Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3| Merak ve Endişe Uğraması

@nathaliepall

 

 

Hepiniz hoş geldiniz...

Nasılsınız? Umarım iyisinizdir, her şey yolundadır ve güvendesinizdir.

Bir ara taslağı boşaltınca bölüm yayınlanmış bildirim gelince gördüm 'bölüm yok' yazanları, hevesinizi kırdığım için kusuruma bakmayın hahahaha, kaydetmek için basmıştım yayınlanmış, Allahtan boştu.

Yazım yanlışlarım için şimdiden affınıza sığınıyorum, umarım beğeneceğiniz bir bölüm olur, keyifli okumalar diliyorum...

Oy atmayı ve satır arası yorumlarınızı bırakmayı unutmayın, her bildirim beni çok mutlu ediyor.

 

***

 

23.10.2024 tarihinde yapılan terör saldırısında şehit olan insanlarımıza rahmet diliyorum. Bu olayların oluşunu kolaylaştıran ve ortam hazırlayan kim varsa Allah hepsinin belasını versin.

Kim ki bu olay için üzülmeyip saçma sapan açıklamalarla milliyetçi düşünceden çıkmak gibi bir fikirde bulunuyorsa umarım en acısı başına gelir.

Türkiye içinde yaşayan ama kendini Türk görmeyip hayali ülke kurmak isteyen kim varsa da iltica edip memnun olmadığı topraklardan defolabilir.




***



 

 

AHSEN DİDE KORKMAZ

Hayatımın ilerleyişi o kadar karmaşıktı ki normal bir şekilde işe gidip eve dönmek benim için tatil gibi geliyordu. Geçmişteki zorluktan sonra özgür kaldığını sanan, odasından çıkıp eve bile yabancı kalan. Okula başladığı an dışarıdaki hayatı görüp özenen çünkü evde büyük bir tehlikenin olduğunu bilen minik Dide'den sonra artık hayatı evsiz bir şekilde geçmeye başlayan ama görseler özgür diyecekleri hayatsız bir kadına; Ahsen'e...

Tehlikenin içinde doğup ölmenin zor olduğu o evden daha az tehlikeli olduğunu bildiği yere düşmüştüm. O zamanlar öyleydi, dışarısı evden daha güvenliydi. Şimdiyse her yer benim için tehlikeye dönüşmüştü, ev yoktu artık. Dide'yi koruyacak bir abi ve bir anne vardı, şimdi kimseyi istemeyen bir Ahsen vardı. Dide'yi artık ben koruyabileceğimin farkındaydım ama ne kadar yapabileceğimi bilmiyordum. Her şey o kadar hızlı ilerleyip gitti ki korunacak olan Dide'nin gidişinden 11 yıl geçmişti.

Beş günü geçen bir sürede her şey sakinliğini korurken buraya geldiğim andan itibaren yaşadığım en sakin beş günü yaşadım. Herkesin en ekstrem rutini olan işe gidip gelmek benim için piyango gibiydi. Bu beş gün içinde bana saran kimse yoktu, görevdeydi. Akşam saatiydi, şaşırtıcı gelen iş çıkışından sonra lojmandaydım.

'Evin var mı?' sorusuna cevap olacak dört duvara burada da sahip olmuştum. İçini yaşatacak kadar cansız olduğumu kimseye göstermeden. Ege vardı şimdi evde, son parçaları yerine koyuyordu.

"Açma, o kalsın ben sonra açarım onu" dedim. Son kapalı koliyi açmaya çalışıyordu, yanından geçip elimdeki koliyle iki gün önce kurulan kitaplığa ilerledim. Açmadı, usulca açılmayı bekleyen kolinin bandından çekti ellerini. Sadece baktı bana ama merak etmedi, yanıma geldi. Yere bıraktığım kolinin açılacağını biliyordu, açtı.

"Dinlensene sen, hatta duşa gir." Çoğu işi o yapmıştı, ağır işleri yapmama müsaade etmeden, hiç söylenmeden evi dizmişti. "Sonra da ben girerim hemen çıkarız, anca yetişiriz." Evde her şey artık yerli yerinde tertemizdi. Burada kalmaya bu geceden itibaren başlayabilirdim, Azra da yardım etmiş daha erken bitmişti. Şimdi onun evine davetliydik, son günüm olduğunu biliyor Ege ve beni yemeğe çağırmıştı.

Koliden çıkan ilk kitap yine onun ellerindeydi. En sevdiklerimi biliyor onları bilerek en üste diziyordu. "Benim duşum beş dakika, senin daha fazla sürecek. Bu işi bitirmeden duşa girmeyeceğini de biliyorum o yüzden ne kadar hızlı biterse o kadar iyi." Yıpranmış ama en değerli kitabı tuttu, az önce dizdiği şiir kitaplarımın yanına koydu.

"Onu bana geri verir misin? Onu buraya koymayacağım." Bu kitabın burada olduğunu bilmiyordum, hatta bende olduğunu. Annemin en sevdiği kitap olduğunu biliyordum, annemindi. Ege bana uzatınca kapağını açtım.

Kitabın adı yazıyordu 'Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu', yazarının adı, hemen atında da annemin adını gördüm, o incecik eğik yazısını. 'Aylin...' Soyadı yerine üç nokta vardı, ne Ali'nin ne de kendi babasının soyadını yazmıştı. Belki o da ben odada nasıl yalnız hissediyorsam aynı yalnızlığı koca dünyasında yalnız hissediyordu. O zamanlar benim tek bir yerim vardı; odam. Ama o farklıydı, bir benim odam, bir ev ve bir dış dünya. Üç hayatta da yalnız hissetmek benim şu an yaşadığım o yalnızlıktan hala çok üst bir seviyedeydi.

İnce kitabın yıpranmışlığı bunu defalarca kez okuduğunu belli ediyordu. Bunu onun okuduğu gibi tek başıma okumak istiyordum. "Bunu okuyacağım." dedim Ege'ye. Gözlerime dolmak için can atan gözyaşlarımı geri gönderdim. Her şeye dolmak istemelerini anlıyordum, boşalmayalı uzun zaman olmuştu, onlar da akmak istiyordu, oldukları yerden sıkılmış gibi durmadan dışarıya süzülmek için can atıyorlardı ama hala kontrolü ele alacak kadar güçleri yoktu, söz sahibi yine bendim. İçimden bir ses bunun çok yakın bir zamanda elimden gideceğini söylüyordu.

"Okumadın mı kızım? Parçalanmaması mucize..." Ege'nin ciddiyetine karşılık sadece başımı iki yana salladım.

Elimdeki kitapla odama ilerledim, yatağımın başında duran komodinin çekmecesini açıp içine koydum. İçeriye geri döndüğümde artık tek istediğim bir an önce eve gelip kitaba başlamaktı. "Boş ver ben sonra hallederim, geç kalacağız." Gerçekten geç kalacaktık, o da bunun farkında olduğunda elinde tuttuğu son kitapları da rafa dizip duşa girdi.

Dediği gibi beş dakika sürerdi onun duşu, kolide kalan kitaplar beş dakikada bitecek kadar az değildi. Kenara ittirdim, geri kalan sürede evde yalnız olacağım zamanlarda kafamı dağıtacak bir iş kalması iyi olurdu. Odama girip ne giyeceğimi ayarladığım süre içinde Ege duştan çıktığında beklemeden ben de duşa girdim.

Duştan çıkıp üzerimi giyindim, çoktan hazır olan Ege ile evden çıkıp Azra'nın evine gittik. İçerisi yine her zamanki gibi hoş yemek kokuyordu. "Hoş geldiniz!" diyen heyecanı bizi her gördüğünde aynıydı, her seferinde hiç azalmayan bir heyecanla açıyordu kapıyı. Ege her seferinde aynı heyecana ortak olup karşılık verirken ben de aynı mesafeyle karşılık veriyordum.

İçeriye geçip sessizce yemek yemeye başladığımda Ege ile Azra konuşuyordu. Azra buradaki yılların nasıl geçtiğini anlatırken ben de sessizce dinliyordum, ilk kez anlatıyordu çünkü ben Ege gibi sormamıştım. Zaten buraya geldiği tarihi, ne iş yaptığını gizliden biliyordum. "Üniversiteyi bitirdikten sonra buraya döndüm işte, Doruk'la da orada tanışmıştık. O burada okumuştu ama, Hacettepe mezunu. Abisi burada asker, aynı yerde olmak için burayı tercih etti ben de takıldım onun peşine." Arada bir bana bakıyordu, dinleyip dinlemediğime bakıyordu. Ona bakmıyordum ama dinliyordum, hem de pür dikkat.

