Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2| Küçük Dide, Büyük Ahsen

@nathaliepall

 

 

 

Hepiniz hoş geldiniz... 🤗🥰

Nasılsınız, umarım iyisinizdir, umarım her şey yolundadır ve umarım güvendesinizdir?

Fark etmeden yapmış olduğum yazım yanlışlarım için şimdiden özür diliyorum. Keyifli okumalar diliyorum...

Okumaya geçmeden de hemen yıldıza basabilir misiniz? Oylarınızı görmek ve yorumlarınızı tek tek okumak beni çok mutlu ediyor.

Satır arası yorumlarınızı bekliyor olacağım...

***

Kuşkusuz ki en büyük önyargı;
etrafınızdaki herkesi insan sanmanızdır.

***



 

"Sakin ol." diyen Ege'nin de Ahsen'den pek bir farkı yoktu. Sürücü koltuğunda Ege, yanında Ahsen, arka koltukta ise Zeynep ve Berkin vardı.

"Sakinim." diyordu Ahsen ama sakin değildi. Ahsen'in savcılık mülakatı için yoldalardı.

"Yaparsın, yazılı sınavdan 94 aldın, sınavda ikincisin kızım." diyerek arkadan öne kafasını uzatıp Ahsen'e moral olmaya çalışan Berkin konuştu.

"Ali buraya da karışmazsa geçerim." dedi. Ahsen'in omzuna dokunan Zeynep oldu, destek olma sırası ondaydı.

"O adam yüzünden o kadar şey yaşadığın, bu konuda en suçsuz olan sensin. Babanın suçunu sana yıkamazlar." dedi ama o da içinden bu durumun mülakata olumsuz bir etkisi olmaması için dua ediyordu.

Derin bir of çekti Ahsen, Ege arabayı durdurduğunda Ahsen camdan baktı. "Geldik." dedi sessiz bir şekilde. Arabadan aşağıya indi, Üzerinde takım elbisesi, saçını sıkıca toplamıştı, eliyle üstünü düzeltti.

"Üstün düzgün, hiçbir sıkıntı yok." Ege Ahsen'in yanına geçti. Berkin ve Zeynep de hızlı adımlarla onlara yetişti. Binaya girdiklerinde diğer tüm adaylar bir aradaydı. İçeriye girince Ahsen içindeki heyecan daha da arttı. Kısa sürüyordu mülakat, cevap veremeyeceğini düşünmedi o konuda kendinden emindi ama aile sorusunda çıkacak sıkıntıyı düşünmek istemedi.

Son iki kişi vardı. "Halledeceksin..." Ege, Ahsen'in hemen yanındaydı. Ege'nin sözlerine başını salladı. Bir kişi çıktı, bir kişi girdi. Önünde şimdi sadece bir kişi vardı. Koridorda fazladan çıkan uyumsuz ayak sesleri yankılandığında kapıya doğru başını çeviren Ahsen, Altay'ı gördü. Hızlı adımlarla Ahsen'in yanına ilerleyişini izledi.

"Altay abi?" Ahsen şaşırmıştı, burada olmasını beklemiyordu.

Altay da Ahsen'in mülakata gireceğini biliyordu, yıllarca birlikte çalıştığı, eğittiği avukatının bu gününde onu yalnız bırakmak istemedi. Bürosunda çalışan sıradan bir avukat olarak görmüyordu Ahsen'i, hiçbir zaman da görmemişti. "İyi yetiştim."

"Ne işin var, gerek yoktu gelmene." Ahsen için hayat böyleydi. Herkesle olan iletişimi yanında olduğu sürece sürdürüyordu. Yanından ayrıldığı an bitiyordu. Altay'ın bürosundan ayrılınca da böyle olacağını düşünmüştü ama Altay buradaydı, gitmemişti, tıpkı şu an Ahsen'in yanında duran arkadaşları gibi.

"Yanında olmak için geldim, panik yapma, içerideki sorulan sorulara karşı dürüst ol." Önemli bir mesaj vermişti Altay. Ahsen de ne demek istediğini anlamıştı, zaten öyle yapacaktı. Altay devam etti. "İçeride heyecan yapıp sorunun cevabını hatırlayamazsan o soru hakkında aklında olan şeyleri söylemeye çekinme, heyecandan dolayı hatırlayamadığını dile getir."

Başını salladı Ahsen. Altay'ın daha fazla konuşacak zamanı kalmamıştı. Altay konulurken Ahsen'in önündeki aday girip çıkmıştı, sıra Ahsen'deydi.

Derin bir nefes alıp kapıdan içeriye girdi. Karşısında duran masada Hukuk İşleri Genel Müdürü, Personel Genel Müdürü, HSK Genel Sekreteri, Adalet Bakanının Görevlendirdiği Bakan Yardımcısı, Teftiş Kurulu Başkanı, Ceza İşleri Genel Müdürü ve Adalet Akademisi Danışma Kurulundan seçilmiş bir kişi oturuyordu.

Ahsen masanın karşısında duran sandalyesinin yanında durdu. "Oturabilirsin." Komutuyla sandalyeye oturdu.

"Teşekkür ederim efendim." Elleri dizlerinde öylece oturdu.

"Kendinizi tanıtır mısınız?"

"Tabii, adım Ahsen Dide KORKMAZ. Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuyum. Sivaslıyım. Bekarım." Ali'nin nereli olduğunu bilmiyordu, Aylin'in Sivaslı olduğunu biliyordu, bilse bile annesinden yanaydı.

"Annen ve baban ne iş yapıyorlar?" Ahsen'in takılacağını düşündüğü tek soruyu sordu heyet.

"Annem ve babam öğretmendi, annem vefat etti, babam da terk etti şu an nerede ne yapıyor bilmiyorum." Ahsen'in karşısında oturanların surat ifadeleri kısa süreliğine değişti. Toparlandıklarında sorular devam etti.

"Şu an Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kaç üye vardır." Bildiği sorular geldiğinde rahatladı.

"Şu an itibariyle 600 üye vardır." Emin ve net bir şekilde cevap verdi.

"Peki ne zaman itibariyle 600 oldu?" diye yeni bir soru geldi.

"2018 yılından itibaren üye sayısı 550'den 600'e yükseltildi." diyerek aynı şekilde cevap verdi.

"Ahsen Hanım, lekelenmeme hakkı nedir?" Duyduğu isim onu bir kez daha kendine getirdi, nerede olduğunu, bu isimle neleri başarmaya çalıştığını, her işte baba faktörü yüzünden ezilmesini ama aynı zamanda da babasının ona uygun gördüğü isim ile bunu başardığını hatırladı.

"Lekelenmeme hakkı masumiyet karinesinin bir yansıması olup devletin yargı eliyle bireylerin kişisel ve toplumsal anlamda telafisi imkânsız zararlara uğramasını engelleyen bir ilkedir." diyerek cevap verdi Ahsen. Beklemedi bile, dışarıdaki heyecanı tamamen yok olmuştu. İsmini duyduğu an hep böyle oluyordu, tamamen Ahsen isminin hakkını verir gibi. Çekingen olmadan, kendinden emin, ciddi, hatasız.

"Teşekkür ederiz."

"Ben teşekkür ederim."

"Çıkabilirsiniz." dediklerinde Ahsen sandalyesinden kalktı, "Teşekkür ederim efendim." dedikten sonra kapıdan çıktı. Mülakat bitmişti.

"Nasıl geçti?" diye ilk konuşan Altay olmuştu.

Net bir cevap veremedi Ahsen, tüm soruları cevaplamıştı ama tüm adayların muhtemelen en rahat cevapladığı aile sorusunun cevabından emin değildi, bu yüzden sonuç ne olur tahmin edemiyordu. Babasının terk ettiğini söylemişti ama gerçeği bulmak da, bilmek de zor değildi. "Bilmiyorum, iyi herhalde."

Sadece bilmiyorum deseydi Altay'ın kızacağını biliyordu. Altay bu konuda Ahsen'in babası yüzünden yaşadığı zorluğun sadece birkaçını biliyordu. Ne zaman Ahsen karamsar düşünse Ahsen'e kızardı. "Bir ay sonra açıklanır."

Hep birlikte bina kapısından çıktılar, Altay kendi arabasına geçince diğer dörtlü de geldikleri arabaya bindiler. Altay artık yanlarında yokken Zeynep sordu. "Altay abiye diyemedin ama sordular mı?"

"Sadece ne iş yaptıklarını. Annemin vefat ettiğini babamın da nerede olduğunu bilmediğimi söyledim. Olayı söylemedim, sorunun cevabı bu değildi ama öğrenebilirler." dedi Ahsen.

"Öğrenirlerse öğrensinler. Kaç adamı kendi kararlarıyla salıp hayatlarına devam ediyorlar, senin sicilin tertemiz. Geçtin sayalım, kutlayalım." dedi Berkin.

"Bence de..." dedi Ege, arabayı çalıştırdı. "Ama önce şunu bir resmiyetten çıkaralım." diyerek Ahsen'in kıyafetlerinden söz etti.

