunu savuramamıştım. Adam saçlarımdan deli gibi asılıp beni kendine çektiğinde ayağa kalktı. Kendiyle beraber beni de ayağa kaldırdığında kafam aşağıda sallanıyordu. “Şimdi seni bir güzel becereceğim bekle.” Ah, şu erkekler… Adam beni saçlarımdan tutmuş önünde sallıyordu. Tamam! Canım çok acımaya başladı. Saçlarımı kurtarmak için adamın ellerine tırnaklarımı geçiriyorum ama adamın elleri gram hareket etmiyordu. Kızım beynini kullansana! Mal mısın? “Ne yapmamı önerirsin.” dedim acı içinde. Sanki saçlarımla beraber kafamın derisi de adamın elinde kalacaktı. Bacaklarına sarılıp yere düşürmeye ne dersin? “Oha! Çok mantıklı.” Ellerimi adamın ellerinin üzerinden çektim ve bacaklarına sarıldım. Ani bir hareketle adamın bacaklarını çektiğimde adam sırt üstü yere düşmüştü. Ve o acı haykırış kulaklarıma ulaştı. Neyse ki adam saçlarımı bırakmıştı. Kafamı kaldırdım ve sanki az önce saçları yolunan ben değilmişim gibi saçlarımı ellerimle düzelttim. Adam kalkmak için hamle yaptığında içimdeki heyecanı bir kenara attım ve tam göğsüne sert bir teke geçirdim. Adam tekrardan acı içinde haykırdı ve geriye düştü. Adımlarımı adamın etrafından dolandırdım ve içimdeki o tarifi olmayan öfkeyle adamın yüzüne doğru eğilerek bağırdım. “Şimdi özür dile!” Adam nefes almaya çalışarak kısık bir sesle “Özür dilemeyeceğim.” dedi. “Bende senin belanı sikeceğim o zaman.” Doğrulduğum gibi adamın kulağına sert bir tekme geçirdim. Adamın başı öbür tarafa düştüğünde tekrar eğildim ve yakasını tutarak yüzünü bana çevirdim. Öfkemi atabileceğim bir torbaydı şuan. Korku dolu gözlerle bana bakarken sert bir yumruğu burnuna attım. Art arda gelen yumrukla adamın nefesini kesmeye başlamıştı. Birkaç saniye sonra durdum ve yakasından adamı kaldırdım. “Şimdi dileyecek misin dilemeyecek misin?” Adam beklediğim gibi ağlamaya başladığında “Özür dilerim.” dedi kısık sesle. Yarım ağız gülümsedim. “Duyamadım?” Adamın ağlaması şiddetlendi. “Ö…özür dilerim!” diye bağırdı en sonunda. Yakasını sertçe bıraktım ve kafasının yere çarpmasına neden oldum. Eğildiğim yerden doğrulduğumda karşımda annemi gördüm. Ağzı beş karış açık beni izliyordu. Bakışlarım yanındakilere kaydığında Tuna ve Deryanın da bütün bu olanlara şahit olduğunu fark ettim. Hızlı adımlarla onlara doğru yürüdüm ve “Gidelim.” dedim. Annem bir şey diyecek gibi oldu fakat dinlemedim ve tezgahtaki çantasına ilerledim. Çantayı kaptığım gibi anneme yöneldim ve bileğini kavrayarak dışarı yürümeye başladım. Arkamdan gelen Tuna Deryayla konuşmaya başlamıştı. “Bak ben sana demiştim. Onun içinde bir psikopat yatıyor diye.” Hızlı adımlarla kapının önüne çıktığımızda Tuna'ya sert bir sesle cevap verdim. “Kes sesini Tuna!” Tuna ise aynı şekilde “Emredersin patron!” dedi. Arabanın önüne geldiğimizde annemi arabanın etrafından dolandırarak yolcu koltuğuna oturttum ve ben şoför koltuğuna geçerken Tuna ile Deryanın bana aval aval baktığını gördüm. “Ne bakıyorsunuz? Tuna motoruna bin ve beni takip et.” dedim arabanın arkasına park edilmiş motoru işaret ederek. Tuna hemen dediğimi yaptı ve motora ilerledi. Derya ise öylece bana bakma devam etti. “Az önce sana hayran oldum sanırım.” Derya şaşkınlığından dolayı ilk defa konuşmuştu. Hafifçe tebessüm ettim ve göz kırparak arabanın kapısını açtım. Koltuğa oturur oturmaz anahtarı yuvasına yerleştirdim ve arabanın motorunu ateşledim. Annemin bakışlarını üzerimde hissediyordum fakat ona dönmek şuan tercih edeceğim bir şey değildi. Bu yüzden bakışlarımı dikiz aynasına çevirdim ve Tuna'nın beni takip edip etmediğini kontrol ettim. Takip ediyorlardı. Sanırım yol boyunca gergin gidecektik. Bu yüzden annemin bakışlarını yok sayıp yola odaklanmaya başladım.