Ben ondan ayrı olmak için yaptığım her şeyin kırgınlığını yaşıyorken bana hala bir şeyler anlatmak istemesi kalbime bir darbe vurdu. Benim hak ettiğim davranışları benim hala ona yapıyor oluşumun farkındaydım. Sarılmak istiyordum, sabahtan akşama kadar nasıl bir üniversite hayatı olduğunu tüm heyecanıyla anlatsın istedim. Ama artık ben eskisi gibi değildim, biliyordum. Şimdi tekrar eskisi gibi olur da çekip gidersem tekrar aynı şey yaşansın istemiyordum. İhtimal hep vardı, şu an bile bir anda çekip gideceğim ve bunu hiç şüphesiz yapacağımı biliyordum, Ege de biliyordu ama Azra bilmiyordu. "Siz ne yaptınız?" dedi az önce konuştuğu sesinden daha kısık ve tedirgin bir şekilde. Bakışları bana değdi, hemen çekip Ege'ye döndü. Cevap verecek kişinin Ege olduğunu biliyordu.

"Aynı, önce lise sonra üniversite. Dide'nin peşini bırakmadım aynı üniversiteye gittik. Fransa'ya beraber gittik okul için sonra buraya geri döndük. Dide'nin planları farklıydı, iyi bir yerde avukatlık yaptı sonra savcı oldu aramız bizim de açıldı." duraksadı, Azra'ya mesaj verir gibi konuştu. "Bizden de kaçmaya çalıştı ama başaramadı."

Başaramamıştım. Tek kalmak kolay derlerdi, yalnızlıktan şikayet eden çoktu. Benim istediğim yalnızlıkken ve bunun olması çoğu kişi adına benim için daha mümkünken olmamıştı. Demek ki insan neyi istemezse o oluyormuş. Yalnızlığı istemeyenler yalnızlığa mahkum kaldı, ben de tek kalamamaya. Eskiden her şey daha kötüyken yalnızdım, istemezdim ama öyle kalmaya devam etmişti. Gerçi her ne kadar yalnız bırakmadık deseler de ben sonumu biliyordum, yalnızdım ben. Arkadaşlarım varken arada bir gülerdim, mesele yanımdaki değilmiş bunu çok zor anladım. Annem gibiydim çevremde hep bir topluluk vardı ama benim içim yalnızdı, asıl benliğim, beynim buna kodlanmıştı.

"Ama seninle konuşuyor, sana anlatıyor, yanına çağırmış..." Dolu gözler bana döndü. Bir darbe daha geldi kalbime. Aklımın en ücra köşesine sıkıştırdığım anılar duvarlarını kırmak için vurmaya başladılar. Ördüğüm tuğlalar her bir anımdı, düşüyorlardı. Azra bana böyle bakmaya devam edince düşmeye devam ettiler, bir daha toparlanamayacak şekilde parçalandılar.

Yere düştüğünde koşarak bana gelip morluklarını gösterdiği anı geldi aklıma, benim yanımda acılarına ağlamadığı geldi. 'Neden ağlamıyorsun?' derdim. 'Sende hep daha çoğu var sen hiç bu kadar ağlamıyorsun, senin yanında bu küçücük yaraya ağlayamam.' derdi.

'Benim de acıyor ama ağlarsam daha fazla acıyacak sen benim yerime de ağla.' derdim, kollarını bana dolayarak ağlamaya başlardı, bitirdiğinde de 'Hepsi senin içindi.' der gözyaşlarını silerdi.

Benim de gözlerim doldu, artık ağlayacak morluklarım yoktu, onu oluşturan adam yoktu. Giderken hiç kapanmayan bir yara açmıştı, morluk gibi bir haftada gidecek bir yara değildi, hala çok derin çok tazeydi. 11 sene sonra bile aynı derinlikte kanamaya devam ediyordum. Şimdi ağlarsam artık daha fazla acıyacak bir şey yoktu. En acısı zaten buydu bunun daha bir üstü olamazdı.

"Seninle de konuşuyorum." dedim, yeterli bir savunma değildi, biliyordum. Haksızdım bunu da biliyordum.

"Evet ama Ahsen olarak, sadece gerektiği zaman. Ya da yanına çağırman için artık gerekli biri değilim senin için. Bir şeylerini anlatman için yakın değilim sana." dedi. Yemek yemeği bırakmıştı, hepimiz bırakmıştık. Artık hiçbirimizin boğazından bir lokma geçmezdi bu konuşmalardan sonra.

"Azra emin ol hala ona en yakın kişi sensin. Hala gözünü kırpmadan canını vereceği kişisin. Koptu gitti senden, istemedi görünmek ama seni hep takip etti. Nerede olduğunu, ne iş yaptığını, kimlerle ilişki içinde olduğunu. Nasıl olduğunu... Sen ona çocukluğundan kalan tek güzel şeysin." Ege'nin sözünü kestim.

"Ve ben Dide olmak istemiyorum. Ezik, basit, korkak, acınası." Benimde gözlerim doldu, bir yaş süzüldü. Artık tutamam mümkün değildi. "Dide'den kurtulmak istedim, annemden ayrıldım önce, gitti. Siz de gitmeyin istedim, kafamda kötü bir son olsun istemedim çünkü muhtemeldi. Sonra abimi bıraktım, en çok Dide olduğum bir de sen vardın. Biliyordum, eğer yanında olursam hep saf ve temiz kalıp kaybedecektim. Biliyorum normal olan bu ama ben savaşın içindeyim Azra. Kim savaşın içinde basit ve ezik olarak savaşı kazanabilir? Yenilirsem gidersiniz diye gittim, annemden sonra hiçbirinizin toprağın altına girdiğini görmek istemedim, öyle hiçbir şey yokken ansızın gitmek istedim. Son anımızın bile aklımda mutlu yer edinmesini istedim." Ağlıyordum, karşımdaki Azra'nın da önce dudakları titredi daha sonra o da ağlamaya başladı. Bahsettiğim buydu işte, bu görüntüyü görmemek için 11 yıl önce bitirmiştim ama aptaldım buraya gelmiştim. 11 yıl dayanmış sonra aptal gibi buraya gelmiş karşısına çıkmıştım.

"Verdiğin her şey duruyor, çocukken çizdiği resim, emanet ettiğin her eşya duruyor. Verdiğin yara bandının kutusunu bile saklıyorum, hiç kullanmadım. 6 Haziran 2019'da geçirdiğin trafik kazasında yattığın hastaneyi öğrenip geldim, dört saat yetmedi ama uyanacaktın, başında bekledim, isimsiz bir çiçek gönderdim." Konuşmak istemediğim, içime attığım biriktirdiğim ne varsa çıktı ağzımdan, gerçekleri konuştum bir bir. Ege başlatmıştı, sinirli değildim çünkü artık bu yük bana ağır geliyordu.

Ege söylemese o yükün altında ezilecektim ama söylediğim için de pişman değildim. Artık bazı şeyleri geri alamayacağımın farkındaydım. En çok da bu açıklamayı hak eden birine bunu anlatmak artık borcum olmuştu. "Sadece senden uzak kaldım, benim hakkımda bilgin olmasın istedim. Ben seni unutmak istemedim, beni unut istedim."

Ege'ye döndüm, iki eli başını sarmıştı, başını eğmişti. "Ege'yi de uzak tutmak istedim ama tutamadım. Nazım sana geçmişti, abime geçmişti ama ne Ege'ye, ne Berkin'e, ne de Zeynep'e geçmedi. Bilerek geldi Ege, aynı üniversiteyi yazdı, aynı anda benimle birlikte yurtdışına çıktı. Nereye gitsem hep iki adım arkamda varlığını sürdürdü. Sana söylemek istemeyeceğim kadar kötü söz kullandım onlara. Sen bana kırıldın, amacım da oydu ama onlar kırılmadı. Ege'den bir eksiğin yok, ben de yerin hep ayrı senin, hep en üstte, hep daha fazla. Sen bende bambaşka bir yer kaplıyorsun atmayı hiç düşünmedim, senin beni aynı yere koymanı istemedim. Ben senin bendeki yerin kadar sevgiyi hak etmiyorum Azra."

"Ben senin için neysem sen de benim için o'sun Dide. Sana hiçbir zaman Ahsen demek istemiyorum. Hala bana nazın geçsin istiyorum, hala bana gel, beni yanında iste, derdini bana anlat istiyorum. Konuş benimle, ağzından çıkan her kelimeni duymak istiyorum. Sen benim tüm çocukluğumsun. Aylin teyze benim de annemdi, onu kaybetmek benim için de en acı şey ama üstüne bir de sen gidince acım katlanıp gitti. Aradım seni, yemin ederim çok aradım ama ne bir numaranı buldum, ne de ufak bir işaret. Her şeyini silip gitmene kırıldım. Kaza da bekledim seni, belki o zaman gelirsin diye, gelmişsin ama hissedemedim. Ne zaman çocukluğumu konuşsam derin bir boşluğum var. Sen diyorsun ki senin için, sen gittin diye boşlukta benim çocukluğum. Ben senden küçüğüm, daha çok kırıldım, içim buruk. " Bir hıçkırık koptu dudaklarından, nefes almak için ara verdiğini anladığımda sessizce bekledim. "Ben buradan kalkıp İstanbul'a Aylin teyzemin mezarına gittim, belki seni görürüm diye ama orada bir kere bile göremedim."

