Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5| Canlı Bomba

@nathaliepall


 

 

Hepiniz hoş geldiniz...

Nasılsınız? Umarım iyisinizdir, umarım hayatınızda giden her şey yolunda ilerliyordur.

Hikayenin okunma sayısı bini geçmiş, çok mutlu oldum. Keyifle okuyan herkese teşekkür ederim...

OY VE YORUMLARINIZI ALABİLİR MİYİM?

YORUMLARINIZ BENİ YAZMAK İÇİN AŞIRI MOTİVE EDİYOR, HEPSİNİ OKUMAK O KADAR GÜZEL Kİ...

YAZIM YANLIŞLARIM İÇİN ŞİMDİDEN ÖZÜR DİLERİM, KEYİFLİ OKUMALAR DİLİYORUM.

 

***


 

'Janusz Levi...' Sahte bir kimlik, pasaport, yeni bir isim ama aynı beden. Biraz kırışıklık, çokça ak saçlar, yıllara karşı gelen kamburluk, üstünde artık hissettiği vicdan azabı. Dışarıdan bakıldığında sempati duyulan yaşlılardan biri olmuştu, yaptığı tüm pislikleri bir sahte isim örtünce herkes hala onu insan yerine koyuyordu.

Rahat gelmişti Ali, kardeşi Sadri sayesinde bu kimlik ve pasaportla rahatça kaçtığı şeyler yıllar sonra tekrar olduğu yere geri getirdi Ali'yi. Türkçe bilen bir Polonyalı olarak biliniyordu. Aksanı da orada az konuştuğu için değişmişti, durumu daha da gerçekçi kıldı.

Elini kolunu sallaya sallaya rahatça yürüdü havaalanında. Elinde minik çantasıyla kapıdaki bir taksiyi durdurdu, bindi. "Nereye gidiyoruz amca?" diyen taksiciye baktı? Tanınmadığını biliyordu.

"Feriköy Mezarlığı." dedi ince sesi. Taksi başını eğip onaylayınca taksi hareket etti. Aldığı canı toprağın altında görmek için gitti Ali. Kocaman mezarlığın girişine geldiğinde indi aşağıya, eskisi kadar dik yürüyemiyordu. İçeriye girdiğinde iyice karıştı kafası, Aylin'i ziyarete hiç gelmemişti, nerede olduğunu bilmiyordu.

Güvenliğe ilerledi. "Pardon, ben birine geldim ama nerede olduğunu bilmiyorum, yardımcı olabilir misiniz?" dedi.

"Kime geldin amca?" diye cevapladı güvenlik ama kimin burada olduğunun ismi vardı sadece, nerede yattığını pek bilmek mümkün olmayabilirdi.

"Aylin... Aylin Korkmaz. 2012 senesinde vefat etti. 1 Ekim 2012." Hafızasına kazınan, silinmeyen tek tarihti. Her şeyin yerle bir olduğu, Ali'ye değil aileye ait kıyametin tarihi...

Güvenlik biliyordu Aylin'in yerini. "Gel amca ben seni götüreyim." Diğer güvenlik arkadaşına yerini almasını söyledikten hemen sonra Ali'ye yürüdü. Çok uzun sürmeyen bir yürüyüşten sonra durdular. Buradaydı, gelmişti...

Aylin'in karşısına dikildi yine Ali. Güvenlik "Burası amca." dediğinde temiz mezar taşına baktı. Toprağın üstündeki taze çiçekler çarptı gözüne.

"Ziyaret eden mi vardı?" diye sordu. Mete ya da Ahsen'in geldiğini düşündü hemen.

"Yok. Her gün temizleniyor, savcım birini ayarladı o bakıyor." Ahsen burayı her gün temizlemesi için bir çalışan tutmuştu. Annesine mezarda bile olsa iyi bakmak istiyordu. Çiçekler solmamalıydı, taşlar kirlenmemeli, taşların kenarındaki sulukların temizlenmesi gerekiyordu. Ahsen'in az geldiği mezarlığa bu sayede kuşlar geliyordu. Her kuşun içmek için geldiği mezarlardan biriydi Aylin'in mezarı. Ziyaretçisi insan olarak azdı ama bitkileri, kuşları vardı.

"Savcı?" Çekingen çıktı sesi Ali'nin. Hala peşindeler diye düşünmekten ziyade içini kızıyla yüzleşmeden yakalanma korkusu sardı.

"Kızı amcacım, kızı savcı. Tanır mısın?" Gerçekle yüzleşti Ali. Kızının büyümüş olduğu gerçeği çarptı suratına. Hala yaşıyor oluşuna sevindi bir yanı.

"Tanımıyorum." dedi. Yalan söylediğini düşündü ama yalan değildi. Ali ne Dide'yi ne de Aylin'in bile bilmediği Ahsen'i bilmiyordu. Ali kızının gördüğü yanını bile tanımamışken yeni halin tanıması imkansızdı.

Güvenlik onu yalnız bıraktığında tek başına Aylin'in başında kaldı. Başı eğik, omuzları çöküktü. Ahsen'in gitmeden önceki sözleri Ali'den çıktı. "Özür dilerim..." Sonunda bu söz çıkması gereken ağızdan çıkmıştı. Dokunamayacağını bildiği için Aylin'in ismine dokundu. Ağlamaya başladı.

Etrafı kasvet bürüdü, gündüz saati sanki akşam olur gibi havayı esir aldı. Karanlık bulutlar hemen dolmuş, taşmak için kendini salmıştı. Yağmur yavaş değildi, hızlıydı. Çarptığı teni bıçaklar gibi sertti. Gök gürledi, sert yağmurdan ve gökten başka ses yoktu. "Sinirlisin..." dedi Ali'nin çaresiz sesi. Ali'nin gözyaşı Aylin'in mezar taşına düştü, yağmur damlası temizledi taşı.

Aylin kızmıştı. Yediği bir bıçak darbesini yağmuru sert yağdırıp defalarca bıçak gibi çarptırdı Ali'ye. Bir gül dalından kırılıp düştü, en dikenlisiydi. Ali aldı gülü, tuttuğu an batan gülün başka bir yerine attı elini ama dikensiz tek bir yeri bile yoktu. Elinden akan kana baktı, havaya kaldırdı.

Sert çarpan yağmur damlaları kanı alıyordu ama kan durmuyordu. Kan Ali'ydi, silen yağmur olsa da Ali kanamaya devam etti. Kaba kuş sesleri eklendi bu sefer de, havada yağan yağmura inat hala aksamadan uçan üç kuzgun vardı. Sesleri Ali'nin kulaklarını tırmaladı. Aylin'in taşına kondular, sustular.

Üçü de Ali'ye baktı. Biri daha küçüktü, iki büyüğün yanında küçük olmasına rağmen en önde o duruyordu. Tekrar bağırmaya başladı küçük olan, Ali'yi rahatsız etti. O an anlamıştı ki yağan sert yağmur, gürleyen gök Aylin olsa da, batan gül, sert öten minik kuzgun Aylin değil Ahsen'di.

Gül de kuzgun da yeryüzündeydi, yaşıyordu, nefes alıyordu, diriydi. Bu Aylin değildi, hala diri olandı; Ahsen'di.

Yağmur gökteydi, suydu, nefesti, hala hayat verendi ama hayatsızdı. Bu da Ahsen değildi, artık gökyüzünde olandı; Aylin.

Gitmesi gerektiğini anladı. İlk gün sert geçmişti, gülü bırakmak istemedi ama Ahsen'i bu sefer annesinden ayırmak istemedi. Usulca bıraktı gülü toprağa. Yere kuru bıraktığı çantasını sırılsıklam aldı eline. Geldiği yolu karanlıkken yürüdü, yalnız başına döndü kapıya.

***

 

Sıradaki yerine gitti, eski evine. Dışı hala aynıydı, tahta kapıya dayandı eski anahtarını denedi belki olur diye. Kilit değişmemişti, o evden o gün çıkan tek kişi Ali değildi. Mete ile Ahsen'in ilk durağı hastane olmuştu. Aylin için bir mucize gerekiyordu ama olmadı. Sonra Azra'nın evine gittiler. Mete, Ahsen'i o eve bir kez daha sokmadı, kendi girdi, ne toplanacaksa topladı. Kilidi değiştirmeye gerek duymadı.

Kapı açıldı. Yoğun toz karşıladı Ali'yi. Tozlanmamış hatıraların tersine eşyalar tozluydu, etrafa baktı. Yerli yerinde duran eşyaların kirine baktı, salona girdi. Çerçevelere baktı; içi ter ikisi hala dik duruyordu. İki düzgün duran Aylin'in resimleriydi, tersleri kaldırdı eliyle. Burada da birinde Aylin ile kendisi vardı, diğerlerinde de üçü; Aylin, Mete ve Ali.

Ali'nin erişebildiği evde Ahsen'in hiç fotoğrafı yoktu. Kendi fotoğraflarını yeniden ters çevirip koydu, kendisi bile kendini görmek istemiyordu. Yemek yedikleri masaya değdi mavileri, üç sandalyeyi gördü, dördüncüsü yoktu. Buradan da çıkmak istedi.

Aklı başında hiç girmediği tek bir yer vardı evde, Ahsen'in odası. İlk kez aklı başında ve oldukça sakin girdi içeriye. Ahsen'in asıl görmesi gerektiği gibi girdi ama kızı yoktu burada. Kapı açılır açılmaz karşısına Ahsen'in minik masası geldi. Bu masa da da üç sandalye vardı; Biri Ahsen için, biri Aylin ve diğeri de Mete içindi. Oda dışında nasıl ki Ahsen'e ait bir yer yoktu, bu odada da Ali'ye yer yoktu. Masanın üstünde kirlenmesin diye ters duran üç bardak ve üstü kapalı, içi yosun tutmuş bir sürahi.

İçeriye girdi, adımları sert değildi. Elini kapatmak için kapıya atınca eline gelen eksik, kırık bir kısım geldi. Kimin yaptığı belliydi, kendisi olduğunu biliyordu. Çalışma masasına baktı, üstündeki kitapların içini açtı. Hepsi doluydu, biri hariç; fizik kitapları.

