Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. BÖLÜM: BUZ DAĞI.

@nasende

 

Mekandan ağır adımlarla çıkan adam arabasına oturup bindi. Çok içmişti ama o hala ayıktı! Arabayı kullanırken bugün yaşanılanları düşündü sadece, uçağa bindikten kısa süre yanına oturan kadınla zaten sinir olmuştu üstüne üstlük kadının Ceylan Mirşad olduğunu öğrenmişti. Konağın ortasında Harun Mirşad'ın onu kurtarmasını anlatmıştı. Kaçırılma olayını tüm ağalar dikkatle dinlemişti. Üstüne üstlük şimdi de meslektaşı tarafından tacize uğradığını öğrenmişti! Ellerini sinirle direksiyona geçirdi. Minik bedeni bu kadar acıya nasıl dayanıyordu. Heryere kırgın bakan kehribar gözlerinde ürkeklik vardı. Minik ince bedeni ayakta dursana enkaz altındaydı. Şimdi birde kendisi en büyük darbeyi atmak üzereydi kadına!

Mirşad değildi henüz, büyük ihtimal ismini değiştirmek istemeyecek olsada herkes onu Mirşad olarak kabul edecekti. Kadını kullanıp masumluğunu elinden aldığımda ya töre verecekti cezasını ya da gerek bile kalmadan kendisine kıyacaktı!

Adam düşündü beyni çıkarcasına sadece düşündü! Masum birisini kirletmeye hakkı var mıydı ?!

Etli dudakları kadının ismini sayıkladı. "Ahu!"
Sonra kafasını sallayarak düşünceleri kendisinden uzaklaştırdı. Halasına kıyan ona defalarca tecavüz ettikten sonra konağın kapısına bir eşya gibi bırakan
Özer Mirşad!

Dedesi halasını geri Mirşadlara götürdüğünde sırf o ölmesin diye düşmanıyla evlendirecekti! Ama sonra Özer Mirşad ben kullandığım malı bir daha kullanmam diyerek konağın kapısını kapatmıştı. Aşiret karar için toplandığında halasının zaten kız olmadığını söyleyerek üste çıktı Özer Mirşad! Tüm Mirşadlar suspustu!
Harun Mirşad oğluna o kızı alacağız desede Özer Mirşad ısrarla istemiyorum diyerek kararı vazgeçirdi. Törenin kararı halasının öldürülmesi yönündeydi. Tam bir ay geçtikten sonra öleceği gün kendisini astı Karender konağının terasına ve cesetini tüm Ruha gördü!

Hastaneye götürülen cesette otopsi sonucuna göre halası 1.5 aylık hamileydi. Yıkıldı herkes!
Tüm Güneydoğu sallandı!
Dedesi kızının yasına dayanamayarak öldü! Babaannesi delirmenin eşiğine geldi! Babasını hatırlıyordu Pars daha o zamanlar küçüktü yaşını hatırlamıyordu ama tüm acı bedenine kazılıydı. Babası halasının cesetine sarıla sarıla yas etmişti! O günden sonra bir karar verildi Harun Mirşad'ın yeni doğan kız torunu Ceylan Mirşad, Pars Karender'e berdel olarak verilecekti! Beşik kertmesi olmuştu!

Harun Mirşad torununu oğlunun şerefsizliği yüzünden yanmasına izin vermeyerek kimsenin haberi olmadan kaçırttı ve izini kimse bulamadı bugüne kadar!

Pars geçmişi hatırlayınca acıyla kasılan yüzünü buruşturdu, konağın önüne geldiğinde durup odasına çıktı ve kendisini yatağın üstüne bırakarak uyudu.

~

 

Ahu kehribar rengi gözlerini odasının tavanına dikerek ağrıdan bedeni kasıldı sakince. Dünü düşünmedi Ahu! Dünü dünde bırakıp bugüne odaklandı. Ayağa kalkıp banyoya girip kısaca duş alıp çıktı, bugün kafasına koymuştu DNA testi yapacaktı. Valizini yeni açıp içinden giymek istediği şeyleri çıkardı. Siyah jean üstüne beyaz ip askılı crop giydi. Onun üstüne de siyah blazer ceket giymişti. Ayakkabı olarak dün giydiği spor ayakkabılarını giydi. Hafif kuruyan saçlarını banyoda kuruttu. Yüzüne hafif kapatıcı sürdü biraz allık ve kontür yaparak yüzünü şekillendirdi. Pembe pembe duran yanakları yüzüne sağlıklı bir görüntü veriyordu. Kirpiklerini rimelle kıvırıp gözünün altına ve üstüne kahverengi kalem geçti. Bu kehribar rengi gözlerini daha çok ortaya çıkartmıştı. Düz saçlarını kurutup avuç içine hafif aldığı bakım yağını sürdü. Bu işlemiyle tamamen hazırdı.

Aynı kol çantasını alıp odadan çıkıp Başak'ın kapısını tıklattı açan olmayınca aramaya karar verdi.

İlk çalışta açan arkadaşına gülümsedi.
"Başak neredesin ?"

"Kuzum biz sabah senin kapını çaldık açmadın. Şimdi kahvaltıya gelmiştik konum atayım gel hemen." dediğinde onu onayladı otelden dışarı çıkıp taksiye binip adresi söyledi. Taksi görüp görebileceği en güzel yerde durunca şaşkınlıkla aralanan gözlerini kırpıştırarak parayı ödeyip indi aşağı. Urfa manzarasına bakıp dudaklarını genişletti. Yüzünde olan sevimli gülümse ile çevrene bakındığın bir kaç adamın kendisine baktığını hissedince önüne dönüp arkadaşlarını aramaya başladı. Cem oturduğu yerden bana el sallayınca gülerek yanlarına gidip oturdum.
Kahvaltıya çoktan başlamışlardı. Cem'in yanındaki sandalyeye oturdum.
"Bakıyorum erkencisiniz ?" Güldüm Melisa gözlerini kaçırarak yüzüme bakıp gülümsedi ve elini elimin üstüne koydu.
"Sana minnettarım Ahu!"

Ege "Biz erken gittiğimiz için çok pişman olduk." Elini saçına götürüp sıkıntıyla karıştırmıştı. "Ben bir şey yapmadım ki zaten bir adam geldi o yaptı!"

Başak bana döndü "Kimdi o yüzünü gördünüz mü ?!"

Melisa "Ben gördüm şu restoranda gördüğümüz adamdı!" dediğinde duraksadım. İçtiğim çay boğazımda kalınca Cem sırtıma sertçe vurmuştu.
"Helal kız."

"Cem öldürdün beni. Öyle vurulur mu ?" cidden canım yanmıştı ama belli etmedim. Cem kafasını omzuna koyup sevimli bir kedi gibi sırnaştı onun bu hareketlerine alışkındık. "Özür özür çok özür."
Gülmekle yetindim. "Onun orda ne işi vardı ki ?"

Başak sırıttı "Bence bizi takip etti."

Ege "Ne alaka ? Bence tesadüf."
Ege'ye katıldım. "Bence de."

Cem "Aman bize ne elin taş gibi adamından! Yani lamborghini truck'ı varsa bize ne değil mi ?"
Gülerek Cem'e omuz attım. Ağzıma aldığım çekirdeksiz zeytini yedim.

Ege "Adam çok iyiydi. Kız olsam ona düşerdim."

Başak "Ben düştüm zaten."
Melisa "Ben yuvarlanmaya başlamıştım."

Bakışlar salatalık yiyen bana döndüğünde yutkunarak omuz silktim.
"Ben ilgilenmiyorum."
Cem bana omuz attı. "İşte benim kara Fatmam! Masum bir o kadar da güzel Ahu Özalp!"

Başak sırıttı. "Yakında Ceylan Mirşad!"

