
"Şimdi bu kadar solmuş olması vaktiyle pırıl pırıl oluşundan mıdır?"
Demir,önünde ki dosyaya şaşkınlıkla bakıyordu. Birkaç gün önce güvendiği askerlerinden birinden yeni gelen doktorun her şeyini araştırmasını istemişti. Asker, hemen ertesi gün dosyayı hazır etmişti ancak Demir işlerin yoğunluğundan yeni ilgilenebiliyordu.
Şuan da ise yüzündeki şok ifadesi ile kadının dosyasına bakıyordu;
Asıl isim: Elfida Aldinç (Birkaç yıl önce resmi olarak isim değiştirilmiştir.)
Yeni isim: Efil Aldinç
Doğum yılı:30.10.1997 (27 yıl yaşında.)
Mezun olduğu üniversite: İzmir 9 Eylül Üniversitesi
Önceki eğitim gördüğü okullar: Ankara Atatürk Anadolu Lisesi,Cumhuriyet ilk-ortaokulu
Demir,sayfaları tekrar tekrar inceledi. Doktorun tanıdık geldiğini biliyordu. Hatta onu tanıdığına da emindi ama hiç bu ihtimali düşünmemişti... Doktor, onun mavi kafası mıydı?
Dosyayı kapattı. Elfida'yı gerçi artık Efil'i en son kendi mezuniyetin de görmüştü. Elfida, Demirden iki dönem altta olduğu için o mezun olunca bir daha hiç görüşmemişlerdi. Gerçi görüşseler bile ne konuşabilirdiler ki? Tek yaptıkları kavga etmekti. Tamam, Demir onu tanımıştı ama acaba Efil de Demir'i hatırlıyormuydu? Sonuçta yıllar geçmişti. İkisi de değişmişti.
Güzelleşmiş... diye geçirdi içinden. Ama sanki eskiden heyecanla ve muziplikleri bakan o gözleri gitmişti... Yorgun gibiydi...Kendinden sonra neler yaşadığını merak etti bir an için. Sonra kafasını iki yana sallayarak kendine gelmeye çalıştı.
"Kendine gel oğlum! Yıllar geçti... Nerden hatırlasın kız?!" Kendi kendine konuşurken dosyayı en alttaki çekmecesine koyup kitledi. En azından Efil onu tanıyana kadar beklemeye karar verdi... Acaba tanısa ne tepki verir diye düşündü.
"Muhtemelen kafama çantasını falan fırlatır..." Sırıtışına engel olamadan odadan çıktı.
Onunla kavga etmeyi özlemiş olamazdı değil mi?
......
İnsanlar, kaçmaya çalıştıkları cehennemi taşırlardı içlerinde... Sahi öyle değil miydi? Yıllardır geçmişimden kaçmaya çalışmıştım. Arkamda bıraktığım ise koca bir hiçlik...Uzun yolda, tek başına duran ve arkasında her şeyi bırakmaya çalışan bir kadındım ben. Elfida'ydım ben.İsmimi babam koymuştu. Bu ismimden nefret etmem için geçerli bir sebepti. O adamın kanını taşıdığım için kendimden nefret ettiğim her salise gibi... Anneme göre ismimin anlamı rüzgarın kızıydı. Ya da belki beni ismimin kaderinden kurtarmak için uydurduğu küçük bir yalandı. Bunu bilmem imkansız... Ama bildiğim tek bir şey varki... Ben rüzgarın kızı falan değildim, ben babamın dediği gibi gözden çıkarılandım... Yıllarca uğraşmış didinmiş, çocuk yaşımda çalışmıştım. Annem henüz kardeşlerime hamileyken sarhoş babam yüzünden okuldan sonra çalışmak zorunda kalmıştım. Geceleri ise sabahlara kadar ders çalışıp annemi ve kardeşlerimi bu hayattan kurtarmak için andiçmiştim... Başarmıştım aslında, ama sadece 2 can kurtarabilmiştim o herifin gazabından...Bu kötü anılarımı diğer insanların aksine unutmak istemiyordum çünkü içimdeki acı bana annemden kalan son hatıraydı...