Baş sayfasına yazılan yazıyı okudu. 'Annem anlatacak...' Ahsen'in en sevdiği ama yapmadığı tek dersti. Matematiğin ya da herhangi bir kitabın hepsi yazılı çiziliydi ama sırf annesi daha çok kalsın diye fiziği çözmezdi, odasına gelip ona fizik anlatmasını bile artı sayardı. Matematiği de özellikle yapardı, matematik öğretmeni olup öğrencilerini seven babası belki matematiğe karşı iyi olursa onu sever diye...

Ali, ne Ahsen'in çözdüğü matematiğe ne de doğum günü dileklerine karşılık verdi, sevmedi kızını. İçinde hissettiği sinirle, eve gelmeden önce onun dolan nefretiyle geldi eve. Görmeyince bazen kendini tutabilirdi ama gözünün önüne Ahsen geldiği an, ismini duyduğu an içi kaynardı. Şimdi titreyen elleri önceden böyle değildi, kuvvetliydi. Bozulmuş omurgası da dikti, boyu o zaman uzundu. Gözleri... Ahsen'in görmekten en korktuğu şeylerdi. Kızarken büyürdü, maviler çıkardı, Ahsen'i her gördüğünde küçülen göz bebekleriyle maviler daha fazla yer kaplardı, beyaz olan yerler Ali'de kırmızıydı mesela.

Dolabın içi doluydu, kıyafetleri vardı. Kokusunu merak etti Ahsen'in. Bir kazak aldı eline, burnuna değdirdi, nefes çekti. Aylin gibi bir koku ile toz karışıktı. Çekmecelere geçti, içi yerli yerinde, düzgün duran kalemler, kitaplar ve arkasına saklanmış küçük fotoğraflar.

Hatırlamadığı, tanımadığı yüz ile tanışmak için aldı fotoğrafları. Aynı oda içinde bir pasta, başındaki sandalyede minik kıvırcık saçlı bir kız, iki yanında Aylin ve Mete. Kırmızı bluzun altına siyah etek, buklelerinin önüne gelmesini engelleyen iki kulaklı bir taç ile gülümsüyordu pastaya.

Pastanın üstünde yanan 5 sayısında mum vardı. O an fark ettiği tek şey Aylin ve Mete'nin de mutlu olduğuydu, Ali'nin yanında bu kadar mutlu olmadıklarını fark etti. Ali mutsuzluğunu bulaştırırken bir odada Ahsen anne ve abisine mutluluğu tattırıyordu. Arkasındaki yazıya baktı. 'Dide'nin 5. yaşı!' Aylin için önemliydi bu tarih. '01.01.1996'

Fotoğrafı cebine sıkıştırdı, kazağı kendi kıyafetlerinin arasına, çantasına, attı.

Başka bir fotoğrafa baktı, sonra bir başkasına... 5. yaşına ait fotoğrafı almıştı sadece, diğerlerini aldığı yere geri koydu. Evi tam gezmeden çıktı, kapıyı örttü. Evde yüzleşmek istemediği odayı görmeden evi gerisinde bıraktı.

İstanbul, Ali'nin gelişine öfkeliydi. Aylin'in gidişinde ağlayan bulutlar yumuşak bir dokunuşla yağmuru yağdırırken, Ali'nin gelişine öfkeyle patladı, darbe adına yağdı...














***















 

"Duydunuz mu? Yerinizi bulacaklar oradan da çıkın!" Nazım kod adıyla elebaşı konuştu. Dağdaki adamlarına toplanmalarını söylemiş yeniden değişen yerleri hakkında konuşuyorlardı. "Tüm malları eksiksiz istiyorum, hepsini taşıyacaksınız. Gerekirse öleceksiniz ama mallar tam olacak, anlaşıldı mı?"

"Anlaşıldı patron." Hepsi programlanmış gibi aynı ağızdan konuştular. Yine yer değiştiriyorlardı ama fark etmedikleri tek şey artık dışarıya çıkacak kadar bile vakitlerinin olmadığıydı. Tim dışarıdaydı, etrafları sarılmıştı.

"Ben önce gideyim, önemli parçayı bana ver, geri dönersem güvendeyiz." diyen adam önemli kasayı eline aldı. Kilitli bir kasaydı, sığındıkları yerden kafasını çıkarttığı an Onat'ın tüfeğinden çıkan hızlı kurşun deldi adamın alnını.

"Bu bir..." dedi Onat'ın kısık ama net sesi.

"Geldiler... Buldular..." Adamlar bağırmaya başladığında yerdeki kasayı düşünen biri vardı, Harun. "Kasayı alın! Kasayı bana getirin!" İki adam daha kasaya süründü, dikkatli olmaya çalıştıklarında iki adam da arkalarından kasayı korumak için dışarıya sıkmaya başladı.

Onat sinirlenip "Sizin silah tutan elinizi sikeyim..." dediğinde tetikte duran parmaklarını bir ses durdurdu.

Sarp'ın sesiydi. "Gözcü, Harun bize lazım unutma." Sarp, Mert ve Ruhi sığınağın sağ tarafında dururken Ediz, Yunus ve Ilgaz diğer tarafı ele aldı. Sandık Ruhi'nin çok yakınındaydı, uzansa alırdı ama sayıca az olma durumundan dolayı uzandığı an şehit olma ihtimali alma ihtimalinden daha yüksekti. Sarp'ın sert eli Ruhi'yi yakasından tutup kendine çekti. "Daha genç değil misin bunun için Ruhi? Çocuk gibi düşünme, odaklan yoksa tuttuğun tüfekle sikerim seni!"

Kasayı almanın sırası olmadığının farkına vardı Ruhi. Adamlar onların olduğu yere çıkarak kaçmaya çalışıyordu. "Sesleri çıkmasın, gördükleri gibi öldürün." diyen Sarp'ın sesiyle onlar kime göründüyse özel kuvvetlerin hakkını vererek onları gördükleri son kişi yaptılar.

Kıraç ve Ulaş da hem Onat'a hem de sığınağa yakın bir arada uzaktan müdahale ediyordu. "Komutanım gidiyorlar!" Onat'ın bağırmasıyla karşısındaki adama sıktı Sarp. Çoklardı...

"Kıraç, Ulaş yakınlık durumunuz?" Karşısına çıkan diğer bir adamı tekmeledi, yere düştüğü an kafasına sıktı.

"Olumsuz komutanım." İkisi de müdahale edemeyecekleri uzaklıktalardı. Yerden kalkmak da mantıklı değildi.

"Ediz, yanında!" Onat'ın konuşmasıyla uğraştığı adamı indirdi önce. Ona koşan adamın yanına yaklaşmasına izin vermedi onu da indirdi.

Arkasındaki başka bir adamı Onat indirdi. "Bu beş..."

Ön tarafı adamlar doldurduğunda kimse canını düşünmüyordu, kasanın etrafı etten bir duvar ile kapanmıştı. Onat sıkmaya devam etti ama Harun'un kasayı alıp kaçmasına engel olamadı. "Harun aldı kasayı komutanım."

Ulaş ve Kıraç rahat çıkacaklarını anladıkları anda henüz boş olan arabaya koştular. "Gözcü sendeyiz." Onat onları takip etti.

Sarp içeriye daldı. Harun ile karşı karşıyaydı. Arkalarındaki adamları öldürdüğünde Harun tek kaldı. Harun'un elindeki kasa yoktu ama. "Gözcü kasa yok."

Onat kasaya bakmak için Kıraç ve Ulaş'ı izlemeyi bıraktı. "Komutanım kasayı göremiyorum." Kıraç ve Ulaş'a döndü tekrar, arada kısa süreli olarak etrafa bakmaya devam etti.

Harun sırıtıyordu. "Sıksana komutan. Ne diyordunuz?" düşünüyor gibi yaptı. "Leş... Leş yapsana hadi." Sarp'ın üstüne yürümeye başladı. Sarp'ın yüzünü görmüyordu ama aklına yazdığı şey yeşil gözleriydi.

Yüzünü göstermeyen Sarp'ın gülüşünü duydu. "Seni almaya geldim piç, öyle hemen sıkar mıyım kafana?" Suratının ortasına yumruğunu vurduğunda Harun aldığı darbeyle gerileyerek yere düştü.

"Aranıyoruz desene. Söyleseydin gelirdim, ben seni kırar mıydım?" Yere kalktı, yeniden gülmeye başladı. "Demek savcı gecikmemiş, gidelim o zaman." Kaçamayacağını anlamıştı. Geri durmamak için korkusuzu oynamaya başlamıştı.

"Gecikmedi, gecikir mi?" dediğinde aklına gelen isimle Harun'a daha çok vurmaya başladı. Gülen Harun'u değil de ağlayan Harun'u duymak istedi. "Ama onunla karşılaşınca dikkatli ol!"

"Kadın..." dedi Harun'un keyifli sesi. "Bence uğraşma sana bakmaz, tipini görmedim ama biz bu tiple saklamamışken saklıyorsanız çirkinsiniz. Bakmaz, bakarsa da çok yaşamaz." Başının arkasından akan ılık kana değdi parmakları. Başı ağrıyordu.

Sarp'ın da başı ağrıdı, koca ayağında postallarıyla bu kez de tekme attı suratına. Ayağı Harun'un suratını kapatıp darbeyi her yere eşit yayınca kanayan yeri tekrar çarptı yere. Harun'un inleyişi duyuldu. "Öleceğin gün bul beni, göstereyim sana yüzümü. Merak etme bana aşık olabilecek kadar uzun yaşamayacaksın. Savcı konusuna gelirsek sadece bir uyarıydı, herhangi bir bilgi değil. Bir bilgi vereceksem o da benden daha deli olması."

Dışarıda bir topluluğu temizleyen Mert ve Ruhi de girdi içeriye. Ediz, Yunus ve Ilgaz'ın dört adamı kalmıştı. Kıraç ve Ulaş boş arabaya gelen altı adamı indirdi. Mert ve Ruhi dışarıdaki sesle arabaya koştu, arabanın içindeki adamların kurşunlarıyla ilerleyemeden durdular. "Gözcü, indir."

Kasa o arabadaydı. Müdahale edebilecek tek kişi yeri belli olmayan Onat'tı. Arabaya döndü tüfeği. "Hadi kızım, babana şans getir..." Tüfeğiyle konuştu, bir derin nefes ile nişan aldı. "Del geç kızım..." tetiğe basamadı. Ensesinde hissettiği şeyle durdu, ne olduğunu anlamadı. Tüfek ucu olmayacak kadar uzun ve ince, bıçak olmayacak kadar büyük bir şeydi.