Şaşırarak herkes Başak'a baktığında anlatmam gerekeni dile getirdim.
"Benim evlatlık olduğumu zaten biliyorsunuz. Biyolojik ailemi bulmuş olabilirim."

Cem kollarıyla bana sarıldı. "Senin biyolojik ailen benim şapşik."
Kahkaha atarak kollarından çıktım.
Melisa "Ceylan Mirşad ne peki?"

"Yani biyolojik ailemin bana koyacağı isim."
Ege "İsmini değiştirme bence."
"Bence de." dedi Cem.

"Değiştirmem zaten." dedim ve kahvaltımı yemeye devam ettim. Kayısı reçelini sürdüğüm ekmeği ısırdığımda yanında çay içiyordum. Diğerleri konferans hakkında koyu bir sohbete dalmışken telefonuma gelen bildirim sesine çevirdim bakışlarımı ve telefonumu açarak mesajın üstüne tıkladım.

Gönderen: Mete "Konum ?"

Gönderilen: Ahu "Şu an pek müsait değilim. Akşam olsa ?"

Gönderen: Mete "Olur :)"

Cem benim ve Ege'nin kolunu tuttu.
"Biz üç harftiler olarak size çarpmadan def olun!"

Konuyu anlamamıştım ama güldüm.
Melisa "Ya Cem dün yediğin hurmalar bugün tırmalamaya başlamış sanırım ?"
Başak sırıttı.
Cem kaşlarını kaldırıp Melisa'nın tehdidine omuz silkti.
"Yelloz seni! Bende bir tane ifşan vardı hatırladın mı ?"

Melisa "Evet."

Cem "O ifşayı instagram da paylaşmamı istemiyorsan sus bence." diyerek kaşını kaldırdı.
Ege "Ov o ifşayı gördüm ben. Mutasyona uğramış gibisin."

O fotoğrafı bende görmüştüm bu yüzden güldüm. Melisa'ya baktığımızda yüzü kızarmıştı. "Tamam ya hala silmedin mi onu sen ?"

Cem "Kızım o yüz şeklini silmek için fotoğrafa girmeye korkuyorum."

Telefonumu çıkartıp saate baktım fazla oyalanmıştım şu konağa son kez gidip DNA testini yaptıracak sonra bu güzel şehri gezecekti.
"Benim kalkmam gerekiyor." Çantayı takıp sandalyeden kalktım.

Başak "DNA testi mi yaptıracaksın ?"
Kafamı olumlu anlamda sallayıp herkese el sakladıktan sonra mekandan çıkmıştım. Yol toprak ve taşlı olduğu için önüme bakarak yürüyordum. Çalan telefonumu arka cebimden çıkartıp yanıtladım. Arayan kişinin ismi kayıtlı olmamasını görememiştim.

"Efendim."

Karşıdan zayıf sesli bir kadın sesi duyuldu. "Ahu Özalp? "

"Evet benim."

Kadın korka korka nefesini verip sesini alçak tuttu. "Bu şehirden bir an önce git! Gitmezsen ölümün olacak."

Afallayarak yerimde bir anda duraksadım. Kaşlarımı çattım.
"Ne demek istiyorsunuz ? Ayrıca siz kimsiniz."

"Kim olduğumun bir önemi yok! Git bu şehirden Ruha seni içine gömmeden git!" diyip telefonu kapattığında ağzım aralanmıştı. Arananlar kısmına girdiğimde özel numara olduğunu görmem ürpermeme yetti. Ne demek istediğini anlamamıştım.
Kimseye bir zararım yoktu neden ölümüm bu şehirden olacaktı ki ?
Hem kimseyi tanımıyordum.

Umursamamaya çalışsam da aklıma takılanlar ile yürümeye başladım. Önüme gelip bunaltan saçlarımı elimle arkaya ittim, sarımsı tutamlar güneş ışığının vurmasıyla daha açık renge bürünüyordu. Çantamda her zaman taşıdığım güneş gözlüğünü gözüme takıp taksiye binip konağın ismini verdim.
Adam arabayı kullanırken ben sosyal medya hesaplarımı kontrol ediyordum. Araba yavaşça konağın önünde durduğunda açık kapıdan içeriye girip aynı zamanda gözlüğümü çıkartarak çantama geri koydum.
Konağın avlusunda dolaşan iki kadına bana bakıp şaşırmışlardı bir tanesi koşarak yukarıya çıkmış diğeri ise yanıma gelmişti.

"Hoş geldiniz Ceylan Xanım!" Kadının tatlı sesine tebessüm ettim. "İsmim Ahu!"

Yukarı koşarak çıkan kadının yanında Zuhal hanım koşarak gelmiş bana bir anda sarılmıştı. Sarılmış aynı anda elleriyle saçlarımı okşuyor ve ağlıyordu.
"Ceylan'ım kuzum!"
Kalbim acıyla kasıldı. Yumruk yaptığım ellerimi hafifçe kadının sırtına koyup bekledim. Kalbim acıyordu.
Kadın resmen yas ediyordu.
"Ellerine kına yakamadan aldılar seni benden! Daha üç aylıktın, mis gibi kokuyordun Ceylan'ım! "

"Hiç ağlamazdın. Hep gülerdin, hep gülerdin. " kadının ağlamaları iç çekişlere döndüğünde Hazar bey yanımıza geldi. "Yanımızda yatıyordun hep! Alındığını duymadık! Kaçırıldığını duymadık. Duyamadık, duyamadık!"

Hazar bey acıyla akan göz yaşlarını silip kadının kolunu kavradı.
"Zuhal tamam bak kızı da üzüyorsun."

Kadın daha sıkı sarıldı bana. Tüm bedenimi hissetmek ister gibiydi. Nefesimin dolandığını hissettim. "Bırakmam! Bırakmam seni artık!"

Gözümden akan yaşlara engel olamadım. Burnumu sertçe çekince ağladığımı anladı. Ağlayan kahverengi gözlerini gözüme dikip elleriyle göz yaşlarını sildi. "Sen ağlama! Sen ağlama! Yüreğim dayanmaz Ceylanım!"

Hıçkırarak dudağımı ısırdım. Hissettiğim bu his gerçekti. "Tamam." dedim mırıldanarak. Zuhal hanım elimi tutarak beni avludaki masaya oturttu. Hazar beyde yanımıza oturmuştu.

"Biz, biz her şeyi konuştuk. İsmini değiştirmeyeceğiz ama sana Ceylan diye seslenmemize izin ver." Kadın ellerimi arasına aldığında kafamı aşağı yukarı salladım. Bu iki insanı üzmek istemiyordum. "Bi... bize anne, baba ne zaman kendini hazır hissedersen öyle de... seni asla zorlamayız."

Hazar bey karısına katıldı.
"Kendi hayatın kendi düzenin var. Biz asla buna da karışmayız ama, ama bizim seni görmemizi burada canın istediğinde kalmanı bize çok görme."

Göz yaşlarımı silerek kehribar gözlerimi adamın yorgun ağlamaktan kızarmış gözlerine diktiğimde kalbimden bir şey söküldü sanki. "Ben zaten bir süre burada kalacağım. "
Zuhal hanım titreyen elleriyle önüne koyulan suyu içti, ağlaması durmuştu artık. Ellerimi sıkı sıkı tutuyordu.
"Evlatlık olduğunu anan baban mı söyledi ?"

Kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Onlar hiç söylemedi ben konuştuklarını duydum ama hiç belli etmediler bende onlara bildiğimi söylemedim."
"Sana nasıl davrandılar ? Okudun mu ?"

"Bana çok iyi davrandılar zaten tek çocuk olarak büyüdüm. Babam komutan olduğu için çok fazla aynı şehirde kalamıyorduk. Öğretmenim ben, İngilizce öğretmeni oldum."
Kadın gülümsedi. Ela gözleri parlamıştı.
Gözünün altındaki beni benim gözümün altındakiyle aynıydı. Bende gülümsedim.
"Ben aslında DNA testi yaptırmak istiyordum."
Hazar bey çalan telefonuyla konuşmak için gitmişken Zuhal hanım kafasını salladı. "Olur yaptırırız kızım."
Zuhal hanım kafasını yan yatırıp aklına gelen gerçeği söyledi.
"Belki de hayırlısı buydu. S...sen burada büyüseydin belki daha kötü olacaktı!"

