
“Ya bir yol bulacaktım ya da kendi yolumu kendim inşa edecektim..”
Koşar adımlarla eve doğru gitti genç çocuk. Kendine bir numara büyük gelen ayakkabılarla koşmak bir hayli zordu, sürekli tökezleyip yere savruluyordu ama tek bir damla gözyaşı dökmeden geri kalkıyordu. İki katlı, dışı tatlı bir mavi renkte olan evlerine doğru yaklaştı. Ev dışardan mükemmel görünsede içerisi bir cehennemdi…
İçeride ki bağırış sesleri tüm mahalleyi ayağa kaldırmıştı. Evin içinden çocukların çığlık sesleri ve evin annesinin bağırışları, yalvarışları hiç kesilmiyordu. İnsanlar ise bu yakarışlara karşı sadece dışarıdan izlemeyi uygun görüyorlardı…
Şafak henüz genç yaşına rağmen cesur adımlarla insanların arasından geçip evine yürüdü. Sabah babası yine eve sarhoş gelmişti ve rutini olan bir şekilde önce karısına sonra kızına dalaşmıştı. Ama bu sefer işler iyice karışmıştı. Babaları Yıldırım Aldinç, kumarda tüm parasını kaybetmişti ve bunu kendisine yedirememişti. Bu yüzden hep sığındığı şeye sığınmıştı; uğursuzluk. Onun için uğursuzluk demek kızı demekti. Kız çocuğu, uğursuzluktu ve tüm parasını o kız yüzünden kaybetmişti.
Eve gelir gelmez sarhoş bir şekilde Elfida’nın odasına dalmış, uyuyan kızı saçlarından tutup yere fırlatarak uyandırmayı tercih etmişti. Elfida, okulda ki arkadaşlarının babalarıyla olan ilişkilerini hep dinlerdi ancak bu sadece dinlemekle sınırlı kalırdı. Sahip olmadığı bir şeyi hayal etmek zorundaydı. Onun hiç anlatabilecek bir babası olmamıştı. Bahar Hanım, ikizleri odaya kitleyip hemen kızının odasına koşmuştu ama geçti. Yıldırım, çoktan küçük kızın dudağını patlatmıştı.
“Yıldırım yapma! Yalvarırım yapma!” Kadın, kocasının koluna yapıştı ama adam onu da tek hamleyle geriye fırlattı.
“Sen karışma! Madem bu aileye doğdu, getirdiği uğursuzluğun cezasını çekecek!” Küçük kız iç çekere ağlıyordu. Henüz 10 yaşındaydı ama çoğu şeyi anlayabiliyordu.
“Ben istemedim ki…Ben istemedim…Baba…” Karnına yediği tekmeyle susmak zorunda kaldı. Aniden küçük kızı kolundan tutup kaldırdı. Kızına bedel ödetmek istiyordu. Kızı çeke çeke mutfağa kadar yürüttü. Hep yaptığını yapacaktı; yakacaktı.
Bahar, kızının peşinden koştu. Mutfağa tam arkalarından girdi. Kocası ocağı yakmaya uğraşırken Elfida başına gelecekleri bildiğinden direnmeye çalışıp yalvarıyordu. Bahar o anda bir karar vermesi gerektiğini biliyordu. Bugüne kadar hep kaçmayı seçmişti. Ne kocasından boşanabilmişti ne çocuklarını koruyabilmişti. Eğer boşanırsam toplum içinde ki olan baskılara dayanamam diye düşünmüştü hep. Lakin böyle yaşamak bin kat daha zordu. Kararını o anda verdi. Kızını yeterince ezdirmişti. Tezhagtaki ekmek bıçağını eline aldı. Adamı omzundan sertçe ittirdi.
“BIRAK KIZIMI!” Yıldırım, neye uğradığını şaşırmıştı. Karısını ilk defa böyle görüyordu. Psikopatça sırıtırken Bahar, Elfida’yı arkasına çekti.
“Vay vay! Bahar hanıma bak hele!” Bahar, titreyen elindeki bıçağı ona iyice doğrulttu.
“Uzak duracaksın! DEFOL EVİMDEN!” Yıldırım, umursamadan ona doğru yürüyünce birkaç adım geri gittiler. Elfida, korkuyla annesine yapışmış ağlamaya bile korkuyordu. Tam o an da içeri girdi genç Şafak.
