Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10. BÖLÜM: SIFIR NOKTASI: ÖLÜM.

@nasende

Bu bölümde başlıyor aslında her şey.... Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Sizleri seviyorum bana ulaşın: sudeyurd/ Nasuende

Wattpad: nasende

 

 

İyi okumalar dilerim...

 

Arabaya bindim, gelinliğin kuyruk kısmını toplamama yardımcı olan Baran'da yanıma binmişti. Arabayı kimin kullandığını kırmızı duvaktan göremiyordum, açıkçası umurumda değildi. Ama tahminim Kartal'ın olduğunu söylüyordu. Erkek kuzenleri olsaydı mutlaka o kullanırdı ama son erkek kuzenlerini benim kuzenim öldürdüğü için koskoca Alemşah aşiretinin iki erkek varisi kalmıştı.

Büyük konvoya Babür aşiretinden de katılanlar olduğu için korno seslerinden hiç bir şey doğru düzgün duyulmuyordu, neyse ben kırmızı duvağın altında yaşam savaşı verirken çok uzakta olmayan Alemşah konağına varıldığında nefeslendim. Şükür araba durmuştu. Bir an konvoy hiç bitmeyecek tüm Mardin'i dolaşacağız sanmıştım. Önümüzdeki ve arkamızdaki arabaların kapıları açıldı kapandı, ön koltuktaki arabayı süren Kartal'da arabadan iner inmez, Baran kendi oturduğu yerin kapısını açarak benim oturduğum yere dolaştı, kapımı açarak bekledi. Arabadan inmek için adım attığımda başlayan silah sesleri bu gün hiç kesilmeyecekti.

Arabadan zorlanarak indim, Baran ile konağın kapısına geldiğimizde bir kadın yanımıza gelerek elime toprak testiyi tutuşturdu. Silahlar kesildiğinde hocanın duaları başlamıştı. Hoca duayı bitirdikten sonra testiyi az önce üstünden geçeceğimiz eşiğe doğru atarak kırdım. Kırılan testinin ardından kapının yanında kesilmeyi bekleyen adak hayvanları hocanın duaları eşliğinde kesildi, kanlar içinde kaplanan eşikten geçerken hafifçe kaldırdım gelinliği Baran ile birlikte geçtik kapının eşiğinden. Kapının eşiğinden geçer geçmez tüm şarjörler boşalmıştı havaya, Mardin'e haber veriyorlardı iki düşman aşiretinin birleştiğini. Dualar eşliğinde, kırılan testinin içindeki altınlara basarak, adak hayvanlarının akıttığı kanın üstünden geçerek girdim Alemşah konağına.

Yanan kalbim tuttuğum nefesimle boğazıma dizilmişti, kırmızı duvağın altında titreyen dizlerimle yürüyordum. O kadar çok korkuyordum ki eşikten geçerken kalp krizi geçireceğim sanmıştım. Baran'ın uzattığı kolunu parmak uçlarımla hatta tırnaklarımla tutuyordum. Baran'a bakmamak etrafta gülen yüzleri görmemek için kafamı hiç kaldırmıyordum.

Kapıdan avluya ilk adımımı atmamla, Baran kolunu çekti yanımdan geçerek karşıma geldi. Kırmızı duvağın uçlarını kavrayarak geriye doğru açtı, duvağı boynumda bıraktı. Bu sefer sağ cebine elini götürdüğünde Evin hanım ağlamaktan kızarmış gözleriyle yanımıza geldi. Elindeki kadife siyah kutuları açarak oğluna doğru uzattı. Baran gözlerime bakarak ilk önce cebinden çıkardığı kutunun içindekileri, sonra da annesinin uzattıklarını taktı boynuma. Evin hanım boynumdan kırmızı duvağı almıştı, Yekta ağa yanımıza yaklaşarak. "Hoş geldin kızım!" dedi gülümseyerek, gözleri kan çanağına dönmüştü.

Kalbim sıkıştı kendimi gülümsemeye şartladım ve hafifçe gülümsedim "Hoş buldum." diyerek diz kırdım uzattığı elini tutarak elini öperek alnıma götürdüm ve geri çektim. Evin hanım ağlayarak göz yaşları içinde sarılmıştı bana, gülümseyerek eğilip onunda elini öpüp alnıma götürdüm. Yekta ağa ve Baran yanımızdan ayrılırken Evin hanım beni yönlendirerek kadınların olduğu kısma götürdü. Kadınların kısmında yan yana oturan yaşlı kadın ve yaşlı adamın önünde durduk. Evin hanım bana onları tanıtıyordu, "Baran'ın dedesi Baran ağa, Baran'ın babaanesi Yade Heja." onlar oturdukları yerde oturmaya devam ederlerken önce dede ağanın elini öptüm, sonra da Yade Heja'nın elini öptüm. Dede ağa yanındaki siyah kutuları açarak Evin hanıma uzattı, Evin hanım dede ağanın uzattıklarını boynuma takarken elimin üstünde eli olan Yade Heja dua okuyordu.

"Kıymetlimin kıymetlisi. Hoş gelmişsen konağına." Gülümsemem dudaklarımdan seğirirken dinledim yaşlı ama güzelliğinden ödün vermeyen kadını. İyi insanlardı, farklı şartlarda olsaydı çok sevinirdim ama şartlar benim için zorunluluktan ibaretti.

Gülümsedim mavi parlak gözlerine. "Hoş buldum." dedim hafif çekinerek. Dede ağa kadınların arasından ayrılıp oğlu Yekta ağanın yanına gittiğinde, Yade Heja yanındaki kutuları açarak uzattı gelinine. Evin hanım tekrar uzatılanları taktıktan sonra Yade Heja'nın yanında oturanların yanına gittik. Orta yaşlı mavi gözlü bir kadın oturuyordu yanında. Yade Heja'nın kızı olmalı diye düşündüm. Evin hanım, "Baran'ın halası Sultan hala." uzattığı elini öptüm, onun uzattığı kutuyu da taktı boynuma Evin hanım. "Hoş geldin." dedi Sultan hala. "Hoş buldum." dedim aynı samimiyetle.