"Sıksana nişancı..." diyen sesle kafası hafifçe yana döndü. Paslı demir ucu gördüğünde boynuna yaslanmış soğuk nesnenin eski paslı bir kılıç olduğunu fark etti.

Tekrar tüfeğine sarıldı, arabayı buldu, uzaktaydı ama şansını denemek istedi. Sıkacaktı. "Görevini tamamla Gözcü..." dedi kendine, tetiğe basarken koluna yediği tekmeyle tek şansı da kaçtı.

"Hop, pardon nişancı. Kolum çarptı." Onat hareket edemiyordu.

"Gözcü kaçıyor araba!" dedi Mert.

"Gözcü!" diye ekledi Ruhi.

Onat bilerek ses vermedi. Kıraç ve Ulaş, Onat'ın olduğu yere baktığında dürbünden Onat'ı gördüler. "Gözcü rehin." dedi Ulaş. "Komutanım..." dedi Kıraç.

Dürbünde başka biri daha vardı; Sarp. "Orospu çocuğu hangi yılda savaşıyorsun? Kılıç ne lan?" Onat'ın ensesindeki kılıç kalktı. Artık adamın yerine Sarp'ın elinde duran kılıca baktı Sarp. "Paslı bu amına koyayım. Keser mi lan bu?" İnceledi iyice, adam döndü bakışları. "Gel..." dediği an dik bir şekilde sapladı göğsüne. "Delermiş." Geri çıkarttı kılıcı. "Artık hem ölü, hem tetanossun." Yere sapladığı kılıç kırıldı. "Seni deldi gitti, pis kanın eritti siktiğimin kılıcını."

Onat hala arabaya bakıyordu ama araba çoktan gitmişti. "Kalk Gözcü dönüyoruz." dediğinde Sarp'a döndü Onat.

"Komutanım kasa gitti?" Kendini küçük gördü.

"Harun elimizde." Gözleriyle Ruhi'yi işaret etti. Buraya gelmeden paket halinde Ruhi'nin eline vermişti Harun'u. Elini sallaya sallaya gelen Ruhi'ye baktı ikisi de. Ruhi'nin maske altından güldüğüne emindiler. "O kadar kalabalığa bunu kaçırmadık, kasayı da sonra alırız." Onat'ın kafasını salladı eliyle.

"Kılıcı ben istiyorum komutanım." diyen Ilgaz yerde kırık ve kanlı kılıcı görünce morali bozuldu.

"Al Ilgaz senin olsun." Sarp yerden ucundaki parçayı alıp Ilgaz'a uzattı.

"Vazgeçtim komutanım." Eliyle reddetti.














***














 

"Teşekkür ederim." Ahsen, Ege'ye sarıldı. Kendisi için zaman ayırıp geldiği için teşekkür etmişti arkadaşına.

"Her zaman..." diyerek cevapladı Ege. Sardı kollarını Ahsen'e. "Allah aşkına belaya bulaşma." diyerek Ahsen'e baktı. Belaya bulaşmaması için tembihliyordu ama o da en az Ahsen gibi bu durumun pek mümkün olmadığını biliyordu. Sessiz kalan Ahsen'e tekrar konuştu. "Tamam desene kızım!"

"Cevabı biliyorsun ne diyeyim ben sana, her boku anlıyorsun bunu da anlasana." dedi Ahsen. Belayı bilerek çekmediğini de biliyorlardı. Belaya bulaşmak hiçbir zaman Ahsen'in yaptığı bir iş değildi, bela Ahsen'e kendisi geliyordu.

"İçimi hiç rahatlatmıyorsun ama? Tamam desen, belaya bulaşmam, uslu uslu işimi yaparım desen ölür müsün yani?" Ege'nin dediği şeye karşı kaşları havalandı Ahsen'in.

"Uslu uslu iş?" Gülmeye başladı. "Beladan uzak dururum Ege, rahatladın mı?" Ege'nin istediği cümleyi kurdu.

"Garip ama hayır, rahatlamadım." Ahsen ondan ay olarak büyüktü, aynı yaştalardı ama Ege kardeşi gibi görüp üstüne titriyordu Ahsen'in. "Hiç gidesim yok ya... İçim bir tuhaf."

"Ay Ege def ol git artık ya. Uçağın kaçacak hadi." Kovmak gibi bir düşüncesi yoktu, sadece birinin onun için endişe duyması hoşuna gitmiyordu Ahsen'in. Zaten aralarındaki bağdan dolayı Ege üstüne alınmadı bile.

"Gidiyorum bak?" Eşyalarını eline aldı, son kez baktı Ahsen'e.

"Kaybol!" dedi Ahsen ama gülüyordu. "Gül sultanı öp benim yerime." Ege'nin annesinden bahsediyordu. Ahsen'e de az annelik yapmamıştı Gül.

"Emrin olur, gel kendin öp!" Artık ilerlemeye başladı Ege. Son ana kadar bekleyen Ahsen'e arada dönüp bakarak yürümeye devam etti.

Alperen artık ayrı bir eve çıkmıştı, Ege evine dönüyor, şimdi de Ahsen gerçek hayatına başlıyordu. Yalnız kalacağı ilk gündü...
















***
















 

AHSEN DİDE KORKMAZ




Eve girer girmez her zamanki halim geri geldi. Annem için daha fazla gülmeye çalışsam da beni güldüren pek bir şey yoktu. İzin günümdü, sık sık haber aldığım timden en son dün haber almıştım.

Bana evi bulmamda yardımcı olan biri de Demir albaydı, eve davet etmenin doğru olacağını düşündüm. Bu akşam için davet ettim, o da eşiyle gelmeyi kabul etti.

Boş günüme bilerek denk getirmek iyi oldu, işlerim yoğun geçiyordu. İlgilendiğim dava yüzünden timin görevden gelmesini bekliyordum, ilerlemem için gerekli olan şeyi getireceklerdi. Bu bir bir haftadır rahattım, evimin ilk misafirini ağırlamak için mutfağa girdim.

Anne... En çok görülmesi gereken biriydi bana göre. Gittiği için görmemek yüzünü siliyordu kafamın içinden, sonra sesi gidiyordu ama verdiği yemek tarifleri silinmiyordu. O gittikten sonra hala hayatım devam ettiği için gerekli olan şeydi yemek yemek. Sanırım benim tek kalacağımı planladığı an öğretmeye başlamıştı, hayatta kalmak için kendimi doyurmayı öğretmişti.

Uygulamalı olarak pek yapamamıştık, mutfağa çıkmak benim için bir ödül olduğu için pek sık gerçekleşmezdi. Tarifler vardı; sözlü ve yazılıydı. Zamanla kendi başıma kaldığım anda başlamıştım, ilk yemeklerin günahı olmazdı iyi olmamışlardı ama toparlamıştım. Yaptığım yemekler annemin el lezzetine benziyordu. Ya ben kendimi ona benzetmek için böyle söyleyip kendi kafamda kuruyordum ya da tarif onun elinin lezzeti olduğu için öyle oluyordu, bilmiyordum ama benziyor olduğunu düşünmek bile beni mutlu ediyordu.

Yemek yapmaya başladığımda cama vuran sese döndüm, camın önünde duran siyah kuşa ilerledim. Camı açtım. Hava hala soğuk ve yağışlıyken simsiyah tüylerinin üstüne yağan beyaz kara baktım. Başının üstüne düştüğü an kapanan gözlerine güldüm. "Üşüdün mü?" Elimi hafifçe uzattığımda bir şey yapmadığını görünce başına dokundum. Islak ve soğuktu, içeriye alamazdım ama balkona alabilirdim, kapalıydı sıcak da tutardı.

"Sakın beni ısırma, tamam mı?" Elime aldım. "Yemek veririm ama çok kalma bende." Balkona koydum. Bir camı çıkmak isterse çıkması için araladım, masanın üstüne koydum. Bir kuzgunla konuştuğuma inanamıyorum.

***

 

Her şey hazırken çalan kapıyı açtım. "Hoş geldiniz." Karşımda Demir albay ve eşi vardı, içeriye davet ettim.

"Hoş bulduk." İkisi de içeriye geldiğinde Demir albay elindeki tatlı paketini uzattı. "Baklava aldım biraz." dediğinde elimdeki ağırlık hiç 'biraz' değildi.

"Gerek yoktu, teşekkür ederim." İçeriye kadar eşlik ettim, masaya oturduklarında mutfağa geçip yemekleri koyacaktım ama dışarıdan, apartmandan, gelen sesle kapıya ilerledim. Kapıyı açtım.

***

 

"Yok hayatım ben de almadım." dedi Aynur. Bekir cebini bir kez daha kontrol ederken Aynur da çantasının diplerine bakarak anahtar arıyordu.

"Eee ne yapacağız? Doruk nöbette, Sarp burada değil." Bekir ve Aynur evden çıkarken anahtar almayı unutmuş, an itibari ile kapıda kalmıştı. "Apartmanın alt kapısı Allah'tan açıktı da girdik yoksa donardık." diyerek devam etti.

"Bir sorun mu var?" Alt kattan seslendi Ahsen. İki gün önce dışarıda karşılaşmış tanışmışlardı.

Aynur ve Bekir birbirine baktı, bir süre ses kesildi ama merdivenlerden ikisi de yavaşça aşağıya indi. Ahsen ile göz göze geldiklerinde gülümsediler. "Yaşlılık... Anahtarı unuttuk, kapıda kaldık kızım." dedi Bekir.

"Buyurun o zaman. Demir Bey evde, oğlunuz dönmüş. Eve gelene kadar misafirim olun." Evde yeterince yemek olduğunu düşünen Ahsen evine davet etmekten çekinmedi. O hala çifte bakarken, Aynur ve Bekir karar vermeye çalışıyordu.

"Gerek yok ya ben şimdi hastaneye gider Doruk'tan anahtarı alırım. Sağ ol kızım." Bekir konuştu.

"Siz gidip gelene kadar belki büyük oğlunuz gelir, oraya kadar gitmenize gerek yok. Hava soğuk, yemeğim var buyurun." Demir, Ahsen'e timin döndüğünü söylemişti.

Biraz mahcup bir ifadeyle Ahsen'in kapısına yürüdüler. "Sağ ol kızım." Onlar da içeriye girmişti. Salona geçip masaya oturduklarında zaten çoktan tanıdıkları Demir ve eşi Yeliz ile sohbet ettiler.