”ANNE! YAPMA!” Bahar’ın bakışları oğluna döndü.
”Geride dur Şafak!” Bıçağını korkusuzca Yıldırım’a doğru salladı. Yıldırım ise kadına gelmeye devam etti.
”Sen mi kocanı tehdit edeceksin Bahar? Sen kocana kıyamazsın ki.” Kadına yaklaşıp bıçağı tutan elini tuttu. Kendine biraz daha yaklaştırdı.
“Hadi. Yapabiliyorsan yap karıcığım,” Bahar’ın elleri titriyor ve gözyaşları akıyordu.
“Yapma ne olursun Yıldırım…” Adamın sırıtışı büyüdü. Aniden bıçağı kadının elinden çekip aldı ama hâlâ bıçağı Bahar’a tutturuyordu. Bahar’ı kendine çekip aniden bıçağı boğazına dayadı.
“ANNE!” diye çığırdı çocuklar. Yıldırım ise bıçağı karısının derisine sürtmeye başladı.
”Eğer yapamayacaksan bu bıçağı hiç çekmemeliydin karıcım.” Bıçağı sertçe kaldırıp kadının boynuna tek hamlede sapladı. “Çekilen bıçak birine saplanmak zorunda! Üzgünüm karıcığım..” Kadının boğazından kanlar fışkırmaya başlarken çocukların çığlıkları dayanılmaz bir hal aldı. Yıldırım,kadını kollarının arasında bırakıp yere düşmesine izin verirken gülümsedi.Koşarak kapıya çıkıp yardım çığlıkları attı, karısının intahar ettiğine herkesi inandırdı.
Elfida, koşarak abisine sarıldı. Şafak küçük kızın başını göğsüne yaslarken annesinin ölü bedenine bakıyordu. Kadının ağzından tek bir fısıltı çıktı ancak ikiside duydu.
“Birbirinize emanetsiniz…” Ve ardından Bahar Aldinç, sonsuzluğa gözlerini yumdu.
…
Karşımda ki tanıdık, acı verici yüze odaklandım. Sanki saniyeler için de geçmişde ki tüm olaylar gözümün önünden film şeridi gibi geçmişti. Ben koridora çıktığımdan beri derin bir sessizlik vardı. Ölüm sessizliği… Tüm bakışlar abim ve benim aramda gidip geliyordu. Düşünmek istemiyordum, şuan bana acı veren en büyük şey karşımdayken düşüncelerimle de kendime acı çektirmek istemiyordum. Sanki ayaklarımdan çivilenmiştim olduğum yere. Tüm vücudumu saran iğrenç acı dalgasına dayanmak zordu. Gözlerim dolarken ağlamamaya sessiz bir yemin ettim.
Bir adım daha attım. Daha dik durmaya özen gösterdim. Değişmişti. Gerçi onu en son gördüğümde genç bir çocuktu, şimdi ise gerçek bir ağabey gibi olmuştu. Boyu zaten hep benden uzundu. Hâlâ da öyleydi. Teni hatırladığım gibi bembeyazdı. Hep özenirdim abimin bu bembeyaz tenine. Kumral saçları çok uzun olmasada düzenliydi. Asla dağınıklığa tahammülü yoktu. Yüz hatları büyüdüğü için keskinleşmişti.Ela gözlerinde ise gördüğüm tek şey; yorgunluktu. Tıpkı benim onu süzdüğüm gibi o da beni süzdü. En son beni gördğünde 12 yaşında bir çocuktum. Elbette şaşırmıştı. Derin bir nefes çektim.
”Ne işin var burda?” Ateş ve Rüzgar iki yanımda durmuş anlamaya çalışıyorlardı. Onlara gerçekleri hiçbir zaman söyleyememiştim. Ne abimin bizi terkettiğini ne de babamızın,annemizi öldürdüğünü. Annemizin ve babamızın bir kaza sonucu öldüklerini düşünüyorlardı. Abimin ise sadece gittiğini söylemiştim. Onlarda hiç neden diye sormamışlardı.
“Senin için geldim…Sizin için…” Ağzımdan küçük bir hah nidası döküldü. İşlerin ciddileşeceğini tahmin eden Demir rahatsız olacağımı düşünüp Ömer ve Oğuz’u kaş göz işaretleriyle gönderdi.
