Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. BÖLÜM: BOŞ KOVANLAR.

@nasende

 

 

Sabah 05.30 da uyandım. Her sabah 05.30 uyanırdım! Üstümdeki yorganı katlayarak çift kişilik yatağın nevresimlerini düzelttim. Odamdaki banyoya girip elimi yüzümü yıkadıktan sonra abdest aldım. Sabah namazına daha vardı. Banyodaki işlerimi kısaca hallettikten sonra gardırabomun başına geldim siyah eşofman altı ve siyah sweatshirti üstüme geçirdikten sonra açık saçlarımın üstüne siyah şapkayı taktım, geceden hazırladığım sırt çantamın tekini omzuma astıktan sonra odamdan çıkmadan önce kapımın eşiğinde siyah spor ayakkabılarımı giydim.

Kapıyı sessizce kapattım, herkes uyuyordu. Gökyüzü daha yeni aydınlanmaya başlamıştı. Konağın koridorunu sessizce takip edip taş merdivenleri hızlıca indim. Aşağı kattaki mutfağa girdim. Buz dolabına geceden sandviç yapıp hazırlamıştım. Sandviçi çıkarttıktan sonra elime alarak mutfaktan çıktım. Konağın dış kapısından çıktıktan sonra biraz yürüdüm ve sağa dönerek dik yokuşu tırmandım. Konağın önünde çok mesafe olmadığı için konağın arkasına otopark yaptırmıştık. Oraya gittim ve benim olan arabanın anahtarını cebimden çıkartarak arabanın kilidini açtım. Hemen sürücü koltuğuna bindim sırt çantamı yan koltuğa bırakarak kemerimi bağladım.

Arabayı çalıştırdıktan sonra park ettiğim yerden kolaylıkla çıkıp yola çıkmadan önce konağın arkasından dolandım ve daha sonra dümdüz gittim. Camiinin önünden geçerken sabah ezanı daha yeni okunuyordu. Camiinin önünde durdum, arabayı kilitleyerek yanıma sadece sırt çantamı aldım. Ezan okunurken camiinin içine girdim, namaz için toplanan cemaati görmeden üst kata çıktım. Çantamın içindeki namaz elbisemi üstüme geçirip kafamdaki şapkayı çıkarttım ve namaz elbisemle aynı renk olan eşarbı kafama bağladım. İmam ve cemaatle beraber sabah namazını kıldıktan sonra camiinin boşalmasını bekledim. Cemaatte beni tanıyan birileri olabilirdi bu riski alamazdım eğer bu riski alırsam başım fena belaya girerdi.

Cemaat dağıldıktan sonra üstümdeki namaz elbisesini çıkartıp saçlarımı açtım ve kafama geri şapkayı taktım. Merdivenleri inip camiiden çıktım. Hemen soldaki arabama geri binip sürmeye devam ettim. Anayola çıktıktan sonra sola kırdım direksiyonu. Her sabah gittiğim yere gidiyordum! Çiftliğe!

Her sabah çiftliğe gittiğimi kimse bilmiyordu. Ne annem ne de babam! Sadece ben biliyordum. Bilseler yani söylesem asla izin vermezler dışarı çıkmama yasak getirirlerdi. Nerdeyse 10 yıldır çiftlik evine ne annem ne de babam ayak basıyordu. Nedeni de çiftlik evimizin olduğu yerde sadece bizim çiftlik evimiz yoktu.

Normalde 45 dakika süren yolu 27 dakikada gitmiştim. Yolların boşluğundan, hızlı gittiğimden ve hep yeşil ışığa denk gelmemdendi.

Çiftlik evine girdiğimde arabamı evin önüne gelişi güzel bir şekilde park ettim. Yandaki çantamı alarak arabadan çıkıp evin kapısının önüne geldim. Kapıyı anahtarımla açarak içeriye girdim. Çiftlik evimizde üç çalışanımız vardı. Birisi seyisimizdi, diğer ikisi de çiftliğin bakımından ve güvenliğinden sorumlu karı kocaydı. Daha uyuduklarını düşündüm çok ses yapmadan atların olduğu yere doğru gittim.

Karnım seslice guruldayınca yüzümü buruşturdum ve çantamdaki sandviçimi çıkartarak yemeye başladım. Atların olduğu kısma gelince yüzüme oturan gülümseme git gide genişlemeye başlamıştı.

Burası gün içinde tek huzur bulduğum yerdi. Her sabah 05.30'da uyanmama vesile olan uyuyasıya kadar geçen sürede özlediğim tek yerdi. Kendi atımın karşısına gittim ve yüzümde yeşeren gülümseme git gide arttı. Elimi çantamın içine attım dün geceden yıkayıp koyduğum elmaların ve havuçların olduğu poşeti çıkartarak oğlumun en sevdiğini havucu uzattım. Hırçın havucu önce kokladı sonra ise komple ağzına alarak ağzının içinde kırmaya başladı, kıkırdadım. Yeme sesi niyeyse beni hep güldürürdü. Geriye kalan üç atı da besledim. İki tane Arap atı vardı. En büyük olan Siyah babamındı, babasından hediyeydi. Onun yanındaki Duman annemin atıydı, evlendiklerinde babam hediye etmiş. En sonda tek başın sahipsiz duran Kıpçak atı rahmetli ağabeyimindi. Yutkunamadım. O atın bir ismi yoktu, İsimsizdi!

Aklıma gelmek üzere olan acımasız anıları boş verdim! "Hırçın! Oğlum! Bir tane daha ister misin ?" poşeti burnuna doğru salladığımda homurdandı, poşetin içinde son kalan kırmızı elmayı uzattım burnuna doğru. Burnunun delikleri açıldı kapandı ve tekrar homurdandı. "Hep havuç olmaz biraz elmada yemelisin!" dedikten bir süre sonra açlığa daha fazla dayanamamış olmalı ki ağzını açtığında elmayı komple ağzına aldı. Elmayı ağzında parçalarken çıkan katır kütür seslere tekrar kıkırdadım. Hırçın grimsi bir attı. Safkan Arap atıydı, bizim çiftlikte doğmuştu annesi doğumda ölmüştü.

Hırçın'ın kafasını sevdim, yelelerini okşadım. Önündeki tahta kapının kilidini açarak eyerinden tutarak yürüttüm. Tekrarladığım klasiği bugünde tekrarlayacaktık. Tek omuzumda sırt çantam ve diğer elimde Hırçın'ın eyeriyle kulübeden dışarıya çıktık. Dışarıya çıkınca Hırçın seslice homurdanmaya ve ön ayaklarını kaldırıp yere vurmaya başlamıştı. Güldüm niyeti her sabahkiyle aynıydı, eyerini gevşetip bıraktığımda hemen önümde şaha kalktı ve dört nala koşmaya başladı. Arkasından gülerek izledim ve kafamı istemsizce iki yana salladım. İsmi gibi Hırçın ve yaramazdı.

Omzumdaki sırt çantamla içeriye dönerek giyinme kabini gibi yere girdim burada binici kıyafetlerim asılıydı

Omzumdaki sırt çantamla içeriye dönerek giyinme kabini gibi yere girdim burada binici kıyafetlerim asılıydı. Siyah tulum gibi binici kıyafetimi giydim, üst kısmının kenarları bordo süvetti. Ellerimi parmak eklemlerime kadar kaplıyordu ve vücudumu komple sarıyordu. Binici ayakkabılarımı da giydim, kaskete gerek duymuyordum. Topladığım saçları salık bırakarak simsiyah saçlarımı belime dökülmesine izin verdim kafama tekrar siyah şapkamı taktım.

Ve en önemli şeye gelmiştik. Çantamdan kemere benzeyen ismini bilmediğim şeyi belime taktım ve kılıf kısmını sağ kısmıma getirdim, çantamın içinden nereye gitsem götürdüğüm siyah mat tabancamı çıkartarak kılıfın içine yerleştirdim daha sonra kemeri sıktım. Demiştim değil mi buraya geldiğimi kimse bilmiyordu. Buraya gelmemi ne annem istiyordu ne de babam! Bu çiftliğe annem ve babam, ağabeyim vefat ettikten sonra adım bile atmamışlardı.

Tabancamı belimde sabitledim her bindiğimde belimdeydi. Tabancamı taktığım zamanlar Hırçın'ın hissettiğini ve daha kontrollü gittiğini de fark etmiştim. Telefonumu da göğsümün hemen altındaki süvet fermuarlı ceplerden birisine koyarak dışarıya çıktım. Çıktığımda Hırçın dört nala çiftliğin çitlerinin etrafında koşmaktaydı. Merdivenleri inerken ağzımla bileklerimdeki fermuarları çektim. Hırçının duracağı yoktu, ona doğru yürürken aynı zamanda da ıslık çaldım. Hırçın direk durdu ve yüzünü bana hizaladı daha sonra üstüme doğru dört nala koşmaya başladı, yanıma yaklaştığında burnunu eğerek yüzünü boynuma doğru kıvırdı. Güldüm, yelesini okşadıktan sonra hemen üstüne çıktım ve oturdum. Ayaklarımı sabitledikten sonra eyerlerinden tutarak döndürdüm. Komutu alan Hırçın dört nala koşmaya başladı bahçe çitlerinin önüne geldiğimizde zorlanmadan üstünden zıpladı ve her zaman gittiğimiz yolları dört nala gitmeye başladı.

Hırçın'ın üstündeyken zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyordum. Yüzüme sertçe çarpan rüzgar o kadar çok hoşuma gidiyordu ki anlatamam...

Yüzüme bir tokat gibi çarpan rüzgar salık saçlarımı arkamda bayrak gibi sallanıyordu. Saat bu kadar erken olmasa almayacağım bir riskti. Eğer beni birisi bu şekilde görürse...İşte o an kendimi sonumu kendim imzalamış olurdum!

Umursamadım. Umursamamayı seçtim! Ben Mardin'in hırçın kızı, deli kızı, asi kızı... Meran Babür'düm! Bir an bile gocunmaz belimdeki silahı çıkartır ne olduğunu anlamalarına izin vermeden onları delik deşik ederdim. Korkum yoktu! Korkusuzluğum ise uzun zaman önce oluşmuştu! Yok sayıldığımda, önemsenmediğimde, babamın beni okuldan aldığında, ağabeyim öldürüldüğünde, annemin beni sevmediğinde!