"Abla hadisene ya!" Rüzgar'ın sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Mısırları kaplara doldurup mutfaktan çıktım.
"Geldim be. Ne sabırsız çıktınız!" İzinli olduğum için ve günlerden cuma olduğu için tipik film gecemizi yapmaya karar vermiştik. Yalan yok bu ikisiyle takılmak gerçekten eğlenceliydi. Mısırlarla salona girdiğimde, Rüzgar koltuğun üzerinde ki Ateş'den kumandayı almaya çalışıyordu. Gülümsedim. Bu onların normal haliydi.
"Ya oğlum versene şunu!" Rüzgar, kumada için hamle yapınca Ateş de hemen geri çekildi,
"Hayır ben seçicem filmi!" Bu çocukların sesi ne ara bu kadar kalınlaşmıştı ya? Tamam ergenlik falanda bazen evde 30 yaşında adamlar var gibi hissediyordum.
"Ya bi git! Bıktım artık Avengers izlemekten! Bu gece başka bir şey izliycez!" Ateş, her film gecesinde bir yolunu bulup bize Avengers izletirdi. Kendisi tam bir Marvel manyağıydı. Biz buraya taşınır taşınmaz hemen odasına girmiş figürlerini, posterlerini ve koleksiyon ürünlerini bile yerleştirmişti.
"Aynen sana veriyimde abilik gubidik ölmüş gitmiş heriflerin hayatlarını izlet bize!"Göz devirdim. Mısırlardan birini alıp oturdum.
"Senin gibi cahil bir herifden ne beklenir ki! Nerden bileceksin sen Amy Winehouse'ı." Derin bir nefes vererek koltuğa kendini bıraktı. Ateş de zafer gülümsemesiyle koltuktan indi.
"Sabret kardeşim belki bir gün şans senden yana olurda, ki hiç sanmıyorum, senin istediğin filmi izleriz. Ayrıca banane lan ölmüş gitmiş kadından! Ölünün arkasından konuşulmaz." Rüzgar göz devirdi.
"Şansım olsa döner götüme girer kesin..." Ateş gülerken ben sağ tarafımda ki yastığı Rüzgar'ın yüzüne geçirdim.
"Kaç kere daha size küfür yasak demem gerek!" Ateş iyice sırıttı.
"Bunu sen söyleyince ciddiye alamıyoruz abla kusura bakma" Diğer yastığı da ona fırlattım.
"Ağzına öakıcam şimdi bi tane göreceksin."
"Çak be abla! bir tane de sen çak bana... hayat az çakmış gibi..." O dertli dertli konuşurken Rüzgar gülmeye başladı.
"Ne bu deli manyağın derdi?" Rüzgar'ın gülüşü büyüdü.
"Ultra mega egoist kardeşimizin tavan yapan götü zemine çakıldı da." Anlamaz bakışlar atınca Ateş dertli bir sesle konuştu.
"Red yedim red!" Ben anında kahkaha atarken Rüzgar da sesli güldü. Ateş, bize nağlet gelsin bakışları atıyordu.Gülmekten karnıma kramp girmeye başlamıştı. Ateş, bu dünyada ki en egoist insan falandı.. Beyefendi asla reddedilmiyceğine ismi kadar emindi oysaki. Sanırım gidip o kızın yanaklarından öpeceğim.
"Gerçekten sizin gibi kardeş olmaz olsun ya! İnşallah şizofren falanımdır da siz de benim hayal ürünümsünüzdür!" Gülüşüm büyüdü.
Önce biraz söylense de sonra her zamanki gibi yanıma geldi.Biz böyleydik işte. Birbirimizin tek limanı...Yavru köpek bakışları atmaya başlayınca kolumu onun için açtım.