“Bizim için ha!? Bizim için.!” Öfkeyle güldüm. Sakin kalmak istiyordum ama içimdeki çıkmaya hazır öfke dolu tutmak pek kolay değildi. Bir adım öne atınca yerimde kaldım. Ondan kaçacak halim yoktu.
“15 yıl sonra mı aklına geldik!” Öfkeyle, nerde olduğumu umursamadan bağırdım. Abim de sakin kalmaya çalışıyordu. Onun her hareketini ezbere bilirdim.
“Elfida dinlesen bi..”
“Efil! Ablamın adı Efil!” Ateş’in sert çıkışı onu kesti. “Gerçi doğru sen nerden bileceksin ki? Kusura bakma unuttum bir an için abimiz olmadığını!” Beni koruma iç güdüsüyle çıkışmıştı.İkisi de abimi hiç tanımıyordular ama bence benim tanıdığım Şafak Aldinç onlarada abilik yapmış olsa çok severlerdi. Biz aileye hasret çocuklardık, hep 3 kişiydik. Aileden gelen bir kişi bile bizim için pahabiçilemezdi.
Abimin gözleri yüzüme kaydı. Şuan sargılı ve morarmış burnumla pek iyi görünmediğimi kabul ediyordum. Ona en ters bakışlarımı attım. İç çektim. Zor bir karardı. Bir yanım çekip gitmek istiyordu, içimdeki çocuğun kırgınlığı batıyordu. Diğer yanım ise kalıp dinlemek istiyordu,özlemle dolu yanım. Avuçlarımı sıktım. Tırnaklarımı derime batırdım. Ardından Ateş ve Rüzgar’a baktım.
“Doğruca ev gidin.” İkiside şaşkınlıkla baktı.
”Abla saçmalama!” İlk çıkışan Rüzgar oldu. Pek konuşmasa da aslında içimizde en öfke dolu olan oydu. Tek bir kıvılcım onu ateşlemeye yeterdi.
”Rüzgar!” Sesimi yükselttim. Onlara ciddi ciddi bağırmaktan nefret ediyordum ama başka şansım yoktu. “Eve gidin dedim. Tartışmaya açık bir şey bırakmadım.” Ateş, Rüzgar’ı kolundan tutup çekti. İkisi bakışları bizdeyken yanımızdan geçip gittiler. Tekrar abime baktım.
“Sana burdan kaç demiştim Elfida… Neden hâlâ burdasın?”
“Senin lafınla hareket edeceğimi sana tam olarak düşündüren ne!?”
Abi falan dinlemiycem dalıcam şimdi bu herife!
“Kızım sen manyak mısın!” En sonunda sabır taştı. “Öldürecek diyorum! Seni arıyorlar diyorum! Sen ne yapıyorsun!? İnada bindiriyorsun Elfida!” Bana sürekli Elfida demesi sinirlerimi kökünden koparıyordu.
“Şunu söyleyip durma takılmış plak gibi! Ayrıca hangi devirdeyiz ya!? Adam gelip pat diye beni öldürcek bende embesil gibi buna izin mi vericem?” Göz devirdi.
“Aynen! Kesin engel olursun sen tüm polisin, jandarmanın peşinde olduğu adama! Kesin yaparsın sen!” Beynim abimle didişirken tamamen işlevini yitiriyordu. Ağzımdan çıkanlar hiç düşünmeden çıkıp gidiyordu.
”Sanane ya! Git işine baksana sen! Sen mi koruyacaksın beni? İlk fırsatta kaçıp gidersin!” Sustu. Haklıydım, biliyordu. İç çekti.
“Özür dilerim..” Ağzından sadece 2 kelime çıktı. Beni ikna etmeye yetmezdi. Belki duymak istediğimde bu değildi ama gözyaşlarımın akmasına yetti. Bunu istemiyordum. Bağırsın, çağırsın, neden gittiğine, gitmek zorunda kaldığına beni ikna etsin istiyordum. O ise kabulleniyordu.
“KABULLENME!” Açıyla bağırdım. “İkna et beni! Ama terk edildiğimi bana kabullendirme abi…” Dengemi yitirdim bir an için,birisi tuttu ama görmedim. Gözyaşlarım aktıkça aktı. “Yapmadım de… Seni bırakmadım de ama kabullenme!” Hıçkırıklarımı tutmadım. Şuan burada güvenmeyeceğim biri yoktu. Dizlerimin üstüne kendimi bırakırken beni tutan kişi düşüşümü yavaşlattı.