Dalmıştım! Arkadan gelen tehditi duyamayacak kadar çok hem de! Hırçın homurdandığında kafasını yukarıya doğru kaldırıp beni uyardığında fark ettim. Kafamı arkaya doğru çevirdiğimde nefret ettiğim suratı gördüm! Kuzenim! Cihan Babür! Kanı bozuk herifin tekiydi! Beni atıyla geçmeye çalışıyordu!

Omzumun üstünden sırıtan suratını gördüğümde Hırçın'ın eyerleriyle boynuna doğru sertçe vurdum ve ağzımdan "Deh!" kelimesi çıktı. Hırçın'a doğru fısıldadım, "Oğlum hızlan! Bu şerefsizin bizi geçmesine izin verme!" dedim.

Cihan Babür arkamda gelirken bağırdı, "Yakışmıyor ama kuzen!" Yüzümü buruşturdum, sesini duymak bile midemi bulandırıyordu! Biz yarış içindeyken Alemşah çiftliğinin yakınlarına geldiğimi çiftliği saran adam kalabalıklığı ile fark etmiştim, irkildim. Hırçın'da irkildiğimi fark etti ve adımları yalpaladı. Cihan ise korkusuzca bu anı önüme geçmek için bir fırsat saydı. Atının eyerini atımın önüne doğru kırdığında Hırçın sinirlenerek şaha kalktı! Son anda fark ettiğimden eyerini tutacak vakti bulamamıştım. Hırçın'ın üstünden düşerken yerde takla atarak yuvarlandım fakat hemen kendimi toparlayarak ayağa kalktım. Hırçın Alemşah çiftliğine doğru koşuyordu, arkasından bakarken Cihan atını önümde durdurarak indi.

Hırçın'ın arkasından bakarken çiftliğin önünde duran adamların birilerine telefon açtıklarını görünce içimden küfür ettim. Cihan önüme gelip dikildi, "İyi misin?"

"Kes sesini!" diye bağırdım. Omuz atarak yanından geçerek Hırçın'ın gittiği yere doğru yürümeye başladım. "Hırçın!" diye bağırdım! Adamlar şaşkınca bakarken bir elleri bellerindeydi. Tedirgin olmakta haklıydılar. Sonuçta biz onların baş düşmanıydık! Ve yanımdaki manyak herifin sağı solu belli olmazdı! Konak kapısı açıldığında ıslık çaldım fakat Hırçın arkasına bakmadan dört nala gidiyordu. "Lanet olsun!" Arkamdan gelen Cihan bileğimi tutarak beni yolumdan döndürdü. "Nereye gidiyorsun lan! Düşmanlarımızın inine mi gireceksin ?" elini bileğimden sertçe çekerek kurtardım ve üstüne doğru giderek bağırdım. "Sana ne! Cihan sana ne!"

"Ne demek sana ne ?! Sen biliyorsun neden olduğunu ?"

Alayla güldüm, "Neyi biliyorum ya ?" tek kaşım havalandı.

Bana doğru bir adım attı, geriye doğru iki adım attım. "Sana ne kadar çok aşık olduğumu... Her şeyi biliyorsun Meran!" Kafamı öne doğru eğerek kahkaha attım, "Ne aşkı be ne aşkı!" yüzüne doğru bağırdım! Yüzüne boş boş baktım, çiftliğin kapısında duranların bizi izlediklerini fark ettiğimde sırtlarımı onlara doğru dönerek yürümeye başladım. Bir yandan da Hırçın için ıslık çalıyordum! "Hırçın beni çok zor bir durumda sokuyorsun oğlum! Gel artık!" Tekrar seslice ıslık çaldığımda Cihan'ın arkamdan koştuğunu gördüm. Tekrar aynı şeyi yapmasına izin vermeyecektim! Tekrar beni kaçırmasına müsaade etmeyecektim! Tam ensemdeyken elimi sağ tarafımda duran tabancamın kılıfına attım ve tabancamı tutup çekerek arkamı dönerek kaldırdım. Aramızda nefeslik mesafe varken durduğunda alnı tabancanın namlusuyla buluştu.

O sırada farklı bir şeyi daha gördüm! Cihan'ın omzundan baktığımda bize doğru yürüyen Alemşah ikilisini görmüştüm! Küçük Alemşah ile gözlerimiz buluştuğunda dişlerimi sıktım. Bu şerefsizden nefret ediyordum! Onun yüzünden! Sırf onun yüzünden babam beni okuldan almıştı! Dişlerimi gıcırdattım. Elimde olsa bu Cihan şerefsizini de Küçük Alemşah'ı da gebertirdim!

Cihan'ın bana bakarak güldüğünü görünce, "Neye gülüyorsun ?" dedim.

"Seninle birbirimize çok benziyoruz Meran! Sende en az benim kadar delisin!"

Kafamı yana doğru yatırarak gözlerimi kısarak suratına baktım. "Seninle benim aramda çok fark var Cihan! Ben senin gibi ailesine kalleşlik yapan, kanı bozuk, şerefsiz değilim!"

Alemşahlar yakınımızlardı her şeyi duydular! Tabancanın güvenlik kilidini indirdim ve tetikte olan parmağımı yaklaştırdım. "Şimdi bir daha benim yakınımda gezinme!" Bağırarak ekledim, "Def ol!"

Sözleri kendine yediremeyecek olmalı ki konuşmadı arkasını bile dönmedi. Eyerini tuttuğu atına binerek dört nala uzaklaştı, arkasından uzunca baktım. Gittiğinden emin olduktan sonra önüme döndüm. Alemşahların hala karşımda olduğunu bilsem de onlarla göz göze gelmemek için kafamı kaldırdım. Onlara arkamı döndüm ve ıslık çaldım! Islıkta bile gelmiyorsa yanıma çağırmamın tek bir yolu vardı, arkamı dönerek Alemşahlara karşı kafamı dimdik tuttum ve silahımı havaya kaldırıp üç el ateşledim. Alemşahlar birbirleriyle bakışmıştı! Umursamadım çiftliklerinin arkasından koşarak gelen Hırçın'ı görünce yüzüme bir gülümseme yayılmıştı! Sık sık kullanmadığım ama işe yarayan bir taktikti bu! Hırçın yanıma gelip omzuma kafasını sürttüğünde silahımı kılıfına sokup, atın üstüne tek bir hamlede çıktım. Hırçın'a binince gelen öz güvenle kafamı kaldırıp Alemşahların yüzüne özelliklede Küçük Alemşah'ın hiç değişmeyen yüzüne baktım "Sabahın erken saatlerinde size korku saldığımız için kusura bakmayın!" dedim ve yüzüme hiç bir mimik yapıştırmadan Hırçın'a komutu verdim.

Hırçın dört nala giderken sessizce Cihan'a saydırıyordum. "Karaktersiz herif! Başımı belaya sokacaktı." Hırçın çiftliğin çitlerinden atlarken Cihan'ın arabasını çiftliğin önünde görünce içimden sabır çektim. Hırçın'ı aldığım yere hemen geri bırakıp üstümü değiştirdim ve hızlıca arabam doğru yürümeye çalıştım. Siyah arabasını benim arabamın tam önüne park etmişti ve bana çıkmak için alan bırakmamıştı. Bu demekti ki yine onunla uğraşacaktım. Arabasının sürücü camını tıklattım, arabada oturup beni beklediğini biliyordum. Camı yavaşça indirdi yüzünde aynı pişkinlik vardı. "Arabanı çek!"

"Atla beraber gidelim." dedi. Gözlerimi devirdim. "Sence ben senin arabana biner miyim ?"

"Binmezsin." dedi, "Cevabını bildiğin şeyleri ne sor ne de söyle o zaman! Çek şu arabanı!" Gülerek camını kapattı. Gözlerimi kapatıp bir kaç saniye boyunca orada durdum. Nefes aldım nefes verdim. Daha sonra gözlerime sıçrayan ateş ile içime derince bir soluk aldım. Arabamın kilidini açıp içine oturdum. Emniyet kemerimi taktıktan sonra direksiyonun üstünde ellerimi sabitleyerek arabasına hangi kısımdan çarpmam gerektiğine bakıyordum. Ortadan çarpsam çok sürüklemem gerekirdi. Uç kısımlardan birinden çarpmalıydım. Sürücü koltuğunun oradan çarpmak istiyordum ama çitlerin arasına beni sıkıştırabilirdi o yüzden bagaj kısmından çarpıp gidecektim.

Kararımı verdikten sonra arabayı çalıştırdım önce direksiyonu ve tekerlekleri o tarafa doğru hizalayıp döndürdükten sonra gaza bastım. O kadar hızlı bir şekilde çarpmıştım ki çok büyük bir ses çıkmıştı ve daha sonrasında arabayı zar zor kontrol edebilmiştim. Çiftlikten çıkmak üzereyken dikiz aynasından arabadan çıkan Cihan'ın suratına baktım. Şaşkındı! Yüzünün o haline kahkaha attım!

Arabayı tam gaz sürdüm. Arada dikiz aynasından arkamı kontrol ediyordum. Çünkü bu manyağın ne yapacağı belli olmazdı. Kendi olmasa da başkalarına beni takip ettirdiğine emindim. Mardin'e girdikten sonra trafik bu saatlerde yoğun olduğundan istesem de çok hız yapamazdım yine de kısa sürede konağa varmıştım. Arabayı çıkarttığım yere park ettikten sonra arabadan indim. Konak ahalisinin uyanmasına daha yarım saat vardı. Şu an uyanık olsa olsa Şükrü abi uyanık olurdu onu da atlatması kolaydı. Şükrü abi ve eşi Aynur teyze konağın işlerinden sorumlulardı. Şükrü abi bu saatlerde uyanır eksikleri alır gelirdi.

Arabadan inip elimdeki anahtarla kapıları kilitledim. Sırt çantamı iki omzuma geçirdikten sonra konağa doğru yürümeye başladım. Konağın etrafında döndükten sonra duvara yaslanarak konak kapısını gözlemeye başladım. Sol bileğimdeki saatimi kaldırıp baktığımda bir dakika kaldığını görünce dakikliğim karşısında kendimi kısacık da olsa övdüm. "Helal be kızım!"