***

 

Artık evde yeni misafirlerim vardı. Yemekleri servis edip içeriye geçip aralarına katıldım. "Afiyet olsun." Herkes yemek yemeğe başladığında masada çıt çıkmıyordu. Duyulan tek ses tabaklara vuran kaşık sesiyken kapı çaldı.

"Hemen geliyorum." Masadan kalkıp kapıya koştum. Kapıyı açtığımda karşımda duran Sarp'ı tahmin etmemiştim.

"Annemler burada olduklarını söylediler. Geldiğimi söylemek için gelmiştim." Mesaj atabilirdi ama kapıma gelmeyi tercih etmişti.

"Daha yeni oturdular, yemek yiyorlar." dediğimde öylece bana baktı. Görevden geldiği aklıma gelince içim sıkılarak ben de baktım. "Geç." dediğimde kapıyı sonuna kadar açtım.

"Gerek yok, anneme haber verirsin ben yukarıdayım." İstemediğim belli olduğundan gelmeyi reddettiği belliydi.

"İnsafsız değilim, geç ye yemeğini sonra ne yapacaksan yap." Evde yemek olduğunu sanmıyordum. Hala ters konuştuğumu anladığımda derin bir nefes verdim. "Gel, yemek ye." dedim sakince.

Kişiliğime biraz şaşkın bakıyordu. "Giriyor musun? Yalvarmayacağım." Sessizce ayakkabılarını çıkarmak için eğildi. Onun girmesini bekledim.















***
















 

SARP ÇAĞAN DİNÇER

Eve davet edeceğini hiç düşünmemiştim. İstemeyerek davet ettiğini anladığımda içimde oluşan duygu sinir değildi, bozulmuştum. Benden nefret etmesinin nedeni vardı, haklıydı ama artık hissettiklerim farklıydı.

Askeriyede duş alıp öyle geldiğim için şükredip içeriye girdim. Salonda annem ve babam, tam karşısında albayım ve Yeliz teyze vardı. "Otur." diyen sakin sesiyle gözlerinin işaret ettiği boş yere oturdum. Masanın bir ucunda otururken tam karşısında boş olan köşeye geçtim.

"Hoş geldin oğlum." diyen babama döndüm. "Hoş buldum baba." Önüme gelen çorbaya baktım, başımı kaldırıp suratıma bile bakmayan Ahsen'e baktım. "Sağ ol."

"Afiyet olsun." Yine bakmadı, kendi yerine geçti. Yarım kalan yemeğini yemeye devam ettiğinde ben de sessizce önümde olan ne varsa yemeye başladım. Aç olduğum için miydi yoksa gerçekten eli mi lezzetliydi bilmiyordum ama yemekler güzeldi. Sevdiğim el lezzeti annemden ibaretken bu yemekte hissettiğim şey bambaşkaydı... Biber dolması sanırım yediğim en iyi biber dolması olabilirdi.

Eve baktım, ilgi çekici abartılı bir şeyi yoktu. Sade bir ev, ondan ziyade büyük bir kitaplık. Ağzına kadar dolu kitaplar. İlgi çekici kısım burasıydı. Karşımda oturuyorken yine ona baktım, her zamanki gördüğümden farklı kıyafetleri vardı. Normal ve şıktı ama takımların içindeki gibi değildi. Takımın yakıştığı, onun içinde farklı bir kişilikte olan kadın şimdi karşımda bu kıyafetlerle çok farklı gözüküyordu.

İlk tanıdığım an bu şekilde olsaydı kişiliğinin sakin olduğunu düşündürürdü. Karşımda sakince yemek yiyişini izledim, ilk defa kaşları çatılmamıştı. Bunu bana bakmamasına yorduğumda yine kendimi bozdum. O an tabağından kalkan gözleri gözlerime değdi. "Bir şey mi istiyorsun?" dediğinde ona bakmamın bir sebebini aradım.

Ama bulamadım. Başımı iki yana salladım, sesim çıkmadı. "Sigara içmek istersen balkona çıkabilirsin." dediğinde yine başımı iki yana sallamak istedim ama bu sefer saçma olur düşüncesiyle konuştum.

"Yok, içmeyeceğim." Şu an yerimden kalkmak istemiyordum. Herkes birbiriyle sohbet ederken kendini kendi evinde soyutluyordu.

"Senin ailen nerede kızım?" Soru ona gelince başını kaldırdı. Herkeste gezindi gözleri, sonra soruyu soran anneme döndü.

"Abim İzmir'de yaşıyor, annem vefat etti, babam da ülke içinde değil." Gülen suratlar afalladı, ben de dahildim bu duruma. "Başın sağ olsun." hep bir ağızdan çıktı.

Başını eğdi hafifçe, gülmeye çalıştığını fark ettim. "Uzun zaman oldu, çok etkilemiyor." dediğinde asık suratları düzeltmek için uğraştığı belliydi ama kendi yüzü hiç öyle değildi. Gözleri tam tersini söylüyordu, karşımda ilk defa küçük bir kız çocuğu oturuyor gibi hissettim.

İçimi darlayan bir anı düştü aklıma. Ona söylediğim saçma söz, 'iyi aile kızı...' Sonra onun bana verdiği cevap, 'sakın benim hayatım hakkında fikir yürütme...' Ön yargım yanlış kişiye tepmişti. Masayı toplamaya başladığında ben de kalktım.

Annem de, Yeliz teyze de ayaklandığında masa hızlı toplanmıştı. "Ben hallederim, siz oturun." Mutfaktan çıkmamızı istedi. "Sigara içerken camı aç lütfen." Yine bakmıyordu. Yapacak bir şeyim yokken istemesem de balkona çıktım.

Gördüğüm şeye şaşırdım. "Ahsen?"

"Efendim?" Yanıma geldiğinde benim gördüğüm şeyi o da gördü. "Yine mi geldin?" diye konuştu kuşla. Kuş öttü, Ahsen elinde minik tabak içinde yarmayla balkona çıktı. "Seni sürekli besleyemem ben..." Gözümün önünde kuşla tartışmaya devam etti.

"Anladığını sanmıyorum." diyerek olaya müdahale ettim.

"Anlıyor!" dediğinde "Ye..." dedi kuşa. Yarmayı yiyen kuşa baktım, Ahsen'e döndüm.

Kaşları havalandığında gülümsedi. "Anlıyor..." Doğru anlıyordu, ya da ben kafayı yemiştim. "Artık sigara içemezsin." dedi.

"Neden?" dediğimde elini kuşa uzattı. "Kuş yüzünden mi?"

"Kuzgun o. Kafanı çıkar camdan öyle iç. Gelmesin dumanın ona." Başımı salladım, içmezdim. Hatta içemezdim çünkü yanımda zaten paketim yoktu. Burada durmak için bir bahaneyle birkaç dakika daha balkonda kalacaktım. Gerçi olsa bile sigara içmezdim.

Kuzgun ile yalnız bıraktı beni, hareketsizce izledim. "Yediysen git hadi." dediğimde öttü.

Ahsen'in kafası balkonun camına eğildi. "Rahat bırak hayvanı." Hayvanı rahat bırakmayan ben değildim ki. Şu an hayvan yarmadan sıkılmış da alternatif olarak beni görüyor gibiydi.

Balkondan çıktım, mutfağa adımımı atar atmaz arkamdan kapanan sert balkon kapısını durduramadım, çarptı. Ahsen korktuğunda yere düşüp parçalanan bardağa baktık. "Özür dilerim."

'Elinin ayarını sikeyim be!' iç sesim bana sövmek için gecikmedi.

Yere eğilen Ahsen'in yanına çöktüm. "Basma, gelme..." Camları toplayan elleri titriyordu.

"Ben hallederim. İyi misin sen?" Yerde kalanları toplamaya başladım. Telefonum çaldı. "Efendim."

Güvenliktendi telefon. "Sarp komutanım, Duygu Hanım burada." Uzun zaman sonra duyduğum isime şaşırdım. "Biraz sarhoş gibi komutanım..." diye devam etti.

Gözümün önünde başka bir kadın vardı, hala elleri titreyerek camları toplamaya çalışan. Ellerine baktığımda gördüğüm kırmızılık. Duyduğum, aklıma gelen isim yok oldu. "Ne yaptın?" diye konuştum anında.

"Komutanım?" diyen güvenliğe değildi bu soru, Ahsen'eydi.

"İçeriye alma." dediğimde kapattım telefonu. "Ahsen, çek şu elini bırak şunları." Bileğini tuttum, yerden kaldırmaya çalıştım.

"Bir şey yok abartma!" Zıtlığa başlamıştık. İnadına karşı yerden kaldırmayı başardım.

Musluğun başına götürdüm. Suyu açıp elini altına tuttum, diğer elim avucunun üstünü süpürdü. Camları elinden temizledim. İki kesiğin yanında bir derin kesik vardı. Yeni duygu, neydi bilmiyordum, adı yoktu bende ama endişeden de öteydi. Duygu'da hissetmediğime emin olduğum daha farklı, daha başka bir duyguydu.

Elini suyun altından çektiğim an avcu kan oluyordu. Mutfağa annem ve albayım geldi. "Ahsen! Bir şey mi oldu?" Suya tuttuğum elini onlar da gördü, sonra yerdeki camları. "Elini mi kestin kızım?" Albayım yanımıza kadar geldi.

"Bir şey yok, ufak bir kesik. Siz gelmeyin, ayağınıza batmasın." diye başımızdaki kalabalığı geri savurdu. Yeniden yalnız kaldığımızda bana döndü. "Sen de suyun altına tamamen sokmaya mı çalışıyorsun beni." Kazağının kolları ıslanmıştı.

"Ufak dediğin şeye bak." Dediğim an eline baktı, hala aynı umursamaz ifadesi vardı suratında. "Şöyle yaparak beni o kadar deli ediyorsun ki!" dedim hafif sert bir tonda.

"Ne yaptım ya? Sen korkuttun beni düştü kırıldı, yenisini alırım." Akıllanmayacaktı, başımı sallayarak sitem ettim.

"Mevzu bardak değil, elin! Şuna bak, izi kalacak." Kendini gerçekten de hiç önemsemiyordu. Canını acıtıp farkına varması için sıkmak istedim ama kıyamadım.