Elimi kadının elinin üstüne koyarak gülümsedim. "Belki de!"

Zuhal hanım ayağa kalkıp elimi tuttu.
"Haydi gel benle."
Birlikte merdivenleri çıktığımızda katta bulunan tek odanın kapısının anahtarını koynundan çıkartıp kapıyı açtı. "Burası senin odan olacaktı."
Odanın cam kenarında tahta beşik, yanındaki sehpanın üstünde hiç dokunulmamış biberonlar ve emzikler vardı.

"O gece çok huysuzdun. Aç değildin, gazın yoktu altın kuruydu ama ağlıyordun. Bilmediğimiz bir hastalığın var sandık doktor geldi, o da anlamadı neden ağladığını." Beşiğin yanına yaklaşıp patikleri eline aldı.
"Gece yarısıydı hiç unutmadım. Öyle bir yağmur yağıyordu ki..." sertçe yutkunup komidinin üstünde duran ahşap çerçeveyi eline aldı. "Uyuya kaldın, seni bu beşiğe yanımıza yatırdım. Bende çok yorgundum uyudum."
Çerçeveye baktığımda gözümden iri bir yaş tanesi resmin üstüne düştü. Boğazım düğümlenmişti yutkunamıyordum acıyla kasılan bedenimi Zuhal hanıma sarılarak dindirdim. "Evlatlık olduğumu öğrendiğim her gece gerçek ailemi düşündüm. Sonra düşünmeyi bıraktım beni büyüten aileye ihanet ettiğimi düşündüm. Tam iki sene önce ailem olarak bildiğim insanlar öldüğünde sizi bulma ümidiyle yanıp tutuştum ve sizi buldum. İmkansız gibi geliyordu ama buldum ve bu sefer beni götüren olmayacak."
Zuhal hanımın ağlayan göz yaşlarını sildim. "Deniz annem ağlayınca böyle silerdim, Zuhal annem ağlayınca da böyle silerim. Ama ağlamayın lütfen."

Sıkıca sarıldık. Artık acı çeksinler istemiyordum. Zuhal hanım ve Hazar beyin gözlerinde gördüğüm acının dinmesini istiyordum. Karşımdaki insanların bana acıyla bakması canımı çok yakardı ve insanları mutlu etmek için her şeyi yapabilirdim.
"Anan kurban olsun, ağlamam bir daha söz!" Güldük, telefonumu cebimden çıkartarak çerçeveli fotoğrafı çektim. Beraber odadan çıktığımızda Zuhal hanım kapıyı kilitlemedi. Beraber konağın avlusuna geri döndüğümüzde Hazar bey, yanındaki beyaz önlüklü doktor ve hemşireyle oturduk.

DNA testi için hastaneye gideceğimizi düşünürken, hastane ayağımıza gelmişti.

~

Karender konağı neşeliydi adam istemese de bu duruma dudak kıvırdı. Kardeşi Lal'in kaçamak bakışlarını üstünde hissediyordu fakat üstelemedi. Babası ve babaannesi bu akşam amcalarını eve çağırmıştı. Neden yaptıklarını biliyordu adam ama umursamadı. Kimse istemediği bir kadını koynuna sokup kendisine eş yapamazdı. Sadece kahvesini yudumlarken babaannesi gözlerini gözlerinden çekmedi.
"Ezma gelecek konağa."

Kahveden bir yudum daha aldı.
"Gelsin ne yapayım ?"
Babaannesi sinirle elindeki tespihi masanın üstüne bıraktığında dişlerini sıktı adam.
"O kız senin karın olacak!"
Alayla gülümsedi kendisini korkuyla izleyen kardeşine göz kırptı.
"Kim demiş ?" diyerek kahvesini yudumlamaya devam etti.

"Ben diyorum!" dedi babaanne.
Babaannesinin kırışmış yüzüne ve gözlerine çektiği kap kara sürmeye baktı adam. Sonra ses tonunu asla değiştirmedi. "Karım yapacağım kişiye ben karar veririm babaanne. Sen veya babam değil! "

Babası sinirle kaşlarını çatsa da umursamadı. Babası her zaman annesinin ardına sığınırdı.
"Ezma, amcanın kızıdır! Ve senin nikahlı karın olacak tek kişidir."

Alayla kaşlarını kaldırıp sırıttı.
"Haddinizi bilin! Büyüğümsünüz diye her dediğinize boyun eğecek birisi yok karşınızda! Benim kararlarım ve benim hükümlerim geçerlidir artık! Sizin devriniz kapandı Yade!"
Fincanı masa üstüne bıraktım. Babaannem ve babam bir şey diyemedi.
"Amcama verdiğiniz söz beni alakadar etmez! Çok istiyorsanız siz evlenin Ezma ile."

Son sözünü söyleyip merdivenleri inerek avluya çıktı. Arkasından babasının ve babaannesinin seslenişlerini keyifle dinledi. Onların yaptıklarını asla unutmamıştı. Annesine, kendisine ve kardeşine bu konağı dar etmişler sırlarının ardına saklanmışlardı. Küçüklüğüm halama yapılanları dinlemekle geçmişti.

Konak'tan çıktığında sigarasını çıkartıp yaktı, arabasına oturup yarım saat önce kendisini arayan adama döndü.

"Söyle!"

"Ağam istediğiniz gibi kadını kapsamlı bir şekilde en ufak detayına kadar araştırdık."
Sigarasından zehri çekip açık olan camdan üfledi. "Anlat."

"Ahu Özalp. 26 yaşında İngilizce öğretmeni. İstanbul üniversitesinden mezun, iki sene Hollanda'da öğretmenlik yapmış. Kayıtlı olan ailesi. Ömer Özalp ve Deniz Özalp. Kendi aileleri ölmüş kendileri ise trafik kazasında ölmüşler. Ömer Özalp komutan. Deniz Özalp devlet memuru. Kendilerinin en ufak vergi borcu bile yok. Ahu Özalp'in üstünde iki tane ev ve araba gözüküyor. Urfa'ya konferans için gelmiş ve yeni yapılan köy okulunda arkadaşları ve kendisi öğretmenlik yapacak. Bir evin kirasını Lösemili çocuklar için bağış yapıyor. Boş zamanlarında gittiği dans kursu ve babasının arkadaşının at çiftliğine gidiyor."

"Tamam, sağol! Sen kadını takipte kal!"

"Ağam kadın Mirşadların konağında."
Direksiyonu kavrayan parmakları sıkılaşmıştı. "Tamam!"
Telefonu kapattı, holdinge doğru arabayı sürdü.

Pars Karender bilinmezliklerin adamıydı.

Onu anlamak için bir ömür gerekliydi.

~

DNA testi biter bitmez kısaca vedalaşıp Konak'tan çıktım. Yemeğe kal ısrarlarını üzülerek reddetmek zorunda kalmıştım. Bugün çok işi vardı.

Konak'tan çıktıktan sonra dün yürüdüğüm yolu hızlı bir şekilde yürümeye başladım. Taksi bulamamıştım bu yüzden çarşıya kadar yürümek zorundaydım. Geçtiğim sokakları hayranlık ile izliyordum. Telefonumu çıkartıp saate baktım, bugün Mete'ye söz vermiştim ve yarım saat içinde onunla buluşmazsam beni büyük ihtimal azarlayacaktı. Bildiğim gerçekle durup nefeslendim ve telefondan numarasını bularak aradım.

Mete gülerek açmıştı.
"Ne oldu ?"