Neye bir dakika var derseniz ? Şükrü abinin konak kapısından çıkıp en yakın fırına gitmesine tam bir dakika hatta şu an 45 saniye vardı. Konak kapısı açıldığında duvarın kenarına iyice sindim. Şükrü abi esneyerek önce sağına soluna baktı daha sonra ise konağın sol tarafına doğru dik yokuşu tırmanmaya başladı. O gözden kaybolurken hızla kapıdan girdim ve sessizce kapıyı kapattım.

Parmak uçlarımda merdivenleri çıkıp odamın kapısını yavaşça açtım ve içeriye girdiğimde tuttuğum nefesi verdim. Sırtımı kapıya dayayıp bir süre bekledim daha sonra saatime baktığımda kahvaltı saatine tam tamına 45 dakika kaldığını görmüştüm. O şerefsiz yüzünden 20 dakika zarardaydım. Üstümdekileri hızla çıkartıp katlayarak yerlerine yerleştirdim ve hemen sıcak suyun altına girdim.

Katı kurallara sahip bir ailede yetişiyorsanız dakika hesabı yapmak sizin için zorunluluk gibi bir şeydir. Çok hızlı bir duş aldım, üstümdeki at kokusundan kurtulmak için saçlarımı ve vücudumu iki defa yıkadım. Hemen çıktıktan sonra üstümü giyinmek için gardırobumun karşısına geçtim. Annemin benim için dün aldığı elbiselere ve eteklere baktım. Evet kıyafetlerimden tutun çoraplarıma hatta iç çamaşırlarıma kadar her şeyimi annem alırdı. Yeni aldığı elbiselerin hepsi öncekilerin kopyası gibiydi. Dizin iki karış altında biten ya da bazıları bileğe kadar uzun olan elbiselerdi. Krem rengi olanı çıkarttım. Beğendiğim elbiseler miydi ? Hayır. Kendime yakıştırır mıydım ? Hayır. Annem bana yakıştırsa yeterdi.

Krem rengi elbiseyi üstüme geçirdim beli oturmalıydı kolları dirseğime kadardı boyu ise dizimin iki karış altına denk geliyordu. Elbiseyi incelemeden fiyat bilgisi yazan etiketini koparttım. Elbise pahalıydı. Zaten annem bana Meran Babür'e asla ucuz bir şey giydirmezdi. Giysilerimden, ayakkabılarıma kadar hepsi sayılı markadandı.

Nedeni ise belli değil miydi zaten ? Hala farkında değilseniz yakın zamanda farkında olacaksınızdır!

Üstümü değiştirdikten sonra aynanın karşısına geçerek makyaj masamın pufuna oturdum. Yüzüme renkli güneş kremi sürdükten sonra sadece göz altlarımı kapattım. Yanaklarıma çok hafif allık sürüp dudağıma nemlendirici sürdüm. Renkli bir nemlendiriciydi esmer yüzüme güzel bir renk veriyordu. Siyah gözlerimin üst kirpiklerine siyah göz kalemi çekerek büyük gözlerimi daha çok ortaya çıkarttım ve uzun kirpiklerimi kıvırdım. Hazırdım. Üstüme temiz kokulu bir parfüm sıktıktan sonra bileklerime kulak arkama ve enseme gül yağı sürdüm. Gül yağını çok küçük yaşlardan beridir sürerdir. Nedeni ise annem sürmemi söylediği içindi. Ağabeyim öldükten sonra sürmemi söylemişti.

Elbiseyle aynı renk minik topuklu ayakkabıları giyip odamdan dışarıya çıktım kapıyı kapattıktan sonra nefesimi seslice verdim. Mesai başlıyordu!

Ağır adımlarla yürüdüm. Annemin tam öğrettiği gibi! Konağın dikdörtgen üst koridorunda yürüdükten sonra merdivenleri yavaş yavaş inmeye başladım. Merdivenleri tek tek yavaş yavaş indim. Elbisenin üst kısmı dar olduğu için göbeğimin fırladığını fark ettiğimde anında karnımı içime çekmeye çalıştım. Ama biliyordum ki nafileydi. Odamın kapısını kapattığımdan beridir avluda kahvaltı masasında oturan annemin radarına takılmıştım bir kere. Ve ben fark etmeden o benim göbeğimi merdivenlerin başında fark etmiş ve oraya kitlenmişti. Yüzüm anında düştü.

Merdivenleri inmeyi bitirdiğimde kafamı kaldırdığımda annemle göz göze geldim. Kafamı hafifçe aşağıya inerken, "Günaydın Anneciğim!" dedim, gözlerindeki gözlükle beni defalarca süzüp kafasını eğdi. Babam kahvaltı sofrasında olmazdı. Olurdu ama çok nadir. Bayram sofralarında filan...

Annem en başta otururken yavaşça yürüyerek önce tahta sandalyemi çektim ve annemin sağ kısmına oturdum. Ellerimi birleştirerek bacaklarımın üstünde masanın altında tuttum ve dimdik oturdum. Otururken, yürürken kambur duramazdınız kendinizi salarak yürüyemezdiniz.

Hiç konuşmadık. Kafamı anneme doğru kaldırmadım bile. Ama annem bana bakıyordu hissediyordum. Aynur teyzenin kızı Hayat masaya doğru yaklaştığında göz göze geldik. Sibel tek arkadaşımdı. Yaşıttık. Beraber büyümüştük. Babam ve annem onu benden ayırmazlardı. Tek bir farkımız vardı. Ben gizli gizli okurken o açık açık okuyorduk. Ona bu yüzden imrenirdim. Bana gülümsedi ve anneme doğru. "Günaydın Hanımım!" dedi.

Annem, Hayat'a doğru gülümsedi. "Günaydın Hayat." dedi. Hayat anneme servisini yaptıktan sonra bana da servis yapacakken annem Hayat'a doğru konuştu, "Ulya bu sabah kahvaltı yapmayacak!"

Niye demek için ağzımı açmıştım ki, "Ona kinoalı ve chialı meyve tabağı hazırlayın. Üstüne ek rafine şeker koymayın." dedi. Şaşırdınız değil mi ? Mardin'de ne kinoası ne chiası dediğinizi duyar gibiyim. Babam evet Mardinliydi Ağa torunuydu, toprak ağasıydı... Annem ise İstanbulluydu. Babam İstanbul'da okurken tanışmışlar. Annem zengin bir aileden gelmeydi. Paşa torunuydu. Boğazda yalıda oturan tek kızları olan bir ailenin çocuğuydu. Annesi hekim olan babası devlet adamı olan kültürlü, sözü geçen, sosyeteden bir ailenin tek kızıydı. Babam İstanbul Teknik Üniversitesinde İnşaat mühendisliğinde okurken annem Boğaziçi Üniversitesinde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler okuyordu. Nasıl tanıştıkları uzun hikaye olsa da annemin tek pişmanlığıydı.

Hiç bir şey diyemedim. Oturdum kaldım sadece. Annem kahvaltı yaparken yeşil çay içtim aradan geçen on beş dakikadan sonra Hayat kinoalı meyve tabağımı getirmişti. Annem kahvaltısını ederken "Bugün dersim var." dedim. Gizli gizli üniversite okuyordum. İstanbul'da veya Ankara'da okumaya puanım yetse de babam okumama izin vermediği için üstelik beni lise ikide okuldan aldığı için annemin yardımıyla gizli gizli okuyordum. Bölümüm mimarlıktı. Haftanın beş günü dersim çok fazla ödevim oluyordu ama hallediyordum bir şekilde. Her sene annemle İstanbul'a giderdik dedem benimle İstanbul'daki müzelere gelirdi, tarihi binaları gezdirirdi.

Bölümümü seviyordum. Gizli okumasam daha fazla severdim gerçi. "Tamam. Programını zaten biliyorum. Dersten sonra İtalyanca hocan konağa gelecek. En geç 20.00'da evde ol."

"Tamam anneciğim!" dedim ve meyve tabağımı yedim. Dersime daha iki saat olduğundan sallanıyordum. Annem bol yeşillikli kahvaltısını bitirdikten sonra kahvaltı masasını Aynur teyzem kaldırırken annem tabletinden bir şeyler okuyarak kahvesini içiyordu. "Anneciğim siz bugün neler yapacaksınız ?" dedim.

Annem tableti masanın üstüne bıraktığında beyaz porselen fincanındaki espressosundan küçük bir yudum aldı. "Vakıf toplantısı var ona katılacağım. Mağaza açılışımız var ona da katılmayı planlıyorum. Daha sonra belki yüzmek için otellerimizden birisine giderim." dedi. Ananem hekimdi. Ananem hekimlikten emekli olduktan sonra klinik açmıştı, annemle beraber ise kliniklerin sayısını büyüttüler. Hedefleri ise her ile klinik açmaktı.

Annem Mardin'deki babamın dükkanlarından birisini seçmişti. İç tasarımını ve dış tasarımında bende yer almıştım. Annem şimdi orayı açmaya hazırlanıyordu bugün açacakları mağaza ise kliniğe sağlık malzemeleri temin edecekleri mağazaydı. Klinik için annem çok özeniyordu. Sadece Mardin'de değil Doğu bölgesinde en büyük Klinik haline getirmeye çalışıyordu. Annem son derece mükemmeliyetçi olduğundan kliniğin açılması bir kaç ay daha ertelenmişti.

Meyve tabağımı bitirdikten sonra annemden izin istedim, "Anneciğim kahvaltımı bitirdim izninle kahve içmek için Hayat'ın yanına gitmek istiyorum." dedim tabletinden seçtiği günün makalesini okurken kafasını aşağı yukarı salladı sadece. Krem renkli sandalyemden kalkıp sandalyelerle takım olan masanın altına doğru sandalyemi ittirdim. Mutfağa doğru yavaş adımlarla nefesimi tutarak yürüdükten sonra mutfak kapısından içeriye girer girmez tuttuğum nefesimi verdim ve duruşumu rahat olduğum pozisyona getirdim.

