Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. BÖLÜM: HER ŞEYİN SORUMLUSU.

@nasende

 


Seni sevdiğim yollar

 

Gördüm canımı, kanımı seni severken
Seni sevdiğimi söylemek için giderken
Gördüm sana olan bakışlarını
Duymamışım
Canım senin için ağlarken
Görmemişim senin için yandığını
Hainmiş sana olan bağlılığım
Üzgünüm.
Seni artık sevemem
Yaseminli kız!
Seni artık sevemiyorum.
Canım; seni severken
Kalbimdeki seni çıkartamıyorum.

 

Bütün gece uyumadım.

Daha doğrusu uyuyamadım. Konakta uyuduğum son gecemdi. Her anlamda son gecem olmaya adaydı. Kaçamazsam da son geceydi, kaçarsam da son geceydi, yakalanırsam da son geceydi. İnkar etsem de korkuyordum. Bu yüzden bütün gece düşünüp, defalarca aynı şeyi planlamıştım. Uyuyamadığımı anladığım anda da ayarlamalar yapmaya başladım.

Benim hayatımın iki yarısı vardı. Birinci yarısı, ağabeyim öldürdükten sonra olanlardı. İkinci yarısı, babamın beni lise ikide okuldan aldıktan sonrasıydı.

Gardırobumun içinde parıldayan lüks markalı giysilere, sayısız çanta, sayısız ayakkabıya baktım. Hiç birisi beni mutlu etmemişti. Doğum günümde alınan pahalı hediyelere ihtiyacım yoktu ben sevgi istemiştim. Çok fazlasında da gözüm yoktu ki. Beni seven, olduğum gibi seven anneye ve babaya ihtiyacım vardı sadece. Ağabeyim olduğunda bu yokluğu çok önemsemiyordum. Çünkü ağabeyim vardı. Yanımda olduğun için beni de sevip sayıyorlardı. En azından istediklerimi yapmama izin veriyorlardı. Ama ağabeyim öldüğünde üstüme öyle bir saldırmaya başlamışlardı ki... Kendimi deney faresi gibi hissetmiştim. Babam beni bir asker gibi eğitirken annem leydi gibi eğitiyordu. 5. sınıfa giden bir çocuk saat 05.00'de niye uyandırılırdı ? Hasta olduğu için içmesi gereken ilaçları olduğundan mı? Okulu uzak olduğu için mi? Askeri kampa alınmışken bir leydi olması gerektiği için mi?

İlk iki seçeneğe kayabilirsiniz, normal olan o. Ama ben üçüncü seçeneğin boyundurluğu alınta köleleştirilmiştim. Saat 05.00'da uyanırdım. İki haşlanmış yumurta yerdim, hızlı uyanabilmem için en az 1-3 kilometre koşardım sonra ringe çıkardım. Daha gözündeki çapağı yıkamamış olan eğitmenlerle dövüş, savunma dersi alırdım. Saat 07.00'ye gelirken annem olaya dahil olurdu, onunla beraber Fransızca, İngilizce pratiği yapardım. Çantama beslenme niyetine koyulan elmalarla servise biner serviste babamın verdiği dosyalara anlamasam da bakardım. 5. sınıfa giden bir çocuk niye fizibilite raporu okuyup, büyüme-küçülme grafiklerine bakardı ki? Niye ekonomi dergisi okurdu, niye yazın sıcakta tarla teftişi için gezerdi?

Ben yapmıştım. Hepsini ve daha fazlasını bana yaptırdılar, sevmesem istemesem bile bende yaptım. Çünkü onlar benim anne ve babamdı. Onlar istiyorsa, doğruydu. Onlar istiyorsa, seni sevdikleri içindi. Sevdiğim resim dersine boş mesele olduğu için okuldan izin alarak beni etüt salonlarına sokmaları filan hep sevdikleri içindi.

Çocukken kendimi çok kandırırdım. Kendi kendime yalanlar söylerdim. O zamanlar kendimi inandırdığım bir yalanda annemin ve babamın beni çok sevdiğiydi. O yalanlar beni şu an olduğum hale getirdi. Korkak, çekingen, acımasız. Anneme babama karşı gelemeyecek kadar korkaktım. Sevdiğim şeylerle gizli gizli ilgilenemeyecek kadar çekingendim. Ve bana bıraktıkları acımasızlık mirası. Bu miras altında hep ezilecektim ve bu gün o miras ile Kartal'ı ezecektim.

Sadece kendimi düşünecek kadar acımasızken bana yardım etmeye çalışan Kartal'ı yakacaktım. Ben bir mektup yazmıştım. Gizli bir mektup. Yazdıktan sonra benim bile okumadığım bir mektup. Bu mektup iki kopyadan oluşuyordu. İkisi de aynı zamanda farklı mekanlara varacaktı. O mektup iki farklı yere ulaştığında ben çoktan Fransa'da olacaktım. Kendimi, Hayat'ı, dedemi, anneannemi, annemi... Güvenceye almamın tek yoluydu. Yazarken hiç bir şey hissetmeden yazdığım bir mektuptu. Çünkü yazılması gerekiyordu. Lise ikinci sınıfta Kartal'ın yüzünden yaşadıklarımın bir karşılığı olmalıydı. Çünkü ben üstünden yıllarda geçse kısasa kısası severdim.

Yıllardır biriktirdiğim, annemin çok sayıda alıp fark etmeden sattığım lüks markalı eşyaları sattıklarımdan elde ettiğim paraları yatırdığım bir yatırım fonum vardı. Dün itibariyle tüm parayı geri çekip, bankadan teslim almıştım. Para çok fazla değildi ama eğer kimliği bulamazsam yurtdışına çıkmak için kaçakçılara çok fazla para vermem gerekecekti.

Peki planım neydi? Mardin'den çıkıp Gürcistan'a gitmek. Oradan Rusya'ya gitmem, Yunanistan üzerinden Avrupaya gitmekten çok daha kolaydı. Yunanistan'dan kaçak yollarla geçemezdim, ama aynı şey Gürcistan üzerinden geçerli değildi. Fakat Kartal beni İstanbul'a gidip oradan kaçacağım diye bilecekti. Sonrasını her şeyi düşünmüştüm. Planıma güveniyordum. Ama şu an bana en lazımı paraydı. Gardırobumdaki kasayı açarak içindeki tüm mücevherleri, paraları alarak çantama doldurdum. Eşya almayacaktım çünkü içime eşya giyecektim o yüzden silahımı ve yedek şarjörümü de koymayı ihmal etmedim.

Ezan okunuyordu. Gözlerimi kapatarak masaya koyduğum ellerin üstüne kafamı yasladım. Uykum gram yoktu. Ama sabah ezanını huzur içinde dinlemek hoşuma gidiyordu. Kalkıp abdest aldım, sabah namazını kıldım. Dua ettim. Bugünün hayırlısıyla başarıya ulaşmasını diledim. Bugünün başarısızlığı yarının nikahıyla sonuçlanacaktı.

Namaz kıldıktan sonra odamdan çıktım. Rotam belliydi. Babamın çalışma odası. Sessiz ama kendimden emin adımlarla yürüyerek, kapıya doğru yanaştım. Hafifçe eğildiğimde kapı açılmıştı. Babamın kasasına doğru giderek şifre kısmı gelince duraksadım. Daha önce şifresi annemle evlendikleri tarihti ama o şifreyi değiştirdiğine emindim. Aklıma hiç bir şey gelmiyordu kısaca odasında, kitaplarında göz gezdirsem de bir seçenek bulamıyordum ki aklıma gelen tarihi hemen girdim. Ağabeyimin doğum tarihiydi. Yanlıştı ve son hakkımdı. "Off." dedim mırıldanarak. Biraz daha düşündükten sonra ağabeyimin odasının bu odanın tam karşısına taşındığını düşünerek ağabeyimin öldüğüm tarihe karar kıldım.

Evet açılmıştı! "Evet!" biraz yüksek çıkan sesimle kendi kendime kızdım. Birazdan yakalanacaktım ve sesim yüksek çıkıyordu. Gerçekten kaşınıyordum. Kasanın içinde duran annemin kimliğinin altındaki kimliği aldım başka bir şey almama gerek yoktu.