Yola bakmaya devam ederken saçımı elimle düzelttim. "Ya ben galiba kayboldum. Dün geldiğim yola hiç benzemiyor."

Yolun kenarında yürüdüğüm anlık iç güdüyle kaldırama geçip soluklandım. Çok sıcaklamıştım. Üstümdeki ceketi çıkartıp koluma aldım. Mete "Konum at on dakikaya alayım seni."

"Yok yola çıktım sayılır taksi bulabilirsem binip geleceğim. Ben seni aslında geç kalabilirim diye aradım. Sonra azarlama beni."

Mete kahkaha atınca gülümsmeden edemedim. Kaldırımda yürüyüp gözlerimle yolda durdurabileceğim taksi arıyordum. "Ya ben seni hiç azarlar mıyım ?"

"Mete 5 senelik arkadaşım olmasan senin bu dediğine inanırdım."
Mete'nin sesinden kırıldığını hissetmiştim.
"Arkadaşlar bu günler için vardır." diye saçmaladığında sırıttım.
"Tamam oyalama beni kapatıyorum." dedim ve cevabını beklemeden kapatıp telefonu çantama attım. Üstümdeki bakışları hissedince ceketi giymek zorunda kalmıştım. Yürüdüm yürürken hayatımın akışının değişimini izledim. Önceden arada aklıma gelip düşündüğüm biyolojik aileme kavuşmuştum. Hiç ummadığım bir şehirde hem de!
Değişik hissediyordum bana çok sıcak davranmışlardı.
Zuhal hanım beni yanından bir an bile ayırmıyordu. Sanki tekrar gidip beni göremeyeceğini hissediyor gibiydi.

Hazar bey, o ise farklıydı. Bana baktığında gözlerini kaçırıyordu. Korkuyor gibiydi ama sanki bir şeyler de saklıyordu. Henüz ne olduğunu tamamen bilmiyordum ama öğrenince üzüleceğim için öğrenmek istemiyordum. Kaldırımda yürürken bakışlarım çocuk parkıyla kesiştiğinde gülümsedim. Çocuk parklarını ne zaman görsem babam aklıma gelirdi. Onları özlemiştim. Durup çocukları seyretmeye başladım. Annem hep bir torunu olmasını isterdi. Onunla yapacağı şeyleri sıralayıp durur beni sinir ederdi.

 

Bir çocuğum olsun isterdim. Fakat yaşım 26'e çoktan gelmişti ve bu yaştan sonra doğru adamı bulup bu dünyaya bir çocuk getirmek zordu. Yoluma devam etmeye karar verirken arkadan çarpan iki üç kişinin gazabına uğrayarak sendeledim fakat düşmedim. İki adam yolun kenarında duran bana bile isteye çarpmıştı. Sırtımın acıdığını hissettim. Yüzümü acıyla buruşturunca, dişlerimi sıktım. Konuşmam gerekiyordu ama başıma bela almak istemiyordum. Arkamda duran bedenlerini hissedince çantamı önüme alıp sıkı sıkı tuttum ve yürüdüm. Sesimi bile çıkartmadım.
Kuşkuyla telefonumu elime aldım. Bir şey olacağını hissediyordum sanki.

 

Arkamdan adamların geldiğini duydum ve sadece içinde alay barındıran sesi hissettim. "Serhat Ağamın selamı var." Adam koluma yapıştığı gibi beni döndürüp tokatı basmıştı. Kanayan dudağımı tenime değen sıcaklıkla hissedince gözümden düşen yaşlara engel olamadım. Kolundan kurutulmak için çırpındığımda diğer adam etrafı kolaçan ediyordu.

"Bı...bırak beni! "
Adam alayla güldü. Gülüşü iğrençti.
"Tanımıyorum ben sizi! Lütfen bırakın."
Kolumu çekmeye çalıştıkça baskısı artıyordu. Etrafa bakınmaya başladım.
"Yardım edin!" diye bağırdığımda adam güldü.
"Sen bugünlük eğlencemizsin tatlı bayan..."

Silahın varlığını belimde hissedince duraksadım.

Kafamı hızla hayır anlamında sallayıp gözlerimi sıkıca yumdum.
Olamazdı!
Sakladığım anılar ortaya çıkamazdı.
Şimdi olmazdı!

"Hayır. Hayır. Hayır."
Gözümden akan yaşları tenimde hissettiğimde diğer adam beni tutan adama bağırdı. "Kaç lan!"

Adam gitmeden kulağıma eğildi.
"Bu iyi günlerin Ceylan Mirşad." dedi ve gülerek tenimde hissettiğim çıplak metali karnıma sokup çıkarttı.

Elimden kayan çantam ile başım hızla dönüyordu. Elimi karnıma attığımda elime değen his tanıdıktı!
Bu kan tanıdıktı!
Bu hissiyat tanıdıktı!

Bu 15 yaşındaki Ahu'nun çırpınışlarıydı! Onun o gün hissettikleriydi.
Onun boynuna ip dolandığında ayağının altındaki buzun erimeye başladığında hissettikleriydi.

Yere düşmek üzereyken belimde hissettiğim soğuk eller beni kavramıştı. Kim olduğunu anlamak için gözlerine baktığımda koyu mavi iki derin çukuru görmem nefes almamı zorlaştırmıştı. Adam yarama kısaca bakıp üstündeki ceketi çıkartıp bastırdı. Konuşuyordu, belki bana bağırıyordu ama ses silindi. Sadece görüntü vardı. Adam yüzündeki ifadeyi bir saniye değiştirmeden kucağına aldığında gözlerimiz tekrar buluştu.

Canım yanıyor muydu ? Biraz.

Arabaya bindiğimizde beni yan koltuğa bırakıp bir eliyle arabayı kullandı diğer eliyle yarama bastırdı. Artık nefes alamıyordum. Korkunca arkasına sığındığım duygular benim en büyük düşmanımdı.
Bu düşman öyleydi ki benim nefesimi kesmek için an ve gün kolluyordu. Ağzım açıldı. Boğazım yanmaya başlarken yaramın üstündeki eli kavradım sıkıca. Anında bana bakıp nefes alamadığımı görünce dudakları aralandı. Konuştu ama duyamadım. Arabayı sertçe durdurduğunda çantamı açıp gerekli ilacı çıkartıp ağzıma getirmişti. İlacın üstündeki elini kanlı parmaklarımla tutup ağzıma çektim. Telaşlıydım, titreyen parmaklarıma bakıyordu. İlacı çektikçe burnuma dolan nefes ve onun içine karışan kokusu benim şifamdı.
Yeterli miktarı çekince elinin üstündeki elimin baskısını azalttım. İlacı çekip bıraktı. Artık ses duyabiliyordum.

Diğer elimi elinin üstünden çekmedim.
Fısıldadım. "Canım yanmıyor!"
Gözleri gözlerimi bulup yutkundu. Devam ettim. "Alışkınım galiba."
Kafamı kanın olduğu yere indirdim. Tenimi kaplayan ceketi kan içindeydi benim elim ve onun elleri de kan içindeydi. "Özür dilerim! Ceketin mahvoldu."

Kuruyan dudağımı ıslattım. "Seni tanıyor muyum ?"
Gözleri gözlerimi bulduğunda cevapladı.
"Hayır."

Kafamı ağır ağır salladım.
"Ama sen beni tanıyor gibisin." Yüzünde oluşan soğukluk kaskatı kesilmesine sebep olurken gözleri koyulaştı.
Yüzümü hissettiğim acıyla buruşturdum. "Bu şehre gelmemeliydim."

"Bu şehre gelmemeliydin!" dedi sertçe.
Gülümsedim. "İsmin nedir ?"
"Pars!"
İçimden geçirdim. Pars.
"Ahu'yum. Ama herkes Ceylan diyor. Ahu olmak acı verici. Ceylan olmakta acı verici. Pars olmak nasıl ?"