Unutmamıştı beni, unutsun demiştim ama unutmamıştı. Yarayı açan hatırlanırdı, yara alan değil... Ali beni çoktan unutmuştu belki de ama en Ali'yi unutmamıştım. Azra'ya da yara açan bendim, unutamazdı. Yarayı alan olarak hep izinde yaşayacaktım.

Bir şey diyemedim, haklı olan oydu. Haklı olduğunu biliyordum ama bazen ben de elimde olmadan hatalar yapıyordum. Tüm suçu kendimde bulmak da belki hataydı ama öyle hissediyordum. Hala belki ben doğmasam annem hala yaşıyor, hatta belki şu an hayatının en mutlu gününü yaşıyor olabilirdi. Bir başkasının gözünde suçlu kim bilmek istemiyordum, bana göre suçlu bendim. Her gün yaptığım şeyi yapıp odamda dursaydım annem yaşıyor olacaktı diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Ben bu kadar laneti üstümden atamamışken başkalarına ne gibi bir yararım olabilir diye gitmiştim.

Azra'nın karşısına çıkmam da bir hataydı, bunca kararı 11 yıl sürdürdükten sonra bir anda gelmem de hataydı. Ya baştan gitmeyecektim ya da aldığım kararın arkasında durup bu oyuna devam edecektim. Hatalarım devam ediyordu işte, sorunluydum.

Şimdi de eskisi gibi olmak istiyor ama olacağımdan korkuyordum. Bana bakıyordu, hala ağlıyordu. Kendi gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. Önünde mendili vardı ama benden beklediğini biliyordum. Önceden olduğu gibi ona bir büyük olmamı, ablalık yapmamı istiyordu. Yanımdaki mendili alıp ona uzattım. "Özür dilerim." dedim. Daha başka ne diyebilirim biliyordum ama derdimi anlattığım için içimde taşmaya yer arayan o yükün tamamen gittiğini hissettim. Yeni bir yüküm vardı şimdi de; ya ona eskisi gibi iyi gelmiyorsam?

"Bu gece senin evinde ben de kalsam? Hep seninle aynı evde kalmak istiyordum, buraya gelip kalınca geçer sandım ama ben senin evinde kalmak istiyorum. Beni evine davet et istiyorum Dide. Kendimi zorla davet ettirmek istemiyorum ama senin evinde kalmanın nasıl hissettirdiğini bilmek istiyorum."

Önümdeki yemeğe baktım. Artık bu yemeği yiyecek gibi değildik, şimdi çıkabilirdik. "Evime gel Azra, istediğin zaman, istediğin kadar kal. Evime değil, evine." O nasıl ki şüphesiz beni evine aldıysa ben daha fazlasını yapardım. Bana kırgın olması gerekirken bunu önemsemeyen kendisiyken benim evimin onun evi olmasını düşünmem doğru olandı.

Onun evi benim değildi ama benim evim onundu, hep olacaktı.

"Kalkalım o zaman." Ege uzun bir aradan sonra konuşmuştu. Azra ve benden önce masadan usulca kalkıp tabakları aldı. Ege mutfağa gittiğinde Azra'ya baktım.

Ona uzattığım mendil çoktan ıslanmış bir yenisine ihtiyaç duyuyorken bir mendil daha uzattım. O da masadan kalktı. "Otur gözünü sil, bunlar için uğraşma biz Ege ile hallederiz." Masanın geri kalanını toplamak için ben de kalktım. Azra'nın bana yaklaşıp sarıldığını hissettim.

Sarılıp sarılmama konusunda aklım çok cebelleşti ama ne yazık ki hala küçük Dide en derin yerinden çıkmış aklımı ele almıştı.

'Sarıl ona.' dedi küçük Dide. Daha fazla beklemeden ellerim Azra'nın sırtına dolandı. Sıkıca kendime çektim, uzun zamandır gelmeyen koku burnuma daha yoğun geldi. Çocukluğumun kokusu bir bu bir de annemin kokusuydu. İkisinin gidişi 11 yıl sürmüşken onca yılın ardından tekrar bu kokuyu hissetmek hoşuma gitmişti. Annemin kokusunu da isterdim ama o bin yıl bile geçse mümkün olmayacaktı.

Aynı eskiden olduğu gibi boyu yine aynı yerime denk geliyordu; çeneme. Saçlarından öperdim, yine öptüm. "Özledim." dedim sessizce.











***











 

"Komutanım bu piç yalan konum vermiş olmasın? Beş gece olacak." Her biri ayrı yerlere pusmuş timde Onat telsizden konuşuyordu.

"Dönelim zaten geberteceğim onu." diyerek cevapladı Sarp. Attığı dayak hala Sarp'a göre yeterli değildi. Kafasından atamadı yeni bir merak vardı, bu kişinin Ahsen oluşuna lanet etti.

"Yunus bebeğim uyumadın değil mi?" diyen Mert'in sorusuyla birlikte kısık kahkahası duyuldu.

Tüm tim de ardından güldü, Sarp bile gülümsemişti. Tek gülmeyen biri vardı, Yunus. "Komutanım o gün ben şey ettim." diye saçma bir açıklama yapmaya çalıştı. Eşi Arzu'ya söyleyeceği şeyi olduğu yerle karıştırmış, ağzından kaçırmıştı. Tüm tim bunun farkındaydı ama yine de alay konusu olmuştu.

"Biliyorum Yunus." Konunun kapanması için Sarp da Yunus'a destek oldu. Timin çoğunun bir sevdası vardı. Ediz ve Yunus evliydi. Ilgaz, Ulaş ve Kıraç'ın sevgilileri vardı. Sevdadan muzdarip Sarp, Onat ve Ruhi vardı. Onat ve Ruhi'nin pek o taraflara karşıtlığı yoktu ama Sarp, Sarp yaralıydı. Sert bir darbe yemişti sevda işinden. 3 yıllık bir ilişkiden sonra evlilik teklifi etmeyi düşündüğü kadının o günde ihanetine şahit olmuştu. Üzerinden şimdi 5 yıl geçmişti, tövbe etmişti, güvensizlik etrafını sarıp sarmalıyordu. Timin ilişkilerine saygıyla bakıp bir kadının onunla sohbet etmesinden hoşlanmazdı.

"Bir biz kaldık be Onat'ım..." diye sahte bir efkarla iç çekti Ruhi.

"Komutanım?" dedi Onat.

"Ne var Onat?" Sarp sesini telsizden bile hangi duyguyla söylediğini belli etti, konu hakkında öfkeleniyordu.

"Siz de varsınız değil mi? Yani birini bulmadınız inşallah." Sarp'ın biriyle ilişkisi olmadığından emindi, timdeki herkes emindi.

"Hayırdır bana mı talipsin Gözcü?" Sarp alay edercesine konuştu. Etrafta hala bir hareketlilik yoktu. Aç, uykusuz bir şekilde görevlerinin bitimine kadar dayanmak zorundalardı.

"Yok komutanım, Ruhi ile bir ben kalmadım diye dedim." İhtimalinin olması bile çok düşüktü. Sarp'a göre de kendi için ihtimal yoktu.

"Komutanım araba geliyor, pikap." Onat'ın konuşması konuyu kapattı. Herkes hala aynı dikkatle bekliyordu.

"Ne görüyorsun Gözcü?" dedi Sarp.

"Komutanım araba durdu, mağaraya girecekler sanırım. Üç kişi indi, sıradan köylü değil bunlar. Baya bakınıyorlar." Gece görüş dürbünüyle izlemeye devam etti Onat.

"Basalım mı komutanım?" Ediz'den ses geldi.

"Bekleyin, ben söylediğimde." Onlar oraya giderken çıkma ihtimallerini göz önünde bulundurdu Sarp. "İçeriyi görebiliyor musun Gözcü?"

"Görüyorum komutanım, silah dolu içerisi, topluyorlar." Silahını daha sıkı tuttu, hedefini o yöne çevirdi.

"Yer değiştiriyorlar. Ulaş, Ilgaz yakınsınız dikkatlice yerinizi alın. Onat bize bilgi vermeye devam et. Mert, Yunus siz benimle arkadan gelin. Kıraç, Ediz ve Ruhi arabanın yanına. Dikkatli olun." Herkes her görevde olduğu gibi görünmezdi, attıkları her adımdan çıt çıkmadan ilerleyip Sarp'ın belirlediği yerlere vardılar.

"Görebiliyor musun Gözcü?"

"Olumsuz komutanım."

"Ilgaz, Ulaş bekleyin." Sarp, Mert ve Yunus da inin girişine yaklaştılar. Sessizce önde Sarp ve Sarp'ın işaretine göre diğerleri girdiler.

İçerideki üç terörist uğraştıkları malları toplarken karanlık içinde yedikleri darbeyle yığıldılar. "Nereye beyler?" Sarp'ın sert ama keyifli sesini duydular. Hepsi yerdeydi. "Biz geldik diye mi gidiyorsunuz? Nereye taşındınız?" Cevap gelmedi.

Üçü de ateş edilmeden ellerine geçtiklerinde Onat'ın sesi geldi. "Komutanım bir araç daha geliyor." Ruhi, Ediz ve Kıraç dışarıdaydı. Ruhi'nin sesi duyuldu. "Yeterli sarı torbamız var Gözcü gönder gelsin." Arabanın etrafına yayıldı üçü.

İçeride üçünü de tim ele geçirmiş paket etmişti. Sarp yanında Mert ile inden çıktı.

Derin bir nefes aldı Onat. "Açılışı ben yapıyorum o zaman komutanım."

Sarp cevapladı. "Yap aslanım." Araç yaklaşmadan hala hareket halindeyken Onat'ın açık hedefi şofördü. Araç hareket halinde olmasına rağmen Onat'ın tüfeğinden çıkan kurşun şoförü delip geçti. Biraz daha ilerledi araç, hemen durmadı.

Durduğu an araçtan inen altı kişi ellerinde tüfekleriyle savunmasız bir şekilde koşmaya başlayınca Onat'ın başlattığı iş devam etti. Ortalıkta elinde tüfekle koşan altı terörist hiç göremedikleri time doğru açık hedef olarak koşmaya devam ederken yere serildiler. Her birinden ayrı kurşun geliyor tek bir yerden değil tüm çevreye dağıldıklarını belli ediyordu. Yönler gelen kurşunlardan belliydi ama teröristlerin sıkacakları asker yoktu hedefte.

Onat bir yandan da içeriye bakıyordu. Tamamen temizlenmişti ortalık. "Temiz komutanım."

Sarp içeridekilere konuştu. "Getirin şu piçleri de gidelim." İşaret ettiğinde Ediz ve Mert içerideki malları topladı.

"Piçlere bak, bu bombaları onların götünde patlatmak vardı şimdi." Bir yandan söylenip bir yandan bombaları toplayan Ediz'e yardım eden Mert de silahları topladı. "Bu sikiklerin üçü fazla aslında. Birini alıp ikisine sokup patlatsak?"

Birinin bildiği diğeri bilmez diyeydi üçünü alma sebepleri. "Gereksiz yük." diye Cevap verdi Ediz. Tamamını topladıklarında silahlar da fazlaydı. İkinci bir aracın desteğe gelme sebebini anladılar.

Bu görev bitmişti, uzun bir yola çıkan merdivenlerin bir basamağı daha atılmıştı, geri dönüyorlardı.






***







 

Ahsen evinin önündeydi artık. Yanında Ege ve Azra vardı, Ahsen'in kapıyı açmasını bekliyorlardı. Ahsen çantasından çıkarttığı anahtarı kapıyı açmak için uzanmak yerine Azra'ya döndü. Anahtarı ona uzattı. "Sen aç." İnce bir mesaj içeriyordu.

'Benim olan yine senin.'

Anahtarı alan Azra kapıya ilerledi, kapıyı heyecanla açtı. İçeriye ilk o girdi, mutluydu. "Doruk da burada."

"Nerede?" Ahsen ve Ege'nin ağzından aynı anda aynı kelime çıktı. Ahsen bazı konular için şüpheliyken, Ege tanışmak amaçlı sormuştu soruyu.

"Hemen üst katta, bu dairenin üst katında." gülerek cevaplayan Azra'nın farkına vardığı bir şey vardı, suratı ciddileşti. "Abisiyle kalıyor." dedi.

Ahsen'in şüphesi doğru çıkınca şansına her zaman olduğu gibi bir küfür daha etti. Onca blok içinde aynısına düşme ihtimalinin hemen ardından alt katına denk gelişinin üstüne alt dairesinde olması şansızlığın böylesiydi. İroniyle "Teşekkürler Allah'ım ben de bu hödük, eşek ile münakaşa girmezsem ne yaparım diye düşünüyordum." dedi.

"Mevzu nedir?" Ege'nin bilmediği bir muhabbetti.

"Sen buraya gelmiştin yardıma neden söylemedin ki? Tam taşınmadan burayı terk edecek fırsatım varken neden söylemedin bana?" Azra'ya sordu Ahsen. Kızmamıştı ama Azra'ya, kızamazdı. Sarp ile arasındaki problem kişiselken kimsede suç yoktu.

Azra da tamamen o zamanda Ahsen'in ondan duruşunu kafasına taktığı için bunu değil söylemek Doruk'un burada oturmasını aklına getirmemişti. Zaten ona karşı içine kapanık davranan Ahsen'e yaklaşmak için kafasını yoruyordu. "Aklıma gelmedi ki?" İlk kez bu kadar mutlu ve hiçbir şeyi düşünmeden gelmişti bu eve Azra. Ahsen'in ona olan mesafesini aşmanın hafifliği vardı üzerinde.

"Alo? Mevzu ne? Kim bu abi?" Suratı oldukça ciddi ve cevap almaya niyetli bir şekilde Ahsen'e baktı Ege.

"Yüzbaşı. Biri değil, önemsiz." Konuyu uzatmak gibi bir niyette değildi, adını anarak yeni yumuşamışken tekrar sinirlenmek istemiyordu.

"Niye suratın düştü o zaman? Bir şey mi dedi?" Ege'nin sesi de sinirli çıkıyordu. Azra'ya döndü. "Bu konuşmaz sen söyle."

"Bir şey yok, bir şey olursa hallederim zaten. Susun da geçin içeri." Azra da Ege de içeriye ilerledi. Yumuşamıştı Ahsen ama şu an konu yumuşamayla ilgili değildi. Değişmenin en büyük özelliği buydu; eskiden her an olduğu gibi yumuşak değildi, gerektiği yerde artık sesi fazla çıkıyordu. Haklı olduğunu düşündüğü yerde karşısındakini ezmekten çekinmeyen, susup oturmak yerine ses çıkarıp kimin üstte olduğunu göstermeye niyetli biriydi.

"Çağır sevgilini o da gelsin." dedi Ahsen.

"Tek o mu? Yani Sarp abi falan varsa gelmez yüksek bir ihtimal." Elinde telefon ikilemde kalan Azra, Ahsen'e bakıyordu.

"Görevde hala, dönseydi bilirdim. Başım henüz ağrımadığına göre hala radarımda değil. Ayrıca onu çağırmak zorunda değilim, o olsa da sadece Doruk'u çağırabilirim." Ahsen'in sözlerinden sonra Azra telefonunu açıp Doruk'u aradı, eve çağırdı.

Beş dakika içinde gelen Doruk'a kapıyı açan Azra ile içeriye giren Doruk, Ege ile tanıştı. "Ege." Azra, Ege için de bir kardeş olduğu için Ege'nin Doruk'u incelemesini herkes normal karşılamıştı. Hatta Azra'nın hoşuna gidiyordu.

"Doruk." Ege'nin uzattığı elini sıktı. Efendi biriydi ama Ege'nin karşısındaki duruşu biraz dikkatliydi, içeriye Ahsen de mutfaktan çıkıp girince Doruk ayağa kalktı. "Buraya taşındığını bilmiyordum." Azra, Doruk'a da söylememişti.

"Üst katımda olduğunuzu bilmiyordum." dedi Ahsen aynı ifadeyle. Doruk 'siz' ekini duyunca aklına gelen abisiyle başını hafifçe eğdi.

"Neyse ki seninle bir sorunum yok." Ahsen, Doruk'a konuştuktan sonra salona konuştu. "Evde pek bir şey yok. Biraz çay biraz bisküvi falan var." Azra ve Ege'nin bu konudan dolayı sıkıntı yapmayacağını biliyordu, Doruk'a döndü.

"Yok yok, hiçbir şeye gerek yok." Ne diyeceğini bilemedi. Koltuğa, Azra'nın yanına geri çöktü.

Ahsen evde olanları çaylarla beraber içeriye götürdü, televizyon açıldı, boş kanallar açılıp oynarken kimse dikkatini televizyona vermedi. Herkes birbiriyle sohbet etti. Azra, Ahsen ve Doruk'un ortasındaydı. Ahsen ilk defa uzun bir aradan sonra gülüyordu.

"Ben Dide ile ortaokul arkadaşıydım, sonra lise sıra arkadaşı, sonra üniversite. Dide ile Azra yakın olduğu için tanıyorum Azra'yı. Uzun zaman oldu görmeyeli." Ege, Doruk'a geçmişi anlatıyordu. Ege ve Ahsen, Azra'dan büyüktü ama dışlama olayı hiç olmadı.

"Sevgili misiniz?" İlişkinin farklı bir boyut atlayıp atlamadığını anlamamıştı Doruk.

Ahsen bunu duyunca gülmeye başladı. "Değiliz. İkiz sayılırız, aynı anne babadan değiliz ama kardeş olacak kadar uzun ve iyi tanıyoruz birbirimizi."

Çoğu kişi böyle sanıyordu. "Herkes böyle sanıyor, kısmetimi kapatıyor." dedi Ege. Şakayla karışık söylemişti.

Ahsen yapmacık bir gülüşle cevap verince Ege gülerek "Şaka şaka ben onun kısmetini kapatıyorum. Bu devirde öyle boş adamlara verecek kardeşim yok benim." dedi.