İlerledik, kalabalık kadınların içine doğru. Tüm bakışların bende olması, kadınların üstümdeki gelinlikten, makyajıma, takılan altınlara, saçıma... kadar her zerrem hakkında çekinmeden seslice konuşmaları ve benim onları duyabildiğimi bilmeleri şaşırtmıştı. Bildiğim kadarıyla dedikodu gizli ve sessiz yapılmaz mıydı? Burada o yoktu, az önce tanımadığım bir kadın yanıma gelip altınını taktıktan sonra "Ne çok altın takılmış." demişti yanındakilere. Elini az önce öptüğüm kadın, "Gelinliği sade ama güzel kaldırmış." demişti, şaşkınlıkla duymuştum dediklerini. Az önce yanındaydım ya ne çabuk hakkımda düşünüp, fikrini seslice söylüyorlardı insanlar.

Tuhaf dedim kendi kendime. Çok tuhaftı. Ya da ben aşina değildim bu durumlara, babamın beni kuzenlerimin düğünlerine bile salmadığını düşünürsek normaldi galiba bu durum. Baran'ın kız kuzenleri makyajım, saçım, boynumdakiler, gelinliğim hakkında sayısız fikir sunarlarken geçtik karşı tarafta oturan Evin hanımın akrabalarına. Önce Baran'ın anneannesinin elini öptüm. Evin hanım gibi gözleri dolu doluydu. Elini elimin üstünden çekmeden, "Yüzün gibi bahtın da güzel olsun yavrum. Baran ile birbirinizi sevin, sayın. " diye aktardı düşüncelerini. Gülümseyerek karşılık verdim güzel sözlerine.

Baran'ın teyzelerine, yeğenlerine, kuzenleriyle benden büyük olanlarını elini öptüm, benle yaşıt küçük olanlar ile de kısaca sarıldım.

İkindi namazı okunurken erkeklerin hepsi yakındaki camiiye namaz kılmaya giderken Evin hanım ve Sultan hala beni kadınların oturduğu yerdeki tekli koltuğa oturttular. Boynumdaki kurdeleler o kadar fazlaydı ki boğulduğumu hissettim, boynumu kaşırken bana merakla bakan iki çift gözü fark ettim. Gülendam ve Leyla. Gülendam gülümsüyordu, Leyla ise meraklıydı. İlk defa gördüğü adetler konusunda meraklı olması normaldi, ama bende ilk defa görüyor sayılabilirdim. İkisine de gülümsedim. Biri görümcem biri eltim olacaktı, onlarla iyi geçinmeyi istiyordum. Leyla'nın giydiği siyah dizlerinden hafifçe yukarıya sıyrılan elbisesi güzel fiziğini çok güzel gösteriyordu. Çıkık karnını ise çok hafif örtüyordu, dikkatli inceleyen herkes fark ederdi. Sarı saçlarında su dalgası vardı, makyajı hafifti ama dudaklarında kırmızı ruj vardı. Güzel kadındı, gerçekten çok güzeldi. Mavi gözleri, sarı saçları, buğday teni... Tam bir sarışın güzeliydi.

Gülendam ise upuzun mercan rengi bir abiye giymişti. Kolları da boyu da uzundu. Tam yaşına uygundu, esmer tenini çok güzel gösteriyordu. Uzun siyah saçlarını salık bırakmış hafif dalga ekletmişti. Makyajı sadeydi, yok denecek kadar azdı. Onu incelerken gülümseyerek bana baktı, yanıma gelip kulağıma doğru. "Yenge, su ister misin?"

Gözlerim açılmıştı. Hem de nasıl isterdim. "Evet çok isterim." dedim.

Gülümseyerek bana su almaya giderken konağın içine annemin önderliğinde Babür aşiretinin hanımları girmeye başladı. Avlunun içi yuvarlak masalarla, masaların çevirdiği sandalyelerle hazırlanmıştı. Yeni fark ettiğim nikah masası da hazırdı. Sertçe yutkundum, içime bir ürperti geldi. Şaka gibiydi. Evlenmem şaka gibiydi. Annem yanıma gelirken saht üzüntüsüyle yanımdaki koltuklardan birisine oturdu. Babür kadınları avlunun içine dağılmıştı. Gülendam suyu getirdikten ben suyumu içtikten sonra yemek hazırlığı başlamıştı. Alemşah kadınlarının çoğu kalkarak mutfağa girmiş ellerindeki büyük sinilerin içindeki tabaklardaki yemekler misafirlere ikram ediliyordu. Tek misafir Babürler değildi, farklı aşiretlerden gelen onlarca insan vardı.

Hava kararmaya başlarken Kara aşiretinden gelen Kenan Kara'nın eşi Gülfem Kara ve Kara aşiretinden belli başlı kimseler. Evin hanım onları selamlamaya giderken bende ayağa kalkarak Gülfem hanımı selamladım. Gülfem Kara annemin yanına oturmuş, sonra yanlarına Evin hanım eklenmişti. Belli başlı Diyarbakır, Şanlıurfa aşiretlerinden hanımağalar da gelmişti. Ben, Leyla, Gülendam ve Baran'ın bir kaç kuzeniyle bir masaya oturmuştuk. Önümüze gelen yemeklerden ben sadece çorbadan bir kaşık alabilmiştim. Ama diğerleri çok iştahlı bir şekilde yemişlerdi. Sulu yemek, tatlı yiyecek halim yoktu. Çorbadan birazcık zorla yiyebilmiştim. Yemekler yenildikten sonra Gülendam ve diğer kızlar sofrayı kaldırırken Leyla ile yalnız kaldık masada.

Leyla kalan tabaktaki tatlıyı yerken gülümseyerek baktım ona, bebek iştah veriyordu galiba. Ona baktığımı fark edince şaşırdı ama o da hafifçe gülümsedi. "Zor olmalı. Gelinlik içinde yemek yemek."

"Evet. Aşırı zor. Keşke hemen çıkarmanın bir yolu olsa." dedim gülerek hafif şakaya vurarak söylediğime o da güldü. "Yarın kurtulursun. Bugünlük sadece."

"Evet sadece bugünlük. Bir daha hiç giymeyeceğim zaten, sadece bugün." Gülüyordum bu söylediklerime ama kalbim yanıyordu kendime.

Leyla, "Darısı benim başıma artık. Tabii bu karnımla nasıl sığacaksam." Karnına elini götürdü, "Kaç aylık?" diye sordum merakla. "İki buçuk." dedi gülümseyerek.

"O zaman bir şey olmaz belli olmaz endişelenme." Gülümsedik. Çok kötü bir durumdu. Daha dün kocası olacak herifin yardımına muhtaçken onun bebeği hakkında konuşuyorduk. Kendime değil Leyla'ya üzüldüm. Kartal güven vermeyen herifin tekiyken Leyla kadar güzel bir kadını kazanmış, çocuğu olacaktı. Burukça gülümsemem sürerken kalktık yemek yediğimiz masadan ben kalktığım yere geri otururken, Leyla mutfağa gitmişti.