Odadan çıktığım gibi hızla odama girdim. Kimliğime sonunda kavuşmuştum. Üstümde bunun rahatlığını taşıyordum. Kimliğimi hemen bugün yanımda götüreceğim çantanın gizli cebine koydum. Artık kaçakçılara para dökmem de gerekmeyecekti. Çok fena rahatlamıştım. Açık olan tabletimden online olarak bilet almak için bir kaç site gezmiştim. Gürcistan üzerinden Rusya'ya otobüsle geçmek çok daha risksiz olacaktı. Bu yüzden uçak bileti almayı eledim. Rusya'nın sitelerine girerek kendime kalacak yer tuttum. Kalacak yerim olduğu için çok fazla bekletmezlerdi. Bilerek en iyi otellerin birisinden oda tutmuştum. Araba kiralamak da istiyordum ama oraya gittiğimde buna karar vermeyi düşündüm. Otelde rezervasyon yaptıktan sonra otelin adresini, oda numarasını kısaca otelle alakalı her şeyi küçük siyah deftere yazdım. Giderken yanıma telefonumu almayacaktım eğer alırsam beni bulmaları bir saatlerini almazdı. Rusya'ya gitmeyi başardığımda oradan telefon alacaktım. Bu yüzden telefonumda olan her şey arkamda kalacaktı.

Okulum, odam, yaşadığım şehir... Her şey burada kalacaktı. Sayılı anıyı, sayılı kişiyi özleyecektim. Ama bu şehri özlemeyecektim.

Eşyalarıma bakarak birazdan kahvaltıya inerken giyeceğim kıyafetleri çıkarttım. Çeyiz alışverişi için annem yeni kıyafetler aldığını söylediği için eşyalarımdan seçmemiştim. Saat kahvaltı saatine yaklaştığı için konaktan sesler gelmeye başlamıştı. Babam birazdan uyanacaktı ve ilk işi tarlaları denetlemek için konaktan çıkmak olacaktı. Annem babam uyandıktan 20 dakika sonra uyanarak bol köpüklü küvetine girecek sabah haberlerini tabletinden okuyup, duşunu tamamladıktan sonra çıkacaktı.

Bende duş almaya karar verdim, odamda durdukça detaylara boğulup kendi kendimi yoruyordum. Banyoma girerek neredeyse kaynar olan suyu açarak yıkanmaya başladım. Bu beyaz tenimi duştan çıktıktan sonra kıpkırmızı yapıyordu ama umurumda değildi. Kaynar su üstümden döküldükçe beynimin içine sızan düşünceleri alıp götürmesini istedim. Ya da direk düşünmemek istedim. Evet bu daha mantıklıydı. Düşündükçe, düşünesim geliyordu. Ayrıntıları aklıma kazıdıkça o ayrıntılara gömülüyordum. Ben iyi değildim ama hiç bu kadar da kötü olmamıştım. Kendimi sona hazırlarken düşünmeyi red eden sıcaktan uyuşan kafama gülümsedim. "Kurtuluyorum." Çünkü ben kurtuluyordum. Kaçışı, kurtuluş olarak nitelendirmek daha çok hoşuma gitmişti.

Saçlarımı sonunda şampuanlamaya karar verdiğimde şampuanımın da bitmek üzere olduğunu gördüm. Güldüm. Son kalan şampuanı elime dökerek saçlarımı köpürttüm. Belime kadar uzanan simsiyah saçlarım ıslandığında daha koyu olmuştu. İyice köpürtüp duruladım. Vücudumu iyice köpürtüp, durulanıp, duştan çıktım. Beyaz bornoza sarıldığımda tenimin kıpkırmızı olduğunu gördüm. Saçlarımı havluya sararken buğulanmış banyo aynamı elimin tersiyle silerek yüzüme baktım. Büyük siyah gözlerim, belirgin kaşlarım ve upuzun siyah kirpiklerim vardı. Alnım çok geniş değildi, burnum küçüktü. Dudaklarım orantılı bir şekilde büyüktü ve kıpkırmızıydılar. Ruj sürmüşüm gibi duruyorlardı. Aynadaki yansımamı hemen çektim, odama girerek bornozdan kurtuldum. Önce iç çamaşırlarımı giyerek her duştan sonra sürdüğüm kremimden sürdüm. Çok sıcak suyla banyo olduğum için krem sürmezsem kaşınıyordum. Kremlendikten sonra parfümümden bolca sıkıp üstümü giyindim. Saçlarımı sardığım havluyu açarak saçlarıma bakım yağı, kremi sürdükten sonra kuruttum. Kuruttuğum saçlarımı bugün hacimli kullanmak istediğim için fön çektim. Saçlarımı hallettikten sonra kahvaltı için seçtiğim kıyafetleri giydim. Ben bunları yaptığımda çoktan saat 07.00 olmuştu bile annemin topuklu ayakkabılarının seslerini merdivenlerde duyduğumda küçük paniğe kapılarak ayaklarıma geçirdiğim babetlerimle odamdan çıktım. Odamdan çıktığımda annem merdivenleri inmeyi bitirmişti bile hızlı davranarak merdivenleri indim. Annem sandalyesine oturduğunda hemen giderek yerime geçtim, nefes nefese kalsam da yetişmiştim. Çok abarttığımı düşünmeyin, annemin kendisi oturduktan bir dakika sonra masaya gelmemle benim tüm gün yemek yememe izin vermediğini bilmiyorsunuz.

Annem sessizce kahvaltısına filtre kahvesiyle başlarken hayatımda ilk ve son kez yenilik isteyerek reçeli ekmeğime sürerek başladım. Annem sabahları rafine şeker tüketerek başlamamı istemezdi. Rafine şeker demek kalori demekti. Kalori ise gelsin bol kilolar...

Senelerdir canımın istediği masanın o köşesine ağzım sulanarak baksam da yemediğim o reçeli bugün tattım, ve hayatımda çok büyük bir şey kaybettiğimi anladım. Çok güzeldi, çok lezzetliydi. Annem yediğim ekmeğe, üstündeki vişne reçeline odaklanmıştım ikinci dilim ekmeğimin üstüne de reçel sürdüm. Annem, "Onu yemeyi düşünmüyorsun herhalde."

Ekmeği ısırdım sessizce çiğneyerek yuttum. "Daha önce yemediğim için pişmanım."

Annemin parmaklarının arasında tuttuğu çatalı, bıçağı sıkıca kavradığını fark ettim. "Ekmek zaten zararlı bir de üstüne şekerle yapılmış reçeli sürüp yiyorsun."

"Anne ben 23 yaşındayım. Reçel yiyince yükselecek ne şekerim var ne de ekmek yiyince rahatsız olacak bir midem. Ayrıca bugün son kahvaltım sayılır o yüzden lütfen ne yemek istiyorsam onu yiyeyim." Anneme karşı ilk kez bu kadar uzun cümleler kurmuştum ve ona rest çekmiştim. Normalim evet annecim, hayır annecimken bugün son günüm olması üstüme çok fena bir rahatlık vermişti. Bu rahatlık beni yakabilirdi, dikkatli olmalıydım.

Annem gözlerini kapatarak, "Rahatlığının sebebi belli oldu küçük hanım." bıçağın ucuyla beni göstererek, "Hemen masadan kalkıyorsun. Yoksa babana gidip planladığın o şeyi anlatırım beni sınama." dedi ve oturduğu yerden sertçe kalkarak yukarıya çıkmak için merdivenlere yöneldi annem. Elimde tuttuğum çatalı sıkarken gözlerimi kapatıp nefes aldım. Gözlerimi açtığımda gözlerim ıslak ıslaktı. Dudağıma yayılan acı tebessümüm ile kafamı eğdim. Hemen önümde duran vişne reçelinin kasesine çatalıma götürerek meyvesinden alarak ağzıma götürdüm, ağzıma mayhoşumsu tatlı tat yayılırken gözümden tutan yaşlara mani olamadım. Sevilmemek çok kötüydü. Sevilmediğini bilmek daha kötüsüydü. Ağzımdaki tat ile ayağa kalkıp mutfağa giderken göz yaşlarımı yok ettim. Gözlerim Hayat'ı ararken bulamamak omuzlarımın düşmesine sebep olmuştu, Aynur teyzemin yanına gittiğimde çekinerek "Hayat nerede Aynur teyze?" diye sormuştu.

Aynur teyzem yıkadığı bulaşıklardan gözlerini kaçırmadan dümdüz çıkan sesiyle, "Hayat yok hanımım!" dedi. Hayat yok dedi, hayat benim için zaten yoktu.

