@nasende
|
Babamın kaldığı odadan çıkarken kapıda bekleyen Şükrü amcayla karşılaştım. "Konağa dönüyorum." dedim, kafasını aşağı yukarı salladı. "Babür konağında bir Babür'ün kalması gerekir." dedi, kafamı sallamakla yetindim ve merdivenlere doğru yöneldim. Şükrü amca benim ardımdan hastane odasına girmişti. Merdivenleri indikten sonra saatin gece yarısına yaklaştığını görmüştüm. Üstümde ki yorgunluk ve bitkinlik hissiyle aşağıya indim. Hastanenin çıkış kapısından dışarıya çıktığımda tenime değen Mardin'in gece ayazıyla az da olsa üşüdüm. Basamakların başında durduğum sırada dışarıdan bekleyen adamlar beni görünce yanıma doğru koşmaya başlamışlardı. Adamların başında bekleyen adam yanıma geçti, ona doğru döndüm. "Konağa dönüyoruz!" dedim sadece. Adam hiç bir şey demeden adamlarına iki kaş göz yaptı ve adamlarından üçü koşarak park halindeki arabaların yanına doğru gitmeye başladılar. Bu sırada hastanenin avlusundan yeni ayrılmakta olan Alemşah arabalarını görmüştüm. Onlar çıkar çıkmaz bizim araçlarımız da gelmişti. Adamların yönlendirmesiyle arabalara bindiğimde Alemşah arabalarıyla konvoy şeklinde gitmeye başlamıştık. Beş arabalık Babür konvoyu üç arabalık Alemşah konvoyunun hemen arkasından ilerliyordu. Arka koltukta otururken kafamı cama yasladım ve gözlerimi yumdum. Acıkmıştım. Bu koşuşturma beni acıktırmıştı. Ama yemek yiyemeyecek kadar da tedirgin hissediyordum. Sanki diken üstündeydim, bir gözüm uyurken diğer gözüm açık kalmalı gibiydi. Erkek gibi büyütüldüm derken yalan söylememiştim. Babam erkek olmadığım için hep bir pişmanlık hissetmiş; annem dedeme söylerken duymuştum. Bu pişmanlık hissiyatı ağabeyim ölünce daha fazla olmaya başlamıştı. Ağabeyim ölmeden önce ata binmeyi silah kullanmayı zaten biliyordum. 10 yaşından beri elime silah alıyordum. Ama ağabeyim öldükten sonra 11. yaşımdan sonra dövüş derslerim, kendimi savunma, kendimi koruma derslerim olmuştu. Bıçak kullanmayı öğrenmeye başlamıştım. Ok atmayı öğrenmeye başlamıştım. Garip bir çocukluğum vardı ve bu süreç hala daha devam ediyordu. Mükemmeliyetçi bir anne ve hiç bir şeyden memnun olmayan bir babanın tek çocuğu olmak sizin için beklentilerin çok olması demekti. Konağa vardık. Arabalar durdu ve öndeki arabalardaki adamlar indikten sonra kapım açıldı ve bende aşağıya indim. Babamın dediği gibi konağın çevresi adam kaynıyordu ve bu adamların bazılarının babamın dost olduğu aşiretlerden gelmek ve o aşiretleri temsil etmek için bulunduklarını biliyordum. Yorgun, bitkin, aç ve tedirginlik duygularını sırtıma yükleyerek konağa doğru çevreme örülmüş etten duvarla yürürken konağın karşısında duran arabaların kapıları açılmaya başlandı ve içlerinden birer ikişer adamlar inmeye başladılar. İnen adamlar aşiretin önemli ağalarıydılar. İçlerinden en tanındık olan Kara aşiretin ağası Karan Mir Kara'ydı. Herkes onu ve babasını tanırdı. Yanında gelen diğer kişilerin ikisinin de siması tanıdıktı, bir tanesini hiç bilmiyordum. Durdum ve gelmelerini bekledim, en arkalarından hızla yürüyerek 5. olarak yanlarına yetişen sima Küçük Şeytandı! Aşiret olarak burada temsil etmek zorunda olmalıydı. Acil bir şekilde yemek yemek istiyordum. Hepsi geldiklerinde ilk konuşan Kara aşiretinin ağası olmuştu. "Geçmiş olsun Meran Babür! Konağa dönmenizi beklemiyorduk!" Kafamı salladım. "Herkesin belli sorumlulukları var. Sizin burada olmanız ve benim konağa dönmem gibi." dedim sesimdeki yorgunluk bana yakışmıyordu. Farklı birisi o da Mardin ağasıydı ve berdel yoluyla evlenmişti, "Konağın güvenliğini Saltuk ağa hastaneden çıkıncaya kadar biz sağlayacağız. Mardin'in ağalarından olarak bu sorumluluk aşiret tarafından bana verildi." Söylediklerine kafamı salladım. "Babam yarın hastaneden çıkacaktır. Çok kalabalığa