İkindi vakti bitmiş erkekler gelmiş onlara da yemek sofraları kurulurken biz Evin hanımın yönlendirmesiyle büyük salona gittik. Klimanın açık olduğu odanın içine girdiğimde rahatlamıştım, tekli koltuğa otururken kadınlar nikah memurunun geldiğini söylüyordu. Annem ve Evin hanım yanıma gelerek boynumdaki, bileğimdeki her altın parçasını çıkardılar. Boynumda sadece annemin sabah taktığı safir kolye ve Baran'ın bizim konaktan beni alırken taktığı beşibiryerde kalmıştı. Bileğimde safir bileklik ve kalın kelepçe şeklinde bilezik dururken, parmağımda nişan alyansımız vardı.

Hava kararmıştı, Gülendam yanıma gelerek makyajımı, saçımı kontrol etmek için ayna tutmuştu. Lara hanımın ve Tuğba hanımın yaptığı makyaj, saç milim oynamamıştı. Ruj bile duruyordu.

Kadınlar koşuşturmaya başlarken boğazımda bir yumru oluştu, gözlerim doldu, kalbim sızlamaya başladı. Evlenmek istemiyordum. Şu an bir şey olsa ve ben evlenemesem keşke diye düşünmekten duramıyordum. Aldığım nefesler canımı yakarken ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Kendimi sıktım, göğüs kafesim hızla inip kalkarken kalbime giren acıya engel olamıyordum. Parmaklarım, dizlerim titriyordu. Kafamı yere eğdim, annemin yanıma geldiğini koluma girmeye çalıştığımda fark edebilmiştim. O kadar kötü haldeydim ki, anneme yalvaran gözlerle bakıyordum. Ne olur? Al götür beni buradan? Kıyma bana anne!

Annemin arkasında kalan Gülendam kanı çekilerek yüzüme bakıyordu. Evlenmek istemediğimi kendi gözleriyle şahit oluyordu. Galiba o hep benim evlenmek istediğimi sanmıştı. Evin hanıma kayan gözlerini takip ettim Gülendam'ın. Annem beni titreyen dizlerimle zar zor ayağa kaldırdığında gözümden bir damla yaş düştü belimdeki kırmızı kurdelenin üstüne.

Evin hanım da diğer koluma girdiğinde yalvaran gözlerim ona değmişti. Kafasını eğen kadının bakışları beni görünce buz kesti, paramparça oldu. O da beklemiyordu, hep tahmin ediyordu belki bir kısmı ihtimal veriyordu ama tamamen görmek yıkmıştı onu. Ama kimse benim kadar yıkılmazdı! Beni yıkmışlar, paramparça etmişler enkazımdan beni toparlamaya çalışıyorlardı.
Evin hanımın düşen omuzlarını seyrettiğimde dilim dönmedi, dudaklarımdan kelimeler çıkmadı ama gözlerim yalvardı, bağırdı, haykırdı.

Kıymayın bana lütfen! Lütfen ben evlenmek istemiyorum! Diye yandı gözlerim. Haykırdı gözlerim. Elimi, Evin hanımın elinin üstüne titreyerek götürdüm. Kafam öne doğru düşerek nefes almak için uğraştım. Başım dönüyordu, dizlerim beni taşıyamıyor öne doğru sendelenip duruyordum. Ben ölüme yürüyordum.

Bir adım attırdılar bana ama devamını getiremedim. Çakılı kaldı ayaklarım yere, gitmek istemedim ölümüme. Annem kolumu çekiştiriyordu, Gülendam'ın arkadan ağlayan sesini duydum. Kafamı boynumun üstünde sabit tutamazken dönen gözlerimle baktım yanımda duran yüzlere. Dolan gözlerimden düşen iri yaş taneleri ıslattı kırmızı kurdeleyi. Masumluğuma, masumluk kattılar. Belimdeki masumluk simgesine, acı çekişimin izi bulaştı.

Bir adım daha attıktan sonra kapının önünde bekleyen yüzü gördüm. Baran, şaşkınlıkla bana bakıyordu. Yürümeyi sürdürerek, yanına gittiğimde önce Evin hanım sonra annem kolumu bıraktı. Yanımdan çekip gittiklerinde, Baran tebessüm etti bana. "Tansiyonun mu düştü?" diye sordu.

"Evet." dedim evet tansiyonum düştü. Anladım dercesine kafasını salladıktan sonra koluna girmem için kolunu uzattı. Titreyen parmaklarım kolunu tutar tutmaz ileriye doğru bir adım attık. Büyük salondan çıkarak avluya çıktığımızda yüreğimi hoplatan silah seslerini duyduğumda sıçradım. Baran emin adımlarla nikah masanın olduğu yere geldiğinde nikah memurunu gördüm. Büyük masalarda oturan herkes bizi alkışlarken, durmamız gereken yere geldiğimizde tüm sesler kesilmişti. Nikah memuru elindeki mikrofona doğru konuşmaya başlamıştı. Beynim uğuldadığından hiç bir şey duyamadım, anneme baktım sadece. Tam karşımdaydılar, ağlayan Evin hanımın yanındaydı annem. Annem ağlıyor muydu? Gözlerinden düşen yaşları görmüştüm, şaşırdım. Annem en son ağabeyim öldüğünde ağlamıştı. Kalbim yanarken nikah memurunun sorduğu soruyu duymuştum. "Siz Baran Alemşah, Meran Ulya Babür'ü eş olarak kabul ediyor musunuz?"

Baran hiç beklemeden, "Evet." dediğinde alkış seslerine korkuyla büyüyen gözlerimle baktım. Ellerim titrerken kalbim ağzımda atıyordu. Bayılacak, hayır ölecek gibiydim. Gözlerimi annemden alamadım. Nikah memuru bana doğru "Siz Meran Ulya Babür, Baran Alemşah'ı eş olarak kabul ediyor musunuz?" Baştan sona titredim. Gözlerim ağlayan Evin hanımın gözlerinden annemin ağlayan gözlerine kaydığında sertçe yutkundum, bunu onlar istemişti.

Benden başka kimsenin ağlamaya hakkı yoktu.