"Neden, yara izi kötü bir şey mi?" Başını tamamen bana çevirdi, yakındık... Çok yakındık. Telefonum yeniden çaldı. "Ne var Yavuz?" Sinirlendim.

"Komutanım, gitmiyor. Bağırıp duruyor. Biraz dedim ama baya sarhoş." Duygu'dan bahsediyordu. Gitmezdi biliyordum, ben oraya inene kadar da sorun çıkartmaya devam edecekti.

"Burada değil de, zaten evde değilim. Gelemem Yavuz, sen hallet." Telefonu başımla kulağım arasına sıkıştırdım. Hala tuttuğum bileğiyle Ahsen'i mutfaktaki sandalyelerin birine oturttum. Ahsen'e sordum. "Sarabileceğim bir şey var mı?"

"Bana mı diyorsunuz komutanım?" Ahsen'den cevap beklerken başka birinin sesini duymak sinirlendirdi, arkadan duyduğum Duygu'nun sesini hiç özlemediğimi fark ettim.

"Sana demiyorum koçum, işim var evde değilim, gelemem. Kapat!" Telefonu kapatıp masaya fırlattım. "Elini sarabileceğim bir ye var mı?" Sorum tekrarlandı. "Bana bok gibi biri olduğumu söyleyen gözlerle bakmazsan çok daha mutlu olacağım."

"Öyle bakmıyorum." Tam olarak öyle bakıyordu. Korktuğum şey başkaydı, ben onun bakışlarını okuyordum. O da tam olarak benimkileri, gözlerimi çektim gözlerinden. "Ben hallederim, saracak kadar büyük değil." dedi. Eline tekrar baktım.

"Deli gibi kanıyor. Malzeme yoksa eve çıkıp alacağım. Doruk'un bir sürü eşyası var." Eve çıkıp çıkmamak için konuşmasını bekledim.

"Var malzeme." Ayağa kalktı.

"Nerede söyle ben alayım?" Bir şeyle uğraşsın istemedim.

"Odamda Sarp, ben alırım." Cevabına karşı bir şey diyemedim, başımı salladım. Mutfaktan çıktı, saniyeler sonra elinde ilk yardım kutusuyla geri döndü. "Çok harcama, bir yara bandı yeter." Sandalyeye yeniden oturdu.

Kutuyu da kendi başına açmaya çalışınca elinden çektim. Elimi uzattım. "Elini ver." Elini uzatmasını bekledim.

"Ben yapabilirim." dediğinde uzatmamak için direniyordu.

"Yapabilirsin yapamazsın demiyorum, ama zorlanırsın. Kesik olan elin, sağ elin. Sağlaksın sen, uzat elini." Uzatmadı. "Uzat şu elini Ahsen!"

"Beni de seni şu gıcıklığın deli ediyor ama ağzımı açıp tek eklime etmiyorum." Elini uzattığımda tuttum. Az önceki suya rağmen yeniden ısınan eli sıcacıktı. İnce uzun parmakları açıldı, avcu ortaya çıktı. Darbeleri sertti ama eli yumuşacıktı.

"Şu yaraya minik dediğine inanamıyorum." En derin kesiğe baktım, büyüktü. Sargı bezi çıkarttım.

"Sarp! Ameliyat et istersen. İğne iplik de getireyim mi?" Onun için hala derin değildi. Dikiş bile atılabilecek kesiği önemsememeye devam ederken ben onu dinlemeden sargı bezini sardım. Sızlandı.

"Acıdı mı?" diye sordum, ellerim durdu.

"Şaka yapıyorum. Acımıyor hadi sar artık." Devam ettim sarmaya, acıyla dalga geçmesine sinirlendim.

"Hep böyle misin sen?" Daha fazla içimde tutamadığım öfkem dışarıya sitem olarak çıktı.

"Nasıl mıyım?"

"Gamsız?" Ona uyan kelimem tam olarak buydu.

"Bencildim, şimdi de gamsız mı oldum?" diye sordu. Bencilsin demiştim ama o konuda da gamsızdı aslında. Kesinlikle gamsızdı.

"Gamsızmışsın ben yanlış tahmin etmişim." Sessizlik. "Diğer tahminlerim gibi." Yine sessizlik. Ne dediğimi anlamıştı ama cevap vermiyordu. Elini sarmayı bitirdiğimde başını eline yaklaştırdı, daha da eğilince saçları gözümün önünde, burnumun dibindeydi. Kokusu geldi, çekemedim başımı geriye.

"İyi, sağ ol." O çekti başını önümden, koku azalmıştı ama gitmedi. Portakal ve vanilya gibi güzel bir kokusu vardı saçlarında. Saçlarından ayrı kendisinin de farklı bir kokusu vardı, ikisi de hoştu, çok hoş...

"Özür dilerim." dedim yeniden.

"Sorun değil. Bir bardak sadece." Mevzubahis ona göre hiçbir zaman canı değildi, anladığım kadarıyla olmayacaktı da. Ama benim özürüm sadece buna değildi.

"Sadece bunun için değil." dedim belli ederek. Yakalayacağımı hiç tahmin edemeyeceğim bir bakışla karşıladı beni, şaşkındı.

Gülerek "Ne?" dediğinde odağım kaydı. İki yana kıvrılan dudağının yanında minik bir çukur belirdi. Bana güldüğünü gördüğümde daha da şaşırdım. Arkadaşına güldüğü gibi tam karşımda bana gülüyordu. Sıralanmış dişlerini sergiledi gülüşü, kısılan gözlerine baktım.

Benim manzarama karşı onun manzarası benim suratım olunca kendime gelmek için cebelleştim. "Özür dilerim. Sana karşı yaptığım her yanlış için. Saçma fikirler için..."

"Ne dedin?" Hala gülmeye devam ediyordu. Gülmemesinden artık şikayet etmeyecektim çünkü bu şekilde karşısında beni mal ediyordu.

"Özür di-..." Ve beni mal ettiğinin farkındaydı. Olayı anlayıp durduğumda gülüşü büyüdü, gülüşüne özel sesi hafiften çıktı. Sandalyeden kalktı. "Haksız olduğum için susuyorum, biliyorsun değil mi?"

"İstersen susma, her şeye verecek bir cevap bulurum." Bana döndü. "Biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum." Camların geri kalanını toplamak için ben de kalktım. Aklımda onun hakkında sormak istedim o kadar çok soru vardı ki artık, merak beni içine çekti.

Ben basit bir adamdım, yaşadığım büyük şeyler işimin içinde kaybettiğim askerlerim, nişanlım tarafından uğradığım ihanetti. Annem geldi aklıma, şu yaşımda bile kaybetsem mahvolacağım geldi. Uzun zaman oldu demişti, uzun zaman iyi aile kızı lafına uyacak bir şey değildi. Kendime sinirlendim yeniden.

Belki de acısını sakınması bu yüzdendi, acıyordu ama söylemiyordu. Daha büyüğünü yaşamıştı belki de.

 

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

"Savcının yanında mısın?" diye sordu Aslan, oğluna. Görüş hakkını kullanmış telefondan oğlu Alperen ile konuşuyordu.

"Evet baba, korumasıyım." Daha çok Ahsen'in Alperen'i koruduğunu söylemedi Alperen, babasına.

"Yakında geleceğim." diye devam etti Aslan Uğur.

"Nereye geliyorsun, nasıl geliyorsun baba?" Alperen, babasının bahsettiği şeyi anlamadı.

"Oraya... Savcıyla konuştur beni, acil." Aslan Uğur bir karar vermişti, kendi canını hiçe sayacak bir karar.

"Ne oldu baba, anlatsana." Alperen iyice meraklanmış bir şekilde telefonu sıkarak kulağında tutmaya devam etti.

"Muhbirlik yapacağım. Oraya gelmem gerekiyor, beni oraya aldırsın. Peşine düşecekler." dedi Aslan Uğur.

"Kim? Kim düşecek peşine baba? Ne muhbirliği?"

"İskender... İçeride adamı var, koğuşta. Yanlış bilgiyle savcıyı şaşırtmışlar. Senin savcının peşinde. Avukatını almışlar içeriye, adam senin savcıyı tanıyor." İskender'in avukatı Emre Oğuz ile aynı koğuştaydı Aslan Uğur. Ahsen'in ismi İskender'e ulaşmıştı.

"Davası var baba, hemen çözülemeyecek kadar ağır bir dava. Seni buraya davayı bitirmeden nasıl getirtecek?" Alperen, babasının aciliyetinden ve sesinin tonundan panik oldu. "Nasıl koruyayım baba ben onu İskender'den?" Gücünün yetersizliğinden dolayı endişelendi.

"Sakin ol. Savcına söyle benimle konuşsun." Aslan'ın vakti dolmuştu başka bir şey diyemeden, Alperen'den cevap alamadan telefon kapandı. İçeriye girdi, Emre ile göz göze geldi. Burası Aslan'ın sözünün geçtiği bir koğuşken Emre'nin geldiği andan beri rahat oluşuna sinirlendi.

"Bir sorun mu var Emre?" Kendi yatağına çöktü, eline gazetesini aldı.

"Bir sorun yok, sen de bir sorun var mı Aslan?" Bir zamanlar bu adamları çıkaran Emre, seçtiği yanlış müvekkili yüzünden artık içerideydi. Ve artık sesini çıkarabileceği gücü yoktu. Buradan çıkacağını düşünmüyordu. Aklında tek bir isim belirdi; Altay.

Ahsen'i reddettikten sonra Altay'ın aldığını öğrenmişti. Yıllar içinde rakip olmaya devam ederken yavaşça kendi düşüşünü gören Emre son nokta olarak İskender'i bulmuştu. Tekrar yükselmeye başladığında işler sarpa sarmış içinden çıkılamaz bir camiaya girmişti. Şimdi de bedelini ödüyordu. Dışarıda duran Altay ve hayatına savcı olarak devam eden Ahsen'i öğrendi. Hedef onlaraydı.

Onunla içeride konuşan savcının Ahsen olduğunu söyleyerek İskender'e haber salmıştı. Emre'nin konuştuğunu düşünen İskender, şimdi de Ahsen'i ortadan kaldıracaktı. Emre'nin İskender hakkında verdiği bilgiler bir başka savcıda durup soruşturma devam ederken de Emre içeride kalmaya devam edecek ve yaşayacaktı.