ihtiyaç duymuyoruz kendi adamlarımız da var zaten. Hem Cihan iyileşmeden tekrar konak basamaz!" "İyileşmek mi ? Yaralı olduğunu bilmiyorduk." diye sordu aynı kişi. Konuşmak için ağzımı açmıştım ki Kartal Alemşah, "İki el kuzeni tarafından vuruldu!" dedi benimle karşılıklı konuşan kişiye bakmayı keserek lafa atlayan Küçük Şeytana döndüm. "Kartal Alemşah mı demeliyim yoksa Sazan Alemşah mı demeliyim ?" Bir anda ağzımdan dökülen cümleye tanıdık gelmeyen ağa kahkaha atarken Kartal dışında herkes gülmemek için kendilerini tutmaya başlamıştı. "Neyse! Size iyi akşamlar dilerim! İstekleriniz Babür Konağı tarafından karşılanacaktır." Son kez Kartal'a ters ters baktıktan sonra arkama dönerek yürümeye başladım. Ben arkamı döner dönmez arkadaşları Kartal ile sazan benzetmesi yaparak dalga geçiyorlardı. Alayla sırıttım. Konağın kapısı girmem için açıldı. İçeriye girdiğim gibi mutfağa yönelmeden, adamlara "Tüm ışıkları yakın!" dedim ve mutfağa doğru yürüdüm. Konaktaki içeriye girdiğimde tek ışıkları açık yer mutfaktı, içeriye girdiğimde uyumamış ve beni bekleyen Hayat'ı gördüm. Kapıdan içeriye adımımı atar atmaz beni fark edem arkadaşım ayağa kalkarak bir anda bana sarıldı. Kollarını boynumdan ayırırken, yüzümü inceledi. Daha önce kimsenin fark etmediği ya da etse bile söylemediği şeyi fark etti. "Dudağın patlamış." Gülümsedim. Annem babam bile fark etmemişti ama Hayat fark etmişti. Hayat mutfağın içinde koşarak ilk yardım kitini getirdi. Beni mutfaktaki koltuğa oturttu. "Dudağıma sonra sürelim. Çok açım." Hayat ilk yardım kitinde merhem çıkarttı. Çıkarttığı merhemi kulak kürdanına batırarak burnumun içinde kanayan yerdeki yaranın üstüne hafifçe koydu. İlk yardım kitini kapattıktan sonra hemen buzdolabının karşısına geçti, "Ne yemek istiyorsun ?" "Bir sandviç yapsan yeterli." dedim. Hayat hemen sandviç için malzemeleri çıkartmaya başlamıştı. Ayağa kalkarak ağrıyan başım için ağrı kesici içtim. "Bugün çok uzun bir gündü." Hayat sandviç için marul yıkarken, "Cihan'ın elinden nasıl kurtuldun ?" dediğine "Senin sayende." diyerek karşılık verdim. "Silahımı odamdan almayı o cümbüşte nasıl başardıysan silahım sayesinde kurtuldum." "Sıktın mı ?" dedi, şaşırarak gülerek yanıtladım. "Sıktım. Delik deşik ettim." Seslice güldü, "Oh iyi yapmışsın!" durdu ve bir anda bana doğru dönerek baş parmağını öğüt verircesine salladı. "Yani biliyorsun ben hep sana kimseye sıkmaman gerektiğini silahla oyun olmayacağını söylüyorum. Ama işte o ayrı bu ayrı. Cihan gibi şerefsizlere sıkılır yani bende sıkardım." Çok hızlı konuşmasını dinlerken gülme isteğim kabarmıştı. Sesli bir kahkaha ile karşılık verdim sinirlerim bozulmuştu öyle çok güldüm ki gözlerim yaşarmıştı. "Ay sinirlerim bozuldu! Cihan ayrı bir dert konağın önünde bekleyen Küçük Şeytan ayrı bir dert!" "Nasıl ? Nasıl ? Kartal burada mı ?!" "İsmini anma!" diye ikaz ettim. "Duvarları dinliyordur o Küçük Şeytan!" Hayat bir anda sandviçi bırakarak yanıma geldi, "Nasıl burada ? Konağın içindeler mi ? Ne yapıyorlar burada ?" "Konağın içindeler Hayat. Hatta odamda beni bekliyorlar." Gülerek omzuma vurunca bende gülerek karşılık verdim. "Bak sen sandviçi yap ben her şeyi en baştan anlatacağım sana." Kafasını sallayarak, "Tamam tamam hazır bile!" Sandviçi tabağa koyarken kendime buzdolabından maden suyu çıkartarak bardağın içine boşalttım. Mutfaktaki koltuğun üstüne oturduk ben sandviçimi yerken bir yanda da karşımda oturan Hayat'a detayları anlatmaya başladım. "Konaktan beni zorla çıkarttıktan sonra arabaya bindirdi deli gibi arabayı kullanıyor. Arkadaki adamları bile yetişemedi. Ona diklenince beni çenemden tutup bir ittirdi işte o zaman burnum kanadı ve dudağım patladı. Sonra bende dayanamadım silahı kafasına dayadım önce arabayı