Sorduğum soruyla afallayan yüzüne gülümsedim. "Pars olmakta acı verici."
Gülümsemem genişledi. Neden böyleydim. Acı sarhoşluğu mu yaşıyordum acaba ?
"O zaman bizde bir sorun var." dedim sakince.

"Üşüyor musun ?" diye sorunca üşüdüğümü hissetmiştim.
"Evet. Ama sen benden daha çok üşüyor gibisin."

"Nerden çıkardın ?" Sinirlenmişti.

"Gözlerin çok soğuk bakıyor. " omuz silktim. "Beni tanıyorsun ama bir o kadar da tanımıyorsun. Kimseye güvenmediğin için de beni tehdit olarak görüyorsun."
Yüzündeki afallamayı gördüğümde tespitim işe yaramıştı.
"Doğru tespit etmişim." Yüzümü acıyla buruşturdum ve inleyerek boynumu geriye deri koltuğa atarak kafamı arkaya bastırdığımda araba durmuştu. Kapıyı açıp hızla geçerek kapıyı açıp bana yaklaştı. Ne olduğunu anlamamıştı. Terleyen yüzüme çeken saçlar rahatsız etmişti. Bunu hissederek iki eliyle saçları iterek tenime azıcık dokundu.
Elini yaramın üstüne koyduğumda.
"Çok mu derin ?" dedim korkarak.

Kafasını olumsuz anlamda salladı.
"Çok derin gözükmüyor." İçim rahatlamıştı. "Tamam hastaneye gitmek istemiyorum."

Kaşlarını çattı. "Saçmalama!" Kucağına almak için yeltenecekken durdurdum onu. "Hastaneye gitmek istemiyorum."
Bağırdım. Gidemezdim. Olmazdı.
"Neden ?" diye bağırdığımda ses tonu korkmama sebep oldu.
"Korkuyorum. Hastaneye gidemem olmaz."

"Eğer yarana bakılmazsa enfeksiyon kapacak!" Kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Hastaneye gidemem!"

"Kes inadı!" diyip kucağına aldı. Kurtulacak mecalim yoktu. "Ceketinin parasını sonra veririm."

Ağzıyla geveledi. "İyi ver."
Hastaneye girdiğimizde acildeki sedyeye bıraktığında üşüdüğümü hissettim. Doktor acilen başıma gelip yaraya baktı. Duyamadığım bir iki şey yaşandıktan sonra gözlerimin kendiliğinden kapandığını hissettim.

~

Pars Karender sedyeyle giden kadının arkasından bir süre baktı. Sonra gözleri eline tırmandığında, avuç içinde kuruyan kana sinirlendi. Lavaboya doğru gittiğinde kapıyı arkasında kapatıp bir süre sırtını yaslayıp gözlerini kapattı. Adamı arayıp kadına iki kişinin musallat olduğunu söyleyince yakınlarda olan arabasıyla hızla gelmişti. Minik bedeni düşmek üzereyken yakalamıştı. Ellerinin içinde duran masum birisinin kanına baktı. Bir iki adım ilerleyip ellerini mermere yasladı ve yıkadı. Suyla akan kana bakarken kadının sesi kulağında yankılanıyordu.

Kadın ne demişti ona ?
Gözlerin çok soğuk bakıyor.
Haklıydı adamın gözleri kalbi gibi hiç ısınmamıştı. Herkese düşmanına bakar gibi bakıyordu. Gözlerinin içinde biriken buz dağının görünen yüzünü görmüştü kadın. Kimseye güvenmediğin için beni tehdit olarak görüyorsun demişti. Adam alayla kıvırdı dudaklarını, kadın zaten tehditin ta kendisiydi.

Yıkadığı ellerini kağıt peçeteyle kuruladı, aynadaki aksine baktı.
"Ahu." dedi fısıldayarak. Kadının ismi dudaklarından titreyerek çıktığında cümlesini tamamladı. "Sen benim intikam ateşimi söndürecek beni buz dağına dönüştürecek tek kişisin." dedi, Boş duvarda çırpınan sese rağmen kapıyı çarparak acil katına indi. Doktor yanına geldiğinde konuştu.
"Hastayı odaya çıkarttık. Bıçak izi fazla derin olmadığı için pansuman yaparak dikiş attık. 303 nolu odada." dedi ve gülümseyerek yanından ayrıldı.

Asansörün yanına ilerlediğinde çalan telefonunu açıp gelen asansöre bindi.
"Ne var Miray ?!"

"Aşkım seni özledim."
Sıkıntıyla nefesini verdi. "Ben seni özlemedim ama."

"Ya Pars, ne zaman geleceksin ? Benim gelmeme izin vermiyorsun, e sende gelmiyorsun ?"

"Miray başlama yine. Gelmek istediğimde gelirim niye uzatıyorsun. Kapat işim var şimdi."

Asansör durduğunda konuşan Miray'ı umursamadan katın başındaki odaya girdi. Hastane kokusunu oldu olası sevmezdi. Odaya girdiğinde Ahu'nun sarımsı saçları yatağa serilmiş buğday teni bembeyaz olmuştu. Yüzündeki huzursuz ifadeyi seyrederken gözü kadının gözün altındaki minik bene kaydı. Yatağın yanındaki sandalyeye oturdu. Dirseğini sandalyenin koluna yaslayarak çenesini de elinin üstüne koyup seyretti.

Kadın titreyen kirpikleri arasında kafasını sağa sola sallamaya başlamıştı. Kabus gördüğünü düşündü.
Kadın fısıldamaya başladığında onu tek o duydu. "Ben...beni bırakın!"

"B...ben suçlu değilim ki ?" Kadın titriyordu ve gözünden akan yaşlar tenini ıslatıyordu. "Ca-canımı yakmayın lütfen!"
Kadın bir anda bağırmaya başladı.
"Ben suçlu değilim! Ben bir şey yapmadım!"

Bir anda ayaklanarak yatağın kenarına oturup omuzlarından tutarak uyanması için sarsmaya başladım. Kadın titreyerek bağırıyordu. "Ben suçlu değilim!"

İrice açılan kehribar rengi gözleriyle sarsılarak doğruldu. Ağlıyordu.
"Ben suçlu değilim!" Odayı tarayan çaresiz gözlerini acıyla kırpıştırarak bana baktı. "Ben suçlu değilim!" fısıltısı yardım çığlığı gibiydi.
Omuzları sarsılarak ağlamaya başladı.
"Beni hastaneye getirmemeliydin." omuzlarını tutan ellerimi çekti.
"Beni buraya getirmemeliydin."
Gözüme kırgınlıkla bakıyordu. Burnunu sertçe çekti. "Hep aynı şey oluyor! Her hastaneye geldiğimde önünden bile geçtiğimde aklıma o gün geliyor!"

Elleriyle bacaklarına vurmaya başladığında sakinleştirmek istedim iki elinin bileğinden sertçe tuttum.
"Sakin ol!"

"Olamam! Sakin falan olamam!" Güldü, alayla kahkaha atarak ellerini elimden çekmeye çalıştı. "15 yaşında hastaneye geldiğimde kaçırdılar beni! "
Elimi sertçe yutkunarak bıraktığımda kolları artık özgürdü. Kafasını eğdi. "Bir hafta boyunca karanlık bir mağarada kaldım! Kimse yoktu! Yalnızdım! Beni parmaklıkların arkasına suçluymuşum gibi hapsettiler." Önüne gelen saçı kulağın arkasına aldığında boynuna süzülen yaşlar gözüme çarptı.
"Bir haftanın sonunda..." hıçkırmaya başladı. Gözlerini gözlerime acıyla dikti.
"Canlı yayında gözlerim bağlı bir şekilde boynuma ip geçirdiler. Ayağımın altında buz kütlesi onun altında hafif yanan ateş!"