"Özür dilerim." dedim, yineledim. "Aynur teyze gerçekten çok özür dilerim. Hakkını helal et! " dedim yüzüne bakmayı sürdürdüm ama bana bakmadı Aynur teyzem. Bana dönüp bakmadı, bir şey de söylemedi. Yüzüm düşmüştü, tırnaklarımı avcuma bastırarak kafamı salladım. Yavaş adımlarla mutfaktan çıkarken kamburlaşmıştım. Odama çıkarken belki de bir daha hiç giremeyeceğim ağabeyimin odası geldi aklıma. Boğazımda oluşan yumruyu sertçe yutmaya çalışarak gittim kapının önüne, elim kapı kulpunun önünde beklerken ağabeyimin yüzü gözümün önünde sesi kulaklarımdaydı.

Kapıyı asılıp açarak girdim. İçerisi aynıydı, içindekilere hiç dokunulmamıştı sadece arada temizlenirdi o kadar. Ağabeyim kokuyordu oda. Onun gibi hoş bir parfüm kokusu hakimdi. Odanın duvarları krem rengiydi ve üstünde asılı üç tane fotoğraf vardı. İlkinin önünde duruyorken yüzüme gülümseme yayılmıştı. Ben daha yeni doğmuşken ağabeyim beni kucağına almış beni yanağımdan öperken çekilmiş bir fotoğraftı. Gözümden akan yaşlar çoğalmıştı ama aynı zaman da gülümsüyordum. Ağabeyim bana babalık yapmıştı. Babam kız çocuğu olduğum için yüzüme bakmazken ağabeyim beni güldürürdü. Annem ile babam ağabeyimin üstüne çok düşüyorlardı o zaman, onunla çok ilgilenirlerdi. Bir sürü kursa giderdi, erkenden uyanırdı. Daha liseye giderken üç dil biliyordu, babam her yaz onu bir aylığına Adana'ya gönderir oradaki karpuz ve portakal tarlalarının başına yollardı. Diğer aylarını yurtdışında geçirirdi. Ağabeyimin üstüne düştüklerinden benimle pek ilgilenilmezdi. Beni de kurslara gönderir derslerimin üstünde dururdu annem ama babamın umurunda olmazdı. Gülümseyerek fotoğrafı aklıma kazıdım. Ağabeyime minnettardım. Annemin ve babamın gerçek karakterlerini, gerçek yüzlerini benim görmemi geciktirdiği için.

İkinci fotoğraf futbol turnuvasında takımca kazandıkları madalyalarla çekildikleri bir formaydı. Üçüncü fotoğraf ise aile fotoğrafımızdı.

Odanın içine girdiğimde oturduğum tekli koltuğa oturarak kitaplığın üstündeki kitaplarda parmaklarımı gezdirdim. Burası huzur bulduğum yerdi, odamda bile bulamadığım huzuru bulduğum yerdi. Göz yaşlarım yanaklara düşse de kalbim ağabeyimi görüyor gibi heyecanlı atıyordu. Bir süre koltukta oturarak odanın her köşesini her detayını aklıma kazıdım, vaktin geldiğini anladığımda kalktım odadan ve eğilip bükülerek çıktım kapıda.

Ben o kapıyı evin bir üyesi olarak açmıştım, koltuğa oturup kalktığımda artık misafirdim. Aşiret ağalarının bu odadan çıkarken hissettikleri suçluluk, mahçupluk gibi eğildim büküldüm.

Çünkü bu oda Mardin'in en kanlı odasıydı. Mardin'in sırrı çözülemeyen cinayet kurbanın odasıydı. Mardin'in emniyet müdüründen, valisine kadar hepsi söz vermişlerdi babama ve dedeme. Katili bulacaklardı. Davaya bakmak için bir sürü savcı gelip geçmiş, babam onlarca avukatı kovmuş onlarcasını ülkenin dört bir yanından bulup getirmişti. Ağabeyimin kanının kuruduğu yere, bizim konağın içine kadar getirip nasıl bıraktıklarından, nerede öldürüldüğüne kadar hiç bir bilgiye ulaşılamamıştı. Ağabeyimin kayıp eşyaları bile bulunamamıştı.

Odadan çıktım, adımlarımın üstünde sertçe yere basarken unutmak istediğim anların görüntüsünü yansımamda gördüm. Bir andı, bir salise fakat hemen unutmak ve aklımı dağıtmak için kafamı iki yana sallayarak odamın kapısını açtım.

Sabah duş aldığım için annemin yatağımın üstündeki kıyafetleri giyecektim sadece. Kırmızı uzun kollu triko hırka, beyaz askılı topuklarıma kadar gelen beyaz günlük bir elbiseydi. Üstümdekilerden kurtulup uygun iç çamaşırı takımıyla üstüme elbiseyi giydim. Parfümümden bolca sıkıp makyaj masama oturdum. Yüzüme çok ince yapıda olan fondötenden sürerek iyice yaydım. Yanaklarımı ve göz kapaklarımın gölgelendirip bolca kırmızı allık sürdüm. Hızımı alamayarak allığı göz kapaklarıma da sürmüştüm, kaşlarımı tarayıp uzun kirpiklerime rimel sürdüm. Çok güzel olmuştum, dudaklarıma kırmızı renkte ama çok rengini vermeyen gloss sürdüm. Aşırı doğal bir makyaj yapmıştım. Görüntüm gülümsememi sağlamıştı.

 

Bir saat önce saçlarımı güzelce yaptığımdan saçlarıma dokunmadım, boynuma beyaz incili bir kolye takmıştım sadece

Bir saat önce saçlarımı güzelce yaptığımdan saçlarıma dokunmadım, boynuma beyaz incili bir kolye takmıştım sadece. Ayaklarıma minik topuklu beyaz ayakkabıları giyip, dün hazırladığım çantanın içine yanıma almam gerekenleri aldım. Omzuma astığım çantam çok büyük değildi göze batmayacaktı ama içine siyah tayt, siyah tişört ve siyah bir şapka sığmıştı. Bugün onlarca kıyafet deneyeceğim için deneme kabinlerinin içinde hemen altıma giyecektim. Güneş gözlüğümü kafamın üstüne takıp kırmızı hırkayı giyerken bir anlığına dejavu oldum. Sanki bu yaşadığım anı daha önce yaşamıştım. Bir süre düşünsem de konağın avlusundaki hareketlenmeler ile düşüncem yarıda kesilmişti. Büyük ihtimalle gelmişlerdi, annemde avluya iniyordu. Annem avludan indiğinde aynadan kendime bakarak nefeslendim, odamın kapısına yürürken dönüp son kez bakarak çıktım.

Merdivenlerin başına geldiğimde esen rüzgarla omuzlarımdan arkaya doğru kayan hırkayı önüme doğru çekerek bir iki düğmesini kapattım. Avluda ki insanların varlığı ya da yokluğu beni ilgilendirmezken üstümde hissettiğim bakışlarla kafamı hafif eğip bakmış merdivenleri inmeye başlamıştım. Merdivenlerin ortasındayken annemi, Evin hanımın yanında görmüştüm. İkili sadece konuşuyordu, yanlarında Gülendam ve Leyla vardı. Aşağıya indiğimde hiçbir erkeğin avlunun içinde olmadığını görmek rahatlamama sebep olurken Kartal'ın söyledikleri aklıma bir kez daha geldi. O bugün Mardin'de olmayacaktı! Annemin yanına geldiğimde annem kısaca beni süzmüştü, Evin hanım gülümseyerek, "Hoş geldin güzel kızım." dedi, gülümsedim. Çok samimi bir kadındı, gülümsemek güzel yüzüne çok yakışıyordu. Hafifçe diz kırarak elini öpüp alnıma götürdüm, Evin hanım sırtımı sıvazlayarak beni yanına çekti. "Bugün senin günün, istediğin beğendiğin her şey senin olacak. Parmağının ucuyla göstermen yeterli güzel kızım."

Gülümsedim ve kafamı olumlu anlamda salladım. Evin hanım anneme bakarak, "Gidelim mi Melda hanım?"