Batan güneşin ardında bıraktığı kızıllıklara baktım, gözlerim gökyüzüne bakarken. Gözlerim kayıyordu. Masayı parmak uçlarımla tutarak rüzgarı arkama alarak yere savrulmamı önlemeye çalıştım. Tüm gözler üstümdeyken, Baran'ın hafif dokunuşu ile irkildim. Hadi diyordu, hadi artık evet de!

Titreyen göz bebeklerim annemin sildiği gözlerine giderken dikleştirdim kendimi, annemin yanındaki babama sertçe baktım. Beni zorla evlendirmişlerdi! Şimdi bu duruma üzülmeye hakları yoktu!

"Evet." dedim kısık sesimle. Baran kadar güçlü değildi sesim, sadece ben duymuştum sanki.

Kabullendim.
Zorunlulukla oldu ama kabullendim.

Artık ben bir Alemşah olmuştum.

Alkışlar bittikten sonra nikah memuru kalemi Baran'a götürmüş, Baran imzalamıştı. Defteri bana kaydırdığında parmağımda titreyen elim ile kalemi tuttum imza atacağım yere götürdüm. Gözlerim yeri bulmuştu, parmaklarım kalemi tutuyordu ama kalem oynamıyordu. Bu imzayı atmak demek her şeyin bitişi demekti. Ben bu imzayla beraber evli bir kadın haline bürünecektim.

Nefes alamadım, Baran'ın yoğunlaşan bakışlarını hissetsemde kalemi oynatamadım, bir güç bulabilmek için kafamı gökyüzüne kaldırdığımda gökyüzündeki kızıllıklar kayboluyordu.

Kızıllıklar silikleşerek yerini siyahlıklara bırakmaya başladığında konağın dışından gelen silah sesleri ile yerimden sıçradım. Titreyen parmaklarımın arasındaki kalemi yere düşürdüm. Gelinliğin üstüne düşen kaleme bakarken silah sesleri kesildi yerine konağın dışından bağırışlar gelmeye başladı, oturan tüm adamlar yavaş yavaş ayaklanırken ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Kalem gelinliğin üstünden düşerek ayağıma çarpıp yere yuvarlandı. Konağın kapısı açılırken içeriye giren adamlarla kadınlar bağırmaya, oturan adamlar silahlarını çıkartmaya başlamıştı.

Kalemi bulamadım.

Mirhan Hükümsüz'ün öne doğru çıkarak gelenlere yürüdüğünü görmüştüm, kalabalıklardan çıkan babam, Kenan ağa ve Yekta ağa gelen adamlara doğru yürürken, adamlar onlara silah çekmişti.

Yekta ağa, "Alemşah konağını nasıl basarsınız?!" diye bağırdı,

Kenan ağa, "Bu ne densizik!" diye gürlemişti. Kenan ağanın adamları etrafını sardığında Kartal'ı Mirhan'ın yanına doğru giderken görmüştüm. Her şey çok hızlı olmuştu, gelen adamlar tüm ayaklanan adamlara silah çekerek pusmalarını sağlarken ortalarından tanıdık bir yüz gelmeye başladı. Cihan Babür! Kuzenim.

Babam, "Cihan burada ne işin var?" diye bağırarak kafasına silah çeken adamı geçmeye çalışıyordu. Cihan, "Amca! Dur yerinde yoksa yersin kafana mermiyi!" Alayla gülerek konuşuyordu.

"Duyduğuma göre yeğenine haber vermeden evlendirmeye çalışıyormuşsun kızını? Amca? Saygıdan bahseden senin kardeşine, kardeşinin oğluna hiç saygısı kalmamış. İnsan davetiye gönderirdi yahu!"

Babam, "Saçmalamayı kes! Hangi delikten çıktıysan oraya geri dön! Sana burada yer yok, sana burada yemen için ancak mermi var!"

Kenan ağa, "Ortalık daha fazla karışmadan git Cihan! Yoksa buradan sağ çıkamazsın!"

Cihan, "Benim Kara aşiretiyle bir problemim yok zaten olamaz da, beni haritadan silersiniz yoksa!" Kahkaha attı, "Benim tek derdim amcam ve biricik kuzenimle." Baştan sona titredim, Baran bana bakan Cihan'ı fark ettiğinde benim önüme geçerek görüş açımızı kapattı.

Cihan kahkaha atarak, "Amca kızını evlendire evlendire bu sümsük yavru fino ile mi evlendireceksin?!"

Kartal öne çıkarak kafasına silah dayayan adama yumruk attı, "Sana ne lan! Siktir git! Belanı benden bulacaksın şimdi!"

"Ooo favori Alemşahım dönmüş Fransalardan. Oğlum ne tantana yapıyorsun? Seni sikleyen mi var burada sanki, sen etkisiz elemansın. Sıfır gibi! Senin tek vasfın Fransalarda kız tavlamak ve hamile bırakmak!" Cihan'ın gülerek konuşmasına ona en yakın olan kişi

Mirhan Hükümsüz silahını kaldırıp çekerken. "Kes sesini sikerim belanı."

Cihan bu ani yükselişe sinir olurken Mirhan Hükümsüz'e silah kaldıran adama kaş göz işareti yapmıştı. Adam Mirhan ağayı vuracakken arkalardan birisi çıkarak silahıyla tekte adamı indirmişti. Pars Karender, Mirhan ağayı kurtarınca yanına yaklaşarak "Hep arkanızı topluyorum." demişti.

Adamlar boşta olan Pars ağaya silah kaldırınca Cihan iki kolunu gererek havaya kaldırdı. Yüzündeki rahatlamayı seyrettim. Niye bu kadar rahattı ki. Şu an o kartal yuvasındaydı ama herkesten rahattı. "Zaman kazandırdığınız için teşekkürler ağalar." demiş, iki elini hızla indirmişti.

Bir yere haber gönderdiğini fark ettim. Ellerini gören bir yere, birine. Gözlerim ellerini kaldırdığı bölgede gezinirken kırmızı bir nokta fark ettim. Üstümde. Üstümde gezinen titreyen iki nokta vardı. Elim üstümdeki kırmızı noktalara gitse de Baran'ın beyaz gömleğinde beliren bir sürü kırmızı noktayı görmek kanımı dondurdu.

Refleksle Baran'ın kolunun üstüne iki elimi koyarak sertçe ittirdim. "Yere yat!" diye bağırdım, herkes duysun herkes kaçsın istedim. Fark edenler koşuştururken, Baran çok geç farkına varmıştı. İttirmemle kendisini korumak için eğilmişti, ama nafileydi.