"Gel buraya hadi gel eşşek herif" Hemen yanıma oturup sırnaşına Rüzgar'da diğer yanımdan sarıldı.Başlarını okşadım.Saçlarını öptüm. Bu ikisi olmadan bende olmazdım ki...
Çalan kapı tatlı anı bozmuştu. Kalkmak için doğrulduğum da Ateş beni durdurdu.
"Abla bu saate çalan kapıya sen mi bakacaksın?! Burda biz varken!" Göz devirdim.
"Ya bi defol git Allah aşkına. En ufak olayda beni bırakır kıçını kurtarmak için kaçarsın sen. Otur şuraya" Doğru söylediğimi anlayınca geri oturdu.
Siyah hırkamı üzerime alıp kapıya yürüdüm. Gri askılı badimin altında siyah taytım vardı. Yünlü uzun çoraplarımla tam bir uyum içerisindeydim. Hırkayı üzerime geçirip delikten bakmadan kapıyı açtım.
Gözlerim ani şaşkınlıkla büyüdü. Demir ve onun timinin tamamen sivil bir şekilde kapımda ne işleri vardı?!
...
Dünyanın en saçma 10 dakikasını geçiriyordum. Bir koltukta ben, Ateş ve Rüzgar oturuyor, karşımızda oturan Demir,Gülce ve Salih'e bakıyorduk.
"Sebebi ziyaretinizin nedenini sorabilir miyim acaba?" En sonunda konuştum. Bu saçma sessizlik sıkmaya başlamıştı. Gülce hemen gülümsedi. Üzerindeki pembe sweati ve örgülü sarı saçlarıyla inanılmaz tatlı duruyordu.
"Bizi albay yolladı doktor hanım... Aslında askeriyedesiniz sanıyorduk ama evde olduğunuzu duyunca buraya gelmek zorunda kaldık." Başımla onu onayladım.
"Ne oldu ki?" Demir'e baktım. Onun bakışları zaten bendeydi.
"Sınırda ki bir köye saldırı olmuş. Hastane de uzak olduğu için senin bizimle gelmen gerek." Saldırıyı duyunca gözlerim şokla açıldı. Salih hemen araya girdi.
"Merak etmeyin doktor hanım. Durum çok kötü değil, bu sadece kontrol" İçim rahatlamıştı. Ama sanırım Ateş ve Rüzgar aynı durumda değildi.
"Ya tekrar saldırırlarsa, ya ablam oradayken geri gelirlerse?" Tam ben açıklayacakken Gülce beni durdurdu.
"Endişelenmeyin biz ve birkaç asker daha orda olacak." Ateş bana yavru köpek bakışlarını atmaya başladı.Elimi onun yüzüne koyup kafasını diğer tarafa ittirdim.
"Şunu yapma diye kaç kez söyliycem!" Rüzgar yüzünü buruşturdu.
"Birde tatlı olsan keşke, götüm!" Hızlıca kolunu cimcikledim.Acıyla inledi,
"Rüzgar! "
"Sustum ben."Demir ve diğerleri ayaklandı.
"Yarın sabah seni almaya gelirim" Kafa salladım ama içimden pek iyi şeyler geçirmedim. Bu adamla hep bu kadar yakınmı olacaktık yani? Kapıya doğru onları uğurlarken arkamdan gelen boğuşma sesleri duydum. İki salağım içerde birbirine girmişlerdi. Vestiyerdeki terliği alıp ikisinin tam arasına fırlattım. Anında bana bakmışlardı. Tek parmağımı usulca havaya kaldırınca anında ayrıldılar. Ardından gülümseyerek Demir'e döndüm. Kapıyı onlar için açtım.
"Sabah görüşürüz.." Demir başıyla ufak bir selam verirken Salih, Gülce'nin kulağına fısıldadı.
"Vallahi terminatör gibi kadın, komutanım"
....