Ağlaması şiddetlendi. Omuzları sarsılıyordu. Hıçkırıkları arasında zar zor konuştu. "Beni öylece bırakıp gittiler! Ölmemi seyrettiler."
Bağırarak titreyen ellerini kulaklarına bastırdı. "Sesleri gitmiyor!"

Ağlayan göz yaşını sildirmek için kaldırdığım elimi omzuna koyarak sarstım. "Kendine gel Ahu!"

Tepki vermeyen kadın ile dişlerimi sıktım. "Ahu!"
Gözlerini kırgınlıkla kaldırdı. Ellerini kulaklarından çeken kadın bir anda kollarını boynuma dolayarak bana sarıldı. Hissettiğim beden kollarımın arasında titrerken, ürkek nefesi boynumdaydı. Hala ağlıyordu ama sakinleşmişti. Yumruk yaptığım eli zar zor açarak sırtına koydum. "Tamam geçti." diye fısıldadım. Kendime engel olamıyordum.

Bir süre hareket etmeden ağladı. Saçlarından yayılan kokusu gözlerimin kapanmasına sebep olmuştu. Sonra olayın farkına vararak kendini geriye çekti. "Ben özür dilerim. Böyle sarılmamalıydım. Ceketi ve bu sarılmayı sana telafi edeceğim. Gerçekten özür dilerim."

Kadın geriye çekilerek elleriyle göz yaşlarını sildi. Üstündeki ceketi çıkartıp oturduğum sandalyeye attığından yataktan kalkıp dikeldim. "Sorun yok!"

Yataktan çıkıp sargısına baktı. Parmak uçlarını dokunduğu gibi geri çekti.
"Olsun ben borçlu kalmayı sevmem."
Saçlarını kulak arkası yaptı.
"Şimdi gidip o Serhat'tan hesap sormam lazım sonra, sonra borcumu ödeyeceğim."

Adamın duyduğu isimle çenesi kasıldı.
"Serhat mı ?"

Kadın kafasını olumlu anlamada sallayıp göz ucuyla yüzüme baktı.
"Evet adam bıçaklamadan önce Serhat Mirşad'ın selamı var dedi."

Serhat Mirşad, belanın ta kendisiydi. Kadın sinirlenen yüzüme baktı. "Tanıyor gibisin ?"

"Evet! "

Kadın dudağını ısırdığında beynini vuracak cinsteki kelimeleri sarfetti.
"Bir insana zarar vermek bu kadar kolay olmamalı. İnsanlar can yakmayı ne çok seviyor böyle. Sen benim canımı yakınca eline ne geçecek ki ? Giden geri gelmeyecek, yakılan can ise asla onarılmayacak." Omuz silkip ceketini aldı. "Neyse başını şişirdim, kusura bakma. Her şey için çok teşekkür ederim. Bu iyiliğini nasıl ödeyeceğim bilmiyorum."

Yüzüme dönüp baktığında ceketini giyiyordu. Soru soran gözlerle bakıp gülümsedi. "Nasıl öderim ?"

Sen benim canımı yakınca giden geri gelmeyecek!
Giden geri gelmeyecek!
Gözlerine dalıp bana söylediği cümleyi beynim tekrar tekrar edip durdu.
Duraksadım. "Yemeğe ne dersin ?"
Bir anda ağzımdan çıkan cümle şaşırmama yetti. Düşünmeden konuşmuştum.

Gülümsedi. "Olur zaten çok acıkmıştım." diyip odadan çıkmak için yürümeye başladığında yanında yürüyüp düşündüm. Yanımda duran bedeni intikam uğruna kirletebilecek miydim ? Kafasını hızla topladı, aklı bulanamazdı!

~
Hastaneden çıkış yaptıktan sonra yanımdaki adam ile arabasına bindik. Kapıyı açıp bindiğimde yerde duran çantamı alıp kucağıma koydum.
"Ben burayı bilmiyorum. Sen ne yemek istiyorsan oraya sürebilirsin."
Adama bakmadan konuştum. Arabayı çalıştırdıktan sonra "Tamam." demişti.
Sesi niye hep sinirli çıkıyordu ? Anlamış değildim. Karnındaki bandaja dikkatle eğilerek baktığımda çok acımadığını hissettim. Canım yanmıyordu. Parmaklarım bandajda dolandığında elimi hızla geri çektim.
"Bugün anlattıklarımı unutsan olur mu ?"

Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Soru soran gözlerimle yüzüme baktı.
"Neden ?!"

"Hani olur ya bazen insan tanımadığı birisine içindekileri anlatıp rahatlamak ister. Benimkisi de o yüzdendi, yoksa anlatmazdım." Önüme döndüm utançla ve kafamı kaldırmadım.
"Neden unutmamı istiyorsun onu anlamadım."

"En son birisine anlattığımda çok üzüldüğünü ve aklına gelince canının yandığını söyledi! Bana bu kadar yardımcı olduktan sonra canının yanmasını istemem! " yüzüne dönüp gülümsedim. Cevabını merak ediyordum. Kaskatı kesilen yüzü söylediklerimle sertçe yutkunmuştu. Direksiyonu tutan elleri sıkılaştı.
Keskin sesiyle konuştu.
"İnsanları bu kadar düşünmemelisin!"

Omuz silktim.
"Bu kötü bir şey değil ki ? İnsanları düşünmeyi seviyorum."
Önüme döndüm galiba çok açık konuşuyordum. "Özür dilerim canını sıktım galiba."

Adam cevap vermedi çalan telefonuna bakıp aramayı red ettikten sonra dükkanın önüne arabayı park ederek durdu. Duran arabadan çantamı tutarak indiğimde arkamdan yürüyordu. Geldiğimiz restoran küçük bir yerdi ve içinde kimse yoktu. Ne olduğunu anlamamıştım galiba saatten olduğunu düşündüğümde kolumu kaldırıp saatime baktım. Aslında tam da yemek saatiydi. Dükkana bakarken Pars dışarı oturmuştu. Yanına gidip karşısına oturduğumda gördüğüm manzara gözlerimin kocaman açılmasına sebep olmuştu. "Bu ne!"

Tüm şehir ayaklarımızın altındaydı. Hava karardığı için tüm ışıklar manzara şöleni oluşturuyordu. "Çok güzelmiş."
Masaya dirseğimi koyup gülümseyerek manzarayı izledim. "Beğendin mi ?" diye kısaca sorduğunda yüzüne bakıp gülümsedim. "Evet baya beğendim."
Kafasını salladı gelen garsona sipariş verdi, garson gidince baş başa kalmıştık.
"Bir şey sormak istiyorum ama tam emin değilim ?"

Sakince konuştu. "Sor."

"Uçakta yanına oturduğum kişi sen misin ?" Tedirginlikle gözlerine baktım.
Güldü. Ama tam olarak değil. "Evet."
Dudağımı büzdüm. Kafamı sakince salladım. "Arkandan güzel şeyler söylemedim beni affet."

"Ne dedin ki ?"

Saçımı arkaya atıp dudaklarımı yaladım.
"Yani sinir olduğun birine ne denirse onları dedim."
Kaşlarını çatınca gerileyerek panikledim. "Küfür etmedim. Küfür etmem. Ayıp! Küfür etmedim de öküz falan demiş olabilirim." Tamamen boş boğazlık ediyordum.
Yüzündeki ifade tuhaflaştı.
"Ya öyle bakmasana sanki sana ihanet ediyormuş gibi hissettim."
Yüzündeki bakış gevşeyince beklemediğim bir anda kahkaha attı. Şaşırarak ona baktım. Ağzım hafif açılmıştı. Gözlerim gülüşüne takıldı. Bir süre güldükten sonra duraksayarak boğazını temizledi.

"Peki arkamdan konuştuğunu neden yüzüme söylüyorsun ?"
Ağzımı kapatarak yutkundum güzel yere parmak basmıştı.

