Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9. BÖLÜM: MİLAD.

@nasende

 

 

 

Hain Aşk

 

 

Kendimden kaçtığım isyanımda
Sen vardın aklımda
Kalbime ağır gelen aşkın
Meğersem en yakınıma hainmiş.
Beni anla, ben kendimi anlamasam da
Yasemin kokulu, Yaseminli kız
Bittim ben sana.

 

Arabanın içine bindiğim anda oturur oturmaz bacaklarımı titretmeye başladım. Çok pis oyuna gelmiştim. Tırnaklarımı kemirmeye başladım, mahvolmuştum. Bu yolun sonunda beni neyin beklediğini hiç bilmiyordum. Korumalar benden izinsiz çantamı kurcalamışlardı. Umursamadım, kendi derdimdeydim şu an.

Adi herif Kartal'a yapacaklarımı düşünmeye başlamamıştım bile ona o kadar fazla nefret beslesem de şu an babamın bana ne yapacağı konusunda ilgileniyordum. Evlenmek istemediğimde bana vurarak mahzene kapatmıştı, nişan saatine yakın çıkartmıştı. Evlenmemek için kaçtığımda ise beni mahvedecekti. Beni öldürse yeridir diye düşündüm. Ölmekten korkmuyordum. Sadece sevdiklerime vereceği zarardan korkuyordum. Annem rahatlıkla işin içinden sıyrılırdı ama hiçbir şeyden haberi olmayan Hayat. Ona bir şey yapar mıydı acaba? Yapmaz herhalde diye düşündüm. Babamın tüm kinini ben sırtlanmıştım çünkü. Kartal yüzündendi. Yiyeceğim tokatların belki de daha fazlası onun yüzündendi. Hayatımın içinde olmamasına rağmen hayatımı sürekli mahvediyordu. Ona güvenmekte aptallık etmiştim. Bütün planı kendim yapıp kendim kaçacaktım. Şimdi öyle bir şansım da olmayacaktı. Her şey buraya kadardı! Bitmişti! Bitmiştim!

Araba taşlık yolları geçtiğinde cama bakma gereği hissettim, konağa gitmiyorduk. "Nereye gidiyoruz?" diye bağırmıştım. Konak yolu değildi, etrafı inceledim burada babamın bir tarlası da yoktu. Nereye götürüyorlardı beni?

Tekrar bağırdım. "Nereye götürüyorsunuz beni?" Araba derme çatma bir evin yanında durdu. Bir köye gelmemiştik, sadece bir tane eski yer evi vardı. Anlayamıyordum, burada ne işimiz vardı?

Arabanın sürgülü kapısı açıldığında yanımda oturan korumalar üstüme doğru gelmeye başladığında korktum. Koluma girmeye çalışıyorlardı, koluma girmelerine izin vermeyecektim. Bana yaklaşan adamın tam burnuna sağlam bir yumruk attım, elim hafifçe ağrımıştı. İkinci adam daha iriydi ve hareketleri daha agresifti ondan kaçamıyordum, ne yaptı etti kolumun tekini sertçe tutarak arkaya çekiştirdi. "Ah!" diye bağırdım acıyla. Canımı yakmıştı. Tek kolumu tutmak beni ittirerek arabadan çıkarmasına yetmişti. Taşlık yola indiğimizde baldırına tekme atmaya çalıştım. Bunlar babamın korumaları gibi davranmıyorlardı bana, iri adam baldırına yediği sertçe tekmelerle kolumu gevşettiği sırada kolumu çekerek koşmaya başladım. Koşarken de bağırıyordum. "Yardım edin! İmdat!" Çok hızlı koşmuştum, arkadan kimin geldiğine bakamayacak kadar korku içindeydim.

Bu ıssız yerde beni öldürseler kimsenin haberi olmazdı. Ön koltukta oturduğu için yüzünü göremediğim adam beni kolumdan tutup sertçe çektiğinde sırt üstü yere savruldum. Sırtım sert taşlarla buluştuğunda gözlerimden yaşlar düşmüştü, acıyla inleyerek yanıma doğru dönerek acıdan kıvrandım. Adam bana acımayarak kolumdan tutarak kaldırmıştı, beni yanında yürüterek yer evinin bahçesine soktu. Acıdan hala daha kıvrandığım için sesimi çıkartamıyordum, bahçenin eve çıkan merdivenlerini tırmandıktan sonra beni içeriye doğru ittirdi. Tahta zeminin üstüne diz üstü düştüm. Arkamdan kapıyı kapattılar. İçerisi çok karanlıktı, tek bir ışık huzmesi bile yoktu. Korkuyordum ve canım fena halde yanıyordu. Korkuyordum ama korkunun ecele faydası yoktu, dizlerimin üstünde oturduğum tahta yerden diz çökerek zorda olsa kalktım. Etrafa bakındım, dışarısı aydınlık olmasına rağmen içerisi nasıl bu kadar karanlık oluyordu anlamıyordum. "Baba?" dedim sadece ve ilerideki koltuklardan tahta zemine vurulan bir ses duydum.

"Beni mi arıyorsun? Ne oldu korktun mu?" demişti, babam. Burada olduğunu içeriye girdiğim anda anlamıştım zaten.

"Bu kadarına gerek yoktu. Bu kadar organizasyona, oyuna gerek yoktu." dedim ona doğru emin adımlarla yürüyerek. Ben yanlış bir şey yapmamıştım. Evlenmek istememek suç değildi, bu uğurda kaçmak günah değildi. Bu yüzden ne yüzümü düşürdüm, ne de pişman oldum.