Cihan'ın işaretiyle keskin nişancılar isabet aldığı yerlere defalarca sıktılar. Masalara, konağın camların, sandalyelere sıkarak ortalıkta toz bulutunun oluşmasını, kaos oluşmasını sağladılar. İnsanlar birbirlerine çarpıp kaçmaya, saklanmaya çalışıyorlardı. Nikah memuru eğilmeye çalışırken ensesinden vurularak masaya çarptı sonra da platformun altına yuvarlandı. Nikah memurundan sıçrayan kan beyaz masayı kıpkırmızı yapmış, Baran ile üstümüze de sıçramıştı. Baran'ın üstündeki noktalar artarken bağırdım, "Baran eğil!" Baran panikle kafasını nikah masanın altına saklamak istemişti ama nafileydi. Mermiler en çokta Baran'a isabet etmişti!

Baran ilk sağ omzundan vurulmuştu, eli omzunu tutmaya giderken elinden de vurulmuştu. Acı dolu inleyerek yere çökmeye çalıştığında üçüncü kurşununu karnından, dördüncü kurşununu kalbinden yedi. Geriye doğru yavaşça kafa üstü düşecekken beşinci kurşunu tekrar kalbinden yemişti. Bu son kurşun yere düşüşünü hızlandırdı. Baran' a doğru koştum. Yere sertçe düştüğünde gözleri çoktan kapanmıştı.

Baran'ın yere düşen bedeninde beyaz gömleğinden beyazlık namına hiç bir şey kalmamış, hiç bir yer deliksiz kalmamıştı.

Yere düştüğünde korkuyla çığlık attım. Titreyen parmaklarım yüzüme sıçrayan kana gittiğinde yüzümü sıkarak bağırdım. Yere diz çökerek Baran'ın çöken bedeninin üstüne attım kendi bedenimi. Siper ettim kendimi. Kafasına isabet almasınlar diye kafasına kollarımı sararak korudum. Yüzüm, boynum, gelinliğim her yerime sıçrayan kanlar, ağzımın içinde hissettiğim metalik tat gözlerimin içine bile girmiş o renk... Her yerim Baran'ın kanıyla boyanmıştı.

Titreyerek üstüne kapandım.

Ama...ama.. Beş delik vardı üstünde. Beş mermi duruyordu göğsünde.

Deliklerden akan kanlara saçlarımın arasından saçlarımı kopartarak çektiğim duvağı bastırdım. Daha fazla kan kaybedemezdi. Duvağı kalbindeki iki deliğe sertçe bastırırken göz yaşlarım düştü kanla kaplı göğsüne. Diğer kurşun deliklerine de bastırmam gerekiyordu. Sağ elimle bastırırken diğer elimle gelinliğin eteklerini yırtmaya çalıştım. Yırtılmıyordu, ağzıma götürerek dişlerimle çekiştire çekiştire parçalamaya çalıştığım gelinliği. Kopardığım parçaları deliklerin üstüne bastırıyordum. Ama dantel kumaşlar çok fazla işe yaramıyordu, inceciklerdi ve hemen kan ile kaplanıyorlardı. Ellerim dirseklerime kadar kan olurken Baran'ın başında dua ettim, yalvardım Allah'a. Allah'ım ne olur, ne olur ölmesin!

Gözleri kapalıydı, buz gibi olmuş elimi burnuna götürdüm. Nefes almıyordu. Akan göz yaşlarım yüzümdeki kanları boynuma doğru akıtırken geriye doğru sendelememi sağlayan bir acıyla kırpıştırdım gözlerimi. Hızlı inip kalkan göğsüm hissettiğim acıyla kasılırken nefes alamadım. Gözlerim acıyla kocaman açılmıştı. Ağzımdan dışarıya çıkan kanlarla kafam sarsılmıştı. Yere etrafıma bakındım. Ellerim sımsıkı tutarken duvağı, bastırmaya devam ettim merminin oluk oluk kanattığı yerlere.

Koşuşturan insanları silik silik gördüm, bana doğru koşan babamı zar zor seçtim. Bir el... Devrilmem için bir mermi yetmişti. Baran'ın kanı gözlerimin içine bile girerken nefes alamıyordum. Acının esaretine yenik düşerken neremden vurulduğumu anlayamadım, ellerim kamaşırken duvağı tutmakta zorlanıyordum, canımı yakıyordu, yük geliyordu bastırmak.

Bastırmam lazımdı. Dedim kendi kendime. Bastırmam lazımdı duvağı, yoksa ölecekti. Yoksa ölecekti, ölmemeliydi, benim yüzümden ölemezdi. Ailem yüzünden ölmemeliydi!

Kendimi ayık tutmaya çalışsam da ağır geldi omzum bedenime. Sağ omzumun üstünden akan kan gözlerimi açık tutmamı zorlaştırıyordu. Gözlerim kapanıyordu, kafam geriye doğru düşüyordu. Ellerimden kayıp giden duvak Baran'ın buz gibi tenine değerek geçti, gitti. Geriye düşerek devrildim. Acıdan kıvranırken iki büklüm olmuştum,
Baran'ın başının başında!

Kolumdan birisini çekmedim başından, sağ kolumu çekemedim. Vurulduğum yeri Baran'ı kafasından vurmasınlar diye çekmedim. Ayık değildim, bilincim kapalıydı. İstem dışı yere kapaklanmadan hemen önce yapıvermiştim, tesiri olur muydu? Dilimdeki dua tükenirken, düştüğüm sert zeminde boynumda atan nabzın sesini kulağımda duydum. Kalbim öyle delicesine atıyordu ki, ortadan ikiye çatlayacak sandım.

Öleceğim sandım. Ölmeyi isterken.

Omzumdan beyaz zemine damlayan kanın şıpırtısını duyabiliyordum. Boynumdaki damarlar kasılırken nefes alabilmek için ağzımı açtım kapattım. Platforma çıkan insanların silüetlerini gördüm, tanıyamadım. Gözlerim kısık kısık bakarken kolum kenara itildi, gözlerimi Baran'dan çekemezken baş ucumdaydı babam! Kafamı ellerinin arasına aldı, gözlerimi Baran'dan çekerek ona bakmamı sağladı. Yarama kaydı gözleri. Kucağına alarak kaldırdı beni, Baran'ın yanından kopan sağ kolum sallanırken, tuttu annem yaralı kolumu. Babam beni o savaş alanından çekip çıkartırken siren seslerini duydum, siren seslerinin arasından duydum Evin Hanım'ın acı dolu feryadını. "Baran'ım!"