Hayat mutfak masasına oturmuş önündeki kağıtlara bakarak önemli gördüğü yerlerin altını çiziyordu arkasından sessizce gidip kollarımı boynuna dolayıp yanağına sulu bir öpücük bıraktım. En sevmediği şeydi. Yüzünü buruşturarak hoşnutsuz bir ses çıkardı ve yanağını sildi. "Meran!" sessiz bir yakarıştı bu. Sessiz olması gerektiğini o da çok iyi biliyordu.

"Naber Hayat?" yanındaki sandalyeyi çekerek oturdum.

"İşler güçler ne yapalım vizelere az kaldı. Full ders çalışıyorum." Hayat Sosyal Hizmet 3. sınıf öğrencisiydi.

Kafamı anlık kağıtlarına çevirip kafamı salladım, "O zaman benden geleceğin Sosyal Hizmet Uzmanına espresso!" Gülümseyerek yerimden kalktım ve kahve makinesinin yanına geldim. Hayat'a tek shot kendime double shot hazırladım. Beni anca ayıltırdı. 10.30'dan 17.00'a kadar aralıksız derse girecektim.

Kahveleri makine yaptıktan sonra fincanlara koyarak yanına gittim. Beraber kahvemizi içerken sessizleştim ve Sibel'e doğru yaklaşarak kulağına eğildim. "Cihan beni takip etmiş." dedim ve tek solukta,

"Ne!" diye bağırdı.

"Şişt! Sessiz olsana annem duyacak." anında bana doğru dönen arkadaşının endişeyle kırpışan gözlerine baktım ve devam etmem için elime dokununca dudaklarımı yaladım. "Beni takip etmiş. Hırçınla giderken arkamdan geldi atıyla. Hırçın'ı biliyorsun yanında tanımadığı bir at olunca agresifleşiyor. Üstünde ben varken şaha kalktı. Düştüm yere. Düştüğüm yerde Alemşahların çiftliğine yakındı. Hırçın gitti Alemşahların çiftliğine ben mal gibi kaldım orada." Durdum ve kahvemden bir yudum aldım. Hayat söylediklerimi sindiremeyerek yüzüme bakıyordu, "Sonra Cihan başladı işte klasik seni seviyorumlara. Bende dayanamadım çıkarttım tabancamı dayadım alnıma. Biz bağırışırken de Alemşahlar geldi bizi izledi. O küçük şeytan da gelmiş Fransa'dan mal mal baktı suratıma."

"Kartal mı dönmüş ?"

"İsmini anma şu uğursuzun ne yaşıyorsam onun yüzünden yaşıyorum zaten." O şerefsiz olmasaydı gizli gizli okumam gerekmeyecekti!

Kendisini toparlayan Hayat, "Sonra ne oldu anlat çabuk!"

"Hırçın zar zor döndü. Böyle kaçınca havaya sıkmam gerekiyor. Silah sesinden korkup bana bir şey oldu sanıyor korkup geliyor. Küçük şeytan ve ağabeyi yakınımdayken sıktım üç kere havaya sonra geldi hemen. Sonra işte çiftliğe geri döndüm. Bir baktım arabamın önüne arabasını park etmiş şerefsiz. Bende icap edeni yerine getirdim."

"Ne demek icap edeni yerine getirdin." durdu ve kararlı duran yüzüme baktığında eliyle ağzını kapattı, "Kafasına mı sıktın yoksa ?" dediğine hiç istifimi bozmadan yüzüne ciddi ciddi beş saniye boyunca baktım. Sonra sessizce kıkırdadım, "O şerefsiz yüzünden katil olamam. Arabasına çarpıp geçtim sadece."

Omzuma vurdu Hayat, "O kadar normal bir şeymiş gibi anlatıyorsun ki bazen senden korkuyorum Meran."

Yanağından makas aldım, "Niye benden korkuyorsun Hayat'ım. Sana bir şey yapmam korkma."

"O manyağın seni hala takip edebildiğine inanamıyorum. Onca şeye rağmen hala..." kaşları havada konuşuyordu Hayat. Onu dinlerken gözümü kısarak kahvemden yudum aldım, "Yüzsüz çünkü."

"Sen nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun ? Ben olsam evden çıkamam."

"Korkunun ecele faydası yok Hayat. Bugün yediği laflardan sonra bir daha karşıma çıkamaz." kahvenin son yudumunu aceleyle kafama diktim ve, "Meran derse kaçar." diyerek oturduğum yerden kalktım ve mutfaktan çıktım.

Hızlı ama sakin adımlarla odama çıkan merdivenleri tırmandım odama girer girmez öncelikle çantamı hazırladım. Büyük deri kahverengi çantamın içine tablet kılıfımla birlikte komple içine koydum. Siyah deri kapaklı orta boylu defterimi, büyük kalem kutumu koydum. Lazım olan diğer şeyler sınıfımdaki dolabımdaydı bu yüzden başka bir şey almama gerek yoktu.

Üstümü değiştirmek için gardırobumun karşısına geçtim. Siyah bilekte biten düz siyah kumaş pantolonumu altıma giydim. Üstüm için de yine siyah rengini seçtim. Siyah yüzde yüz pamuk terletmeyen kolları kıvrılabilen gömleği giydim, gömleğin uçlarını pantolonumun içine sokup kahverengi ince bir deri kemer taktım. Saçlarımı at kuyruğu şeklinde topladıktan sonra yüzüme ekstra bir şey sürmedim sadece dudağıma sürdüğüm ruju tazeledim. Küçük makyaj çantamı da çantama attıktan sonra ayaklarıma Adidasın beyaz yanları siyah şeritli spor ayakkabısını geçirdim. Üstüme parfümümü sıktıktan sonra odamdan çıktım. Okula arabamla gittiğim için rahattım, annem beni idare ettiği için, babamı baskıladığı için bu konularda da rahattım. Ah bir okuduğumu bilse! Taş taş üstünde kalmazdı! Kesin bu sefer annem beni de alıp terk ederdi Mardin'i. Ne babam ne de aşiret dokunabilirdi o zaman.

Merdivenleri indikten sonra tekrar otoparka gittim, arabamın kilidini açtıktan sonra arabayı park ettiğim yerden çıkartıp kampüse sürdüm. Dersime tam tamına yarım saat kalmıştı ve bu hoca geç gelenleri amfiye almıyordu. Bu yüzden normalden daha hızlı gittim. O kadar acele ettim ki telefonumu arabaya bağlayıp müzik bile ayarlayamadım. Bu benim için önemli bir detaydı oysaki

Şehir yerleşkesinden uzak olan kampüse vardığımda arabayı öğrenci arabalarının park edebileceği yere park edip çantamı da alarak aceleyle çıktım. Çantamı omzuma taktıktan sonra aceleyle fakültenin bizim konağa benzeyen binasından içeriye girdim. Bizim konak gibi eski mermerden yapılma bir binaydı, içi de aynı şekildeydi bu yüzden konaktan ne kadar uzaklaşmış olsam da aslında hiç uzaklaşmamış olduğumu düşünürdüm.

Merdivenleri çıkarak dersin işleneceği amfiye girdim. Dersin başlamasına 15 dakika olmasına rağmen amfi doluydu. Ön tarafların full dolu olduğunu görünce yüzüm düşmüştü. Daha erken gelmeliydim diye içimden geçirirken orta üçüncü sıranın uç kısmında kimsenin oturmadığını görünce aceleyle gidip hemen oturdum.

Sınıfta arkadaşım diyebileceğim iki üç kişi vardı. Diğer kişilerle ortak ödev gruplarına düşersem öyle konuşurdum. Hiçbir zaman dost canlısı bir insan olmamıştım. Ya da yalnız kalmaktan korkmamıştım. Aksine yalnızlık hep daha çok hoşuma giderdi.

Çantamdaki su termosumu sıranın üstüne bırakarak tabletimi kılıfından çıkartarak açtım. Ajandamı ve kalem kutumu da çıkartarak Profesörün gelmesini ve dersin başlamasını bekledim.



Profesör ara vermeden dersi bir buçuk saatte bitirmişti. Normalden erken biten ders ile Profesörün bir yere gitmesi gerektiğini anlamıştık. Profesör çıkınca rahatladım. Kollarımı öne doğru uzatarak kollarımı ve sırtımı esnettim. En başta oturduğum için toparlanıp çıkmak isteyenler olduğundan ayağa kalkarak onlara yol verdikten sonra kendim toparlandım. Çantamı koluma taktım. Telefonumu cebime sokmadan önce sessizden çıkartarak gelen bildirim var mı diye kontrol ettim.

Annem mesaj atmıştı.

Annem:

Baban eve geç gelecek.

Ders çalışmak için zamanım vardı yani. Sevindim. Evde doğru düzgün ders çalışmak neredeyse imkansızdı her an yakalanma korkusuyla yüz yüzeydim. Bu yüzden ya fakültenin kütüphanesinde çalışırdım ya da sevdiğim bir kaç kafede.

Kütüphanenin ders çıkışı dolu olduğunu bildiğim için yakındaki alışveriş merkezindeki kafeye gidecektim. Amfiden en son ben çıktım. Saat daha 12.15'di. Bu yüzden bugün güzelce ders çalışabilecektim. Amfiden çıkınca karşıdaki duvar boyu dolapların yanına giderek kendi dolabımı açtım ve çalışmak istediğim ders kitaplarını aldım. Dolabımda ya da arabama sakladığım laptopumun çantasını da elime aldıktan sonra amfiden çıktım.

Arabamın yanına gidip oturduğumda arabayı çalıştırmadan anneme kısa bir mesaj attım.

Ben:

Ders çalışacağım anneciğim.

Arabayı çalıştırarak park ettiğim yerden önümdeki araç çıktığı için kolayca çıktım ve kampüsün içine doğru sürdüm. Ters yön olduğu için kampüsün içinden gidip dönerek ana yola çıkmam gerekiyordu. Kampüsün içinde yavaşça gittim ama ana yola çıkınca hızlandım. Önce bir şeyler atıştırmam lazımdı hafif acıkmıştım.

Yakındaki alışveriş merkezi aşiretten bir ailenin alışveriş merkeziydi. Benim burada görünmem iyi olmazdı eğer tanınsaydım. Babam aşiret buluşmalarına, düğünlere, cenazelere bile gitmeme izin vermediği için tanınmıyordum. Bu yüzden babama teşekkür ettim. Her ne kadar amacı bu olmasa da...