Çok geçmeden eve varmıştık. Tuna ve Derya da bize gelmişti. Muhtemelen o bara da doğum günümü kutlamak için gelmişlerdi. Çıkarken kilitlediğim kapıyı açtım ve içeri girdim. Kapıyı ardına kadar açarak bizimkilerin de girmesini bekledim. Annem arabadayken hiç konuşmamıştı. Büyük ihtimalle evde patlayacaktı. Annem içeri girer girmez bana ters bakışlar atarak ayakkabısını çıkardı ve üst kata çıktı. Tuna içeri girdiğinde şöyle bir yüzüme baktı ve göz kırptı. “Sana söylemiştim.” Ufak bir tebessüm ettim ve Deryanın da geçmesini bekledim. Derya bana gülümseyerek içeri geçtiğinde kapıyı kapattım ve üst kilidinden kilitledim. Kapıya arakamı döndüm ve direkt merdivenlere yöneldim. “Siz kafanıza göre takılın ben üzerimi değiştirip geliyorum.” Tuna onaylayan mırıltılar çıkarttı. Odama çıktığımda kapıyı kapattım ve rahat bir şeyler giymek üzere dolabımı açtım. Dolaptan mickeyli gecelik takımımı çıkarttım ve bir çırpıda üzerime geçirdim. Saçlarımı tepemde bir dağınık topuz yaptım ve aşağı kata indim. Tuna ayaklarını önündeki kahve sehpasına uzatmış, kafasını koltuğa yaslamış, yayılmış bir şekilde oturuyordu. Derya telefonuyla uğraşıyordu. Derya ile üniversiteden tanışıyorduk. Yakın arkadaşımdı o zamanlar. Tuna ile ise çocukluktan bu yana birbirimizi biliyorduk. Onun babası ile benim babam can dostuydu. Tuna'yla büyümüş sayılırdım. Tuna ve Derya tanıştığından beri güzel anlaşırlardı. Tuna bazen çirkeflik yapardı evet ama yine de iyi anlaşırlardı. Mutfağa yöneldiğimde “Bir Şeyler yemek ister misiniz?” diye sordum. Tuna'nın hiç boş durmayan boğazı sağ olsun yine beklediğim o cevabı verdi. “Ben açım. Bana bir şeyler hazırlasana.” Ağzına çakasım geldi ha!

“Benimde.” Beni duyduklarını sanmıyordum. “Derya sen?” Derya çok kibar bir şekilde “Ben aç değilim teşekkürler.” dedi. Tuna bu kadar kibarlığı kaldıramayarak Derya’yı taklit etti. “Ben aç deyilım tişekürler.” Derya kaşlarını çattı ve sırtını yasladığı yastığı suratına fırlattı. Tuna da aynı şekilde ona gelen yastığı tekrar fırlattığında Derya ufak bir çığlık attı.