Babamın gülüşünü duydum, "Hala daha dik durmayı başarabilmen etkileyici. Farklı bir durumda olsaydı seninle gurur duyardım. Ama senden utanıyorum, sen benim için sırtımda bir kambur gibisin. Bana ve annene yüksün sadece." İşte o zehirli kelimeler sinir uçlarıma dokunan beni aşağılayan kelimeler dizesi. Güldüm. "Ben kötü bir şey yapmadım. Sadece istemediğim bir evlilikten kurtulmaya çalıştım."

Babam oturduğu yerden ayağa kalkarken elinde bastonu vardı, bastonu tahta zemine sertçe vurarak kahkaha. "Kötü bir şey yapmamışmış. Sen beni rezil ettin! Kartal'a beni rezil ettin! Sen bizim adımıza leke sürdün Meran!" sertçe gelerek koluma asıldı. "Yarın evlenmeyecek olsan seni kendi ellerimle öldürürdüm." dedi ve yanağıma meşhur tokatını yapıştırdı.

Yere sertçe düştüğümde gözümden düşen yaşlarından ardından, "Kocana dua et, yoksa seni gebertirdim. Yarın evleneceksin. Kocana, ailesine sadık kalacaksın! En yakın zamanda da erkek çocuk doğuracaksın! Eğer ki Kartal'a gözünün kaydığını dahi görürsem kimseye bakmam kafana sıkarım! Namussuzluk etmeyeceksin. Bir Babür gibi şanlı, namuslu olacaksın. Alemşah konağına hanımağa olacaksın ve onlara çok fazla erkek çocuk vereceksin."

Ben çocuk doğurma makinesi miydim? Elim yanağımda ağlarken, babam gidecekken ayağa kalktım. "Baba niye beni hiç sevmediniz?" diye sordum hıçkırarak. Babam arkasına döndüğünde elimi yanağımdan indirdim ağzıma dolan kan tadını yuttum, "Baba niye beni hiç sevmedin? Erkek olmadığım için mi sevmedin? Yoksa ağabeyim yerine ben ölmediğim için mi sevmedin? Niye baba? Daha küçücüktüm, sevginize muhtaçtım ya! Yine de beni sevmezdin, yüzüme bile bakmazdın." Yerimde ayaklarımı vurarak, ciğerim yırtılarak bağırarak anlatıyordum derdimi. Yorulmuştum. Bitmiştim. Tükenmiştim sevgisizlikten.

"Bir kere kızım demedin bana? Bir kere gülümsemedin? Okuldan aldın beni, konaktan dışarıya salmadın! Nefes aldırmadın bana! Her gün 05.00 uyandım asker gibi eğittin beni! Ağabeyim öldüğünde baktın sadece yüzüme, onun dışında varlığımla yokluğum birdi senin için. Ben senin öz kızın değil miyim baba? Baba niye beni sevmedin?" Bağırıştan çok yakarışa dönmüştü artık sözlerim, cümlelerim. Beni hep sevsinler istemiştim. Yemin ederim ki beni annem ya da babam ikisinden birisi sevseydi gelip bana evlenmek zorundasın deselerdi gözümü kapatarak evet derdim. Beni sevselerdi ölürdüm onlar için.

"Küçükken hasta olduğumda hiç yanıma gelmedin. Ben hep seni sayıklardım ' Babam nerede?' derdim, ağabeyim derdi ki 'Sana ilaç almaya gitti.' Yalan söylerdi bana ama sevinirdim öyle söylediğinde. Senin yerine ağabeyim babalık yaptı bana! Onu da sevmedin sen! Sen bizi hiç sevmedin!"

"Sus artık!" diye bağırdı ve yanağıma tokat attığı aynı yere tekrar acımadan bastı tokadı. Bu sefer yere düşmedim, sendeledim sadece ama düşmedim. Öldürmeyen acı beni güçlendiriyordu. Kalbim paramparça şekilde babama gülümsedim "Teşekkür ederim baba beni hiç şaşırtmadığın için." dedim son kez. Babam tekrar elini vurmak için kaldırdığında gözlerimi kapattım. Eli bir süre hava da kalsa da o tokat inmedi, babam yumruk yaparak elini bacağına vurdu. "Dua et yarın nikahın var. " dedi tokadı atmama sebebi belli olmuştu. Kızını döven ağa olarak görülmek istemiyordu. Bana acıdığı için değildi yani, rezil olmak istemediği içindi. Gözünde toz zerresi kadar değerimin olmadığını anladığımda şaşırmadım. Alışmıştı bedenim, her seferinden canım yansa da.

Derme çatma evden çıktığımda kapıyı açık bıraktı. Arkasından yavaş adımlarla yürüyerek zorla çıkartıldığım arabaya hür irademle bindim. Babam karşımda otururken sadece telefonuna bakıyordu. Araba çalışma başladıktan bir süre sonra kanayan dudağıma elimi götürdüm, canım yanıyordu. Dudağım fena patlamıştı. Acıdan gözlerimi yumup kapattım.

"Merak etme yarın çok iyi bir makyaj sanatçısı gelecek, tüm kusurları kapatır." dedi babam hissizce. Şaşırtmıyordu. Hiç bir şey söylemedim sadece bir an önce konağa varmayı bekledim. Araba taşlı yolu ilerledikten sonra, anayola çıktı.

En son olan konuşmadan sonra kimse konuşmamıştı. Araba konağa geldiğinde korumalar önce inerek, sürgülü kapıyı açtılar. Babam inerken, "Mahzene kapatın! Aklı başına gelsin." demişti, bu sona hazırlamıştım zaten kendimi. Hiç bir şey söylemeden, inkar da etmeden arabadan indim. Korumalar kolumu tutmaya çalıştıklarını kollarımı kurtararak, "Bırak! Kendim giderim." dedim, yanımda kaçma çalışırsam diye birde arkamda toplam 3 korumayla mahzen yolunu tutmuştuk. Mahzene inen merdivenleri inerek sürgülü demir kapıyı açmalarını bekledim. Kapı açıldıktan içeriye adımımı atar atmaz mahkum sürgülüyorlar gibi sürgülediler beni. Siyah demir kapının önünde kalakaldım.