Arabayı yer altı otoparkına park ettim. Çantamı omzuma asıp laptop çantamı elime alarak asansöre binerek yukarıya çıktım. Annem sabah chia tohumlu meyve salatası yememe izin verdiği için canım tuzlu şeyler istiyordu tabii abartmadan. Suşi yemeye karar verdim. Evet suşi yiyecektim. En son dedemle yemiştik ve bayadır da canım istiyordu.

En üst kata çıktım ki alışveriş merkezi çok katlıydı. Suşi yapan Japon yemekleri satan yere girerek yemek istediğimi söyledim. Önce mezeleri geldi daha sonra kendisi geldi. Toplam 8 parça söylemiştim. Soya sosuna batırarak hepsini hızlıca yedim. Hem acıktığımdan hem de bir an önce ders çalışmak istediğimden hızlı davranmıştım. Yemem bitince peşin ödedim. Yanımda kredi kartlarım banka kartlarım vardı hepsi benim adıma açılmış farklı farklı hesaplardı. Bir banka ve kredi kartım babamın üstüneydi harcama yaparsam direk bildirim giderdi. Diğer iki kredi kartım dedemin ve annemin üstüneydi. Onların harcamaları da direk anneme gidiyordu. Sabah chia tohumlu meyve salatası yediren annem öğlen yemeği yediğimi bilmemeliydi.

Her zaman yanımda taşıdığım nakit paramla ödeyerek aşağı katta bulunan ders çalışmaya gideceğim kafeye gitmek için yürüyen merdivenleri indim. Bu kafe sürekli geldiğim bir yerdi. Ahşap temayla döşenmişti iç tasarımı çok güzeldi ve içeriye girince kokusu burnuma dolan taze çekilen kahve kokusu çok hoşuma gidiyordu. İçeriye girdim ve cam kenarındaki bir masaya oturdum içeride oturanların neredeyse hepsi ders çalışan tiplerdi ve birkaçının yüzüne aşinaydım. Eşyalarımı her zaman oturduğum masaya koydum ve sipariş vermeye gittim. Sabah double espresso içtiğim için şimdi canım hafif şeyler içmek istiyordu. Hafif olacak ve midemi şişirmeyecek şekilde badem sütlü latte sipariş verdim.

Kahvemi on dakika bekledikten sonra hazır olduktan sonra eşyalarımı bıraktığım yere gittim. Laptopumu ve tabletimi açtım. Çalışmam gereken derslerin kitaplarını da açtıktan sonra çalıştım. Sadece teorik derslere çalışacaktım maket yapmam gerekenleri sonraya bıraktım.

Aralıksız üç saat çalıştıktan sonra daha fazla şeker ihtiyacıyla yandım tutuştum ve bir dilim browni sipariş verdim. Tatlıyı yedikten sonra da iki saat daha çalışabilmiştim. 5 saatlik bir çalışmanın sonunda beynimin uyuştuğunu hissetmeye başlamıştım. Bilgisayarımı kapatıp tabletimdeki notlarıma son kez göz attım. Baya çalışmıştım. Verimli bir gün olmuştu eve gidip çıkardığım notları okusam yeterdi. Saati görmek için telefonumu açtığım sırada annemden mesaj geldi.

Annem:

Gelirken her zaman gittiğim yere uğra. Bir şeyler ayırttım onları al, öyle gel.



Ben:

Tamam anneciğim.

Annemin mesajını okurken saate gözüm kaymıştı. Saatin 18.45 olduğunu görünce panikledim. Akşam yemeği 20.00'deydi ve babam ne olursa olsun akşam yemeğine yetişirdi. Benim beş dakika bile geç kalmam mümkün değildi. Hızla çantamı omzuma taktım ve laptopun deri çantasının kulpunu elime geçirdikten sonra kafeden çıktım. Direk bir kat alta indim. Annemin sürekli geldiği sevdiği bir markaydı. Marka Mardin'de sadece bu alışveriş merkezinde olduğundan annemle sürekli gelirdik ve çalışanlar bizi artık tanıyordu. Satış personellerinin hoş geldiniz demesine karşılık verdim ve hep geldiğimizde bizimle ilgilenen Fatoş hanımla sohbete başladım.

"İyi akşamlar. Annem bir şeyler ayırtmış." dedim. Fatoş hanım gülümseyerek kafasını salladı. "Evet Meran hanım siz oturun bir şeyler ikram edelim bizde o sırada annenizin ayırttıklarını hazırlayalım. "dedi, kafa sallamakla yetindim ve deri koltuklara oturdum. Çok pahalı bir markaydı. Yakın bir zamanda Mardin'e gelmeden önce annem her İstanbul'a gittiğinde elleri kolları dolu çıkardı bu markadan.

Yaklaşık on beş yirmi dakika boyunca annemin ayırttıklarının hazırlanmasını bekledim. Hazır olduğunda kolları dolu bir şekilde gelen Fatoş hanımı gördüğümde korktum. 4 beyaz karton poşetteydi ama içleri çok dolu gözüküyordu ve benimde elim kolum doluydu.

Gözlerimi büyülterek Fatoş hanıma baktığımda hemen çözüm önerisiyle geldi, "İsterseniz yarısını bugün yarısını yarın alın. Taşıması sizin için zor olacak."

"Yok." dedim bu risk almaya değmezdi, "Hepsini taşıyabilirim." dedim tekrardan.

Omuzumdaki çantayı sıkıca omzuma taktım. Laptop çantamın içindeki kulpunu çıkartarak çapraz şekilde taktım. Fatoş hanımın uzatmasıyla dört büyük karton poşeti ellerime yarıya bölerek aldım. Zor olmuştu ama başarmıştım. "Hesap ?" dedim sorarcasına, "Anneniz ödedi efendim." dedi. Gülümsedim, "İyi akşamlar."

"İyi akşamlar efendim yine bekleriz." dediğine içimden zaten başka yere gittiğimiz yok diye söylendim.

Mağazadan çıkınca diğer yürüyen merdivenlere binmem için baya yürümem gerekecekti. Acele adımlarla yürüyordum. Kollarım ağrımıştı. Dişlerimi sıkarak mağazaların önlerinden yürüdüm. Annemin en az aldığı bu kadardı. Parçalar az gibi gözükse de bu kıyafetleri iade etsem Mardin şehir merkezinden ev alabilirdim.

Dev markaların önünden geçip aşağıya inen yürüyen merdivenlere sonunda vardım. Yürüyen merdivene adımımı atınca sırtıma gelen rahatlık ile birazcık ferahlamıştım. Yürüyen merdivenlerin kenarına dayanıp etrafı izlerken uzaktan yaklaşmakta olan bir çift gözüme çarptı, yanlarında ise hafif arkalarından gelen bir adam vardı. Birbirlerine çok yakışan ve birbirlerini sevdiği 100 metre ileriden bile anlaşılan çift yaklaştıkça adamın suratı tanıdık gelmeye başlamıştı. Daha da yaklaştıklarında tanıdım.

Bunlar Alemşahlardı! Ve yüzünü tanıdığım kişi Küçük Alemşahtı! Benim koyduğum ismiyle Küçük Şeytan!

Yürüyen merdiven bitince indim. Arkalarından gelen Alemşah beni fark etti daha sonra Küçük Şeytan fark etti. Kısaca baktıktan sonra gözlerimi ileriye diktim ve yanlarından geçip gittim. Otoparka inen yürüyen merdivenlerin olduğu tarafa giderken bana çok dikkatli bakan Baran Alemşah ile tekrar göz göze gelmiştim. Niye bu kadar dik bakıyordu bu adam ? Bu sabahki olanlar yüzünden olmalıydı diye düşünerek bakışlarımı kaçırdım ve otoparka indim. Arabamın yanına giderek çantamdan çıkardığım araba anahtarıyla arabamı açtım. Poşetleri arka koltuğa koyduktan sonra oturdum ve arabayı çalıştırdım.

Otoparktan çıktıktan sonra yarım saat içinde konağa varmıştım. Arabamı kendi park alanıma park ettikten sonra omuz çantamı koluma taktım, laptop çantam burada kalacaktı. Arkadaki karton poşetleri de aldıktan sonra konağa doğru yürüdüm içeriye girdiğimde avluda kimse yoktu, bunu fırsat bilerek hızlıca merdivenleri çıktım. Önce odama girerek omzumdaki çantayı attıktan sonra annemin çalışma odasına çıktım. Annem günün büyük bir kısmını burada geçirirdi. Kendisine İstanbul'dan uzak küçük bir İstanbul yaratmıştı.

Kapıyı tıklattım ve soluklarımı düzene soktum. Annem bir süre sonra "Girin." demişti, odaya girdiğimde burnuma dolan vanilya kokusu çok hoşuma gidiyordu. Burası tam bir kütüphaneydi aslında sıra sıra ahşap raflar vardı. Tavandan tabana kadar uzanan rafların arasına girip saatlerce durabilirdim, ama buraya girmeye iznim yoktu.

Annem rafların arasına koyduğu deri koltukların üstüne oturmuş bacaklarının üstüne battaniyesini örtmüştü. Burnunun kemerine taktığı gözlüğü düzelerek kafasını okuduğu kitaptan kaldırdı. "Gelmişsin." dedi sadece,

"Evet anneciğim." dedim elimdeki karton poşetleri görüş alanına çıkarttım. "Ayırttıklarını getirdim."

Kafasına geri kitabına eğdi, "Onlar senin için." dedi ve sustu.

"Teşekkür ederim anneciğim." dedikten sonra annem bir şey demeyince bende odadan çıktım. Odadan çıktıktan sonra tuttuğum nefesimi verdim ve odama indim.