Gerçek savcı belli olursa Emre'nin içeride nefesi kesilirdi, savcıları değiştirip İskender'in soruşturmasının devam etmesi onun yaşam biletiydi. Geldiği koğuş da onun talihsizliği olmuştu ama ölmekten iyidir diye sesi çıkmıyordu. Aslan'ın yakalanmasında Ahsen'in katkısının olduğunu biliyordu ama oğlunun Ahsen'in yanında onun koruması olduğunu, Aslan'ın Ahsen'e düşmanlık beslemediğini bilmiyordu. Herkesi kendi gibi sanıyordu.

"Burası beni evim olmuş Emre, benim evimde sorun çıkmaz. Çıkarsa sorunu ortadan kaldırırım, benim kaçarım yok, avukatsın bilirsin." Uzun yılı vardı Aslan'ın, o bitene kadar bir insanın vadesi dolmuş olurdu, Aslan da ölüsünün buradan çıkacağını biliyordu.

Emre sustu, Aslan'ın yüzüne bakmadı.

 

 

 

***

 

 

 

"Hazır mısınız?" Tüm valizler kapıdaydı. Mete içeriye seslendi.

"Anne çabuk, babam bizi almadan gidecek." Leyla'nın onun saçını örmesini bekliyordu Duru. Ahsen'in yanına gideceklerini biliyordu, heyecanlanmıştı.

"Bizi bırakmadan gidemez bir tanem. Halan seni görmezse babanı içeriye almaz merak etme." Saçlarını ördü, üstünü de düzeltti ayağa kalktı. "Hadi gidelim."

Koşar adımla Duru babasına ilerledi, zil çaldı. Mete kapıyı açtı. "Oğlum..." Kapının önünde dikilen Ali'yi gördü. Uzun zamandır duymadığı kelimeyi sahibinden duydu. Duru babasına bakıyordu, Ali oğluna, Mete babasına, Leyla da kızı Duru'ya.

Kapının önünde sessiz bir bekleyiş vardı. Mete tek bir şey söyledi. "Leyla, Duru'ya alıp yukarıya çıkar mısınız?" Leyla cevap vermeden Duru'yu kucakladı. Duruma o da şaşkındı, Ali ile göz göze geldikten kısa bir süre sonra kapının önünü terk etti.

"Bu adam kim? Misafir mi geldi, gelecek zaman mı anne? Başka zaman mı yoktu?" Eve gelen Ali'yi tanımıyordu, söylendi.

"Baban ne derse o miniğim. Odana girelim mi?" Leyla, Duru ile Duru'nun odasına girdi.

Leyla ve Duru göz önünden kaybolduğu an Mete dayanamadı, karşısındaki adama baba demedi, suratının ortasına bir yumruk attı. "Oğlum mu?"

Ali sesini çıkarmadı, her darbeyi hak ettiğinin farkında olarak çıkmıştı zaten Mete'nin karşısına. Her şey üst üste gelmişken dışarıdaki komşularına rezil olmamak için yakasından tuttuğu Ali'yi içeriye aldı. "Nasıl geldin sen buraya? Neredeydin?"

Eli suratında yediği darbenin acısını dindirmek isteyen Ali konuştu. "Polonya'daydım. Yeni geldim... Sahte kimlikle." Mete'nin yüzüne bakamadı.

"Niye döndün?" Mete'nin Ali'ye olan bakışı derin bir nefretti, iğreniyordu babasına bakarken.

"Cezamı çekmek için..." Cezaevinden bahsetmiyordu, hapis olarak değildi istediği ceza. Kızının çektirmesi gereken bir ceza istiyordu, gerekirse onun ellerinde öleceği bir ceza istiyordu.

"On bir yıl sonra mı?" diye sordu öfkeyle, aile kavramında her taş yıkılmışken babanın geri dönüşüne ihtiyaç yoktu. Tuğlalar düştüğünde paralanmıştı, bir daha birleştirmek mümkün değildi, un ufak olmuştu.

"On bir yıl sonra..." dedi Ali. Geçti biliyordu, hatta çok geçti. Her şeye geç kaldığı gibi cezasını çekmek için bile geç kalmıştı. "Ahsen burada mı?" diye sordu Mete'ye bakarak. Mete'yi bıraktığında yirmi yaşındaydı, değiştiğini fark ettiğinde Ahsen'i merak etti. Ne kadar değiştiğini görmek istedi ama bırakıp gittiğinde kendi kızının kaç yaşında olduğunu bile bilmiyordu.

Aklındaki tarihle hesapladı. On altı yaşında olan kızının şimdi yirmi yedi yaşında kocaman bir kadın olduğunun farkına vardı. Eve göz gezdirdi, bir fotoğraf aradı gözleri, son halini merak ediyordu.

"Sakın! Sakın onun hakkında konuşma. Derdin neyse söyle siktir git! Paran mı bitti, ne kadar lazımsa söyle ben vereyim sonra da çek git? Onunla bir işin yok." Suçlu olan babasının yakalanmasını bile isteyemedi Mete. Yakalanırsa Ahsen'in öğreneceğini biliyordu, bir kez daha kardeşini kaybetmeyi göze alamazdı.

"Benim ondan özür dilemem gerekiyor, nerede söyle bana yemin ederim cezamı çekmek için döndüm." Duru'nun fotoğrafını gördü hemen yanında. Ahsen'in küçüklük fotoğrafı sandığında dokunmak istedi.

"Ailemden uzak dur!" diyen oğlunun sert sesiyle çerçeveye uzanan eli durdu.

"Bu... Ahsen mi?" diye sordu Ali gözleri dolarak. Fotoğraftan da olsa dokunmak istiyordu. Burada gülüyordu Duru, farklı buldu Ali. Farklıydı çünkü Ahsen hiç böyle gülmemişti.

"Kızım o benim. Dokunma." Çerçeveyi çekip aldı, Ali'nin bakmasını bile istemiyordu.

"Aile kurmuşsun. Çok yakışmış babalık. Çok büyümüşsün." Artık başka bir ailesi olan oğluna baktı.

"Senin yapamadığını yapıyorum. Büyük bir zevkle hem de. Ailem hakkında konuşmak üstüne vazife değil." İyi bir baba olmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu, babasının yaptığı ne varsa tam tersini yapmak iyi bir baba örneğiydi. Zorlanmamıştı hiç, iyi bir baba olmayı oldukça keyifli buluyordu. Duru'nun bir yeri çizilse canından can gidiyordu. Karşısında duran baba denmeye bin şahit adamın kardeşine açtığı yaralar geldi aklına.

"Haklısın..." dedi sustu Ali. Diyecek tek bir kelimesi yoktu.

"Niye yaptın? Annemi neden öldürdün?" ne soracağımı bilemiyordu. Aradan habersiz geçen on bir yılda geberdi sanıyordu Mete. Ali'nin oldukça sefil bir halde, önceden her gün giydiği temiz takımlarının aksine özensiz bir pantolon ve kazak giydiğini gördü. O da çökmüştü ama kötüye bir şey olmazdı, hala nefes alıyordu. Kestiği nefesin aksine hala rahat, gayet sağlıklı görünüyordu.

"Ben kendimde değildim, yemin ederim çok pişman oldum." Kendinde değildi bu doğruydu ama kendinde olmak isteyip de kendinde olmadığı bir durum değildi. Bunu da kendisi seçmişti.

"O zaman kaçmaz cezanı keserdin. Sen hiçbir zaman kendinde değildin zaten." Bir ara düzeldiğini sandığı babasının tekrar uyuşturucuya başladığını anlamıştı. Annesine defalarca kez söylemişti ama Aylin her seferinde karşı çıkmıştı. Kaçarsalar Ali'nin yine bulacağını biliyordu.

"Korktum." Bu da Ali'ye göre gerçek bir cevaptı ama geride kalanlar için mantıklı bir cevap değildi. Zırvalayıp durduğunun farkındaydı Ali.

"Biz de korktuk. O gece ben gelmeseydim ne olacaktı?" diye sordu, cevabı ikisi de biliyordu. Ali'nin sonu değişmeyecekti yine kaçmış olacaktı, giden bir kişi daha olacaktı. Mete gelmese Ahsen de ölecekti. Ayağa kalktı. "Yeter bu kadar, yok Dide burada. Nereye geldiysen oraya geri dön, Dide'yi arama."

"Ama..." Gerisini söyleyemeden Mete kesti sözünü. "Ama ne? O seninle konuşamaz, öldü." Belki öldüğünü söylerse aramaktan vazgeçer diye düşündü. Bunu söylerken bile içi bir tuhaf oldu Mete'nin. Ahsen'in kafasının dalgın olduğunu biliyordu, Ali'yi görmesi onu daha çok etkileyecekti.

"Yalan söylüyorsun, mezarlıktaki adam bile biliyor, savcı olmuş. Onu görmek istiyorum sadece." Ali'nin söylediği şeyle kolunu tuttu sıktı.

"Evde eşim ve çocuğum var, senin sesini bile duysunlar istemiyorum. Yok sana Dide, siktir git!" Babasını evden dışarıya attı Mete. Valizleri belli olmayan bir süre için tuttu, biletler yandı. Ali'nin peşinden gelmeyeceğinden emin olduğu zaman gideceklerdi.

Telefonu çaldı Mete'nin, bakmadan açtı. "Ne var?"

Ahsen abisinin ona böyle bir tepki vereceğini bilememişti, şaşırdı. Mete hala arayanın kim olduğuna bakmamıştı, Ali'nin siniri vardı üstünde. "Sana da merhaba abi... İyi misin?"

Ahsen'in sesini duyunca o da afalladı, emin olmak için telefonu kulağından çekip Ahsen olup olmadığına baktı. "İyiyim iyiyim. Sen iyi misin?" Onu aramasına sevindi, yanına gitme durumu ertelenince en azından sesini duyuyor olması Mete'ye iyi gelmişti.

"Ben de iyiyim, hiç aramıyorsun diye ağladığın için aradım." diye cevapladı Ahsen, abisini. "Yanlış bir zamansa kapatayım?"

"Yok, kapatma. Yanlış bir zaman değil biraz yorgunum ondan. Senin aradığını bilmiyordum, bilsem böyle açar mıyım telefonu?" Ali'den bahsetmeyecekti.

"Ne bileyim abi?" Arabadaydı Ahsen, Alperen ile konuşmak ve birkaç dosya için emniyete gidiyordu. Bulduğu boşlukta Mete'yi aramak istedi.