Annem kafasını olumlu anlamda sallayarak yanına gelen Aynur teyzeme doğru baktı. "Gidelim Evin hanım." dediğinde konaktan çıktık. Gelen arabalara bindikten sonra şoförler alışverişin yapılacağı yere doğru sürmeye başladı. Çarşıya gelmiştik, önce kuyumcuların olduğu yere arabaları park ettiklerinde indik. Altın bir gelinin en önemli çeyizlerindendi. Altın demek burada lüks değildi sadece gerekli bir şeydi. Vitrini en kalabalık olan kuyumcuya Evin hanımın ilerlemesiyle girdik. Annemle, Evin hanım konuşarak beraber ilerliyorlardı. Benim yanımda koluma giren Gülendam vardı ve arkamızdan Leyla geliyordu. Kuyumcunun serin dükkanının içine girdiğimizde ferahlamıştım. Alnıma terden yapışan saçlarımı boştaki elimle arkaya doğru attım. Saçlarımı ensemden çekmemle çok güzel bir şekilde serinlemiştim. Gülendam ile birlikte Evin hanımın yanına gittik. Evin hanım vitrinin arkasındaki yaşlı ama güler yüzlü adama, "Hulusi abi en yenileri en güzelleri çıkart güzel gelinim için." dediğinde sonunda gülümseyerek bana bakmıştı. Evin hanıma utanarak gülümsedim. O kadar güler yüzlü bir kadındı ki annemin 23 senedir gülümsemediği kadar gülümsemişti bana. İçim sıcacıktı.

Hulusi bey, Evin hanımın konuşmasıyla, "Hemen hanımağam." dedi, çırağına dönerek "Hemen hanımağalarıma çay, kahve ne isterlerse getir." dedi sonra bize tekrar dönerek "Hanımağalarım oturun lütfen." dedi gülümseyerek vitrinin arkasından çıkarak kuyumcu dükkanın arkasına ilerledi. Özel müşteriler için arkada kasalarının olduğunu biliyordum. Evin hanım ile annem tekli koltuklara geçerken biz siyah deri koltuğa yan yana oturduk. Yanımdaki Leyla hafifçe rahatsız olarak kendisini geri çekmişti kafamı ona çevirerek, "Rahatsız mı oldun?" diye sordum, kafasını olumsuz anlamda salladı ama yüzü buruşuktu. Gözlerimi geri çekerken üstüne dar ip askılı bir bluz giydiği için belli olan hafif çıkmış göbeğini gördüm, benim fark ettiğimi görünce yanındaki çantasını karnının üstüne koymuştu. Bakışlarım geri önüme döndüğümde kendimi sıktım. Orada burada ahlak bekçiliği yapan insanların asıl ahlaksızlığı kendileri yapmaları gibi çok büyük tezatlıkları vardı. Evlenmemek için bahane olarak kullandığım sevgili lafını büyüten Kartal üstünden zaman geçmesine rağmen sevgilimin olup olmadığını sorgularken kendisinin evlenmeden çocuk yapması çok büyük tezatlıktı. Pislik herif. Örnek olarak söylediğim hamilelik kelimesinden beni hamile yapacak kadar pislikti, bencildi. Sadece kendisini ve kendisinin çıkarlarını düşürüyordu. Eğer bir şey onun değilse o şeyi mahvetmek için elinden geleni yapardı. Sevgili olma isteğini ret ettiğimde konağı beni yakacağını bile bile yakması gibi. Küçük şeytan. Kolumun acısını hala daha hissedebiliyordum morluğu kapatabilmek için iki kat fondöten sürmüştüm.

Sinirlenmiştim. Yanımda oturan Leyla'yı gördükçe daha çok sinirleniyordum. Beni çamura bulamış kendisi geriye yaslanıp hiç bir şey olmamış gibi devam edebilmişti. Hiç düşünmemişti burasının Mardin olduğunu ve benim kız olduğumu. Kendi canı yanıyor diye beni senelerce yakmıştı. Sinirli olduğumu titrettiğim bacağımdan, dişlerimi sıkmaktan belirginleşen çenemden anlayabilirdiniz. Ama şu an kimse bana odaklanmadığı için sertçe nefes alıp vererek kendimi sakinleştirdim. Hulusi bey dükkanın arkasından yanındaki iki kişiyle beraber zar zor taşıdıkları metal kutularla gelmişlerdi. Cam vitrinin üstüne bırakılan metal kutularla aynı zamanda gelen kahveler ikram edilmişti. Kahveyi alarak yudum yudum içmiştim, kahve sinirlerime iyi gelmişti. Hulusi bey kutuları şifrelerini girerek açarak içinden siyah kadife kutular çıkartmaya başlayarak cam vitrine boydan boya sıralamıştı.

Evin hanım "Hulusi abi hepsini çıkart sen sonra biz bakalım. Şu ağır işlemeli olanlardan da çıkart. Bilezik, kolye, küpe... ne varsa elinde bakalım hepsine."

Hulusi bey, Evin hanımın sözüyle aşağıya eğilerek vitrinin altındaki çekmecelerde olanları da çıkarttı. Çıkarılanlarla annem, "Evin hanım burada işimizi halledelim sonra bizim kuyumcuya da gideriz." dedi,

Evin hanım, "Bunları beğenmediniz mi Melda hanım?" demişti şaşırarak.

"Yok. Hepsi çok güzeller. Ama biz de Ulya'ya alacağız ya oradan almamızı söyledi Saltuk."

Evin hanım, "Aaa, tamam o zaman gideriz gideriz tabii."

Yanımdaki Leyla kolunu arkadan uzattığında sırtıma değdi, Gülendam'ı dürterek, "Bana da alınacak değil mi?" demişti yarım yamalak Türkçesiyle.

Gülendam yanımda kızarırken utanarak kısık çıkan sesiyle, "Alınır tabii Leyla yenge." demişti, hiç bir söylemeden dinlemiştim.

Hulusi beyin her şeyi ortaya sermesiyle Evin hanım ayaklandı, elini bana doğru uzattı elini hafifçe tuttuğumda yan yana geldik. "Ne istiyorsan seç kızım." annem bu seçimle ilgilenmezken elimle gösterdiğim bir set olmadı. Hepsi birbirine benziyordu. Hepsi güzeldi ama çok fazlaydı. Çekinerek kısa kısa hepsinde göz gezdirirken önce yanıma Leyla geldi sonra da Gülendam.

Hiçbirisini gösteremezken bu halime Evin hanım gülümsemişti. Evin hanım beğendiği güzel olan setleri gösterirken ben kısaca "Güzelmiş." diyebiliyordum. Aşırı utanıyordum. Beğendiklerim vardı elbette ama beğendiklerime güzelmiş diyemiyordum. Evin hanım güzelmiş dediğim tüm setleri ayırttı, bilezikler için Adana burması seçilmişti. Ağır işlemeli takılardan iki tane aldıklarından tüm boynum zaten dolmuştu. İki düzine bilezik seçilmişti raflardan hiçbirisini beğenmemiştim, takmayacaktım zaten. Bu yüzden rahattım sanırım. Evin hanım, Gülendam'ın beğendiği damla şeklinde olan pırlantalardan yapılma seti de seçmişti. Gülendam'ın hepsine gözünü alamayarak baktığını görünce kıyamayarak kızına bir set almıştı. Gülendam gülerek annesine sarılıp yanaklardan öpünce gülümseyerek izledim, gözüm anneme kayınca umursamazca telefonuna baktığını görmüştüm. Leyla, yanımdan ayrılarak Evin hanımın yanına gelerek, "Ya bana anne?" diye sormuştu,

Evin hanım benim duymadığımı düşünerek "Kız sus sana evlenirken alacağız işte." Leyla oflayıp puflayıp yerine oturduğunda bir süre sonra bizde oturduk. İşler bitmişti. Kuyumcudan çıktığımızda dışarıda bekleyen Aynur teyzemin yanına gitti annem, güneş gözlüğünü takarak "Bizim kuyumcu neredeydi Aynur?" diye sormuştu, Aynur teyzem tarif ettiğinde bizde arkalarından yürüdük Gülendam koluma girdiğinde diğer yanımda duran Evin hanıma dönerek hafifçe gülümsedim, "Teşekkür ederim, bu kadar çok olmasına gerek yoktu ama..." dedim sesimdeki mahcupluğu hissettim.

Evin hanım gülerek, "Kızım ilk defa bir gelinin kaynanasına altınlar için bu kadar çoğuna gerek olmadığını söylediğini duydum. " elini elimin üstüne koyarak okşadı. "Allahıma şükürler olsun her gece dua ediyorum senin gibi bir gelinim olacak." dediğinde içim burkuldu. Kaçmakta hata mı edecektim? Bu kadar iyi bir kadını nasıl üzebilecektim? İçim parçalandı. Önüme döndüm, kalbimin acıdığını hissediyordum.