Son birkaç haftadır hayatımın gariplik seviyesi tavan yapmıştı. Bir anda Van'a atanmış, askeriyenin revirinde çalışmaya başlamış ve en bombası lisedeki baş belalımla tekrar karşılaşmıştım. Daha kötüsü şuan onun arbasında bilmediğim bir köye doğru gidiyordum.
Fazla göz göze gelmemeye dikkat ederek başımı cama yasladım. Onunla düzgün bir şekilde konuşmak benim lügatımda yoktu ki. Adam bana "kavga' sözcüğünü hatırlatıyordu. Bakışlarını üzerimde hissettim.
"İyimisin doktor?" Zorunluluktan kafamı ona çevirdim.
"Evet, iyiyim. Neden sordun?" Gözlerini kıstı.
"Sanki bi betin benzin attı?" Gülümsedim.
"Yoo"
Acaba eskiden de yeterince yakışıklıyken şimdi tam bir taş olan beyefendiyle aynı arabada baş başa olduğum için olabilir mi?!
İç sesimi susturdum. Böyle salak salak anlarda hep bi araya girerdi zaten.
Birkaç dakika sonra araba durunca çantamı alıp indim. Demir de arkamdan inmişti ve kocaman yardım çantasını tek eliyle kaldırmıştı. Tamam bu adama bulaşmak yok!
Onun yanıma gelmesini bekledim. Hiçbir şey bilmediğim bir köyde tek başıma gezemezdim. Üzerinde asker üniforması yokken bile oldukça yakışıklı görünen komutan bey yanıma gelince bende yürümeye başladım. Onun tek adımında benim 3 adım atmam gerektiği için biraz koşar adım yürümem gerekiyordu.
''Burda senden başka asker yok mu?" Yürümeye devam ettik.
"Birkaç er var. Bizimkilerde birazdan gelir." Kafa salladım. Yürürken biryandan da etrafı incelemeye başladım. Evlerden bazıları yıkılmıştı. Zaten genellikle tek katlı evlerdi. Oldukça küçük bir köydü. Hemen yan taraftaki orman ise oldukça büyüktü.Bazı insanlar sokaklarda ağlıyorlardı. Kucağında ufak bir bebekle sağlam bir evin önünde oturan bir kadın görünce hemen yanına koştum.
"İyi misiniz?" Kadının gözleri ağlamaktan şişmişti. Bana gözleriyle bebeği gösterince kundaktaki bebeğin yüzünü görmek için örtüyü biraz açtım. Bebeğin yüzü ve tüm vücudu kabarmıştı. Muhtemelen bebeklerde sık görülen bir şekilde isilik olmuştu. Anneyi sakinleştirmek için gülümsedim.
"Endişelenmeye gerek yok, bu her bebekte olabilecek bir durum. Merak etmeyin hemen hallederiz." Kadın yüzüme sorgular gibi bakınca açıklama gereği duydum.
"Doktorum ben." Kadının gözleri heyecanla açıldı.
"Gelin doktor hanım, Allah sizden Razı olsun. Gelin" Evin içine girince bende hemen peşinden girdim. Demir, ortalarda yoktu muhtemelen timini karşılamaya gitmişti.
Kadın bebeği koltuğa bırakınca bende bebeğin yanına yere oturdum. Kadına döndüm.
"Bana bir kap ılık su birkaç tanede temiz bez getirebilir misiniz?" Kadın hemen başını sallayıp gidince bende bebeğin üzerinde ki örtüyü açtım. Yanakları al al olan minik tatlı kız yüzüme bakarak gülümsedi. İki kardeşimde erkek olduğu için kız çocuklarına ayrı bir aşkım vardı. Bebeğin yanağını okşadım. Gülüşü büyüdü. Üzerindeki zıbınıda açtım. Hafif tombul olan karnında da izler vardı.