Odama girer girmez şu karton poşetteki eşyaları yatağın üstüne döktüm. İki tüvit elbise vardı. Birisi krem rengi diğeri siyahtı. Tüvit elbiselerin kolları uzundu boyu ise dizimin hemen altındaydı. İkisini güzelce astım bunları annemin İstanbul için aldığını tahmin edebiliyordum. Diğer karton poşette tüvit bir ceket vardı. Beyazdı ama siyah çizgileri vardı ve gösterişli altın sarısı düğmeleri vardı. Bunu elbiselerin önüne astım. Diğer karton poşette bir çanta ve bir ayakkabı kutusu vardı. Klasik ama şık siyah çantaydı. Ayakkabı kutusunu da açtığımda yine siyah süvet orta boyda bir topuklu ayakkabı olduğunu görmüştüm.

Ayakkabıyı kutusuyla dolabımın üst kısmındaki yere koydum. Çantayı ise diğerlerinin yanına çantalarıma ayrılan rafın oraya koydum. Daha önce hiç giymediğim, takmadığım o kadar çok eşyam vardı ki... Hepsinin yerinin ayrı olduğunun farkındaydım. Ama çoktu. Anneme neden alıyorsun diyemezdim. Annem alırdı ben giyerdim. Anneme yeter de diyemezdim, yetmezdi. Ne bana yeterdi ne de onun içindeki pişmanlığı söndürmeye yeterdi.

Düşünmeden üstümdekileri çıkarttım ve yemek için giyindim. Sabah giyindiğim elbisenin aynısını giyemezdim. Farklı bir elbise seçecektim. Nar çiçeği sabah giydiğim elbiseyle aynı model elbiseyi giyindim. Saçlarımı açmadım toplu bıraktım. Yüzümdeki makyajı komple sildim ve böylece aşağıya indim.

Merdivenleri inerken Aynur teyzenin masayı kurmaya başladığını görebiliyordum. Merdivenleri inmeyi bitirdiğim de konağın kapısı sonuna kadar açıldı. Babam gelmişti ve arkasında adamlarıyla. Babam yüzüme bakmadan merdivenleri çıktığında adamları konağın dışında kalmıştı. Annemin çalışma odasının kapısı kapandığında merdivenlere değen topuklu ayakkabı sesini duymaya başlamıştım.

Annem geldikten sonra yanımda durdu babam yukarıda ki lavaboda ellerini yıkadıktan sonra geri aşağıya indi. Anneme baktıktan sonra kısaca bana baktı ve masanın en başına oturdu. O oturduktan sonra annem önüme geçerek babamın sol kısmına ben ise sağ kısmına geçtim. Biz oturur oturmaz Aynur teyze çorba servisine başlamıştı.

Bugünün çorbası sebze çorbasıydı. Çorbaları hepimiz sessizce içtikten sonra ana yemek gelinceye kadar mezelerden yemeye başladım.

Ana yemek bonfile, patates püresi ve haşlanmış sebzelerdi. Ana yemek tabakları gelince bıçakla etti küçük parçalara bölerek yemeye başlamıştım. Bu sürede babamın yüzüne bakmadım, babamda bana bakmamıştı. Babam hep böyle soğuk muydu? Evet.

Ben zaten hiç bir zaman çocuk olamamıştım.

İçim burkuldu. Babama hiç bir zaman sarılmamıştım. Babam hiç bir zaman saçlarımı okşamamıştı. Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde annemin bakışlarını üstümde hissettim. Bardağımdaki sudan bir yudum alıp gözlerimi saniyelik kıpıştırdım. İşte tam o sırada içeriye Azrailim geldi!

Konağın kapısı dışarıdan gelen silah sesleriyle gümbürtüyle açıldı. Babamın tüm adamları kanlar içerisinde yerde yatıyordu babam elini belime atmıştı. Anneme doğru bağırdı, "Meran'ı al!" Kimin geldiğini tahmin ediyorduk!

Titredim. Arka taraftan gelen adamlar babamın ve bizim önümüze geçti. Konak kapısından içeriye giden adam kalabalığın arkasında kalan Cihan yavaş yavaş görüş açımıza girmeye başlamıştı, annemin bileğimi tuttuğunu hissettim. İçeriye girer girmez önce babama baktı, "Hayırlı akşamlar amca!" dedi. Daha sonra bakışlarını bana kilitledi.

"Ne işin var burada Cihan!" Bağırdı babam! Ama Cihan oralı olmadı bir süre sonra babamın dediklerini anımsayarak üstüne giydiği takım elbisesinin kravatını düzeltti ve elini arkaya doğru salladı. Arkasından çağırdığı adamın elinde gül buketi ve çikolata vardı. Cihan eline gül buketini aldıktan sonra yemek masasına doğru yaklaştı gül buketini masanın ucuna bıraktı. "Amca sebebi ziyaretim bellidir! Kızın Meran'ı kendime istiyorum!"

Gözlerim sonuna kadar açılmıştı, babamın ne tepki vereceğini görmek için babama dönmüştüm ki babamın kahkahası şaşırmama sebebiyet vermişti. "1000 kere istesen de bir kere bile vermem sana kızımı! " Olacaklardan korkmaya başladığımı hissetmeye başlamıştım. Cihan ellerini masanın üstüne bastırarak boynunu eğdi, "Amca! Şimdi sen bana Meran'ı vermiyor musun ?" diye sordu. Sesinde tehditkar bir tını vardı.

"Vermiyorum! Vermeyeceğim! Sen laftan anlamıyor musun Cihan! Kardeşimin oğlu demem vururum seni! Bas git! Belanı benden bulma!"

"Amca!" Bağırdı, ellerini masanın örtüsüne dolayarak yemek yediğimiz masayı yere indirdi. Annem çığlık atmıştı.

Cihan babamın üstüne doğru yürüdü ve babamla arasına bir kafa mesafesi bıraktı, "Bu gece her şey bitecek!" dedi elini beline atıp babamın bacağına doğru indirdi ve babamı bacağından vurdu.

Annemin çığlığına çığlık eklenirken kocaman açık gözlerinden yaşlar dökülmeye başlamıştı. Arkamdaki korumalar babamla ilgilenirken Hayat'a gözlerim değdi, annem beni bırakıp babamın acıyla kıvranan bedenine koşarken Hayat babasının arkasından bana ulaştı ve uzattığım elime emaneti koydu. Kimseye çaktırmadan silahı arkama sıkıştırırken Cihan üstüme doğru yürümeye başlamıştı. Şerefsiz aynı zamanda da kahkaha atıyordu, "İşte böyle diz çökersin Amca!" Yanıma geldiğinde babam ayağa kalkmaya çalışıyordu, kalan iki adamına emir verirken Şükrü amca babamın yanındaydı. Bana doğru koşmaya başlayan adamları Cihan silahını kaldırarak bacaklarından vurdu. Elini koluma doladığı anda kolumu anında çektim, "Bırak! İstemiyorum seni!" diye bağırdım, yüzüme doğru gülümsedi. "Sus Meran!"

Kolumu tutup çekiştirmeye başladığında annemin arkamdan adımı bağırdığını duydum. Sadece bazen kullandığı adımı. "Meran!" Annemin yakarışı bitmeden beni yaka paça tartaklayarak konaktan çıkarttı. Bileğimi tutan koluna diğer elimle vursam da, tırnaklasam da etki etmiyordu daha çok haz alıyor gibi gülümsüyordu.

Beni siyah arabasına tıktığında konağımıza peşinden sürüklediği it sürüsünün kalabalığı karşısında şaşkınlığım giderek korkuya dönüşmeye başlamıştı. Savaşa gider gibi on arabayla gelmişti.

Beni arabaya tıktıktan sonra adamlarından birisi kapıyı açmamam için kapıya bastırmaya başlamıştı, kendisi sürücü koltuğuna oturur oturmaz arabayı kilitledi ve çalıştırdı.

"Bırak beni Şerefsiz!" Oturduğum yerden dönerek yüzüne doğru bağırmaya başladım, "Lanet olsun! Psikopat! Şerefsiz!"

Direksiyonu hızla sola kırdığında düşmemek için koltuğa tırnaklarımı geçirdi, "Sen şerefsizin önde gidenisin! "

Bileğimi kavradı, "Kes sesini!" diye bağırdı. Sesimi kesmeye niyetim yoktu, yeni başlıyordum. "Sen birlikte büyüdüğün kuzenine sulanacak kadar kanı bozuğun tekisin!" Araba o kadar hızlı gidiyordu ki nerede olduğumuzu bir an kavrayamadım. Tuttuğu bileğimi kendine çekerek çeneme diğer elini bastırdı ve dişlerini sıkarak konuşmaya başladı. "Ne dersen de! Bu gece benim karım olacaksın!"

Çenemdeki elini tutmayı bırakarak beni oturduğum yerdeki cama doğru ittirdi, bunu yapmasıyla burnumu cama çarpmıştım. Burnumdan çarpmanın etkisiyle anında akan sıcak sıvıyı hissettiğimde neferim döndü. Belime batan silahı fark etmesin diye diken üstündeyken çevremizden akıp giden evleri görmeye başladığımda konaktan aslında çok uzakta olmadığımızı düşündüm.

Belime bir anda elime atarak silahı suratına doğru kaldırdım. Silahı fark etmesiyle bana dönmesi bir olmuştu. Bana dokunmasının babamı vurmasını ona ödetecektim.

"Ne yapıyorsun Meran!" dedi tekte. Hiç bir şey demedim silahı kafasından ileriye doğru nişan alarak solundaki cama ateş ettim. Cam anında kırılmış, Cihan sertçe fren yaparak durmuştu. Kırık camdan karşıda büyük bir konağın olduğunu fark ettim. Mardin'de ki ağaların birisinin konağının önünde durmuştuk, şansıma güvendim. O konağa sığınabilirdim. Cihan bana doğru dönmüş silahı elimden almaya çalışırken silahı tekrar sıktım ve sağ omzunu vurdum.

"Ah!" acıyla öne doğru eğilmiş kıvranırken arabanın kilidini açarak hızlıca arabadan dışarıya çıktım. Gördüğüm konaktaki adamlar ellerinde silahlarla bize doğru yaklaşırken Cihan'ın arabadan çıkıp arkama gelip saçımı çekiştirmeye başladığını fark edememiştim.

Canımın acısıyla bağırdım. "Bırak beni!" Ayaklarımla dizlerine tekmeye atmaya başladım hafif arkaya doğru sendelediğinde saçlarımı kurtararak silahımla kafasına nişan aldım.