"Şu konuyu değiştir, başım ağrıdı." Ahsen'in ilişki yapmak gibi bir derdinin olmadığını biliyordu Ege. Sadece onu bu konuya alıştırmak için arada bir konuyu açıyordu, ya da Ahsen, Ege'yi sinirlendirdiğinde inadına sinir etmek için açıyordu.

Doruk'un telefonu çaldı. Azra konuştu. "Kim?"

"Abim." diyen Doruk ile Ahsen'in suratı düştü. Azra, Ahsen'e döndü. "Hiç bakma maviş maviş, ağzımı bile açmadım. Sadece başımın neden ağrıdığını anladım." Ahsen, Doruk duymasın diye Azra'ya fısıldadı.

Doruk telefonu açtı. "Ben evde değilim, yarım saate gelirim." diyen Doruk'a karşı taraftan cevap geldi.

"Evde olan benim embesil evde olmadığını biliyoruz. Neredesin?" Sarp'ın sesini Doruk'tan başka kimse duymuyordu.

"Azra'nın arkadaşının evindeyim. Sen iyi misin?" Abisinin görevden döndüğünü, iyi olup olmadığını sormayı unuttuğunu hatırladı.

"Senin olmadığın evde mi? Kesinlikle. Savcının evinde misin?" Ahsen'in konusu Sarp'ta açılmaya başlamıştı. Ahsen'de hala Sarp'ın ismi onu sinir etse de, Sarp için garip bir şekilde artık Ahsen'in konusu Sarp'ı germiyordu.

"Aynen abi. Yarım saate gelirim." Doruk telefonu kapattı, evdekilere döndü. "Eve gelmiş de."

Ahsen bir kez daha Azra'ya eğildi. "Radarıma fazlasıyla girmiş." Yine fısıldadı, Doruk duymamıştı.

"Aranızdaki muhabbeti bilmiyorum, haklı olduğunu biliyorum. Bir şey demiyorum." Sarp'ın tanımadığı insanlarla nasıl konuşup tanıştığını çevresindeki herkes biliyordu. Azra'ya göre haklı olan taraf olayı tam bilmese bile tahmin edilebileceği üzere Ahsen'di. Evdeki muhabbette de ikisinin arasındaki tartışmaya şahit olmuştu.

Birkaç dakika sonra televizyon ilk kez herkesi odağına çekti. Haber sunucusu kadın konuşmayı sürdürürken Ahsen'in dikkatini bir isim çekti. Altta kayan şerit yazıda yazan yazıya baktı.

'Cumhuriyet savcısı Kerim KAYAZ evine düzenlenen terör saldırısı sebebiyle şehit oldu.'

Aynı anda telefonu çaldı Ahsen'in, arayan Erkin başsavcıydı. "Kerim savcı şehit oldu. Emniyette bekliyorum."

"Geliyorum başsavcım." Telefonu kapattı, odasına hızlıca girip üstünü değiştirdi.

Ahsen odasındayken salondakiler haberi izlemeye devam etti. Azra şaşkındı, tanıyordu Kerim'i. Sunucu konuşmaya devam etti. "Cumhuriyet savcısı ve eşi, evlerine yaklaşan canlı bomba ile patlama sırasında evlerinde şehit oldu."

Ege ve Doruk da dirsekleri dizlerinde eğilmiş, televizyona kilitlenmişlerdi. "Savcının evine Polis Özel Harekat ekipleri gönderildi. İçeride herhangi biri bulunamadı. Evde canlı bomba olan teröristin cesedi bulundu."

Ahsen odasından çıktı. Üzerinde yine her zamanki gibi takımlarını giymiş salondakilere hızlıca veda edip evden çıktı. Arabasına atladığı gibi emniyete gitti, Alperen'i aramayı gerekli görmediği için tek başına girdi emniyete. Erkin başsavcının odasına girdi. "Başsavcım..."

"Otur savcım." diyen Erkin'in karşısına oturdu. "Haluk'u öldüren kimse aynı kişi yaptı ya da yaptırdı. Adamın Kerim savcıyı sorduğunu söylemiştin, tim üç terörist getirdi."

Başını salladı Ahsen, aynı şeyi düşünüyordu.

"Davanın yeni savcısı olduğunu söyleme. Hatta gerekmedikçe savcı olduğunu da söyleme. Geçen gittiğin olay yerindeki görüntüleri tek tek sildirttik, bu iş çözülene kadar kendini açığa verme." Erkin başsavcı için durum ciddiydi. Ahsen'e verilen net bir emir vardı; kendini kimseye anlatma.

"Tamam. Yarın savcı olduğunu öğrenecek kişiler olursa da davaya kendinin bakmadığını onlara belli et. Davaya ben bakıyormuşum gibi..." Ölüm tehditlerinin daha da çoğalmaması için ve bir savcının daha şehit olmaması için çabalıyordu.

Ahsen, Erkin başsavcı, polis ekipleri, Kerim savcının evine giden Özel Harekat polisleri hepsi kafa kafaya vermiş durum analizi yapmışlardı. Yarın Kerim savcının cenazesine gideceklerdi, daha sonra da getirilen üç teröristi sorgusuna girecekti Ahsen.







***







 

Ahsen gelene kadar Doruk gitmemişti, Sarp aramamıştı. Ahsen gelince durumun bir kısmını anlattı Ahsen, dışarıya savcı olduğunu söylememesi gerektiğini söylediğinde hepsi anladığını belli ederek başlarını salladılar.

Doruk evine çıktığında koltukta uyuyakalmış Sarp'ı yatağına yatması için uyandırdı. "Abi?"

"Hıh?" Gözleri hala kapalı olan uykulu Sarp mırıldadı.

"Kalk yatağına yat." Bir kere daha abisini dürtüp uyandırdı.

Sarp'ın aralanan gözleri uyku modundan çıkıp tamamen açıldığında suratı düşük kardeşini gördü. "Ne oldu lan?" Koltukta yatar pozisyonundan çıkıp oturdu.

"Savcı şehit oldu." dedi Doruk.

Sarp'ın gözleri büyüdü, oturduğu yerden ayaklandı. "Ne diyorsun oğlum? Ne zaman oldu?" Doruk'un belirtmediği isim nedeniyle Ahsen olduğunu düşündü.

"İki saati geçti abi. Terör saldırısı, eşi de kendi de şehit olmuş." Evli olup olmadığını düşünmedi bile, ölmüş olmasının şokunu taşıyordu hala.

"Evinde canlı bomba ile patlama olmuş. Haberlere de verdiler." Doruk, Sarp'ın düşündüğü kişinin Ahsen olduğunu bilmediği için isim hala çıkmamıştı ağzından.

Göreve gitmeden önce Ahsen'in Ege ile konuşması aklına geldi, evli olma ihtimalini, Ege'nin de buraya çağırıldığı için gelmiş olduğunu düşündü. Sonra aklına gelen yeni detayla kaşları anlamadığı için çatıldı. "Sen de o evde değil miydin oğlum? Siz gittikten sonra mı oldu?"

"Ne evi abi ben Dide'nin evindeydim. Kerim savcı şehit olmuş." Doruk abisinin yanlış anlayışını düzeltti.

"Senin anlatış şeklini sikeyim." Kızaran gözleri yanmaya başlamışken ovuşturdu. Ellerini başına attı, kendini koltuğa geri bıraktı. İçindeki gerginlik hafiflemişken tam olarak gitmedi.

"Sen Dide mi sandın?" diye sordu Doruk, hala ayaktayken o da abisinin yanına oturdu.

Sarp kendine bile açıklayamadığı bu sorunun cevap ve sebebini kardeşine söylemedi. Başka bir yere değindi, yine Ahsen ile alakalıydı. "Gitti mi?" dedi Ahsen'den bahsederek.

"Gitti geldi." Doruk durumun hala şokundayken ayaklandı, odasına ilerledi. Sarp da daha fazla soramayacağı soruları içine attı, o da odasına ilerledi. Camı açtı, bir sigara yaktı, aşağıdaki siyah arabayı gördü. Buraya taşınıp taşınmadığını merak etti şimdi de.

Nereye taşındığını, ne zaman taşındığını, çağırdığı adamın gelip gelmediğini, geldiyse gidi gitmediğini, yarını düşündü.

Bir sigara bitti ama aklındaki düşünceleri durduramadı. 'Çok gittin üstüne, vicdan azabı.' dedi kendine. Düşünmesinin nedenini buna bağladı. İçini saran endişe diğer savcılar için oluşmamışken şu an iki gün önce kavga ettiği kadın için oluşmuştu.

Sıra ona gelecek diye endişelendi. Kerim ölmüştü, ondan öncesinde olan Yavuz savcı gibi. Burası savcıların lanetli yeriydi, bir büyü gibi karanlığa çekilmelerini izleyip duruyorlardı. Buna ortak olmasını istemedi. İkinci sigara da bitti, elleri yüzüne gitti. Kendine gelmek için kafasını dağıtmak istedi ama onun da Ahsen gibi işinden başka düşündüğü gittiği yer yoktu.