Kadın elinde küçük bir kap ve 3 tane bezle döndü. Üzerimdeki ceketi çıkardım. Köye geleceğimiz için hazırlıklı giyinmiştim. Altıma İspanyol paça mavi bir kot üzerime ise siyah kalın bir kazak giymiştim. Kollarımı sıvayıp bezleri suya batırdım. Bezi sudan çıkarıp hafif sıktıktan sonra bebeğin karnına serdim. Nazikçe tüm vücuduna uyguladım. Ayağa kalkıp kadına baktım.
"Bu işlemi günde birkaç kez yapın, bitmeyi kalmaz merak etmeyin. Ateşi çıkarsa da ateş düşürücü vermeniz yeterli" Kadının yüzü düştü. Evin halinden de anladığım kadarıyla durumları pek iyi değildi. İlaçları olduğunu sanmıyordum. Elimi 30 larında gibi duran kadının koluna koyup bana bakmasını sağladı.
"Siz burda bekleyin ben ateş düşürücüyü getireyim." Kadın gülümseyince bende gülümsedim. Hemen evden çıktım. Etrafa bakınınca biraz ilerde aradığım sülieti gördüm. Musa ve Salih ile beraber köyün kahvesinde ki adamlarla konuşuyordu. Yanına resmen koştum. Elinde tuttuğu çantanın yanına aniden ben eğilince şaşırmıştı.
"Naapıyorsun?" Sorgular bakışlar atarken ben çantayı kurcalamaya başladım.
"İlaç arıyorum?"
"Onu farkettim de neden deli gibi üzerime koşuyorsun doktor?" Kafamı kaldırıp dik bakışlarımı ona diktim.
"Üzerine falan koşmadım! Ayrıca niye senin üzerine koşacak mışım? İlaçlara geliyordum"
"İlaçlar bende olduğuna göre?" İlacı bulunca ayağa kalktım.
"Sana mı koşmamı isterdin yüzbaşı?"
"Bana yürümen tercihimdir doktor." Göz kırpınca yanaklarımın kızarmaya başladığını hissettim. Bilerek yapıyordu ama! Diyecek bir şey bulamayınca geldiğim gibi arkamı dönüp eve doğru yürüdüm. Arkamda ki sırıtışını hissedebiliyordum.
....
Yaklaşık 3 saattir gezmediğim ev kalmamıştı. Bir sürü çocuk ve yaşlı tedavi etmiştim. Allahtan çok ağır bir durum yoktu. Son konuşmamızdan sonra Demir'i pek görmemiştim. Onun yerini sevgili askeri Ömer kapatıyordu tabii. Saatlerdir peşimde geziyor, sürekli her şeye konuşuyordu. Bir ara onu açık açık kovmama rağmen herif oralı olmamış rahatsızlık vermeye devam etmişti.
Hava iyice kararmıştı. Teyzenin bacağınıda sardıktan sonra çantamı alıp ufak terziden çıktım. Ömer de peşimdeydi tabii ki.
"Tahmini ne zaman peşimi bırakırsın?"
"Valla emir kesin yerden doktor hanım, siz köyden sağ salim çıkana kadar ben kuyruk gibi peşinizdeyim." Ofladım. Anlaşılan götle don gibi gezmeye devam edecektik.
"Bu da benim sınavım sanırım" Ben iç çekerken o gülümsedi.
"Ama neden öyle diyorsun doktorcum?" Ses tonuna gülerek ona baktım.
"Doktorcum mu?"
"Tabii. Afedersin ama sabahtan beri götle don gibi yan yana geziyoruz yani, artık biraz samimileşme hakkı görüyorum kendimde" Bu adam zihnimi mi okumuştu yoksa kafa yapımız mı aynıydı acaba? Ona sen adam olmazsın bakışlarımı atıp önümü döndüm.
