Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9.Bölüm: "Dudakların Zarif Buluşması."

@namelesswoman

Selaam, siz istediniz ve ben yazdım ♡ İlgiyle kitabımı takip etmeniz beni çok mutlu ediyor, bu arada kitabı 53 bölüm yazmayı düşünüyorum. Anlamlı olsun diye shdwax Hepinize iyi okumalarr 💖

...

"İlk "O" kulda sınıfta kaldım ben.

Sonrası mâlum; hâlâ "O" kuldayım..."

 

İlkbaharı içimde taşıyordum ben, şimdi sonbahara dönmüş ve yaprak döküyordum. Bir bir dökülen o yapraklar asfaltı yalayıp geçerken ne zaman doğacağımı düşündüm. İlla ki bir sene beklemem mi gerekirdi, kısaltmanın bir yolu yok muydu? Bazı şeyleri değiştiremezdiniz. Güneş hep doğudan doğardı mesela, tam tersinin olması için kıyameti beklemeliydiniz. İşte bende onu bekliyordum, kıyametimi. İnsan, bir çift göze vuruldu mu diğerlerine kör oluyormuş, bilemedim. Ya da biliyordum da, kabullenemedim. Bazı kabullenişler acıyla son bulurdu. Görmezden geldiğiniz hisler, birikir ve bir şekilde tezahür ederlerdi. Öyle de olmuş, hislerim birikmiş ve Tanrı'nın sihirli suyu olarak yanaklarımdan akmıştı.

Evet, ağlıyordum.

Birkaç gündür yaptığım tek şey, odama kapanmak ve sadece ağlamaktı. Bir yandan da hâlime acıyor ve kendime kızıyordum. Tanrım, madem olmayacaktı; neden olur gibi olmuştu?

Meriç'in doğum gününe gideceğim o gün, yüzümden düşen bin parça olduğundan ve sıfır moral yüzünden çocuğun da modunu düşürmüş, kötü bir doğum günü geçirmesine sebep olmuştum. Bir de o sebeple vicdan azabı çekiyordum. Kimseyi kendi özel, kalp meselelerimden dolayı bir şeylerden alı koyamazdım. Sesli bir nefes verdim ve saçlarıma bir çekidüzen vermek için banyoya attım kendimi. Aynadan kendime baktığımda, baktığım o kişinin ben olmadığına yemin edebilirdim. Sadece birkaç gün içerisinde nasıl bu kadar dağılmış olabilirdim? Aynada gördüğüm yüz, beni acıya daha çok buladı ve gözlerim tekrardan yaşardı. Ben bunu hak etmiyordum. Beni nasıl yüz parçaya ayırabildin, hani sen kalp ilacımdın?

Kalbim ağrıyor Barış.

Saçımdaki tokayı ellerimle çektim ve üstten sıkı bir balerin topuzu yaptım. Ardından yüzüme soğuk su çarparak kendime gelmeye çalıştım. Havluyla ıslaklığı kurulayarak odama giderken telefonumun bildirim sesini duymuştum. Hızlı adımlarla kendimi yatağıma attığımda arayanın Meriç olduğunu görmüş ve kendimi kötü hissetmiştim. Birkaç dakika bekledim ve telefonu tekrardan elime alarak rehbere tıkladım. Ardından Meriç'i aradım. Bir, iki defa çaldıktan sonra sesini duydum. "Cemre, nasılsın? Merak ettim seni. Umarım hâlâ moralin bozuk değildir. O gün, çok kötü gördüm seni ve aramadan duramadım."

Asıl benim, seni aramam gerekirken sen mi beni arıyordun ve üstüne beni mi düşünüyordun? Bir erkeğin karşısında bu kadar düşüncesiz olamazdım. Bu ben değildim, olmamalıydım. Araya çok zaman koymadan konuşmaya yeltendim. "Meriç, ben çok özür dilerim senden. Kendi meselelerim yüzünden yılda bir defa olan doğum gününün içine ettim. Ben... Gerçekten özür dilerim. Umarım beni affedebilirsin."

"Saçmalama Cemre, o nasıl söz? Sen benim için çok değerlisin. Hayatta öyle şeyler düşünme. Bu arada, buluşmak ister misin? O gün curcuna yüzünden çok soramadım sana. Belki içini dökmek istersin, ne bileyim konuşuruz işte." Ona Barış'tan asla bahsedemezdim ama şu an birine içimi dökmeyi çok istiyordum. Ayrıca kendimi kötü hissettiğimden ona doğum gününün telafisi adına bir şeyler götürmeliydim. Bu, iyi bir fırsat olabilirdi. "Aslında çok iyi olur, biliyor musun? Sanırım, konuşmaya ihtiyacım var."

"O zaman bizim dükkanın yanındaki kafede buluşuyoruz."

"Olur, bi' on beş dakikaya orada olurum."

"Tamamdır, anlaştık. Görüşmek üzere o zaman."

"Görüşmek üzere!" Telefonu kapattığım anın saniyesinde tek hamlede yataktan zıplayarak kalkmış, kendimi dolabımın karşısına atmıştım. Bu buluşma, biraz olsun içinde bulunduğum durumdan sıyrılmama sebep olabilirdi. Dolabımın kapağını açarak rastgele bir şeyler elime geçirdim ve hızlıca giyerek alt kata indim. Merdivenlerden inmemle annemin sesini duymam bir olmuştu. "Yine nereye gidiyorsun? Ayrıca geçen birkaç günün hesabını da vermedin. Başını alıp gitme huyunu nereden aldın sen, anlamıyorum ki." Haklıydı, kızmakta o kadar haklıydı ki karşısında kendimi savunacak hiçbir şey bulamıyordum. "Özür dilerim anne, arkadaşımın doğum günü vardı ve bende unutmuştum. Simge, arayınca söyledi. Apar topar aceleyle çıkınca size söylemeyi unuttum."

"Tamam tamam, affettim. Bende diyordum ki bu kız bize haber etmeden bir iş yapmazdı. Şaşırmıştım ve endişelendim de. Gece yarısı eve mi gelinir?"

"Annem benim ya..." Yanına gittim ve yanağından bir tane öperek adımlarımı partmontaya yönlendirdim. "Seni seviyorum, kendine iyi bak! Geç olmadan gelirim."

"Tamam kızım, bende seni seviyorum. Dikkatli ol." Kocaman gülümsedim ve kapıyı arkamdan çekerek dışarıya çıktım. Güzel ve mutlu bir aileye sahip olmak, herkese nasip olacak bir şey değildi. Durumumuz çok iyi olmamasına rağmen annem ve babam beni her şeyde desteklemiş ve arkamda durmuşlardı. Haklarını bir ömür ödesem, yine bitiremezdim.

Meriç'in bahsettiği kafe, evimize çok yakındı. Bu yüzden metrobüs ya da dolmuş kullanmak zorunda kalmayacaktım. Zaten toplu taşıma kullanmaktan da nefret ederdim. Gideceğim yere yürüyerek gitmek, temiz hava almak hep ilk tercihim olurdu. Bi' beş, on dakikalık yürümenin ardından kafenin girişine gelmiş ve biraz soluklandıktan sonra içeriye girerek boş bir masa bulmuştum. Burası, şık ve zarif bir yerdi. Bol ışıklandırılmış, altınla kırmızının muhteşem uyumunun yakalandığı hoş bir kafeydi. İçerisi mis gibi kahve kokuyordu.

Çantamı hemen yanımdaki sandalyeye koydum ve üstümdeki sweatshirti düzelterek tam olarak yerleştim. Kısa süren bir bekleyişin ardından Meriç'te gelmiş, ellerimi havaya kaldırarak beni görmesini sağlamıştım. Buraya, masaya doğru geliyordu. "Hoş geldin Cemre!"

"Asıl sen hoş geldin Meriç. Buyur, otur." Elimle sandalyesini gösterdim ve o da vakit kaybetmeden çekerek yerine yerleşti. Üstünde beyaz bir gömlek vardı ve sade olmasının aksine çok şık görünüyordu. O, gerçekten güzel bir adamdı. Bunu yüz hatlarından anlayabiliyordum. Bir kızı kıskandıracak raddede güzel bir burna ve dolgun dudaklara sahipti. Keskin çene hattı ise erkeksi bir görüntü katıyordu. "Ee, nasıl oldun?"

"Biraz daha iyi. Sanırım, gerçekten de biriyle konuşmaya ihtiyacım varmış." Gerçekten de öyleydi, bir an olsun... Sadece küçük bir an, Barış'ı bilinç altıma itmiştim. Ya da bilmiyordum, belki de ben öyle zannediyordum. "Yaa... O zaman çok iyi oldu bu."

"Evet, bu arada şey..." Çantamdan küçük bir hediye paketi çıkartmış ve ona, Meriç'e doğru uzatmıştım. "Lütfen bunu kabul et, kendimi çok kötü hissediyorum."

"Cemre..."

"Lütfen..." Avuç içini yukarıya çevirmiş ve paketi oraya bırakmıştım. Çam sakızı, çoban armağanı... Siyah, şık bir saatti. Kafamı kaldırıp sandalyemi çekmek için arkama döndüğümde gördüğüm şey yüzünden dona kalmış, zar zor nefes alır hâle gelmiştim.

Barış, buradaydı.

Aradan bir dakika geçmişti ve ben hâlâ dönememiştim. Gözleri benim gözlerimde buluştuğunda o da şaşırıp kalmış ve gözlerini kısmıştı. Ah, lütfen gözlerini bir an önce üstümden çek. Yoksa sonum olacaksın. "Cemre!" Meriç'in sesini duyduğumda dünyayla olan bağlantımı yeniden sağlamış ve kendime gelmiştim. Seri şekilde arkama döndüm ve sandalyeyi çekerek yerime oturdum. "Kusura bakma, gözüm bir şeye takıldı da. Şey... Bi' lavaboya gidip gelebilir miyim müsaadenle?"

"Müsaade senin tabii ki de." Alelacele yerimden zıplamış ve lavaboya kendimi zor atmıştım. Birkaç gündür ağlamama sebep olan ve boğazıma oturan o yumru, kendini tekrardan göstermiş ve beni zorluyordu. Bir an olsun, küçük bir an... Seni unutmuştum. Neden karşıma çıktın ki?

Elimi kalbime götürdüm ve gözlerimi kapattım. Kalbim ağlıyordu. Kan diye akıttığı şey, belki de gözyaşlarıydı. Onu özlemiştim, hem de o kadar çok ki... Bir yandan da kırgındım. Beynim, onu asla affetmememi söylüyordu. Sen bir şey yapmadın, o yanlış anladı.

Arkamdan açılan kapı, sırtıma vurmuş ve kendimi hızlıca öne doğru atmıştım. Kendi hatamdı, herkesin girdiği bir lavabo da kapıya yaslanarak durmamam gerekiyordu. Ben... Hiç iyi değildim. Önüme döndüm ve gözlerim bir çift kahverengi gözle buluştu. "Ne!" Ağzımdan sesli bir çığlık kopmuştu. Barış... Kadınlar tuvaletine girmişti.

Sırtını kapıya yasladı ve eliyle kurpu arkadan bastırdı. "Ne mi? Ne mi?" Üstüme doğru yürümeye başlamıştı. Korku, bedenime hızlıca nüfuz ediyordu. Ayakkabıları, spor ayakkabılarımın tam önünde durdu. "Lütfen, dur."

"Asıl sen dur!" Ellerini havaya kaldırdı ve sertçe yumruk yaparak tekrar indirdi. "Sevgilin olduğunu söylemen yetmezmiş gibi bir de birileriyle mi buluşuyorsun? Tahmin edeyim, buluştuğun lavuk da sevgilin."

"Barış, neler diyorsun?" Gözlerim dolmuştu ve kalbim ağrımaya başlamıştı. "Daha kendini bile savunamıyorsun sen. Aciz, zavallı insanın tekisin!"

"Sus artık!" Seslice bağırdım ve bağırdığıma inanamayarak ellerimi ağzıma götürdüm. Tuzlu su yanaklarımdan kaydığında yüzümü sızlatmıştı. "Sen... Beni paramparça ettin! Sana nasıl..." Elimi havaya kaldırdım ve devam ettim. "Nasıl yandığımın farkında bile değilsin! Sevgilim falan yok benim, her şeyi yanlış anladın! Meriç, benim dostum ve buluştuğum kişi de o! Senin yüzünden çocuğun doğum gününü mahvettim. Kahretsin, karşımda gözlerinin içine bakarken bile kayboluyorum!" Burnumu çeke çeke konuşuyordum ve hissettiğim acı, göğsümü yakıyordu. "Kalbim ağrıyor..."

"Cemre..." Siyaha çalan gözler, tekrardan bal rengine dönmüş ve hiddeti yerini sakinliğine bırakmıştı. Kulaklarının hemen önünden başlayan damar, şimdi biraz olsun sönmüş ve sesli bir nefes vermişti. Ne olduğunu anlayamadan elini belime attı ve kendisine doğru çekti. Cılız bedenim, heybetli vücuduna çarptığında sendeledim ve o an bir şey oldu.

Dudaklarını nazikçe dudaklarıma bastırdı.

Baskısını ve erkeksi kokusunu hissettiğimde nefesim durdu, göğsümden aşağıya sıcak bir sıvı aktı. Hayat durdu ve ben o an, oradan hiç çıkmak istemedim.

...

Loading...
0%