Tam olarak yarım saattir sıkıyordum kendimi, tırnaklarımı elime geçiriyor dişlerimi sıkıyordum. Yanaklarımın içini ısırıyordum. Göz yaşlarım nefes alamadan düşmeye başlarken, yere diz üstü bıraktım kendimi. Kendimi taşıyacak ne gücüm vardı ne de isteğim. Ağlamak istiyordum. Güçlü durmaktan yorulmuştum. Hissiz gibi davranırken çok şey hissetmekten yorulmuştum.

Ellerim üstü parçalanan kuruyan kanlı ellerimi ağzıma götürerek çığlıklarımın önünde duvar olmasını istedim. Kimse sesimi duymasın istedim. Hıçkıra hıçkıra ağladım, saçlarımı çekiştirerek, yanan kalbime yumruklarımı sayısız vurarak, akılsız kafamı duvara çarparak... Son şansımı kaybetmiştim, ellerimden kayışını izlemiştim. Öyle bir çaresizlikti ki bu sonuma boyun eğerek ilerleyecektim.

Nefret ettim. Kendimden, ailemden, Kartal'dan... Beni bu hale düşüren herkesten nefret ettim. Bağrım yana yana bağırarak ağlıyordum. Göz yaşlarım tenime düşerken yumruklarımın bir kaçı yere iniyordu bir kaçı kalbime...

Güvenmeyecektim. İnanmayacaktım. O heriften medet ummayacaktım! Beni kurtarır sanmıştım zamanında Cihan'ın elinden kurtardığı gibi, beni ağabeyiyle görmeye dayanamaz sanmıştım, beni hala sevmediğini biliyordum ama kendisine saygısı olur sanmıştım.

Ne yapacaktım? Şimdi ne yapacaktım? Hep ilerisini düşünen ben bunun gerisini düşünmekle yetinmekle kalmıştım. Alnımı yasladığım duvara tekrar vurdum kafamı, bir daha birisine güvenirsem, birisinden medet umarsam... Bir daha diye bir şey var mıydı ki artık? Hayır yoktu. İlerisi yoktu benim için diri diri gömülerek ölecektim. Sevmediğim adamın karısı olacaktım. Yaşamak istemediğim bir yerde yaşayacak, görmek istemediğim yüzleri görecektim. Ve ben o evden çıkamayacaktım. Gelinlikle çıkacağım evden kefenimle geri dönecektim.

Ben, ölüyordum!

"Ölüyorum." diye fısıldadım ağzımdaki kan tadı ıslandı, tekrar tattım metalik tadı. Nefret ettim her şeyden, ölmeyi diledim. "Allah'ım lütfen yarın öleyim!" dedim çaresizce. Bir insan ölmeyi diler miydi? Ölmek için dua eder miydi? Yaşam bu kadar güzelken bir bana mı bu kadar acı veriyordu.

Ölüm... ölüm... Gel, ardına sığın.

Aslında burnumun ucundaydı. Ağabeyimin öldüğü yerde atıyordu nabzım, gözlerim mahzende ki o yeri hemen buldular. Aşina olduğum kanın resmi kucakladı beni ölümün sessizliği ağabeyimin gölgesiyle.

Ağlamam daha çok arttı. Ağabeyimin yokluğu en derinden sızlattı kalbimi. "Ağabeyim! Neredesin sen? Niye öldün?! Niye öldün bıraktın beni tek başıma!" Sitem ettim. Sitemliydim ağabeyime. Kırgındım ona, neden beni de almamıştı yanına, neden erkenden gitmişti? O olsaydı bunların hiç biri olmazdı.

Ben bu mahzende kafamı vurarak ağlıyor olmazdım. Ağabeyim olsaydı başkasından medet ummak zorunda kalmaz, yüzüstü duruma düşürülmezdim. Alparslan ağabeyim! Resmi canlandı gözlerimin önünde. "Seni çok özledim." diye fısıldadım kekeleyerek. "Ağabey! Alsana beni de yanına! Bir başıma bırakma buralarda!"

Diz üstü çöktüğüm sert taş zeminde bacaklarım uyuşmuştu. Bacaklarımı kıpırdatarak sırtımı duvara yasladım, dizlerimi kendime çekerek sarıldım. Çenemi dizlerimin üstüne koyarak kan lekesine odaklandım. Ağabeyim buraya getirildiğinde canlıymış, mahzende sessizce kanının son damlasını akıtarak ölmüş. Otopsi raporu bunu diyordu. Defalarca okuduğum tek satırlardı onlar. Her okuduğumda kelimelerin gücüyle sızlamıştı içim. Katilini bulamadığımız her dakika ise o sızı kurumuş kalbime oturmuştu, pişmanlıkla.

Eskiden taşa kazınan, çıkmayan kan lekesine bakamazdım, şimdi bakabiliyordum çünkü bende ölmek istiyordum. Akşam olmasın, gün doğmasın, yarın hiç gelmesin istiyordum. Yaşadığım acıları heybeme yükleyip bu diyardan göç etmek istiyordum. Ne kadar çok ölmek istesem de kendi canıma kıyamazdım. Allah'ın verdiği canı alamazdım. Hiç kimsemin olmadığı çok gecelerde Allah'a sığınarak bulmuştum huzuru, şimdi tekrar sığınıyordum. Ellerim açarak, dua ettim dilim tutuluncaya boğazım kuruncaya kadar. Mahzenin içindeki çeşmede abdest aldım, kıbleye döndüm yüzümü oturarak dua ettim saatlerce...