Tam o anda korkuyla etrafına bakınan ufak bir erkek çocuğu gördüm. Sanki bir şeyden kaçıyor gibiydi. Ağaçlara doğru koşmaya başlayınca peşinden gitmeye karar verdim. Tam ilerleyecekken kolumdan tutulup geri çekildim. Ömer'in bakışları da çocuğa doğru kaymıştı.
"Hayırdır nereye?" Ona çocuğu işaret ettim. Tam itiraz edecekken onu hayatımda duyduğum en saçma küfür eden amca böldü.
"Ben senin ta!..." Kahvehane de kavga çıkmıştı galiba. Ömer, beni bırakmamak veya kavgayı ayırmak konusunda ikilemde kalmış gibiydi.
"Söz hemen dönücem." Yavru kedi bakışlarımı atmaya başlayınca derin bir of çekti.
"Sakın başını belaya sokma doktorcum. Vallahi komutanım beni mahveder, o zamanda elimden çekeceğin olur!" Kafa sallayıp tatlıca gülümseyerek çocuğun peşinden koşmaya başladım.
Çocuk ormanlık alana dalınca bende peşinden girdim.
"Bekle!" Beni duymuyordu. Duysa bile o kadar korkmuştu ki tek yaptığı kaçmaktı. Uzun süre o önde ben arkada koştuktan sonra çocuk, taşa takılıp dizlerinin üstüne düştü. Ona yetişme imkanı bulmuştum. Ben üzerine gidince oturduğu yerde geri geri kaçmaya çalıştı. Elimi yukarı kaldırıp konuştum.
"Şşhh sakin ol, sana zarar vermem..." Gözleri dolu dolu bakıyordu. Yanına oturdum. Kanayan dizini görünce içim acıdı.Cebimden yara bandını çıkarıp nazikçe yarasına yapıştırdım. Güvenini kazanmaya çalışıyordum. Masmavi gözleriyle beni inceliyordu.
"Kimsin sen abla?" Gülümsedim
"Doktorum ben... İsmim Efil.. Ya sen?" Rahat bir nefes verdi.
"F-Furkan ben..."
"Söyle bakalım Furkan neyden bu kadar korktun sen? Köpek falan mı gördün?"
"Babamdan..." Dondum. Kanımın donduğunu hissettim. O tanıdık duygu beni esir almıştı.'Baba korkusu'. Bir çocuğun yaşayabileceği en ağır korkuydu. Ve ben bunu bizzat yaşamıştım.
"B-babandan mı?" Sesimin titremesine engel olamadım. Ağaçlardan gelen hışırtıyla Furkan korkuyla ayağa kalktı.
"Kaçalım abla ne olursun! Gebertir beni noğlur abla!" Yanına gittim. Aniden onu kendime çekip sarıldım. Nasıl hissettiğini anlıyordum. İstemesem de, nefret etsemde anlıyordum..
"Ben buradayım... kimse sana zarar veremez.." Etrafa bakındığımda ormanın oldukça derininde olduğumuzu farkettim. Muhtemelen Ömer, yokluğumu farketmiştir ve diğerlerine haber vermiştir diye ümit ettim. Gülümseyerek Furkan'a baktım.
"Gel hadi asker abilerin bizi bulabilmesi için belirli bir yerde bekleyelim." Başını sallayınca, elini tutup kocaman gövdesi olan bir ağacın önüne yürüdüm.
Ceketimi çıkarıp ağacın önüne serdim. Köye geleceğimiz için hazırlıklı giyinmiştim. İçimde bir tayt onun üzerinde İspanyol paça mavi pantolonum vardı, beyaz kazağımın üzerinede yere attığım ceketimi giymiştim. Furkan'ı ceketin üzerine oturtunca yanına oturdum.
"Eee anlat bakalım Furkan, kaç yaşındasın sen?" Parmaklarını kaldırıp tek tek sayınca gülüşümü durduramadım. Parmaklarını 7 tane açtı.
"6!"
"Vaay baya da büyüksün ha!" Bu sefer o kıkırdadı.