Ahsen "Üstümün neyi var?" diye söylendiğinde gülmeye başlamıştı.

"Biz böyleyken seninki çok ciddi kalıyor." Zeynep'in üzerinde kot pantolonu, üzerinde bir kazak, deri bir ceketi vardı.

Ahsen'in üstünde takımı, gömleği vardı. Bu gruptan ayrı oldukça resmi duruyordu. "Ciddiyim çünkü?" Eğlenceye falan da gitmek istemiyordu. Kutlama yapıp da bir ay sonra sonuç olumsuz olursa kutlama yapmanın bir amacı olmayacaktı. "Eve dönsek, ben yorgun değilim sürerim." Ege'ye baktı.

Başını iki yana sallayan Ege konuştu, Ahsen'e söz geçirebilen genelde o olurdu. Grupta Zeynep ve Berkin daha rahat, daha eğlenceli olurdu. Ege öyle değildi, Ahsen'e biraz daha yakındı, önce ortaokul sonra lise sıra arkadaşıydı. Sessiz kalmasını bilen, gerektiği yerde ciddi olup gerektiği yerde eğlenmesini bilen biriydi. Ahsen'in Azra'dan sonra en yakın dostuydu, kardeşi. "Olmaz, biraz kafamız dağılsın."

"Evet ya biraz rahatlasana, geçtin diyorum kızım geçtin. Sen geçmediysen kimse geçmesin zaten o mülakattan." Arkada Berkin çoktan moda girmiş yanına Zeynep'i de çekmişti.

Zeynep "Aynen öyle, aç bir şarkı bakayım. Savcımıza gelsin..." diye bağırdı arabada. Ahsen gülmeye başlamıştı.

1 Ay Sonra

Ahsen'in sabahın bir vakti telefonu çaldı, arayan ilk tanıştığı savcılardan biriydi. Neden aradığını bilmeden telefonu açtı. "Savcım?"

"Olumlu mu?" diye sordu sadece karşı taraf.

'Ne olumlu mu?" diye düşünen Ahsen, aklına gelen şeyle telefonu önce kulağından çekti. Uykudan yeni uyandığı için hala kısık olan gözleri gördüğü tarihle kendine gelip kocaman açıldığında telefonu hoparlöre aldı.

"Şimdi bakıyorum." dedi, telefonu kapatmadan sonuçların açıklandığı siteye giriş yaptı. En altta yazan isminin altındaki yazıya baktı.

'OLUMLU'

"Geçmişim." önce fısıldayarak kendine bildirir gibi konuştu sonra daha yüksek sesle konuştu. "Geçmişim."

"Sana demiştim Ahsen." dediğinde Ahsen ilk mezun olduğu ve savcının yanına gidip konuştuğu zaman savcının dediği cümleyi hatırladı.

'Suç bireyseldir, kimse seni babanın yapmış olduğu bir suça tabi tutamaz. O zaman adaletli olmaz.'

Savcı son sözünü söyledi. "Kendine iyi bak savcım..."

















***

















 

AHSEN DİDE KORKMAZ

 

 

Hayatım boyunca tanışırken sakin kalabildiğim çok nadir insan olurdu, kendimde buldum hatayı hep. Düşündüm acaba çok mu soğuk duruyorum diye ama en derine, olayın başına inince hep benim ya kadın olmamla ya da aile olaylarımın karışık olmasıyla alakalı karşı taraftan küçük görülmem oluyordu.

Zamanında babamdan o kadar çok nefret ve kötülük görüp sesimi çıkaramamıştım ki şimdi bana edilen her kelime kanıma dokunuyor bunca yıllık acısını çıkartmak için bağırmak istiyordu. Yine öyle oluyordu, aile olayları yoktu bu sefer ama aile kelimesi duyulmuştu. Kadın olarak buraya gelmem ve bir savcı olarak bunu becerebilecek olmam sıkıntıydı bu sefer ama yakında olayların daha da büyüyeceği gerçeği kafamda dönüp durdu.

Önce babam duyulacaktı, benim onun kızı olduğum bilinecekti. Ben ona baba demezken herkes beni o kefeye koyacaktı. Sonra savcılığım herkeste şüphe uyandıracaktı. Adını yıllardır duymadığım o isim, uzun yıllardır görmediğim o kişi herkesin bana karşı kullanacağı bir koz olacaktı, Ali yıllar öncesinde olduğu gibi yine hayatımı mahvetmeye devam edecekti.

Her zaman bu son, daha kötüsü olamaz derdim ama biliyorum ki ben ölene kadar bu lanet bitmeyecekti. Her zaman daha kötüsü olarak hayatımın içine işleyecekti ve ben onu içimden atamayacaktım.

Azra evdeki laflara kırıldığımı düşünmüştü muhtemelen ama hayır, kırılmamıştım. Olay o değildi, olay dışlanma ve küçümsenme durumuydu. Hani bir an olur da sizden daha üst biri size bir şey der ve siz hiçbir şey diyemezsiniz ya, olay buydu. Önce öğrenciydim, dışlandım sustum. Sonra avukat oldum, dışlandım sustum. Şimdi savcıydım, aşağılandım muhtemelen Ali'yi öğrendiklerinde yine dışlanacaktım ama bu sefer susmamamın sebebi Sarp'ın benden üstte olmamasıydı. Bu demek değildi ki savcılık son makamdı, hayır Sarp değil de bir başsavcı olsaydı yine işler aynı şekilde ilerleyecekti.

Tüm bunların sonunda bir hışımla gittiğim odada kafayı yememe ramak kala gelen telefon beni kendime getirmişti, işim... Şu hayatta gerçekten en çok sevdiğim şey işimdi. İnsanlar seni bırakabilirdi ya da az önce bahsettiğim tüm zorbalıkları sana yapabilirdi ama işim öyle değildi. İşim ve ben arasında her zaman en üstte ben vardım. İşimin sahibi bendim, ben yoksam işim yoktu. Birbirimize bağıydık.

Üzerimde evdeki sinir devam ederken gelen ihbarla aşağıya inmiştim, ne kadar şanssız olduğumu hatırlatan evren yine çok beklememişti. Önce arabama binince başlayan abi sorgusu, hemen sonrasında benim sinirimi bozmak için yaratıldığını düşündüğüm o adamın beni izlemesi.

Yaptığı şeyden, ettiği her sözden benim sinir oluşum ona büyük bir zevk veriyordu, her halinden belli oluyordu. Uzunları açtım, ben de onunla inatlaştım. Yine bir ton laftan sonra evden çıkmama sebep olan ihbara ilerledim. Takip eder mi etmez mi bilememiştim, henüz o kadar çözememiştim o yüzden takip edemeyeceği kadar hızlı sürüp yolda toz oldum.

Normalde emniyete gitmesi gereken adamın ayağına gidiyordum, günün hangi saati olursa olsun. Bu kadar işlere dahil olmam gerekmiyordu aslında ama kafamı verip tek bir yere odaklandığım tek an işimi yaptığım andı. İşim dışında ne zaman boş olsam kafamda bir ton şey birbirine karışıp tüm zamanımı hiç ediyordu.

Bana atılan konum bir lokantayı gösteriyordu. Polislerin bana kısacık bir özetine göre adam Haluk'un bize verdiği isimlerden biri olan Barjo lakaplı herifti, lokantayı içinde tanımadığı masum insanlarla beraber benzine bulamış yakmayı bekliyordu. Lokantanın tam önüne yaklaşamadım, polisler çoktan önünü kapatmış insandan duvar örmüşlerdi. Etrafına toplaşan insan topluluğu da cabasıydı. Arabayı uygun gördüğüm en yakın yere bırakıp indim. Önce insanları geçmem gerekiyordu, elinde telefonuyla olayı çeken insanlar habercileri gölgede bırakmıştı. Artık haberler bile onlar kadar detaylı ve her ana ulaşamıyordu.

"Ablacım sabahtan beri buradayız ne bu öne geçme merakın." diyen bir adam sesi duydum. İzdiham o kadar fazlaydı ki öne geçmeye çalışan kişi ben de olsam tek değildim, bana dediğini bilmiyordum gerçi kimin dediğini de bulamazdım. "Ablacım kayıt alıyorum..." diye daha yüksek bir ses geldi, sesler aynıydı. Yakamdan tutan el ve yanımda bulunan insanlar hareketlerimi kısıtladı. Adama döndüm, kısa boyuyla elinde bir telefon, kaydı açıp yukarıya tutmuş lokantanın görüntüsünü çekmeye çalışıyordu. Kalabalık birbirini yerken birinin dirseği sertçe çeneme çarptı. İki elim etrafımdakileri sinirli bir şekilde ittirdi. Kimseye söz edemiyordum, kimsenin beni duyacağını sanmıyordum, sesler anlaşılmıyor çirkin bir gürültüye neden oluyordu. Odak farklıydı...