Zaman o anlık durdu. Yanımızdan koşan insanlar yavaşladı, nabzımın sesi kesildi, akan kanım yavaşladı. Gözlerim acı gerçekle kırpışırken

Gözlerimden yaşlar düştü, ölmüştü! Baran ölmüştü! Beş mermi delip geçerken bedenini alıp götürmüştü canını. Öyle bir noktadaydım ki, bu noktanın ne konumu vardı ne de yeri belliydi. Öyle bir yerdeydim ki her şey belirsizdi.

Babam durakaldı, kollarında ki benle. Açıldı gözlerim içinden süzülen göz yaşlarımla. Kucağından indim babamın, başım döndü sendelesem de tutundum hemen yanımda ki bir şeye! Babası, annesi, babaannesi, dedesi... herkes. Kartal, Gülendam... hepsi... başında ağlıyordu Baran'ın bedeninin yanında. Yürüdüm oraya doğru, öyle bir ağlıyordum ki. Hiç bir şey göremiyordum. Ölmüş müydü? Ölmüş müydü? Olmaz. Ölemezdi!

Koşmak istedim o tarafa, koşamadım. Sultan hala ağlayarak geldi yanıma, girdi koluma hemen. Annem arkamdan gelerek diğer koluma girdi. Evin hanım yakarışlarıyla konağı yıkarken ağlayarak çöktüm dizlerimin üstüne.

"Baran'ım!" diyordu, annesi oğlunun başı dizlerinin üstündeyken. Sağlık personelleri şok cihazıyla canlandırmaya çalışıyordu Baran'ı.

Babası bağırdı, "Baran! Oğlum!" diye,

Kartal bağırdı, "Ağabeyim ölemez! Ölemez!"

Gülendam düştü yerlere, Yade Heja bayıldı, Dede ağa torununun başındaydı. Herkes yanındaydı Baran'ın! Baran'ı geri getirmek için saatlerce uğraştı sağlık personelleri, kalp masayı yaptılar, sayısız defa şok cihazıyla geri getirmeye çalıştılar.

Ama geri gelmedi Baran!

Sağlık personelleri üstünü kafasına kadar örttüğünde yeri göğü inleten bir annenin evladını kaybetmesinin acısı kazındı Mardin'e. Duydu Mardin'deki herkes Baran'ın öldüğünü. Kollarımı tutan insanlara rağmen kimse tutamamıştı beni, bağıra bağıra ağlıyordum. Sinir krizi geçiriyordum. Benim yüzümden, benim ailem yüzünden gencecik iyi bir adam ölmüştü. Tek suçu benimle evlenmek istemeseydi. Ellerimdeki kanlara ellerimi açarak baktığımda Baran'ın kanı tenime kazınmıştı. Baran gitmişti ama arkasında koca bir enkaz bırakarak.

Siren sesleri arttı, polisler geldi, ambulanslar geldi. Ölen Baran'ın bedenini aldılar, arkasından koşan Evin hanım oğlunu götürmesinler diye feryat etti. "Götürmeyin! Oğlumu götürmeyin! Üşür o çok üşür o! Ölmedi o! Ölemez, anasını bırakamaz o! Baran!" Kolumu tutan Sultan hala ve annemle dışarıya çıktık herkes gibi. Ambulansın önünde sağlık personellerine yalvaran annesine sarılarak zapt etmeye çalıştı Kartal! Hem ağlıyordu hem de ağlayan annesini zapt etmeye çalışıyordu.

Baran'ın cansız bedenini taşıyan ambulans giderken Evin hanım bayıldı Kartal'ın kollarına. Kartal, "Sedye!" diye bağırmış gelen ambulanslardan birisi çıkarttığı sedyeler gelinceye kadar annesinin yere düşmesine engel olmuştu. Yere çöktüm. Dayanamıyordum. Nefes alamıyordum, dünyam kayıyordu. Evin hanımın ambulansa bindirilişini seyrettim. Kartal'ın annesi hastaneye kaldırılırken sinir krizi geçirerek kapıdaki korumaları dövüşünü, yanına gelen arkadaşlarına bile yumruklarla saldırışını seyrettim. Yanıma gelen paramedikler yarama bakarken gazlı bezi yaramın üstüne bastırdılar. Hastaneye gitmem gerektiğini söylediklerinde Sultan hala ve annem götürdü beni ambulansın yanına. Koluma serum takılarak yatırıldım sedyeye. Ambulans siren sesleri eşliğinde konaktan ayrılırken başımda oturan anneme baktım.

Kuruyan dudaklarımı ıslattım, kalkmak için boynumu kaldırdığımda. Hemşire hanım kaldırdığım boynumu geri yatırdı. "Sakin olun! Ve yatın lütfen!" Kolumdan vurulmuş sakinleştirici tesir etmeye başlayınca gözlerimi kapattım. Gözlerimi kapattım ama sessizce akan göz yaşlarıma engel olamadım, sakinleştirici ona bir etki yaratmadı.

Hastaneye gidinceye kadar ağladım, sessizce. Hıçkırıklarım içime kaçmıştı, nefes alışverişlerim bile kesik kesikti. Ambulans durduğunda sireni de durmuştu, kapı açıldı. Yattığım sedye sürüklenerek çıkartıldı. Acilin içine girdiğimde Evin hanıma ve Yade Heja'ya takılan serumu gördüm. Dede ağanın tansiyonu ölçülüyor dil altı veriliyordu. Beni onların arasındaki yataklardan birisine yatırdıklarında dede ağa tansiyon aletini kolundan çıkarak ayaklandı. Yanıma doğru geldi, tansiyonunu ölçen hemşire peşinden geliyordu. Yattığım yatağın çevresindeki perdeler çekilmiş, annemi dışarıya çıkartmışlardı. Doktor bey yanıma gelerek kolumu boynumu saran kanlı gelinliğimi makasla kesti, kurşunun olduğu yere bakarak. "Kurşun hala içinde. Ameliyat etmeden alamayız, sinirlere çok yakın zarar verebilir." demiş, dediği gibi çıkmıştı perdeli yerden. Ameliyathaneyi hazırlamalarını söylemişti, perdeyi açarak gelen hastabakıcıları sedyeyi taşıyarak beni ameliyathaneye götürdüler. Lokal anestezi yapmak için kurşunun olduğu bölgeye iğneler vurarak uyuşturmaya başladılar, az önceki doktor yerine farklı bir doktor gelmişti. Gelinliğin açık olan kısmına ve kanlara baktı kısaca, sonra uyuşan yere doğru yaklaşarak kurşunu yerini kontrol etti.