durdurmayınca da yanındaki camı kırdım. Panikledi sonrada sağ omzunu vurdum, öyle olunca durmak zorunda kaldı. " Soğuk kanlılıkla anlattığım şeylere şoka girmiş gibi bakıyordu. "İşte daha sonra da babamı vurduğu yerden bende onu vurdum. Arkamızda da bir konak var önü adam kaynıyor bende aşiretten birisinin konağı diye düşünürken Alemşahların konağıymış meğer. Babamda hastaneye giderken onları aramış. Ben Cihan'ın diğer bacağını da vuracakken durdurdu beni Küçük Şeytan! Sonrası da böyle zaten." "Hastaneye onlar mı götürdü seni ?" Sandviçin son lokmasını ağzıma atarken kafamı salladım. Benim gibi kafasını salladı. "Küçük Şeytana gıcık kapıyorum onun yüzünden sen böyle gizli gizli okumak zorundasın!" "Patavatsız. Hastane odasında babama dikleniyor. Yok biz sözümüzü tutarız yok bizim sözümüz yemindir, namustur diyor. Sen önce yaptıklarına bak! Senin yüzünden ben konaktan burnumu dışarıya çıkartamadım. Babam ne düğünlere gitmeme izin verdi ne de cenazelere. Beni liseden aldığı yetmedi birde her gün asker gibi eğitim gördüm." Düşündükçe sinirlerim bozuluyordu. Maden suyundan kalan son yudumu da bitirdim. "Aynur teyzem uyuyor mu ?" "Yok kız ne uyuması yanına iki üç yardımcı almaya gitti. İş var bir sürü dedi. Dışardaki adamlara çay, çorba, yemek götürmek lazım dedi. " "Doğru düşünmüş. Çay yapalım suyu koyalım bizde, isteyene kahve yaparız." "Ben çoktan suyu koymuştum demlerim şimdi, çay makinesine de çayı demledim. Sen makineden sevmediğin için çaydanlıkla yapıyım dedim. İçeriz beraber." "Canımsın Hayat. Beni senden başka düşünen yok zaten." Hemen erimiştim yanına gidip sırnaşarak yanağını öpücüklere boğdum. Karnımı gıdıkladı, "Sırnaşma Deli! Annem gelmek üzeredir. Çayları servis yapalım, yanlarına ikramlık koyalım. Poğaça, kek, börek yapmak gerekir. Kalk bana yardım et." Beni zorla ayağa kaldırmıştı güldüm. "Emriniz olur Hayat Hanımım!" Hayat çay bardaklarını büyük tepsiye koymaya başlamıştı. "Derin dondurucuda sigara börekleri, milföyler olacak. Kekler oluncaya kadar onları yapayım ben." dedim ve kilerdeki büyük derin dondurucuya doğru gittim. Sabahları yemesi güzel olduğu için Aynur teyze sigara böreği yapıp derin dondurucuya koyardı. Üç paket ondan çıkartıp dolaptaki tüm milföyleri çıkarttım. Kucağımda onlarla giderek mutfak tezgahının üstünde yan yana duran Fritöz ve Airfryer'ın yanına gelerek Fritözün içine yağ boşaltarak yağı kızdırmaya başladım. Yağın ısınmasını beklerken milföyün içine koymak için iki tane iç hazırlamaya başladım. Sosisleri dolaptan çıkartarak kestim ve yine içine koymak için patates haşlamaya başladım. Hayat tepsiye koyduğu çayları dışardaki adamların eline vererek geri geldi ve yine aynı bir tepsi daha hazırlamaya başladı. O bunları yaparken konak kapısı açıldı ve söylene söylene sinirli bir şekilde Aynur teyze mutfağa girdi. Yanında kimse yoktu. "Dün ekmek yedikleri kapının başı sıkışınca herkes mağarasına çekilmiş. Nurten, Rojin neymiş hasta hissediyorlarmış. Terbiyesizler. Ayaklarına kadar arabayla gittik beni kapıdan çevirdiler." Mutfağın içinde söylene söylene beni bir anda fark eden Aynur teyze yüksek sesli zılgıt çalarak yanıma koştu ve bana sarıldı. "Meran'ım! Kuzum!" Aynur teyze 60larının ortasındaydı. Orta boylu ve hafif kiloluydu. Anaç tavırları ve merhametini hep çok sevmişimdir. Kemiklerime işleyen sıcaklıkla sıkıca sarıldım. Ayrıldığımızda eliyle yüzümü sıvazladı, "Bu güzel yüzüne bunları o şerefsiz mi etti ?" Dediğine kafamı salladım. "Boyu devrilsin o şerefsizin. Kanı çekilsin. Yatacak yer bulamasın! Allah'ım! Allah'ım! Sen bize yardımcı ol! Saltuk ağa sağ salim hastaneden çıkabilsin! Allah'ım!" "Amin!" dedik Hayat ile aynı anda. "Tamam kızçelerim. İş başa düştü o zaman! Hayat'ım sen çayları götürüver isteyene kahve yaparız yanlarına şimdilik bisküvidir, krakerdir onlardan koy. Meran'ım kuzum sen üstünü değiştir elindeki işi ben devralırım!" Şaşırdım, "Niye Aynur teyzem üstümdekinin nesi var ki ?" Elimi tuttu, "Kuzum Saltuk ağa Konağı sana emanet etti değil mi ? Konağın tüm ışıkları aç dedi değil mi ?" Kafamı olumlu anlamda salladığımda, "Babür konağındaki tek Babür sensin. Şimdi Saltuk ağa hastaneden çıkana kadar hatta çıktıktan sonra iyileşene kadar bu uzun sürede Babür konağı sana emanet demektir! Dışardaki adamların hepsi senin için burada. Sen olmasan bu boş konağı niye korusunlar değil mi kuzum ? Babür konağında bir Babür olduğu için ve bunu tüm Mardin ahalisine göstermek, düşmanlarınıza duyurmak için sana yardımcı oluyorlar. Bacamızın hala daha tüttüğünü, ışıklarımızın yandığını hala burada olduğunuzu ve olacağınızı göstermek için buradalar! Bak ben evin işlerine daha önceden gelen iki karıyı almak için köylerine ayaklarına kadar gittim beni kapılarından çevirdiler kapılarını açmadılar. Niye ? Çünkü Saltuk ağa vuruldu diye. Saltuk ağanın durumu belirsiz diye, Babür konağında tek bir Babür yok diye! Şimdi sen buradasın ve dışarda senin için bekleyen adamlarla ilgilenmelisin. Şimdi çık odana Saltuk ağa seni eğitirken ne giydiriyorsa onları giyin gel! Saltuk ağanın onları sana giydirmesi bugünler için hazırlıktı kuzucum. " Anlattıklarını şaşkınlıkla dinledim. Bu kadar derin düşünemezdim sanırım diye içimden geçirip tamam dedim kısaca ve mutfaktan çıkarak odama giden merdivenleri tırmandım. Odamın kapısını açıp içeriye girdiğimde gardırobumun kapağını açtım. Dolabın içinde kenara köşeye sıkıştırdığım babamın ağabeyim öldükten sonra her sabah giymemi istediği erkek gibi kıyafetler vardı. Bunları giymeyi sevmezdim çünkü kendimi ağabeyimin yerine koyulmaya çalışıldığımı hissederdim. Ben bir kadındım ve erkek kıyafetlerinin içinde olmamalıydım diye düşünürdüm hep, sonra bu düşünce babamın erkek çocuk istediği için bana bunları giydirdiğini düşünürdüm. Kendimi hep hayal kırıklığı gibi görmüştüm. Ama şimdi bu kıyafetlerinin bir anlamının daha olduğunu öğreniyordum. Bu kıyafetler şimdiki gibi bir olağanüstü durumda giyilmesi gereken tedbir kıyafetleriydi. Dosta güven düşmana korku salan kıyafetlerdi. İstemeyerek astığım simsiyah kıyafetleri çıkarttım. İki tür giydiğim kıyafet vardı birincisi babamın beni işleri öğrenmem için küçük yaşımdan beridir giydirdiği ve zamanla aynı renk farklı boyutta ki kıyafetlerdi. İkincisi ise dövüş derslerimde giyindiğim eşofman takımlarımdı. İki takımda simsiyahtı. Babamın beni yanında sabahın köründe tarlalara götürmesini, muhasebenin başına koymasını, fabrikalara götürmesini, dükkanları teftiş için beni yanında tutmasını, tarlada çalışan mevsimlik işçilerin kaldıkları yerleri denetlememi hep benden pişman olduğu için yaptırdığını düşünürdüm. Ama iş şimdi ciddi bir boyut kazandığında nedenini anlamıştım. Üstümdeki elbiseyi çıkarttım ve üstüme siyah kumaş pantolonu giyindim. Üstüme takım olan siyah gömleği de giydikten sonra gömleğin üstüne siyah yelek giydim. Ayaklarıma siyah spor ayakkabılarımı giydikten sonra dağılan saçlarımı açarak daha sıkı bir şekilde tekrar at kuyruğu yaptım. Üstüme pudra kokulu bir parfüm sıktıktan sonra odamdan çıktım ve babamın üst kattaki çalışma odasına girdim. Çalışma odasının kasasını açarak babama dedemden kalma emanet gümüş renkli parlak tabancasını belimin arkasına taktım. Babamın çalışma odasından da çıktıktan sonra mutfağa geri girdim. Hayat beni görünce "Hoş geldiniz Hanımağam!" dedi. Gözlerindeki büyüleyici ifadeye göz kırptım. Aynur teyzem de aynı şekilde, "Hoş geldiniz Hanımağam!" dedi. Utanmıştım. "Yapmayın böyle zaten kendimi tuhaf hissediyorum utandırdınız beni!" "Utanma