"Ya sen abla?" Dudak büzdüm.
"Ben yaşlandım artık. 27 yaşındayım.." Gözleri şaşkınlıkla açıldı.
"Senin beben var mı?" Güldüm. Genelde buralarda insanlar erken çocuk sahibi oldukları için benim de çocuğum olduğunu düşünmüştü. Kafamı iki yana salladım.
"Çocuğum yok ama 2 tane küçük oğlum var." Anlamazca baktı.
"Nasıl?"
"Yani iki kardeşim var."
"Küçükler mi onlarda benim gibi?" Gülümsedim. O iki zibidiyi özlemiştim.
"Yok o abiler senden biraz büyük ama bence sen onlardan daha zekisindir!" Kıkırdayınca bende saçlarını karıştırdım. Dikkatini dağıtmak için saçma sapan şeylerden konuşmaya başladık. Onu güldürüyor, korkmasına engel oluyordum.
....
Yaklaşık 1 saat olmuştu ama hiç ses yoktu. Ayrıca hava zifiri karanlıktı. Furkan, omzumda uyuya kalmıştı. Açıkçası benimde yavaş yavaş gözlerim kapanıyordu ama çocuğa bir şey olmaması için uykuya direniyordum. Derin bir iç çektim.
"Abla?" Furkan, gözlerini araladı.
"Hala gelmediler mi?" Ceketimi alıp onun üzerine örttüm.
"Merak etme birazdan gelirler... Korkma tamam mı?" Kolunu bana sardı.
"Sen varken korkmam... Sen beni en büyük canavardan kurtardın." Gülümsedim. Sanırım, Allah beni ablalık yapmam için yaratmıştı. Ben Furkan'ın üzerini örterken o aniden çığlık attı. Küçük parmağını bacağıma doğru tuttu.
"ABLA DİKKAT ET!" Ani acıyla çığlık attım. Bacağıma baktığımda kocaman bir akrebin bacağımın üzerinde durduğunu farkettim. Sanırım çoktan sokmuştu. Furkan elinde ki taşı hayvanın kafasına geçirince akrep sol tarafa düşmüştü. Acıyla inledim. Zehrini bacağıma bırakmıştı.
"Hay ben böyle işe..." Derin nefesler aldım. Furkan korkuyla bana bakınca gülümseyip en iyi yaptığım şeyi yaptım; acıyı gizlemek... Küçükken babamdan dayak yediğimde de Ateş ve Rüzgar korkmasın diye hiçbir şey olmamış gibi davranır, onlar uyuyunca odamda ağlardım.
"Sorun yok, sorun yok iyiyim..." Küçük mavilikleri endişe doluydu. Zehir, hızlı etki ediyor olmalıydı. Nefesimin daraldığını hissettim. Ağzıma gelen demir tadıyla öğürdüm. Furkan'ın olmadığı tarafa dönüp ağzımda ki kanı kustum. Sesim titriyordu.
"Furkan... bana bak.." dolan gözleri bana döndü.
"E-eğer bayılırsam.." soluklandım. "Burdan ayrılmak yok tamam mı?" Başını hızlıca salladı. Ufak elini elime bastırdı.
''Ben seni bırakmam ki abla..." Gülümsedim. Dudaklarımdan akan kanla başımı geriye yasladım. Oldukça zehirli bir akrep olmalıydı. Ama burda ölemezdim... Ben de gidersem Ateş ve Rüzgar ne olurdu? Direnmeye çalıştım. Kapanan gözlerimi açık tutmaya çalıştım.
Birkaç dakika anca dayanabilmiştim. Gözlerim kapanırken Furkan'ın sarsışlarını ve bağırışlarını duydum.
"Abla geldiler dayan! Buradayız asker abiler!" Son gördüğüm şey ise bana doğru koşan insanlar ve tanıdık sesti.
"ELFİDA!"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |