Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5. BÖLÜM: YAŞAYAN ÖLÜ FERMANI.

@nasende

 

Yangın yeri

 

Şehri yaktım uğruna
Kaçmadan önce
Zaten düşmandı aşkım
Üstüne hain çıktı aşkım
Bırak alevleri söndürme
Yansın şehir,
Sen yoksan yanımda
zaten her yer yangın yeri
Sadece beni anla
Gidiyorum ama
Yanıma bir tutam senden alarak.
Küllerin içinde beni aramaya kalkma, zaten aramazsın da...

 

 

Uyandım ve sersem sersem etrafıma bakınarak odanın içindeki lavaboya girdim. Dün gece kahve içtikten sonra hızlıca bir odaya girerek sızmıştım. Dün gece merdivenleri çıktıktan sonra Kartal hiç bir şey demeden dağ evinden çıkıp gitmişti. Bende salonda oturan dedem ve Hayat'ın yanına giderek sehpanın üstüne konan kahvelerden birisini alıp içmiştim. Baş ağrıma yorgunluğuma iyi gelen kahveden sonra uykum gelmişti ve zaten saat çok geçti odalardan birisine ayrı ayrı grip sızmıştık. Dedem babama, Alparslan'ı özlediği için ben ve Hayat ile dağ evine gittiğimizi gece arayarak söyleyip haber vermişti.

Bunun dışında hiç konuşmamıştık.

Aynanın karşısına geçip dağılan saçlarımı sağ tarafıma atarak hiç kullanılmamış diş fırçası ve diş macunuyla dişlerimi fırçaladım. Sabah kahvaltısını konakta yapmalıydık, yoksa annemden azar yerdim. Bu yüzden iki saat önceden uyanmıştım.

Şişen gözlerime ve moraran göz altlarıma baktım. Ten rengim bembeyazdı bu yüzden yüzümde bir leke gibi gözüküyorlardı ve dikkatten hiç kaçmıyordu.

İçini doldurmaya hiç ihtiyaç duymadığım hafif kalın siyah kaşlara, iri gözlere, iri gözleri süsleyen uzun siyah kirpiklere ucu kalkıp bir buruna ve dolgun dudaklara sahiptim




İçini doldurmaya hiç ihtiyaç duymadığım hafif kalın siyah kaşlara, iri gözlere, iri gözleri süsleyen uzun siyah kirpiklere ucu kalkıp bir buruna ve dolgun dudaklara sahiptim. Ağzımı çalkaladıktan sonra yüzümü yıkadım. Konağa dönüp duş almalıydım. Üstüme gece bulduğum üstü farklı altı farklı pijamaları değiştirerek dün giydiğim eşofman takımlarını geri giyindim. Hala uykum vardı çünkü dün gece çok geç yatmıştım. Odanın dışından gelen konuşma seslerini duyduktan sonra dedem ve Hayat'ın beni beklediğini anladım, elime telefonumu alarak odadan çıktım. Kısaca, "Günaydın." dedim.

"Günaydın." diyerek karşılık verdiler.

Evin kapısından çıkarak dış kapıyı kitledik. Cebimdeki arabanın anahtarlarıyla arabayı açarak içine bindik. Emniyet kemerimi taktıktan sonra arabayı çalıştırdım. Arka koltuğa Hayat oturmuştu. Arabayla geri geri dağ evinin garajından çıktım yolun kenarından arabayı döndürerek dün çok hızlı geldiğim yolları bugün orta hızda arşınladım.

Arabayı sürerken hiç konuşmamıştık. Yarım saatlik yolculuktan sonra konağın otoparkına arabayı park ettim ve indik. Konağa girdikten sonra hazırlanan kahvaltı masasına kısa bir bakış atıp merdivenleri tırmanmaya başladım. Odama girip üstümdekileri kirli sepetine attım. Klasik elbiselerden birisini giymek için herhangi bir askılığı elime almıştım ki duraksadım. Kimse beni istediklerimi sormuyorken neden ben herkesin istediklerine uymak zorundaydım ? Değildim. Bu zorunluluğu onlar bozmuştu. Bende onlara uyacaktım.

Bu sefer lacivert bir eşofman takımı giydim. Üstüme beyaz atlet giyerek eşofman altının hemen hızasın da biten dünküyle aynı modele sahip takımın üstünü giydim. Ayaklarıma beyaz spor ayakkabılarımı takıp saçlarımı tarayarak salık bıraktım. Yüzüme sadece güneş kremi sürerek odamdan çıktım.

Annemin hiç hoşlanmayacağı bir özensizlikle, babamın hiç uygun bulmadığı bir kıyafetin içindeydim. Odamdan çıkarak yemek masasına geç kalmayı umursamayarak yavaş yavaş merdivenleri indim. Herkes yemek masasındaydı ve ben daha yeni iniyordum.

Umursamayarak yerime oturdum, kimseyle muhattap olmadan önüme yemek istediğim her şeyi aldım. Bakın her şeyi diyorum bu benim ikinci en büyük hata niteliğinde şeydi. Tabağıma yumurta salatasından, yeni yapılmış patlıcanlı börekten, salamdan... Her şeyden alarak yedim. Annemin şok olmuş görüntüsü eşliğinde böreğimi elime alarak yedim. Anneannem çok takılmazken dedem keyifliydi. Babam ise sinirli. Klasik...

Kahvaltımı yaptım, çay bile içtim. Herkes kahvaltısını yaptıktan sonra Aynur teyzeme yardım ettim. Yukarıya yanlarına çıkmak istemediğimden Hayat ve Aynur teyzemle mutfakta oturduk. Hayat'ta benim kadar yorgundu. Aynur Teyzemin ise her şeyden haberi oluğunu biliyordum. Annem ondan sır saklamazdı.

Takılmamaya çalışsam da takıldım. Üzülmemeye çalışsam da üzgündüm. Kırgındım. Sinirliydim. Öfkeliydim... Tüm duygular bir olmuş bir anda bana hücum etmişlerdi sanki. Ben ise ortalarında sindirmek istedikleri düşmanları gibi kalmış, mağlup edilmeyi bekliyordum.

Biliyordum ki babamın kararı değiştirilemezdi. Biliyordum ki babamın sözü senetti.

Annem, dedem, anneannem tek umudum onlardı. Annemin Baran'ı sevmediğini dünden biliyordum. Dün hakkında bir sürü şey söylemişti. Hem annem okuluma devam etmemi isterdi evlenmemi değil. Dedem emekli büyükelçiydi bir telefonuyla çözemeyeceği problem yoktu. Benim problemimi de eminim çözecekti. Anneannem torununun Mardin'li birisiyle evlenmesini kaldıramazdı. Hem de anlaşma uğruna.

Seçeneklerim bunlardı. Aynur teyzemin mutfaktan çıktığını mutfağa girdiğinde fark etmiştim. Yanıma gelerek, "Ağam seni çağırıyor Meran. Çalışma odasına." Titremeye başladım. Hayat'ın elini sıkıca tuttum. "Korkuyorum." dedim.

Aynur Teyzemin gözleri dolarken Hayata çoktan ağlamaya başlamıştı. Sertçe yutkundum. Oturduğum yerden kalktığımda dizlerimin bağı çözülmüştü öne doğru hafifçe sendeleyerek masaya tutundum. Tırnaklarımı ahşap masaya geçirip gücümü toplamak için nefes aldım ve verdim.

Bir kaç saniye kendime gelmeye çalıştıktan sonra Hayat'a bakmamaya çalışarak mutfaktan dik adımlarla çıktım. Eğer Hayat'a son kez baksaydım yere çökerek hüngür hüngür ağlardım. Merdivenleri dişlerimi sıkarak çıkmayı tamamladıktan sonra babamın çalışma odasının kapısında tuttuğum nefesimi verdim. Kendime hakim olmam gerektiğimi kendime hatırlatarak kapıyı çalıp içeriye girdim. Babamın çalışma odasına kaçıncı gelişimdi bu 5. mi 6. mı ?

Babam çalışma masasının deri sandalyesinde otururken kafası eğik bilgisayarından bir şeylere bakıyordu. İçeriye girdiğimde kısaca "Otur." dedi. Önünde ki deri koltuklardan birisine oturdum. Babam beni daha çok delirtmek maksadıyla mı bilmiyorum ama on dakika boyunca işiyle meşgul olmuştu. Tırnaklarım artık avuç içlerimi kanatmaya başladığında kafasını belgelerinden kaldırarak tek bir kelime etti. "Evleniyorsun." dedi ve işine geri döndü çıkmamı bekliyordu.

Gözlerim dolmuştu. "Evlenmeyeceğim." dedim. Bir belgeye doldurma kalemiyle imza attıktan sonra kapıyı kapattı. "Son söz benimdir. Evleniyorsun diyorsam evleniyorsun."

Artık titriyordum. "Baba.... b-ben evlenmek istemiyorum." Dolu dolu gözlerle yüzüne baktım. Kafasını bir hışımla belgelerden kaldırarak yüzüme sinirle baktı. "Evleneceksin Meran!" Kükremişti.

Hıçkırıklarımın arasından, "B-baba l-lütfen!" diyebildim sadece kelimeler ağzımdan çıkmıyordu. Konuşamıyordum. Titriyordum. Titrememek için tırnaklarımı geçirdiğim avuç içlerimden akan kanlar artık bileklerime ulaşmıştı.

Babam iki elini sertçe masaya vurduğunda yerimden hoplamıştım. Titreyerek ayağa kalktığımda babam iki adımda burnumun dibine geldi. "Senin konuşmaya hakkın yok! Ağan benim! Baban benim! Kararımı verdim! İki gün içinde evleneceksin. Düğün filan bekleme bu bir anlaşma evliliği olacak. Kan davasını bozacağız ve soyumuzun devamı için bir kaç erkek torun gerekiyor." Ağlıyordum.

"B-baba lütfen! B- ben evlenmek istemiyorum!" Konuşmam biter bitmez babam ellerimi omuzlarımın üstüne atarak sıktı ve beni sarsmaya başladı. "Baran Alemşah ile iki gün içinde evleneceksin!" Babam o kadar çok bağırıyordu ki konakta deprem üstüne deprem oluyordu. Çünkü Saltuk ağa bir oğlu öldürüldüğünde bu kadar çok bağırmıştı.

Babam devam etti, "Ağlama göz yaşlarını sil! Bu akşam seni istemeye gelecekler! Ne yapsan da ne etsen de evleneceksin!" Omuzlarımı sarsmayı bıraktığında midem bulanmaya başlamıştı. O kadar çok sarsmıştı ki babam beni başıma iki yandan ağrılar girmişti. Yüzüm aşağıya doğru kaymaya başlamıştı babamı göremiyordum sadece yere bakıyordum. Boynum kıldan ince gibi eğilip bükülmüştü. Ben ağzımı açmayınca babam daha çok bağırmaya başlamıştı. "Evleneceksin Meran! Evleneceksin ve soyumuzu devam ettireceksin! "

Kapının açılma sesini duydum, babam ellerini omuzlarımdan çektiğinde yere düşmüştüm. Dizlerim o kadar sertçe yere düşmüştü ki dizlerimin kırıldığını sanmıştım bir an. Gelenler kim bilmiyordum ama babamla kavga etmeye başladıklarını duyabiliyordum. Omzuma dokunan eller hissettiğimde kafamı yavaşça çevirdim. Anneannemin ıslak gözleriyle göz göze geldiğimde ağlamaya devam ettiğimi hissedebildim. Anneannem beni tutarak yerden kaldırdığında dedem ve babamın birbirlerinin üstlerine yürüyerek kavga ettiklerini görebilmiştim. Dedemin babama parmak salladığını anneannem beni kapıdan çıkardığında fark edebilmiştim. Kapının eşiğinde durarak dedem ve babamın kavgasını korku dolu gözlerle izleyen annem beni görünce şoka uğramıştı. Yanıma geldi direk. Annem benim için üzgün müydü ? Annemin ellerini tuttum, "Anne! A-anne b-ben evlenmek istemiyorum!" Annem tuttuğum ellerine baktı daha sonra yüzüme bakarak yutkundu ve kafasını hızla aşağı yukarı salladı. Bir umut yeşerdi içimde. Annem, babamın her fikrine karşı durmuştu buna da dururdu değil mi ?

Kapı eşiğinde dururken annem olaya dahil olmak için içeriye girdi. "Ulya evlenmeyecek!" diye bağırdı. Babam gözlerini kapatarak ellerini semaya kaldırdı "Sabır Allah'ım Sabır!" diye bağırdı.

Dedem son derecede ciddi bir tavırla, "Allah'tan sabır istiyorsun ama kızının rızası olmadan evlendirmeye kalkıyorsun. Bu nasıl bir şeydir Saltuk! Kendine gel! Benim torunumu kimse zorla evlendiremez. Gerekirse..."

Babam sözünü keserek dedemin üstüne yürüdüğünde anneannem beni tutmayı bırakarak eşinin yanına koştu. Babam, "Burada sizin savunduğunuz kanunlarınız geçmez Sayın Büyükelçi. Burası ne Fransa ne dışişleri ne de içişleri. Burası Mardin! Burada töremiz vardır, aşiretimiz vardır, örfümüz adetimiz vardır! Kanunlarınızı da alın basın gidin İstanbul'a! Kız benim ister evlendiririm ister evlendirmem! Siz karışamazsınız!" Dedemin burnunun dibine kadar girmişti babam. Anneannem babamın bu hareketiyle korkarken dedemi kenara çekiyordu. Dedem ve anneannem çalışma odasından çıkarak yanıma geldiler. Annem şok olmuş gözlerle babama bakarken babama tokat atmak için elini kaldırıp vurdu. Babamın kafası yana doğru dönerken, "Ben buraya 23 yaşımda annemi babamı çiğneyerek geldim. Sana iki tane çocuk verdim. Alparslan niye öldü Saltuk ?" babamın yakasına ellerini koyarak gömleğini çekiştirmeye başladı.

"Alparslan senin hırsların yüzünden öldü! Ona gece geç saatte depoları kontrol etmeye göndermeseydin ölmeyecekti! Senin ellerinde oğlumun kanı var Saltuk ? Bir çocuğumu daha senin hırsların uğruna ölüme yollamayacağım! Ulya evlenmeyecek! Gerekirse seni boşarım ama yine de Ulya evlenmeyecek!"

Babam annemin sözlerini umursamadan elini kaldırarak yakasında duran bilekleri tuttu ve yere indirdiği gibi koşar adımlarla yanıma geldi. Dedem ve annem bana doğru koşsa da yetişememişlerdi. Yerimde mıhlanırken babam beni kolumdan yakaladığı gibi arkasından çekerek sürüklemeye başlamıştı. Kolumu babamın elinden çekmeye çalışsam bile dedem arkamdan koşsa bile nafileydi. Babam merdivenleri koşarak indi ve beni mahzene doğru sürüklediğinde bağırmaya başlamıştım. Mahzen olmazdı, "Hayır baba! Hayır!"

Burası olmamalıydı burası ağabeyimin sessizce öldüğü yerdi...

Babama direnmeye çalıştım ama nafileydi o kadar güçlü bir şekilde beni çekiyordu ki... "Baba! Lütfen!" Bağırdım.

Mahzenin merdivenlerini inmeyi bitirdiğimizde yine o koku hakimdi. "Baba!"

Göz yaşlarım gözlerimden sicim sicim akarken "Baba lütfen burası olmasın!" dedim sesim boş mahzende yankılanıp kulağıma geri dolmuştu. Ben sesimi duymuştum ama babam duymamıştı sesimi.

Babam beni mahzenin içindeki odalardan birisinin içine doğru savurdu, dizlerimin üstüne yere kapaklandığımda "Baba!" diye yalvarmaya başladım.

"Babacım lütfen! Burada durmak istemiyorum!" Ağlayan gözlerime acımasızca baktı hiç bir şey demedi, demir kapıyı kapatmak için kapının kulpuna uzandığında ayağa kalkıp kapıya doğru koşmaya başladım. Ama yetişememiştim. Kapı yanına geldiğimde kapı çoktan kapanmıştı. Kapıya yumruk yaptığım ellerimi vurmaya başladım. Babam yumruklarımı görmezden gelerek demir kapının sürgüsünü büyük bir gürültüyle çekti. "Baba! Lütfen! Çıkart beni! Babacım!" diye bağırdım seslendim babama doğru bir umut. Babam hiç bir şey demedi, beni terk etti ve gitti.

Ağlayarak kapının önüne çöktüğümde istemsizce çığlık atıyordum. Burası ağabeyimin kanının olduğu yerdi. Ağabeyimin sessizce kan akıtarak sessizce öldüğü yerdi.

Düşünerek hareket etmiyordum, beynim düşünmeyi çoktan bırakmıştı. Ağlayarak, hıçkırıklarımın arasında yumruk yaptığım ellerimi önce bacaklarıma geçirdim daha sonra göğsümü yumrukladım.

Ellerim boynuma gittiğinde tırnaklarımla boynumu yolmaya başlamıştım, ellerim saçlarıma gittiğinde saçlarımı çekiştirdim ve avuç avuç saçlarımı yoldum. Delirmek üzereydim. Hayır delirmiştim. Çığlık atarak kendime vuruyor, saçlarımı yoluyor, tırnaklarımı tenime geçiriyordum. Canım yanıyordu ama daha çok canım yansın istiyordum. Her düşen göz yaşımdan sonra ağrıyan baş ağrım git gide daha çok artıyordu. Yaşamak yükmüş gibi hissediyordum.

Kafam titreyerek kafamı çevirdiğimde boş ve soğuk mahzenin duvarlarıyla bakıştım. Gözlerim istemeye istemeye zemine kaydığında oradaydı. Ne kadar silersem sileyim çıkmayan leke oradaydı.

Taşa kazınan kurumuş kan lekesine gözüm değdikten sonra dayanamadım, kendimi sıkmaya bırakarak saldım kendimi. Bayıldım.



Bayıldım.

Ayıldım.

Geri sızdım.

En son uyandım.

Tabii buna uyanmak denirse. Soğuk zeminde yatmaktan sırtım ve belim tutulmuştu. Başımın altına kolumu koymuştum bu yüzden kolum uyuşmuştu. Vücudum sızlayarak oturmaya çalıştım. Karanlık mahzenin ruhuna işlediğinden gündüz mü gece mi ayırt edemiyordum. Mahzenin içinde hiç bir ses zerresi olmazken aldığım nefes seslerimi duyabildim. Canım sızlıyordu. Aklım ermiyordu, kalbimin sızlaması dinmiyordu. Öyle bir andı ki aldığım nefes bile canımı sızlatır olmuştu. Aldığım nefes bile haramdı bana. Ağzımdan dökülen her kelime yasaktı bana.

Mahzenin içinde üşüyen uzuvlarımı çalıştırmak için ileri geri yürümeye çalıştım ama ayaklarım ağrıdığından iki adımda bir öne doğru dizlerim seğiriyordu. Ağlamayı keseli çok olmamıştı. Baş ağrım yokken yapabileceğim ihtimalleri düşünüyordum. Sığındığım iki ihtimal vardı. Birincisi annemdi ikincisi ise dedemdi. Eğer ikisi de engel olamazsa ortada ben diye bir şey kalmayacaktı.

Düşündüm ama kafama ihtimal gelmiyordu. İhtimaller babam tarafından yakılmıştı ben ise külleriyle avunuyordum. Elimden gelen hiç bir şeyin olmadığını anladığımda yere mıhlandım. Bu bir teslim oluştu. Anneme güveniyordum annem ikna olursa dedem olmazdı. Dedeme güveniyordum benim zorla evlenmeme izin vermezdi biliyordum. Yine de içimde bir kuşku vardı. Bu kuşku canımı yakacak şekilde büyümeye başladığında düşünce seslerim kulak zarımı patlatır gibi gürültülü bir ses duydum, daha sonra parlak bir ışık gördüm. Gözlerim kamaşınca gözlerimi yarım kapatarak kapıyı kimin açtığını görmeye çalışıyordum. Hafif yana kayarak ışıktan kaçındım böylece gelen kişinin annem olduğunu anlamam uzun sürmedi. Annemin bir iki göz yaşı akıtmasıyla kızaran gözleri bana sulu sulu bakıyordu. "Baban dedenleri kovaladı. Konaktan attı annemle babamı. Benim dışarı çıkmamı yasakladı. Çalışma odamı kilitledi ve kilidi sakladı. Yıllarca inşa ettiğim her şeyi yıktı. Annemin kliniğini yıktı, dükkanı elimizden aldı. Araba anahtarlarımız, kredi kartlarımız, pasaportlarımız... her şeyi elimizden aldı. Kimliklerimizi bile aldı! "Duraksadı annem.

Nasıl diyemeden anlatmaya devam etti. "Annemle babamın Mardin'de kalmaması için her şeyi yapmış. Hiçbir otel onlara oda vermiyor, ev tutamıyorlar. Telefonumla bile onları aramıyor ne yaptıklarını öğrenemiyorum. Beni odama mahkum etti. Alparslan'ın odasının kilidini değiştirmiş oraya bile giremiyorum..." Annem ağlıyordu! Annem en son ağabeyim öldüğünde ağlamıştı ondan sonra hiç ağladığını görmemiştim.

Umutlarımın külleri yüzüme savruldu. Anladım. Her şey bitmişti. Hakkımda yaşayan ölü fermanı çoktan verilmiş, kararlaştırılmıştı. Annem, "Bana Alparslan'ın mezarına bile gidemeyeceksin dedi!"

Kafam yere düştü gözlerim kanlı noktaya dikildi. Sertçe yutkundum, elimin tersiyle akan göz yaşlarımı sildiğimde annem tekrar konuştu. Sesi çatallaşmıştı ve düzeltmek için çaba göstermiyordu. "Ulya! Evlen!" Gözlerim kocaman açılarak annemin yüzüne baktığımda, annem iki adımda yanıma gelerek ellerimi tuttu. "Birazdan seni istemeye gelecekler. Sözdü, nişandı, düğündü derken oyalanırız babanın istediklerini yaparız. Bir şekilde kimliklerimizi ve pasaportlarımızı alabilirsek işte ondan sonra kaçarız! Gideriz buralardan!" İkna ediciydi. Ama... "Ama babam iki gün içinde evleneceksin düğün filan bekleme dedi."

Annem öyle mi dedi diye baktıktan sonra düşündü ve bir süre sonra aklına gelen ani fikirle, "Kartal! Kartal bize yardım eder, edecektir. Çünkü o seni seviyordu ağabeyinin bunu bildiğini sanmam. Sonuçta ağabeyi bilseydi seninle evlenmeyi istemez, kabul etmezdi. Kartal'ı tehdit ederiz bize yardım eder. En azından İstanbul'a gitmemize yardım etse orada deden yardım eder." Annemin gözleri parıldıyordu, Kartal'ın yardım edeceğini düşünerek. Kartal'dan medet ummak çok büyük bir yanlıştı. Kartal kimseye kolay kolay yardım etmezdi. Yardım etmeyeceğini biliyordum ama bir umut eski senelerin yaşanmışlıkları adına bir umut belki yardım ederdi diye düşündüm.

"Nasıl yapacağız ?" dedim anneme direk.

"Numarasını biliyor musun ?" dedi annem sonra, kafamı olumsuz anlamda salladım. "Birazdan gelecekler yalnız kalıp konuşman gerek. İnat birisine benziyor ikna etmen gerekebilir."

"Ama nasıl ? Nasıl yalnız kalabilirim ki ? " Çaresizlik sesime yansımıştı. Bu halimize üzüldüm.

Annem düşündü ama bir şey bulamamışa benziyordu. "Bilmiyorum! Ah bilmiyorum! Acaba isteme sırasında olay mı çıkartsam! Yoksa Baran ile konuşup onu mu ikna etsek inan bilmiyorum!"

O kadar zor bir durumdu ki kelimelerle tarifi yoktu. Başkalarından medet ummayı beklemek, o kişinin iki dudağının arasından çıkacak cümleye bel bağlamak acınasıydı. Kendimden nefret ettim içinde bulunduğum durumdan nefret ettim hiç bir şey yapamamaktan nefret ettim kadın olduğum için nefret ettim. Eğer bu topraklarda doğan bir erkek olsaydım bir ağa olsaydım kız kaçırsam da, kuma getirsem de, gönül eğlendirsem de, geceleri sürtsem de, eve gelmesem de değerliydim. Ama kadındım!

Sinirden gözlerim doldu tırnaklarımı tenime batırarak nefes aldım ve sakince verdim. Her şey yoluna girecekti. Umarım.

Akşam oldu, annem mahzenden çıktıktan bir süre sonra hiç tanımadığım daha önce görmediğim iki kadın ve bir adam beni sürükleyerek mahzenden çıkardılar. Bağırsam da kimse oralı olmamıştı. Kadınlar beni konağın birinci katındaki boş odalardan birisinin içine soktu. İçerisi bir mağazaya ve bir güzellik salonuna çevrilmişti. Koltuk altlarımdan tutmayı bıraktıklarında söylenerek çıkmak için kapıya yönelip kapı kulpunu açıp açtığımda beni bileğimden tutarak sürükleyen iri cüsseli adamı gördüğümde sertçe yutkundum. Adam kapı gibiydi hayır dev gibiydi. Kapıyı suratıma çarptı.

Kadınlardan birisi, "Meran hanım lütfen işimizi zorlaştırmayın. Saltuk ağamın kesin emri vardır." Sırtıma doğru konuşan kadına doğru ayaklarımı yere vura vura döndüm ve donukça dudaklarımı büzerek sırıttım. Tabii ya Saltuk ağanın emri! Hayatımı karartan adamın emri!

Diğer kadın makyaj masasının döner sandalyesini benim yönüme doğru döndürdü. Ayaklarımı sertçe vurarak gidip oturdum. Ne yaptıklarını aynada seyretmedim bile saçlarımla uğraştılar yüzüme bir şey sürdüler ve kendi zevklerine göre seçtikler vanilya rengi elbiseyi giydirdiler.

Saat epey geçmişti açlıktan karnım kendi kendini sindirirken konak kapısının kapanma seslerini buradan net bir şekilde duyabiliyordum. Kadınlar üstüme mücevher kutularından çıkarttıkları pahalı takıları takarken ellerinde oyuncak bebek gibiydim. Bir o yana bir bu yana döndürülüyordum. Hazır olduğumda beni döndürerek aynaya bakmamı sağladılar.

Siyah saçlarım dümdüzdü, kulak arkası yapılarak sabitlenmişti. Sabitlendiği yerlerde küçük inciler vardı. Makyajım abartısızdı. Siyah iri gözlerimi daha çok ortaya çıkartmak için siyah farla eyeliner çekilmişti dudaklarımda doğal tonlarda ruj sürülmüş üstüne şeffaf glossla geçilmişti. Üstümdeki elbise ise annemin sevdiği markadandı. Elbise kare yakaydı omuz kısımları hafif kabarıktı ve hem kolları hem de boyu uzundu.

 Elbise kare yakaydı omuz kısımları hafif kabarıktı ve hem kolları hem de boyu uzundu




Takı olarak ince ve zarif görünümlü elmas takılar seçilmişti. Ayakkabılar elbiseyle aynı renkti ve takılar gibi parlıyordu. Gerçekten güzel olmuştum. Kendimi seyrederken nutkum tutulmuştu. Ama gözlerim gözlerimin beyazının aldığı hale değince yutkunamadım bile. Gözlerimin beyazı gözükmeyecek halde kırmızıydı. Ne kadar süslensem de deli gibi ağladığım belliydi. Gözlerim hafifçe dolduğunda bileğimi sertçe tutan eller ile oturduğum sandalyeden zorla kaldırıldım.

Bileğimi sertçe çektim kadının pütürlü ellerinden, "Ayaklarım var yürüyebilirim." dedim sertçe ve hızlıca kalkıp kapıyı açıp çıktım. Kapının başında bekleyen adam kafasını aniden çevirdiğinde ellerinde nişan bohçası taşıyan Alemşah kadınları gülüşerek konağın avlusunda durup inceliyorlardı. Erkeklerin önceden girdiğini anladım. Kapıdaki adam hiç bir şey söylemeden çekildiğinde odadan çıkıp karşıdaki mutfağın içine girdim. O sırada beni inceleyip arkamdan fısıldaşan kadınlar umurumda değildi. Mutfağa girer girmez ağlamak için güvenli bir omuz arıyordum. Aynur teyzemin sırtını görür görmez ona doğru koştum. "Hayat nerede ?" diye sordum bir çırpıda.

Aynur teyzem yüzünü bana doğru döndü. "Hayat yok. Evde. Dışarı çıkamaz."

Elini tuttum, "Neden Aynur teyze ?"

Aynur teyzem kısaca, "Babası dışarı çıkmasına izin vermiyor." dedi soğuktu sesi. İçim sızladı ve tekrar "Neden ?" diye sorma gafletine düştüm. Aynur teyzem elindeki kaşığı sertçe bankoya vurup yüzünü bana çevirdiğinde nutkum tutuldu. Gözünün üstü mosmordu! Elimi moraran kısma uzattığımda "Aynur teyze gözüne ne oldu ?" elimi havada sıkarak indirdi ve dişlerinin arasından "Meran hanım! İçeriye gidin!"

Dondum. Elimi itti. Durduğu yerden ayrılarak kilere girdi. Gözlerim anında dolarken düşen bir damla göz yaşı kalbime doğru giden elimin üstüne düştü. Kalbim teklemişti. Nefes alış verişim düzenini yitirirken içimde büyüyen öfke kanımı kaynatıyordu. Her şeyi bozasım vardı. Her yeri yıkasım vardı. Herkesten hesap sorasım vardı!

Ayaklarımı yere vurduğumu fark etmeyerek mutfaktan çıktım. Elbisenin uzun eteği attığım her adımda dalgalanıyordu. Gelen insanların varlığını görmezden gelerek odama doğru giden merdivenlere yönelecekken biraz önce kapının önünde bekleyen dev adam karşıma dikildi. Sağa yöneldiğimde sağa yöneldi, sola yöneldiğimde sola yöneldi.

"Çekilsene!" diye söylendim ve kafamı yukarıya kaldırdım.

"Ağamın kesin emri var! Sadece mutfağa ve salona gidebilirsiniz!" gözlerine inanamayarak baktım. Daha sonra güldüm, niye güldüğümü bilmiyordum. Kollarım göğsümde birleşti saniyelik sonra indi sonra saçlarıma gitti... Ne yaptığımı bilmiyordum. Gözlerim doluyordu ağlamak üzereydim. Bir süre ne yapacağımı bilemeyerek durduktan sonra ayaklarımı yere vurdum ve sırtımı adama döndüm. Salona girmeyecektim. Ölüm fermanımın imzalandığı yere kendi ayaklarımla yürüyerek gitmeyecektim. Aldığım nefesler kaburgamı acıtıyordu, göğsüme dar geliyordu.

Kalbim o kadar çok sıkışmaya başlamıştı ki geri geri gidip merdivenlerin trabzanlarına sırtımı yasladım. Geçmeme izin vermeyen adam şaşkınlıkla yüzüme bakarken kalbimi tuttuğumu görünce ne yapması gerektiğini bilememişti. Sırtıma batan metal korkuluk ile dengede kalmayı başardım ve bir süre durdum öylece.

Hayatım ellerimin arasından kayıp giderken bana akıl verecek tek kişinin burada olmayışı, sevdiğim insanların sırtlarını bana bir bir dönmesi canımı acıtıyordu. Hepsi babamın yüzündendi. O yapmıştı biliyordum. En sevdiğim insanları bir bir elimden almış ve ona muhtaç olmamı sağlamıştı. Babama muhtaç mıydım ? Evet muhtaçtım. Kimliğim bile onun elindeydi. Bırakın Mardin'i terk etmeyi konağın kapısından bile çıkamazdım. Düşünüyordum yapabileceğim şeyleri düşünüyordum. Ama hiç bir şey yapamayacaktım. Boynum büküldü kalbimdeki elimi indirdim ve ileriye doğru bir adım attım. Bacaklarım titriyordu. O salona girmek benim için ölümdü.

Sertçe yutkundum ve derin derin nefes aldım. İki yanımda sallanan ellerimi sıkıp yumruk haline getirdim. Bir adıma daha ihtiyacım vardı. Bir adım daha atsam gerisi gelecekti ama o adım sanki hiç gelmeyecek gibi arafta asılı kalmıştı. Sırtımda hissettiğim bakışlar yoğunlaşmaya başladığında konağın kapanma sesini son anda fark ettim. Şen bir kadın kahkahası duyduğumda kimin benim cenazemde güldüğünü merak ederek kafamı sertçe kapıya doğru çevirdim. Sarışın kadının şen kahkahası konağın boş avlusunda yankılanmış soğuk bakışımla karşılaşınca donmuştu. Üç kişiydiler. Birisi sarışın kadın, diğeri hayallerimi söndüren adam üçüncüsü ise ölüm fermanımın altına imzasını atandı.

Sarışın kadındaki rahatsız edici bakışımı çekip Baran Alemşah'a gözlerimi kısarak baktım, Kartal'ı yok saydım. Baran sadece gözlerime şaşkınlıkla bakarken Kartal'ın tuhaf bakışlarına bakmadım bile. Baran'a rahatsız edici şekilde bakarken annemin bana seslenişini duydum. "Ulya!"

Gözlerimi aniden çekip anneme döndüğümde gelenler salona girdi. Annem beni mutfağa doğru çekti daha sonra kapıyı arkamızdan kapattı. Mutfakta kimse yoktu, Annem. "Babanın yaptıklarını duydun mu ?"

"Daha ne yapmış olabilir ki ? Kurbanlık gibi satıyor beni zaten!" sesim yüksek çıkmıştı. "Dedenin siyasi kariyerine leke sürmeye çalışıyormuş. Deden gözaltına alınmış. Anneannenin kliniklerini ihbar etmiş. Etik olmayan işlemler yaptığını söylemiş, klinikler denetleniyormuş."

"Ne ?!" bağırdım! Bu kadar alçalmış olamazdı.

"Dedenin dostları bir şekilde bizi kaçıracaklar ama şu nişan bir geçsin dediler. Nişanda olay çıkarmayacağız sende öyle. Gülümseyeceksin, yalandan kahkahalar atacaksın! Gözlerindeki alevi söndüreceksin Ulya! Ulya olmayı bırakıp Meran olacaksın! Baban nişan geçtikten sonra ihbarlarını geri çekecek ondan sonra kimliklerimizi almaya çalışırız. Şimdilik babanın gözüne girmeliyiz."

Kafamı salladım, konuşmadık. Mutfaktan beraber çıktık ve salona doğru yürüdük. Salonun kapısına gelmeden annem bana doğru dönerek yapmacık şekilde güldü ve benimde gülmemi bekledi. Yapmacık gülümsememi yüzüme yapıştırdıktan sonra içeriye girdik annem babamın yanına otururken herkesten bağımsız konulan iki tane sandalye vardı. Sandalyelerin arasında on santimlik boşluk vardı. Birisinde Baran otururken diğerine geçerek oturdum. Bilerek kimseyle göz göze gelmedim ve sadece halıya odaklandım.

Salonun içinde sadece iki ailenin akrabaları yoktu ayrıca aşiretin tanınmış aşiretlerinin ağaları ve eşleri de vardı. En başta babam, Yekta ağa ve Kenan ağa vardı.

Bir süre konuştular. Halıya bakmaktan gözlerim ağrımaya başladığında annemin yapmacık gülümsemesiyle kadınlarla konuşmasına baktım. Bir saat olduktan sonra uzak akrabalarımızdan üç kız yanıma geldiğinde onlarla birlikte kalkarak mutfağa gittim.

Kızlarla birlikte kahveleri yapıyorduk. Çoğunluk orta içtiği için orta yapıyorduk. Bana cam bir cezve verip Baran'ın kahvesini yapmamı istediler. Baran'ın orta şekerli kahvesini yaparken çok ısrar etmelerine rağmen içine tuz koymadım. Kahveyi karıştırıp ocağa koyarken aklıma bir gelmişti. Atladığım bir detay. Kartal detayı...

Kartal için hatırladığı bir detay vardı o da Kartal'ın şekerli şeylerden nefret ettiğiydi. Lisede yemekhanedeyken çıkan tatlıları yemez bana getirirdi. Ben tatlıyı çok sevdiğim için kimin getirdiğini önemsemeden yerdim.

Kızlar pişen kahveleri fincanlara dağıtırken Büşra'ya döndüm aniden, "Bu kahveler önce kime verilecek ?" diye sordum.

Büşra "Önce ağalara vereceğiz abla!" dedi.

"Baran'ın kardeşine vermeyin." dedim sertçe ve karşı cevabı kabul etmediğimi bakışlarımla belli ettim. Kızlar dağıtırken hemen bir cezve çıkartıp sade bir kahve yaptım. Kalan kahveleri tepsiye yerleştirirken Baran'ın kahvesi herkesten farklı bir fincandaydı.

Kalan dört kahve fincanını, Baran'ın fincanını ve Kartal için yaptığım sade kahveyi tepsiye koyduktan sonra salona girdim. Önce Yekta ağa ve Evin hanıma kahvelerini verdim. Daha sonra kendi babama ve anneme verdikten sonra arkamı döndüm, Kartal ve sarışın kadın kendi aralarında hararetli bir şekilde konuşurken bir anda karşılarına dikilip kahve fincanını alması için dizlerimi hafifçe kırarak eğildim ve fincanı uzattım.

Kartal sarışın kadından gözlerini şaşkınlıkla çekip bana dikti. Kaşlarımı kaldırarak gözümün ucuyla kahveyi işaret ettim. Bana sertçe bakıp fincanı aldı. Kartal fincanı alır almaz bir yudum içmek için dudaklarına götürdü. İçerken kapanan gözleri kahvenin tadını aldığında şaşkınlıkla büyüyerek bana bakmıştı. Tek kaşımı kaldırdım ve Baran'ın önüne giderek sona kalan kendi fincanını alması için dizlerimi kırarak eğildim. Baran fincanı tepsiden alırken Kartal'ın şaşkınlıktan büyüyen gözleri benim üstümdeydi.

*

Dersten karnı ağrıdığı için lavaboya gitmeden önce elindeki ağrı kesiciyi içmek için kantine su almaya indi Meran Ulya Babür. Beden eğitimi dersinde olan 11. sınıfların erkekleri kantinde üstlerindeki eşofman altlarıyla oturuyorlardı. Az önce kıyasıya rekabet ettikleri basketbol maçından galip gelen takım kaptanını öven takım arkadaşlarının bağırışına rahatsız oldu Meran. Zaten karnı çok ağrıyordu ve bu ses sinirini daha çok bozuyordu. Kaşlarını çatarak grupça oturan erkeklere baktığında, kantinin kapısından girdiğinden beridir onu izleyen Kartal Alemşah ile göz göze geldi. Meran'ın çatılan kaşlarını fark ettiğinde arkadaşlarını sessiz olması için uyardı. Meran su ve sevdiği çikolatalardan alırken ona bakan kişiyi tanıdı. Yemekhanede üst üste çıkan tatlıları sürekli ona veren çocuktu. İsmini bilmiyordu, sadece verdiği tatlılara odaklandığı için kim olduğunu umursamamıştı. Küçük bir jest yapması gerektiğini düşündü, sonuçta kaz gelecek yerden ördek esirgenmemeliydi. Kartal Alemşah kantinde otururken kantinde ki ablaya sade Türk kahvesi yaptırdı. Kartal arkadaşlarıyla derin bir sohbete dalmıştı Meran'ın ona yürüdüğünü fark etmedi bile. Meran ağrıdan kıvransa da dimdik yürüdü yüzünde hiç bir mimik oynamadan sade kahveyi onu fark etmeyen Kartal'ın arkasından uzanarak masaya bıraktı. Kartal şaşkınlıkla arkasını döndüğünde Meran ile göz göze geldi. Meran hiç bir şey demeden yüzünde bir mimik bile oynamadan kantinin kapısından çıkıp gitmişti. Kartal Alemşah'ın tatlıları vermeleri bu olaydan sonra alışkanlık kazanırken Meran'a sadece tatlı vermemiş kalbini de vermişti. Kartal Alemşah'ın ilk aşkı Meran Ulya Babürdü! Kartal, Meran'ın düşmanlarının kızı olduğunu bilmeden sevmişti. Öğrendiğinde ise aşkı kara sevdaya dönüşmüştü.

*

 

Kartal aynı o gün ki gibi şaşkınlıkla ona bakmaya devam ederken Meran'da aynı o gün ki gibi yüzünde hiç bir mimik yoktu. Kahveler içilirken Yekta ağa konuşmaya başlamıştı. "Sebebi ziyaretimiz belli! Allah'ın emri peygamberin kavliyle kızınız Meran'ı oğlum Baran'a istiyorum!" Tüylerim ürperdi, üşümeye başladım. Karnımda başlayan tuhaf ağrıyı eklemlerimde ve ellerimdeki his kaybı takip etti. Kalbimin atışını duyabiliyordum. Boynumdaki damarlar atıyordu. Betim benzim atmıştı. Buz gibiydim.

Gözlerim anında dolarak babama baktım. Babam bana baktığında kimse umurumda olmadı ve kafamı olumsuz anlamda salladım. Babam kafamı olumsuz anlamda salladığımı gördükten sonra gülümsedi. Titriyordum. Babam bakışlarını benden çekerken annem yüzüme bana acıyarak baktı. Gözlerimi kapattım. Sessizce bekledim. Kurbanlık kuzu gibi sesimi çıkartmadan bekledim. Sesim çıkmadı, nefes almayı unuttum. Ben kendimden vazgeçtim! Ben ben olmaktan çıktım ben kurbanlık oldum! Ben satıldım! Ben istemediğim bir evliliğe mecbur kılındım! Ben öldüm!

Babam, "Baran düzgün, sözünün eri, güvenilir bir adam. Kızım Meran uysaldır, babasının sözünden çıkmaz. Ben ne dersem onu kabul eder. Bu sebeple kızım Meran'ı oğlun Baran'a gönül rahatlığıyla verdim gitti!"

Sarsıldım. Oturduğum yerden düşeceğim sandım. Kapalı olan gözlerim dolmuştu. Sağ tarafımdan düşen göz yaşımı hemen kimse görmeden sildim, ya da kimsenin görmediğini düşündüm. Gözlerimi açtığımda Baran gibi ayağa kalktım ve yan yana dikildik. Baran babam ve annemin elini öperken bende Yekta ağanın ve Evin hanımın ellerini öptüm daha sonra ortada kaldık ve Kenan ağa yüzüklerimizi tepsiden alarak taktı.

"Bugün burada Babür aşiretinin ve Alemşah aşiretinin kan davasını bozmak için ilk adımı attığına, birleşerek düşmanlıklarına son verdiğinin sevinciyle burada bulunmaktayız. Allah bu iki genci birbirlerine hayırlı eş etsin! Allah bu gençlere hayırlı, mutlu, huzurlu yıllar versin! " Kenan ağa kırmızı kurdeleyi kesmeden hemen önce annemin huzursuz gözüken ama dudaklarına yapışmış yapmacık gülümsemesine, babamın kabaran göğsüne baktım. Annemle göz göze gelirken babam yüzüme bile bakmıyordu. Kafamı çevirip samimiyetleri yüzlerinden akan Evin hanım ve Yekta ağaya baktım. Baran'ın tepsiyi tutan kız kardeşine, hemen yanında duran merakla izleyen sarışın kadına baktım. Herkes mutluydu. Baran'ın yüzünde gülümsemeyle farklı aşiretlerin ağalarıyla samimi şekilde konuşuyordu.

Ben dışında herkes mutlu gözüküyordu. Kimse bana dönüp sormamıştı. Ne babam, ne Yekta ağa, ne Kenan ağa, ne de evleneceğim adam Baran! Kimse fikrimi, düşüncemi önemsemiyordu.

Kurdele kesilmeden kafamı yere eğmeden Kartal'ı merak ettim ve gözlerim onu aradı. Kafam durduğu tarafı ararken yanımda konuşulanlar dikkatimi çekmedi. Kartal'ın durduğu yeri gözlerim bulduğunda farklı yerlere bakan yüzü dikkatimi çekti. Ona baktığımı hissetmiş olmalıydı ki yüzüme doğru çevirdi bakışlarını. İçimde kıyamet koparken bakışları içimdeki kıyameti daha alevlendirdi.

Bunu sen istedin diyordu bana, gözlerime kızgın bakıyordu. Bakışları doluydu, bir konuşsa benimle kavga edecek gibiydi. Ona karşı söylediklerimin altında ezildim, söylediklerimin hiç birisini yapamamıştım. Ne bizi haykırabilmiştim ne de istemiyorum diyebilmiştim! Bana hayal kırıklığı gizli gözleriyle baktığında aklımdan film şeridi gibi eski anılar geçmeye başladı. El ele tutuşup Cihan'dan ve korumalarından kaçtığımız, beni sevdiğini herkesin ortasında bağırdığı için sinirlenip okulun havuzunun yanından geçerken onu ittirdiğim, kitapçıda saatlerce oturup kitap okurken arkamda oturup onunda kitap okuduğu, kütüphanede ders çalışırken yan masamda oturduğu, bana asılan çocukları sıkıştırıp dövdüğü ve dövdüğü için disipline gittiğinde nedenini kimseye söylememeleri için çocukları tehdit etmesi... Ve daha nice anılar geldi geçti aklımdan. Gözlerim doldu. Gözlerimin dolduğunu sadece o gördü.

Ve işte o an o kısa anda alkışlar koptu! Kurdele kesildi.

Yüreğim dağlandı! Ölüm fermanım imzalandı! Ve ben öldüm! Öldüğümü ise sadece Kartal Alemşah gördü! Yani kayınbiraderim!

 

Loading...
0%