Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1| Başlangıç

@nathaliepall

 

Hepinize merhabalar. DÜNYA KIZ GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN BALLARIM...

Kötü bir dönemden geçiyoruz, her zaman olduğu gibi... Bu son yaşanan olaylardan dolayı her kadın gibi ben de oldukça şaşkın, üzgün ve yaşamım hatta kurup kuramayacağımdan emin olamadığım geleceğim hakkında endişeliyim.

Katledilen kadın, çocuk, hayvan, erkek, her insan için adaletin yerini bulmasını istiyoruz, eylemlere katılıp farkındalıkla ilgili paylaşımlar yaptım ancak hesabıma önce gelen tehditlerden ve daha sonra kapatılmasından dolayı hala çok sinirliyim.

Adaletin en kısa sürede gereği yapılarak yerini bulmasını, en iyi şekilde sistemin ilerlemesini temenni ediyorum.

Size şunu söylemek istiyorum hemcinslerim, susmayın, korkmayın. Şantaj yapan, sizi kötüye sürükleyecek ve bunu sizi tehdit ederek yapacak insanlardan korkmayın. Ailenize lütfen anlatın...

Dışarıda yürürken sağınıza, solunuza, önünüze, arkanıza yalvarıyorum daha sık bakın. Kimseye güvenmeyin, kimseden bir şey almayın, kimseye bir şey vermeyin. Size verilen kapağını açmadığınız, paketini sizin açmadığınız hiçbir şeyi almayın.

Ne yaşamış, ne hata yapmış olursanız olun yalvarırım ailenize bildirmekten korkmayın...

Zamanın da benim bile hata yapmadığım, suçlusu ben olmadığım halde anlatmadığım olaylar olmuştu. Bu yaptığım şey daha büyük bir hataya dönüşmüştü. Benim gibi yapmayın, ailenizde size en yakın hissedeceğiniz kim varsa geç olmadan durumu bildirin.

Sonuna kadar tüm katledilen tüm kadınlarımızın bize mirasını yaşatacağı, adalet yerini bulana kadar susmayacağız!!!

KENDİNİZE DİKKAT EDİN OLUR MU? GÜVENDE VE SAĞLICAKLA KALIN!!!

#ikbaluzuner #ayşenurhalil #katledilentümkadınlariçinadalet ...

***

 

 

Yazım yanlışlarım yüzünden şimdiden özür diliyorum, umarım beğeneceğiniz bir bölüm olur. Yeni gelip ilk kez okuyanlar hepiniz hoş geldiniz...

OY VE BOL BOL YORUM ATARSANIZ ÇOK SEVİNİRİM, SİZİ SEVİYORUM...

Instagram açtım kullanıcı adım: nathaliiella (bana ulaşmak, yazmak isteyen olursa, derdi birikip anlatacak biri lazımsa yazın bana ballarım oradan konuşuruz...)

***

 

 

 

2019/İstanbul-YAZARDAN

Stajını bitiren Ahsen uzun zaman sonra ilk defa bir gününde bu kadar hafiflemiş hissediyordu. Artık tek başına yapabileceği avukatlığa resmen başlıyordu. Müvekkil bulmak kolay değildi, sırasıyla iş görüşmesine gireceği birkaç tane büro vardı, gitmek için yola koyuldu.

Birinci büroya girdi. "İş görüşmesine mi geldiniz?" diyen sekreter bir kadın vardı. Ahsen'i baştan aşağıya süzdü.

"Evet, 12.15 diye konuşmuştuk." Bir eli üstündeki takım ceketi düzeltti, elleri ceketinin ucuyla oynayıp duruyordu. Aciz değildi, hissetmiyordu da ama henüz Ahsen isminin hakkını verecek kadar öfke yaşamamıştı.

Gülümsemeyen, somurtkan kadın masasından kalktı. "Beni takip edin." İlerlemeye çoktan başlamıştı ki Ahsen de peşinden gitti. Konuşması gereken avukatın önüne geldiklerinde kapıyı açmadan önce kadın Ahsen'i durdurdu. "Çok soru soranları sevmez, olabildiğince az konuşun." diye saçma bir konuşma yaptıktan sonra Ahsen'in ister istemez kaşları çatıldı.

Zaten pek konuşmazdı, tanımadığı insanlarla çok konuşmayı da tercih etmezdi. "Tabii." deyip geçiştirdiğinde az önce heyecandan ceketinin ucuyla oynayan elleri durdu. Olduğu yerde yumruk oluştuğunda kendine sakinleştirmek için derin bir nefes alıp içinden 10'a kadar saydı.

Açılan kapının önünde daha fazla beklemeden adımlarını ilerletti, içeriye geçti. Suratına bakmayan bir adamı masasında oturup bilgisayarıyla ilgilendiğini gördü. Onunla göz teması kurmak için bir süre bekledi, değişen bir şey olmayınca hafifçe boğazını temizleyerek dikkatini çekmeye çalıştı, başardı da.

"Buyur?" dedi adam Ahsen'e. Öylece bakıyordu.

"İş görüşmesi için gelmiştim, Ahsen ben..." dedi kendini tanıtarak. Şimdi ise elleri yumruk şeklinden çıkmış baş parmağının kenarını tırnaklıyordu. Bugün Ahsen olmaya karar vermiş gibiydi, baktığı yeri çoktan yakmaya başlamıştı.

Adam masasındaki dosyaları tek tek açıp baktı, en az yirmi dosyaya bakıp Ahsen'e çatık kaşlarıyla geri döndü. "Senin dosyan burada yok..."

"Nasıl yani?" dedi Ahsen. İki hafta önce her şey eksiksiz bir şekilde bu büroya kendi elleri tarafından bırakılmıştı.

Adamın gözleri yanındaki çöp kutusuna gittiğine Ahsen de adamın gözünü takip ederek demir telli içi gözüken ve kağıt dolu çöp kutusunu gördü. Dosyayı da gördü. "Çöpteki benim dosyam olabilir mi?" dedi, sesi hafif titremişti. İçindeki öfkeyi zapt etmekte zorlanıyordu.

Adam elini uzattı, yavaş ve ilgisizdi, çöpteki dosyayı alıp içini açtı. "Ahsen Dide KORKMAZ?" dediğinde gözleri Ahsen ile yeniden buluştu.

"Benim." Duruşu değişmişti Ahsen'in. Karşısındaki adama kafa tutar gibiydi, bu saatten sonra işi onaylansa da Ahsen burada kendi çalışmazdı. Gerçi işin olmayacağı sonucu zaten çoktan belliydi.

"İş için uygun değilsin." Adam bunu söyleyince Ahsen'in içinde bir şeyler kopmaya hazırken artık ok yaydan çıkmıştı. Çıkan oku tutmak için çabalamadı, bilerek iyice gerdi o yayı ve bilerek istediği o yere fırlattı okunu.

"Ben mi uygun değilim, dosyama bakmadınız bile?" Sesi artık eskisi kadar sakin ve sessiz değildi. Bağırmıyordu ama şu anlık... Sesinden kim olsa karşı tarafa sinirli olduğunu hissedebilirdi.

Adam elinde tuttuğu dosya açıp inceler gibi yaptı ve geri kapattı. Ardından yeniden dosyayı çöpe attı. "Baktım ve hala uygun değilsin! Ali KORKMAZ'ın kızı, seni işe alırsam benim itibarım ne olur biliyor musun sen?" Dosyasında olan gözleri dosyayla beraber yeniden çöpe gitti.

'Ali...' yeniden duymuştu o ismi Ahsen, uzun zaman olmuştu. "Bu mu yani? Babam yüzünden mi?" Elleri yeniden yumruk olmuşken sıkmaktan kızarmıştı da. Tırnaklarını avuçlarına iyice bastırdı. Etrafındaki insanları uzaklaştırma sebebi buydu işte, zarar veriyordu. Uzaklaştırmıştı bu yüzden zarar gören kendisiydi.

"Baban pislik, katilin önde gideni, senin onun kızı olduğunu kimse bilmese bile öğrenmeleri muhtemel. Seni işlerimin içine sokamam." Biraz bekledi, Ahsen'in cevap vermesine izin vermeden devam etti. "Yanlış bir bölüm seçmişsin Ahsen, hukuk olmamalıydı." Babasının ne kadar pislik olduğunu bilen Ahsen bu sözleri bir de başkasından duymak istemiyordu, karşısında beliren görüntü hep aynı oluyordu, Aylin... Öylece yerde yatan annesini hatırladı, babasının onu Ahsen'den çalışını...

Ahsen cebinden telefonunu çıkarttı. Ekranla bir süre uğraştıktan sonra adama baktı. Artık sakin olması mümkün değildi, baktığı her yeri yakmaya başlamıştı. "Avukat Emre OĞUZ... Büronuzun itibarı baya kabarık Emre Bey. Bir Organize suç örgütüne, tacizci bir adama, uyuşturucu satıcısı olan iki adama, karısına şiddet eden bir adama avukatlık yapmış biri olarak fazla iddialı değil misiniz? Babamın yaptığı suçu ihbar eden bendim, kızı olmama rağmen. Onun gibi nice insanı savunup suçluların hak ettiği yere girmesini engelleyen de siz. İtibarınızın batacak bir yeri kalmamış ama çok üzgünüm, burada çalışmayı düşünmek büyük bir hata ve mide bulandırıcı."

Adamın masasına ilerledi Ahsen. Çöp kutusuna uzanıp dosyasını çöpten aldı. "Benim başarılarım buraya uygun değil haklısınız, daha iyi itibarı olan bir büroda çalışmak benim kişiliğime daha uygun."

"Karşında kim olduğunu unutuyorsun Ahsen!" Adam şimdi masasından kalkmış Ahsen'in üstüne yürüyordu. Acımasız bir babayla aynı evde büyüyen bir kız çocuğunu korkutacak pek bir şey kalmamıştı, karşısında dikilmekten geri gitmedi.

"Beş paralık itibarıyla karşısındaki insanın ailesinin işlemiş olduğu kişisel bir suçu insana yükleyip ezmeye çalışan biri olduğunuzu biliyorum Emre Bey, ama ben öyle sizin iş görüşmelerinize gelip iş olsun diye size kendimi ezdirecek kadar düşük değilim. Şimdi elinizde olan dosyalardan kendinize uygun avukatı seçmeye devam edin. Ben başka bir büroda savunduğunuz pis adamların davalarını kazanmamanız için mesleğimi yapacağım. Kolay gelsin..."