Annemin bir kuyumcu dükkanının içine girmesiyle arkamızdaki korumalar kapıda kalacak şekilde bizde girdik. Kuyumcu çok aydınlık bir ışığı vardı, ışık içeriye girer girmez gözlerimi kısmama sebep olmuştu. Kuyumcunun sahibi olduğu belli olan orta yaşlı adam, "Hoş geldiniz hanımağam." diyerek annemi selamlamış sonra Evin hanıma selam vermişti. "Sizde hoş geldiniz hanımağam." demişti annem selamlaşmayı kısa keserek belini dayadığı vitrinden, "Bize sipariş verdiklerimizi göster, birde elinde yeni setlerden varsa onları da."

"Hemen hanımağam." diyen adam önceden hazırladığı set kutularını raftan alıp vitrine açarak koymuştu sadece. Bu setlerin tek özelliği pırlanta, safir... gibi değerli taşlarla yapılmış olmasıydı. Safirli olanı annem çok beğenmişti yüzünden belliydi onu kenara ayırdıktan sonra diğer üçüne bakmadan "Hepsi olsun." dedi.

Daha sonra vitrindekilere baktı. "Şunlar Adana mı oluyor Trabzon mu?"

Adam, "İkisinden de var hanımağam, hangisi olsun?"

Annem, Evin hanıma bakarak, "Evin hanım siz Adana aldınız bizde Trabzonlardan alalım." dedi gülümseyerek, adam komutu alınca Trabzon burmalarından çıkarttı. "Şu altın zincirlerden, beşlilerden daha önce senden almıştım. Başka ne eksiğimiz kaldı." annem bir süre düşündükten sonra "Altın kemer." dedi, Evin hanım anneme yaklaşarak, "Altın kemer adeti erkek evine aittir Melda hanım." dediğinde "Ben çok fazla adet bilmiyorum Saltuk al dedi diye alıyorum." dedi sadece düz çıkan sesiyle.

Evin hanım bunun üstüne konuşamazken annem kemerlerden birisini aldı. Altın alışverişini sonunda hallettikten sonra dükkandan çıktık. Annemle, Evin hanım öne geçerek ikisinin beğendiği dükkanlara ayrı ayrı giriyorlardı. Tesettür eşyaları satan dükkana girdiğimizde annem, "Ulya kapanmayacak yalnız." demişti sertçe.

Evin hanım hafifçe gülümseyerek, "Meran kızım neyi nasıl isterse öyle. Buradan düğünlere, davetlere gitmek için kıyafet alacağız. Etektir, bluzdur filan..."

Annem askıdaki kıyafetlere burun kıvırırken ben beğenmiştim. Zaten annemin buradan beğenmesini beklemezdim beğenseydi çok şaşırırdım çünkü. Annem beğenmese de gayet güzel, kaliteli eşyaları olan fiyatları üst sekment bir markaydı. Pileli eteklerden her rengi beğenerek aldı Evin hanım. Deneme kabinine giderek denediğim takımların var olan renklerinden, denediğim fırfırlı bluzlerden bir kaç renk. Blazer ceketli yelekli takımlardan, kabanımdan, şişme ceketime... kadar her şeyi almıştık. Denemekten yorgun düşmüştüm, ama görevi halletmiştim. Çantamdaki siyah taytı giymiştim ama tişörtü giymemiştim onu hastaneye gittiğimde halledecektim. Bir sürü kıyafet aldıktan sonra annemde altta kalmamak için bir sürü kıyafet daha aldı. Ünlü bir mağazaya girerek çanta, ayakkabıdır onları da aldıktan sonra dinlenmek ve yemek yemek için Mardin'in ünlü restoranlarından birisine geldik. İçeriye girdiğimizde cam kenarındaki rezerve yere geçtiğimde içerisinin soğukluğu karşısında sevinmiştim. Çünkü Mardin sıcağında öğlen vakti dışarda olmak demek eziyet gibiydi.

Yemekler oturduktan bir süre sonra geldi, yenildi, üstüne kahveler içildi daha sonra kalktık. Tekrar çarşıya girmek yerine annem alışveriş merkezine gitmeyi önerdi, o yüzden yarım saatlik yolculuktan sonra alışveriş merkezine gelebilmiştik. Annem beni şaşırtmayarak lüks markaların olduğu kata çıkardı direk. Annemin sürekli alışveriş yaptığı Fransız markasının içine girdiğimizde Gülendam ile beraber bakınmaya başladık. Gülendam beğendiği elbisenin etiketine el attığında gözleri kocaman açıldı. "Fazladan mı sıfır var? Bu fiyat bu elbiseye mi? İnanmıyorum." diyordu etikete bende baktım. 100.000 tlden fazla bir miktarı vardı. Leyla, "Kur farkından dolayı çok pahalı gözüküyor ama normalde de pahalı bir marka burası." Leyla yanımıza gelerek Gülendam'ın elindeki elbiseye baktı tekrar konuşarak, "Ama çok güzelmiş. Fiyatına değer." Üçümüz bir elbisenin başında durduğumuz için bu durum arkada kalan annemle Evin hanımın dikkatini çekmişti. Yanımıza geldiklerinde mağazanın müdürü anneme doğru geliyordu. "Hoş geldiniz Melda." hanım dediğinde genç kadın annemin dikkati dağıldı. Kadına doğru bakarak, "Hoş bulduk canım. Yeni koleksiyon gelmiş sanırım."

"Evet Melda hanım geldi incelemek istersiniz diye sizin sevebileceğinizi düşündüğüm parçaları ayırdım. Sizde hoş geldiniz Ulya hanım." dedi kadın son cümlesini bana bakıp gülümseyerek söylemişti, gülümseyerek kafa selamı verdim sadece. Annem yeni koleksiyonu incelemeye giderken, Leyla arkalarından "Bende gelmek istiyorum." diyerek gitmişti.

Evin hanım yanıma yaklaşarak eliyle arkadan dirseğimi tuttu, "Beğendin mi kızım?"

Güzeldi ama gereksiz pahalıydı, annemin aldığı her şey her zaman gereksiz pahalı olmuştu. Babam annemin gereksiz pahalı alışverişlerine bir şey demezdi çünkü onun da hoşuna gidiyordu. Ama bana hep küçüklüğümden beridir gereksiz geliyordu. Elbiseyi yerine astım, Evin hanıma bakıp gülümseyerek "Biz daha güzellerini aldık." dedim. Kadın gayri ihtiyarı gülümsedi ve tekrardan sordu. "Kızım bugün senin günün, eğer beğendiysen fiyatı neyse verir alırız. O yüzden çekinme güzel kızım."

"Yok gerçekten istemiyorum biz daha güzellerini aldık. " dedim tekrardan samimiyetle gülümseyerek Evin hanımın yüzüne baktığımda kafasını sallayarak "Peki. Peki. "dedi üstüme düşmedi.

Biz mağaza personelinin bizi götürdüğü yere gidip otururken annem kendisi için ayrılanlara bakıyor Leyla'da beğendiklerini deniyordu.

Annem elindeki askılıklarla arkasından yürüyen çalışan genç kıza "Bunları kasaya götür hepsini paketlettir, onlar Ulya'nın. Kendim için sipariş verdiğim çanta gelince konağa teslim edersiniz." Genç kız kafasını sallayarak kasaya yürürken, Gülendam ve annesinin bakıştığına şahit oldum. Annem adına utandım. Bu kadar görgüsüz, doyumsuz nasıl olabiliyordu anlamıyordum. Benzer elbise modellerinden bir sürüsü vardı ama hep daha fazlasını alıyordu. Mağaza müdürü annemin yanına geldiğinde gözlerimi utanarak kaçırdım, tırnaklarımı bastırarak kendimi sıkıyordum. Yanındaki insanları çevresini küçük düşürmeye bayılırlardı, annem ile babam. İnsanlarla dalga geçmeyi severlerdi. Başkalarında yok sanarlardı, bilmezlerdi ki belki de o insanlar var olan şeylerini göstermek istemiyorlar. Chanel giysilerim, Dior çantam, Prada ayakkabım olsa ne yazardı bir gram sevgi, bir kez gülen yüz, anlayış görmedikten sonra. Beni hiç tanımayan, bilmeyen Evin hanım bile benim istediklerimi önemserken, bana gülümserken annemden hiç bunları görmemek canımı yakıyordu. Gözlerim doldu, kimse fark etmedi ama canım yandı. Ben hiç bir zamana lüks markalı bir şey istemezken, her şeyi yığmışlardı bana. Beni onlarla mutlu sanmışlardı ama ben onlarla kendimi daha çok kötü hissetmiştim.