"Yat amına koyayım, her zamanki gibi şu siktiğimin kafasını vur yat." Yatağa yattı. Yarınki olacak cenaze töreni geldi aklına, Ahsen'in de orada olacağı, elebaşı adamların da gizliden izleyeceği töreni düşündü.

"Offf!" sinirli bir nefes vererek yattığı yerde döndü, gözlerini kapattı.
















***
















 

Ahsen Dide KORKMAZ

Odada Ege yattığı için Azra benimle birlikte yatmıştı. Sabahın yedisinde uyanıp Azra'yı uyandırmadan üstünden atlayarak duşa girdim. Üstümü giydim, cenazeden önce emniyete uğrayacak oradan cenaze törenine geçecektim.

Kısa bir not bıraktım. 'Kahvaltını yap, evde çok bir şey yok ama bulduğun ne varsa doyurun karnınızı. Cenaze saatinde seni gelip alacağım.' Yıllar sonra ilk kez Azra'nın bana sürekli söylediği şeyi cevap olarak kağıdın en altına ekledim. 'Dikkat ederim.'

Evden sessizce çıktım. Dışarının soğuğu suratıma vurdu, kar atıştırıyordu. Simsiyah üstüme yağan beyaz kar taneleri kabanımda benek oluşturdu. Erimeye başlayınca üzülsem de gökten eridiği kadarının milyon katı yağmaya devam etti. Yüzüm güldü, yağan yağmur da kar da annemi hatırlatıyordu.

O gittiği gün yağmur yağmış, mahalleyi sel götürmüştü. Şimdi yine bir ölüm vardı, yine bir şeyler yağıyordu. Kar da yağmur da suydu. Annem kendini bana hatırlatıyordu, ya da ölüm ne kadar mutlak olduğunu anlatmaya çalışıyordu.

Elimi uzattım havaya, gökyüzüne baktım. "Anne..." dedim sessizce. Elime ve yüzüme dokunan her bir kara gülümsedim. Soğuktu ama annemin dokunuşu olarak saydım. Sıcak olmasını beklemedim, son gördüğümde ona dair hissettiğim tek şey soğuk ve beyaz renkli olmasıydı. O gün yağmur olarak ağlamıştı, bugün bana dokunmak için yağıyordu.

Uçan kuş, esen rüzgar, bulutlar, yüzüme vuran güneş her şey beni ona bağlıyordu.

"Donacaksın." diyen tok sesle elim aşağıya düştü. Başım sesin geldiği yöne döndüğünde tebessümüm yok oldu. Baştan aşağıya ben süzdü, arabasına ilerledi.

Her mutlu anın bir sonu gibiydi Sarp benim için. Yine buradaki ilk tebessümüm, ilk sinir olduğum kişi tarafından sonlanmıştı. Ben de daha fazla olduğum yerde kalmadan arabama yürüdüm. O arabasını çoktan çalıştırmış ama hala aynı yerde bekliyorken ben lojman kapısına sürdüm. Dikiz aynasında onun da peşimden geldiğini görünce sinirlenip lojmandan çıktığım gibi emniyete hızlıca sürdüm.

Alperen de sonradan gelecekti, cenazeye. Ben yine Erkin başsavcı ile dosyaları, eski konuşan adamların ifadelerini okudum. Alperen'i aradım ama açmadı. Mesaj attım.

BEN: Yarım saate otel kapısında ol.

Arabaya binip önce Alperen'i almak için otelin önüne gittim. Ne mesajıma cevap vermişti ne de aramama geri dönmüş. Telefonu alıp bir kez daha aradım ama değişen bir şey olmadı. Arabayı otelin önüne çekip arabadan indim, otele girdim.

Resepsiyona ilerledim. "Kolay gelsin. Alperen UĞUR? Hangi odada?"

"Hanımefendi gizlilik dolayısıyla size bilgi vermem mümkün değil, üzgünüm." Kadının söylediği şey üzerine her şeyi rahatlıkla çözebileceğim savcılık kimlik kartımı çıkarttım. Konuşmadım, o zaten cevap verdi. "416 numaralı odada. 4. kat."

Dördüncü kata çıktım. Karmakarışık sıralanmış oda numarasını bulmak için cebelleştim, bulduğum odanın kapısını çaldım. Kapıyı açan görevli bir kadındı. Ben ona o bana bakarken konuşmayı ben başlattım. "Oda sahibi nerede biliyor musunuz?"

"Kendisi iki saat olacak odadan çıktı." İki saat önce çıkan çocuğun çoktan benim yanıma gelmesi gerekiyordu. İş beni işkillendirdiğinde otelin resepsiyon kısmına geri döndüm.

"Kamera kayıtlarını ne kadar hızlı açabilirsiniz?" dedim, bir yandan saatime baktım. Vaktim azdı.

"Müdürümüzle konuşmanız gerekir, kendisi henüz gelmedi." Saçma sapan işlerle uğraştığım için sinirlendim.

"Benim kimliğim sadece sende olsun, duydun mu?" Umarım ne demek istediğimi anlamıştı. Kafasını sallayınca arabaya geri döndüm. Eve sürerken Azra'ya geleceğimin haberini verdim. Azra'yı aldığım gibi cenaze törenine, adliyeye geldik. Erkin başsavcı, tim, diğer tanımadığım insanlar herkes siyahlar içerisinde toplanmıştı.

Azra benim yanımda bana daha çok sokulmuştu, Erkin başsavcı yanımda duruyordu. Azra adliyeye girdi, bu kalabalıkta anlaşılması zor olsa da ben cübbemi giymedim. Savcı azdı burada, İstanbul ya da büyük bir şehir gibi bol değildi. Cübbeler de kimin ne olduğu belli edince ben üzerime gözleri çekmemek için Erkin başsavcının dediğini yaptım cübbemi giymedim, yeni bir yüzdüm burada belli olmak için dikkat çekiciydim. Azra kendi cübbesini giyip gelmişti.

Polisler geldi, onlarla beraber de iki bayrağa sarılı tabut. Önde fotoğraflar tabutun üstünde isimleri. Ağlayan ailelerin sesleri daha fazla çıkmaya başladı. Bayrağa sarılı tabuta koştular, bir de bebek vardı.

Bir çığlık koptu bebekten, herkesin sesini bastırdı. Kerim savcının eşinin ailesi tabutun başında bebeği annesine yaklaştırdı. Düşecek gibi sallanan kadına koştum. Annemden sonra katıldığım ilk cenazeydi, eskiye dönüş gibiydi.

"Annem..." diye ağıt yakarken kucağındaki bebeği aldım. Bir kolumla da onu tuttum. Bana baktı, ağlamaya devam etti. Düşmesine izin vermeyince bebek de kadın da bana sokuldu. Evlat acısı bambaşka bir şeydi, his olarak bilemesem de acısının büyük olduğunun farkındaydım. Yanımdaki kadını anlayamazdım ama kucağımdaki bebeği anlıyordum. Büyüyünce ne hissedeceğini de, eksikliğini de.

Kadını alan çoktu, bebeği kimse kucağımdan almadı. Gözlerinde ıslak yaşları, sessizce kucağımda durmaya devam etti. Gözlerine baktım, baktığım an gülümseyişine gülümsedim. "Sen de benim gibi eksik mi kaldın?" Yine gülümsedi.

Yanımda duran kadın bana döndü. "Sen kimsin kızım?" Kucağımdaki bebeğe uzandı, ben de bebeği uzattım.

"Vatandaşım." dedim sessizce. Kucağımdaki bebek gitmemek için bana sokulduğunda gülümsedim. Kadına uzattım. "Sizin acınızı tahmin edemem ama bu bebeği anlayabilirim." Bana bakan gözleri yeniden parladı, gözleri doldu kadının. İçimiz ısıtan gülüşü buruktu.

Cenazeleri defnetmek için ilerledik. Herkes ilerlerken bir kol beni sıranın sonuna çekti. "Kimseye savcı olduğunu belli etme, cenazede yanımızda dur. Koruman nerede?"

Alperen'in nerede olduğunu bilmiyordum. "Üstüme neden cübbe giymediğimi, ne yapmam gerektiğini biliyorum ben sağ ol." Bir yandan da ilerlemeye devam ettik. Hızlansam yanıma yetişiyor, adımlarımı yavaşlatıp geriden gitmeye çalışsam da bekleyip yanımda yürümeye devam ediyor.

"Bana zıt gidiyorsan da timin yanında dur, benim değil." Mezarlık yakın olduğu için yürüyerek gittik. Timin yanında dur benim değil dese de yanımdan ayrılmıyordu.

"Neyi bekliyorsun?" Tehlikenin ben de farkındaydım. Kendi başıma durabilirdim, ya da timin yanında durmam gerekiyorsa da Sarp'ın yanında durmak istemiyordum.

"Beklemiyorum, yürüyorum." Sakin hali beni çileden çıkartıyordu.