"Sen güvenli bir yerde kalıyorsun değil mi?" Ali'nin tehlikesi çoktan Mete'nin başını sarmıştı. Laneti kovmak kolay olmamıştı, uğruna bir can gitmişti birini daha kaybedemezdi.

"Eve abi lojmanda kalıyorum. Niye böyle sorular soruyorsun, iyi misin gerçekten?" Mete'nin normalde böyle sorular sormadığını biliyordu Ahsen, garip geldi sorular.

"Normal bir soru sorduk kızım." Yalan söylemeyi pek beceremeyen Mete duyduğu endişeyi gizlemeye çalıştı.

"Abi taşınırken sormadın da şimdi mi soruyorsun?" Ahsen yememişti bu bahaneyi ama aklında Ali yoktu.

"Dide bir kere de sorularıma soruyla değil de düz bir cevapla gelsen? Şimdi sorasım geldi, şimdi sordum. Olamaz mı?" Lojman güvenli mi diye düşünüyordu şimdi de, güvenliyse ne kadar güvenli, Ali girebilir mi diye düşündü.

Ahsen sinirlendi. "Ben kapatıyorum abi, şu an hiç çekilmiyorsun. Dinlen öyle konuşalım, hadi bay." Telefonu kapattı.

 

***

 

Emniyete geldi. Alperen'in yanında Erkin başsavcıyı da görünce şaşırdı. "Başsavcım..." Alperen'e döndü. 'Ne oldu' der gibi göz kırptığında Alperen cevap vermedi.

"Otur savcım." Erkin başsavcının sözünden sonra koltuklardan birine oturdu. "Aslan Uğur, Alperen'in babası Alperen ile konuşurken bir şey demiş. Senin hakkında."

Kaşları havalandı Ahsen'in, Aslan Uğur'un onun hakkında ne diyeceğini düşündü fakat aklına herhangi bir konu gelmedi. "Benim hakkımda?" diye soru sorduğundan Alperen'e döndü bakışları. Bir şey olsa önce ona Alperen söyler diye düşünmüştü.

"Muhbirlik yapacak. İskender Atay'ın avukatı içeride, savcı olarak senin adını vermiş. İstanbul'dan aranıyorsun. Emre Oğuz, adını vermiş. Tanıyor musun?" İsimi hatırlamaya çalıştı.

Avukat Emre Oğuz... Hatırladı. Babası yüzünden alınmadığı büroda itibardan söz eden bir avukat. "Tanıyorum ama kendisiyle bir kez konuştum, çok eskiden." Nasıl bir mevzuydu da içine girdi, Emre'nin aklına Ahsen geldi merak etti.

"Anlaşılan senin düşmanın olacak kadar derin bir konuşma." diye devam etti Erkin başsavcı. Kızgın değildi, olayı çözmek ister gibi bir halde sakince konuşuyordu.

"Hayır, stajyer avukatlık için bürosuna gittiğimden babam yüzünden alınamayacağımı söylemişti. Başka bir konuşma geçmedi aramızda." Ahsen her şeyi bilen Erkin başsavcıya açık konuşurken burada olan Alperen'i de kattı. Onun hayatı de kendisinin hayatından çok aşağıda değildi. Boş vermişti artık kendi hikayesini.

"Aslan Uğur buraya sevk edilecek. Bize çalışacak." Alperen ile göz göze geldi Ahsen. Babasının gücünü küçümseyip, muhbirliğe kadar gittiği hakkında ne düşündüğünü merak etti. Kendi babası pisliğin önde gideniydi ama en azından Alperen'in babası suçlu olsa da oğlu için hala kıymetliydi, çünkü oğluna iyiydi Aslan Uğur.

Ahsen başka bir davası olduğunun farkındaydı, başsavcı da Alperen de ama konu ertelenecek bir konu değildi. Başını sallayarak cevap verdi Ahsen.

"Harun itirafçı olmuş. Patron kendisiymiş, ele başı olduğunu itiraf etti." Erkin başsavcının söylediğine şaşırdı. Erkin başsavcı devam etti. "Nazım kod adıyla başka biri gibi gözüküyormuş. Harun da kod adı. Gerçek adı Sinan Bayru."

"Yeni soruşturma belli..." İskender Atay'dı. Öncelik Ahsen'in güvenliğiydi, Alperen'e düşen görev de belliydi. Alperen de, Ahsen de emniyetten çıktı.

"Atla bırakayım seni." Ahsen önce Alperen'i bıraktı, eve giderken çalan telefona baktı. Numaraydı, kayıtlı değildi. "Alo?"

"Ahsen!" diyen kadının sesi kısık geliyordu.

"Kimsin?" dedi Ahsen, kimin aradığını bilmiyordu.

"Ben Derya." dediğinde hatırladı. Ulaş'ın sevgilisiydi. Askeriyede karşılaşıp tanıştığı kadına numarasını kendisi vermişti. "Ulaş'a da, diğerlerine de ulaşamıyorum. Kapımı biri zorluyor, baya oldu ama gitmiyor. Polisleri aradım ama içeriye girmek üzere, başka kimi arayacağımı bilemedim." Sesinde korku vardı.

"Bana konum atabilir misin?" Çok sıkıntılı bir şey olduğunu düşünmedi Ahsen. Tacizci sapık, ya da alkollü biri olduğunu düşünerek gitmeye karar verdi.

"Tamam. Ben çok ses çıkartamıyorum, sen ulaşırsan Ulaş'a söyler misin gelsin?" Derya fazla korkarak banyoya kendini kilitlemiş hatta ışığı bile kapalı duruyordu.

"Tamam. Çok panik yapma kafası yerinde olmayan biri girmeye çalışıyordur." Derya'nın kendisi gibi bir işte uğraşmadığını, öğretmen olduğunu biliyordu. Düşmanı olamaz diye düşündü.

Derya'nın telefonun kapattı önce Demir albayı aradı, açmadı. Onat'ın numarası vardı onu aradı, o da açmadı. Ruhi'yi aradı, kapalı. Son olarak tek bir numarayı aradı Ahsen, Sarp'ı. Açılmadı. Değişen bir şey olmamıştı. Bir yandan da Derya'nın evine ilerledi.

 

 

 

 

***

 

 

 

 

Demir albay konuştu. "O kasa da ne vardı peki bu kadar önemli?" Tüm tim bir odada Harun ile konuşuyor, bilgi almaya çalışıyordu. Bu sorgudan sonra Harun emniyete teslim edilecek davası görülecekti.

"Birkaç güne patlayacak kadar büyük bir sürpriz." dedi Harun gülerek. Kasada çok önemli, özenle hazırlanmış, güçlü patlayıcı içeren bir bomba vardı. Bir sonraki eylemleri için biçilmiş bir kaftandı. Harun ellerindeydi ama en önemli parça hala onlardaydı.

Tim anladığında hepsi sinirden gerildi. Onat daha da öfkeliydi, durduramamıştı. "Planınız ne?" diye sordu Demir albay bu defa.

"Planımız sizden biri, olmazsa herhangi biri de kabul. Kısmet." Harun'un cevabı netti, geri adım atmaya da attırmaya da olumlu bakmıyordu. "Tek bir emir, onlar benim için ölür. Siz de bizim için ölür müsünüz?" Güldü.

Tim sakindi, herkes burada olduğu için çok endişelenmedi. Ediz'in aklına eşi Emel geldi, Yunus'u aklına eşi Arzu, Ilgaz'ın aklına sevgilisi Sena, Kıraç'ın aklına sevgilisi Sanem, Mert'in aklına sevdiği Yeliz, Ulaş'ın aklına sevgilisi Derya geldi. Ruhi ve Onat'ın düşündükleri biri yoktu, Sarp'ın da yoktu ama aklına onun da bir isim geldi, Ahsen. Gerildi Sarp.

Harun, "Düşündüğünüz gibi işte, sizden biri..." dedi tekrarlayarak. Gülüyordu, Demir'in vurmasıyla sırıtışı son buldu.

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

AHSEN DİDE KORKMAZ

 

Eve gelmem çok sürmedi, dört dakika sürmüştü. Arabadan inip eve baktım, etrafta kimse yoktu. Minik bir evdi Derya'nın evi, tek katlı evine yaklaştım. Hala ne olduğunu anlayamamışken Derya'nın da korkusunu arttırmak istemedim, mesaj attım.

BEN: Geldim ben, kimse yok Derya.

Kapısına ilerledim. Mesaj geldi.

DERYA: İçeride! Evin içinde biri var, yemin ederim. Şimdi girdi.

İçeride biri olduğunu söylediğinde kapıyı ittirdim, kapalı olan kapının kenarı yamulmuştu. İttirdiğim an açılan kapıyla içeriye girdim. İçeride yana tek bir ışık bile yoktu, belimden silahımı çekip çıkardım.

Sağımdaki kapalı kapıya vurdum. "Derya?" Kapı açıldı, Derya çıktı. Elinde telefonunu sıkıca tutuyor, titriyordu. "Dışarıya çık, arabada bekle. Ben bakıp çıkacağım." Arabamın anahtarını ve biri ararsa diye telefonumu verdim.

Koluma sarılarak "Sen de çık." dedi.

"Bakıp hemen çıkacağım. Dışarıda beni bekle." Bir sorun olduğunu düşünmüyordum, Derya'nın dışarıya çıktığını görür görmez içeriye bakmaya devam ettim. Salonun ışıklarını yaktım, hiçbir şey yoktu. Başka bir odaya ilerledim, ışığı yaktım burası da boştu. Odanın karşısındaki mutfağa girdim.

Başka bir yerden, içeriden, çıkan sesle mutfaktan çıktığımda geriye kalan tek bir oda vardı. Oraya girip ışığı açtığımda bir adam duruyordu. Silahımı ona doğrulttum. "Dön arkanı!"

Adam bana döner dönmez bir elinin altında minik bir tuşu tutuyordu. Diğer eli önünü açtı. Hem manuel hem de ayarlanmış bir bombayı taşıyordu üstünde. Üç dakikadan az kalmış zamanın erken olmasını sağlayacak tuşun bulunduğu ele baktım. "Baktım..."

"Kimsin?" diye sordum, zaman azaldı. 02.41

"Ne önemi var? Nazım'ın istediğini gerçekleştirenden sadece biriyim." dediğinde buraya bilerek geldiğini anlamıştım. Derya hedefleriydi, hatta belki de Ulaş ve Derya, ikisi de. Kapıya doğru yürümeye çalıştım.