“Gitme diye yalvardım sana…Beni bırakma diye…Gözlerine baktım abi. Beni görmedin bile…” Abimin sert yutkunuşunu duydum. Ellerimin titremeye başladığını hissettim. Bir an için tüm sesler karıştı. Başımı taşıyamadım ve kendimi geriye doğru bıraktım.
….
Adımları tüm askeriyeyi inletecek kadar sertti Demir’in. Büyük postalları artık onunla bir bütün olmuş gibiydi. Albayın odasına hızlı adımlarla ilerledi. Şehitlerin fotoğraflarının yanından geçerken bir bakış attı. Neden burda olduğunu bir kere daha hatırladı.
Önce vatan,Demir! dedi kendine. Yapacağı şeyden kararsızdı. Aylardır aradıkları teröristten sonunda bir iz bulmuştu; Halis Zandi. Sınırdaki köylere saldırıp insanları öldüren bir it. Genç çocukları kaçırıp yanına alıyordu. Her seferinde tam yakalamak üzerdeyken kurtuluyordu. 9 canlı bir şerefsizdi.
Aklına gelen kadınla adımları yavaşladı. Onu o hastane odasında bıraktığı için gergindi.Anlam veremediği şeyler vardı. Halis, neden doktoru istiyordu mesela?Bunun Elfida’nın babasıyla ne ilgisi vardı? Yüzünü sıvazladı. Aklı fazlasıyla karışıktı.
Birkaç dakika sonra kararsızlıkla Ferhat Albayın odasına girdi. Tüm olanları en ince detayına kadar anlattı. Albaydan ise duyduğu tek bir şey vardı.
”Yapacağımız tek bir şey var Demir Yüzbaşım! Eğer o piçi yakalamak için Efil Doktoru kullanmak zorundaysak, kullanacağız! Unutma, önceliğimiz vatan!” Ferhat Albay, onu anlayabiliyordu. Efil’i ilk gördüğü an kanı kaynamıştı. Kadının gülümsemesi insanın içindeki tüm buz dağlarını eritiyordu.Doktoru yem olarak kullanmaları gerektiğini ikiside farkındaydı. Böyle de olsa Ferhat Albay tüm gücünü kullanarak Efil’i koruyacaktı.
“Emredersiniz komutanım!” Demir, başıyla selam verip odadan çıktı. Adımları onu bahçeye sürükledi. Kafası dolmuştu. Kendini son 1 aydır hiç olmadığı kadar mutlu hissediyordu. 17 yaşında ki Demir gibi… Elfida, hiç değişmemişti. Hâlâ aynı katır inadı vardı en azından.Kendisine kafa tutarken ki hâllerini düşününce dudakları kıvrıldı. Çok sık gülüyordu bu aralar. Kızın gülüşü aklına gelince kendi gülüşü de büyüdü.
Sırf o gülüyor diye güler miydi insan? Güler…dedi kendine. Kafasını kendine gelmek içim iki yana salladı. Yapamazdı. Şuan olmazdı.Hep yaptığı gibi banka oturup sigarasını mavi çakmağıyla yaktı. Derin bir nefes çekti. Kararını verdi; Feda etmek zorundaysa edecekti…
…
Başımda ki inanılmaz acıyla gözlerimi açtım. Şaşkınlıkla doğrulmaya çalıştım. Çok iyi tanıdığım ama olmaman gereken bir yerdeydim. Hızla doğruldum. Üzerimde ki uzun beyaz elbisenin eteğine basınca tökezledim bir an için. Etrafıma baktım. Lisemin bahçesiydi burası… Yıllarımı geçirdiğim okul. Benden her şeyimi alan okul. Elbisem hafif esen rüzgarda dalgalanırken bahçede yürüdüm. Yüzümde buruk bir tebessüm belirdi. Yüz binlerce anım vardı burda.
”Yavrum…” Arkamdan duyduğum naif sesle yavaşça döndüm.
”Anne…” Her seferinde olduğu gibi annem gelmişti. Gülümseyerek yanıma geldi. Üzerinde yaşarken çok sevdiği ve öldüğü günde üzerinde olan sarı çiçekli elbisesi vardı. Yanıma gelip elimi tuttu. Sadece elimi tutardı. Gözlerim doldu.
”Anne çok özledim…” Gülümsedi. Elimden tutup beni arkadaki banka götürttü. Oturunca bende yanına oturdum. Yüzünü defalarca inceledim. Ezberimi tazeledim.