kızçem." Aynur teyzem elime çay tepsisi tutuşturdu, "Şimdi bu al tepsiyi dışardaki adamlara dağıt! Millet hanımağa görsün heyt be!" Hayat, "Üstüne çuval giyse bile yakışır benim Meranıma!" Kıkırdadım, beni gaza getiriyorlardı ve ben kanı zaten deli akan birisiydim. Çok çabuk gaza gelmekle ünlüydüm zaten. Çay tepsisi ağırdı ama zorlanmadan taşıdım, mutfaktan dışarıya çıktığımda dışardaki adam, babamım adamlarının başındaki adamdı tepsiyi almak için gelince, "Tepsiyi vermem ama istiyorsan çay alabilirsin!" dedim gülümsedi orta yaşlı adam. Konağın kapısında bekleyenlere sert sesiyle bağırarak. "Hanımağama kapıyı açın!" Konak kapısı açıldığında arkamdan gelen adamla yürüdük, eşikten dışarıya adım atar atmaz gelen adamlara çay vermeye başladım çay bardağını alan adamların hepsi, "Teşekkürler Hanımağam!" diyordu. Tepsi boşladıktan sonra adamlardan birisi tepsiyi alarak mutfağa döndü. Mutfaktan çıkan Aynur teyzem ve Hayat'ta yaptıkları sigara böreklerini, milföyleri dağıtıyorlardı. Konağın önünde dikilirken adamların başındaki adam yanıma geldi, "Hanımağam atış yeteneğiniz baya iyiymiş." dedi omzumun üstünden ona doğru dönerek kafamı salladım, "Evet iyidir." dedim. Çok genç olan hatta benden bile küçük olan korumalardan birisi, "Gerçekten mi Hanımım!" dediğinde yanımdaki adam bağırdı, "Hanımağa diyeceksin densiz!" Bağırışına çaylarını konağın köşesinde içmekte olan Kartal Alemşah ve arkadaşları bile bakmıştı. "Özür dilerim Hanımağam!" demişti. Daha önce çok rencide olmuş birisi olarak toplum içinde rencide olmak ne demek iyi bilirdim. Yanımdaki adam, "Bu benim oğlum Hanımağam! Gelmek isteyince tutamadım. Ama böyle densizlik edeceğini bilsem getirmezdim." "Densizlik etmedi ne densizliği! Önemli değil! Hanımım, Hanımağa bana göre ikisi aynı şeyler!" İçimden zaten isteyerek yapmıyorum diye geçiriyordum. Rencide olan çocuğa kısaca tebessüm ettim ve beni kapıda bekleyen Hayat ile beraber içeriye girdik. Çay servisinden sonra isteyenlere kahve servisi yapmıştık. Bu sırada da Aynur teyze üç farklı çorba yapıyordu. Hayat ile yaptığımız iki farklı kek fırından çıktığında kahveleri hazırladık. Türk kahvesi isteyenlere Hayat götürmüştü. Şimdide Nescafe ve shot espresso isteyenler için yapıyorduk. Aslında shot espresso kimse istememişti ama yine de beş altı tane yapalım demiştik. Kahve makinesiyle kahveleri küçük espressso fincanlarına koyarak götürdük. Hayat kekleri dilimlediği tabakları büyük bir tepsiye koyup taşırken ben Nescafeleri ve espressoları orta boy bir tepsiye koyarak taşımaya başladım. Yan yana konağın kapısından çıkarak ellerinde kahve fincanı olmayanlara dağıttım. Duvar kenarında duran Kartal Alemşah ve arkadaşlarına yaklaşmaya başladığımda hafifçe gerildim. Onlara döndüğümde içlerinde tek mavi gözlü olan adam espresso fincanını direkt almıştı önce kokladı daha sonra içmeye başlamıştı. Bu kişinin adı galiba Pars Karender'di. Bugün gittiğim alışveriş merkezinin sahibi oydu. Babamın ondan övgüyle bahsetmesinden ona imrenmesinden dolayı hafızamdaydı. Karan Mir Kara ve Mirhan Hükümsüz'de espresso alırken içlerinde ismini tek bilmediğim kişi, "Türk Kahvesi dururken espresso da ne ?" dediğine gülmemek için kendimi zorlamıştım. Son fincanı da Kartal Alemşah almıştı. Yüzüne dahi bakmamıştık, Hayat arkamdan kek dağıtırken havanın serinlemeye başladığını fark etmiştim. Yoldan tarafa bakarken en az on on beş araçlık konvoyun konağa doğru döndüğünü fark ettim. "Bunlar kim ?" dedim anında, Kartal Alemşah, "Cihan'ın it sürüsü!" demişti. Herkes anında hareketlenince Hayat tepsiyi yere bıraktı hemen yakınımda olan Kartal "Siz içeriye girin hemen!" diye bağırdı. Karan adamlarına emir yağdırmaya başlarken, Mirhan yanıma geldi ve "Konağın üst katlarına keskin nişancı