"Harun mu?" diye sordum. Şu an elimizde olduğuna göre bu önceden planlanmış bir şeydi. Üstüme yürüdü.

Salona girmek zorunda kaldım. Güldüğünü gördüm, başını iki yana salladı. "Hayır büyük başkandan." 02.18

Silahım ateşlendi, tuşu tutan elini vurdum, ona asılı bir kabloyla duran tuş havada salladı. Sonra iki bacağına sıktım, peşimden gelmesini engellediğimde çıkamam gerekirken kapının önünde oluşuyla evden çıkmam zordu. Silahın kabzasının tersini cama vurdum, kırılan camdan attım kendimi. Bahçeye düştüğümde koşmaya başladım. Hala bir dakika olduğuna emin olduğum zamanda araya tuş girmişti sanırım, patlamanın sesi kulaklarımı zorladı. Arkamda hissettiğim sert basınçla birlikte ayakta duramadım, ileriye savrulduğumda yeni bir acı daha eklendi. Belime bir şeyin girdiğinden emindim.

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

Sarp telefonunda gördüğü numaraya baktı, Duygu sandığı için geri dönmedi. "Ahsen savcım aramış." diyen Onat'a baktı. "Numarasını ver bana." Sarp, Onat'tan numarayı alırken arayan numara çıkınca Ahsen'in onu da aradığını fark etti. Ahsen'i aradı.

Evin etrafını şeritle çevreleyen polisler yeni gelmişti. Ahsen'in çalan telefonuna baktı Derya, açtı telefonu. "Alo? Sarp abi..." Gözünün önünde patlayan evine baktı Derya. Etraf tozdan bir süre görünmez oldu.

Derya'nın kendi telefonu çaldı, Ulaş onu arıyordu. Sesi çıkmadı Derya'nın. "Ahsen nerede?" dedi, telefonu açanın kim olduğunu bilmiyordu ama Ahsen'in olmadığını biliyordu.

Cevap Ulaş'tan geldi. "Derya'nın evinde." Tim hazırlandığında Sarp olduğu yere çivilendi. "Komutanım?"

"Patladı..." dedi Sarp. Artık Derya'nın sesi de yoktu, Ahsen'in sesini hiç duymamıştı. Kendine geldiğinde o da çıktı dışarıya. Kaybetme korkusunu ilk kez iliklerine kadar hissettiğinde bu bir yabancıya değildi. Ahsen'in Sarp'ta farklı bir yere yerleştiğini anladı Sarp. Artık Ahsen başka bir köşedeydi, sadece onun olduğu ayrı bir köşe...

 

 

***

 

 

Timin karşılaştığı manzara durumu daha da ciddi kıldı. Harun'un dediği gibi kasa patlamıştı. Önce açılmış seçilmiş kişiye giydirilmiş daha sonra seçilen hedefe varmıştı. Yara alan hedefteki değildi. Ulaş'ın sevgilisine olan seslenişi yanıt buldu. Polislerin yanında ağlayan Derya, Ulaş'a koştu. "İyi misin?"

Derya başını iki yana salladı. "İçerideydi..." dedi sadece. Tim sordu. "Kim?"

Sarp cevapladı. "Ahsen..." Polislerin çektiği şeridi yırtıp alana girdi.

"Beyefendi, giremezsiniz." İçeriye giren polisler ellerinde bir ceset torbasıyla çıktılar. Sarp'ın içinde beliren ince sızı derinleşti. Ceset torbasına ilerlediğinde iki polis Sarp'ı tuttu. "Zorluk çıkarma, çık kenara."

"Ahsen mi o?" Tutamadılar Sarp'ı, ambulansa koştu. "Açın şunu!"

"Ceset parçalanmış, tespit edemezsiniz. Adli tıp bakacak." Ambulansa bindi, açmaya çalıştı torbayı ama karşılığında iki polisten daha fazlası geldi. Sarp'ı indirdiler. "Zorluk çıkarma, geride kal."

Polislere karşı koyacak bir gücü kalmamıştı. Gözleri büyüdü, karşısında ayakta durmaya çalışan Ahsen vardı. Adımları yavaştı, eli belinde, beyaz gömleği kana bulanmış. Sarp'ın gücü geri gelmiş gibi Ahsen'e doğru koşmaya başladı.

Ahsen daha fazla yürüyemedi, ayakları yerde sürünmeye çalışırken durdu. Başı dönerken belinde hissettiği acıyla yüzündeki ise gözyaşı karıştı. Temiz bir yol yaptı yüzünde, sallanmaya başladığında düşecekken düşmesine izin vermedi Sarp. Tuttuğu gibi kucağına aldı. Ahsen'in eli Sarp'ın kıyafetini tuttu, bu tutuş uzun sürmedi.

Başı Sarp'ın omzuna düşerken eli de serbest kalıp aşağı düştü. "Geldim..." dedi Sarp. Geç kalıp kalmadığını bilmiyordu ama ambulansa varana kadar bu kelimeyi sürdürdü.

"Savcının arabasını alın." Ruhi'ye döndü. "Doruk'u ara acil kapısında beklesin!" Ahsen'in yanına ambulansa bindi.

"İyi mi?" Ambulans içindeki paramediğe konuştu. Ahsen'in cihazda atan kalp ritimlerine baktı, hiçbir şey anlamadı.

"Kan lazım." Ahsen'in beline baskı uygulandı. Hastaneye geldiler, haber verdikleri gibi Doruk yanında başka bir doktorla acil kapısında bekliyordu.

"27 yaşında kadın, bilinci kapalı. Belinde yarık var, kan lazım. Başına darbe almış." Sedyeyle içeriye girdiler. Sarp, Ahsen'in arabasından inen Derya'nın elinden Ahsen'in çantasını aldı. Elleri titreyerek hastaneye girdi.

Ahsen çoktan kırmızı alandayken Sarp onu yakalayamadı. Koridorda öylece kaldığında Ahsen'in susmayan telefonunu çantasından çıkarttı. Azra'nın çağrısını açtı. "Alo? Dide neredesin, evde misin? Sana uğrayayım mı evdeysen?"

"Azra?" Azra, Sarp'ın sesini duyunca şaşırdı.

"Sarp abi?" Sarp ne diyeceğini bilemedi.

"Azra, Ahsen hastanede, yani biz hastanedeyiz. Ahsen kaza geçirdi." İki tarafta sustu. Telefon Azra tarafından kapandığında Azra çoktan ağlamaya başlayarak hastaneye gidiyordu.

Ekrandaki yazıyı gördü Sarp.

ABİM: Dide?

ABİM: Aradığında ters davrandım özür dilerim, kafam biraz dalgındı.

ABİM: Küs müyüz?

ABİM: Uyudun mu?

ABİM: Neyse uyu, uyanınca ben senin gönlünü alırım.

ABİM: Bir şey olursa ara.

Araması gerektiğini düşündü ama şifreli telefonu açıp arayamazdı. Telefonu çantasına geri koydu, koltuğa çöküp beklediğinde tim de Sarp'tan biraz uzakta duruyordu. Azra acil kapısından girer girmez sadece Sarp'a koştu. "Sarp abi?"

"İçeride, içeriye aldılar." dedi Sarp da Azra'ya dönerek. Azra'nın gözlerindeki korkunun eksiği değil fazlası Sarp'ın gözlerindeydi.

"Ne oldu? Nasıl kaza geçirdi? Araba kazası mı? Çok mu kötü?" Azra alışık olduğu bu konuda hala ilk anki panik ve korkusunu yaşamaya devam ediyordu.

Sarp ilk kez Ahsen'in lanetiyle tanışmıştı, son olmayacaktı ama bundan da haberi yoktu. "Canlı bomba. Durumu hakkında bir bilgim yok ama iyi olacak, merak etme." Azra'ya sarıldı. "Abisi yazmıştı ara istersen, numarası varsa sende."

Vardı numarası, aramak istedi ama Ahsen'in geçmişten gelen sesi durdurdu. 'Ölmediğim sürece ne olursa olsun abime hiçbir şey söylemeyin.' Neden dediğini de biliyordu. Sözünde durup durmamasına karar vermek için Ahsen'in durumunu öğrenmek istedi.

Doruk çıktı acilden. "0 RH+ kanı olan?" Sarp'ın kanı uymuyordu. Ruhi atıldı öne. "Benim 0 RH+ ben veririm." Ruhi içeriye girdi Doruk, Sarp ve Azra'ya döndü. "Durumu iyi, korkacak bir şey yok." Ağlayan Azra'ya sarıldı. Sonra abisinin elindeki çantayı gördü. "Ahsen'in mi?"

"Evet." Çantayı tutmaya devam etti.

"Kimliğini bana ver." Sarp karıştırmamak için çantayı Azra'ya uzattı, Azra içinden önce Ahsen'in cüzdanını çıkarttı, sonra kimliğini çıkartıp Doruk'a uzattı. Kimliğin kenarından çıkan fotoğrafı gördü Azra, çekip aldığında daha çok ağladı.

Sarp da gördü fotoğrafı. Gözleri kısıldı, gördüğü kişinin kim olduğunu hatırlamaya çalıştı. Hatırladı da. "Aylin hoca?" Azra, Sarp'a döndü. "Yani Aylin mi bu kadın?"

"Evet tanıyor musun?" Azra, Sarp'ın Aylin'i nereden tanıdığını anlamadı.

"Fizik öğretmeni, benim hocam değildi ama matematik hocamın eşi, tanıyorum. Ali hocanın eşi, Ahsen'in annesi mi bu kadın?" Azra başını sallayınca hocasının yurtdışında olduğunu, tanıdığı hocanın öldüğünü, başında bekleyen kadının eski hocasının kızı olduğunu öğrendi.

"Evet..." dedi Azra. Ali'nin ismini duymak onun da hoşuna gitmemişti, Aylin'in fotoğrafına bakmaya devam etti.

Sağanak yağmur başladı, gökyüzü şimşekleriyle akşamı gündüze çevirir gibi parladı. Aylin kızının acısına ağladı...

 

 

***

BÖLÜM SONU...

Ay bölümü yetiştirebildim sonunda, umarım beğenmişsinizdir.

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz nedir?

Oy ve yorum için şimdiden çok teşekkür ederim, kendinize iyi bakın, haftaya görüşürüzzz.

Loading...
0%