"Tamam yanımda yürüme." dedim yine hızlandım, aynı zamanda da yanından uzaklaştım, sağa daha da yanaştım.

"Bir gün... Bugün tartışmayalım. Yanımdan ayrılma." Yine yanıma geldi. Az önce timin yanında durma ihtimalimde boşa çıktı. Yanımdan ayrılmadı.

"Tartışmak istemiyorsan benden uzak dur. Bizim yan yana dururken tartışmamamız imkansız. Bugüne bile özel olamaz." Yanımda istemediğim oldukça belliydi.

"Bak Kerim savcıdan önceki savcı da şehit oldu. Şimdi de Kerim savcı. Benden nefret de etsen bu konuda güvenilir olduğumu biliyorsun." Benim gibi inatçıydı.

"Sen de çok güvende değilsin, yanında durursam pek bir şey değişmeyecek. Ben kendimi koruyabilirim, şunu niye anlamak istemiyorsun?" Kendisi de askerdi, kendini koruyabilecek kadar gücü vardı, benim de vardı.

Elimden gelmeyen etken herkes içindi. Biri bana savunmasız bir anda saldırabilirse bu onun başına da gelebilirdi. Kaderimi değiştirebilecek pek bir güç olduğunu düşünmüyordum. Benim kaderim doğduğum anda yazılmıştı. Şimdi yanımda Sarp silah çekip beni vursa umurumda olmazdı.

"Kerim savcı da kendini koruyabilirdi ya da bir önceki savcı." Mezarlığın başında herkes cenazeyle uğraşırken ben yine Sarp ile tartışıyordum. Amacı tartışmak mı bilmiyordum ama yanımda durması için yaptığı tartışma işe yarıyordu.

"Biri seni öldürmek isterse beni nasıl savunmasız yakalarsa seni de yakalayabilir. Belki yanında durunca ben daha tehlikedeyimdir. Beni öldürmek gibi bir planın varsa söyle ona göre laf etmeyeyim."

"Saçma sapan konuşma, benim amacım milleti öldürmek değil." Etrafına baktığında ben de istemeden etrafıma baktım.

"Her neyse, verdiğim mesaj oldukça net olmalı. Kimseye ihtiyacım yok, korumaya bile. Yanımda yöremde durmanı da istemiyorum." Yanından uzaklaştım. Uzaklaştığım an insanların da dikkatini çektiği için yanıma gelemedi.

"Bir şey mi oldu?" Azra yine yanımdaydı. "Nereye gittin?"

"Kayınbiraderin geleneksel kavgamızı atlamamak için elinden geleni yapıyor. Âdet oldu." Ona baktığımda göz göze geldik, bakışlarımı hemen çektim.

Telefonuma baktım, ne bir arama ne bir mesaj vardı. Bu çocuk neredeydi? Alperen'i aradım, iki saat de geçse değişen bir şey olmamıştı. İnsanlardan biraz uzaklaşıp emniyeti aradım.
"Savcım?" diyen Toprak'ın sesini duydum.

"Toprak başkomiserim bir numara atacağım, nerede olduğunu bulabilir misiniz?" Koruma normal koruma da değildi ki, organize suç örgütü lideri adamın oğluydu. Tanınırdı.

"Tabii savcım." Alperen'in numarasını attım, telefonu kapattım. Birkaç dakika sonra bana gelen mesaja baktım.

Toprak Başkomiser: 📍Konum

Konuma girdim, ne mezarlığa, ne lojmana, ne de oteline yakındı. Her yerden ayrı farklı bir yerde, bir depoda gözüküyordu.

Endişelendim, daha çok şüphelendim. Azra'ya döndüm herkes dağılmış gitmişken yanında Sarp ile beni bekliyordu. Alperen'i son kez aradım.

"Bir şey mi oldu?"

"Benim işim çıktı." Azra'ya cevap verdikten sonra Sarp'a döndüm. "Azra'yı gideceği yere bırakman için sana güvenebilirim diye düşünüyorum, sonuçta kardeşinin sevgilisi?"

"Bırakırım." dediğinde gergindi. Söyleyeceği çok şey var gibiydi ama susuyordu. Susmalıydı.

"Bana git. Ege de evde, ona da söyle beni merak etmesin." Azra ile görüşüp arabaya geçtim, konuma gittim.

Tekin bir yerde büyük bir deponun girişine geldim. İki takım elbiseli adam bana yürümeye başladığında aklıma gelen şeye sinirlendim. Neysi bu şimdi babasının mesleğini devam mı ettiriyordu?

"Hayırdır?" diyen bıyıklı adam ceketini kaldırıp belindeki silahı gösterdi.

"Birini alıp çıkacağım." Arabadan indim.

"İçeriye kimseyi almıyoruz." Diğer adam konuştu.

"Allah Allah! Ben alayım o zaman sizi içeriye..." Şu savcı kimlik kartımı gerçekten çok seviyordum.

Racon kesen iki adamın saniyeler içinde üç buçuk attığını görünce keyifle gülümsedim. "Açın şu kapıları, bana müsade edin bakayım." Ben de belimdeki tabancamı gösterdim.

İçeride yapılan eğlenceden çıkan acı inlemeyi duydum, Alperen'di. Benim geldiğimi gören ilk kişi o değildi başka bir adamdı. Takım elbiseli, eğlencenin sahibi, işinin patronu ama tahminimce yaşı benden küçük bir adamdı. "Kim aldı seni içeriye, kimsin?"

Ben konuşmaya başlamadan önce bıyıklı adam konuştu. "Gökhan Bey..." Adını da öğrenmiştim. Arkamı dönüp bıyıklıya baktım.

"Teşekkürler bıyıklı." Adını yeni öğrendiğim 'bey' hitabını alan adama, Gökhan'a baktım. "Ben savcıyım." Alperen'in eğik, dağılmış suratı kalktı. Beni gördü. Yüzünün haline yüzüm buruştu, oldukça acılı gözüküyordu. "Şimdi Gökhan Bey, ben bu adamı alıyorum, sonra sizin beni içeriye davet ettiğiniz gibi ben de sizi içeride ağırlıyorum. Anlaşılmayan bir şey var mıdır?"

Gökhan'ın kızardığını gördüm. Alperen'i çözmeye aşladığında hala susuyordu. Emniyete haber verip ekip göndermelerini istedim, onlar gelene kadar da burada bekledim.

"Savcım bir yanlış anlaşılma olmuş." Gökhan konuşmaya niyetlenmiş gibiydi, yanıma yürüdü, ceketinin önü iliklendi.

"Nasıl bir yanlış anlaşılma?" Ben de ceketimi üstümden çıkarttım. Alperen'i arabama gönderdiğimde en azından güvende olduğunu biliyordum.

"Şöyle ki savcım bunun babası..." Yanıma iyice yaklaşarak yanlış bir seçim yapmıştı. Suratına indirdiğim yumruğu beklemiyor olacak ki kendini koruyamadan suratının ortasına yediği sert darbeyle yere düştü.

"Babası? Devam et." Elimi uzatıp ayağa kaldırdım.

Elinin tersiyle burnundan akan kanı sildi. Dişlerini sıkarak "Bunun babası..." Karın boşluğuna yediği yeni darbeyle yine yere uzandı. Elimi uzattım ama bana bakamadı bile, suratından daha çok acıtmıştı, nefesi kesilmiş bir şekilde bir süre yerde kıvrılarak yatışını izledim. Sinirli gözleri bana döndüğünde ben oldukça eğlendiğimi belli ederek gözünün içine bakarak gülmeye devam ettim.

Kalkamayacağını anladığım an ben çöktüm yere. "Onun babası Aslan UĞUR. Mal mıyım lan ben, sen kimi kime anlatıyorsun?"

Cevap vermedi. Ekipler geldiğinde Gökhan'a karşı sert bir müdahale oldu, onların camiasında korunan onlardı ama polisler geldiğinde korunan bendim. Kılıma zarar gelmemişti hatta Gökhan bana dokunamamıştı bile ama suçlunun kim olduğu belliydi. "Siz iyi misiniz savcım?" Sorusu geldi bana. 'İyi misiniz?' sorusu suratı kan içinde kalan Gökhan yerine, hiçbir yarası olmayan bana sorulmuştu.

"İyiyim. Arkadaşları alalım, misafir edelim. Ben kendilerine gereken yardımı işlerim bitince yapacağım. Dediklerim bir bir oldu, depo boşaldı.

Arabaya geri döndüm. "Oğlum şu koruma işini bir kez daha mı düşünmeliyim?" Suratının ifadesini görmem çok zordu. Cevap veremeyişinden daha fazla konuşmadan hastaneye sürdüm.

"Şu suratının haline bak! Peşinde adam olduğunu söyleseydin bu hale gelmeden bir şeyler yapardım." İçim sızladı. İçimin sızlamadığı tek yaralar kendimde gördüklerim için başka birinde gördüklerim yaşadığım darbelerin acısını tekrar hissettiriyor onlar bu acıyı çektiler diye üzülüyordum.