Buzdolabını açtım ve Tuna'ya yiyebileceği bir şeyler aradım. Ona göre pek bir şey yoktu. “Tuna!” Tuna'ya döndüm. “Senin damak zevkine uyabilecek pek bir şey yok.” Tuna kafasını bana çevirdi. “Yulaf var istersen.” dedim sırıtarak. Tuna burnunu kırıştırdı. “Kızım ben at mıyım yulaf yiyeyim?” Telefonunu eline aldı. “Pizza söyleyeceğim.” Bizimde işimize gelir. Omuzlarımı silktim ve içeriye döndüm. Tekli koltuğun birine kendimi attığımda gözlerimi kapattım ve biraz rahatlamak için derin nefesler aldım. Bugün üzerimdeki gerginlik hat safhadaydı. Derya boğazını temizledi. hem de iki kere. Bana mı yapıyor diye gözlerimi açtığımda bana bakarak yaptığını görmüştüm. “Ne var Derya?” Derya otuz iki diş sırıttı. Saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. “Bize bardaki olaydan bahsedecek misin acaba?” Tek kaşımı kaldırdım ve Tuna'ya döndüm. Onun da meraklı bakışlarının üzerimde dolandığını fark ettiğimde derin ve sesli bir nefes verdim. “Neyinden bahsedeyim? Adamın mallığından mı?” Gözlerimi devirdim. “Beni daha fazla sinirlendirmeyin.” Derya ayaklarını koltuğun üzerinde topladı. “Çok havalıydın be! İlk defa seni o şekilde gördüm ben. Mükemmeldin!” Yarım ağız gülümsedim. “Abartma istersen.” Tuna araya girdi. “Yine aynı şeyi söyleyeceğim ama ben sana söylemiştim.” Bakışları Deryaya döndü. “Bunun içinde deli bir canavar var. Damarına basmayacaksın.” Kafamı geriye attım ve kahkaha atmaya başladım. “Ne sandın oğlum. Adanalıyık Allah’ın adamıyık!” Bu sefer gülme sırası Tuna ile Deryadaydı. Annemin üst kattan indiğini gördüğümde gülüşüm soldu. Şimdi sana patlayacak, hazır ol! Oturuşumu dikleştirdiğimde annem üçlü koltuğa yani Tuna’nın oturduğu koltuğa geçti. Sert bakışlarını gözlerime kilitlendiğinde o konuşma başlamıştı. “Bana az önce ne yaşadığımızı anlatacak mısın?” Boğazımı temizledim. “Hayır.” Annem sinirle nefesini verdi. “Liyan! Neden öyle bir şey yaptın?” Tane tane konuşuyordu. Bakışlarımı önce Tuna'ya daha sonra Deryaya çevirdim. İkisi de aynı merakla bana bakıyordu. “İçimden geldi.” Kızım ZEN reklamındaki İCARDİ değilsin! Annen de NARA değil, düzgün cevaplar ver. Annem sinirlenmişti. “Liyan!” Gözlerini kapatıp açtı. “Bana düzgün cevaplar ver!” Derince bir nefes aldım ve koltuğun üzerinde bağdaş kurdum. “Adam bana sarkıntılık etti. Bende haddini bildirdim. Neden bu kadar sinirlendin ki?” Annem, “Sinirlenmedim. Sadece,” Duraksadı. “...sana zarar gelmesinden korkuyorum kızım. Neden beni anlamıyorsun?” Aynı konuşmayı en son babamla da yapmıştık. Burnumu kırıştırdım. “Ne alakası var anne? Ben kendimi koruyabiliyorum bak.” Kendimi gösterdim. “Sence ben korkak mıyım?” Annem hiddetle cevap verdi. “Sorun da bu! Fazla cesursun kızım. Bu cesaretin seni bitirecek diye korkuyorum.” Sinirlenmiştim. Yine de ona belli etmemeye çalıştım. “Benim için endişelenme anne.” Tuna ve Derya film izler gibi tartışmamızı izliyordu. Ayaklarımı zeminle buluşturdum ve ayağa kalktım. “Sana ben bir kahve yapayım. Fazla gerginsin.” Annem lafın altında kalır mı? “Beni sen geriyorsun Liyan.” Bakliyat dolabını açtım. “Biliyorum.” Dolaptan bardak çıkarırken Tuna yanıma geldi. “Biz artık gidelim. Annende biraz rahatlasın üstüne fazla gitme.” Tuna'ya döndüm ve kafamı salladım. Derya da yanıma geldiğinde bana kocaman sarıldı ve göz kırptı. “Ben sizi geçireyim.” Tuna ve Deryanın ardından gittim ve kapıyı açtım. İkisiyle de vedalaştıktan sonra kapıyı kapattım ve kilitledim. Tekrar mutfağa döndüğümde annem televizyonu açmış ve uzanmıştı. Bir çırpıda kahveyi yapıp anneme götürdüğümde annem çoktan uyumuştu. Çok yorulmuş