O pahalı eşya yığının arasında, pahalı kokuların ardında kendime sevgi bulamadıkça bir önemi yoktu. Keşke yoksul olsaydık da annem babam yanımda olsaydı. Keşke bir tane elbisem olsaydı da kalbim sevgiyle dolup taşsaydı.

Dokunsalar ağlardım, Gülendam dokundu. Daldığım noktadan çekip çıkarttı beni sırma gibi saçları örgülü kız, ona baktım. Gülümsüyordu iki yanağındaki gamzeleri oldukça belirgindi, mahcupluk içinde gülümsedim. Annemin hissiz ses tonu mağaza vitrinlerinde gezinirken annem yine yaptı yapacağını, "Kabindeki kızın da denediklerini ödeyeceğim." dedi kasadaki adama. Utandım, yerin dibine girdim. Leyla, "Teşekkür ederim Melda hanım." diye sevinçle konuşurken Evin hanım hızlıca oturduğu yerden kalktı. "Teşekkür ederiz Melda hanım ama gerek yok."

Annem kartını uzatmadan, "Ay lafımı olur canım hem gelininiz çok beğendi bence baksanıza üstünden çıkartmamış bile."

Evin hanım kızgınlıkla Leyla'ya bakarak, "Çıkart kızım kıyafetleri." dedi.

Annem kartını uzatarak olaya vurucu noktasını yaptı, "Leylacım kıyafetleri hiç çıkartma hayatım, sadece etiketleri kessinler." Evin hanım Leyla'nın yanına yürürken Gülendam'a mahcupla baktım. Kıyamam genç kız utançtan kızarmıştı. Annem dikleştirdiği yürüyüşüyle yanıma gelerek "Hadi kalk bakalım daha bu katta bir sürü yere gireceğiz." dedi,

"Annecim bu kadarı yeterli olmaz mı?"

"Ne yeteri Ulya! Daha yeni başlıyoruz!" dedi annem ve tek başına mağazadan ayrıldı. Poşetleri kapıdaki kendi korumasına teslim ettiğinde istemeyerek de olsa Gülendam ile kalktık. Annemin arkasından ilerlerken en arkadan Leyla ve Evin hanım geldi. Biz annemin görgüsüzlüğünün önderliğinde mağazalara girdik, çıktık. Alışveriş merkezine servet ödediğimiz sırada telefonuma bir mesaj sesi geldi. Telefonumu çantamdan dikkatli bir şekilde çıkardığımda mağazanın en ucuna doğru tek başıma ilerledim. Diğerleri vitrindeki çantalara bakarlarken sağımı solumu güvene almak için etrafıma bakındım son kez arkama baktıktan sonra mesajı açtım. Mesaj telefonuma kayıtlı olmayan bir numaradandı, Kartal ama olduğunu biliyordum.

"Hazırlan" yazmıştı sadece.

Vakit gelmişti.

Telefonu kimse fark etmeden çantama koyarak yavaş adımlarla ilerledim, ilerledikçe nefes alışverişimi derinleştirdim. Sertçe nefes alıp veriyordum, elimi göğsüme doğru götürdüğümde Gülendam bir anda gülerek suratıma bakmış fenalaştığımı görünce telaşla, "Daye, Meran yengem iyi değil galiba." dedi aniden,

Bana doğru gelmeye başladığında elimi ona doğru uzatarak gözlerimi yukarıya doğru kayarak Gülendam'ın üstüne doğru düşmeye başladım. Evin hanım korkuyla çığlık atınca annemin yapay çığlığını da duymuştum.

Annem, "Ulya!" diye bağırırken,

Evin hanım, "Meran kızım." diye bağırmıştı. Gülendam beni taşıyamayınca sırtımda belimde yüzümde özellikle yanaklarımda eller hissettim. Kafam arkaya düşünce Evin hanım korkuyla kapıdaki korumalara bağırdı, "Gelin buraya!" diye bağırmıştı, koşan adımların seslerini duydum. Beni korumalardan birisinin rahatlıkla kucağına alarak koşmaya başladığını anladım. Bunlar olurken kirpiklerimi bile kırpıştırmadım. Annem mimarlık yerine keşke oyunculuk okusaydın dediğinde haklıydı. Resmen uyukluyordum.

Asansörden arkamda ağlayan Gülendam ve telaşlanan Evin hanımla indik. Evin hanım telefonuyla Baran'ı aramıştı. "Oğlum koş alışveriş sırasında Meran bayıldı biz hastaneye gidiyoruz." demiş ve kapatmıştı.

Asansör durduktan sonra otoparktaki arabanın arka koltuğuna kafam Evin hanımın dizlerindeyken yatırıldım annem öne otururken diğerleri arkadaki arabaya binmişti. Evin hanım, "Allah'ım gelinime bir şey olmasın!" diye telaşla dua ederken annem soğukkanlılığıyla, "Şekeri düşmüştür Evin hanım bu kadar telaşlanmayın. Çok fazla sıcakta gezdik ya o yüzdendir, şimdi hastanede bir serum takarlar kendine gelir." dedi oyunuma ayak uydururken.

Hastane alışveriş merkezine yakın olduğu için çok uzun sürmeden varmıştık. Araba durduğunda beni kucağına alan aynı zamanda arabayı kullanan adam inerek acildeki personele bağırdı. "Hastamız var." diye bağırmıştı bir süre sonra, sedyenin tekerlek seslerini duymuştum. Hemşireler arabadan beni dikkatle çıkartıp sedyeye yatırarak hastanenin içine soktular arkadan gelen Evin hanımın, "İnşallah bir şey yoktur. Hemen toparlanır." diyen sesini duydum.

Beni sedyenin üstünde bir yere götürerek perdeyi çektiler, işte burada Kartal'ın devreye girmesi gerekiyordu. Kulağıma bir nefesin sesi geldikten sonra "Gözlerinizi açabilirsiniz." diyen kısık sesle bir ses gelmişti. Gözlerimi açtıktan sonra bana yukarıdan gülümseyerek bakan beyaz önlüklü genç bir adam vardı, "Size yardımcı olmam için Kartal bey ayarladı beni. Şimdi sizi sedyeyle odaya çıkaracağız, orada istirahat edeceğinizi söyleyeceğim. Sonrasını anlayacaksınız zaten. Siz şimdi tekrar gözlerinizi kapatın." der demez odaya giren hemşirelerle gözlerimi kapattım.

Doktor olduğunu düşündüğüm adam, "Odaya çıkartalım istirahat etsin hastamız serumu ben sonra takarım. Özel bir hastamız dikkatli olun." demişti adam, dedikten sonra beni tekrar sedyeyle çıkartarak yukarı kata giden asansöre bindirdiler. Asansöre bindirmeleriyle indirmeleri çok kısa sürmüştü. Birinci katta indirdiklerini düşündüm. Sedyeyi koridor boyu itmişlerdi. Odaya girince gözlerimin arasına dolan beyaz ışık bir kaç kere gözlerimi kırpıştırmamı sağlamıştı. Sedyenin üstüne yattığım kısma serili çarşafın uçlarından tutarak beni yatağa yatırdılar. Yatağa yattıktan bir süre sonra kapının kapanma sesi gelmişti.

Gözlerimi açmaya korkuyordum. O yüzden bir süre daha beklemeye karar verdim o sürede odada birisi kaldıysa çıkardı zaten. Odanın cızırdayan teki patlak olduğundan kesik kesik gelen ışığı gözlerimi acıtırken kulağımda hissettiğim sıcak nefes ile yerimden sıçradım, kalbim korkuyla atarken gözlerimi yavaş yavaş açtım. Gözlerim kısık açılmayla bile daha fazla kısılırken kulağımdaki sıcaklık arttı, korkuyla hızla gözlerimi açtığımda ısınan kulağımdan tarafa dönmem kısa sürmüştü. Kafamı aniden çevirmemle Kartal'ı görmem ve onun alnıyla alnımın çarpışması çok ani olmuştu. "Ah!" dedim acıyla sonra ekledim, "Burnumun dibinde ne işin var?" elim alnıma giderken Kartal gülerek yüzünü çekti. Etkilenmemiş gibiydi tek gözüm kapalı bir şekilde yüzüne bakarken kendinden oldukça rahat bir şekilde koltuğa yayılmış olduğunu görmek şaşırtmıştı. "Ne bu rahatlık?" diye sordum tersleyerek.