Kendi dosyasını çöpte bırakmadı, Emre'nin bir şey söylemesine izin vermeden hızlı adımlarla odadan çıktı. Sekreteri görünce göz göze geldiler. "Çok konuştum, papatya çayı anca keser." deyip bürodan çıktı.

Gidecek iki ayrı büro daha varken telefonu çaldı. Arayan yanında stajını yaptığı avukat Altay BEŞİR'di, telefonu açtı. "Alo?"

"Sen neredesin?" diyen Altay'ın sesi hafif sertti.

"İş görüşmesi ayarlamıştım oraya gidiyorum." Bugünün laneti ilkten açığa vurdu diye söyleniyor diğer yerlere de umutsuz bakıyordu Ahsen. Tüm iş hevesinin bugün içinde gün henüz yeni başlamasına rağmen kaçmasına sinirlendi.

"Yerin hazır zaten, bir saat içinde büroda ol." Kendi bürosundan bahsediyordu Altay.

"Anlamad-" Bitiremedi sözünü, telefon kapandı. Büroya ilerlemeye devam ettiğinde yanında duran ve korna çalan arabaya döndü. Siniri geçmemişti, arabaya olan bakışları da deliciydi. Cam indiğinde arabayı süren Ege'yi ve yanındaki Berkin'i gördü. Etrafından uzaklaştıramadığı, peşini ne olursa olsun bırakmayan bir bunlar vardı; Ege, Berkin, Zeynep...

"Kimi öldürmeye gidiyorsun? Atla..." diyen Berkin yine gevezelik peşindeydi. Arabanın arka kapısını açıp içeriye attı kendini.

"Mümkünse kimseyi öldürmeme müsaade etmeyin. Altay abinin büroya sürer misin?" Ege hafifçe başını eğdi, dikiz aynasında Ahsen'in sakinleşmek için çırpındığını belli ettiği gözlerine baktı. Üstüne gitmemek için bir şey demedi.

Çok geçmeden büroya geldiler, Ege arabayı park etti. Berkin de Ege de Ahsen ile birlikte büroya girmek istedi. "Siz nereye?"

"Hayda buraya da mı kart basıp giriyorsunuz kızım! Biz senin iş yerine hiç mi gelemeyeceğiz?" Berkin mızmızlanmaya başlamıştı.

"Kartlık bir durum yok da siz ne için geleceksiniz?" Berkin'e sormadı, cevap vereceği en mantıklı kişiye baktı sorarken, Ege'ye.

"Hiç, öyle yanında olmak için, oradan da çıkıp kutlama yaparız işte stajın bitti diye." Ege çoktan büroya yürümeye başladı. Ahsen'in tek ittiği Azra değildi herkesti ama burada olan herkes buna uymamıştı, Ege de, Berkin de, Zeynep de hala İstanbul'da oldukları için uymamışlardı. Her sabah kapıya dayanan bir Ege vardı, dakika başı arayan Berkin vardı, Ahsen'i sürekli dışarıya çıkaran Zeynep vardı. 10 yıllık arkadaşlığı bitirmek için çabalayan bir kişiye karşı 10 yılı katlamaya çalışan üç kişi vardı.

Kutlama yapmak da istemiyordu ama gitmemek gibi bir seçeneğinin olmadığını biliyordu. Şu an bunu dile getirse Ege'nin büroya bile girmeden Ahsen'i sürükleyerek istediği yere götüreceğini herkes biliyordu. Sessizce içeri girdiklerinde Ahsen arkada olduğu için Ege ve Berkin'e soru soran sekreter Yeşim'e baktı.

"Siz kiminle görüşmek için gelmiştiniz?" diye soran Yeşim'e ikili bakmaya devam edince her zamanki gibi aklı hızlı yerine gelen yine Ege'ydi.

"Yok arkadaşımız avukat onunla geldik." Eliyle arkasını gösterdi, arkasını döndü ama Ahsen yoktu çünkü yanlarında duruyordu. Ege yanına bakınca Ahsen'i kadına gösterdi. "Dide işte, avukat Dide."

Ahsen kaşlarını kaldırınca Ege düzeltti. "Yani Ahsen demek istedim." Abisi ve ailesi, arkadaşları dışında herkes için Ahsen'di. Arkadaşları bunu bazen unutsa da Ahsen hatırlatmaktan yorulmuyordu. Ama en çok annesi için Dide'ydi, o da şu an burada değildi. Dide olmak için içinde en ufak bir beyazlık kalmamıştı. Aylin'in ölümünden sonra kalbinde en ufak karanlık bile olmayan Ahsen'in içi tamamen karanlıktı artık.

Yeşim, Ahsen'e döndü, doğruluğunu ister gibi baktığında Ahsen iç çekerek başını ağır ağır aşağı yukarı salladı. Gözlerinden içi okunuyordu. 'Maalesef arkadaşlarım..." diyordu gözleri.

Yeşim güldü, az önceki gittiği bürodaki kadın gibi değildi ya da sırf Ahsen'i tanıdığı için gülmüyordu herkese böyleydi. "Altay Bey sizi bekliyor."

Başıyla onayladı Ahsen, peşine takılacaklarını bildiğinden yürümeye devam ettiğinde Ege ve Berkin hemen arkasından ilerlediler. Asansöre binip 16. kata geldiklerinde indiler, en önde Ahsen vardı, Ege ve Berkin arkasında yan yana ilerledi.

Uzun bir koridorun ardından büyük açık bir kapıya ulaştılar, toplantı odasıydı. Ahsen açık kapının kenarına iki kez vurdu. İçeriden masanın en ucunda oturan Altay başını dosyadan kaldırıp kapıya baktığında Ahsen'i görünce eliyle içeriye davet etti.

Ahsen önce Altay'a baktı, sonra arkasındaki arkadaşlarına döndü. "Sorun yok senin için sorun olmayacaksa benim için bir sorun yok. Sadece konuşacağız." Altay'ın bu sözünden sonra Ege ve Berkin öne geçerek Ahsen'den önce girdiler odaya. Ahsen de içinden derin nefesler vererek girdi odaya.

Sandalyeye oturup elindeki dosyasını çantasıyla birlikte masaya bırakınca Altay dosyayı gördü. "Ne dosyası bu?" diye sorunca uzanıp dosyaya baktı. İlk sayfasında karşısına çıkan Ahsen profilini gördü hemen altında kırmızı damgalı reddi görünce sinirlendi. "Sen bu dosyayla red mi yedin?" Sinirlenmişti.

"Ali KORKMAZ'ın kızı olduğum için büronun itibarı düşermiş, o yüzden red yedim." Ahsen'in sesi Emre'ye çıktığı gibi değildi, daha sakin ve kırgındı. Karşısındaki Emre değildi çünkü her ne kadar Altay Bey dese de Altay abisiydi o Ahsen için.

Masanın bir başka köşesinde oturan Ege ve Berkin önce şaşırdı sonra ikisinin de aynı anda kaşları çatıldığında konuşmayı bölmemek için içlerindeki tüm iyi kötü sözleri yuttular. Altay dosyaya bakmaya devam edince Emre'nin imzasının olduğunu gördü. "Emre'nin bürosuna mı gittin?"

Ahsen'in gözleri kısıldı. "Evet, neden?"

Düşmanıydı Emre, Altay'ın üniversiteden arkadaşıydı. Yakınlardı ama yıllar önceydi bu olay, Emre sonrasında değişmeye başlamıştı. Para için yanlış yollara girmeye başlamış peşinden Altay'ı peşinden sürüklemişti. Altay neredeyse Emre'nin yaptıkları yüzünden okuldan atılacaktı, o dönemlerde sesi fazla çıkmazdı. "O piç senin benim yanımda staj yaptığını biliyor muydu?"

"Bilmiyorum." dedi Ahsen. Şüpheciydi sesi, kim işe almak istemezse bahanesi zaten hazır diye düşündü. Emre olmamıştı, belki Altay yüzündendi ama diğerleri de almazsa almazdı, kimlikte kayıtlı olduğu baba hala Ali'yi, annesinin nefesi kesen, iki çocuğunu bir anda bırakıp giden, kendi hayatını çocuklarına tercih eden bir babaydı. İsteyen herkes internete 2012 olayı yazınca bu bilgiye ulaşabilirdi.

"Her neyse... Sen benimle konuşmadan neden başka bürolara gidiyorsun?" Altay söylendi, buraya ilk başladığında kendini zaten kötü hisseden Ahsen'e abilik yapan kişiydi Altay. Her şeyi yorulmadan, sıkılmadan anlattı Ahsen'e. Yıllar önceki sessizliğini Emre'ye rakip olarak çıkartmıştı şimdi de sıra Ahsen'deydi. Yine aynı kişiydi rakip ama bu taraf artık çok daha güçlüydü. Altay, Ahsen'in bu aile olayları yüzünden birçok büro ile sorun çıkacağını düşünüyordu. Herkes Altay gibi bir avukat değildi, çoğu Emre gibi hatta daha beteriydi.

Baba durumu olmasa bile Ahsen'i başka bir büroya kaptıracak kadar salak değildi. Yaşadığı zorluk yüzünden Ahsen'in ne kadar geliştiğini biliyordu. Elindeki bu fırsat itibar düşürecek değil yükseltecek bir cevherdi. "Ben seni başka yerlere yedirir miyim kızım? Kal burada, bu büroda, yerin hazır senin..."

Bunu beklemiyordu Ahsen, burayla görüşmek için düşünmemişti bile. Her yeniyi almazdı burası, burası yüksek bir yerdi kendini buraya denk görmüyordu. "Ben yeniyim, burası beni aşar." diye soru sorar gibi Altay'a konuştu.

"Madem burası iyi bir yer, seni kimin yetiştirdiğini unutma Ahsen. Sen buraya aldığımız avukatlardan aşağı değilsin. Yanımdaydın, öğrettim. Yanımda kal, öğretmeye devam edeyim." Altay kendine göre en mantıklı cümleyi kurdu. Ne bir başkasının Ahsen'i alıp boşa sömürmesine ne de aşağılamasına izin vermezdi. Her insan, insan gibi değildi...