Patlamış dudağında kan kurumuz dudakları yapışmıştı. Konuşmak istediğini anlayınca ben konuştum. "Sus, şu suratını bir halledelim sonra konuşacağız zaten." Doktor müdahale ederken de yanındaydım.

Kaşında üç dikiş, yanağındaki kesiğe ince bant varken geri kalan suratı temizlenmiş bir şekilde hastaneden çıktık. Yine arabada sessizce oturmaya devam etti. "Savcım?" dediğinde ona döndüm. "Oteli geçtik."

"Otel güvenli değil, lojmana gidiyoruz." Ev zaten evden çıkmıştı. Yalnız değilsem gerisinin bir önemi yoktu ki değildim de. Ben o işi çözene kadar evde kalırdı.

"Yok savcım, sizde kalamam."

"Niye ben yamyam mıyım?"

"Yok savcım, uygun olmaz. Ben sizin korumanızım." Koruma?

"Bugün roller değişti ne yazık ki, ama hala söz sahibi olan benim. O yüzden o kırılmaya yakın çeneni kapat da bir de ben çarpmayayım, zaten elimin tersindesin." Lojman kapısından girdim. "İn aşağı, 6. kat 17 numara." Azra'ya da mesaj attım, şimdi kapıya dayanınca bu tipte birini Ege eve almazdı biliyordum.

"Siz nereye?" Kapıyı kapatmadan kafasını eğip bana baktı.

"İşim var Alperen Bey, gidebilir miyim?" Alay eder gibi konuştum.

"Ben de geleyim savcım?" Yürüyecek hali yoktu, rüzgar esse devrilecek haldeydi.

"Ne için? Korumak için mi, gezmek için mi? Kapat kapıyı eve çık, evde bir adam var ters cevap verme de hastaneden toplamayayım seni. Ne derse 'he' de." Kapıyı kapattığı an karargaha gittim.

 

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

"Kimi bekliyoruz?" Sorgu için konuştu Ediz. Tüm tim bu soru üzerine cevap alacakları kişiye, Sarp'a baktı.

"Savcıyı?" diyerek kısa kesti. Şu an düşündüğü tek şey Ahsen'in cenazeden işinin çıkıp aceleyle gitmesiydi, yanında koruması yokken arkadaşını hiç güvenmediği ve güvenmek istemediği kendisine bırakacak kadar önemli işini merak etti. Normalde iki saat önce alınmasının gerektiği sorguyu almak için Ahsen'i beklemek zorundalardı.

"Savcım niye gecikti?" Ruhi'den gelen soru ile yine tim cevap için Sarp'a baktı, cevap gelmedi çünkü Sarp soruyu duymadı.

Onat konuştu. "Kerim savcıdan sonra ona da saracaklar, bu piçlerin başı kim? Niye hala bulunmadı?" Bu soruyu duydu Sarp, aynı cümle onun da kafasından geçiyordu.

"Savcı olduğunun açığa çıkmaması gerekiyor, bu dava ona ağır. Yavuz savcı 9 yıllık savcıydı o bile çözemedi. Onu aşağılamıyorum ama yeni, genç. Erkeğin fiziksel gücüyle, kadının fiziksel gücü bir olmuyor. Korumasız gitti, önünü kesip on adam inseler ne yapacak?" Yanında sigara içen Mert'e elini uzattı, sessizce sigara istediğini belli etti.

"Komutanım kötü düşünmeyelim." Mert sigara paketinden bir dalını çıkarıp Sarp'a uzattı.

"Sorguya beklememize gerek yok ki, girmese daha iyi. Biz girelim durumu bildirelim." Yunus bir yandan konuştu bir yandan da Sarp'a çakmak uzattı.

"Albayım dedi, sorguya girecekmiş." Sarp'ın sesinden kendisinin de Yunus gibi düşündüğü ve albayın kararına hoş bakmadığı belliydi.

Ahsen'in arabası geldi. Sarp'ın dudaklarının ardından derin bir nefes çıktı, duman sonuna kadar dışarı çıkmıştı. Sigara daha yarısına gelmeden söndürüldü, ardından çöpe gitti. Mert çöpe giden sigarasına yanarken Sarp oturduğu yerden kalktı.

Arabasından inip time yürüyen Ahsen'e konuştu. "İşin bitti mi?"

"Benim işim bitmez yüzbaşı! Niye sordun?" Timin yanından baş selamıyla geçip içeriye girdiğinde tim de ayaklandı. Sarp yine Ahsen'in hızlı adımlarını yakaladı.

"İşine yardım edeyim o zaman?" Ahsen devamının gelmesi için sessiz kaldı. Sarp devam etti "Sorguya girme."

"Sebep?" Ahsen'in başı hafifçe Sarp'a döndü.

"İstemiyorum." Ahsen'in açığa çıkmasını Ahsen'den daha çok düşünüyordu. Ahsen'in eski düzeni ve eski olayları bilmediğinden dolayı bu kadar rahat olduğunu düşünüyor, yaşanılacak kötü durumun önüne geçmek için karşı çıkıyordu. Bu seferki tartışma Ahsen'i kızdırmak için değildi.

"Ne yazık ki hayatta istenmeyen bir sürü şey yaşıyoruz." Adımları durdu Ahsen'in. Onunla beraber duran Sarp'a tamamen döndü. "Ben de çok şey istedim, istiyorum ama mümkün olmadı, olmuyor, olmayacak. Bana olan nefretini anlamadım, muhtemelen çok saçma bir neden ama alışsan iyi edersin çünkü alışmak zorunda olan tek kişi sen değilsin. Ben de sana alışmaya çalışıyorum." Yürümeye devam etti.

Sakinleşmeye ihtiyacı olan Sarp durduğu yerde dışarıda verdiği derin nefesin daha fazlasını aldı. Adımları yine hareketlendi, Ahsen'in gittiği yöne ilerledi. Sorgu odasının kapısının önünde son kez konuştu. "İçeriye girersen savcı olduğunu içeridekiler öğrenecek. Hedef sen olacaksın, sen bunun nesini anlamıyorsun?"

"İçerideki adamlar dışarıya çıkmayacaklar. İçeride olduktan sonra beni bilen hiçbir şey yapamaz." Ahsen de istikrarını sürdürüyordu. Kendini biliyordu, bu iş onun için sorun olsa gereken önlemi alırdı.

"Yıllar sonra bu adamlar çıkabilirler. Onlar olmasa da bir başkaları adını duyacak. Bugün ölmedin, bu yıl ölmedin, beş sene sonra ölmedin, bunlar seni unutmayacak." Ahsen ilk defa Sarp'ın konuşmasında art niyet olmadığını, saf bir endişeyle konuştuğunu sezdi.

"Yarın ne olacağım belli değil, ölüm bu. Onlar çıkana kadar işi çözerim, siz de işinizi iyi yapar gittiğiniz yerde şehit olmadan dağlarımızı temizlersiniz?" İçeriye girdi.

Kapı açıldığı an içerideki adamın Ahsen'i gördüğünü biliyordu Sarp. Dakikalar sonra da savcı olacağını. Sonra diğer ikisini. Geriye kalan elebaşı bulunana kadar ya da Ahsen şehit olana kadar olacak olan derin endişeydi.

Sarp da oflayarak Ahsen'in peşinden girdi. Tim odada kameranın başındaydı...

"Bu saatten sonra her günü ip üstünde olacak." Onat'ın sessiz düşüncesini tim duydu.

Her birinin aklında bir endişe vardı artık. Birinin şehit olma ihtimalinin yüksekliğine duyulan derin endişe, koruyamama korkusu.

Ahsen'in sıradaki 45 saniyelik televizyon haberi olacağını düşündü Mert.

Yavuz'un esir düşüşünde ölümünden, Kerim'in canlı bomba ölümünde sonra Ahsen'e nasıl plan kurulacağını düşündü Ruhi.

Ahsen'in yarına nasıl bir olayla uyanacağını düşündü Ediz.

'Sıra Ahsen'de' dedi Yunus.

Davadan çekilsin istedi Ilgaz.

Direkt Diyarbakır'da görev yapmayı bıraksın istedi Kıraç.

Ulaş'ın aklına Ahsen'in artık her yalnız olduğu anda ensesinde hissedeceği soğuk nefes geldi.

Biri vardı, daha endişeli, daha düşünceli, kafasında çoktan kırk senaryo kurmuş, kabus gibi bun senaryoları kafasında canlandırmış, başı ağrımış, Ahsen' laf anlatmaya çalışan biri; Sarp.

Sorgu odasının kapısı açıldığı an düşünceleri yeniden geldi aklına. Başı ağrımaya başladı yeniden. Ahsen'i, Ahsen'den daha çok düşünüyor oluşuna sinirlendi. Artık uyaracağı bir durum kalmamıştı...

 

 

***

 

Bölüm sonu...

Umarım bölümü beğenmişsinizdir.

Oy ve Yorumlarınız için şimdiden teşekkür ederim, kendinize iyi bakınn.

Bir sonraki hafta görüşürüz.

Loading...
0%