Etrafımdaki sesler devam ederken adamın sesleri etraftakilerin sesine karıştı. Yakamdan tutan sert eli tutup çevirdim. "Kusura bakma! Şu an tek sorun senin kaydının bozulması değil m? Tüh kesilmiş bir kaydı kimse izlemek de istemez şimdi, daha değerli bir şey lazım sana şimdi değil mi? Buradaki herkesten daha ayrıntılı daha önemli bir şeyi çekmen lazım ki çektiğin videon tutsun." Elini bileğinden kavrayıp daha fazla çevirdiğimde önümde, onca kalabalığın içinde, iğne düşse yere değmeyecek o yerde kendine yer açıp önümde acıyla çömeldi.

Acı içinde inlediğinde kameralar bana döndü. "O kameralar benim görüntümü alır da yayılırsa hepinizi toplatır alırım içeri!" Polisler benim bu yüksek çıkan sesimi duyup tanımış olacak ki birkaç tanesi kalabalığın içinden benim yanıma ulaşmaya başladı. Etrafta beni çeken kameralar aşağıya indi.

"Kimsin sen?" diyen adamla yanıma ulaşan polisler ben konuşmadan adamın sorusuna cevap vermiş oldu. "Savcım? Sizi bekliyorduk." Yerde tuttuğum adamı görüp benim elimden aldılar.

Polislere döndüm. "Şu dingilin telefonundaki videoyu silin." Polisler adamı alıp benden uzaklaştırırken yanımda kalan iki polis beni gitmem gereken yere götürdüklerinde içerideki adamın hala kendini yakmamış olması dışarıdakiler gibi beni de şaşırtıyordu.

İçerideki görüntüyle dışarıdaki insanlara daha da sinirlendim. İnsanoğlu böyleydi işte, içeridekinin durumunu anlamaktan çok uzaktı. İçeride kendi canını düşünüp, yarını görmek, kurtulmak için çaresizce dua eden, ağlayan insanlar vardı.

Dışarıda hala elinde telefonla burayı çekmeye çalışan, videosunun izlenmesi uğruna kendi aralarında savaş veren, olay sonrasında yaşayanın kendisi olmadığı için videosunun kaydını durdurup hiçbir travmaya sahip olmadan evine gidip rahatça başını yastığa koyacaktı.

Hayat adil değildi ki, bu yüzden adalet şarttı...

"Kim geldi aramıza?" Çirkin suratıyla bana baktı, kirli sakalının altındaki tebessümünü gördüm. Beyni nasıl yıkanmış ya da hangi pisliği düşünmüştü ki canını olmayan boş bir hayal için hiçe sayıyor yanında da masum insanları götürmeye çalışıyordu. Biz de dışarıdakilerin aksine içeridekileri düşünüyorduk.

Polislere döndüm. "Şurayı dağıtın!" Topluluğu işaret ettim. Tekrar önüme geri döndüm. "Savcı geldi ayağına..." diye seslendim adama doğru.

Benimle göz göze geldi, elindeki çakmağı havaya kaldırdı. "Öbürüne ne oldu?" Kerim savcıdan bahsediyordu.

"Artık ben varım."

"Öldü mü?" diye sorduğunda şaşırdım, bu kadar yakından Kerim savcıyı tanıyor olması şaşırtmıştı. Bu soruyu sorarken de endişeliydi hatta, sanki 'Kerim savcı öldü.' desem üzülecek gibi bir ifadesi vardı.

"Sorguda olan ben değilim. Davanın yeni savcısı benim, öbürünü de pek tanımam. Çık şuradan da gel buraya." Polislere işaretimden sonra daha da yaklaştılar. Çakmağı daha da havada tuttu, yaktı.

"Saçma sapan bir şeyle uğraşma çeker tabancayı elini vururum şimdi." Belimden çıkarttığım tabancanın önce emniyetini açtım, gözünün önünde havaya kaldırdım. "Sen seç, ya sağlam elle çıkarsın dışarı ya da yaralı. Planladığın şeyi yapmana izin vermeyeceğim." Çakmağı tutan eline baktım, titremeye başladığında ben aynı şekilde durmaya devam ettim.

Dakikalar geçti, havada tuttuğum silahımı eline doğru hedefledim, bir parmağım artık tetiğin üstündeydi. Bir tarafta ambulanslar, itfaiye ekibi ve polis ekibi beklerken kalabalık dağılmıştı. Destek ekipleri gelmişti. "Sıkarım!"

"Her türlü öleceğim, yanımda onları da götüreceğim." diye bağırdığında bacaklarının titrediğinin, bizden deli gibi korktuğunu gösterdiğinin farkında değildi.

"Öyle bir şey olmayacak, gerekirse önce eline sonra kafana sıkarım. Beni sınama, diğer savcıya benzemem ben." Ben bu sözleri sarf ederken arkasına döndü, rehin aldığı insanlara baktığında içeriye iyice yaklaşmış olan polisler adamın dikkati dağılmışken içeriye girip adamı tuttular.

Tehlike tam olarak polisin elinden çakmağı almasıyla bitmişti. Önce ters kelepçe oluşunu sonra lokantadan kafası yere eğilerek götürülüşünü izledim. Rehin alınanların hepsi polisler eşliğinde dışarıya çıktığında herkes yine de araştırıldı.

"Savcım?" diyen sesin sahibine, Toprak başkomisere döndüm. "Çeneniz?" dediğinde elimi çeneme attım. Kalabalık arasında çarpan dirseğin acısını hatırladım, dokundukça acıyordu, morarmıştı ki Toprak da bunu görerek haber vermişti.

"Bir şey yok. Sen de Kerim savcının numarası var mı?" Olayı en ince ayrıntısına kadar araştırmam gerekiyordu. Kerim'in bu şerefsizle tanışıklığını da öğrenmem gerekiyordu. "İfadesini alın, Haluk ile bağlantısı var mı yok mu bilmek istiyorum. Zorlarsa ben konuşacağım."

"Öbürünü bilmiyorum ama senin buradaki vaden çok sürmez bilesin!" Bağırış sesiyle adamın bana olan söylemi üzerine güldüm. Önceden korktuğum tüm her şey şimdi gülüp geçmeme neden oluyordu.

Bir baba tarafından yıllarca öldürülmeye çalışılmak, senelerce aynı evde olmamıza rağmen ölmemek bir başarıysa bu saatten sonra basit bir şekilde ölmeyi bekleyemezdim. Ayrıca bu başkaları tarafından aldığım ilk ölüm tehdidi değildi. Bana söylediği sözlere gülüşümden hemen sonra bu cümleyi kuran adamın benim emirlerimi alan adamlar tarafından zorla arabaya bindirilmesine güldüm.

Önce emniyete gidip sorguyu izledim, konuşmamakta ısrarcı olan Barjo'yu konuşturmak için uğraştıran polislerle birlikte üç saati devirdik. Gece yarısına dayan saatte Kerim savcıyı arayamadığım için arabama geri ilerledim. Bir yerimin olmadığı belli miydi bilmiyordum ama daha da belli etmenin bir mantığı yoktu. Etrafıma baktım, arabasına benden sonra binip çoktan burayı terk eden Toprak başkomiser, nöbeti bitip koşa koşa evine giden birkaç polis.

Arabayı çalıştırdım, Azra'nın evinin önüne geldiğimde elim kapıyı açmak için hareket etmedi. Geleli iki gün olmuştu kendime ev bakacak bir vaktim olmamıştı, şimdi de evim olmayan bir yere kafama göre giremeyeceğimin farkında olup koltuğumu geriye yasladım. Sabah olunca, Azra'nın uyandığını düşündüğüm saatte üzerimi değiştirmek için eve girmeyi düşündüm.

Gözlerimi kapattım, uykum yoktu. Bu koltukta da pek dönecek yerim olmadığı için hareketsizce yatmaya devam ettim. Bir otele gitme düşüncesi geçti aklımdan ama istemedim. Arabamda ilk yatışım değildi ama bu geceki olaylar kafamın içinde dönmeye başladı. İşimi yaparken sanki hiç yaşanmamış gibi unutulan ne varsa yeniden geldi aklıma. 11 yıl önceki annem geldi, kaçıp giden Ali, dışarıda kimsesiz kalan abim ve ben, yaşadığım acılar, 16 yıl boyunca her günümün çoğunu geçirdiğim dört duvar.

Sonra o geldi karşıma, uzun boyu, çatık kaşlarıyla dikildi karşıma. Geçmişte bana söylenen tüm kötü sözleri söylemeye başladı, söyleyen o değildi ama onun ağzından çıkıyordu, sinirli sesi susmadı. Cevap veremedim yine.

Sonra sustu, yine bir şey demedim. Bugün duyduklarım çıktı şimdi de ağzından, nefret dolu bakışlarının altında ezilmemeye çalıştım. Evde o sözlerin karşılığında ettiğim kelimeler geçti içimden.

İçimden sessizce cevap verdim, daha da detaylıydı cevaplarım o yüzdendi içimden söyleyişim. Bilmesin istedim, söylediğim her şey benim zayıf noktamdı, kimsenin bilmesini istemediğim sırlarımdı.