yerleştireceğiz. İzniniz var mıdır ?" Kafamı olumlu anlamda salladım. Mirhan ağa arkasında duran adamları yanına çağırarak "Ateş eşlik et!" dedi, ismini bilmediğim ağanın adını da öğrenmiş olmuştum. Mirhan ağanın adamları ve arkamızdan gelen Ateş ağa ile konağın içine hızlıca girdim. Hayat'a doğru bakarak, "Bir şey olursa mahzene saklanın." Mirhan ağanın adamlarıyla üst kata çıkmak için merdivenleri hızla çıkmaya başladık. "Üç katta da teras var istedikleri yerlere yerleşebilirler ama en garantisi 3. kat. Güneş enerjisinin arkasından görünmezler." Ateş ağa yüzüme bakarak kafasını sallayarak iki adamı birinci kata diğer adamları da ikinci ve üçüncü katlara böldü. Mirhan ağa geri aşağıya inip aşağıdaki adamların yanına gitti. 3. kata çıktığımızda Ateş ağa bir anda bana dönerek, "Sen mahzene in!" onu dinlemeden yanından geçip gittim. Kalan iki adam çatının alçak korkuluklarına silahlarını dayayarak beklemeye başlamışlardı. Güneş enerjsinin altındaki kapağı kaldırmak için yere eğildiğimde Ateş ağa tepeme dikilerek ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Alttan ona doğru baktım, "Şuna en atsana sıkışmış!" dedim ne olduğunu anlamasa da eğildi ve kapağı kaldırmak için kulpu çekmeye çalıştı. Ateş ağanın yardımıyla hemen kalkan kulp ile karşımıza iki tane keskin nişancı tüfeği, ona yakın Canik tabanca, sayısız mermi ve mühimmat. Ateş ağa şaşkınlıkla bakarken, ona doğru konuştu. "Babam konağı bugünler için hazırladı." dedim sadece, keskin nişancı tüfeklerinden birisini elime alarak kaldırdım. Ateş ağa da diğer keskin nişancı tüfeğini almıştı onun ne aldığına bakmadan babamın güneş enerjisini keskin nişancılık için hazır hale getirmesini ve bana buradan aşağıdaki hedefleri vurmam için verdiği eğitimleri şu an kullanacaktım. Köşesinde öyle bir yer vardı ki silahın sadece ucu gözükürdü. Silahı oraya dayadıktan sonra yanındaki sürgüsünü çektim ve mermi geldi. Ateş'de diğer yeri kullanarak tabancayı oraya dayamıştı. Cihan'ın arabaları durmuştu, bu kadar erken çıkarma yapmasını kimse ummazdı, bende ummuyordum. Hemen iyileşmesi imkansızdı bu adamın ama nasıl ? Arabadan indikten sonra kalabalığa karşılık kendi kalabalığını dikti. Karşısına tek başına Karan Mir Kara gelmişti, kimsenin onu vuramayacağını biliyordu. Karan ağanın ne dediğini duymadı ama Cihan'ın ne dediğini duydu. "Meran'ı istiyorum!" diyordu. Gözlerimi devirdim, "Şerefsiz!" diye mırıldandım kendi kendime. Cihan, Karan'ı umursamadan konağa doğru yaklaşmaya başlayınca Karan geri çekildi. Gece 03.30'du! Tüm Mardin'in izlediğini biliyordu bu yüzden köşesine çekilmeyecekti. Bu bir güç mücadelesiydi. Babamın başka oğlu olmadığı için tüm servetini benim üstümden kendisine geçirmek istiyordu bu yüzden daha çok uğraşıyordu. Yani babam böyle düşünüyordu beni sevdiğini bana aşık olduğunu bilmiyordu ya da bilmek istemiyordu. Ama Cihan bana aşıktı ya da takıntılıydı. İkisi arasındaki farkı ayırt edemiyordum. Liseye geçtikten sonra aramızdaki abi kardeş ilişkisi kaybolmuştu ve bana olgunlaşmamın verdiği etkiyle farklı bakmaya başlamıştı. Liseye giderken beni okula bırakmak istiyordu, erkek arkadaşımın olmaması gerektiğini bana sürekli söylüyordu, etek boyuma karışıyordu lise bire giderken bunları normal görüyordum çünkü ne derse desin o benim kuzenimdi. Ama işler ciddiye bürünmeye başlamıştı ve buna dolaylı olarak Küçük Şeytan'ın sebep olduğunu düşünüyordum. Mirhan ağanın da konuşması etki etmemişti, Cihan'ın daha Kartal'ı fark etmediğini düşünüyordum. Cihan, Kartal'ı fark etmiş olsaydı çoktan etrafı kan gölü götürmüş olurdu. Çatıya çıktıkları merdivende ses duymaya başlayınca Ateş ağa ile aynı anda o tarafa doğru döndük. Kartal Alemşah yukarıya çıkmıştı, Ateş ağa "Niye geldin?" "Saltuk ağaya kızını