“Elfida…” İsmimi duymayı sevdiğim tek kişiydi. “Abini sana ben yolladım…” Kalbim tekledi. “Seni koruyacak…Artık tek değilsin kızım.” Gözyaşlarım aktı.
“O beni terk etti..” Şikayet eden küçük bir çocuk gibi burnumu çekip söyledim. Elini uzatıp gözyaşlarımı sildi.
“Abiler de hata yapabilir,kuzum… Bak geldi ama değil mi? Geç de olsa geldi.” Kafa salladım. “Birbirinizi bırakmayın. Bu dünyada birbirinizden başka kimseniz yok yavrum…Affet abini. Ayrıca artık sadece abin yok.” Kafamla onayladım. Dediklerini aklıma kazıdım. Karşı çıkıp annemi üzemezdim. Yavaşça ayağa kalkınca elinden tuttum.
”Anne gitmesen olmaz mı? Bir kerelik kalsan… Beni sen korusan olmaz mı?” Gülümsedi tekrar. Yaşarken hep ağlardı. Öldüğünde ise sadece gülümsüyordu. Yanıma yaklaştı. Elini sol göğsüme koydu.
“Ben sizi hep koruyorum kızım… Sadece siz göremiyorsunuz.”
Gözlerim aniden açıldı. Tekrar hastane odasındaydım. Sanırım uzun süredir uyuyordum. Soluklandım uzunca bir süre.Sağ tarafıma döndüğümde yanımda ki koltukta uyuyan Demir’i gördüm. İstemsizce gülümsedim. Sessizce kalkıp dolaba yürüdüm. İçinden bir battaniye aldım. Hava soğuktu ve bu inat herif hâlâ kısa kollu giyiyordu. Parmak ucumda yürüyerek yanına geri geldim. Üzerine nazikçe örttüm. Tam yatağıma dönecekken aniden bileğimden yakaladı. Dengemi kaybedince dizinin üzerine düştüm.
Adam asker! Kuş uçsa hisseder.
“Napıyosun kızım ya aklımı aldın!” Diye çıkıştı. Sonra muhtemelen dizinin üstünde oturduğumu farketti. Yutkundu. Hızlıca kalktım.
”İyilik de yaramıyor ya! Donup geberme diye üstünü örttüm alt tarafı! Sanki bomba attık!” Yatağıma telaşla, ne yapacağımı bilmez bir şekilde oturdum.
“Keşke bomba atsaydın da şu dırdırı duymadan geberip gitseydim.”
Elim ayağıma karışmıştı. O da doğruldu yavaşça. Garip bir sessizlik oldu.
“Ne zaman uyandın sen?”
“Az önce.” Kafa salladı. Garip bir ortamdı. Aklıma gelenleri telaşla sordum.
“Abim nerde? Gitti mi?” Başını iki yana salladı.
“İşi çıkmış itin.Kendisi gelene kadar da beni buraya dikti.” Gözlerimi kıstım.
”Bir dakika bir dakika sen abimi tanıyor musun?” Ayaklarımı yatağın ucundan sallandırdım. Demir, saçını düzeltirken umursamazca konuştu.
”Abini tanımayan mı var sanıyorsun?” Göz devirdim.
”Evet. Muhtemelen ben.” Yandan bir bakış yedim. Bu bakışı biliyordum. Salaksın bakışı.Ayağa kalkıp üzerini düzeltti.
“Bunu senin salaklığına veriyorum. Şahsen benim abim çoğu kişinin tanıdığı ünlü SAT Komandosu Şafak ALDİNÇ olsa bilirdim.” Gözlerim şokla açıldı.
”SAT mı!?” Komik tepkim onun gülmesini sağladı. Başımı iki yana salladım. “Bence karıştırıyorsun. Abim yüzme bile bilmezdi. Kaç kere boğuldu. Üstelik leğende.” Minik bir kahkaha attı. Ceketini aldı. Sanırım gidiyordu.
“Vay anasını ya.” O kapıya yürürken ben hâlâ kendi kendime konuşmaya devam ettim. “Ne hayırlı aileymişiz ya!” Kapıyı açtı.
“Benim nöbet burda biter doktor. Sakın abin gelene kadar düşüp bayılma! Başıma kalırsın.” diyip hızlıca çıkarken arkasından attığım yastık yere düştü.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |