Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. BÖLÜM: CEYLAN!

@nasende

Elimdeki bavulun sapını hızla çekiştirerek kimseye çarpmadan sırayı beklemeye başladım. Sıra bana geldiğinde bilet kontrolünü tamamlayıp elimdeki bavulu rayın üstüne bırakarak yürümeye başladım. Ayağıma çıkmadan son anda karar verdiğim beyaz spor ayakkabıları tebessüm ile izledim. O topukluları giyseydim halim vasattı!

Tek tük boşluk olan uçağa bindiğimde hostes yardımıyla koltuğumu aramaya gittim. Doğru koltuğun önüne geldiğimde farklı bir kadının oturduğunu görünce şaşırmadan edemedim. Kadını sakince omzundan dürttüm, "Merhaba. Yanlışlık oldu galiba burası benim yerim." diyerek yüzüme samimi gülümseyi kondurarak koltuk numarasını ve bileti gösterdim.

Kadın hamile karnını tutarak biletini bana uzattı. Hostes yanımıza gelip olayı çözmeye çalıştığında sitem dolu sesimi çıkartmadan edemedim. "E aynı yer!"
Hostes olayı çözmek için uğraşırken pilotun yaptığı son uyarıyla beni çekiştirerek daha önce hiç görmediğim Business Class siyah deri koltukların yanına getirerek boş olan tek yere bir adamın yanına oturttu.
Yanımdaki adam ne olduğunu anlamayarak hostese sordu.

"Hanımefendi ben kendim için iki yer satın almıştım." Yanımdaki adama dönmedim, adamın parasını verdiği yere oturuyordum üstüne üstlük bende para vermiştim. Tabi onun verdiği parasının yarısı bile değildir diye düşünerek sıkıntıyla önce gelen sarımsı saç tutamlarımı arkaya atarak utançla kafamı çevirdim.
Hostes "Beyfendi biliyorum, lakin uçakta hiç boş koltuk kalmadı ve bu bayanın biletiyle içerde oturan bayanın bileti aynı koltuğu gösteriyor. Bir hata olmalı paranız mutlaka iade yapılacaktır."

Adam sinirlendi. "Ben yalnız uçmak istediğim için iki bilet aldım bu benim sorunum değil! Lütfen yanımdan kalkın." diyerek gözleri beni bulduğunda dayanamayarak kafamı sinirli adamın yüzüne çevirdim. İri kehribar rengi gözlerimi adamın yüzüne diktim. "Kusura bakmayın fakat uçaktan inip yeni kalkacak uçağı beklemek için yeterli zamanım yok! Acilen konferansa yetişmem lazım, hem ben size rahatsızlık vermem kendinizi tek kişiymiş gibi hayal edebilirsiniz."
dedim sesimdeki kırgınlığı saklamaya çalışarak. Ben buydum işte iki sert söze kabuğuna çekilen kızlardan. Adam derin çukuru andıran koyu mavi gözlerini üstümde gezdirip sıkıntıyla nefesini verdi hostese kafa sallayarak cama döndü.

İnsanların neden bu kadar çabuk sinirlendiğini anlamıyordum. Umursamamaya çalıştım kafama takmamaya çalışarak kemerimi bağladım. Uçak kısa süre sonra kalkınca kemerimi çıkartıp kol çantamı açıp içindeki kitabı çıkarttım. Kalın romanı kaldığım yerden okumaya devam ettim. Kitap okumaya daldığımda nefes bile almayı unutuyordum. Yanımdaki adamın laptopunu çıkartarak bir şeyler incelediğini göz ucuyla görmüştüm. Ağrıyan bacağımı diğer bacağımın üstüne attım. İçimde beyaz ip askılı onun üstünde lacivert uzun blazer ceket onun altında da açık mavi jean vardı. Sarımsı saç tutamlarımı arkaya atıp kitap okumaya devam ettim.

Yarım saat geçmişti galiba bileğimdeki akıllı saatten telefonuma gelen bildirimleri kontrol ettiğimde heyecanlı olan kalbim ağzımda atıyordu.
Çantamdaki emanet için Şanlıurfa'ya gidiyordum. Bu emanet 11 senedir benimleydi ve artık vermem gerektiğini biliyordum.

11 sene önce 15 yaşındayken, kaçırılmıştım. Korkuyla titreyerek gözümün önüne gelen anıları defettim. Kitabı kapatarak kol çantamın içine koyduğumda elimle aradığım minik kutuya açtım.
Gri renkli hala yeni alınmış gibi duran üstünde kırmızı büyük bir taş olan yüzükü incelemeye devam ettim. Defalarca okuduğum ama asla anlamadığım kelimler ve harfler iç yüzüne kazınmıştı. Yüzükü geri yerine bırakarak adrese baktım bu adresi babamın defterinde bana bıraktığı mektupla bulmuştum.

Babam ve annem iki sene önce arabayla giderken kaza yapmışlardı ve o iki sene benim için cehennemden farksızdı. Pilotun konuşmasıyla gözlerime batan göz yaşlarını göz kapaklarımı birbirine bastırarak yok etmeye çalıştım elimi kemer kısmına atıp kemeri taktığımda ellerimiz yanımdaki adam ile saniyelik değmiş olsada umursamadık, kemerleri takıp iniş için beklemeye başladık. Yanımdaki adamın varlığını kendime yalanladım çünkü sert yüz hatları beni germeye yetmişti. Uçak indiğinde kemerini çıkarmasını bekledim o çıkardıktan sonra bende çıkarttım. Bilgisayar çantasını alarak üstündeki kumaş blazer ceketin düğmesini açtı. İş insanı profili çiziyordu, ayağa kalkıp kucağımdaki kol çantamı tutarak arkasında yürümeye başladım. Uçaktan indiğimizde bavulumu almak için bekledim, bavulumu aldıktan sonra sapını çıkartarak yanımda sürmeye başladım. Kol çantamdan telefonumu çıkartıp daha önceden gelmiş olan arkadaşımın numarasının üstüne basarak kulağıma götürdüm.

Başak ilk çalışta telefonu açmıştı.
Derince gülümsedim bu kız benim en yakın arkadaşımdı.
"Ahu! Geldin mi bebeğim ?!"

Bavulu sürümeye devam ederken aynı zamanda onla konuşuyordum.
"Geldim canım da, taksi arıyorum aynı zamanda. Binip otele gelmek istiyorum."

"Konferans akşama alınmış Ahu! Çok sevindik otelin yanında bir clup var konferanstan sonra oraya gideriz."

Kıkırdayarak güldüm. "Tamam hadi ben kapatıyorum."
Telefonu kapatıp bulduğum boş taksinin yanına ilerleyerek bavulumu koymasını izledim ve arka kapıyı açarak oturdum.
Taksici amca nereye gideceğimi öğrenmiş kısaca otelin ismini verdikten sonra sürmeye başlamıştı. Adam arabayı kullanırken kulaklarım ağzımda bir şekilde sokakları, binaları izlemeye başlamıştım.

Adam çekinerek konuştu. Şivesi hoşuma gitmişti. "Buralı değilsiniz galiba bayan ?"

"Evet buralı değilim! İlk defa geliyorum."
Adam göz ucuyla dikiz aynasından arkayı kontrol ederek konuştu. "Urfamız güzeldir."

"Evet çok güzelmiş." diyerek taş yapıda olan çoğu binayı inceledim, ara sokaklara girdikçe daralan sokak yapıları kapı önlerinde oynayan çocuklar gülümsememi sağlamıştı.
Taksici amca beni büyük otelin yanında indirince ücreti ödeyerek indim, bavulumu sürümeye devam ettim. Resepsiyona uğrayarak oda kartımı alıp asansöre bindim. Burada asıl olma amacım katılacağımız konferanslardı.
Ben İngilizce öğretmeniyken Başak rehber öğretmeniydi. Konferansa katılacak sonra da bir köy okulunda kısa süreliğine gönüllü öğretmenlik yapacaktık.
Asansör durduğunda inip odamın kartını okutarak kapıyı açıp içeriye girdim. Beyaz ve kahverengi ağırlıklı klasik otel dekorasyonuna sahip odaya kısaca göz gezdirdim. İki kişilik yatak, karşısında boy aynası ve çalışma masası vardı. Kapının yanında boydan boya dolap ve onun yanındaki kapıda ise banyo vardı. Valimizi açıp yerleştirmek için gerekli zamanım yoktu kısaca banyoya girdiğimde elimi yüzümü yıkadım. Buranın havası biraz sıcak gelmişti. Buğday tenime ve büyük kehribar rengi gözlerime gülerek baktım. Normal bir kadındım, yüzüme göre uygun burnum, hafif belirgin yüz hatlarım ile olmam gerektiği gibiydim. Kol çantamı alıp yan odada kalan Başak'ın kapısını çaldım. Başak hemen açıp sarılmıştı.

Hafif sendeleyerek geriledim ve bende ona sarıldım. "Yahu daha dün beraberdik."

"Ahu burası çok güzel değil mi ?!" Başak geri çekilince kahverengi badem gözlerine bakıp güldüm. "Evet çok güzel ."

Aklıma gelen şeyle duraksayarak konuştum. Bugün o evi bulmazsam bir daha hiç gidemeyebilirdim.
"Başak benim dışarda bir iki işim var halledince konuşuruz olur mu ?"

Başak anlamıştı ona kısaca bahsetmiştim. "Emaneti mi vereceksin ?"

"Evet." diyip dudaklarımı yaladım, Başak'tan ayrılıp geri asansöre binerken cüzdanımın içine kartların olduğu kısma kapı kartımı koyarak otelden çıktım. Otelin yanında hazır bekleyen taksilerden birisine oturup. Çantamdaki kartı okudum. "Mirşad Konağına gitmek istiyorum."

Buranın yerlisi olduğunu düşündüğüm adam şaşırmıştı.
"Vallahi mi abla ?"
Kafamı salladığımda adam tekrar konuştu. "Abla sen Mirşadları tanırsın ?"

Gözlerimi kısmıştım kimdi ki bu Mirşadlar "Ben onları tanımıyorum da bir emanet vermeye geldim."
Dediğimde adam daha çok şaşırmıştı.
"Abla aman onların yanında dikkatli ol! Urfa'nın sayılı aşiretlerinden birisidirler." Şaşkınlıkla kirpiklerimi kırptım aşiret ne demekti onu bilmiyordum sormak için yeltenecekken çekingenlikle sustum. Beni ilgilendirmediği hissine varmıştım.
Adam beni daha önce hiç görmediğim sokaklardan geçirdikten sonra ev demeye bin şahit ister kocaman konağın önünde durdurdu.
"Burasıdır abla." Adama gülümseyip parasını ödedim elimdeki siyah kol çantasını tutup arabadan indim.

Çekingen tavırlarla titreyen adımlar atarak konağın aralık kapısından içeriye bakmaya başladım.
Bir sürü siyah takım elbiseli adam avlunun ortasında yuvarlak şekilde dizilerek oturmuştu. Yanlış bir zamanda geldiğimi hissediyordum. Ama benim için en doğru zaman bu zamandı. Diğer günlerde bu şehri gezmek istiyordum. Çantamdaki minik kutuya açıp aralık kapıdan içeriye girdiğimde ayakta konuşanlar dahil tüm yüzler bana dönmüştü. Korkuyla dişimi dudağıma geçirdim. Ayakta duran hafif kır saçlı adam bana dönüp konuştu. Yüzünde oluşan kırışıklar ve diğerlerine göre sıcak bakışları içimi sebepsiz ısıtmıştı.
Elimdeki karta bakışlarımı indirerek konuştum. Ezberlediğim isim dudaklarımdan yabancı gibi çıkmıştı.
"Harun Mirşad'ın evi burası mıdır ?!"
Avuçlarıma utançla tırnaklarımı geçirdim. Buradaki adamlar niye bana böyle bakıyordu bilmiyordum ama kimsenin yüzüne bakamıyorum.
Ayakta duran adam şaşkınlıkla bana baktı.
"Evet burasıdır."

Kuruyan dudağımı hızla yaladım.
"Kendisi nerededir acaba ?!"

Adam yanıma yaklaşınca gözlerimizi kenetledi. "Sen babamı ne yapacaksın kızım ?"
Harun Mirşad bu adamın babası mıydı ? Umursamadım hemen burana çıkıp girmek istiyordum.
"Benim ona emanetini vermem gerekiyor."

Sözlerim üzerine daha fazla şaşıran adam "Ne emaneti ?!"
diye bildi. "Kendisi buradaysa ona vermem daha uygun olur."

Oturan adamlardan birisi sert çehresiyle ayağa kalkarak beni alayla süzdü. "Dedem öldü!"

Konuşan adama dönmeden önümdeki adama baktım. "Ben çok üzüldüm.
O benim hayatımı kurtardığında bana bu emaneti vermişti. Zamanı gelince bu emaneti uzattığında senin kim olduğunu herkes anlayacak demişti." Elimdeli minik kutuya açarak kırmızı taşlı yüzükü adama uzattım. Adam yüzükü parmakları arasına alınca şaşkınlıkla ağzı araladı.
"Bu 11 senedir kayıp sen nerden buldun bunu ?!"

Önüme gelen saçı kulak arkasına aldım.
"Ben bulmadım kendisi verdi bana. Evet 11 sene önce verdi!"

Ayakta duran diğer adam koşarak amcasının yanına gelip yüzüke baktı.
Şaşkınlıkla konuştu. "Bu Mirşadların güç yüzüküdür!"
Diğer adamlar şaşkınlıkla birbirlerine bakıyorlardı. Konuşma gereksinimiyle yutkundum. "Babam komutandı benim terör örgütü hapishanede bulunan elebaşları için beni kaçırdılar amaçları takas yapmaktı." Acıyla kırpıştırdım gözlerimi. "Bir hafta süre verdiler bir hafta süre içinde takas gerçekleşmezse beni canlı yayında öldüreceklerdi. Takas gerçekleşmedi, beni canlı yayında öldüreceklerken Harun Mirşad kurtardı beni ve bu yüzükü o zaman verdi!"
Anlattıklarıma şaşıran adamlara bakmadan gözümden akmakta olan yaşı sildim. Kafamı kaldırdığımda merdivenlerden inmekte olan gözü yaşlı kadın beni görünce incelemişti. Gözleri beni tanıyormuş gibi parlamış avlunun ortasında yankılanacak ismi haykırmıştı.
"Ceylan!"

"Ceylan!" Kadın koşarak yanıma gelip sarıldığında "Ceylan!" ismini sayıklayarak ağlıyordu. Karşımdaki adamında ondan kalır yanı yoktu. Yanlış anlaşılmayı düzeltmek için konuştum. "Beni yanlış anladınız ismim Ahu benim!" Kadın geri çekilerek eliyle yüzümü avuçladı. "Sen Ceylansın!"

Karşımda duran adamın kolunu çekiştirdi. "Hazar bey, Ceylan! "
İsminin Hazar olduğunu öğrendiğim adam boynumda duran kolyeyi uzandı.
"Bu kolyenin içini açtın mı hiç ?"
Adam ağlayan gözlerini elinin tersiyle sildi, boynundaki kolyeyi çıkarttı. Kolyenin ucundaki minik anahtar ile doğduğumdan beri boynumda olan kolyeyi açtı. Daha önce bende açtırmak istemiştim ama gittiğim tüm dükkanlarda anahtarı olmadan açılırsa kırılacağını söyleyince yeltenemedim. Adam kolyeyi açtığında içindeki yazıları okudu. "Ceylan Mirşad!"
Kolyenin iç yüzünü bana gösterdi.
İsmin altında iki isim daha yazılıydı. "Hazar ve Zuhal!"

Aldığım darbeyle kendimi bana sarılmak isteyen insanlardan uzaklaştırdım, telefonumu çıkartarak kabın içinde duran kimliği gösterdim.
"İsmim Ahu Özalp! Ceylan Mirşad değilim, olsam bile bu hiç bir şeyi değiştirmez üzgünüm."

Sarılmak isteyen kadının elini tutup gülümsedim. "Ben Ceylan değilim." dedim nazikçe kadın kafasını olumsuz anlamda sallamaya başladı hıçkırıklarını bastırmadı. "Sen Ceylansın! Aha bu boynundaki kolyeyi biz yaptırdık, üç aylıkken boynuna taktık." Kadın kocasına tutunuyordu.
Hazar bey ağlamaktan konuşamıyordu.
Yanımızda dikilen diğer adam alayla sırıttı. "Amca sonunda buldun kızını."
Bu adamdan hoşlanmamıştım.
Adam hızla üst başımı süzdü.
"İstanbullu olduğun ne çok belli." dudak kıvırdı. Altta kalmaya niyetim yoktu.
"Seni ne ilgilendirir ?!"

"Bana bak doğru konuş benle !"
Hazar bey yeğenini uyardı, sertçe. "Düzgün konuş kuzeninle!"

Adam hırsla kemerindeki silahı çıkarttı ve bana tuttu. "Bu aşiretin tek erkek çocuğu benim ve ağalık benim hakkım amca! Ve ben bu İstanbullu sürtüğe mirasımızı yedirtmem!"

Adam silahı bana tuttu. Beni tehdit olarak görmesi sinirimi bozmamıştı. Hazar bey adama doğru dönecekken oturan adamlardan en yaşlısı bağırdı.
"Kendine gelsene Serhat!"

Serhat denilen adam yaşlı adama bakıp bağırdı. "Sen karışma Kenan ağa! Bu bizim aile meselemiz."

Adam silahı hala tutmaya devam ederken sinirlerime hakim olmadım. Yetişmem gereken bir konferans varken bu saçmalıkları dinleyemezdim.
Boynumu yana doğru eğip adamın gözlerine alayla güldüm. Silahtan korkacağımı mı düşünmüştü bu adam ?
Ah güleyim de boşa gitmesin!

Bileğimdeki saate baktığımda yetişmek için son bir saatim vardı.
"İndir şu silahı yetişmem gereken bir yer var!"

Adam güldü. "Gerçekten salaksın! Kalkan silah inmez!"

Öyle mi diyerek adama bakış attığımda babam ve annemin ezberlettiği hızlı el çabukluğunu yaptım. Babamın komutan annemin de polis olmasının meyvesini her zaman yemişti ama gösterdiği hareketler ilk defa işe yarıyordu.
Adam ne olduğunu anlamadan tetiği çekili silahı alıp havaya bir el sıkarak adama kaldırdım.

"Ne demiştin ? Kalkan silah inmez diye bir saçmalık uydurdun değil mi ?!"
Güldüm, ve silahı yakalaşan adam salladım. "Komutan kızıyım ben! Silahtan korktuğumu sanman senin salaklığın! Şimdi bas geri!"

Hazar bey ve Zuhal hanımın ağlamaktan şişen gözlerine baktım. "Evlatlık olduğumu zaten biliyorum fakat bu hiç bir şeyi değiştirmez. İçimiz rahat etsin diyorsanız DNA testi yaparız. Sonra herkes kendi yoluna. " Hazar beyin eline silahı tutuşturup aralık olan kapıdan koşar adımlarla çıktım. Geldiğime geleceğime bin pişman olmuştum.
Evlatlık olduğumu annem ve babam konuşurken duymuş ve bildiğimi asla söylememiştim. Hatta ellerimi açıp Allah'a böyle güzel iki insanın beni evlat edindiği için şükretmiştim. Ama şimdi biyolojik ailemle karşı karşıya kalmak kalbimde yarım kalan bazı şeylerin atmasına neden oldu. Biyolojik ailem olduklarını kabul etmiştim çünkü boynundaki kolye sonradan satın aldığım bir şey değildi, doğuştan beri vardı. Kolyenin açık kalan yüzünü açıp baktım. Yolun ortasında duraksayarak gözümden damlalar boynuma aktı.

27.04. 1996
Hazar Ve Zuhal Mirşad
Ceylan Mirşad!

Boynumdaki kolyenin iki yüzünü birbirine bastırarak kapattım. Onlar benim gerçek ailemdi. Neden içimde tuhaf bir sıkıntı hakimdi. Kolumda duran çantayla yürümeye devam ettim.

~

Minik kadının gidişi ardından tüm ağalar ayaklanmıştı. Bazıları Hazar Mirşad'a hayırlı olsun diyor bazıları ise acıyan gözlerle bakıyordu.
Serhat Mirşad sinirlendi. "Bana silah çekti siz hepiniz sustunuz!"

Kenan Ağa bağırdı. "Serhat kendine gelesin! Masum bir kıza silahı ilk sen çektin!"

Yan yana duran Karan Mir ve Mirhan ağa gergince tek bir tarafa baktı!
Pars Karender!

Ceylan Mirşad'ın sırrı ortaya çıkacaktı artık. Pars kendisine bakan adamların gözlerini hissetti fakat umursamadı. Sinirli ve şaşkındı!
Uçakta göz ucuyla gördüğü yüzük Mirşadların güç yüzüküydü!

Ceylan Mirşad'ın gidişi ardından Pars Karender adamlarından birisine işaret vererek kızı takipe aldırdı. Oturduğu rahatsız koltuktan kalkarak elini saçlarından geçirdi.
Berzan Yıkılmaz ikilinin yanına gelerek rahatsızca konuştu.
"Mardin'den boşuna mı geldik ağalar! Esas konuyu unuttunuz."
Mirhan yanındaki adama katılarak kafasını salladı. Karan ağa ise Pars Karender'in çelikten daha sert yüzüne bakıyordu.

Ortada bir dava,
Bir intikam birde intikam yemini vardı!
Fakat sır perdesi daha aralanmadı.
Hazar Mirşad konuşacakken kollarının arasına yayılan Zuhal hanım ile duraksadı. Karısını kucaklayarak odalardan birisine yatırdı.

Serhat sinirle avluda volta atıyordu kendisine rest çeken üstüne üstlük bir de silah çeken kuzenine hesap soracaktı. Aklına gelen şeytani fikirle sırıttı. Mirşadların bir karış toprağını bile bu İstanbullu kadına yedirmezdi.

Kenan ağa konuştu sıkıntılıydı. "Ömer Özalp kendisini tanırım Harun'un can dostudur! Komutanken kızı kaçırılınca Harun ile yardım ettik! Demekki Harun biliyordu kızın torunu olduğunu!"
Tüm gözler Pars Karender'e çevrildi onun söyleyeceği sözü bekliyorlardı.
Geçmişi düşünmedi Pars Karender ve sıkıntıyla adamların yüzüne boş boş baktı.

Harun Mirşad torunu doğduktan sonra küçük oğlunun yaptığı şerefsizliği torunu ödemesin diye kaçırmıştı!

Pars Karender kimseyle konuşmadı, içinde sönmüş volkan ateşlendi. Bu habere babası ve babaannesi çok sevinecekti. Serhat Mirşad konuştu.
"Ne torunu ağalar, dedemin tek torunu var o da benim! O kız gerçekten Ceylan ise bile bu gerçekleri değiştirmez!"

Mirhan Hükümsüz bu adama çok sinir oluyordu. "Kes ergenliği Serhat!"
Yanındaki Berzan Yıkılmaz güldü.
Karan Mir Kara'da bu ikiliye dahil oldu.
Hazar Mirşad merdivenleri inerek olaya dahil oldu. "Serhat bu aşiretin ağası benim! Burada sana söz düşmez!"
Serhat sinirlendi. Amcasını oldu olası sevmemişti. O gereksiz yardımlar ederek parayı dağıtan bir adamdı.
Hazar Mirşad'ın bakışları saniyelik Pars Karender'e kaysada adam oralı olmadı, cebinden çıkardığı sigarasını metalik renkteki çakmakla yakıp etli dudağının arasına alıp zehri yudumladı.

Kenan ağa tekrar konuştu. "Eksik ağalar vardır! Haftaya tekrar toplanalım ki karar verilsin artık." dedi ve arkasından gelen ağalarla Mirşad Konağından çıktılar.

Ardından giden Pars Karender, Mirhan Hükümsüz, Karan Mir Kara ve Berzan Yıkılmaz ile konak boşaldı.

Mirhan dostunun yanına geldi. Pars Karender oralı değildi. "Haydi iş konuşacağız!"
Pars Karender beraber iş yaptığı adamlara baktı. "Dosyaları mail at şu an uğraşamam!" diyip biten sigarasını yere atıp ezdi. Adamlarının yanına gidip siyah parlak renk Lamborghini truck'a oturup bindi. Arabayı zorlanmadan çalıştırıp Karender konağına sürdü.
Arkasından bakan adamlardan Berzan Yıkılmaz konuştu. "Olacakları merak ediyorum!"
Karan Mir katıldı. "Karenderler intikamını alır! Olan kıza olur."
Mirhan Hükümsüz aklına gelen intikam konusuyla gözlerin kırpıştırdı bir zamanlar Pars ile aynı intikam için çırpınıyorlardı. Mirhan Dilemden, Pars ise Ceylan'dan intikamı alacaktı. Fakat kan davası bitince intikam da bitmişti Mirhan ağa karısına istemeden de olsa bağlanmıştı.

Arkadaşı için aynı şey geçerli değildi onların intikamı, davaları çok daha derindi. Tüm aşireti korkutan cinstendi!
"Kadın geldiğine pişman oldu desene." diye takıldı yanına gelen kardeşi Yaman. Mirhan "Pars'ın gözünü kan boyadı mı asla geri adım atmaz! Biliyorsunuz ?"

Karan Mir katıldı. Hepsi arkadaştı ve birbirlerini çok iyi biliyorlardı. Pars Karender hırsı ve siniriyle tanınan bir adamdı! Kadını çiğ çiğ yer vicdan azabı çekmezdi. Hepsinden ayrılıyordu bu yönden. Ayrılarak arabalarına binip gözden kayboldular. Ruha, Mardin, Amed... çalkalanıyordu...
Ceylan Mirşad dönmüştü!

Karender konağı haberi alır almaz Agir ağa sinirle silahını kaldırıp havaya sıktı. Gün intikam vaktiydi.
29 senedir beklediği intikam artık ellerinin ucundaydı.

Yade Azize elinde saymaktan aşınan ahşap tespihi koparttı. Sonunda kızının intikamını alabileceklerdi!
Karenderlerin gözünü bürüyen kana karşı korktu Meryem Xanım. Biliyordu ki oğlu durmayacaktı.
Kocası ve kocasının anası oğlunu çocukluktan beri bu intikam ile büyütmüşlerdi.

Ceylan Mirşad'ın ölümü onların bayramı olacaktı!

Pars Karender konağın önüne sertçe park ettiği arabasıyla inip Konak'tan içeriye girdi. Beklediği manzarayla karşılaşmıştı. Uzun zamandır yurt dışında olan adam bugün aşiret toplantısı ile memleketine dönmüş üstüne üstlük yıllardır kayıp olan Ceylan Mirşad bulunmuştu! Hem de kendi ayaklarıyla gelmişti!

Pars babaannesinin ve babasının elini öpüp koyu mavi gözlerini anasının üstünde gezdirdi. Meryem Xanım oğlunun yanına gitmek için hareketlense de Agir ağa konuşmasıyla yeri göğü inletmiş kadın yerine sinmişti.
"Gün intikam günüdür! Bugün Karenderlerin bayramıdır!"

Azize Xanım oğluna katıldı.
"Tüm Ruha, Midyat, Amed duysun! Karenderler intikam için geliyor."

Pars düşündü artık rüyasına giren halasının intikamı alınacaktı! Ve bunu Pars kendisi yapacaktı!

Pars koyu mavi gözlerini bürüyen kan ile anasına gidip sarıldı. Anasının ardında kalan kız kardeşi abisini görünce boynuna atlamıştı.
"Lal!" diye geçirdi içinden, abisinin göz bebeği.

"Ağabey." Lal'ın ağlamasına dayanamayan Pars sinirlendi kardeşi için tüm Ruha'yı cayır cayır yakardı.
Ağabeyinin ağlamasına sinirlendiğini gören Lal burnunu çekerek göz yaşlarını sildi. Ağabeyinin aksine gözleri mavinin en durgun haliydi. Pars ailesine kısaca bakış atarak senelerdir uğramadığı odasının kapısını açtı. Üstündeki ceketi çıkartarak yatağa fırlattı. Beyninde kuyruğu kopmuş gezen tilkilere kulak verdi, intikam için plan yapması lazımdı. Cebindeki telefon titreyince çıkartıp açtı. Sağ kolu konuştu.
"Ağam kadın arkadaşının yanına gelip konferansa girdi!"

"Tamam." dedi sertçe Pars. Uçakta yanında oturan kadının Ceylan olduğuna inanamıyordu.
29 senedir memleketi alt üst etmişti Karenderler. Babası, babaannesi ve kendisi aramış bulamamışlardı. En sonunda öldüğünü düşünmüşlerdi.
Harun Mirşad güzel saklamıştı torununu. En yakın dostuna verip saklamış her şeyden haberi olmuştu.
Komutan kızı olduğunu öğrendiği kadın silaha kafa tutmuş olsa da korkudan titreyen bedenini görmüştü. Serhat piçinin silahı sağlam tutamamasından kaynaklandığını biliyordu. Başkası olsa elinden alamazdı, silahı havaya sıktığında göz bebeklerinin titrediğini bir adım gerilediğini izlemişti adam.
Kadın ürkekti, sadece oradan kurtulmak için bu hareketi yaptığını biliyordu adam! Yoksa o kadın kimseye karşı gelip silah tutacak kadar cesur değildi.

Pars Karender'in tekrar telefonu çaldı. Arayan takıldığı kızdı. Kız sevgilim desede o onla sevgili değildi. O Ruha'nın korkusuz ağasıydı! Kimseyle sevgili olmazdı! "Ne var ?!" diyerek telefonu açtı.
Miray'ın cilveyle konuşmasına sinirlendi bu kadın kendini ne sanıyordu.
"Aşkım ne zaman geleceksin yanıma..."
Miray'ın kendisine sırılsıklam aşık olduğunu biliyordu, ve bunu umursamıyordu. "Bir süre gelemem!" dedi sinirle adam, ve telefonu kapattı.

O geleceğini haber vermezdi, canı istediği zaman giderdi. Odasında boğulan adam odasının sürgülü camını çekerek balkona çıktı. Tüm Ruha ayakları altındaydı. Hava kararmıştı. Kararan havaya bir sigara ateşleyip yaktı.

Kadını kendisine aşık etmesi gerekiyordu. Öyle bir aşık edecekti elindeki her şeyi Pars'a verecekti.
Pars kızın masumluğunu kullanacak sonra otel odasında bırakıp çıkacaktı ve tüm Ruha hatta tüm Güneydoğu Karenderlerin aldığı intikamı konuşacaktı. Pars balkon demirlerine iki elini bastırıp sıktı kafasını eğip sertçe nefes verdi. Pars'ın mavi gözleri kana bulanmak üzereydi!

~

Konferansı düşünmekten dinleyememiştim. Başak ısrarla ne olduğunu sorsada onu kırmamak için üstün körü bahsetmiştim. Konferans biter bitmez yemek yemek için toplandılar. Başak diğerlerinin arasından bir anda yanıma gelip elimden tutup çekiştirerek restorandaki lavaboya sürüklemişti. "Hemen anlatıyorsun!"

Kafamı olumlu anlamda salladım.
"Harun Mirşad ölmüş emaneti oğluna verdim. Fakat ne öğrendim tahmin et!"

"Ne öğrendin ?!"

Sıkıntıyla nefesimi saçlarıma verdim.
"Öz ailem çıktılar. Doğuştan beri taktığım kolyenin anahtarı Harun Mirşad'ın oğlundaymış."

Başak inanamayarak gözlerini kocaman açtı. "Nasıl yani ?"

"Kolyenin içinde Doğum tarihim altında öz annemin ve babamın adı. Onun altında ise gerçek ismim yazılıydı. "

"Gerçek ismin neymiş?!"

"Ceylan Mirşad!"

"Nasıl yani seni kurtaran adam senin deden mi ?" Kafamı olumlu anlamda salladım, "yarın tekrar gideceğim DNA testi için. "

"Eminsin yani ? "
Kafamı olumlu anlamda salladım. "Eminim yaptırıp içimin rahat etmesini istiyorum hem bu hiç bir şeyi değiştirmez. Ne soy ismimi değiştiririm ne de ismimi."
Başak "Tabi ki de değiştirme ama biyolojik aileni bulmana sevindim. Yıllardır merak ediyordun sonunda buldun."

Gülümsedim. "Evet öyle oldu. Hadi çıkalım çok acıktım."

İki kadın gülüşerek arkadaşlarının oturduğu masaya gidip oturdular. Onları izleyen adam ağasını arayıp durumu haber vermişti.
"Ağam Ceylan hanım yemek yemek için oturdular arkadaşlarıyla."

Pars Karender aldığı bilgiyle adamından konum atmasını söyleyerek odasından aşağıya indi. Meryem Xanım oğlunun arkasından bakmakla yetindi. Adam arabasına binip çalıştırarak konuma doğru sürdü şu kadınla tanışması gerekiyordu.

Ahu sipariş verdiği yemeği yemeye başlarken arkadaşları kendi aralarında konuşuyordu. Arada onlara kafasını kaldırarak cevap veriyordu. Başak üstündeki ceketi çıkartacak crop bluzuyla kaldı ve katılarak sevgilisinin anlattığı şeye güldü. Sevgilisi Ege onun gibi matematik öğretmeniydi ve birbirlerini çok seviyorlardı. Ege, Başak'ın omzuna dudaklarını değdirdiğinde gülmeden edemedi.
Mekanın kapısı açılıp sertçe kapandığında gülüp duran arkadaş grubu saniyelik oraya bakmıştı. O oralı olmadı çatalıyla yemekle oynamaya devam etti. Grupta çapkınlığıyla erkekleri geçen Melisa alttan sertçe ayağımı dürttü. Ne olduğunu anlamayarak kafa salladığımda göz ucuyla bana bir yeri gösterdi. Baktığı yere bakınca dona kalmıştım. Sabah zihnime kazınan koyu mavi gözlerle karşı karşıyaydım. Adam doğruca gözlerimin içine bakıyordu, şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırarak utançla kafamı önüme eğdim. Burası küçük bir yerdi ve böyle tesadüfler normaldi.

Melisa gözleriyle adamı resmen taciz ediyordu. Yanında oturan Cem, Melisa'yı dürttü ve sadece hepimizin duyabileceği ses tonuyla konuştu.
"Melisa ne yapıyorsun ?! Kendine gel burası İstanbul değil."
Yüzümü Melisa'ya çevirerek kafamı salladım. Melisa umursamadan arkamızdaki masaya oturan adama bakmaya devam etti. Bir süre sessizlik hakim olurken dayanamayarak sessizliği bozdu Başak.
"Ben sıkıldım artık şu bara gidelim."
Başak'a baktım. "Canım hiç gelmek istemiyor. "

Hepsi bir anda bana kızgınlıkla bakıp aynı anda bağırdılar.
"Ahu!"

Etrafa utanan gözlerle bakıp sinirle yüzlerine baktım. "Bağırmasanıza."
Melisa "Kızım hadi ama ya kırk yılın başı bir şey istiyoruz senden çok mu ?!"
Başak dudaklarını büzdü. "Hep böyle yapıyorsun ?!"

Gülerek dudaklarımı ısırdım. "Ne yapıyorum ?!"
Ege konuşmayı devraldı. "Mızıkçılık. Bebek gibisin."
Cem kahkaha attı. Yüzümü avuçlayıp,
"Zaten bebek gibi şu sıfata bakın. Hanimiş Ahu, hanimiş."

Cem'in yaptığına güldüm. Ellerini yüzüne kapatıp "Cee eee ?" Yaptığında utanarak eline cimcik attım. "Kes şunu!"
Cem acıyla dudağını büzdü. "Kızım niye cimcikliyorsun ?!"
Elimi hızla elinden çektim. "Çok mu acıdı ?!"
Cem alayla güldü. "Yok be ne acıması, hissetmedim bile." dediğinde suratımı buruşturduğumda hepsi gülüyordu.

"Tamam gelirim ama uykum gelince kalkıp giderim." dedim, Melisa "Tamam he he."
dediğinde hepimiz kalkmak için yeltendik. Sırtı bana dönük olan adam yüzünden sandalyemi çekip kalkamıyordum. Fena halde yayılmıştı. Diğerleri hesap ödemeye gidince çantamı alıp adamın omzunu dürttüm.
"Pardon kalkamıyorum da, acaba sandalyenizi biraz öne alabilir misiniz ?!"

Oturduğu andan beri kaşlarını çatarak kadını dinleyen adam duymamazlıktan geldi. Omzuna dokunmasıyla daha çok sinirlenmişti. Kadın çekilmeyen adamı görünce sinirlenerek yandaki sandalyeyi çekerek ittirdi. Açılan yerden geçip gittiğinde sinirle kafasını çevirip duymamazlıktan gelen adama baktı.
Sertçe fısıldadı. "Öküz!"
Kendisi bile duyamamışken adam duymuştu!

Yediğim yemek kursakımda kalmıştı hesabı ödeyip çıktığında adam kahvesini keyifle içip ücreti ödeyerek takibe başlamıştı. İstanbullu kadın bara gidecekti demek!
Sinirle parmaklarını saçına geçirdi.

Melisa, Ahu'nun koluna girdiğinde mekanın önüne park edilmiş duran Lamborghini Truck'a hepsi gözlerini sonuna kadar açarak bakmıştı. Ahu arabayı kısaca süzmüştü telefonuna gelen bildirimle gözünü oraya kaydırmıştı.
Fakülteden arkadaşı Mete, Şanlıurfa'da olduğunu öğrenmiş ve direk memleketine gitmeye karar vermişti.

Gönderen: Mete "bir saat içinde urfadayım, bana konum at."

Gönderilen: Ahu "Tamam."

Grupça hep birlikte fazla uzakta olmayan bara ilerlediler. Melisa arkasını dönüp mekana tekrar baktı.
"Araba tahmin ettiğim gibi o adamınmış."

"Bizene ya." Diye mırıldandım. Cem koluma girip Melisa'ya öldürücü bakışlar attı. "Yelloz seni kudurdun mu yine?" Cırlamasına güldüm. Melisa sahte kızgınlıkla cevapladı. "Kudurdum."
Gözlerimi büyültüp utançla çektim, kısa süre sonra bara girmiştik.

Pars Karender arabasını barın önünde durdurdu ve telefonuna gelen mesaj sesine kulak verdi. Çocukluk dostu Mete Altınkuş sonunda memleketine dönmüştü. Adam gülerek mesajı okudu.

Gönderen: Mete "Döndüm lan!"

Gönderilen: Pars "Ne esti de geldin ?"

Gönderen: Mete "Sevdiğim kadın gelmiş ulan! Gelmez miyim koşarak geldim."

Gönderilen: Pars "Gelde ifadeni alırız nasılsa."

Pars telefonunu kapatıp barın içerisine girdi. Normalde asla gelmeyeceği yere gelmişti. Kalabalık ve yüksek ses sinirini bozuyordu.
Gözleri sürü halinde gezen kalabalığı aradı kısaca bulunca oturduğu yerin arkasına onu göremeyecekleri bir yere oturdu.