Kafasını kapıya doğru çevirdi, "Hastane bizim. Türkiye'ye döndüğümde yönettiğim tek iş."

"Yani?" diye sordum kaşlarım kalkarken, bacağını diğer bacağına yarım bir şekilde atarken dirseklerini baldırına doğru koydu. "Yani kameralarla oynamam çocuk oyuncağı."

Üstelemedim, yataktan kalkarken. "Şimdi ne yapıyoruz?"

"Üstünü değiştirmemişsin, bu kılıkla mı kaçacaksın?"

Gözlerine bakarak gözlerimi devirdim ve kırmızı yeleğin düğmelerini açtım. Kırmızı yeleğimi yatağın üstüne attıktan sonra elbisenin askılarını indirirken, "Hop! Ne yapıyorsun?"

Kafasını çeviren ona tuhaf tuhaf baktım, "Senin yanında soyunmam zaten, niye bu kadar telaşlanıyorsun?" Elbisenin askılarını düşürdükten sonra elbisenin fermuarını indirdim, Kartal beni kısık gözlerle izliyordu. Gözüne çarpan ilk üstümdeki beyaz ip askılı atlet olmuştu. Elbisenin altına giydiğim bir atletti, hırkayı hiç çıkaramayacağım için kimse görmez diye düşünerek giymiştim. Elbise ayaklarıma düştükçe, siyah tayt karşıladı bakan gözlerini. Ona doğru dönerek, "Oldu mu?"

İp askılı biraz fazla göğüslerimi zorluyordu, odaya getirilen çantamı açarak içindeki bol siyah tişörtü giydim. Tamamdım. Hazır olunca, Kartal ayağa kalktı. "Birinci kattayız, arkadaki merdivenlerle direk yemekhaneye inip yemekhanenin çıkış kapısında bekleyen arabaya bineceğiz." dedi, gözlerine bakarak kafamı salladım. "Güzel plan." dedim.

"Herhalde. Ben yaptım sonuçta." Dedi böbürlenerek, sağ kaşının üstünde küçük beyaz bir bant vardı. Kaşı patlak olmalıydı.

Alayla güldüm, "Saklambaçta ilk ebelenen mi söylüyor bunu?"

Yüzüme uzunca baktığında kapıya gelmiştim. "O seni korumak içindi. İlk ve sondu zaten." dedi arkamdan gelerek kapıyı sertçe açarak koridora çıktı. Şaşkınlıkla uğraşamazdım, dediklerini umursamadım. Arkasından sessizce ilerlerken ilk önce koridoru merdivenleri kontrol etti, çantamdaki telefonumu çıkartarak dün yazdığım numaraya tıkladım ve bir mesaj yazdım. "Hazır mısınız?" yazıp gönderdiğimde aniden duran Kartal'ı fark etmedim tabikide. Karşı odadaki açık kapıya bakıp hemen geri çekildiğinde yüzüm sırtına yapışmıştı adeta. Arkasına sertçe dönüp sinirle baktı. "Ne yapıyorsun? Telefonla mı oynuyorsun? Kapat şu telefonu yakalanacağız şimdi." dedi sertçe fakat kısık çıkan sesiyle.

Tamam tamam anlamında kafamı sallasam da ikna olmayarak elimdeki telefonu alarak cebine attı ve bileğimden tuttu. Karşı odanın kapısı kapandığında hızlıca orayı beni çekiştirerek geçtik. Diğer odaların kapısı zaten kapalı olduğundan dümdüz ama temkinli adımlarla koridoru geçtik. Koridorun sonuna geldiğimizde Kartal sola doğru yürüdü, bu yolda oda olmadığı için dikkat çekmeden yürümüştük sadece. Hastanenin içi dikdörtgen şeklinde tasarlanmıştı. Kısa kenarlarında dümdüz yürüyordunuz ama uzun kenarlı full oda doluydu. Aşağıya inmek için son uzun kenarı geçmemiz gerekiyordu. Arkalı önlü yürümemiz ve Kartal'ın beni kolumdan tutup sürekli çekiştirmesi daha çok dikkat çekerken yanına geçmek için hamle yaptım, Kartal önce izin vermese de "İnsanlar daha çok bakıyor arkandan gelen mahkum gibi yürürken."

Ne diyeceğini önemsemeden yanına geçerken bileğimi tutmayı bıraktı. Sekreterlerin olduğu kısma geldiğimizde Kartal yüzüme dönerek baktı, dudaklarını oynatarak "Konuşuyormuş gibi yap." dedi, kafamı salladım. Ama ne konuşabilirdik?

"Bugün yediğimiz yemek çok güzeldi." diye saçmaladım,

Kafasını sallayarak "Öyle mi? Ne yediniz?"

"Kebap yedik, uzun zaman sonra yedim bir daha ne zaman yerim bilmiyorum." dedim geçmek üzereydik.

"Orası hiç belli olmaz. Belki yarın tekrar yersin." dediğinde geçtik. Koridordaki tüm kapıların kapalı olduğunu fark eder etmez Kartal hızlanmaya başlamıştı, arkasından hızla yürüyordum ama gerçekten çok hızlı yürüyorduk. "Yavaşla biraz." dedim arkasından kısık sesle, yüzüme bakmazken merdivenlerin başı gözükmüştü. Kartal ile aramda beş adım mesafe varken ona yetişmek için koşmamak için direniyordum resmen. Ayakkabı da koymalıydım diye aklımdan geçiyordu ayaklarıma bakarak bu babetlerle yürünmüyor dedim içimden. Kartal'a yetişebilmek için kafamı geri kaldırdığımda Kartal yüzünü bana doğru dönmüştü, hızlıca gelerek elini kafama doğru uzattı ve arkadan ensemi tutarak kafamı sertçe boynuna bastırmıştı burnum aniden boynuna sürterken burnumun ucu sızı girmişti.

Ben daha ne olduğunu anlayamadan belimi tutarak beni kavradı ve bir yere doğru yönlendirdikten sonra, sırtımı duvara yasladı. Kafası sol kulağıma doğru eğilirken yüzüme hala daha boynundaydı, "Babamın adamı." dedi Kartal. Yüzünü hafifçe sağa çevirip sonra tekrar sola çevirdi ve sol tarafıma doğru iyice yaklaştı. Duvara yaslayan belimi tutarak beni kendisine yasladı resmen. Kendi yüzünü boynuma gömerek saklarken, benim yüzümü de kendi boynuna gömmüştü. Nefes almıyordum. Nefesimi tutmuştum. Bana haram olan bir bedende nefes almak onun kokusunu içime çekmek istemiyordum. Gözlerim sadece adem elmasıyla bakışırken burnuma gelen sadece kokusuydu.

Nefes almadan burnuma gelen kokusu, soluduğumda nasıl hissettirecekti? Bilmiyordum.

Boynuma dolan sıcak hisler onun rahatlıkla nefes alıp verdiğini gösteriyordu. Farklı bir bedende izi varken farklı bir bedene dokunmaktan imtiyaz etmeliydi insan. Boynumda hissettiğim sıcak nefesi içimi gıcıklıyordu, tırnaklarımı sertçe avuç içime geçirdim. Kafasını tekrar sağa doğru çevirdiğinde "Geçiyor." dedi,

Bir kaç saniye sonra, "Geçti." dedi ve hızlıca benden ayrıldı. Tekrar nefes aldım ya da tekrar nefes alabildim. Hafifçe uzaklaştığımızda bile burnuma dolan kokusunu gözlerimi kapatarak yok saymaya çalıştım, ama yok sayılmayacak kadar güzel kokuyordu. Ret ettim. Ter koksaydı da aynı vicdan azabıyla yanacağımı biliyordum. Bana haram olan birisinin kokusunu soluyamazdım, ben kaçıyor olsam da ağabeyiyle nişanlıydım. Onun yengesiydim. Kendimden nefret ettim.

Nefes nefese kaldığımı görünce, "Niye nefesini tuttun? Suyun altında mısın, şu haline bak?"