Kendimden geçip uyuya kalmıştım. Ezanın okunuş sesine kıvrıldığım taş zeminden ürkerek sıçradım. Boynum, bacaklarım, belim... her yerim uyuşmuştu. Yüzümü acıyla buruşturarak kıpırdanmaya çalışsam da kıvırarak üstüne yattığım kolum fena haldeydi, kolumu ileri geri hareket ettirip parmaklarımı açıp kapattım. Oturur pozisyona geldiğimde esneyerek boynumu kütlettiğimde mahzenin kapısının açık olduğunu fark ettim. Çok küçük bir aralıktan içeriye sızan gün ışığı, buraya ve bana bayadır yabancıydı. Ellerimi taş zemine avuç içlerim değecek şekilde güç alarak kalktım ayağa, sendeleyerek. İki büklüm yatmaktan uyuşan kısımlarım aktif değildi. Yavaş adımlarla çıktım üç merdiveni de, kapıdan çıktığım gibi yukarıya çıktım. Konağın avlusu aydınlıktı, ezan yeni bitiyordu. Cezam sabah ezanına kadardı. Konağın mermer duvarına tutuna tutuna yürüdüm mutfağa. Susamıştım. Boğazım kurumuştu, ağzımın içindeki kan tadı tekrar tekrar geldikçe kusacak gibi oluyordum. Kimse uyanık olmazdı bu saatlerde, bu saatlerin yalnızlığından faydalanarak giriş yaptım mutfağa.

Bademciklerimin şişmesi umursamadan buzdolabını açarak diktim kafama cam şişedeki bir buçuk litrelik suyu. Camın üstündeki soğuktan oluşan buğu parmaklarımı serinletmişti, iyice sararak şişenin yarısını diktim kafama, alt dudağımın arasından sızan su damlaları boynuma düşerek oradan göğsüme doğru yol aldığında rahatlamıştım. Mutfağın ortasındaki adaya belimi yaslayarak boynumu esnettim, dayandığım ahşap tezgahın üstündeki meyve sepetindeki muzlardan en büyüğünü çekerek soydum. Kahve makinesinin yanına giderek beni hemen ayıltabilecek seçeneği seçtim. Espresso olurken muzumu yemiştim, kahve cam fincana dolduktan sonra sıcak olmasını umursamadan yudum yudum içtim. Açtım, hala daha açtım. Muz açlığımı bastırmak yerine daha çok acıktırmıştı beni. Kendime tuzlu bir şeyler yapmam lazımdı, buz dolabını açarak içinden sandwiçlik malzemeler çıkarttım. Tam olarak sandwiçlik değildi çünkü sucuk, kaşar filan çıkarmıştı. Normalde asla böyle baharatlı şeyler yemezdim, yiyemezdim ama bu gün normal bir gün değildi. Kurbanlık hayvanları bile satıldıklarından sonra beslemeye devam ederlerdi, benim de son günümü iyi beslenerek geçirmem normaldi bence. Hem yemek yerken düşünmediğimi fark etmek daha çok yemek yememe itiyordu beni.

Tost makinesini çıkartarak sucukları içinde pişirdim, tost ekmeğinin içini açarak kaşarları, sucukları, kestiğim domatesleri koyarak üstüne iyice bastım. Sabırsızlıkla başında beklerken bir kaç dakika içinde kaşarların cızırdama sesleriyle kapağı kaldırıp tabağa koymuştum tostumu. Tostumu beklediğim sürede kahvem çoktan bittiği için tekrar bastım makineye bu sefer soğuk kahve yaparak içine sütte ekledim. Tostu ve soğuk kahvemi elime alarak çıktım mutfaktan. Serin bir yer arıyordum kendime, avluya çıktığım anda havanın esmeye başlaması hoşuma gitse de yetinmedim onunla, terasa çıkarak güneşin doğuşunu izlerken hazırladıklarımı yemeye başladım. Tostumdan bir ısırık almak için merdivenlerde kendimle savaşmıştım resmen, yerdeki minderlere oturur oturmaz ısırdım tostumdan. Gözlerim canlanmıştı resmen. Gözlerim açılarak kendime hakim olamadan hızlı hızlı yedim tostumu, gerçekten çok güzel olmuştu. Kaşar ve sucuğun uyumunu bu kadar geç fark etmem önemli değildi artık. Sonuçta bugün benim miladımdı. Hayatımın 23 yılının silinip ölünceye kadar yaşayacağım yere gidiş günümdü. Benim için artık eski, mazi, hiçbiri... Bir şey ifade etmiyordu. Önemi yoktu artık hiç bir şeyin. Kendime söz vermiştim.