Zorlanmada kurşunu çıkarttı, sesini duydum. Doktor dikiş yaparken ameliyathenin içine baktım sadece, sakinleştiricinin etkisinde olduğum için ağlayamıyordum da, içim sertleşmişti. Doktor yarayı temizleyip, dikti. "İki hafta sonra dikişleri aldırmaya gelin." demiş beni kısa işlemden sonra ameliyathaneden çıkarmışlardı.

Hasta bakıcıları beni getirdikleri yere geri götürdüklerinde Evin hanım uyanmıştı. Uyanmış bomboş gözlerle zemine bakıyordu. Yade Heja gelinin yanındaydı, sessizce ağlıyordu. Yattığım yerden doğrularak oturdum, karşı karşıyaydım onlarla. Dede ağa, oğlu Yekta ağanın yanındaydı. Oğlunu sakinleştirmeye çalışıyordu. Acilin içini yavaş yavaş Alemşahlar doldurmaya başlamıştı. Kenan ağa kan ile kaplanmış gömleği ve eşiyle girmişti içeriye. Dede ağa ve Yekta ağanın yanına gittiğinde Gülfem Hanımağa yanıma gelerek oturdu. Sol omzumun üstüne elini koydu, "Allah sabır versin!" dedi bana. Sol gözümden bir damla yaş düşerken kuruyan dudaklarımı yaladım. Evin hanım sallanarak bakıyordu yerdeki beyaz mermerlere. Ağlayamıyordu. Ağlayamamak en çok ona kötü hissettiriyor olmalıydı.

Babamı arkadan gördüm, Kenan ağanın yanına gidiyordu.

Yade Heja, " Baran'ım gitti! Yadesinden önce, dedesinden önce gitti! Canına kıydılar oğlumun!"

Gülfem hanımağa, "Allah'ın ona yazdığı ömür o kadarmış! Biz kuluz! Nereden bilelim Yade Heja! Allah ne yazdıysa o! Allah taksiratını affetsin! Mekanı cennet, yattığı yer nur olsun!"

Gülfem hanımağanın hızlı kabullenişi karşısında şoka girdim, Evin hanım söylenilenleri duymuştu sessizce düşüyordu yaşlar sinesine. Kenan ağa durduğu yerden ayrılarak tüm yaralıları kontrol etmeye başlamıştı. En son yanıma geldi, "Meran kızım! Kocanın intikamı en ağır şekilde alınacak! O Cihan ölecek, öldüğünde bile yatacak yer bulamayacak!" Bu sözler üstüne Kartal acilin içine sert bir dalış yaptı. Yanımda dikilen Kenan ağa'nın üstüne yürüyerek, "Ağabeyim canice katledildi! Ondan önce de kuzenimi katletmişti. O zaman o şerefsizi öldürmem için izin verseydiniz şimdi ağabeyim yaşıyordu!" Acımasızdı sözleri, sertti bakışları. Ama haklıydı.

"Acında, sinirinde haklısın Kartal! Ama kendine hakim olasın! Anan baban bu haldeyken yangına körükle gitmeyesin!"

"O şerefsizi kendi kanında boğarak öldüreceğim! O şerefsiz bulunduğunda ben öldüreceğim, ağabeyimin intikamını alacağım." Bağırdı Kartal. Acilin içindeki herkes, tüm sağlık çalışanları duydu ve şahit oldu acımasızlık akan sözlerinin içinde parıldayan acının esiri olmuş gözlerine.

"Ağabeyin geri gelecek mi?" Çok güçsüz bir cümle duyuldu. Hastanenin acilinde yankılandı herkesi sarstı! Baran geri gelmeyecekti! Sertçe yutkundum, ellerimde kuruyan kanına bakakaldım.

Yekta ağa omuzları düşmüştü, kafası öne eğikti. "Ağabeyin geri gelmeyecek! O herifi öldürsen bile ağabeyin geri dönmeyecek artık! Bir oğlumu toprağa koyacakken diğer oğlumu kodese yollamayacağım!" Sözleri herkesin canını yakarken Evin hanımın sessizce inlemeye başlamıştı. İçine içine ağlıyordu.

Babam, Kartal'a doğru yaklaşırken, "Sen elini kana bulamayacaksın Kartal! Cihan'ın amcası olarak hem Cihan'ı öldürmek hem de babasını öldürmek benim boynuma düşen görevim."

Kenan ağa daha fazla dayanamayarak, "Bırakın çıkın artık şu öldürme kavgasından! Herkes acı kaybını yaşasın! Cihan bulunsun kimin öldüreceğine o zaman karar vereceğiz."

Babam Kenan ağa'nın sözlerinin ardından kafasını sallayarak dede ağanın yanına geri gitti, Kartal durduğu yerden annesine bakmaya başlamıştı. Evin hanım. Öne doğru sallanıyordu, gözlerinden sessizce yaşlar dökülüyordu sadece nefes alma sesi duyuluyordu. Sakinleştirici yüzünden istediği gibi ağlayamıyor, istediği gibi acısını yaşayamıyordu. Gözlerimden yaşlar düştü Evin hanımın haline, çok kötüydü. Nasıl toparlanırdı bilmiyordum. Ben daha kendimin nasıl toparlanacağını bilmiyordum. Ellerimde kuruyan kanlar, boynumda, yüzümün her yerinde kuruyan kanlar vardı. Gelinliğin etek kısmında damla damla kanlar vardı etekleri söküktü, kan lekelerine baktıkça göz yaşlarım düşüyordu yanaklarıma.