koruyacağımız diye söz verdik." Bana tuhaf tuhaf bakıyordu dürbüne tekrar bakmadan önce, "Sence korunmaya ihtiyacım var gibi mi duruyorum ?" Güneş enerjisinin arkasına yaklaştı, "Orası hiç belli olmaz." Karşılık vermedim. İki elini güneş enerjisinin kenarlarına dayamıştı kafasını bana doğru çevirdi "Kullanabiliyor musun ?" Tek kaşımı kaldırarak sence? diye bir bakış attım. "Baban bugünler için hazırmış." Alayla güldüm ve onun gibi sessiz konuştum. Sessiz fısıltısı bile güçlü çıkıyordu. "Babam konağının basılmasına alışkındır." Kaşları çatıldı ellerini tuttuğu yerden kaldırdığında bileğindeki saat dikkatimi çekmişti. Omzuma doğru eğildi, "Bunu daha ne kadar yüzüme vuracaksın ? "diye sordu geri çekildiğinde tüfeğin dürbününden gördüğüm kadarıyla ortalık kızışmaya başlanmıştı. Kaçmasınlar istiyordum hemen kaçmamalılardı. Babamı vurmasının hesabını vermeliydi. Beni kaçırmanın hesabını vermeliydi. Kartal'a "Niye rahatsız mı oluyorsun ?" dedikten sonra öndeki arabanın tekerini patlattım. Kartal şaşırarak yüzüme bön bön bakarken Ateş ağada bende sonra sıkmaya başlamıştı. Aşağıdaki adamların kaçışmaya başladığını ve Cihan'ın "Keskin nişancı!" diye bağırdığını duydum. Arkadaki arabaların da tekerleklerini indirdim. Kimseyi vurmamıştım henüz. Adamlarının çoğu arabalara binmeden koşarak kaçmaya başlamışlardı. Gözümü dürbünden çektiğimde Küçük Şeytan tarafından göz hapsinde olduğumu gördüm. "Ne bakıyorsun ?" dedim çenemin ucunu kaldırarak dikçe. Kafasını olumsuz anlamda salladı ve aşağıya inmek için çatının merdivenlerinin olduğu yere ilerledi. Tüfeği aldığım yere bırakırken Ateş ağa tüfeği inceliyordu. "Kullanımı çok rahat. Gece görüşü de çok net." Kafamı olumlu salladım. "Normalde sürgülü tüfekleri kullanmayı sevmiyorum ama bunun sürgüsü çok rahat." Kafasını salladı ve silahı aldığı yere bıraktı. Önde duran iki keskin nişancıya "Hadi gidelim çocuklar!" diye bağırdı. İki adam emri ağalarından alır almaz kalktılar merdivenleri inerken de acıktıkları hakkında söylediklerini duydum bu yüzden direk mutfağa gitmeyi planlıyordum. Merdivenleri inerken onlar aşağıya doğru devam ederken ben odama girip telefonumu alıp babamı aramayı bir an düşündüğümden odama doğru dönmüştüm. Odamın kapısının önüne geldiğimde odamın kapısının açık ve aralı olduğunu fark etmiştim. Elim direk belimdeki silahıma gitmişti, silahı elime alarak tetiğini indirdim burnuma yaklaştırarak temkinli bir şekilde kapıyı açtığım anda bileğimden tutulup çekilmiş elimdeki silah yere düşürülmüş ve ağzımın üstü kapanmıştı. Direnmeye çalışsam da bunu yapan kişi o kadar güçlüydü ki nefes bile alamıyordum. Eli ağzımın üstüne sertçe dururken ayağının ucuyla silahı odanın sonuna ittirdi. Kalbim göğüs kafesimden çıkacak şiddette atıyordu kanımda gezinen adrenalin hat safhadaydı. Arkamdaki kişi fısıldadı, "Bağırmazsan elimi çekerim." Sesi tanıdıktı. Kimdi bu ? Sesini tanımaya çalıştığım sırada "Tamam mı ?" diye tekrar sordu, kafamı aşağı yukarı salladım. Eli dudaklarımın üstünde hafifçe gevşemeye başladığında ayaklarımı kullanarak arkaya doğru ittirdim. Sırtı odamdaki kitap rafıma çarpmış raflardaki bir kaç kitabımı yere düşürmüştü. Ellerimi yukarıya kaldırarak ağzımı kapatan elinin dirseğinin arasından geçirdim ve sertçe çektim. Eli ağzımdan anından düştüğünde bağırmak için ağzımı açtım, "İm..." Kelimem kesildi. Hayır eli tekrar ağzıma kapandığından değil kendim kesmiştim. Çünkü bu kişi Küçük Şeytandı! "Ne yaptığını sanıyorsun ?" dedim sertçe geri çekilerek. "Konuşmaya çalışıyorum." dedi sızlanarak sırtını kitaplığa vurduğu için canı acıyor gibi görünüyordu. "Sen sıkıntılı mısın ? Böyle konuşmaya mı çalışılır ? Ağzımı kapatıp elimdeki silahı düşürmek ne demek ? Silahın tetiği inikti ya seni vursaydım salak ?" Gözlerini kısarak yüzüme baktı, "Vurma diye silahı yere düşürdük ya aptal ? Sende sürekli niye silahla geziyorsun ? Erkek misin kızım sen ?" Benim gibi hiç çekinmeden patavatsız şekilde konuşuyordu. "Hem suçlusun hem de açıklama yapıyorsun. Evet erkeğim var mı bir diyeceğin ? Hem benim erkekliğim kızlığım seni ne ilgilendirir ? Hem sadece erkekler mi silah kullanabilir ? Bu nasıl bir bağnaz düşünce ? Nereden çıktın sen orta doğudan mı ?" Çok hızlı ve bağırarak konuşmuştum. Konuşmam bitince kafasını cama çevirerek bakındı, "Böyle bağırmaya devam et tamam mı ? Yerimizi belli et! Bizi sonra bassınlar. " "Sende aptal aptal konuşma o zaman." Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Bak kızım!" Sinirlendi, "Ne ?!" dedim inatla. "Tamam uzatma! Sana bir şey soracağım." Konuyu uzatmadan bitirip çıkıp gitmek istiyordu Küçük Şeytan. "Ne var ?!" dedim tekrar sertçe. "Kime anlattın ?" dedi kaşları merakla havalanırken kaşlarımı çattım. "Neyi ?" dedim. "Bizi." "Ne bizi ?" Bıkkınlıkla, "Ya anlasana işte! Liseye giderken olanları diyorum." Zaten sinirliydim bunu söylemesi ve bana hatırlatması içimdeki deliliği uyandırmıştı. "Ne bizi ?! Biz diye bir şey mi vardı ?" Rahatladığını görünce ona bu fırsatı vermek istemedim. "Sen sadece bana aşıktın ve istisnasız her gece konağımıza dayanırdın. En son konağın kapısına dayandığında kör kütük sarhoştun ve konakta uyuyan herkesi uyandırdığın gibi çevremizdeki evlerdeki insanları da uyandırmıştın ve bak herkes diyorum! Bu herkese babam da dahil!" Konuşmam bitince alayla sırıtıp gözlerini kaçırışını seyrettim, yüzüme bakamıyordu. Üstüne giderek daha çok diklendim. "Ne oldu utandın mı ? Kız mısın oğlum sen ?" Kısasa kısas. Bayılırdım. Hastasıydım. Tekrar konuşmayınca, "Devamını merak ediyorsan anlatayım. Bizim konağı basman yetmediği gibi okulda da beni rahatsız ederdin. Sana aşık olan kızlardan çok zorbalığa uğradım." Git gide sesim yükselirken sinirlerim tavandı. Son kısmı da söyleyecekken araya girdi "Tamam yeter artık! Sus!" "Sen bana emir veremezsin! İster susarım ister konuşmaya devam ederim!" Sinirlenmişti, "Sen hep böyle miydin ?" Gözlerime dik dik bakıyordu az önce gözlerini kaçırıyordun ama Küçük Şeytan! Tek kaşım havalandı, "Sen beni tanımıyorsun ki ?" Anlamayarak gözlerime baktığında, "Sen benim hakkımda ne biliyorsun ki sen hep böyle miydin diye sorabiliyorsun ?" "Sus artık Meran! Sorduğuma pişman etme beni. Kim biliyor bu durumu ?" dedi tekrar gözlerini kaçırıyordu. "Hangi durumu ?" diye sordum. İşaret parmağını yüzüme doğru sallamaya başladı, "Salağa yatma! Az önce anlattığın durumu kim biliyor ? Kime söyledin, kime anlattın ? " Gözlerimi kıstım, bunun bir karın ağrısı vardı. Acaba alışveriş merkezinde yanında gördüğüm kadın için mi soruşturuyordu. "Bu rezilliği kime anlatabilirim sence ?" "İyi!" dedi sertçe ve önümden çekilerek yürümeye başladı. "Bu durum seni zora sokacaksa herkese anlatabilirim." dedim kapıdan çıkmadan önce donakaldı. "Tam tersi olması gerekmez miydi ?" "Sen beni zora soktun ben seni niye zora sokmuyorum ?" "Zaten hep kısasa kısascıydın. " Alayla gülümsedi, omuz silktim. "Senin sanki hoşuna gitmiyordu." "Haklısın hoşuma giderdi. Ama işler değişti. Çok yıl geçti üstünden. Artık kısasa kısas olayı sadece çocuk oyunu geliyor. Sidik yarıştırmak gibi bir şey." Küçümseyici bakışları altında ezilmeye başladığımda çenemin ucunu kaldırdım. "Senin bu patavatsızlığın ve iğneleyici sözlerin bir şeyi yapmak isteyip yapamadığında sadece çamur atmak gibi kalıyor. O yüzden üstünden çok yıl geçen olaylara takılmayı bırak." dedim hiç bir şey söylemedi yüzüme baktı kısa bir süre daha sonra da gitti. Gidince tuttuğum nefesimi bıraktım ve arkasından bende odamdan çıkarak mutfağa girdim.
|
0% |