Dün gece şafak sökerken sabah ezanına kadar ettiğim dualarda kendime bir söz verdim, hayatımı değiştirecek kararlar verdim. 23 yıllık ismim Meran Ulya Babürdü! Ama bugün ismim değişecekti Meran Ulya Alemşah olacaktım! 23 senelik hayatımda Babür olmak için çabalamıştım, annemin babamın her istediğini boynumu eğerek, sesimi çıkartmadan, sözlerini ikiletmeden yapmıştım. Bu sürede kendi isteklerim önemsenmemiş, sevdiğim şeylerin üstü örtülmüştü. Ben insan gibi değil robot gibi büyütülmüştüm. Ama şimdi Alemşah olacağım bu günde, Babür olmayı artık bırakacaktım. Babür olmak sürekli nükseden bir hastalıktı. Ben artık yeni tedavi yöntemini deneyerek Alemşah olacaktım. Belki Alemşah olursam sevilirdim. Severdim. Fikirlerim önemsenirdi. Sevdiklerimi yapabilirdim. Baran; annem ve babamdan daha kötü olamazdı sonuçta. Hem bana okumam için yardım edeceğini söylemişti, o iyi birisiydi. Kartal bana ihanet etmeden önce ağabeyinin beni sevdiğini söylemişti. Bu benim için ilk değildi. Daha önce erkekler tarafından sevilmiştim bariz örneklerden birisi Kartal'dı. Ama ne o erkeklerle ne de Kartal ile bir geleceğimiz olmamıştı. Ama Baran ile olacaktı, beni seven birisiyle geleceğimin olması güzel bir şeye benziyordu.

Evet artık böyleydi. Kabul etmiştim. Madem kaçamıyordum, o zaman ne kadar hızlı kabul edersem o kadar iyiydi benim için. O evde beni tek rahatsız eden kişi Kartal'dı. Ben geldiğimde ya o gidecekti ya da ben onu gönderecektim. Onu o konakta barındırmayacaktım. Bana yaptıklarını unutmamıştım, o intikam alınacaktı. Kısa kısasın en alasını görecekti o adi herif!

Babam bana tokat atarken o eski evde ne demişti? Erkek çocuk doğuracaksın dedi. Güldüm, kahvemi yudum yudum içerken babamın planını çözümledim. Ben ne kadar çok erkek çocuk doğurursam onun işine gelecekti. En çok sevdiğini alacaktı himayesine Babür varisi yapacaktı. Ben bunu yer miydim? Yemezdim. İstedikleri her şeyi ellerinden alacaktım. Erkek çocuk istiyordu ya babam, o erkek çocuğa ulaşamayacaktı. İstedikleri olmayacaktı. İstedikleri gibi Alemşahları ezip üstlerine basamayacaklardı. Babam ve annem ne kadar çok para o kadar çok söz sahibi olmaya inanıyorlardı. Bu yüzden annem Evin hanımı küçümsüyordu, babam beni kurtarmaları karşısında verdiği tapular ile... hepsi oyundu. Hepsi onları küçümsemek içindi. Akılları sıra en zengin, en çok mal sahibi onlardı. Alemşahların konuşup kendilerini övmemelerini o tapuları kabul etmelerini küçük görüyorlardı. Ben de Meransam, onların oyunlarını bozacaktım. Yerle bir edecektim onları. O kadar çok yerin dibine gireceklerdi ki kendi öz kızlarının bunu onlara yapmaları karşısında sinirden kendilerini yiyip bitireceklerdi. Bana; sana acımayana acıma diye öğretmişlerdi ya hani? Bende bana öğretileni yapacaktım!

Kahvem bittiğinde konak hareketlenmişti, boş tabağı ve bardağı mutfağa indirmek için merdivenleri indim. Mutfakta Aynur teyzem kahvaltı hazırlıyordu, beni ayakta gördüğü için şaşkınlıkla yüzüme baktı ya da yüzümdeki yaralar yüzündendi bilmiyordum. Bardak ve tabağı tezgahın üstüne bırakarak, mutfaktan çıkmıştım. Konağın açık kapısından içeriye güzel giyinmiş ellerindeki askıları havada tutarak taşıyan kadınlar konağın yardımcılarının yönlendirmesiyle büyük salona gidiyordu. Ellerinde taşıdıkları siyah fermuarlı kılıfın içinde gelinlik olduğunu tahmin ediyordum, umursamadan odama çıkarak direk banyoya attım kendimi. Altımda dizleri yırtılmış taytı makasla keserek çöpe fırlattım, siyah tişörtümü beyaz atleti de keserek attım. Üstümdeki her şeyi keserek attım, buna iç çamaşırlarım da dahildi. Banyoya girdiğimde suyu soğuk ayarına getirdim. Normalde hep sıcak suyla banyo olurdum ama daha önce dediğim gibi bugün normal bir gün değildi. Soğuk suyu açıp altında bekledim, ürpermedim de üşümedim de.

Su akıp giderken kafamı eğdiğim yerde akan kanları görmüştüm. Duşa kabinin altını komple kan kaplamıştı. Dizlerimdeki yaralar yıkandıkça, bileğimi tutmalarından kaynaklanan morluklar ortaya çıktıkça anladım hasarımın büyüklüğünü. Bembeyaz olan tenimi yakışmayan renkler kaplamıştı. Burnuma gelen kan kokusuyla midem kalkmıştı, duj jelimi üstüme baya sıkarak lifimle köpürttüm. Kendime yumuşak davranmak içimden gelmediği için sertçe lifledim her yerimi. Yara olan dizlerime köpük getirmeden bacaklarımı sertçe köpürttüm. Köpük köpük içinde kalınca suyu tekrar açıp altında bekleyerek köpüklerin akıp gitmesini sağladım, köpükler gittiğinde saçlarımı iki defa köpürterek yıkadım ve en son tekrar vücudumu yıkayarak çıktım duşa kabinin içinden. Banyoda asılı olan bornozlarımdan siyah olana sardım kendimi, saçlarıma havluyla sarmadım açık bıraktım. Banyodan çıktığımda odamın içinde avluda gördüğüm kadınları görmeyi beklemiyordum ama onlar beni bekliyor olmalıydılar ki şaşırmadılar. Getirdikleri askılıkta bir sürü model model gelinlik vardı, makyaj masamdaki her şeyi kaldırıp kendi getirdikleri makyaj malzemelerini dizmişlerdi. Bana sormadan yapılan değişikler karşısında sinir olsam da yüzüme yansıtmadım. Kadınlardan sarı saçlı olan, "Merhaba Meran hanım benim adım Tuğba. Saçınızdan ve gelinlik seçiminizden ben sorumluyum." Profesyonel olduğu belliydi her ikisinin de.

Kızıl saçlı boynunda dövmesi olan, "Merhaba Meran hanım benim adım da Lara, bu iş için İstanbul'dan geldik. Makyajınızdan ben sorumlu olacağım."

"Merhaba." hissizce, gardırobuma yaklaştığımda Tuğba hanım "Gelinlik için uygun iç çamaşırlarını yatağın üstüne bıraktım." demişti, gardırobumun açtığım kapağını çekerek kapattım. Yatağa yöneldiğimde yatağın üstüne bırakılan çamaşır takımını gördüm. Alt kısmı korseliye benziyordu üstünde ise askı yoktu. Elime takımı alarak banyoya döndüm, bir çırpıda onları giyip geri odaya döndüm. "Önce gelinlik seçelim beraber sonra gelinliğe uygun saçı ve makyajı yaparız." dedi, söz söylemeye hakkım var mıydı? Hayır. Bu yüzden denilenlere harfi harfine uydum. Gösterdikleri gelinliklerden hiç birisi büyüleyici değildi. Tuğba hanım, "Hepsi size özel terzilerle iki hafta da dikildi." Elindeki beğendiği modeli göstererek "Bu aralarındaki en şatafatlısıdır. Üstündeki inciler gerçek inci, işlemeleri için ise özel ustalarla çalışıldı." Gerçekten güzeldi, ama gerek yoktu. Önümde duran en sade gelinliği seçtim, çok kabarık değildi gösterişli değildi. "Bu olsun." dedim göstererek.

Tuğba hanım, "Ama Meran hanım bu çok daha güzel bir gelinlik, sizin için en uygun olanı bu." dedi elindeki gelinliği tutmaya devam ederken sakince gözlerine bakarak tebessüm ettim. "Evet gerçekten güzel bir gelinlik. Sevdiğim adamla evlenseydim inan onu giyerdim, ama bu ailelerin karar verdiği bir evlilik." Tuğba hanım ve Lara hanımın yüzünde değişen ifadeye baktım. Üzülmüşlerdi, ağlayacak gibi hissediyordum. Bana üzülmüşlerdi. Bana üzülmeyen annem, babam yerine. "Böyle üzülmeyin lütfen. Ağlayasım geldi." dedim, itiraf ettim hissettiklerimi. Benim için gelişmeydi. Galiba hiç tanımadığım insanlara karşı yaptığım bu itiraf rahatlatmıştı.

Tuğba hanım, "Peki o zaman sade ve güzel olmanızı sağlayacağız." dediğinde Lara hanımda katıldı, "Kesinlikle." dedi, Tuğba hanım elindeki gelinliği asarken benim seçtiğim gelinliği eline aldı. "Güzel seçim." dedi, elini göğüs kısmında gezdirdi "Dekoltesiz ama işlemeleri şiir gibi."

Göğüs dekoltesi yoktu, ya da düşük askılı değildi. Gelinlik kolları saran güpürlü desenlerden oluşuyordu. Bel kısmına kadar hafif dar sonra ise çok kabarık olmadan açılıyordu. Tuğba hanım gelinliğin arka kısmını inceleyerek, çözdü. "Giymesi kolay bir gelinlik. Saçınızı ve makyajınızı yaptıktan sonra giyinmeniz en iyisi. Zaten saatlerce içinde olacaksınız şimdi ekstra durmanıza gerek yok." dedi askıdaki beyaz saten geceliği elime verdiğinde hırkaya benzeyen ama sadece saten olan şeyi giydim. İsmini gerçekten bilmiyordum o yüzden saçmalamıştım.

Koltuğa oturduğumda odamdaki klimanın kumandasının burada olduğunu gördüm açmamışlardı, hemen klimayı açarak onları ferahlattım. Tuğba hanım saçlarıma dokunarak, "Nasıl bir şey olsun?" diye sordu bana ve Lara hanıma.

"Çok sade bir şey istiyorum. Kabarık bir topuz veya su dalgası da değil."

Lara hanım, "Gelinliğin dekoltesi olmadığı için bence saçlarınıza topuz olmalı." dediğinde ikimizin de fikrine katılmamıştı Tuğba hanım. "Saçı bana bırakın çok sade ama saçlarınıza tam gidecek bir model biliyorum." dedi, çıkardığı tarakla saçlarımı taradı, saçlarıma çeşitli yağlardan sürerek iyice yumuşattı, parlattı. Kurutmadan hemen önce saçlarıma bolca saç köpüğü sürdü, kuruttu. Ama çok kurutmamıştı diplerim hala nemliydi. Saçlarımı ona emanet ederek tabletime bakmaya başladım, malum telefonum elimden alınmıştı. Tabletimden sosyal medya üzerinden gelen mesajlarıma, maillerime baktım. Finallerime az kalmıştı ve ben hiç bir şey bilmiyordum. Sınıf grubuna atılmış pdflere, slaytlara, makalelere bakarken çok fazla geride olduğumu anlamıştım. İçim sıkılarak çıktım oradan, günlük haberlere filan bakarken 1 saati devirmiştim çoktan.

Saçlarıma bakmak için kafamı kaldırdığımda saçlarıma Tuğba hanım sprey sıkıyordu. Saçlarımı ortadan ikiye ayırmış üst kısımlarını hafif kabartmış arkadan toplamıştı, ve gerisi salıktı. Salık olan kısımları kalın bir şekilde dalgalandırmıştı.

Beğenmemem gerekirdi normalde ama beğenmiştim




Beğenmemem gerekirdi normalde ama beğenmiştim. Çok güzel olmuştu. Tuğba hanım arka ayna tutarak bana modeli gösterdi, "O gelinliğe en çok uyan model budur bence." dedi, Lara hanım. "Çok güzel oldu. Bu saça ışıltılı sade bir makyaj güzel gider." dediğinde kafamı salladım. Tuğba hanım dinlenmek için giderken Lara hanım yanıma geldi. "Kullandığınız bir nemlendirici, güneş kremi varsa onunla başlayalım."

"Tamam." diyerek rafımı gösterdim. "Şu nemlendiriciyle yanındaki güneş kremini kullanıyorum." İkisini de annem almıştı, pahalı markaydılar. Lara hanım, "Güzel ışıltılı bitiyor bu güneş kremi zaten, işimize gelir." dedi, nemlendirici kreminin kapağını açarak yüzüme bolca sıkarak eliyle yaydı. Üstüne güneş kreminden yeterli miktarda sürdükten sonra beklemek, yüzüme oturması için geriye çekildi. O sırada odamın kapısı çalınıp, açılmıştı. Aynur teyzem, elindeki tepsiyi kapının yanındaki Tuğba hanıma uzatarak geri çıkmıştı. Tepsinin üstünde üç fincana yapılmış espresso ve tatlılardan vardı. Kahvemizi içip, tatlılardan yedikten sonra, Lara hanım makyaj masama dizdiği fondötenlerden tenime en uygun olanı bularak yüzüme hafif bir katman sürdü, göz altlarıma, burun kenarlarıma daha açık bir kapatıcı sürerek fırçayla yaydı. Yüzümün ten rengi eşitleyerek, geri kalan kısımlara başladı. Önceliği gözlerime vererek gözlerime bronzer renginde var sürdü kirpik diplerimi siyah far ve göz kalemiyle belirginleştirerek göz kalemiyle çok uzun olmayan kirpiklerimi hacimli gösteren bir eyeliner çekti. Kirpiklerimi önce kirpik kıvırıcıyla sonra rimelle hacimlendirdi. Göz makyajım böylelikle sona ererken yüzümü gölgelendirdi, renklendirdi ve ışıltı verdi.

Çok hafif ama güzel görünüyordu şimdiden, rujumu filan sürmeden kaşlarımı boyayıp sabitledi üstüne de sabitleyici spreyden sıkmıştı. Makyajım da bitmişti ruj olarak dudaklarımı kahverengi dudak kalemiyle çerçeveledi, ortasına da pembe tonlarında parlak bir ruj sürmüştü.

Makyaj bittiğinde kalktım, Tuğba hanımın yardımıyla gelinliği giyindim.

Makyaj bittiğinde kalktım, Tuğba hanımın yardımıyla gelinliği giyindim







Çok kalabalık olmaması, çok rahat hareket etmemi sağlıyordu. Boynumdan enseme doğru güpür deseninin gelmesini beğenmiştim. Beyaz tenimi çok güzel ortaya çıkarıyordu, Tuğba hanım saçlarımı iki yanıma getirerek tekrar sabitleyici sprey sıktı, Lara hanım da aynı şekilde makyajıma sıkmıştı. İşleri bittiğinde beni baştan aşağıya süzdüler bende aynı şekilde kendimi. Güzel olmuştum. Gerçekten. Ama bir şey eksikti sanki... Gözlerimde evlenmeye dair istek yoktu. Ne kadar göz makyajım gözlerimi yukarıya kaldırsa da bayık, isteksiz bakıyordum.

Tuğba hanım, önüme giymem için beyaz kısa topuklu ayakkabıları bıraktı. Ayakkabıları giydikten sonra, Tuğba hanım, "Çok güzel oldunuz Meran hanım. Zaten güzeldiniz ama şimdi çok çok daha güzel oldunuz."

Lara hanım, "Kuğu gibi oldunuz. Çok zarifsiniz." dedi gülümseyerek.

"Teşekkür ederim." dedim gülümsememi gerçekçi tutarak.

Tuğba hanım bileğindeki saatine bakarak, "Bir saat sonraya uçağımız var İstanbul'a dönüyoruz, size evlilik hayatınızda mutluluklar diliyorum. Umarım her şey gönlünüz, yüzünüz gibi güzel olur." dedi gülümseyerek Lara hanım ile eşyalarını toparladılar, çıktılar.

Odada yalnız kalmıştım. Parfümlerimi koyduğum kısma gelerek sürekli kullandığım parfümümden üstüme boca ettim. Ben bu odadan çıktıktan hemen sonra tüm eşyalarımı toparlayacaklardı, Alemşah konağına gönderilecekti. Dikkat edilmesi gereken bir iki eşyamı sürekli kullandığım çantalarımdan birisinin içine koydum. Hiç bir yere oturmadan bekliyordum öylece. Ne zaman geleceklerdi odaya? Of bilmiyordum ama susamıştım. Bir kaç dakika daha ayakta bekledikten sonra sıkılarak yatağa oturdum.

Gelinlikle odamın içinde beklemek tuhaf bir histi, kutu içinden çıkmamış bebeği vitrine koymak gibiydi. Bir kaç dakika sonra uzaktan davul, zurna sesleri duymaya başladığımda gelin almasına geldiklerini anladım. O sesler çok geçmeden kapının önünde gelmeye başlamışlardı, odamdaki saate baktım saat 14.30'du. Heyecan mı yapmıştım bilmiyordum ama kalbim pır pır atıyordu. Dudaklarımı hafifçe yaladım, su içmek istiyordum ama çok fazla içersem bu gelinlikle nasıl tuvaletimi yapardım bilmiyordum. Çile gibi bir şeydi.

Odadaki klima sersemletirken uykuya ihtiyacımın olduğunu hissettim. Kapımın önünde ayak sesleri artmıştı, kapı çok geçmeden annem tarafından açıldığında yavaşça oturduğum yerden kalktım. Annem beni süzdü kısaca, "Çok güzel olmuşsun." dedi beni şaşırtarak.

"Zaten çok güzelsin. Beyaz elbise giysen bile çok güzel olurdun. " kolundaki çantayı düşürerek içindeki setlerden birisini çıkarttı, dün kuyumcuda aldığı safir kolyeyi boynuma taktı. Küpeleri takmam için avcumun içine verdi, "Dün kaçmayı başarabilseydin keşke."

"Başaramadım." dedim yutkunarak, "Biliyorum. Haberim var. Haberim çok önceden vardı. Kartal'ın babana söylediğini biliyordum." küpeyi takamadan elimde kayıp yere düştü, şaşkınlıkla ağzım aralanırken "Nasıl?" diye fısıldadım şaşkınlıkla.

"Babanla konuşmasını duydum. 'Kızına sahip çık! Başkasına da gidebilirdi!' diye had bildirdi sayısızca. O gün babanın seni öldüreceğini düşündüm. Ama Saltuk sinsice bekledi, bunu tahmin edemedim." Yere düşürdüğüm küpeleri kulağıma kendi takmıştı. "Niye bana söylemedin anne?" dedim sertçe

Şaşırdı ilk başta, afallayarak "Ne yani? Tüm suçlu ben mi oldum? Sende son şansını Kartal'a güvenmekle harcamasaydın! Akıllı olup, tahmin ediyor olmalıydın. Adamın ağabeyiyle evleneceksin, tabiki de seni kaçırmayacaktı."

İnsanın haini çok uzakta aramaması gerekiyor. Çünkü hiç bir şey hissettirmeden benim kaçmamı destekleyen, bana yardım ettiği için Kartal'ı akıllı olmakla öven aynı zamanda da her şeyin yalan olduğunu bilen annem... Benim annem. Sütü gelmediği için değil ona vereceğim zarardan korkarak beni emzirmeyen, süt annelere veren annem! Kendi doğurduğu kızına sevgi göstermeyen, ezen, aşağılayan... Benim annem!

İçim burkuldu. Gözlerim doldu anneme bakarken. Bağırmak istedim. Neden? diye Neden bana bunu yaptın? diye Neden bana söylemedin anne? diye bağırmak istedim. Ama bağırmadım. İnanın bana dışarı da olan Alemşahlardan utandığım için değil, sadece alacağım cevapların duyduklarımdan daha ağır olacağı gerçeğinden korktuğum için. Sadece içimde birazcık kalan anne hissini yok etmemek için.

Dişlerimi iyice sıktım. Dilimi ısırdım, ezdim onu. Sırf annem gibi anne olmamak için çocukluk hayalim olan anne olmayı içimden söküp atabilirdim. Annem boynuma, bileğime bir şeyler takıp tıkıştırırken kapı tekrar açıldı kapandı. Babam hissizce gelerek elindeki kırmızı kuşağı taktı belime, sonra kapıyı açık bırakarak çıktı belinden çıkardığı silahla ateşledi havaya. Avluda bizim aşiret, Alemşah aşireti dostluklarını kutlamak için oynarken annem koluma girerek yürüttü beni. Hissiz beynim durmuştu, sağır olmuştum duyamıyordum, kör olmuştum göremiyordum. Kapıya yürütüldüm, silahlar ateşlendi herkes tarafından, adaklar kesildi kanları aktı avluya. Tabancalar, tüfekler, makineli tüfekler... tüm suç aletleri kapıdan çıkmamı kutlarken merdivenden attığım ilk adımla nefes aldım ben! Kafamın üstüne atılmış yüzümü kapatan kırmızı duvağı görmemiş fark etmemiştim bile. Annem kolumu tutmaya bıraktığında sarsıldım. Sırtımda hissettiğim bakışların yoğunluğu atarken kaldığım birinci merdivenden gelinliğin eteklerini hafifçe kaldırarak aşağıya sarkıttım ayağımı. İkinci merdiven, üçüncü merdiven... derken ben merdivenleri ininceye kadar susmamıştı silah sesleri, durmamıştı akan kanlar, durmamıştı çekilen halaylar...

Baran'ı gördüm kırmızı duvağı ardından Kartal'ın yanındaydı ikili gülerek havaya doğrulttukları silahlarını sıkıyorlardı. Boynuna bağlanmış yeşil bez ile silahını indirerek yanıma yaklaştı. Silah sesleri, Baran'ın bana adım atmasıyla kesilmişti. Yavaş adımlarla karşıma geldiğinde nefesimi tutmuştum, elini cebine attı. Cebinden çıkarttığı şeffaf kutunun içindeki beşi biryerdeyi boynuma arkadan bağladıktan sonra kolunu girmem için uzattı. Duraksadım, uyuşan parmaklarımı hafifçe oynatarak uzattım elimi tuttum kolunu. Avlunun içinde yürüdük beraber. Konağın kapısının eşiğine geldiğimde ayaklarım gitmedi, duraksadım. O da durarak bekledi beni. Gözümden yaşlar düştü yere son kez, son kez dedim son kez ağlıyorum bu eşikte. Arabanın açık kapısına baktım, derince bir nefes çektim içime nefesi geri vermeden attım adımımı ileriye çaresizce.

 

Loading...
0%