"Def ol! Şerefsiz! Seninle evlenmektense kendimi Fırat'a atarım! Senin karın olmaktansa kafama sıkarım!" bağırdım. Hiç bir şey göremiyordum, tek gördüğüm silahımdı ve onu ateşlemem gerektiğiydi.

Cihan, "Beni öldüremezsin!" dedi, ona doğru bir adım attım. "Yanılıyorsun! Seni gebertirim!"

"Elini kana bulayıp katil olamazsın! Ağabeyin mezara girdi sende hapishaneye mi gireceksin!" Cihan benimle konuşurken arkaya baktığını gördüğümde arkadan gelen arabaların sesini duymuştum. Cihan'ın it sürüsü bize yaklaşmıştı. Arabalar fren yapıp adamlar bize doğru koşarken çok hızlıca davranmam gerektiğini fark ettim. Silahımı indirmeden Cihan'a yaklaştım vurduğum omzuna elimle bastırarak önümde hafifçe eğilmesini sağladım ve silahımı kafasına dayadım.

"Bir adım daha atmayın yoksa bu şerefsizi gebertirim!" dedim silahın namlusunu Cihan'ın şakağına dayadım, adamlarının hepsi bellerindeki silahı bana doğru kaldırınca Cihan bağırdı! "İndirin lan silahlarınızı! Benim karıma kim silah kaldırabilir!"

"Sen gerçekten sıkıntılısın. Ne karısı sen ne saçmalıyorsun ?!" dediğime güldü, "Karım olacaksın!" Dişlerimi sıktım damarıma basmaya çalışıyordu. Sakin ol Meran diye telkin etmeye çalıştım kendimi ama beni zorluyordu. "Bugün evleneceğiz. Ve hiç ayrılmayacağız!"

"Sus!" dedim kulağına doğru tıslayarak "Bu gece koynuma gireceksin!" fısıldayarak söylediği sözle sabrım taşmıştı.

Elimi yakasına götürerek yakasını tuttum ve çekiştirerek çevirdim. "Sus dedim sana! Sus!" Silahı şakağından alnına dayadığımda elim tetiği çekmeye yaklaşmıştı. Cihan'ın suratına baktım, "Son duanı et!"

"Beni vurmayacaksın! "dedi ve ekledi, "Vurursan da bu kafam olmayacak." dedi arkama doğru bakıyordu, birilerinin geldiğini anladım paniklediğini gördüm.

"Evet haklısın!" dedim adım seslerinin koşma seslerine dönüşmesiyle silahı alnından kaldırarak bir kaç adım geriledim. Arkadan gelenlere baktığını görünce sinirlenerek sağ baldırından vurdum.

Cihan anında yere düşünce adamları bu sefer arkadan gelen kişilere silahlarını kaldırmaya başlamıştı. Babamı vurduğu aynı yerden vurmuştum, Cihan ayağa kalkıyordu. "Yetmedi mi ?" diye kendi kendime konuşup diğer baldırını da vuracakken bileğimden birisinin tutmasıyla baldıra gidecek kurşun havaya gitmiş oldu.

Göz göze geldiğim siyah gözlere gözlerimi kısarak baktım ve elimi elinden kurtardım. "Ne yaptığını sanıyorsun ?" dedim bağırarak, "Konağımın önünde kimseyi öldüremezsin! Git kendi konağının önünde öldür öldürebiliyorsan!"

Alayla sırıttım, Küçük Şeytan'a gözlerimden alev çıkarcasına baktım. "Dikkat et de diğer mermi senin baldırına değmesin!"

Cihan ayağa kalkmıştı. Ayağa kalkan Cihan'a silahımı kaldırırken aynı anda Kartal'da silahını kaldırmıştı. Kartal'ın arkasından silahsız bir şekilde kendinden emin rahat rahat yürüyen Baran Alemşah'ı gördüm. Küçük Şeytan ağabeyinden daha uzundu.

İkimizin silahlarımızı Cihan'a tuttuğumuz noktaya dikildi. Kollarını göğsünde birleştirmişti üstünde Kartal gibi rahat kıyafetlerden ziyade resmi kıyafetler vardı. Burada ne işleri vardı bilmiyordum ama büyük ihtimal güvendiğim konak Alemşah konağıydı. Kan davalı olduğumuz için yakınlarından bile geçmediğim için bilmiyordum.

"Cihan Babür gecenin bir vakti kuzenin Meran Babür'ü kaçırıp, Saltuk Babür'ü vurduğun için yarın yargılanacaksın!" dedi tane tane. Kartal gibi ses tonuyla öfke saçmıyordu. Gayet sakin ve düzgün bir üslubu vardı.

"Sana ne lan puşt! Senin lafınla hareket edeceğime kafama sıkarım daha iyi." dedi Cihan daha sonra elini tutmam için bana uzattı. "Yürü Meran!"

"Yürümüyorum!" dedim inadına. Hayır bu adamın beyni gerçekten çalışıyor olamazdı.

"Yürü hadi nikah memurunu bekletiyoruz!" dediğine gülmemek için dudaklarımı ısırdım. "Sen gerçekten sıkıntılısın! Gelmiyorum diyorum gelmiyorum! Neyi zorluyorsun hala! İstemiyorum seni! Hiç istemedim! Küçükken ağabeyim olduğunu düşünüyordum şimdi de şerefsiz olduğunu düşünüyorum! Anladın mı ? Def ol git şimdi!" Kartal sözlerime seslice gülmüştü, kafamı eğerek ters ters baktım. Güldüğüne ters ters baktığımı görünce omuzları gerginleşti.

"Siktir git şimdi!" dedi Kartal lafa atlayarak. Cihan sağına soluna baktı adamlarının sayısından daha fazla adamın olduğunu görünce geri çekilmeye başladı.

"Bu iş burada bitmedi! Alemşahlar geberteceğim hepinizi! Zaten soyunuz kurumak üzere soyunuzu sikeceğim lan! "Baran Alemşah geri çekildi Kartal ise Cihan gözden kayboluncaya kadar silahını Cihan'a tutmaya devam etti.

Arabaya bininceye kadar bekledim, arabaya bindikten sonra tuttuğum nefesi vermiştim. Cihan şerefsizi araba seyir halindeyken cama çıkarken, "Meran aşkım! Seni çok seviyorum!" diye bağırdı. Kaşımı çatmaktan seyirmeye başladığını hissettiğimde kasılan omuzlarımı serbest bıraktım elimdeki Canik silahın şarjörünü çıkartarak kaç tane mermim kaldığına baktım. Etrafımda Alemşahlar varken hiç bir şey demeden Cihan'ın arkasında bıraktığı arabaya yürüdüm. Gelirken oturduğum yerin kapısını açarak torpidoya eğildim ve torpidoyu açtım. Cihan'ın zulaladığı silahı da elime aldıktan sonra bugün gereksiz yere çok fazla karşı karşıya kaldığım Alemşahlara baktım. Onlar da bana bakıyordu. Kartal ne yaptığımı anlayınca kaşlarını kaldırarak dudağını büzdü. "Bize de sıkmak için yedek silah mı aldın."

Aynı onun gibi kaşlarımı kaldırdım. "Evet! Nereden anladın ?!" Verdiğim karşılık karşısında şaşırdı, Baran ise bana odaklanmıştı. "Seni hastaneye bırakalım! Saltuk ağa bu güzergahta olduğunuzu söyleyince bizde çıkacaktık ki sen burada arabayı durdurdun!"

"Ne yapsın ağabey! Alemşah konağını görünce Cihan'a sıkıp arabayı durdurdu!" Dedi Kartal laubali bir tavırla. Alayla gülümsedim. "Senin aksine ben sizin konağınızı ilk defa gördüm!" dedim Küçük Şeytan lafın nereye gideceğini anlayınca bakışlarını üstümden toparladı. Bende Baran ile muhattap oldum. "Mardin'de kapısında adam duran her konak bir aşirete mensup olunca bu yolu münasip gördüm." dedim aklıma gelen gerçekle ekledim. "Beni hastaneye götürürseniz çok mutlu olurum. Babam iyiliğinizi karşılıksız bırakmaz." dediğim şeye Kartal göz devirirken Baran Alemşah pür dikkat beni dinliyordu.

Baran kafasını salladıktan sonra Kartal yanındaki adamlara arabayı hazırlamaları gerektiğini söyledi. Kafamı önüme eğdim etrafımdaki erkek kalabalığına hakkımda dedikodu malzemesi vermek istemiyorum üstümdeki ince kumaşlı elbisenin etekleri rüzgarla dalgalanırken elimde iki tane Canik tabancanın ağır geldiğini fark ettim. İki tabancanın da şarjörünü de çıkarttım ve kendi tabancamdaki eksik mermileri doldurdum. Bu tabancayı arabaya geri bırakacaktım. Alemşahların arabasını beklerken camı kırık Cihan'ın arabasına ilerledim. Bu arabayı adamlarının almaya geleceklerini biliyordum Cihan çok zengin değildi. Amcam kendisinin tüm tarlalarını babama satmıştı ve şimdi kalan paraları yiyorlardı.

Arabada bulduğum diğer silahla arabanın tekerleklerini teker teker vurarak indirdim. İlk kurşunu sıktığım anda tüm bakışları üstüme çekmiştim Kartal ve Baran bana tuhaf tuhaf bakıyorlardı. Sonuçta bu topraklarda bir kadının eline silah alması alışık bir şey değildi. Ama babam beni erkek gibi yetiştirmişti, hele ağabeyim öldükten sonra...

Arabanın tekerleklerini etrafında dönerek indirdikten sonra bana bakan Kartal ile göz göze geldim. Göz göze gelir gelmez tek kaşı havalanmıştı. Hiç bir mimik yapmadım ilk önce ben gözlerimi çekerek torpidonun olduğu tarafa gittim torpido da kolonya ve ıslak mendil görmüştüm. Islak mendille tabancayı tuttuğum yerleri sildikten sonra üstüne kolonyayı dokunmadan iki tarafına da sıktım. Ne olur ne olmaz önlememi almalıydım. Sürücü koltuğunun camı kırık olduğundan tabancadaki parmak izlerimden kurtulmamı Kartal ve Baran'da görmüştü. Hallettikten sonra kapıyı arkamdan sertçe kapatarak az önce dikildiğim yere yürüdüm.