Bir şey söyleyemedi Ahsen. Burada olmak, herkesin seçtiği başarılı bir avukatın yanında çalışıyor olmak istediği en büyük şeydi. Bir aile kalmamıştı, dağılmıştı. Arkadaş da vardı ama bütün bir parça değildi. Ahsen'in elinde bütün şekilde tutabildiği tek şey işiydi. Ona bağlı olan tek şey buydu. Annesi ölünce Ahsen nefes almayı bırakamamıştı, kesmeyi denemişti ama olmamıştı ya da abisi gidince yaşamı bitmemişti. Arkadaşlıklar dağılınca da değişen çok büyük bir etki yoktu ama iş ona bağlıydı. O varsa vardı, yoksa yoktu. Ahsen'i bırakmayacak tek şey işti.

Usulca başını salladığında Altay aldığı cevaptan memnun kalmıştı, gülümsedi, elini uzatıp ilk geldiğinde ilgilendiği dosyayı açtı ve Ahsen'in önüne uzattı.

Ahsen önündeki dosyanın her maddesini okuduğunda Altay yine konuştu. "İşte bu yüzden seni istiyorum Ahsen. Dikkatlisin, benim gibi güvendiğin bir şey de olsa körü körüne gitmiyorsun." Emre ile olan hatasını vurguladı.

Ahsen hata yapmaz değil yapamazdı, artık bu hakkı kendisine tanımıyordu. Dosyayı okuyup her şeyin normal olduğunu düşündükten sonra kalemin kapağını açtı. Kenardaki arkadaşlarına baktığında Ege de Berkin de elleri çenesinde Ahsen'e bakıyordu. Ahsen önündeki kağıdın en altında yazan ismine baktı.

'Ahsen Dide KORKMAZ' Babasının soyadı hala duruyordu, onun koyduğu isimi kullanıyordu hatta ve bunlarla beraber bir şey başarmıştı. İmzasını attı... Gülerek ıslak imzasının üstüne hafifçe üfleyip dosyanın kapağını kapattı.

"Aramıza hoş geldin avukat Ahsen!" dediğinde Ahsen'in gülüşü daha da büyüdü... Ahsen'in artık yüzünü güldüren tek şey yaptığı her başarıydı. Bir şey başarmıştı ama durmak gibi bir niyeti yoktu, olmayacaktı...

İyi bir avukat olmuştu şimdi ise iyi bir savcı olmak istiyordu...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GÜNÜMÜZ-AHSEN DİDE KORKMAZ

Önce adliyeye gidip Erkin başsavcının bahsettiği dava dosyasını aldım. Ardından bu süreç içerisinde bulunmam gereken yere ilerledim. Karargahın kapısına gelince nöbetçi askerler durdurdular. Çantamdan çıkarttığım savcı kimliğimi gösterdiğimden çok geçmeden kapılar bana açıldı.

İndiğimde elimde dava dosyasını tutuyordum. Beni yönlendirmek için bir asker yanıma gelmişti. "Albayım odasında ben size göstereyim savcım." Eliyle yolu gösterdi, ilerlemeye başladığımda o da yanımdan yürümeye devam etti. "Burası..." dediğinde durdum.

"Sağ ol." Yanımdaki askeri gönderdikten sonra kapıya vurdum. İçeriden gelen 'gel' sesine kapıyı açıp içeriye girdim. Karşımda sandalyesinden ayaklanan ellili yaşlarında ama hala oldukça dinç ve dik duran, üzerindeki üniformayı rozetlerle donatmış albayı görünce başımla hafifçe selam verdim.

"Savcı Ahsen değil mi?" dediğinde yine başımı hafifçe sallayarak onayladım. Elimi uzattığım sıra elimi tutup sıktı ve kendini tanıttı. "Albay Demir YÜCEL..."

Eliyle masasının önündeki koltuğu işaret edince oturdum. "Erkin başsavcım dava dosyasını bugün verdi, çalışmaları buradan yönetebilmem için bir yer ayarlatacağını söylemişti." Emindim ki her şeyden haberi vardı ama söyleme gereği duyduğum her şeyi anlattım.

"Biliyorum gereken oda boşaltıldı, yerin hazır. Hoş geldin." Genelde gördüğüm askerlerden zıttı surat ifadesi, gülümsüyordu. Sanki kızacak kadar sert değildi.

"Hoş buldum..." Daha ilk günden konuşulacak pek bir şey yoktu. Önce bana verilen dava dosyasının hakkında bilgi edinip okumam gerekiyordu.

"Kendinden bahset biraz, kimsin, nereden geliyorsun?" dediğinde şaşırmıştım. Beni tanıyan albay değildi Erkin başsavcıydı. İstese araştırırdı ama bana sormayı tercih etmişti sanırım...

"Ben Ahsen Dide KORKMAZ, İstanbul'dan geliyorum. Hakkımda pek söylenilecek bir şey yok, sadece işimle ilgileniyorum, hayatım bundan ibaret." dedim ve sustum. Ben bu kadarıydım ne eksiği ne de fazlası...

"İstanbul'dan sonra burası biraz zor gelebilir ama üstesinden geleceğine eminim. Burası küçük bir yerdir, iyiler de kötüler de birbirini tanır. Burada dağa çıkar temizleriz ama aşağısı saygı duyar. Alışman uzun sürmez." Yine başımı salladım. Adapte olmak benim zorlanacağım bir şey değildi, belki bir gün sürerdi belki bir ay ama hallederdim.

"Odayı görebilir miyim?" dedim. Daha fazla anlatacak bir şeyim yoktu, albaya da hayatını soramayacağıma göre yapacak başka bir şey kalmamıştı.

"Tabii. Kapıda seni odana götürecek asker bekliyor, Yavuz." Ayağa kalktığım da Demir Bey de ayağa kalktı, elini yine uzattı. "Tekrardan hoş geldin, bir sorun olursa bana sorabilirsin."

Bana uzattığı eli tuttum. "Sağ olun, sorarım..." Odadan çıkmak için ilerledim, kapıyı açar açmaz kapının önünde bekleyen askere baktım. "Yavuz?" dediğimde sert sesini duydum.

"Evet savcım." Yürümeye başlatınca peşine takıldım. Bir köşede uzakta bir odanın önünde durduğumuzda bana yeniden döndü. "Buyurun savcım burası."

"Sağ ol..." deyip kapının üstünde asılı anahtarı çıkartım yanıma aldım ve odaya girdim. İçeride bir masa, deri bir koltuk vardı. Yan tarafında demir dolaplar ve bir kitaplık vardı ama pek dolacağını sanmıyordum. Odayı gezmek için pek bir şey yapmadım benim üç adımım odayı bitirdiğinde açık camın dibine geldim. Dışarıda askerler vardı, arka bahçeye bakıyordu cam.

Geri döndüm koltuğa oturdum, elimdeki dosyayı masaya bıraktım. Boş masaya baktım, koyacak bir şeyimin bile olmadığının farkına varınca garip hissettim. Önümdeki tek şeye odaklandım, dosyaya...

Kapağını açtım.

'Haluk BARUN' adında bir adamın fotoğrafı vardı, ölmüştü.

2011 yılında katıldığı terör mitingi sonucunda Diyarbakır'da yakalanıp tutuklanmış, etkin pişmanlık durumunda sorguda vermiş olduğu operasyon ve isim bilgisi nedeniyle tutuklanma kararı verilmiş ve 8 yıl yatmıştı. 2019 tarihinde 5 yıl şartlı tahliye cezası uygulanıp bu süre sonunda serbest bırakılmıştı.

15 Kasım 2023 yılında, 46 yaşında evinin yakınlarındaki bir ormanlık alanda ölü bulunmuştur.

Sorgu sırasında verdiği isimler:
Gerçek isim bilinmiyor, lakap: Barjo - silahlandırma suçu
Ensar ÇEÇEN - silahlandırma suçu
Harun TEMA - Kürdistan devleti kurma eylemi

Otopsi raporu sonucu:
Kopulmuş sol kol uzvu
Kafa derisinin soyulması
Karın bölgesinden 13 bıçak yarası, 5 tanesi derin
Boyundan atardamar kesilmesi

Kapının çalmasıyla dosyanın kapağını kapatıp kapıya döndüm. "Gel!"

Hafifçe açılan kapının ucundan Yavuz'u gördüm. "Gel Yavuz." dediğimde içeriye geçip kapıyı kapattı. "Albayım dosya hakkında gelişmeleri konuşmak için çağırdı, haber vermek için geldim savcım."

"Tamam ben yolu biliyorum, teşekkürler Yavuz." dediğimde çıkmasını bekliyordum, adımını kapıya attı ama sonra durdu. Kaşlarım havalandığında ona bakmaya devam ettim. "Ve?"

"'Acele etmesin' dedi savcım." Son sözünü de söylediğinde başımı eğerek anladığımı belli ettim. Kapıdan çıkınca ben de masadaki kilitli çekmeceyi açıp içine dosyayı koydum, ardından kilitlediğim çekmecenin anahtarını çantama atıp çıktım, odayı kilitlememe gerek yoktu şu an o yüzden direkt yürüdüm.

Karşıdan gelen toplu asker kalabalığına denk geldiğimde yüzlerinde maskeleri yoktu. Gözlerim kısıldı. En uzunlarına baktım adliyedeki adam gibi uzundu. "Yine mi sen?" dediğinde sesini de duyunca o olduğuna ikna oldum. Kabalığı da belli ediyordu tabii.

Bir şey demeden ilerlemeye çalışırken kolumun bir el tarafından sertçe tutulduğunu hissettim. Kocaman ele baktım, sıkıyordu, geçmişteki gibi. Ama ben geçmişteki gibi olmadığım için elimi çekmiştim. "Sana diyorum, sağır falan mısın ya da dilsiz?" Sinirli surat ifadesi sürerken işaret dilini kullandı.

"Seni adliyede gördüm, burada ne işin var?" Beyinsiz olmak yorucu olmalıydı, bir insan biraz düşünse bence bulabilirdi.

"Ben de seni gördüm adliyede, ayrıca dilsiz değilim sadece gereksiz konuşmayı tercih etmiyorum." Konuştuğumu duyunca gözleri büyüdü.

"Ne diye sabahtan beri işaret diliyle konuşturuyorsun beni o zaman!" Maskeli olmadığı için sinirinin ne kadar fazla olduğunu görebiliyordum. Kaşının ortasında derin bir çizik iz vardı, çattığı için çıkıyordu ama çok çatıyor olmalı ki normalken de o iz yerini derin olmasa da belli ediyordu. Sürekli çatık kaşla geziyordu biliyordum çünkü aynı iz minik de olsa bende de vardı.

"Seninle konuşmadım diye sağır ya da dilsiz olduğumu düşünen sensin, ben seni konuşturmadım yani. Hatta mümkünse sen konuşma benimle..." Bir askere bu kadar gıcık olacağımı hiç düşünmemiştim.

Daha da sinirlendiğini gördüm, gözleri yeşildi ama şu an bir hayli kısılmış yeşillerini kaybetmişti. Suratının rengi yavaş yavaş değişmeye başladığında arkasındaki askerlere kaydı gözlerim. Hepsinin hali değişmişti. "Sen kiminle konuşuyorsun farkında mısın?" Herkes de büyük kişi olmuştu, herkeste de aynı soru dolaşıyordu. 'Sen benim kim olduğumu biliyor musun?, Senin karşında kim var haberin var mı?, Kiminle konuşuyorsun farkında mısın?' Cart curt.

"Kimmişsin ki, askersin işte?" Askerdi, onbaşı da olsa, yüzbaşı da olsa, binbaşı da olsa nasıl konuşmayacağını bilmeyen bir kişi benim için aynıydı. Bu askere yaptığım bir saygısızlık değildi bana yapılan saygısızlığın karşılığıydı.

"Yüzbaşı Sarp." dediğinde konuşan kişi kendisi değildi. Arkasında duran başka biri konuşmuştu.

"Sen misin?" diye sordum o askere.

"Yok ben Mert, teğmenim." dediğinde ben de sinirlendim. Hem benimle konuşmaya çalışıyor hem de başka birine cevap verdiriyordu.

"Niye yüzbaşı Sarp dilsiz mi kendi cevap veremedi ya da sağır mı da duymadı sorumu?" Karşımdaki adam yani Sarp'ın kaşları havalandı. Benimde havalandı. İşaret diliyle konuştum. "Kimmişsin sen?" dedim sorumu tekrarlayarak.

"Söyledi ya işte! Sen kimsin onu söyle?" Üzerime doğru bir adım daha attı, aramızda zaten toplasan dört adımlık yer varken onun bir adımı ile geriye bir adım kaldı. Ben uzundum, ayağımda topuklu da vardı hatta ama o hala benden belli olan bir farkla uzundu. Adımı koca boşluğu kapattığında başımı hafifçe kaldırmak zorunda kaldım.

Ben önce arkama baktım, onun gibi arkamda bir topluluğu bırak bir kişi bile yoktu. Ona geri döndüğümde hafifçe sırıttım. "Benim yerime cevap verecek kimse yokmuş." Sahi tek gelmiştim de Yavuz neredeydi?

"Cumhuriyet savcısı Ahsen KORKMAZ." Sözümü bitirir bitmez surat ifadesi değişti, sekteye uğradı. Çattığı kaşları gevşedi, gözleri büyüdü, yeşilleri geri geldi. Sadece onun değil arkadakilerin de suratları şok geçirmişti.

Kaşları yeniden çatıldığında artık alışmış gibi hissettim. Bir şey diyecekti belliydi, bekledim. "Kaç yaşındasın, yapabilecek misin?" Bunca bekleyişimin bir hiç olduğuna üzüldüm. Sorduğu soru benim sinirlerimin hoplamasına yetmişti ama tuttum kendimi. Onun gibi hödük olmak istemedim.

Sakinleşmek adına burnumdan aldığım derin nefesi bir süre içimde tuttum. Sorduğu soru kafamın içinde dönüp durduğunda nefesimi sakince geri verdim. "27 yaşındayım ve eğer yapamayacak olsaydım emin ol burada olmazdım." Umarım bu sözümden sonra onunla daha fazla konuşmak istemediğimi anlar ve susardı.

Öyle de oldu, suratı hala bana aynı bakarken kenara çekildi, tek bir kelime etmeden eliyle askerlerine işaret verdiğinde onlar da bir köşeye çekildi. Yol bana açılmışken ilerledim. Hep böyle olurdu zaten, kadın savcı mı olurdu? Diyarbakır'da bir kadın yapabilir miydi? Yaşım çok mu gençti? Bir katilin kızı olarak savcı olmam doğru muydu?

Tüm bu sorular hiç bitmemişti. Annem varken evde kapalıydım ve şikayet ederdim ama asıl kötü olan yerin dışarısı olduğunu tamamen dışarıya çıkınca anlamıştım, ne yazık ki bir rehberim de yoktu, özgürlüğüm uğruna annem yok olmuştu ve dışarısı bana göre değildi. Her şeyi öğrenmek için tek başıma çabalamam gerekiyordu, şu an olduğu gibi...

Tüm bu düşünceler içinde boğulurken yürümeye devam ettim. Demir Bey'in odasının önünde gelince durdum yine kapısını çalarak içeriye girdim. "Demir Bey?" dedim. Neden çağırıldığımı merak ettim. Yarım saat önce oturduğum koltuğa tekrar yerleştim.

"Tim Haluk'un telefonunu bulmuş." diye söze başladığında kapı çaldı ardından açıldı. Gelmesini isteyeceğim son kişi içeriye girip selam verdi, tam karşıma oturduğunda önce bana baktı ardından Demir Bey'e döndü.

"Albayım." Elinde şeffaf kilitli poşeti Demir Bey'e uzattı.

Demir Bey kendisine uzatılan poşeti alıp bana döndüğünde konuştu. "İçine baktılar hiçbir şey yok silinmiş, silinenleri de bulamadılar." dediğinde bana uzattı poşeti. İçinde hiçbir şey yokken işime yaramayacak telefonu yine de aldım. "Belki bizim atladığımız bir şey olur." diye devam ettiğinde gülme sesi duydum.

Demir Bey'in değildi ses, gülen kişi tam karşımdaki yüzbaşıydı. Demir Bey de ben de bunu duyup ona döndüğümüzde kendini topladı. Yine ciddi bir ifade takınırken "Pardon albayım." dedi.

Bunu bana söylemesi gerekirken bir şey demedim, nasıl konuşulmasını bilmeyen ve bu şekilde bu yaşına gelen bir insana bu saatten sonra ben bir şey öğretemezdim. İçimden kendime sabır dilemekten başka çarem yoktu.

Demir Bey'in bakışları da oldukça sinirliydi. 'Kızacak kadar sert değil.' dediğim sözü geri aldım, şu anki bakışları yüzbaşını yerin altına çoktan sokmuş gibiydi. "Operasyonda bulduğunuz başka bir şey var mı?" sesi sert çıkıyordu.

"Yok komutanım, telefonun onun olduğunu da zaten bilmeden almıştık. Birkaç eski kıyafet ve iki bidon benzinden başka bir şey yoktu. gerisi pislik zaten, çamur toz." Son söylediklerini söylerken benim kıyafetlerime baktı. Üzerimde açık kahve bir takım vardı. Bir laf daha geldi. 'Sen buraya ait değilsin.' diye...

Ufaktan başıma ağrılar girmeye başlıyordu, hafifçe iki yana salladım. Bu sabır bana yetmeyecek de sinirim taşacak diye korkuyordum. "Bir şey olursa bana haber verirsiniz benim Harun'un bulunduğu yere gitmem gerekiyor."

Demir Bey önce bana başını salladı sonra askerine dönüp konuştu. "Savcı Hanım'a eşlik et." Ona karşı olan bakışları ve sesi hala sertken benimle birlikte yüzbaşı da ayaklandı.

"Tabii komutanım." İstemiyordum, ben yolumu bulurdum ki bunula gitmektense labirentte bile kaybolmaya razıydım.

"Ben bulurdum yolu aslında." dediğimde başının anında iki yana sallayan Demir Bey askerine bakarak bir baş işareti yaptı.

Kapı benim için çoktan açılmıştı, gitmem için oldukça hevesli olduğu her halinden belliydi. Odadan çıkıp kapıyı kapatır kapatmaz ona döndüm. "Tamam gerisini kendim hallederim gelmene gerek yok."

"Biz de meraklısı değiliz herhalde, bırakayım da burada takıl kafana göre değil mi? Senin kapıdan çıktığını görmem lazım!" Yürümemi bekliyordu, yakınımda oluşu da herhangi bir durumda bana karşı müdahale edecek olmasıydı.

"Hain değilim ben farkındasın değil mi? Devletin atadığı bir savcıyım, işim için geldim buraya üstelik daha çok geleceğim. Ayrıca ne o içerde gülmeler falan?" En sinirime dokunan de içeride beni yetersiz gördüğü için gülmesiydi.

"Yeni savcı olmuş bir kadın... Nereden gelmiştin?" diye sordu, cevabıma göre cevabını verecekti.

"İstanbul!" Sesim biraz sert çıkıyordu artık. Sinirlenen yalnız o değildi.

"İyi yetişmiş bir aile kızı, İstanbul'dan başka gitti tek yerler tatil beldesi olan, hayatına aksiyon aradığı için hiç yapamayacağı işler peşinde koşan bir kadınsın. Doğru tahmin mi?" Böyle mi gözüküyordum gerçekten. Eskiden yaşadığım bok gibi bir hayatın üzerini kapatmayı başarmış mıydım? Gerçi hala öyle değil miydi, öyleydi.

İyi yetiştirilmiş aile kızı nasıl olurdu ki? Azra gibi...

Peki ben öyle miydim? Kesinlikle hayır.

Ben yetiştirilmemiştim ki, yetişmiştim. İyi de değildi üstelik, berbattı...

"Yanlış tahmin, bir daha sakın benim hayatım hakkında fikir yürütme! Duydun mu beni?" Bu ona çıkan oldukça yüksek ve sinirli ilk sesimdi, şaşırdı. Daha çok olacağına emindim.

Hayatıma aksiyon aramışmışım. Ulan keşke tahmini doğru olsaydı, bu kadar üzülmezdim. En azından geçmişim güzel diye sevinirdim.

Böyle yaşanmamış bir hayatı yaşıyormuş gibi gözükmek sinirlendiriyordu beni.

Bu söylediklerim ona da dokunmuş olacak ki sustu. İlerlemeye başladığında ben de ilerledim. Arkasındaydım bilerek yanında yürümek istemedim ama o adımlarını yavaşlatarak benim ona yetişmemi istemişti. Bu sefer ben adımlarımı hızlandırıp önüne geçtiğimde yine yakaladı beni ve istediği oldu, yan yana yürüyorduk.

Bahçeye çıkar çıkmaz cebinden ne ara çıkarttığını bilmediğim bir dal sigarayı dudaklarının arasına sıkıştırdı. Eliyle diğer cebini yokladığında bana döndü. "Çakmağın var mı?"

"Yok!" dedim, hala hey heylerim üzerimdeydi. Sigara kullanmazdım, kokusundan dahi nefret ederdim. Annem hep söylerdi. 'Sigara beni tıkıyor baban çok kullanıyor.' derdi. Söz verdirtmişti 'Sen hiç içme olur mu annem?' demişti. Ben de ona sarılmaya can atıyorken kokusu sinmesin de annem sarılırken rahatsız olmasın diye sigara dumanından bile kaçar olmuştum. Söz vermiştim ve hala da sözümdeydim.

"Ne sinirlendin sen de, alt tarafı bir çakmak istedik." Başka bir askere el yapıp yanına çağırdı.

"Emredin komutanım." diye konuşan askerle birlikte durmuştu. Ben ilerledim, durmadım.

Bir süre sonra arabamın başına gelmiştim, ardımda duyduğum hızlı ve sesli adım sesleri yere sertçe vuruyordu. Sanki yeri yıkacak gibi sağlamdı. "Niye tazı gibi kaçıyorsun?"

Sigarasını çoktan yakmıştı. Dumanı, kokusu gelince suratım buruştu. Benim bu halimi görünce de yine güldü. "Dumanını üflemedim bile!"

"Üflemene gerek yok yeterince çıkıyor zaten..." Elimle yanmaya devam eden ve bu sürede duman çıkaran sigarayı gösterdim. Anında uzaklaştı eli benden.

"İyi, gördün kapıdan çıktım. Hadi git başımdan!" Arabamı açıp bindiğimde hala bekliyordu. Sigarasını duvara basıp söndürdü, çöpe attı. Yürümeye başladığında camın önünde durdu.

"Bir şey bulursan haber ver de biz de bakalım." Cevap vermedim, içeride bana güldüğü gibi gülüp arabayı çalıştırdım, uzaklaştım.

Telefonum çaldığında henüz kaydedilmemiş numaraya baktım. "Alo?"

Karşı taraftan gelen erkek sesi kendini tanıttı. "Savcım ben başkomiser Toprak. Biz Haluk'un bulunduğu yerde bir şey bulamadık, evine geçiyoruz. Size konum atayım ben."

"Tamam." Telefonu kapattım. Bana attığı konuma doğru ilerlediğimde zaten açık olan ormanlık konumun yakınlarını gösteriyordu. Yolumu değiştirmeden ilerledim.

Bir adli tıp arabası ve bir polis arabasının olduğu eve gelince kenara çektim. Olay yeri değildi ama buradaki her detay bize yardım edecek bir kanıt olabilirdi. İki polis kapının önüne beklerken beni durdurduğunda savcı kimliğim yine çıktı ortaya. Nereden geldiğini anlamadığım bir şekilde yanımda bir adam daha duruyordu. "Savcım, ben Toprak." Uzun boyluydu Toprak da, esmer tenli, güler yüzlü bir adamdı.

Elini uzattığında elini sıktım. "Ahsen." Verdiğime cevaptan sonra gülümsedi. Demek ki saygılı olmak çok da zor bir şey değildi. Ben de gülümsedim Toprak başkomisere.

"Girdiniz mi içeriye?" Yavaş yavaş evin girişine ilerledik.

"Yeni girdiler." Çekilmiş sarı poşet şeridi eliyle kaldırdığında eğilip altından geçtim. Evin dışında ağlayan bir kadın ve kucağında bir bebeği vardı. Toprak başkomisere dönüp baktım. "Eşi ve bebeği."

Kadının yanına ilerlediğimde elimi arkama uzattım. Benimle gelmemesi için Toprak'ı durdurdum. Başını sallayıp uzaklaştığında ben de kadın ve bebeğine yaklaştım. "Oturabilir miyim?"

Gözleri dolu kadın kafasını kaldırıp bana baktı. "Kimsiniz?" Ellerinde tuttuğu bebek ağlamaya başladı. Anne bebeği göğsüne daha çok çekti.

"Savcı..." Yanındaki boşluğa baktım. Tekrar gözlerimle baktığım yeri göstererek oturmak için izin istedim. Başını sallayıp bana yetecek olan boş alanda biraz daha kayıp bana daha fazla yer açtı. "Birkaç şey sorabilir miyim sana?"

"Ne soracaksın?"

"Eşin hakkında... Ona zarar vereceğini düşündüğün biri var mıydı? Ya da eşinin sana bahsettiği, tedirgin olduğu bir şey?" Yanımda hareketlendi, benden biraz uzaklaştı. Gözleri büyüdüğünde bebeğini daha sıkı sardı.

"Bir şey biliyorsan söyle ki kocanı kim öldürdüyse bulalım..." Bir şey bildiği belliydi ama korktuğu da belliydi. Başını iki yana salladı.

"Bu adamların nasıl olduğunu eşinden biliyorsun. Bana bir şey söyle ki sana yardım edeyim." Yine cevap vermedi.

"Bir şey olursa sana yardım edemeyiz. Bizim istediğimiz de aradığımız da eşini öldüren kişi. Bir kelime bile bir şey biliyorsan söyle." Çok sıkmak baskı altında bırakmak istemiyordum ama hem amacıma ulaşmak için hem de yardım etmek için bunu yapmam gerekiyordu.

"Neden bize yardım edesin ki!" Gözlerime öyle bakıyordu ki, hem yardım istiyor hem de benimle hiçbir şey paylaşmak istemiyor gibiydi. Hangisi daha ağır basıyor tam anlamadım.

"Senin bana söylediğin her şey hem benim hem de senin işine yarayacak da ondan. Eşinin eski durumunu biliyorum, senin de durumunu biliyorum. Eşin bize bu konuda yardım ettiği için öldürüldü." Sessizce dinledi beni, başı hafifçe sağa eğilince gözünden bir damla yaş geldi. "Bak senin de peşine düşerler."

"Ben çocuğumun iyiliğini istiyorum. Altı yıldır bende o işleri yapmıyorum. Tamamen çıkmak istedim ama olmuyor, bir kere girdin mi peşini bırakmıyorlar." Konuşmaya başlayınca konuşup onu bölmek istemedim. Yanında sessizce bekledim, gerisi kesilmeden ya da vazgeçmeden konuşmasını bekledim.

"Bildiğim bir şey yok, son bir aydır peşinde biri var gibi hissettiğini söyledi. Bizi buraya siz yerleştirdiniz zaten, tanık korumaymış diye... Size de artık güvenmiyorum. Burayı bilen kimse yoktu, devletten başka. Belki de sizden biri öldürdü kocamı." Kafasındaki şüphe çoktu, kimseye bir şey söylemeye pek niyeti yok gibiydi. En azından bize anlatmadığı şeyi öbür taraf ile konuşsa bile onlara da bir şey söylemeyeceği belliydi.

"Kocanı öldüren devlet olsaydı emin ol altı yıl beklemezdi. Altı yıl boyunca bir şey olmadan son bir ayda devlet size mi takılacak? Sen de dedin biri peşindeymiş gibi hissediyormuş. Haluk bize isim vermiş, senin de dediğin gibi bu işlere girince çıkamıyorsun. Adamlar peşine düşmüş. Siz bu süre içinde hiç görüştünüz mü o tarafla?" Bıraktım demişti, hem Haluk hem de eşi ama belki tehdit edilmiş olur da görüşmüşlerdir diye sormuştum. Gerçekten söylediği gibi olacaktı, devletten ve Haluk'un ailesinden başka kimsenin bu yeri bilmemesi gerekiyordu.

"Görüşmedik, ben evden hiç çıkmam bile. Haluk izin vermezdi sadece kendi çıkardı. Şimdi benim peşime düşecekler o zaman." Bu sözden sonra o tarafın yaptığına ikna olmuş gibiydi, kesinleşince üstüne gitmeye devam ettim.

"Haluk'un verdiği isimler mi yapmıştır peki sence?" diye sordum. Bir isim, sadece tek bir isim yeterdi.

"Onlar yapamaz, onları Haluk isim verdiği halde bulamadıysanız toz olmuşlardır ya da onlar da öldürülmüştür." Durakladı. Bir süre bekleyip gözlerime sessizce bakmaya devam ettiğinde anlatacaklarının devam edeceğini anladım. "Nazım..." dedi ardından.

"Nazım?" dedim kadını tekrarlayarak. Başını sallayıp beni onayladı.

"Bizim başımızda o vardı ama hiç görmedim. Haluk da görmedi, en azından öldüren oysa eğer sadece o an görmüştür. Adı da gerçek adı değil, gerçek adını da bilmiyoruz. Harun gördü sadece, yüzünü ve adını." Kucağındaki bebeğine baktı. "Eğer oysa sıra bana geldi demektir. Size eşim konuşmuşsa benim de konuşacağımı biliyorlardır." Şimdi bana dönen bakışları benden yardım istiyordu. Bir zamanlar bize karşı olanlar sıkıştıklarında bizden yardım isteyecek kıvama geliyorlardı.

"Sizi başka bir yere yerleştireceğim." Yavaşça yanından kalktım. "Başka bir şey aklına gelirse seni yerleştireceğim yerdeki adamlara söylersin onlar bana ulaşırlar. Tamam mı?"

Başını salladı.

Ben kadınla konuşurken içeriye ekipler girmiş işlerini bitirmek üzereydi, evin dışında bizden tarafa bakan Toprak başkomisere ilerledim. "Bir şey buldunuz mu?" Ben sorumu sorarken o hala kadın ve bebeğe bakıyordu. "Başkomiserim? Buldunuz mu bir şey?" dememle bana döndü.

"Bilgisayarını aldık, kişisel bilgisayarı dışında başka bulduğumuz bir bilgisayar daha var. Kıyafet dolabının altına saklamış. Onu araştıracaklar, diğerinde bir şey yok ama muhtemelen bundan bir şey çıkar." Elleri çenesinde sakallarıyla oynuyordu, gergindi.

"Anne ve bebeğe başka bir yer ayarlayalım. Şimdilik bizimle alalım uygun bir yer bulunca oraya yerleştiririz. Bu da işin içindeymiş, Haluk ne biliyorsa bu da biliyordur. Kadın için de gelecekler, onu korumaya alın bir süre güvenini kazanınca bize anlatacağı şey daha fazla olur." Başını sallayarak tüm söylediklerimi dikkatle dinleyip kafasına kazıdığında hafifçe sallayıp onayladı. Unutmadan ekleme yaptım. "Nazım dedi bir de. Baştaki adamın adı ya da kadının adı, takma adı, Nazım. Harun denen herif biliyormuş sadece bu Nazım'ın gerçek adını ve tipini."

"Nazım..." dediğini duydum. Nazım ismini sessizce ve defalarca mırıldandı. Bir şey hatırlamaya çalışıyor gibiydi.

"Nazım... Duydun mu hiç?"

"Duydum mu duymadım mı tam kestiremiyorum?" dediğinde bir cacık çıkamayacağını anladım, saldım.

"Eve bakıp çıkacağım." Kapıdan içeriye girdiğimde içeride işaretlenen pek bir şey yoktu. Derli toplu devletin sürekli içeriyi kontrol ettiği bir yerdi. Bu adam her kimse acemi değildi...

Bir sorun olmadığında evden çıkıp hala aynı yerde bebeğiyle oturan kadına baktım, ekiptekilere döndüğümde yapmaları gereken şeyi yaptılar. Kadının yanına gider gitmez kadın bağırmaya başlayınca ben de yanlarına yürüdüm. "Ben öldürmedim eşimi, bana ne yapacaksınız?"

"Eşin ve senin için burayı bulmak uzun sürdü, seni alıp öylece bir yere bırakamam. Burayı bulup eşini öldüren her kimse seni de kolayca bulmasın diye bir yer bulacağız. O süre içinde de burada kalamazsın." Dediklerim ona mantıklı gelince sesi kesildi. "Biz sana bir yer bulana kadar bizimle gel, bebeğin de sen de güvende olmak zorundasınız!"

"Türkler bizi sevmez, neden yardım ediyorsun?" Tekrar aynı soruyu sordu.

"Siz? Hala kendini o tarafta mı görüyorsun?" diye sordum.

"Hayır!" Anında cevap vermişti.

"Sen bize sığındın. Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşısın, Türksün. Ve ben de ülkem için elimden geleni yaparım. Ayrıca sen bana lazımsın." Kim olduğunu öğrenmesi gerekiyordu. Türkiye'nin içinde bulundurduğu şehirde yaşayan herkes Türktü, ülke zararına yapılacak şeyler söz konusu bile olmamalı...

"Beni kullanmak için yardım ediyorsun yani?"

Her ne kadar ona yardım etsem de o eski bir haindi. İşleri bırakmış olması doğruydu ama aldığı canlar yaptığı işler geri alınamazdı, bir cezası olmalıydı, ağır bir ceza. Onun da dediği gibi işin içine girince çıkılmıyordu. T.C. Kimliği vardı ama ülkeye bölücülük yapmıştı. Elinde çocuğu vardı, çocuğu için her şeyi yapardı ama çocuğu için her şeyi yapacak nice ana babanın evladını toprağa sokmuştu. "Bir nevi? İşin içine girince çıkılmıyor, geçmişin silinmeyecek, kimsenin silinmeyecek. Ne benim ne de senin... Biraz çocuğunu düşünüyorsan mantıklı bir karar verirsin." Benim yaptıklarım da geri alınmıyordu, alınmayacaktı. Etrafımda o kadar çok böyle geçmişi geri almak isteyen insanlar olmuştu ki geleceğimi düşünmekten başka bir şey yapamaz olmuştum.

Çaresiz olmak zordu ama suçsuz ve çaresiz olmak daha zordu. Karşımdaki kadın çaresiz ama suçluydu, bunun elbet bir karşılığının olacağını biliyordu. Benim geçmişim daha çaresiz daha yorgun geçmişti çünkü ben hem çaresiz hem de suçsuz olan taraftım. Her ne kadar böyle düşünsem de kendimi suçlamak bile beni bitirmeye yetmişti. Şimdi karşımdaki kadının bir eli vardı, ben vardım, ama bana el uzatan kimse olmamıştı. Hatta ben yerdeyken bir tekme de onlar vurmuştu bana.

Kadın karşımda kendini tamamen bana teslim edeceğini belli ettiğinde polis arkadaşlarla birlikte arabaya ilerledi. "Mantıklı olan bu." dedim. Ben de kendi arabama ilerledim.

Arabaya biner binmez telefonum çalınca açtım. "Efendim Azra?"

"Dide, neredesin?" O kutsal soru abimden sonra Azra'nın ağzına yuva yapmıştı. Daha geleli ikinci günümde durmadan nerede ne yaptığımın raporunu istiyordu.

"İşteyim, geliyorum bir şey mi oldu?" Arabayı çalıştırıp Azra'nın evine sürdüm.

"Yok yok, Doruk ve abisini yemeğe davet edeceğim ama rahatsız olursan diye sormak istedim."

"Azra ev senin evin, kimi çağırmak istersen onu çağır. Bana bir şey sormana gerek yok." Rahatsız olsam da en yakın zamanda Azra'nın evinden çıkıp kendi evime geçerdim, misafirine bir şey diyecek halim yoktu.

"Senle birlikte kalıyoruz evde Dide, rahatsız olacağın şeyi söyle bana. Ne demek sormama gerek yok." Hasbinallah! Başlamıştık, bu kız önceden böyle değildi. Bu benden daha çok değişmişti, dili açılmıştı gerçi iyi de olmuştu.

"Eve bir şey lazım mı Azra?" dedim konuyu geçiştirerek kapatmaya çalıştım.

"Bir sen lazımsın." Sevgili de yapmış romantik romantik konuşuyordu.

"Yarım saate anca orada olurum. Ben yetişemezsem başlayın." Yine cevap vereceğini anlamıştım, derin bir nefes aldığında cevabın uzunluğunu tahmin edip araya girdim. "Hadi görüşürüz, kapatıyorum." Kapattım. En azından evde misafir olurdu da bana söylenmez yarına kadar da unutur giderdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Abi?" Eve alelacele gelmiş üzerini değiştiriyordu Doruk.

"Ne var lan?" diye Sarp ise oldukça rahat evde koltukta oturmuş televizyon izliyor kardeşinin yine ne diyeceğini merak etmeden öylece geçiştirip 'ne var' diyordu.

Doruk geldi karşısına "Sabahtan beri ne diyorum, giyinsene!" Dinlememişti Sarp, gözleri hala televizyondayken konuştu.

"Ne dedin yine? Çok konuşuyorsun ilk kelimenden gerisini dinlemiyorum."

"İlk kelimemi niye dinliyorsun o zaman da gerisini dinlemiyorsun?" Sarp'ın yanına oturdu ama hala televizyona bakan abisinin dikkatini çekemedi.

"İlk kelimen 'abi 'oluyor oğlum. Onu dinliyorum sonrası zaten klasik saçma sapan konuşmaların olduğu için beynimde boş yer kaplasın istemiyorum." Doruk gözlerini devirdi yanındaki kumandaya uzandı ve televizyonu kapattı.

Sarp'ın gözleri nihayet Doruk'u bulduğunda Doruk'un aslında istediği bakışın bu olmadığı ortadaydı. Televizyonu tekrar açıp öyle konuşmak istedi ama yapamazdı. Sarp şu an Doruk'u yiyecek gibi bakıyordu. "Abi?"

"Doruk!" dedi Sarp'ın sert sesi. Çenesini sıkmaktan şekli değişmişti.

"Abi, Azra çağırdı yemeğe." Sarp bakmaya devam edince devam etti Doruk. "Seni ve beni abi. Bizi çağırdı yemeğe." Koltuktan kalktı Sarp.

"İyi midemize iki yemek girecek yani bugün." Yemekleri genelde Doruk yapardı, Sarp da evde yapılan yemekleri beğenmezdi. Bir annesinin yemekleri güzeldi ona göre.

"Evde yaptığım yemekleri beğenmiyorsan yemekleri sen yapabilirsin abi!" Doruk'un bu sözüne üşenmeden yürüdüğü adımları geri gelip Doruk'un ensesine şamar vuran Sarp odasına tekrar yürüdü.

Kısa bir süre sonra üzerine bir kot pantolon bir tişört geçirmiş çoktan kapıya ilerleyip ayakkabısını giyiyordu. Evde Doruk ile yalnız kalmaktansa Doruk'u oyalayacak başka birinin yanına gidip rahatça oturmayı tercih ediyordu.

İkisi de çıkıp Azra'nın evine geldiklerinde arabadan inmeden Doruk bilerek evde söylemediği şeyi söyledi. "Abi." dediğinde bu sefer devamını getirmedi.

"Hayret abi deyince sustun."

"Çünkü dinlemiyorsun, devamını dinle çünkü ağzıma sıçabilirsin her an." Sarp'ın kaşları gündelik bir rutin olarak çatılmaya devam ediyordu. Doruk devam etti konuşmaya. "Azra'nın arkadaşı da var, buraya yeni gelmiş burada kalıyor Azra ile."

Artık eve geri dönmek istiyordu Sarp. "Dide adı. İyi biri gibi..." dediğinde Doruk hala o anı hatırlıyordu. Ahsen'in onu araştırmış olduğunu ve ona olan soğuk bakışını. Abisine diyemedi ama bunları.

"Lan oğlum ne Dide'si ne iyi birisi. Baştan niye demedin Doruk?" Doruk cevap verecekken veremedi. "İn lan aşağıya!"

İnmedi Doruk. "Abi gel sen de lütfen." Ahsen ile yalnız kalmak istemiyordu Doruk, abisinin de yanına gelmesi gerekiyordu, diretti.

"İn lan aşağıya in! Gelmiyorum ben dışarıda yerim yemeğimi, sen de geç gel oradan eve geçer kafamı dinlerim." Sarp da direnmeye devam etti.

"Abi bir kere gel bir daha gelme, hadi ya. Tanışırsın işte arkadaşıyla sen de..." Arabadan ısrarla inmiyordu, inerse Sarp'ın basıp gideceğini biliyordu.

Oflayarak arabadan inen Sarp olmuştu. "Bir hafta boyunca senin sesini duymamak karşılında yapıyorum bunu duydun mu?" Doruk anında kafa salladı, o da arabadan indi.

İkisi de Azra'nın evine geldiğinde Ahsen hala gelmemişti, yarım saat değil bir saati geçmişti hatta. "Siz miydiniz?" diye sorduğunda Doruk şaşırdı.

"Bizden başkası da mı gelecek?" diye sorduğunda eve girdiler.

"Dide'yi bekliyordum daha gelmedi de..." Kapıyı kapattı, salona Doruk ve Sarp'ın yanına geçtiğinde onlarla görüştü.

"Gelmedi mi?"

Başını iki yana sallayıp telefonunu eline aldı Azra. Ahsen'i aradı. "Alo? Dide?"

Ahsen'in sesi dışarıya gelmiyordu, Azra mutfağa ilerledi.

"Efendim." dedi Ahsen'in sakin sesi.

"Yarım saat dedin bir saati geçti. Gelmiyor musun?" Azra'nın sesi Ahsen'in sesine karşı sakinliğin aksine panik çıkıyordu. Buraların nasıl olduğunu burada yaşayan olarak Azra daha iyi biliyordu. Zaten tehlikeli olan yerde bir de dışarıdaki kişinin Ahsen olduğunu ve Ahsen'i de iyi tanıdığı için daha da panikti.

"Yoldayım yoldayım, işim çıkmıştı geliyorum şimdi. Bir şey mi oldu?" diye sordu aynı sakinlikle.

"Yok Doruk'lar geldi de sen gecikince merak ettim." İçi biraz rahatlasa da Ahsen'i evde sağa salim görmeden tam olarak rahatlamayacaktı Azra. Şimdi de yolda gelişine endişelendi.

"İyiyim bu sefer gerçekten iki dakikaya oradayım. Siz başlayın yemeğe..." Ahsen'in arabası Azra'nın evinin önündeydi. Telefonu kapattıktan tam olarak iki dakika sonra Azra'nın kapısını çaldı.

Sarp ve Doruk masaya geçmişken, Ahsen içeridekileri görmeden, Sarp da henüz gelenin kim olduğunu bilmeden Ahsen banyoya ilerledi. Ellerini yıkadı, odaya geçti çamurlu ütünü çıkarıp o da kot pantolon ve beyaz bir kazak giymişti. Mutfağa Azra'nın yanına gitti, içeriye götürülecek bir şey var mı diye baktığında her şey çoktan masadaydı.

Azra'nın peşinden içeriye girdiğinde gördüğü kişiye şaşırdı. Sarp da aynı tepkiyi verdi. Doruk ayağa kalktığında aynı anda Sarp da ayağa kalktı ama kalkarken içinden bir şeyler söyleniyordu, sinirlenmişti.

Sarp, Azra'ya döndü Ahsen de Doruk'a ikisi de aynı anda konuştu.

"Bu mu arkadaşın?"

"Bu mu abin?"

İkisinin de sesi aynı öfkeyi barındırıyordu, aynı duyguyu paylaşıyorlardı. Azra ve Doruk da öyleydi, ortalık gerilim hattına dönüşünce ne yapacaklarını bilemeden Ahsen ve Sarp'a gidip geldi gözleri. Doruk ve Azra'da aynı anda aynı şeyi söylediler. "Siz tanışıyor musunuz?"

Ahsen cevap vermedi, o cevap vermeyince Sarp da tek kelime etmedi, sandalyesine geri otururken Ahsen, Doruk'a yaklaşıp Doruk ile görüştü hemen sonra da kendi sandalyesine, Sarp'ın karşına oturdu.

Birbirlerinden nefret eder gibi bakıyorlardı, ikisi de içinden saydırıyor, kaşlarını çatarak keskin gözlerle birbirlerini rahatsız ediyorlardı. Karşılıklı oturdukları için önlerine her baktıklarında, kafalarını her kaldırdıklarında birbirlerini görüyorlardı.

Yemek yenmeye başladığında Sarp konuştu. "Doruk tuzu uzatır mısın?" Tuz Doruk'a daha uzak Ahsen'in tam önünde duruyordu. Ahsen tuzun kendi önünde olduğu fark ettiğinde sinirli bir nefesle tuzu masadan ittirip kaydırarak Sarp'ın önüne attı.

Tuzu bir hışımla alan Sarp yemeğe attığı tuzu hemen ardından Ahsen'in ona yaptığı şekilde masada ittirdi. Sarp'ın yaptığı şekil Ahsen'inkinden biraz daha sert ve hızlı olduğundan tuzluk masada hızlıca gelip Ahsen'in tabağına çarptı ve durdu.

Bu hareketten sonra Ahsen daha da sinirlendi. Tuzluğu alıp kendinden uzak bir köşeye sertçe bıraktı. Neyse ki tuzluk kırılmadan durmayı başarmıştı.

"Tuzluğun ne günahı vardı..." Doruk bunu sessiz söylese de herkes duymuştu. Azra gözleriyle susturmaya çalışırken Sarp ve Ahsen aynı anda Doruk'a döndü. "Tuzsuz gibi bu yemek evet ya..." deyip tuzluğa uzandı, konuyu kapattı.

Bu sefer de Doruk'un söylediğine Azra sinirlenince Doruk susma kararı alıp yemeğine döndü, sessizce yemek yemeye devam etti.

"Siz nereden tanıştınız da bu kadar sinirlisiniz birbirinize?" Bu görevi Azra üstlenmişti. Sarp da Ahsen de Azra'ya sinirlenmeden cevap verir diye rahattı Azra.

"Karargahda..." dedi Sarp lokmasını gevelerken.

Ahsen cevap dahi vermeye tenezzül etmeden yemeğini yemeye devam etti.

Azra'nın meraklı bakışları sürdü. "Eee?"

"O kadar." dedi Sarp.

"Eline sağlık Azra, size afiyet olsun." Ahsen oturduğu sandalyeden ayaklandı. Yediği yemeğin tabağını aldı. Doruk'a döndü. "Yiyecek misin?"

"Yok..." Ahsen bu cevap üzerine Doruk'un da tabağını aldı. Mutfağa ilerledi.

Diğerleri de yemeklerini bitirmişti. Onlar da Ahsen'in arkasından ayaklanıp masayı topladılar. Doruk ve Azra içeriye geçtiğinde Sarp sigara için mutfaktan balkona geçti. Ahsen de mutfakta gelen bulaşıkları topluyordu.

Sarp'ın sigarası bittiğinde balkondan çıktı, mutfakta yalnız yakaladığı Ahsen'e doğru konuştu. "Buldunuz mu bir şeyler?" Sesi hala Ahsen'e karşı soğuktu.

"Sizden bir şey kaçmaz ya, bulamadık. Olsaydı siz bulurdunuz çoktan değil mi?" dedi Ahsen de iğneleyici bir ses tonuyla.

"Sen her lafı bu kadar ciddiye alır mısın?" Bir yandan Ahsen'in yanındaki tabakları çöpe sıyırıp ona yardım etti.

"Umurumda değilsin." kısa ve net bir cevaptı.

"Biliyorum, ben değil dediklerim umurunda." Hala konuşmaya devam ediyordu. Sarp'ın amacı Ahsen'i kızdırmak değildi ama konuştukça aralarındaki buz erimeye yakın bile değildi.

"Cevap yok mu?" dedi Sarp, hala devam ediyordu.

"Susmak nedir biliyor musun sen? Bır bır bır sabahtan beri başım ağrıdı." En son dayanamadı, sinirine yine hakim olmaya çalışarak sakin bir dille söyledi bunu da.

"Hiçbir soruya cevap vermiyorsun ben ne yapayım?" Hızını alamadı, konuşurken farkında olmadan bulaşıkları elinde bir kez de suya tuttu.

"Zorunda mıyım? Askerin değilim ben senin." Elindeki son kirli tabağı Sarp'a uzattı. "Şu da kalmış, sana kolay gelsin..." Sarp'ın yanında sıyrılıp salona geçti. Masanın başında Azra ve Doruk'un lafladığını gördü.

Bir şey demeden koltuğa oturduğunda Azra ve Doruk masa da kalan son dağınıklığı da toplayıp salona döndü. Sarp da aralarına katıldığında Ahsen'den uzak olan koltuğu seçti, ilerleyip seçtiği koltuğa bıraktı kendini.

Ahsen elinde kendi telefonuyla uğraşırken Sarp, Doruk ve Azra sohbet ediyordu. Azra durumu anladığında Ahsen'i de sohbete katmak için Ahsen'e döndü. "Günün nasıl geçti?"

Ahsen telefonuyla ilgileniyordu ama sesleri de dinliyordu. Bu sorudan sonra kimsenin cevap vermemesi üzerine sorunu kendisi için sorulduğunu anlayınca kafasını telefondan kaldırıp Azra'ya baktı. "İyi başlamamıştı, nasıl başlarsa öyle bitermiş iyi de bitmeyecek gibi duruyor." Kaçamakça Sarp'a attığı soğuk bakışlardan dolayı Azra bir şeylerin olduğunu anlamıştı.

"Arkadaşının sen olduğunu bilseydim içeriye adımımı atmazdım." diyen Sarp'ı duyunca öfkelenen Ahsen oturduğu yerden kalktı.

"Gelmeseydin o zaman..." Ahsen de Sarp'a aynı şekilde karşılık verince Azra, Sarp'ı Doruk da Ahsen'i tutmak için önlerine geçti.

"Her şeyi çok ciddiye alıp alınıyorsun, senin buradaki işin yaş benden söylemesi." Oturduğu yerden konuşmaya devam eden Sarp'a dönen Doruk'un yüzü gözleriyle abisini susturmaya çalışıyordu.

Azra da Sarp'ı susturmaya çalışıyordu. Ahsen'i tanıyordu, bu sözlerde ne düşündüğünü, ne hissettiğini tahmin ediyordu.

"Bir kere daha... Bir kere daha beni aşağıladığının her hangi bir imasını bile sezersem seni bitiririm." Ahsen'in parmağı Sarp'a doğru yönelmişti. Doruk, Ahsen'i zor tutuyordu.

Azra da Doruk da Sarp'ın susmasını dilerken Sarp da ayağa kalktı. "Sen kimsin ki beni bitireceksin? İki haftaya postalarlar seni buradan. Devam et sen tamam mı? Böyle devam et lütfen!" Azra'nın gözleri Sarp adına pişmanlıkla kapandığında artık ipin ucu tutulamayacak bir hale gelmişti.

"Emin ol tahmin ettiğinden çok daha fazlasıyım..." Doruk'un elinden kurtulup az önce oturduğu koltuktan bir hışımla telefonunu alıp odaya geçti. Kapıyı çarpıp kapattığında ev sallandı.

"Abi!" diyen Doruk da artık sinirliydi.

"Ne abi, beni buraya sen getirdin!" Ahsen'in son hareketi Sarp'ı deli edecek kadar sinirlendirmişken bu sözleri Ahsen duysun diye bağırarak dile getirdi.

"Azıcık insan olsan ölürsün değil mi?" diye söylenmeye devam eden Doruk abisinin yanına ilerleyip koltuğa ittirdi. Sarp'ı oturtup yanına geçti.

"Bütün suçu bana atma sen de." Azra'ya döndü. "Azra kusura bakma ama arkadaşının dili çok uzun."

"Sarp abi sen onun üzerine fazla gitmiş olabilir misin?" Ahsen'i en çok bilen biri de Azra'ydı. Kendini Ahsen diye tanıtmasının nedenini bilse de Ahsen'in bile isteye kimsenin üzerine gitmeyeceğini biliyordu. O en nefret ettiği hareketleri yapmamak için çabalıyordu.

Sarp yerine Doruk cevap verdi. "Gitti! Abarttı, her zaman abarttığı gibi. Ben onun derdini biliyorum." dediğinde Azra da sustu. Sarp da sustu.

Ahsen dışında buradaki herkesin bildiği tek şey Sarp'ın eski ilişkisiydi. Ne zaman ki Sarp ve Duygu ayrıldı o andan itibaren Sarp'ın kadınlar ile iletişimi iyi olmamıştı. "Aşağıladın onu değil mi? Tutamadın çeneni boş boş konuştun? Eski muhabbetleri bir daha açtın kafanda?"

"Doruk sus!"

Azra iki kardeşin arasına girmek istemedi. "Susmuyorum, etrafında kimse kalmadı! Derdin ne çözemedim ki? Yemin ederim seninle burada olmaktan utanıyorum. Şu hale bak, kız arkadaşımın yanına geldim olan olaya bak, yine rezil olduk..."

"Bu kadın olduğunu bilsem gelir miydim lan?"

"Bilmediğinde de gelmek istemedin abi, kimse sana hayran değil, kimsenin sana dibi düşmüyor ya da konuştuğun her kadın seni kandırmaya çalışmıyor. Karşındaki savcı, bu saatten sonra sadece suratına bakmazsa şükür et. Ben olsam seni şikayet ederdim." Doruk artık dayanamamıştı. Abisinin her kadını kendinde uzaklaştırmaya çalışmasına bir şey demezdi ama bu gece Ahsen'e ettiği laflar işleri rayından çıkarmıştı.

"Şüphelisin, niye? Askersin. Kadınları uzaklaştırmaya çalışıyorum diyemiyor da." Doruk söylenmeye devam ederken Sarp sinirli sinirli içinden küfürler savurduğunda Azra durdurdu Doruk'u.

"Doruk tamam. Konuyu kapatın, lütfen." Arkadaşını korumak için hazırladığı tüm sözlerin kat kat fazlasını söyleyen sevgilisini durdurduğunda Sarp'a diyecek bir şey kalmamıştı.

Ortam biraz durulduğunda odanın kapısı açıldı, içeriden çıkan Ahsen'in üzeri yine değişmişti. Gömlek aynıydı altındaki kot pantolon yerini yeniden kumaş bir pantolona bıraktığında Azra ayaklandı. "Dide? Nereye?"

Ahsen sadece Azra'ya baktı. "İşim çıktı, gecikebilirim yatarken kapıyı iyice kilitle, bir şey olursa da beni hemen ara. Ben bu gece gelmem..." Kapıya ilerledi. "Doruk sana da ayıp oldu, kusura bakma."

Doruk da Ahsen'e döndü. "Olur mu öyle şey, sen bizim kusurumuza bakma. Böyle olaylı geçmesini istemezdim."

Ahsen kapıyı açtığında karşısına çıkan adamla kaşlarını çattı. "Merhaba?" diyen adama olan garip bakışları devam etti.

"Buyur?" diyen Ahsen saate baktı. 23.45'de bir adamın ne işi olduğunu anlamaya çalışıyordu. Tipi de hatırlamıyordu, asker de değildi.

"Azra'ya dosya vermek için gelmiştim, ben Fırat." Elini uzatan ve sırıtan adamın eline baktı. Tek kaşı havalandığında hala aynı ciddiyeti vardı. Fırat'ın eline sıkmadan Azra'yı çağırdı. "Dosyan geldi, kargo mu bu ne?"

"Yok ben avukatım, Azra'nın arkadaşıyım." Ahsen'e uzattığı eli hala havadaydı, aynı şekilde duruyordu.

"Benden şu an uzak dur kardeşim, az öteye ilerle bakayım!" Eliyle biraz geriye gitmesini söylediğinde Fırat geriye çekildi. Ahsen ayakkabılarını kapının önüne attı, giyindi. Fırat hala Ahsen'i süzerken Ahsen ayakkabısını giyer giymez merdivenlerden fırlayıp aşağıya indi.

Kapının önünde kalan Fırat, Azra'nın eve davet etmesiyle içeriye girdi. "Kimdi o?"

"Çocukluk arkadaşım. Ahsen." Dide diye tanıtmak istemedi, Ahsen de Dide diye tanıtmasını istemezdi zaten.

"Hee..." diyen Fırat salona girmiş bulunmaktaydı. Doruk ile bir problemi yoktu ama Sarp, Fırat'tan pek hoşlanmazdı. Zaten üzerinde dakikalar öncesine dayanan bir sinir vardı, üstüne Fırat'ı görmek pek iyi gelmemişti. Doruk'la da tartıştığı için o da kalktı koltuğundan Azra'ya döndü. "Azra yemek için teşekkür ederim."

Kapıya ilerlediğinde Fırat konuştu. "Ben geldim diye mi gidiyorsun?"

Hala ilerlerken konuştu Sarp. "Dert edilecek kadar önemli değilsin Fırat." Kapıyı açıp çıktığında Azra yolculamak için peşinden gidecekken Doruk eliyle durdurdu.

Apartmandan çıkar çıkmaz paketinden bir dal sigara çıkaran Sarp, Ahsen'in arabasına bindiğini ama henüz gitmediğini gördü. Ahsen'in arabasının çaprazında park halinde duran arabasına bindi. Camı açtı, sigarayı tuttuğu elini dışarıya saldı. Dikiz aynasına döndü bakışları, arabanın içinde telefonla konuşan Ahsen'e baktı. Sakin sakin konuşmasını izledi...

Sigarasından bir nefes daha çekti, dikiz aynasından ayırmayan gözleri anında gelen uzun farla kör olunca bakışlarını önüne çekmek zorunda kaldı.

Ahsen bilerek yakmıştı farları, izlendiğinin farkındaydı. Sarp'ın bakışları kendi üzerinden çekilince uzunları söndürdü. Camdan çıkıp söylenen Sarp'a baktı. "Kör ettin! Kullanmayı bilmiyorsan binme arabaya. Millete kaza yaptırma..."

Ahsen ağzını büzerek Sarp'ın kelimelerini bir bir taklit edince arabasını çalıştırdı. "İyi kullanamıyorum, çek şu arabanı önümden ezmeyeyim seni." Arabasının gazına basıp Sarp'ın arabasına yaklaştı. Teğet olmadan durdurdu arabayı.

"Manyak mısın kızım sen?" Sarp da arabasını çalıştırıp Ahsen'in arabasından uzaklaştırdı. "Tüm deliler beni buluyor, hepsi..." Kendi kendine söylendi.

"Kes be!" Ahsen arabasını yeniden ilerletti. Sarp'ın arabasının dibinden geçip yola çıktı. Sarp'ın peşine takılamayacağı şekilde hızlı sürdü arabasını, toz oldu yoldan, izini kaybettirdi.

Sarp hala aynı öfkeyle eve doğru ilerledi. Yol boyunca Ahsen'e söylenip durdu, eve gelir gelmez de kafasını yastığa vurup uyudu...

 

 

 

***

 

BÖLÜM SONU BALLARIM.

SİZİ SEVİYORUM, KENDİNİZE ÇOOOOK İYİ BAKIN, DİKKAT EDİN KENDİNİZE OLUR MU?

OY VE YORUMLARINIZ İÇİN ŞİMDİDEN ÇOK TEŞEKKÜR EDİYORUM.

ADALETİN OLDUĞU VE DÜNYANIN İYİLİKLE DOLU OLDUĞU BİR ZAMAN DİLİYORUM, İPLE ÇEKİYORUM.

Mutlu, güvenli bir Türkiye istiyorum.

Türkiye'ye adalet istiyorum.

YAŞAMAK İSTİYORUM/İSTİYORUZ...

Loading...
0%