Sustu sesler, karşımdaki adam sustu, ifadesi değişti, gözümün önündeki sureti yavaşça silinmeye başladı. Tamamen kaybolduğunda zifiri karanlık sardı etrafımı, sanırım uykum geliyordu.

Telefonumdan gelen bildirim sesiyle gözümü geri açtım. Yazan Azra'ydı, şaşırdım.

AZRA: Neyi bekliyorsun yarım saattir? Orada uyumayı düşünme bile, çık yukarı!

Beni göreceğini bırak bu saatte çoktan uyuyor olduğunu düşünmüştüm. Girmek istemedim eve, hatta bir an önce çıkıp kendime bir yer tutup orada kalma işini en erkene çektim.

AZRA: Aşağıya indirme beni Dide, inerim biliyorsun.

İnerdi...

BEN: Geliyorum.

Gidecektim, aşağıya iner beni sürükleyerek eve götürürdü biliyordum. Arabadan indim. Kapıya gelmeden, az önceki düşüncelerimin vermiş olduğu o buruk ifadeyi sildim. Gitmiş olduğum evin sahibi beni çok iyi tanıyordu ama...

"Arabada uyumayı düşündün değil mi?" Bana olan bakışları sinirli değildi, kırgındı.

"Mantıklı olan oydu." dedim. Aslında bana göre mantıklı olan benim bu evde kalmamam gerektiği gerçeğiydi. Bana kırgın olup beni evine almaması gerekirken ben evine gelmediğim için kırılan Azra'ya yaptığım haksızlık mantıklı değildi. Bu eve girip yemek yemem, burada yatmam mantıklı gelmiyordu.

"Başlatma mantığına. Bana bak, burası senin de evin. Ben yarın sana bir anahtar yaptırırım." Kapıyı sonuna kadar açıp bana söylenmeye devam ederken ben onun yüzüne bakamadım, eğilip ayakkabılarımla uğraştım.

"Gerek yok. Burası benim evim değil Azra, burası senin evin. Bana ait bir ev olması için benim o yerde tek olmam gerekir." bu lafımdan sonra ne demek istediğimi anlamıştı. Mesaj netti; eskisi gibi, odamdaki gibi, tek başıma...

Sustu, konuşmadı. Sonunda ne kadar haklı olduğum anlaşılmıştı. Bana, birinin yanında hiçbir zaman tam bir yer aitlik vermezdi. Bir yerin bana ait olması için benim o yerin içinde o yerden çıkana kadar tek başıma yaşamam gerekirdi.

Eskiye dayanıyordu. Odamdaydım, eski ev diye bir şey yoktu bana, benim evim odamdı. Odamdan çıktığım gün, annemle güldüğüm gün annemin sonu olmuştu. Bu yüzden abimin eski evimiz dediği yere ben hiçbir zaman 'evim' diyemezdim. Benim ev dediğim yer annemi benden alan yer olsun istemedim. Benim annem evimde, odamda benimle mutluydu...

İnsan evinde kendini güvende hissederdi, abim o yere evim diyebilirdi çünkü orası onun güvenli alanıydı. Benim ise kabusum. Odam benim sığınağımdı, ne zaman odamın kapısından adım atıp babama denk gelirsem çektiğim acı, yaşadığım korku bana nasıl ev olabilirdi ki?

"Duşa gir, kirlenmişsin." dedi Azra'nın sakin sesi. Kirli değildim bunu ikimiz de biliyorduk, temiz kalmak için sıkça duşa girdiğimi biliyordu. Burada girmeyeceğimi de, o yüzdendi bu sözü, anlamıştım. Başım eğdiğim yerden kalkıp gözlerim onun gözlerine sabitlendiğinde karşımda gördüğüm Azra değişti, küçüklüğü vardı karşımda, onu son gördüğüm hali. Bir daha görüşmeyeceğimizi bilmediği, onu bırakacağımı bilmeden geçirdiğimiz son gündeki hali gibi. Habersiz mutluluğunun ardında kursağında hissettiğini bildiğim o hüzün dolu ifadesiyle.

Bana kırgın değildi, Ali'ye sinirliydi. Bu halde olmamın sebebi olarak onu görüyordu. Sebebi Ali'nin gitmesi ya da kötü olması değildi, annemin olmamasıydı. Babam hep kötüydü ama annem varken çekilebilirdi. Günün belli saatlerinde odama gelirdi, benim için en özel andı.

Daha çok vakit geçirmek için onun olduğu okula gitmek istemiştim, o istememişti. Babam da orada öğretmendi. Zaten ben liseyi bitiremeden annem gitmişti.

Bana ayırdığı odaya girdim, valizimi açtım banyo yapmak için tüm eşyalarımı aldım. Hiçbir şey demeden banyoya girdim, duşa girdim. Çıktığımda aynaya baktım, çenemdeki morluk baya belli oluyordu. Şişlik yoktu, dokunmadıkça da ağrısı yoktu. Bu morluğun beş güne geçeceğini öğreten Ali'ye teşekkür ettim. Milletin babası korunmayı öğretirken benim babam vücudumda yara açıp bana kendi yaralarımın ne zaman iyileşeceğini öngörmeyi öğretmişti, bunu da isteyerek, öğretmek amaçlı yapmadığını da biliyordum.

Kurulanıp üstümü giyindikten sonra banyoyu toplayıp çıktım. Odama ilerlerken Azra'nın sesi beni durdurdu. "Dur, dur..." Arkamdan gelen ses yaklaştı, önüme geçti. Gelirken eğik başım ve saçım yüzünden belli olmayan morluğa baktı.

"Banyoda mı oldu yoksa dışarıda mı oldu?" derken bir eli de çeneme değdi, benim dokunurken acıttığım çenem o dokununca acımıyordu. Onun dokunuşuyla benim dokunuşum bir değildi.

"Dışarıda oldu ama kavga değil, farkında olmadan çarptı sadece." dedim. Sesimin duygusuz olmasına aldırış etmeden benimle konuşmaya devam etti.

"Kavga olma ihtimalini zaten düşünmemiştim, var yani?" diye sordu. Bir anlığına karşımdan kaybolup mutfağa adımladı, saniyeler sonra tekrar yanıma geldiğinde elinde minik bir buz torbası vardı. Bana vermek yerine kendisi çeneme tuttu, Boşta kalan eliyle kolumu tutup beni odaya götürdü. Ben sessizce hareketlerine uyum sağlamaya çalışırken yatağa oturdum. Kolumdaki eli elimi tutup tuttuğu buzu tutmam için buzun üstüne koydu elimi. "Şunu tut biraz, sonra da uyu."

Evdeki otoritenin sahibinin kim olduğunu anladığımda başımı salladım. Odadan çıkışını izledim, bir süre daha buzu tuttum sonra ise iki saat sonra uyanmam gereken saate alarm kurup uyumaya çalıştım. Burası odam değildi ama güvende hissediyordum. Azra'nın yanındaydım...

















***

















 

Yaşanan olayı çoktan geride bırakan biri vardı; Sarp. Olay sonrası ufak siniri devam etse de eve gitmiş uyumuştu, sabahın erken saatinde kalkmış şimdi de tüm sinirinden arınmış bir şekilde karargahta timinin başındaydı.

Ahsen'e verdiği rahatsızlığın farkındaydı, arada bir ne yaptığını düşünse de düşüncelerini sonuca bağlamak için pek uğraşmıyordu. Geçmişte yaşadığı ilişki hayatının olumsuzluklarından dolayı hayatına kimseyi almayı tercih etmiyordu, hatta konuştuğu kadınlar da sınırlıydı. Timdekilerin kız arkadaşlarına denk gelirse onlara, kardeşinin kız arkadaşı Azra'ya ve kendi annesine samimi davranıyor diğerlerine pek sıcak davranmıyordu.

Ahsen'e özel bir tavır olmadığını biliyordu, bu başka bir kadın olsaydı da Sarp yine aynı soğukluğu gösterecekti. Öyle ki sadece soğukluk değil konuşmama işini kesinleştirmek için sert konuşuyordu. Dilini sivri kullanmaktan bir an olsun çekinmemişti.

Bahçedelerdi, karşısına dizilen askerler kendisinin de içinde bulunduğu İmha Timi'ydi.

Yüzbaşı Sarp Çağan DİNÇER
Kıdemli Üsteğmen Ediz EREL
Teğmen Mert GÜÇLÜ
Astsubay Başçavuş Ilgaz YEMEN
Astsubay Başçavuş Onat GÖZCÜ
Astsubay Kıdemli Üstçavuş Ruhi SÖNMEZ
Astsubay Kıdemli Üstçavuş Ulaş UYGUR
Astsubay Kıdemli Çavuş Yunus GÜNAY
Astsubay Kıdemli Çavuş Kıraç KAYA

"Rahatta dinleyin." Sarp karşısındaki askerlerine baktı, sıra sıra dizilmişlerdi. Her şey yolunda ilerlerken Sarp'ın bakışları Yunus ve Ruhi'ye gidip geldi. İki askerin esneyişini izledi. Kafalarını çevirmeleri yetmemişti.

"Ruhi?" Önce Ruhi'ye baktı, hemen ardından Yunus'a döndü. "Yunus?" Kocama açılan iki ağızı kapatamayan arkadaki ellere baktı.

Onat yanındaki Ruhi'ye baktı, ellerini kullanıp Ruhi'ye dalmak istedi çünkü o an tüm tim biraz sonra neler olacağını biliyorlardı.

"Uykunuzu alamadınız mı?" diyen Sarp sinirlendi.

"Yok komutanım." diyen Ruhi'ye karşı Yunus'un cevabı tüm timi sinirlendirdi. "Yok bebeğ-" en sonda kime ne dediğinin farkına varmış kelimesini tamamlamadan susmayı başarmıştı.

Ne yazık ki Sarp kelimeyi tamamlayabileceği kadarını duymuştu. Yunus'a döndü bakışları. "Günaydın bebeğim."

"Özür dilerim komutanım." Yunus sözlerinden dolayı utanıp suratı kıpkırmızı olmuş bir şekilde rahatta beklemeye devam etti.

"Ne için bebeğim?" Tüm tim gülmeye başlamıştı, Yunus hariç. "Susun lan!" diye bağıran Sarp'a karşı yeniden ciddileştiler. Ruhi'den bir esneme daha kopunca Sarp köpürdü.

"Eh be Ruhi, çenenin yayını sikeyim senin, ağzımıza sıçtın be!" Ruhi'nin hemen yanında fısıldayarak herkesin sesi olmuştu Onat.

"Şınav pozisyonu, al!" Hepsi aynı anda yere çöktü, şınav çekmeye başladılar.

"İkinizi de şu antrenman bitsin mahvedeceğim." Mert bir yandan söyleniyor bir yandan şınav çekmeye devam ediyordu.

"13, 14..." Sarp sayarken durdu. "Kaç oldu Yunus?"

"15." Sustu. "0 komutanım." dedi kendini düzelterek.

"Senin de hem dilini hem beynini sikeyim Yunus." dedi Onat.

Şınavdan sonra mekik çektiler, parkur yapıp tamamen yorulduklarında Sarp antrenmanı bitirdi. Hepsi yere çökmüş ve bitirmişken Yunus tekrar şınav pozisyonundaydı. "İyice yere çök Yunus! Çimen bebeğinmiş gibi, öpene kadar çök yere." Yunus'un zorluğu devam ederken tim sonunda gülecek kadar rahattı.





***





 

Sabah aldığı haberle adliyeye, Erkin başsavcının yanına giden Ahsen kapıyı çalarak içeriye girdi. "Başsavcım, beni çağırmışsınız?"

"Gel Ahsen savcım." dediğinde Ahsen koltuğa çöktü, işini yanlış yapma konusunda şüphesi yoktu. Tek bir şey geliyordu aklına o da dün ki olayda çekilen videolardan deşifre olma olasılığı. Erkin başsavcının konuşmasını bekledi. "Geçmiş olsun."

İlk başta anlamadı Ahsen ama daha sonra Erkin başsavcının baktığı yerin çenesi olduğunu fark edince neyden bahsettiğini anladı. "Sağ olun ama iyiyim, bir sorunum yok."

Erkin başsavcı Ahsen'e bir dosya uzattı. "Bu nedir?" diye sordu Ahsen. Açmadan önce kendini ne gibi bir durumla karşılaşacağına dair hazırlamak için sormuştu bu soruyu.

"Yeni korumanın dosyası."

Yeni korumaya gerek duymuyordu Ahsen. O insanlardan uzak durmaya çalışırken ve başında bir ton dert ve ölüm tehlikesi varken bir koruma alıp da onun da tehlikeye girmesini istemiyordu. Zaten annesinin vebali üzerine lanet gibi çökmüş ve gitmiyorken hiç tanımadığı birinin de onun yüzünden başına bir şey gelmesi sonucuna dayanabilecek bir yanı kalmamıştı. "Koruma?"

"Evet, bu olay yüzünden algılama. Burası pek normal bir yer değil, bizim mesleğimiz de güvenli bir iş değil. Koruma tahsis edilecekti zaten, denk geldi sadece." İnanmak istemedi ama zorundaydı. Karşı çıkmak istedi ama yapamadı.

"Peki başsavcım." dedikten hemen sonra koltuğundan kalkacakken yeni bir soruyla durdu.

"Ev buldun mu?"

"Henüz değil." diye net bir cevap verdi Ahsen.

"Lojmanda sana bir yer ayarlarız o zaman." Bunu da istemiyordu Ahsen ama buna da "Peki başsavcım." dedi.

"Demir albayla konuştum, dün ki adamı sorguya almak istediler." Başını salladı Ahsen. Karargaha geçecekti.

Kapıya doğru ilerlediğinde Erkin başsavcı haberinin olması gerektiği bir şey hakkında bilgi verdi. "Odanda."

Ahsen odaya doğru ilerlediğinde açık olan kapıdan sessizce girdi. İçeride oturan, telefonuyla takılan genç adama baktı. Arkası dönük adama seslenmek için dosyayı açtı. "Alperen UĞUR!" Diktatör bir sesle adamın adını seslendi.

Adını duyan Alperen anında sese sıçrayıp ayağa kalktı ve Ahsen'e döndü. "Savcım." diyen sesi ne kadar belli etmek istemese de titremişti.

Aniden sakin bir tavra bürünen Ahsen yeniden konuştu. "Otursana." Alperen'in oturmasını bekledi, ardından masaya ilerleyip kendi koltuğuna oturdu. Dosyayı açtı, daha aşağılara inince gördüğü detaya şaşırdı.

Babasının, yıllar önce içeriye girmesinde katkısının olduğu bir organize suç örgüt lideri olduğunu gördü. Bu bilgi detaylıca yazmıyordu ama babasının adını hatırlıyordu. 'Aslan UĞUR'

Ahsen sessizce dosyayı okumaya devam ederken Alperen konuştu. "Babamı mı tanıdınız?" Ahsen dosyadan başını kaldırıp kendini çoktan aşağıya çekmeye hazır Alperen'e baktı.

"Aslan UĞUR?" Soru sorar gibi konuştuğunda Alperen başını aşağı yukarı sallayarak onayladı. Ahsen konuşmaya devam etti. "Sicilin yok."

"Yok." dedi Alperen anında.

"Niye böyle duruyorsun o zaman?" Alperen'in babası yüzünden böyle durduğunu anlamıştı.

"Nasıl savcım?" dediğinde oturuşunu düzeltmeye çalıştı. Bacaklarını birleştirdi, üstünü düzeltti ama hala dik durmuyordu.

"Babasının suçunun altında kalmış da kendini de o suçun içinde sayar gibi, mahçup." Ahsen'in bu sözüne karşı çıkamadı, çünkü Alperen tam olarak böyle hissediyordu. Bir savcıya korumalık yapmak da onu en mahçup hissettirecek işti. "Kaldırsana oğlum şu kafanı."

Eğik başını kaldırıp Ahsen'e baktı Alperen. "Yemin ederim babamın işlerinin birisiyle bile alakam olmadı." Tam bu sözden sonra Ahsen karşısındaki Alperen'i kendi olarak görmeye başladı. Karşısındaki kişi kendi küçüklüğünün bir silüeti olduğunda gelen gözyaşlarını bastırdı, geldikleri yere geri gönderdi.

"Olsaydı sicilinde yazardı zaten. Kalk gidiyoruz hadi." Sandalyesinden kalktı. Bu konuşma uzun ve derin bir konuyken buna zamanlarının olmayışı ve buranın da o konunun yeri olmayışı yüzünden konuşmayı erteledi.

Alperen de kalktı, üzerindeki takımı düzeltti. O an Ahsen'in dudakları iki yana kıvrıldı, derin bir tebessüm etti karşısındaki Alperen'in bu hareketine. Önce odadan çıktılar, önde hızlı adımlarla yürüyen Ahsen yemen arkasında da Ahsen'e yetişmeye çalışan Alperen arabaya kadar geldiler. "Atla hadi." dedi Ahsen.

Arabaya binip karargaha gittiler. Kapıda kontrolden sonra arabayla içeriye giren Ahsen arabasını gördüğü ilk boş yere park etti. "Seni çok klas bir yere getirdim, değerini bil." Alperen'i rahatlatmak için konuşmaya çalışıyordu.

İnmeden de "Sana klas, bana işkence." dedi içinden. Yanındaki arabadan anlıyordu ki Sarp da buradaydı, zaten burada olmaması garip olurdu.

Ahsen'in arabası içeriye girdiği andan itibaren meraklı bakışlar arabadan kimin ineceğini merak eden time aitti. İnenin Ahsen olduğunu görünce şaşırdılar, ikinci bir dalgası da yan koltuktan inen Alperen'e olmuştu.

Tim Ahsen ile tanışmak için yanlarına ilerlerlerken Sarp'ın timin yanından ayrılıp içeriye gitmesi kimsenin gözünden kaçmamıştı. "Savcım hoş geldiniz?" Mert konuşmuştu. Sarp'ı tanıntan da oydu.

"Hoş buldum Mert." Diğerleri ile henüz tanışmamıştı. Hepsi önce tek tek Ahsen ile sonra da Alperen ile tanıştı.

"Savcım geçmiş olsun." Ruhi, Ahsen'in çenesindeki morluğu görünce dile getirmiş bu sayede tüm time duyurmuştu.

"Sağ ol Ruhi." diyerek geçiştirdi Ahsen de. "Benim işlerim var, size kolay gelsin." İlerlemeye başladığında Alperen de Ahsen'in peşine takıldı. Gitmeden önce de time başıyla selam verdi.

Ahsen odasına gitti, tim bahçede oturmaya devam etti. Bir süre sonra bahçeye gelen Sarp da timinin yanına oturdu. "Kimle gelmiş o?" Ahsen'in yanındaki Alperen'i sordu.

"Korumasıymış komutanım." diyen Mert'in lafının üstüne Ruhi konuştu. "Aynen, zaten çenesinde de morluk vardı, bir şey olmuş da koruma vermişler herhalde."

Onat girdi araya. "Genelde veriyorlar zaten oğlum, neden olduğunu bilmiyoruz belki kapıya çarptı kadın."

Ruhi yerde eline gelen samanı koparttı, düşünceli bir şekilde sallamaya başladı. Kafasında gereksiz bu konuda bir sürü soru oluştu. "Kapıya çarptıysa umarım kapı iyidir devrem."

Sarp da kendi kendine düşündü. Dün akşam gördüğünde çenesinde morluk olmadığından emindi, iş için evden çıktığını da biliyordu. Oturduğu yerden kalktı yine.

"Komutanım nereye?" Mert, Sarp'ın Ahsen'e olan sinirini bildiği için oraya gideceğini anlamıştı. Herkesle o da aynı fikirde, Sarp'ın gereksiz davrandığını düşünüyordu.

"İşlerim var." Sarp da içeriye yürüdü.

"Komutanım diye bir şey diyemiyorum da harbi öküz." Ruhi içlerinde en kibarlarıydı, böyle düşünmesi normal diye düşünürken diğerleri de aynı fikirdeydi. Sarp'ın, Ahsen'in üzerine gereksiz fazla gittiğini düşünüyorlardı.

"Bilmiyor oğlum, kadınlarla konuşma konusunda hödük." dedi Onat da.

"Yerin kulağı vardır devrem, susun. Şimdi seker gider, belamızı siker." diye söylendi Yunus. Zaten yeterince yorgundu bir cezayı daha kaldıracak gibi değildi.

"Sabah bizim belamızı siktiğin gibi mi bebeğim?" Ruhi elindeki koparttığı saman parçasını Yunus'a çiçek verir gibi uzatarak dalga geçti.

"Siktir lan! Ayı gibi kükreyen bendim zaten." Ruhi'nin de esnediğini hatırlattı. Ruhi'nin saman uzattığı eline vurdu.

"Oğlum sen komutanıma bebeğim dedin." Onat söylerken gülmeye başlamıştı.

"Komutanım böyle şeylere yabancı ya ondan böyle işte, ne kadın ne bebeğim demiyor. Neyse Yunus sen her sabah bebeğim dersin komutanım da alışır." Aralarına en yeni katılan Kıraç da dalgaya girince Yunus sinirlendi.

"Susun lan. Tek bir hatanızda götümü parçalayarak gülmezsem piçim." Yunus'un sözlerini kimse ciddiye almadı. Hepsi gülmeye devam etti.

"Savcı için lan? Biraz alışması lazım komutanımın, yapmaz mısın?" Ruhi devam etti alaya.

"Ruhi! Gay mi lan komutanım?" Yunus'un sorduğu soru sonrası tim daha fazla gülmeye başladı.

"Yemin ederim bunu duysa siker belanı, sen de pek konuşmayı bilmiyorsun sus istersen Yunus." Ediz, Sarp'tan sonra en üstleri olduğu işin konuyu kapattırdı.






***





 

Ahsen odasında dosyasıyla ilgilenirken Alperen de sessizce oturmuş bekliyordu. Kapının çaldı. "Gel." Ahsen kapıya bakıyordu.

Sessizce açılan kapının ardından Sarp göründü. Ahsen açık dosyasını kapattı, umursamaz bir ifadeyle Sarp'a olan bakışlarını sürdürdü.

"Savcım ben çıkayım mı?" Alperen oturduğu yerden kalkmıştı.

"Önemli bir şey konuşmayacağız ama ilk günden başın ağrımasın istersen çık." dedi Ahsen. Sarp ile yan yana gelmenin pek hayırlı sonuçlanmayacağını biliyordu.

Kapının önünde duran Sarp kenara çekildi, Alperen'in kapıdan çıkmasına izin verdi. "Evet? Bugün ne hakkında tartışacağız?"

"Tartışmamız hoşuna gidiyorsa daha sık tartışabilirim seninle?" diye cevapladı Sarp. Az önce Alperen'in oturduğu koltuğa oturdu.

Alay edercesine "Lütfen." dedi Ahsen. "Terapi gibi. Evet konu nedir?" Sinirlenmeye başladığını hissetti ama yalnız değildi, Sarp da aynıydı.

Neden geldiğini bilemedi, sadece morluğa bakmak istemişti. Çenesine baktı, derin morluğu gördü, kaşları çatıldı. "Ne bu halin?" diye sordu. Her konunun sonu zaten kötü bitiyordu konu açtı.

"Ne var halimde?" Morluklara çok takılmıyordu Ahsen. Bu küçük morluğun bu kadar göze çarpması şaşırttı. Eskiden tüm vücudu morken kimse sesini çıkartmaz, sormazdı bile. Şimdi insanlar mı değişmişti, yoksa önceden görünmez miydi Ahsen?

"Ne mi var?" Bir anlık sinirle farkında olmadan eli Ahsen'in çenesine uzandı. Sarp'ın eli temas etmeyi umduğu yere temas etmeden Ahsen'in eline temas etmek zorunda kaldı.

Ahsen ona uzanan eli bileğinden tutup kendinden uzaklaştırmak için ittirdi. "Sakın! Bana yaklaşma bile. Ayrıca sana ne?" Bunca yıl görünmezse yine öyle olmak istiyordu, kimse dokunmasın, özellikle ona acımasın istiyordu. Değişmiş hissediyordu, kendini koruyabilirdi.

"O anlamda dokunmak istemediğimi sen de biliyorsun." Surat ifadesi daha da öfkelendi, Ahsen'e değildi bu siniri kendineydi. Çenesine dokunmaya çalışmak gibi aptalca bir düşünceyi nasıl aklından geçirdiğine sinirlendi.

"O anlamda düşünmedim, hiçbir anlamda dokunamazsın bunu söylemek istedim. Sen de bunu biliyorsun." Şu hayatında en nefret ettiği şey gereksiz konuşmakken bu durumun son üç gündür sıklaşmasına ve konuştuğu kişinin de Sarp gibi biri olmasına lanet ediyordu.

"Başından beri bahsettiğim mevzu buydu, bugün böyle yarın kim bilir nasıl olacaksın?" Ahsen'in morluklarından konu ilerliyordu.

"Can benim canım, bir şey olursa acı çeken sen değilsin." sert bir cevap aldı Sarp.

"Bencil misin? Bu kadar boş bir hayata mı sahipsin?" Sarp'ın şimdi ki sinir ise Ahsen'in bu kadar umursamaz olmasıydı. Ona karşı olduğunu sanmıştı önce ama hayır öyle değildi, her şey konusunda umursamaz olduğunun cevabını öğrendi az önce.

Ahsen ise cevap verirken kendini törpülemedi. "İyi aile çocuğu seni, sen kendini ve çevreni düşün. Benim işime karışma. Kimseye bir zarar vermiyorsam bencil olmak o kadar da kötü değil." Aylin'den sonra düşünce yapısı tamamen bundan ibaretti. Bencil olduğunun farkındaydı, bilerek yapıyordu, belki böylece bir şey olursa durumdan kendi etkilenir de bir başkasını hayatını etkilemez diye düşünüyordu.

"Benim görevim korumak; aile, toprak, vatan, bütünü. Sen ne kadar kabul etmesen de içinde sen de varsın. İstanbul'da da olsan iki adım uzağımda da olsan." Her ne olursa olsun, nefret de etse karşısındaki hain, suçlu olmadığı sürece bu vatanın her bir ferdini korumaktı görevi.

"Koruma? Görevini yap yeter, yanıma yaklaşma, gereksiz konuşmaya çalışma. Bugünkü konu çenemdeki morarmadan dolayı güçsüz olmamsa düşünme, kendimi koruyabilirim." Ahsen zıtlaşmaya devam etti.