Ahu yanına gelen garsona bakıp içmek istediği az alkollü kokteyli söyledi. Zaten başı ağrımaya başlamıştı şimdiden. Melisa ve Başak shot atmaya başlarken Cem ve Ege viski yudumluyorlardı. İçtiği kokteylde ağzına gelen çilek tadına yüzünü buruşturdu, çilek sevmezdi ki o.
Hem bu kokteyli limonlu söylediğine emindi. Çakırkeyif olan dörtlüye kısaca bakıp barmenin olduğu yere gidip kokteyli değiştirmek istediğini söyledi.
Limonlu istediğini bastıra bastıra söylemişti. Adam limonlu yaptığı yeni kokteyli önüne koyunca kısaca gülümseyip teşekkür etti. Pistte dans edenlere çarpmamak için dikkatli adımları ile oturduğu yere geri döndü.

Kaç saat geçtiğini bilmiyordu. İçtiği kokteylin yanında bir tane de shot atmıştı. İyice sarhoş olan Başak sevgilinin yanına gidip sırnaşmaya başlamıştı. Melisa ortalıklarda gözükmüyordu, Cem ise kendisine gelen telefon yüzünden hotele dönmüştü. Ege, Başağı zorla kaldırarak çıkıp gittiğinde gidip hesabı ödemiştim, gözlerim de aynı sırada Melisa'yı arıyordu. Piste ve bar sandalyelerine baktığımda görememiştim. Tuvaletin yolunu tuttum, kesin kusuyor olmalıydı diye düşünürken tuvaletin kapısını açmamla Melisa'nın üstüne zorla gelmekte olan adamı görmüştüm.

Adam Melisa'nın bağırmalarını dinlemiyordu. Melisa korkan gözleri beni bulunca "Ahu!" diye inledi. Ne yapacağımı bilmiyordum.
Çalan telefonumu umursamadan adamın yanına gidip kolunun altındaki Melisa'yı kurtarmaya çalıştım. O kadar korkuyordum ki, gözlerim dolmaya başladı.
"Bıraksana kızı!"

Adam elindeki baskılara aldırmadan Melisa'yı öpeceksen çantamla kafasını vurmaya ve ittirmeye başladım. "Bırak!"
Deli gibi bağırıyordum. Gözümün önüne gelen anıları ittirdim. Akan yaşları umursamadım, onlar hep akıyordu zaten. Aciz bedenim kayıplarımın acısıyla kasıldı. Tekrar bağırdım "Bırak!"
Melisa aynı zamanda aynı zamanda da bağırıyordu. Ne olduğunu anlamadan dönen adam kolumu tuttuğu gibi beni başından savururcasına duvara ittirmişti. Melisa'nın bağırmaları artarken kafamı çarpmam umrumda değildi, ayağa kalkıp adamın yanına gidecekken bileğimden tutulmamla geri çekilmiştim. Tanımadığım beden adamı kolayca tutup kendisine çevirmiş ve yüzünü yumruklamaya başlamıştı. Ağrıyan başım çarpışmayla daha çok ağrımaya başlamıştı. Dönen başımı umursamadan duvara tutundum, burnuma dolan kan kokusuyla Melisa kolumdan tutup yürütmeye başlamıştı.

Pars arkadaşını arayan kadını izledi bir süre, etrafta bulamayınca lavaboya doğru gitmişti. Arkasından bakmakla yetinip önündeki viskiden son yudum alıp ücreti masanın üstüne bıraktı. Çıkıp gidecekken merakına yenik düşüp lavaboya göz ucuyla baktığında yeni aşina olduğu ses bağırıyordu. "Bırak!"
Aklına gelen düşünceyle sinirlenip lavabonun kapısını sertçe açtığında duvara çarpan bedeni ve şerefsizin tekinin kızı öpmeye çalıştığını görünce iki adımda vardı. Duvara çarpıp sersemleyen beden adama doğru küçük yumrularını savuracakken bileğinden tutup arkasına çekti ve adamın omzundan kolaya tutup kızı bırakmasını sağladı ve sinirle yüzüne yumruklarını geçirmeye başladı. Kadın açılan boşluktan ağlayarak gidip arkadaşının yanına gitti ve dışarı çıkarttı.

Astım hastası olan kadın mekanda zar zor nefes alıyordu. Dışarı çıktıklarında kendisini duvara yaslanıp ilacını panikle çantasında aramaya başladı. Melisa taksi çağırmak için gitmişti. Bardan çıkan adam ağlayan kadını duyduğunda duraksayarak kapının arkasına geçti. Kadının çantasında gördüğü astım ilacını içine çekmesini ve titreyen elleriyle saçlarını arkaya atmasını izledi. Ağlamaktan kızaran iri kehribar rengi gözleri ve titreyen çenesini görebiliyordu adam. Melisa arkadaşının yanına geldiğinde neden bu halde olduğunu çok iyi biliyordu. Hepsi mesleğe yeni başladığında Ahu Müdür yardımcısının tacizine uğramıştı.
Melisa ağlayan arkadaşını avutmak için saçlarını okşadı. "Tamam geçti Ahu!"

"O-o adam değildi! "

Pars kaşlarını çattı ne demekti ki bu,
Melisa devam etti. Çatallaşan nefesiyle soğumuş havadan çekti. "O adam sana bir şey yapmadı Ahu! Sen kurtuldun ondan!"

Ahu aklına gelen düşünceyle kafasını sallamaya başladı. Neden bu kadar ağladığını kendiside bilmiyordu.
"Biliyorum. Lakin aklıma geldi işte." Ahu minik elleriyle duvarı zar zor tutup ayağa kalktı ve gelen taksiye bindiler.
Pars onlar taksiye binince çıkmıştı. Duyduklarıyla sıktığı yumruğunu duvara indirdi. Bu kadar narin ve kırılgan duran kadın bir de tacize mi uğramıştı!

İç sesi güldü! Senin yapacağın şeyden daha masum.
Hakkıydı iç sesi.
Pars, Ahu'yu kullanıp atacaktı!
Tüm herkese rezil edecekti!
Belki de kadın öldürülecekti!

 

Loading...
0%