"Kusura bakma senin kadar rahat olamadığım için." dedim sertçe,

Alayla güldü, "Nefes almak neden kusur oluyor?" Doğru söylüyordu. Nefes almak kusur değildi sadece onun teninde nefes almak kusurluydu.

Kafamı iki yana sallayarak, "Nefes almak kusur değil sadece başkasının teninde nefes almak kusurlu."

"Çok takılıyorsun." dedi koridora bakmaya gitmişti, geri döndüğünde. "Belki de. Ama çocuğu olacak olan sensin." dedim. Şaşırdı. "Nereden öğrendin?" diye sordu sert çehresini yükselterek. "Nişanda akrabalardan birisi anneme söylemiş. Hastanede görmüşler."

Gözlerini sinirle kırpıştırıp açtı, "Siktir! Gizli kalması gerekiyordu?"

Acıdım. "Yaptığın çocuktan utanıyorsan yapmayacaktın! Çocuğunun gizli kalmasını istiyorsan yapmayacaktın! Senin gibi zihniyettekiler çocuk sahibi olmasa keşke!" Hiçbir şey söylemedi sinirle soluyarak yüzüme bakmaya devam etti. "Kız olursa ne yapacaksın?! Evden çıkartmazsın da sen, konakta bile dolaşamaz, okula da göndermezsin! Çünkü mazallah bir gün okulda babası gibi birisi kızına musallat olur konağı basar ve kızını okulundan almak zorundan kalırsın. Baştan okula verme daha iyi, Kartal. Baştan verme."

"Ne diyorsun sen? Ne saçmalıyorsun Meran?"

Gülümsedim, o ise sinirden köpürdü. "Bilmiyormuş gibi yapıyorsun. Peki o halde." gülümsemeye devam ettim. Uzatmanın bir anlamı yoktu bugün kurtulduğumda her şey sonra erecekti. "Gidelim çok oyalandık." dedim sadece, önüme geçerek sertçe yürüdü. Yan ifadesinden dişlerini sıktığını anlayabiliyordum. Umursamadım. Girdiğimiz asansör arasından sonra risksiz yürüdük. Aşağıya inen merdivenleri arkadan indiğimiz için kimse bizi göremezdi. Merdivenleri inip yemek yapılan kısmın arkaya açılan kapısından çıktık. Kapının önünde bekleyen arabayı Kartal cebindeki anahtara basarak açtı, arabanın camları filmliydi. Bizi dışarıdan göremezlerdi, siyah passata bindiğimizde Kartal arabayı hızla kaldırarak hızla sürerek hastaneden çıkarttı. Araba çarşı kısmından çıkar çıkmaz ana yola çıktı, Kartal tam sürat Mardin çıkışına sürerken "Yoldayım." diye mesaj gönderdim.

"Yazdığın kişi kim?" diye sordu Kartal uzun süren sessizliği bozarken,

"Dedemin arkadaşları ya da tanıdıkları tam olarak bilmiyorum." dedim. Dudaklarımı yalayarak Kartal'a döndüm, "Annen çok iyi bir kadın. Kız kardeşinde öyle... Çok şanslısın. Baran'ı çok tanıyamadım ama iyi birisine benziyor." dedim Kartal hafif tebessüm etmişti, "Baran ile daha farklı şartlarda tanışmayı isterdim." dedim ve önüme döndüm. Önümden akıp giden Mardin'i izlerken, "Bu şehri hiç özlemeyeceğim. Benden aldıklarını hiç bir zaman unutmayacağım. Bu şehre bir daha hiç geri dönmeyeceğim." dedim sertçe, "Özlediğim tek bir yeri olacak. Orası hiç kimsenin konuşmadan beni dinlediği tek yer."

"Neresi orası?" diye sordu Kartal. Gerçekten meraktan mı soruyordu yoksa öylesine mi soruyordu bilmiyordum. "Mezarlık." dedim sadece. "Alparslan ağabeyimin katilini yutan şehre çok uzun zaman önce küstüm."

"İlk geldiğim gün gittim mezarlığa, ziyaret ettim Alparslan'ı. Uzun süredir rüyama giriyordu, mezarlığa gidip onu ziyaret edince bir daha rüyama girmedi." dedi. Kartal ile ağabeyim arkadaştı. Kartal beni okuldan önce ağabeyimle birlikte görmüştü. "Rüyanda nasıl gördün? Benim rüyama hiç girmiyor." sonunda sesim hüzünlü çıkmıştı. Anlatacaklarını dinlemek için merakla yüzüne baktığımda yüzüme baktı. "Hepsi karışık. Tam olarak hiç birisini hatırlamıyorum. Net olarak hatırladığım sizin konak var, yerlerde simsiyah kum var, kumun üstünde yeşil yapraklar. Biraz ilerliyorum sonra bebek ağlama sesi geliyor." Kartal beynini zorluyordu, arada saniyelik gözlerini kapatarak işaret parmağını ritmik şekilde direksiyona vuruyordu.

"Alparslan sizin konaktan çıkıyor aşağı tenha yere kadar yürüyor, üstünde beyaz bir şey var. Sonra bana dönüyor elinde kan var. Elinde kanlı olan rüyayı iki kere gördüm, mezarını ziyaret etmeden önceki gece kanlı elinde silah vardı."

İçime bir sıkıntı düşmüştü, Kartal konuşmayı sonlandırır sonlandırmaz. "Allah hayırlara çıkartsın. "

"Amin." diye karşılık verdi.


Mardin'den çıkıyorduk. "Meran." dedi Kartal, ona doğru dönmedim çünkü az ileride siyah bir araba bekliyordu. "Ağabeyim..." dedi bekledi, arabayı siyah arabanın biraz yakınında durdurdu. "Ağabeyime bunu yapamazdım."

"Neyi?"

"Ağabeyim seni seviyor. Gerçekten seni seviyor. Ona bunu yapamazdım. "

Gözlerim bir Kartal'da bir ileride duran siyah arabadayken "Neyi?" diye sordum tekrardan.

"Seni kaçıramazdım! "

Afalladım, gözlerine bakarken. "Nasıl?" diye sordum.

Kaşları indi. "Seni kaçıramazdım! Bu yüzden bende Saltuk ağaya söyledim." dedi sesi kısık çıkmıştı.

"N-ne diyorsun sen?" Yüzümü ondan çekerek arabaya çevirdiğimde arabanın sürgülü kapısı sonuna kadar açılmıştı, oturduğum yerden cama tıklatma sesi gelince irkildim. Oraya döndüğümde babamın adamlarından ikisi duruyordu.

Sertçe Kartal'a döndüğümde, "Gerçekten bana ihanet mi ettin? Bana bunu da yaptın mı gerçekten?" Şaşkınlık ve korku bedenimi oynatırken sinir tüm sinir uçlarımdaydı.

"Sen tam bir pisliksin. Ödleksin. Adi herifin, korkak herifin önde gidenisin. Seni adi herif. Sana güvendim, sana inandım ben! Adi herif!" O kadar çok yüksek sesle bağırmıştım ki kapımda bekleyen korumalar kesin duymuştu. "Sana güvenmekte hata bende! Adam sandım be seni, adam! Eskiden sevdiğin kadına saygın olur sandım, ağabeyiyle beni evlenirken görmez dedim, yengesi olarak beni istemez dedim! Yaktın Kartal. Yaktın sen beni!"

Kartal hiç bir şey söylemiyordu. Arabanın kilidini açtı. Oturduğum yerin kapısı açılırken sinirle kahkaha attım, Kartal'ın yakasını tutup kafasını kendime doğru çektim. "Bana iyi bak! Bu saatten sonra olacak her şey, her olay... Hepsi! Ama hepsi senin yüzünden olacak!" Yakasını sertçe bıraktım.

Arabadan sertçe inerken koluma girmek isteyen korumalara dönerek bağırdım. "Bırak kolumu!" dedim, korumanın gözüken silahına elimi attığım gibi kavrayarak çıkarttım. Koruma ne olduğunu anlamazken tetiği indirmiştim. Silahı Kartal'ın oturduğu kısma kaldırarak cama iki el sıktım, tam kafasını isabet almıştım. Cam kurşun geçirmez olduğu için etkilenmezken silahı alan iki korumayı umursamadan elimi havaya dikerek bağırarak şarjörde kalan tüm mermileri boşalttım.

Bu saatten sonra olacak her şeyin tek bir suçlusu vardı o da Kartal'dı. Beni yaktığı gibi yakacaktım onu!

 

Loading...
0%