Kafamı eğdiğimde sadece benim bakmadığımı anladım. Evin hanımda oraya bakıyordu. Üstümdeki kan lekelerine bakarak sallanıyor akıtıyordu sessizce göz yaşlarını. Ağzından arada kaçan iniltilerle sakinleştiricinin etkisini kaybettiğini anlamıştım. Ağzından kaçan her iniltisi geriye doğru sallanışında biraz daha artıyordu. Evin hanım ilacın etkisine karşı verdiği savaşı kazanınca elini gelinliğin üstündeki kan lekelerine götürmeye çalıştı, bunu yapmak isterken oturduğu yerden yere düşmüştü. Yade Heja, gelinin bu haline ağlamaya başlarken eğildim yere Evin hanıma yardım etmek istedim. Tuttu kollarımı sıkı sıkıya ama kaldıramadım Kartal arkamda dikilerek, "Çekil!" dedi, hızlıca kollarımı çekerek ona yer açtım. Annesini koltuk altlarından tuttuğu gibi kucaklamış oturduğu yere geri oturtmuştu. Evin hanım, oğluna sarılınca geri gidemedi Kartal. Annesinin yanına oturdu, annesi ona sarıldı o da annesine. İkisi de ağladı. Evin hanım yakına yakına ağlarken, Yade Heja ağıt yakmaya başlamıştı. Herkesin içini kavuran yakarışları etimi kemiğimden sökercesine canımı yakmıştı. Sarsıla sarsıla ağlamıştım, gözlerimi her kapattığımda Baran'ın delik deşik olmuş bedeni aklıma geliyordu. Yanımda oturan Sultan hala sağlam omzumun üstüne elini koyarak düzenli bir ritimde vurarak beni teselli etmeye çalışıyordu. Ama Baran'ın gözlerimin önünde vurulduğu anı kimse silemezdi. En çok benim öldürmem lazımdı Cihan'ı. O şerefsiz benim ellerimden ölmeyi hak ediyordu. Kimseye yakışmazdı onu öldürmek. Ben sıkacaktım o şerefsize. Keşke o gün Kartal elimden silahı almadan kötürüm bıraksaydım onu, sıksaydım bacaklarına kollarına. Keşke arabasına çarptığımda geberseydi. Keşke atıyla peşimden geldiğinde atı üstünden geçerek öldürseydi.

Keşke öldürseydim. Tırnaklarımı avuç içime geçirirken bir sıvı hissettim avcumun içinde, şaşkınlıkla göz yaşlarımı silerek avcuma baktığımda kan damlası gördüm. Son derece sıcak ve canlıydı. Ama benim avcumda yaram yoktu ki? Gözlerim kanın geldiği koluma giderken izi takip ettiğimde omzumun üstündeki bandajın komple kanla kaplandığını gördüm, ben şaşkınlıkla bakarken tek fark eden ben değildim. Karısının yanına gelen dede ağa, "Kızım dikişin patlamış." Şaşkınlık içinde ki gözlerimden akan yaşları diğer elimle silerken "Evet." diyebildim kısık sesimle. Annem kanayan kolumu eline alarak, "Yeni dikiş atıldı hemen nasıl patlayabilir?" diye sorduğunda Kartal'ın kafasını annesinin omzundan kaldırarak kanlanmış sargı bezine baktığını fark ettim. Babam ve Kenan ağa yanıma geldiler.

Babam, "Meran gel, bir baktıralım hemen." diyerek beni yanına çağırmıştı. Dizlerimde his yoktu ki kalkabileyim? Ayaklarımı yere değdirdiğimde ayağa kalkmakta zorlanmış ayağımdaki ayakkabıları çıkartarak çıplak ayaklarımla yere basmıştım. Babamın yanına gittim, babam gördüğü doktora durumu söylediğinde yaraya pansuman yapmak için oturttular beni. Doktor bandajı açtığında patlayan dikişlerimi gördüğünde şaşırdı. "Bu kadar çabuk patlaması imkansız."

"Çift dikiş atılıyorsa atın. Sürekli hastaneye gelemem." dedim hissizce. Dikişleri patlatmama sözü veremiyordum, yarın da patlayabilirdi diğer günde. Sağlam kalma şansı yok denecek kadar azdı. Doktor bir kaç kat dikiş attı yeni bandajlarla sardı. "Kolunuzu, parmaklarınızı zorlamayın. Yoksa yaranız kapanmaz ve iltihap kapar."

Hiçbir tepki vermedim. Doktor gittikten sonra kalktım çıktım pansuman odasından karşıdaki lavaboya girerek kapıyı kilitledim ardımdan. Açtım suyu ellerimi akan suyun altına getirerek kurumuş kanın kendi kendine akıp gitmesini bekledim. Ellerim temizlendikten sonra kollarımdaki kanı akıttım. Kafamı kaldırdığımda aynadaki kendimle göz göze geldim. Gözlerim yorgundu, ağlamaktan şişmişti. Sabah yapılan makyaj akmıştı ama hala bir kısmı duruyordu. Alnımda, gözlerimde, yanaklarımda, boynumda komple kan damlaları vardı. Islak parmaklarımı boynumda gezdirerek hem kendimi ferahlattım, hem de kan izlerinden kurtuldum. Aynı işlemi defalarca yüzümde boynumda kan olan her yer için uygulamıştım. Kuruyan kan çok zor arınmıştı. Yüzümü, boynumu arındırdıktan sonra ellerimi sabunla yıkadım.

Parmaklarım lavabonun mermerini kavrarken gözlerimden geçen vahşeti tekrar, tekrar hatırlattı bana beynim. Beşinci kurşuna kadar hepsini tekrar tekrar yaşadım. Kanın üstüme sıçramasını, kanın sıcaklığını, gelinliğin eteklerini koparmaya çalışmamı, Baran'ın kafasına siper olmamı, kendi vuruluşumu... Gözlerimden yaşlar akıyordu. Öyle canice ölmeyi hak etmemişti! Baran iyi bir adamdı! Tek suçu benimle evlenecek olmasıydı. Keşke Cihan'ın adamları beni delik deşik etseydi de Baran ölmemiş olsaydı. Bu durumda hem ben kurtulurdum hem de Baran! Ama şimdi kalbimde büyük bir vicdan azabı bırakarak, bende iyileşmeyecek yaralar bırakarak ölmüştü. Sadece bende de değil. Annesinde, babasında, kardeşlerinde... Herkesi ölümüyle yaralamış, parçalamıştı Baran! "Beni affet!" diye fısıldadım. "Benim yüzümden oldu beni affet!" diye fısıldadım. Yüzüme soğuk su çarptıktan sonra peçeteyle kuruladım. Beni affet Baran! Çünkü ben kendimi hiç bir zaman affedemeyeceğim!

Lavabodan çıktığımda bir rüzgar esti yanımdan, çarptı geçti bana düşürdü beni. Ağır geldi her şey. Ağır geldi ölümler. Acilin içinde yumruklu kavga hakimdi. Kartal, Kenan ağanın üstüne yumruk sallayarak giderken gözlerimi kapadım bu ana. Bayıldım. Uykuya dalmadım, sızdım. Uyumadım, vahşetin görseli oynadı zihnimde tekrar ve tekrar.

 

Loading...
0%