olmalıydı. Kahveyi sehpanın üzerine bıraktım ve üst kata yöneldim. Yatak odasına girdim ve dolaptaki battaniyeyi kucakladım. Tekrar aşağı kata indiğimde annem horlamaya başlamıştı bile. Yavaşça üzerine battaniyeyi örttüm ve televizyonu kapattım. Kahve kupasını da elime alarak üst kata, odama çıktım. Kapıyı kapattım ve yatağımın üzerine oturdum. Kahveden höpürdeterek bir yudum aldım. İçimdeki o kuruntuyu her ne kadar göz ardı etmeye çalışsam da olmuyordu. Bence şu günlüğe tekrar bir göz atmalısın. “Bence de.” Elimdeki kahve kupasını komedinin üzerine bıraktım ve çekmeceyi açtım. “K” ve “Ş” harfleri… Defteri tekrar elime aldım ve sayfaları karıştırdım. Babamın çizdiği haritalı sayfaya denk geldiğimde duraksadım. Harita bana çokta yabancı gelmiyordu. Ayrıca bizim evimize çokta uzak değildi. Gitsek mi acaba? “Şu an onu düşünüyorum bak.” Çok düşünme bence. Gidelim ve orada ne olduğunu görelim. “Öyle mi diyorsun?” Öyle diyorum. “Ama annem aşağıda.” Uyuyor şu anda. Ve bilirsin uykusu ağırdır. “O zaman gidelim.” Hızla yatağımdan kalktım ve üzerime siyah eşofman takımımı geçirdim. Ufak bir çanta hazırladım ve içine dizliğimi, eldivenlerimi, günlüğü ve telefonumu koydum. Heyecandan dolayı ellerim titriyordu. Dolabımı açtım ve ellerime spor ayakkabılarımı aldım. Ergen zamanlarımda evden kaçmak için kullandığım o yöntemi kullanacaktım. Odama açılan balkona çıktım ve saksıların arkasına sakladığım, belli aralıklarla düğümlediğim halatı çıkarttım. Titreyen ellerimle ayakkabılarımı giydim ve çantayı sırtıma taktım. Demir korkulukların başına geldiğimde saçlarımı tepemde sıkıca topladım. Balkon kapısına tekrar döndüm ve kapıyı sıkıca kapatarak kilitledim. Halat aşağıda sarkarken birileri girebilirdi. Tekrar korkulukların başına geldiğimde derince bir nefes aldım ve halatı demire bağlamaya başladım. Sıkıca bağladım ve emin olmak için biraz geriye giderek çekiştirdim. Sağlamdı. Halatı aşağı sallandırdığımda bacaklarımı demir korkulukların üzerinden attım ve halata sıkıca tutundum. Titreyen ellerimi dizginlemeye çalışarak halata tutundum ve ilk düğümün üzerine bastım. Derince bir nefes verdiğimde aşağıya doğru inmeye başladım. Diğer düğüme ayağımı koydum ve kendi kendime konuşmaya başladım. “Şu anda çenesizlik etsen hiçte fena olmaz.” Düşüp düşmeyeceğimizi hesaplamaya çalışıyorum. “Aptal mısın? Kaç kez indim buradan bu şekilde acaba?” Çok kez indin ama uzun zamandır inmedin. Paslanmışsın kabul et! “Ben mi paslanmışım?” Başka bir düğümün üzerine bastığımda ayağım kaydı ve çığlık atmamak için kendimi sıktım. Ben demiştim! “Tamam! Haklıymışsın. Paslanmışım.” Vücudum deli gibi titriyordu. Cidden paslanmıştım. Başka bir düğüme daha bastığımda yer ile aramda çok az bir mesafe vardı. Sakin olmak adına daha derin bir nefes aldım ve halattan ellerimi çekerek atladım. Acımamıştı. Ve artık yerdeydim. Hızlı adımlarla evin etrafını dolaştım ve garaj kapısının önüne geldim. Neyse ki kapının önüne park etmiştim motorumu. Çantamı açtım ve defteri çıkarttım. Haritanın olduğu sayfayı açtım. Tekrar elimi çantanın içine daldırdığımda telefonumu çıkarttım ve kamerayı açtım. Sayfanın fotoğrafını çektim ve telefonumu tutacağa yerleştirdim. Defteri kapatarak bir çırpıda tekrar çantaya attım ve hızla çantamdan anahtarı çıkardım ve motorun üzerine oturdum. Kaskı kafama geçirdim ve elektriği açarak motoru çalıştırdım. Çok gaz vermemeye çalışarak evin önünden ayrıldım. Annemi uyandırmak istemezdim. Ana yola çıktığımda on sekiz kilometre sonra bir eve varacağım yazıyordu. Yazıyı dinleyerek yavaş bir şekilde ilerlemeye başladım.