"Pişman olduğum için! Sana o gün göz ucuyla bakmaya bile korktum. Dedim herhalde mafyanın yanında falan oturuyorum. Nefes aldığım için bile korkarak nefesimi tuttum bir ara. Ama bugün bana yardım edince pişman oldum ve söylemek istedim."

"İyi birisi olduğumu mu düşünüyorsun ?" Omuz silktim.
"Bana yardım ettiğine göre iyi birisisin."

Garson yemekleri getirip önümüze bıraktığında gözlerindeki tuhaf ifadeyle beni seyrediyorsun.
"İlerde sana zarar vermeyeceğimi nerden biliyorsun ?"
Parmaklarıma aldığım çatalı bıraktım.
"Bilemiyorum. Ama ilerisini düşünerek yaşamak istemiyorum."

Göz temasını asla kesmiyordu. "Nasıl yani ?" Gözlerindeki yumuşamayı gözden kaçırmadım.
"Bana yarın zarar verirsen bunu yarın konuşurum. Bir ay sonra verirsen bir ay sonra konuşurum. " gülümsedim.
"Buz dağı olarak görünsende, her buz dağının altında görünmeyen bir gerçeklik yatar. O gerçeklik senin esas benliğindir."
Gözündeki sinir tamamen kayboldu. Farklı bakıyordu. Yıllardır tanışıyor gibiydik. Gözünün maviliği gece parlayan en güzel yıldız gibiydi.

Bıçağı kaldırıp onu işaret ettim.
"Ve sen Pars! Esas benliğini bulmak için o suya daldığında ait olduğun gerçekliğe bürüneceksin."
Arkama yaslanıp etten bir parça alıp ağzıma attım. Gözleri hala daha üzerimdeydi.

"Neden bu kadar doğru konuşuyorsun!"
Gülümsedim. "Belki doğru baktığımdandır."

Kalbimin içindeki hissiyatın ona doğru çarptığını hissettim. Kabul ediyorum etkilenmiştim. Zamanla ne olacağını kimse bilemezdi ama bu adama çok etikilenmiştim, gözlerimi onun mavi çukurlarından alamıyordum.

Bir süre birbirimize baktık. Bakışmalarımızı çalan telefonuna
gülümsedim. Telefonun açıp yutkunarak yanıtladı. Karşıdan duyamadığım bir ses bir şey sorduğunda tek cevabı "Gelmeyeceğim!" Olmuştu. Telefonu kapatıp yemeğimizi yedik. Arada ona kaçamak bakışlar atsada düşünceliydi. Düşüncesini bölmek istemedim. Aksin içten içe müneccimliğim için kendimi tebrik ettim. Yemeklerimizi sessizce yediğimde karnım ağrıyarak geriye yaslandım.

"Patlıcam şimdi." elimi karnımın üstüne koyup manzaraya baktım.
"Yarın araba kiralamam lazım." mırıldanışımı duyacağını düşünmemiştim. "Arabayı ne yapacaksın ?"

Ona dönerek baktım. "Bu şehri gezmek istiyorum. Bir hafta sürem var bunun için sonra gideceğiz ?"

"Nereye ?" Kaşları havalandı. "Ben gönüllü öğretmenlik için geldim. Yeni açılacak köy okulu için. "

Kaşlarını çattı. "Okulun adı ne ?"

"Bilmiyorum ama tuhaf bir isimdi. Karandar mıydı Karender miydi ? Öyle bir şeyin okuluydu."
Duraksadı. Kaşları havalanmıştı.
"Karender."
Kafamı salladım "Evet o. Biz beş kişi olarak geldik alacağımız maaşıda hiç dokunmadan çevre ilçelere bağışlayacağız."
Kafasını olumlu anlamda salladı.
"Karendelerin bir sürü yeni açılacak okulu var ? Siz hangisinde çalışacaksınız."

Kaşlarımı kaldırdım. "Aa bilmiyordum. Cem'e sormam lazım o ilgileniyor bu konuda."
Kafasını sallayınca aklıma gelen şeyi sordum. "Araba nerden kiralayabilirim ?"

Bardaktaki suyu bir dikişte içti. "Gerek yok."
"Neden ?"
"Çünkü ben seni gezdireceğim."
Bu sefer aynı soruyu sorma sırası bendeydi. "Neden ?"
Kaşlarını çattı. "Çünkü canım öyle istiyor. Hem şehri gezmek istediğini söylemedin mi ?"
Kafamı sallayınca devam etti. "Tamam işte sana gezdireceğim."

"Ama ben bunu kabul edemem."

"Niyeymiş o ?"

"Ya nasıl niye. Sana bir sürü borcum varken bir de bu borcu mu eklemek istiyorsun. Sonra nasıl ödeyeceğim hepsini ?" Sırıttı. "Ödemen gerekmiyor. Hiç birini karşılık bekleyerek yapmadım."

Kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Artık bu devirde kimse karşılıksız bir şey yapmaz."
Ellerini masaya koydu, gümüş saati masaya çarpınca tok bir ses çıkartmıştı.
"Ben yaparım."
Ağzımı aralamış itiraz edecekken beni böldü. "İtiraz kabul etmiyorum. Seni ben gezdireceğim konu kapanmıştır."

Şaşırdım. "Teşekkür ederim." Utançla gözlerimi başka tarafa çevirdim. Bedenimi işgal eden ısı dalgası neyin nesiydi böyle. Kalbim çok hızlı atıyordu.
"Hadi kalkalım." Kafamı olumlu anlamda sallayıp arkasından ayaklandım. Kızaran yanaklarıma soğuk avuç içlerimi bastırdım. Cam kapıdan içeriye girdiğimizde hesabı ödemek için kartı uzatacakken elimi ittirmiş ve yüzüme kaşlarını çatarak bakmıştı.
Kasadaki yaşlı adam gayriihtiyari gülümseyerek adamın kartını alarak post cihazına okuttu.

Yaşlı adam ile Pars'ın tanıştığını düşünmüştüm. Yaşlı adam gülümsemeyle bana bakınca bende ona gülümsedim. Pars hesabı ödeyince kafa selamı vermişti. Yaşlı adam ise gülerek "İyi akşamlar ağam!" demişti.

Arabaya bindiğimizde ağam kelimesine takıldım. "Ağam ne demek ?"
Yüzüne döndüğümde bana baktı.
Arabayı çalıştırarak konuştu. "Bir saygı tabiri. "
"Ne yani ben sana şimdi ağam dediğim zaman saygı mı duymuş oluyorum ?"

Soru soran gözlerime bakıp hafifçe düşündü ve kafasını salladı. "Sanırım öyle." Kaşlarım yeni öğrendiğim bilgiyle havalandı. Kafamı cama yaslayıp akan yolu izledim. Otele doğru gittiğimizi görünce duraksayarak ona döndüm.
"İyi de ben sana kaldığım yeri söylemedim."

"Tahmin ettim diyelim. Hep sen mi hakkımda tahminler yapacaksın."

"Rahatsız olduysan bir daha yapmam."

Arabayı otelin önünde durdurdu.
"Rahatsız olmadım." dediğinde asılan yüzüme gülümseme eklenmişti.

"Tamam o zaman tekrar teşekkür ederim. Her şey için çok sağol. İyi akşamlar." kapımı kapının koluna koyup inmek için yeltenecekken bileğimi tutup kendine doğru döndürdü. Yüzlerimiz çok yakın olunca parmağını dudağımın köşesine götürüp dokundurdu. Yakınımda gördüğümüz mavi çukurlara titreyerek baktım. Ufak dokunuşu titrememe yetmişti.
"Çikolata kalmış." dedi fısıltıyla. Kafamı utanarak sallayıp gözlerimi kaçırmaya çalıştım.

"Teşekkür ederim."
Gözlerini yüzümün her köşesinde dolaştırıp geri çekildiğinde arabadan indim. Otelin kapısına girmeme kadar beklemiş sonra gitmişti.
Odama çıktığımda kalbimi tutarak yatağa attım kendimi.