Sarp ise Ahsen onun her zıtlaştığında daha da köpürdü. "Keşke bana esip gürlediğin kadar başkalarına da aynısını yapsaydın, belki hala sağlam bir çenen olurdu."

"Çenem sağlam, hala seninle tartışabilecek ve sana cevap verecek kadar güçlü. Başkalarına esip gürleyemediğimi düşündüren ne?"

"Çenende duran morluk?"

"Ne yapsaydım, adamı alıp yerden yere vurup öldürse miydim?" Ahsen'in bu cümlesinin içinden tek bir kelimeyi duydu, 'adam'.

"Adam?" Soru sorar gibi bir hali vardı Sarp'ın. Oturduğu koltuğun tepesinde gerilen vücudunu kontrol etmeye çalıştı. Sarp konuşacakken kapı çaldı. "Gel." dedi Sarp.

İçeriye giren askere döndü Ahsen. "Odanın kapısında ne yazıyor?" diye sordu.

Asker yanıtladı. "Cumhuriyet Savcısı yazıyor savcım."

Ahsen, Sarp'a döndü. "Yani 'gel' diyebilecek kişi sen değilsin." Askere geri döndü. "Evet?"

"Dün yakaladığınız adam sorgu için geldi, Sarp komutanım ve sizi çağırmak için geldim sayın savcım."

"Tamam, sağ ol." Asker, Ahsen'e ve Sarp'a bilgi verince odadan çıktı. Ahsen koltuğundan kalktı. "Duydun mu?"

"Neyi?" dedi Sarp'ın meraklı sesi.

"'Dün yakaladığınız adam' dedi. Demek ki biz de bir şeyler bulabiliyoruz." Masanın öbür ucuna gelerek Sarp'ın hala oturduğu koltuğa yaklaştı, ardından kapıya ilerleyip açtığı gibi odasından çıktı.

Sarp da Ahsen'in çoktan terk etti odada, oturduğu yerden kalktı. "Çeneni morartan adamı." diye söylenerek o da odadan çıktı. Sadece birkaç adımıyla Ahsen'e yetişmişti. "Sen girmeyeceksin herhalde içeriye?"

"Gerektiği yerde girerim." diye cevapladı Ahsen. Sarp'ın sinirinin karşısında oldukça sakindi, ona sinirli olduğunu düşünüyordu.

"Gerekmeyecek." dedi Sarp sessizce. Sarp sorgu odasına, adamın yanına giderken Ahsen kameradan olan görüntüyü bir monitörden takip edecekti.

Sarp içeriye girdi, ardındaki demir kapıyı kilitleyip anahtarı cebine attı. Elleri kelepçeli sandalyesinde oturan adama baktı, süzdü. Herhangi bir yarası var mı diye kontrol etti. Odayı çeken kameraya takıldı bakışları, usulca ilerleyip kamerayı kapatma tuşuna bastı. Dışarıyla iletişimi tamamen kestiği gibi adama ilerledi, koca eli adamın kafasının arkasını kavradığı gibi önündeki masaya ittirdi.

Devam etmek istedi ama öğrenmesi gereken bilgiler vardı. "Barjo... Gerçek adın ne?" Saçlarından tuttuğu gibi masaya çarptığı kafayı geri kaldırdı. Suratı kan içinde olan adama baktı, tatmin olması gerekirken daha fazlasını istedi. "Konuş."

"Adım Yasir..." dedi Barjo zar zor konuşarak. Dudaklarını hareket ettirmek oldukça zordu, burnunda derin bir acı hissediyordu, kırılmıştı. Kanlarını durdurmak için ya da acısının olduğu yere dokunmak için dokunamadığı elleri bağlıydı.

"Yasir. Haluk'u sen mi öldürdün?" Net bir cevap isteyen soruyu oldukça net ve gür bir sesle sordu Sarp.

Cevap vermeye hali olmayan Yasir başını iki yana salladı. "Kim?" diye sordu Sarp.

"Benim de peşimdeler, bilmiyorum. Belki patron belki Harun." İnleyerek konuştu.

"Neredeler?" Yasir'in gözlerinin kapanıp, kendinden geçtiğini görünce suratında yara aldığı şişliğe bastırıp acıyla kendine gelmesini sağladı. "Neredeler? Koordinat ver bana!"

"Yerlerini çoktan değiştirmişlerdim ama bildiğim yeri söyleyeyim." Sarp da adamın konuşamadığının farkındaydı. Bir kağıt ve kalem getirip sertçe masaya koydu. Elleri önünde bağlı yazabildiği kadar yazması için kalemi eline koyarak yardım etti, kağıdı da hemen altına yerleştirdi.

Bir süre sonra kalemin hareket etmeyi kestiğini görünce kağıdı çekip aldı. Yamuk yumuk yazılmış yazılara baktı, okuyabiliyordu. Hala üstünde olan sinirini çıkaracağı zaman gelmişti. Suratının dağılacak pek bir yeri kalmayınca tekmelediği sandalyesi adamın altından kayınca yere düştü, düşerken masaya bağlı elleri acıdı.

Acıyla bağırınca demir kapı sertçe çaldı. Kilitli demir kapıyı açamayacaklarını bildiği için takmadı. Adamın yerde duran bacağına postalıyla bastı, tüm ağırlığını verdiğinde adamın ağzından yeni bir acı bağırış daha koptu. Yetmedi Sarp'a ayağıyla adamın bacağına basıp onu yerde sabit tutarken zaten zor uzanan ellerinin bağlı olduğu masayı daha da uzağa ittirdi. Adamın vücudu gerildi.

Bir darbe daha geldi demir kapıya, sonra bir ses, Ahsen'in sesi. "Kapıyı aç yüzbaşı!"

Adamı bıraktı, kapıya ilerledi, cebinden çıkarttığı anahtarı kapıya takıp kapının kilidini açtı, kapıyı da açıp dışarıya çıktı. Ahsen henüz içeriyi görmemişken Sarp'a döndü. "Kamerayı niye kapattın?"

İki asker sorgu odasına girip adamı iki kolundan tutup çıkarınca gördü adamı. Gözleri büyüdü Ahsen'in, koridorda yürüyüp ortamdan uzaklaşan Sarp'a doğru yürüdü. "Bu yüzden kapattım." diye oldukça rahat ve yaptığından hiç pişman olmadığını belli ederek cevap vermişti.

"Adamı gebertmediğin kalmış." diye söylendi, umurunda değildi ama adamın hali öyle kötü durumdaydı ki içeriye alınmadan önce tedavi süreciyle uğraşacaklardı.

"Birilerinin yaralarını düşünmeden önce kendine odaklanmaya başla. Belki o zaman meselenin diğerlerine göre bu kadar önemli olmadığını anlarsın. Aynaya geç, çenendeki morluğa bak, başkasının yarasını önemsemeden önce kendindeki yarayı kapatmaya çalış ve o yara kapanana kadar kendinden başka kimseyi kendinden daha fazla önemseme." Koridordan elinde buzla adama giden askerin elindeki buzu aldı Sarp, Ahsen'e uzattı ama yüzüne bakmadı. Buzu verdikten sonra odasına girip kapıyı kapattı.

Ne yaşadığını anlamayan Ahsen de elindeki buzu askere geri verdi, kendi odasına geri döndü. Odada onu bekleyen Alperen'i kaldırdı. "Sen arabaya geç ben geliyorum." Arabanın anahtarını Alperen'e verip Alperen'i gönderdi, odasının kapısını kilitledi. Bu kez de Demir albayın odasına gitti.

İçeriye girdiğinde Sarp da oradaydı, Demir albaya konuma ait kağıdı vermiş bunun üzerine konuşuyorlardı. Sorgu sırasında ne olduğunu bilmeyen Ahsen de Sarp'ın karşısına oturdu. Sarp konuşmadı, ilk kez Ahsen de Sarp'a laf yetiştirmek istemedi.

"Haluk'un ölümü hakkında bir bilgisinin olmadığını söylemiş, bir de eski yerlerini yazmış, senlik bir durum kalmadı Ahsen savcım, konuma tim gidecek." diyen Demir albayı dinledi.

Ahsen'in hala ciddi ifadesi varken Sarp'ın ona baktığını hissetti, kısa bir bakış atıp albaya geri döndüğünde Demir'in de dediği gibi adamla ilgili başka yapacak bir şey yoktu, izin ister gibi bakıp kalktı koltuktan. Bir şey demeden odadan çıkıp arabasına yürüdü.

"Evin nerede?" diye sordu Alperen'e.

"İşimiz bittiyse ben inip giderim eve savcım." Henüz bir evi yoktu, otelde kalıyordu.

"Sus da seni nereye bırakabileceğimi söyle." Arabayı çalıştırdı.

"Otelde kalıyorum ben savcım, ben giderim gerek yok beni bırakmanıza." Ahsen'in siniriyle tanışma vakti gelmişti. Yola bakan Ahsen ara ara sinirli bakışlarını Alperen'e çevirmeye başladı.

"O zaman hangi otel olduğunu söyle!"

Ahsen'in sert çıkan sesine karşılık cevap vererek kaldığı otelin adını söyledi. "Babanın yakalanmasına sebep olan savcılardan biri olduğumu biliyor muydun?" diye sordu Ahsen, Alperen ile açık konuşacaktı.

"Babam mı? Geçen sene girdi içeriye ama kimler yüzünden diye düşünmedim, yaptığı şeyin cezasını çekiyor. Sizin adlarınız da gizli savcım." diye cevap verdi, babasını savunmadı. "Benim o işlerle hiç işim olmadı ama yemin ederim."

"Sana suçlu olduğunu söyleyen kim? Öyle olsaydın sen de şu an burada değil içeride olurdun, gerçi iyi mi bu işlerin de artık yatarı kalmadı." Ahsen de şu anki adaletin durumuna sitem etti. Ne meslektaşları vardı ki işini layığıyla yapmayan.

"Doğru savcım ama şüphelenirseniz de hakkınız." Alperen yine üste çıkmaya çalışmadı, aynı Ahsen'in eskiden kendini hep babası yüzünden kirli hissettiği gibi kirli hissetti. Aynı işi yapmıyorlardı ama Alperen de bu konuma gelene kadar geçtiği her yolda babasının adını duymuştu. Alperen'in hala yolu vardı ama Ahsen'in başına denk gelen Altay, şimdi Alperen'e gelmişti.

"Neyden şüpheleneceğim?" diye sordu Ahsen. Sinirli ifadesi kaybolmuştu.

"Size zarar vermek için gönderilmişimdir diye, mafya falan?" Bunu söylerken de ne dediğini tam bilmeyerek kuruyordu cümlelerini.

Ahsen birden gülmeye başladı. "Mafya mı? Mafya mı kaldı? Sizinkiler de bizimkiler de mafya demezler. Organize suç örgütüne mafya diyen biri olarak senden şüphelensem de benim için büyük bir tehlike sayılmıyorsun merak etme."

Alperen bir şey diyemedi, babası her ne kadar bu işin başında büyük bir adam sayılıyordu ama Alperen'in yeterince kendi işi yüzünden tehlikeye girdiğini bilince işin içine sokup daha da tehlikeye atmak istemedi. Bu işlerin nasıl ilerlediğini işin içinde olmayan insanlar kadar biliyordu. Detaylarını istese öğrenirdi ama istemedi.

Otelin önüne gelip Alperen'i bıraktı. "Hadi yarın görüşürüz."

"Sağ olun savcım." dedi Alperen, indiği arabanın kapısını kapatıp otele girdi. Alperen'in girmesini bekleyen Ahsen, Alperen otele girince yine hareketlendi.

Azra'nın yanına geçmeden önce ona uygun görülen evi görmek için lojmana gitti. Eve girip baktığında içine sindi, ona yetecek hatta artacak bir evdi. Bir hafta gibi bir sürede tamamen yerleşebilirdi. Yanında getirdiği eşyalar dışında evinden de birkaç eşya daha alması gerekiyordu, mobilyaları yeni alacaktı.

Evden çıkıp asansöre bindi. Aşağıya indiğinde kapıyı açacakken asansör kapısı açıldı. Kapıyı açan kişiye şaşırdı. "İnecek misin?" dedi Sarp.

"Sen bu şekilde dururken nereye geçeyim?" Kapının önünü kaplayan cüssesinden geçmesi imkansızdı. Sarp kapının kenarına geçip Ahsen'e yol verdi.

"Birine mi geldin?" İlk defa sakindi.

"Ev bakmaya geldim." dedi Ahsen, aynı sakinlikle. Ahsen'in telefonu çaldı. Sarp'ın gözü çalan telefonun ekranına kaydı. Ege yazısını gördü, bakışlarını geri çekti.

Ahsen beklemeden telefonu açıp apartman kapısına ilerlerken Sarp henüz asansöre binmemişti. Ahsen'in telefonla konuşmasını duyuyordu.

"Hayırsız mısın kızım? Arayacağım dedin aramadın?" Ege'nin senini duymuyordu.

Ahsen'in "İşlerim yoğundu, özür dilerim. Ne yapıyorsun?" dediğini duydu.

Karşı taraftan Ege konuştu. "İyi öyle işe gidip geliyorum, aynı. Sen ne yapıyorsun?"

"Ben de aynı, müsait misin, buraya gelme ihtimalin var mı?" Ahsen'in bu sözlerinden sonra sevgilisi olduğunu düşünüp asansöre bindi Sarp, beklemeden evine çıktı.

"Müsait olmasam da olurum, bir şey mi oldu?" diye sordu Ege, sesi endişeli ve meraklı çıkıyordu.

"Yok, benim eşyalarımın çoğu hala evde. Her şey hazır ama birinin göndermesi gerekiyor." dedi Ahsen. Bunu söylediğinde Ege rahatladı.

"Tamam tamam ben getiririm onları, bir şey oldu sandım. En kısa zamanda gelirim ben." dedi.

"Sağ ol." Apartman kapısından çıktı, arabaya ilerledi bu sefer.

"Ne kapatıyor musun?" dedi Ege.

"Evet. Dışarıdayım, Azra'nın yanına gidiyorum." Arabaya bindi.

Yukarıda evine çıkan Sarp şimdi balkondaydı. Aşağıya, hala buradan ayrılmamış ve hala telefonu kapatmamış Ahsen'i izledi. Arabaya bindiğini gördü, bir sigarayı bitirmişti ikincisini yaktı. Ahsen'in arabasının lojmandan çıkışını izledi.

Bu sürede hala telefonla konuşuyordu Ahsen. Ege duyduklarına şaşırmıştı. "Azra mı? Azra'yla mı görüşüyorsun?" sesi heyecanlı çıkmıştı. Ege de, Berkin de, Zeynep de Azra'yı tanıyor ve Ahsen onunla konuşmayı bırakınca üzülmüşlerdi.

"Evet buraya geldiğimden beri onun evinde kalıyorum, henüz kovulmadım." Hala kovulacağı günü bekliyordu. Böyle bir şey olmayacağını bilse de olmasının gerektiği düşüncesi hiç aklından çıkmıyordu.

"Kovulmazsın. İyi iyi, nasıl değişmiş mi?"

"Değişmiş, evde sözünü baya geçiriyor. İyi değişmiş ama." Ahsen'in gözünün önüne Azra'nın küçüklüğü geldi, tebessüm etti. Sonra şimdiki hali geldi, ifadesi değişmedi. Değişmezdi.

"Kırgın mı?" dedi Ege, asıl merak ettiği buydu. Ege Ahsen'e yakındı ama Azra'nın Ahsen'e daha yakın olduğunu biliyordu. Düşündü, Ahsen'in Azra'ya yaptığı şeyi kendisine yapsa kırılır diye empati kurdu, Azra'nın da böyle düşünmesinin normal olduğunu düşündü.

"Kırgın ama bana kızmıyor işte, bana da bu koyuyor. Hiç aramadım, sormadım Ege sen biliyorsun. Buraya geldim geleli isteyerek gittiğim tek yer onun yanı. Tek bir kelime etmedi, konusunu açmadı. Önüme yemek koydu, sardı sarmaladı, oda verdi." Düşündükçe morali bozulan Ahsen'in tebessümü gitti. Gözleri doldu.

"Dide saçma sapan duygulara girme, at o kafandan şu düşüncelerini. Kendini, hak ettiğini düşündüğün şeyi zorla yaptırmak için de Azra'ya soğuk davranma. Senin en yakının hala o, onun da sensin biliyorsun." Ege'nin son söylediği cümleye Ahsen de katıldı. 11 yılı aşkın olmuştu Azra'ya görüşmeyeli ama hala en yakın hissettiği oydu, bin yıl da görmeden geçmiş olsa o olacaktı.

"Ben eve geldim, kapatıyorum." Azra'nın evine gelmişti Ahsen.

"Tamam selam söyle. Kendine dikkat et, ben gelirken sana haber veririm."

"Tamam, sen de dikkat et. Görüşürüz." Telefonu kapattı. Rutin olmaya başlayan buradaki hayatına alışmaya başlamışken eve girdi. Her akşam olduğu gibi yemek yediler, artık Azra ile biraz daha konuşmaya başlamıştılar. Gün tamamen bittiğinde yattılar.

***
 

Gecesi yatakta dönüp durmakla geçen Sarp sabaha karşı beşte az bir uykuyla kalktı. Yasir'in yazdığı yere göreve gitmek için hazırlandı.

Herkes hala uyurken tim göreve gitti...

***

 

 

Bölüm sonu...
Umarım bölümü beğenmişsinizdir, oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın.
Oylar ve yorumlar için teşekkür ederim, sizleri seviyorum kendinize iyi bakın.

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi buraya yazabilirsiniz. 🥰😻

 

Loading...
0%