Çok geçmeden yazının yani babamın dediği gibi ahşaptan bir evin önüne gelmiştim. Evin biraz gerisinde motorun farlarını kapattım ve yavaş yavaş ilerledim. Evin kapısının önüne geldiğimde motoru durdurdum ve anahtarı aldım. Üzerinden indiğimde evi incelemeye başlamıştım. Kaskı çıkarttım ve deponun üzerine koyarak etrafı kolaçan ettim. Tenha bir yerdeydi. Kimsecikler yoktu. Ama tuzak bile olabilirdi. Yavaş adımlarla ahşap evin verandasına geldiğimde etrafımı tekrar kontrol ettim. İzlendiğimi hissediyordum. Ama etrafta kimsecikler yoktu. Yavaş bir şekilde kapının önüne geldiğimde telefonun ekranını tekrar açtım ve fotoğraflara girdim. Haritayı açtığımda, Kapıyı nasıl açacağıma dair bir yazı aradım fakat yoktu. Telefonu kapatarak camların olduğu yere geldim ve burnumu cama yapıştırarak içeride ne olduğunu görmeye çalıştım. Etrafta ışık yokken nasıl bakmayı planlıyorsun. “Cidden neden hiç ışık yok burada?” Camdan geriye çekildiğimde tekrar telefonu açtım ve tekrar haritayı kontrol ettim. Pek bir şey yazmıyordu. Tam telefonun ekranını kapatmıştım ki omzumda bir el hissettim. Siktir! Bir şey olacağını biliyordum. Nefesim kesilmişti. Korkudan bacaklarımı hissetmiyordum. Bu kim lan? Kızım arkanı dönsene! Hareket edemiyordum ki! Tamam Liyan sakin ol! Üçten geriye sayacağım ve omzundaki eli geri savarak o her kimse yere yatıracaksın. Aynı babanın gösterdiği gibi. Tamam. Derin nefes aldım. Sakin olmalıydım. Üç, bir derin nefes daha. İki, daha da derin bir nefes. Bir! Yardır kızım Liyan! İç sesimi dinledim ve omzumdaki eli sol elimle tuttum ve geriye dönerek her kimse kolunu kıvırdım. Tanımadığım bu kişi önümdeydi ve kolunu geriye kıvırmıştım. Boşta kalan elimle ensesini tuttum ve parmaklarımla baskı oluşturdum. Sesinden bu kişinin bir erkek olduğunu anlamıştım. Ense tıraşı var aptal! Sesinden mi anladın sadece. Evet bir de ense tıraşından. Adam bir anda sesini yükseltti. “Kolumu acıttın lan! Bırak!” Ensesindeki elimle kafasını iyice öne eğdim ve sert bir sesle sordum. “Kimsin ve ne istiyorsun?” Tane tane konuşmuştum. “Önce kolumu bırak!” Çok beklersin! Arkadan geleceksin sessiz sessiz sonrada ‘Kolumu bırağk!’ “Kim olduğunu söylemezsen bırakmayacağım. Ha bir de ne istediğini.” Adam bir anda konuştu. “Ben seni tanıyorum Liyan. Babanı da tanıyordum.” Son söylediği sözcükler kafamın içinde yankılanmaya başlamıştı. Babamı mı tanıyordu? Ensesini tutan elim gevşedi ve bir adım geriye gittim. Babamı tanıyor. Bu adam babamı tanıyor.

Loading...
0%