Pars, Karender konağına vardığında çardaktan oturan misafirleri ve ailesini göremeyecek kadar dalgındı. Merdivenleri çıkıp gidecekken babaannesinin bağırmasıyla zoraki geri döndü. "Pars!"
Geri dönerek çardağa döndü, amcasının yüzüne kısaca bakarak "Hoş geldiniz!" dedi.

Babaannesi şu an duymak istediği en son şeyi dile döktü.
"Bizde seninle Ezma'nın istemesi hakkında konuşuyorduk."

"Olmayacak isteme hakkında mı konuşuyordunuz Yade?!" Gayet sakindi.
Amcası hiddetle ayağa kalktı.
"Ana torununun ne der ?"

Amcasının hiddetine aynı şekilde karşılık verdi. "Torunun değil! Ağa diyeceksin amca!"
Babası kendisine dönüp konuştu.
"Sus Pars!"

Kısaca güldü.
"Ne dersem doğru derim baba! Herkes yerini ve haddini bilecek! Burası benim konağım, holdingde benim ağalıkta benim!"

Amcası güldü. "Sen kim oluyor..." demesine kalmadan eliyle sözünü kesti Pars.

"Ben kimim öyle mi amca? Anlatayım o zaman. Karender Holding'i dünya markası haline getiren benim. %91'lik hisse senedi bana ait. Aldığım her şirket, her marka sadece bana ait! Ruha'nın tüm toprakları benim! Oturduğun konağa kadar her şey sadece bana ait! Aşiret kararlarında hüküm bana ait! Ağa olan benim." İşaret parmağıyla babası, babaannesi ve amcasını gösterdi.
"Siz ise siz sadece ben istediğim vakit konuşabilir ben istediğim vakit buraya adım atabilirsiniz." Babası elini tokat için kaldıracakken, bileğini sertçe yakaladı.

"Bana tokat atmak haddin değil! Bugüne kadar hep size saygı gösterdim! Kendinizi Dedem ölmeden önceki zamanlardaki gibi hissetmenize izin verdim! Ama işler değişti, işler çok değişti. Devran artık benim devranım! Siz kendinizi hala sahip olduğunuz her şey sizinmiş gibi davranmaya devam edin. Ama şunu asla unutmayın! Ben izin vermediğim sürece sizin hiç bir şeyiniz olamaz!"
Babasının kolunu tutarak indirdi.

"Şimdi konağımdan def olun! Giderken Yade Azizeyi'de alın biraz sizde kalsın!"
Kapının yanındaki adamına işaret verdi.
"Babamı dağ evine götürün! Biraz düşünüp kendisine gelsin."
Dedikten sonra merdivenleri çıkarak odasına girdi. Tam kapıyı kapatacakken içeriye giren kız kardeşiyle duraksadı.
Kız kardeşi ağlıyordu.

"Lal'im niye ağlıyorsun bir tanem!" kardeşini kolundan tutup sarsıldı. Kardeşi konuşmayınca o billur sesi duymadıkça içi parçalanıyordu. Kardeşini kendisiyle birlikte yatağa oturttu.

"Lal! Sana hep sus diye bu ismi vermedik abicim."

Kardeşi göz yaşlarını silerken yanağında gördüğü parmak izleriyle kaşlarını çattı.
Parmak ucuyla kırmızılığa dokundu. Gözlerini sinirle kapatıp, sertçe nefes aldı. "Kim yaptı Lal!"

Lal gözlerinin içine kırgınlıkla baktı.
"Yadem babama artık okumasın, ayıp laf olur söz olur dedi. "

"Evet sonra ?"

"Sonra bende yademe ben okuyacağım dedim."

"Sonra Lal!"
Lal gözlerime korkuyla bakıyordu. Dişlerimi sıkıp, saçlarını okşadım.
"Babam da yadene nasıl geri söylenirsin diye vurdu." Elini kardeşinin elinin üstüne koyup kızaran yanağını öptü.
Ayaklanırken kardeşine döndü. "Sakın bu odadan çıkma."

Odasından hızla çıkıp hala daha avluda oturan insanlara baktığında hızla merdivenleri inmeye başladı.
"Ne kadar da gurursuzsunuz ? Hala oturuyor musunuz lan ?"

Merdivenleri indi. Ayağa kalkan insanların karşısına dikildi.
"Eğer beş saniye içinde siktir olup gitmezseniz, yiyecek ekmek alacak paranız kalmaz." Parmağıyla amcasını işaret etti. "Konağın tapusu bende hemen siktir olup gitmezsen yarın başkasına satıcam!" Amcası gitmek için yeltenecekken belindeki silahı çıkartıp babasına kaldırdı.
"Eğer bir daha anama veya Lal'a dokunursan," bu sefer babaannesine döndü. "Eğer bir daha ikisine laf söylersen Andım olsun ki sizi öldürüp gömerim! Leşinizi bile kimse bulamaz!"

Amcasına dönüp "Def ol! " diye bağırdı.
Sağ koluna gözünden fışkıran ateşle döndü. "Bu üçünü Van'da ki konağa götürün! Ben gelin diyinceye kadar gelmesinler!"

Amcasının karısına döndü.
"Sizi bağışlıyorum! Ama en ufak hatanızda kaçacak delik arayın!"

Konağın avlusunda toplanan adamlarına işaret vererek hepsinin çıkartılmasını sağladı. Konak boşalttığında silahını beline koydu.
Anası yanına ürkerek yanaştı.
"Oğlum biraz sert olmadı mı ?Onların senin büyüklerin."

Anasının elinin üstüne elini koyup kendine çekerek sarıldı.
"Onlar bizim mutluluğumuzu öldürdüler anne! Ve ben hep onların ellerindeki tüm her şeyi almak için çalıştım! Tüm çabam gayem mal varlıklarını ellerinden almaktı. Başardım hepsini aldım, holdingi dünya markası haline getirdim. Sırf sen ve Lal ezilmesin diye gece gündüz çalıştım! Artık intikam vaktidir! Bize yaşattıkları onca kötülük kayıtsız kalmayacak!"

Annesi yüzüne avuçladı.
"Oğlum korkuyorum! Zaten Mirşadların intikamı gözünü bürümüşken bir de kendi ailen..." annesinin sözünü kesti.
"Onlar benim ailem değil! Asıl ailem sen ve Lal'sin! Dedemi severdim! Dedem merhametli adamdı son nefesini halam için verdi. Ama diğerleri bizim hayatımızı zindan ettiler. Mirşadlardan intikam almak istiyorum o intikamı da halamı sevdiğim için istiyordum..."

"Sen sen ol, sakın bir kadının ahını alma! Ceylan Mirşad dönmüş diyorlar, sakın o kadına kötülük etme Pars! "
Anasının açık mavi gözlerine baktı. Duraksadı. "Ettiğim yeminden dönemem!"

Annesi konuşacakken Pars onu yorgunum diye geçiştirdi. Odasına çıktığında kardeşi yatağın üstünde uyuya kalmıştı. Dudaklarında gülümseme oldu, sahi bugün hiç olmadığı kadar çok gülmüştü. Kardeşini kucağına alıp odasına kadar taşıyıp yatağına yatırdı. Üstünü örtüp kapıyı kapatarak çıktı. Geri odasına geldiğinde üstündeki gömleği yırtarcasına çekip çıkarttı. Banyoya girdiğinde gözleri aynadaki aksine takıldı. Mavi çukurların arasında saklanan buz dağını Ahu fark etmişti ve hiç korkmadan gördüğünü söylemişti.

İntikam için yaklaştığı beden onu zorluyordu. Kolay lokma sanmıştı ama yanılmıştı. Pars Karender ilk defa yanıldı.

Öyle bir yanıldı ki zamanı geldiğinde yanacağını düşünemedi!

 

Loading...
0%