Ben geri geri yürürken Alemşahların adamları Cihan'ın lastiklerini patlattığım arabanın arkasına üç arabayla park ettiler. Kartal önümüzde duran arabaya yürürken omzunun üstünden bana bakış attıktan sonra kafasının ucuyla arabayı gösterdi ve hiç bir şey söylemedi arabaya binmesi için açılan kapıya yürürken aynı zamanda da silahını belinin arkasına sıkıştırdı. Baran Alemşah, "Hadi seni hastaneye bırakalım!" dedi ve arabaya doğru yürümeye başladı. Baran Alemşah sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa otururken arka kapıyı açarak, oturdum. Kartal'ın tam arkasına oturmuştum. Kartal ben oturur oturmaz gaza basmıştı.

Hastaneye varıncaya kadar kimse konuşmadı. Kartal ve arkasındaki arabalar hastanenin avlusunda durunca kimseyi beklemeden arabadan indim. Kartal'ın arkamdan homurdandığını duymuştum ama ne dediğini duyamamıştım. Hastanenin avlusunda koşarak merdivenleri tırmandım, hastanenin içine girer girmez içeriyi siyah takım elbiseli adamlar sarmıştı. Beni tanıyan adamlar direk yanıma gelerek "Hanımım üst kat 103 nolu odada kalıyor Saltuk ağa." dedi. Babamın adamlarından birisi olduğunu düşündüm, yanındaki daha yaşlı adam ise, "Siz nasıl oldunuz ? Cihan sizi nasıl bıraktı Hanımım!" Onlar bana sorular sorarken adamların içinden çıkıp gelen Şükrü amcayı gördüğümde rahatladım, direk yanına gittim. "Babam nasıl Şükrü amca ?"

Şükrü amca, "Ameliyattan yeni çıktı. Hanımağam da seni soruyordu." omzumun üstüne elini koydu. "Sen iyi misin ? Nasıl kurtuldun ?" Şükrü amcanın bana merhametle bakması arkamdan gelen Alemşahları görmesiyle kesilmişti. Alemşahlara sinirle bakan Şükrü amcayla babamın Alemşahları aradığından haberinin olmadığını düşündüm. Hastanenin içindeki tüm adamlar ellerini bellerine atarak önüme geçerek siper oldular.

Gözlerimi saniyelik yumarak sabır diledim. Artık bugün bitebilir miydi ?

Diğer adamların arasındaki en kalıplısı ve orta yaşlısı bana doğru yaklaştı. "Alemşahlar hastaneye geldi. Hanımım ne yapalım ?" Arkamı döndüm ve hastanenin içini dolduran adam kalabalığını gördüm. Alemşah adamları da elleri bellerinde hepsi bana bakıyorlardı. Kartal'ın elindeki silah havaya kalkmak için an kollarken Baran rahattı.

Gözlerimi kapattım, farklı bir adam. "Hanımım sık de sıkalım! Öldür de öldürelim! Öl de ölelim!" Gülmemek için kendimi çok zor tutuyordum. Ciddi anlarda gülmemek gerekirdi ama insana bir gülmek yükleniyordu sanki.

Dişlerimi sıktığım sırada Kartal Alemşah, "Hastanede kan dökmek Babürlere yakışan bir hareket olur zaten!" Neye atıf yaptığını anlayabiliyordum. Gözlerimi açarak Kartal'ın suratına baktım. Gülme isteğim anında kaybolmuştu. Kaşlarım çatıldı, "İğneleyici sözlerini de yanına alıp git!" dedim.

Alayla gülerek, "Babürlerin yapılan iyiliği unutmaları ne kadar da kısa sürüyormuş meğer."

Onun gibi bende alayla güldüm, "Kafana sıkmadığımıza dua et! Al sana bir iyilik işte." Altta kalan bir insan hiç olmamıştım. Kafamı eğip isteklere boyun eğen bir insan olarak yetişmemiştim. Ben Meran Ulya Babürdüm!

Adamların arasından sıyrılıp merdivenlere çıkacakken hemşirelerin ve doktorların elleri bellerinde adamlara korkarak baktıklarını görünce dayanamadım. "Şükrü amca!"

Şükrü amca ve adamların emir aldığı o kişi aynı anda, "Emret Hanımım!" dediler. Kartal'ın elindeki silahı tutuşu kuvvetlendi. "Tüm adamlar dışarıya çıksın. Burası hastane mi belli değil!" Şükrü amca kafasını salladıktan sonra Alemşahlara döndüm, "Sizin adamlarınız da dahil!"

Merdivenleri çıkmaya başladığımda arkamdan gelen adım seslerini önemsemedim çünkü Şükrü amcanın olduğunu düşündüm. Merdivenler bittikten sonra arkama dönüp baktığımda Alemşah kardeşlerin peşimden geldiklerini görmüştüm, şaşırdım. "Niye geliyorsunuz ?" dedim.

Kartal kalan son basamağa da bastıktan sonra, "Kişisel irade." dedi. Dediğine göz devirdiğimi görünce sırıttı. Arkasından gelen Baran da son basamağı çıktıktan sonra kardeşinin dediğine karşıt "Güvenlik için." dedi.

Baran daha anlaşılabilir bir insanken Kartal gerçekten tam bir şeytandı. Ve bir kere daha koyduğum lakabın ne kadar doğru olduğunu gördüm. Üstelemeden önlerine geçerek 103 nolu odayı buldum. Odanın kapısını hafifçe açarak içeriye girdim. Normal hastane odalarından iki üç kat daha büyüktü, babam yatakta yatarak karşısında duran annemle hararetle konuşuyordu. Tartışmalarına kulak misafiri olmamak ve arkamdaki düşmanlarımıza koz vermemek için hızlıca kapıyı açtım ve beni görmelerini sağladım. Annem babama bağırmayı keserek anında "Ulya!" dedi ve hızlıca yanıma gelerek koluma nazikçe tuttu. Anneme hafifçe gülümsedim, babama döndüm. "İyi misin baba!"

"İyiyim Meran! Sen iyi misin ? O Cihan sana bir şey yapmadı değil mi kızım!" Hem benimle konuşuyordu hem de doğrulmaya çalışıyordu. Ona doğru bir adım atarak, "Baba ameliyattan yeni çıkmışsın niye doğruluyorsun ? " dediğimi umursamadı ve arkamdaki adamlara baktı. "Hoş geldiniz Baran Alemşah, Kartal Alemşah! Çok teşekkür ederiz! Aradığımda sorgulamadan kabul ettiğiniz için."

Babam minnetle suratlarına bakarken Kartal Alemşah öne çıkarak, "Ne demek Saltuk Babür sonuçta biz Alemşahlar sözlerini tutan, sözleri güven veren bir aşiretiz. Bizim sözümüz namustur, yemindir. Zor duruma düşen insanların yardımına her daim koşmuşuzdur. Düşmanın saydığın bizi arayarak yardım istemene elbet karşılık verecektik." Omzumun üstünden dönerek Kartal'a gerçekten bunları şu an nasıl söyleyebiliyor diye bir bakış attım. Ama Küçük Şeytan'ın bu özelliğini unutmuşum. Geri babama döndüğümde babam kafasını ağır ağır salladı, "Atalarımızın düşmanlığı hastane odasına taşınmamalı Kartal Alemşah!"

Babamın sözüne güldü, "Amcamın oğlunu hastanede kurşuna dizip suçu adamına yükleten senin yeğenindi Saltuk Babür!"

Babam, "Bende oğlumu kara toprağa verdim!" Bağırdı. Sinir parmak uçlarımdan vücudumun her yerine yayılmıştı babama bakmayı keserek durdukları tarafa döndüm. Baran Alemşah patavatsız kardeşini susması için dürttü. Ama Küçük Şeytanın susmaya niyeti yoktu. "Ne ağabey! Ben yalan mı derim ? Doğrular neyse onları söylerim! Saltuk ağa sen hiç bir şey yapmasan da kan davasını deden, baban, kardeşin devam ettirmiş olsa da daha önce dediğim gibi sen hiç bir şey yapmadın!" Baran, Kartal'ı çekiştirmeye çalışmış ama başarılı olamamıştı.

"Çekiştirme ağabey! Kızını kurtarmamız için düşmanından medet uman Saltuk ağa gerçekleri söylüyorum diye ne yapabilir ki ?" Avuç içlerime tırnaklarımı geçirdiğim sırada babam gayet sakin ve rahat bir tavırla şunları söyledi. "Önemli değil Baran! Biz Kartal'ın bu fevri hareketlerine cahil cesaretine alışkınız ne de olsa!" Babamın söyledikleriyle, Kartal ile anında göz göze geldik. Kartal yüzüme bakıp yutkunduktan sonra anında gözlerini kaçırmıştı. Annem bakışmamızdan rahatsız olarak kolumu çekiştirerek yüzümü babamdan tarafa çevirmemi sağladı.

Kartal konuşmazken ağabeyi, "Biz bize denileni yaptık. Sözümüzü tuttuk. Kızını Cihan'ın elinden kurtardık. Şimdi de bize müsaade. Size de çok geçmiş olsun Saltuk ağa!"

Odadan çıkıp giderlerken babam arkalarından "Sağ olun!" demekle yetinmişti.

Onlar gider gitmez annem, "Nerede ne konuşulmasını hiç bilmiyor. Patavatsızın teki. Hastane ziyaretinde yapılan iyiliği yüze yüze vurmak nedir yahu! Densiz!" Annem benden uzaklaşarak odanın içindeki koltuklara oturdu. Babam bana doğru aniden dönerek, "Meran konağa geri dön! Babür konağını başıboş bırakmak olmaz! Bir Babür olarak konağa geri dön! Konağın çevresinde ve içinde adamlar olacak, güvende olacaksın! Konağın tüm ışıklarını yak açık kalsın! Babür konağının bacasının hala daha tüttüğünü ve kimseye hiç bir şey olmadığını ahali anlasın!"

Bir kaç dakika durarak babamın ve annemin yüzüne baktım ve el mecbur kafamı eğerek,

"Tamam baba!" dedim.

 

Loading...
0%