Yeni Üyelik
1.
Bölüm

GİRİŞ|Canhıraş

@nathaliepall

 

GİRİŞ

Hepinize merhaba ve hoş geldiniz.

Bu benim ilk kurgum ve o yüzden kurguda hatalarım, yazım yanlışlarım olursa ve dil akıcılığımı beğenmezseniz kusuruma bakmayın...

Düzenlemeye başladım bu yüzden tüm bölümleri taslağa alıp yazıyorum. En baştan başlayalım. Umarım düzenlememe değecek şekilde güzel olur...

Başlama tarihlerinizi alabilir miyim hemen buraya?

OY VE YORUMLARI RİCA EDEBİLİR MİYİM LÜTFEN???

 

***

 

Gün o gün değildir ki
Boylu boyunca uzanmış
Sağlığında yatmayacağı yere.
Rüzgarmış, yağmurmuş haberi yok;
Farksız bir ağaç kütüğünden.
Beyhudedir seslenmek ona;
Boş bir evin kapısı çalınmaz.

 

***



01.10.2012-YAZARDAN

"Dide!" diye seslenen Aylin kızının odasına ilerledi. Kapı kilitli değildi, kapının kolunu yavaşça çevirip kapıyı açtı. "Baban bu gece yok..." dedi sadece. Bunun ne anlama geldiğini biliyordu Dide; Odadan çıkabilirsin...

Anında gözleri parlayan Dide oturduğu çalışma masasının sandalyesinden fırladı. Pek odasından çıkamazdı, son birkaç ay içerisinde arada bir annesi çık dediğinde rahatça çıkıyordu. "Hiç gelmeyecek değil mi?" diye sordu annesine.

Aylin gülümseyerek başını salladığında Dide de yanağındaki iki çukurun gözükeceği şekilde büyük bir gülümsemeyle odasından dışarı çıktı.

Önce her zaman yaptığı şeyi yaptı. Heyecanla evi gezdi, bir yer hariç. Kapısı hep kapalı olan, Dide'nin de girmek istemediği oda; anne ve babasının yatak odası.

Annesinin yanına geri döndü. "Bugün salonda yatabilir miyim?" diye sordu Aylin'e. Parlayan ve heyecanlı gözlerini annesinden ayırmadı.

Aylin aynı anda başını aşağı yukarı sallayıp gülünce dünyalar Dide'nin olmuştu. "Abim ne zaman gelecek?" diye sordu bu sefer.

"Ararım sorarım şimdi bugün işte değil okulda." Aylin eline telefonu alıp çok beklemeden mesaj attı.

AYLİN: Derste misin?

METE: Hayır, bir şey mi oldu?

Aylin daha cevap yazmadan telefonu çaldı, Mete arıyordu. Bir şey olduğunu düşündüğü için korkmuş aramıştı. Aylin telefonu açtı. "Anne, geleyim mi? Babam mı geldi? Dide iyi mi? Evde misiniz hastanede mi?" Mete'nin Aylin'e sorduğu sorular Aylin'in genzini sızlattı. Sürekli yaşanan şeyler yüzündendi bu sorular, biliyordu.

Dide abisinin sesini duymadan annesinin kulağında tuttuğu telefona bakıyordu. "Yok annem baban bu gece yok. Dide senin ne zaman geleceğini merak ediyor." Aylin sakin bir sesle Mete'ye durumu açıklayınca Mete'nin içi rahatladı.

"Üç saate gelirim anne bir ders daha var, Dide'ye sor bakayım bir şey istiyor muymuş?" Artık sesi meraklı bir ifadeden çıkmış mutluydu.

Aylin, Dide'ye döndü. "Abin dersten sonra geliyormuş, bir şey istiyor musun diye soruyor?"

Etrafına baktı Dide, onun istediği şey zaten olmuştu. Odasından rahatça çıkmak onun için yeterliydi. Aylin hala bekliyorken annesinde geri dönüp başını iki yana salladı.

Aylin, Mete'yle konuştuktan sonra telefonu kapattı. Dide ile salona geçtiler, bir film açıp yan yana koltuklara uzanıp birlikte film izlediler. Aylin "Dışarıya çıkalım mı?" diye sordu Dide'ye.

Çıkmak istemiyordu. Evde, odasının dışında vakit geçirmek istiyordu ama bir an duraksadı. Babası bu gece yoktu, tüm gece evde olabilirdi. "Olur." dedi anında. Eve döndüğünde odasına girmek zorunda kalmayacaktı. Bugün rahattı.

Her şey rutinine göre işledi, televizyon kapandı, Dide ve Aylin hazırlanıp evden çıktılar. "Abim?"

"Abin de evde beklesin biraz canım. Kaçmıyoruz bir yere." deyip güldü Aylin. Arabaya bindikten sonra Aylin bir çocuğun en çok eğleneceği yere getirdi kızını; lunapark...

"Lunapark mı?" dedi Dide usulca.

"Evet, hadi buranın altını üstüne getirelim." dedi Aylin. Dide'nin elini tutup içeriye sürükledi. Önce biletleri aldılar sonra sırasıyla tüm oyuncaklara binmeye başladılar.

Atış alanına geldiklerinde Dide beklemenden önünden geçecekken Aylin tuttuğu eli durdurdu. "Nereye? Bunu atlıyorsun..."

Güldü Dide. "Anne ben ok atıyorum, mermi değil."

Aylin de güldü. "Dene bakalım belki olacak?" Adama döndü. "Biz de denemek istiyoruz." Adam başını sallayıp tüfeği Aylin'e uzattı. "Sıkı tut, her zamanki yaptığın şeyi yap; hedef al ve vur."

Dide eline tüfeği aldı. Aylin nasıl tutacağı konusunda yardım etti, biraz sarstı Dide'yi duruşu nasıl diye baktı. Sağlamdı. Nişan aldı. On merminin altısı başarılıydı, dördünü hedefin yanında sıyırmıştı.

Dide'nin suratı düştüğünde Aylin kenarda duruyordu. "Ne oldu, niye astın suratını?" Elleri Dide'nin yanaklarını sardı.

"Dört tanesi boşa gitti..." dedi Dide. Aylin'e uzattı tüfeği. Omuzları düşerek ilerlemeye devam ettiğinde yine Aylin durdurdu.

"İyi de daha ben denemedim ki?" Dide'nin büyüyen gözleri Aylin'e döndü. Bir şey demeden bekledi sadece.

Aylin tüfeği tutup alana baktı. Sırasıyla attı. 1/1, 2/2, 3/3, ..., 10/10. Büyük bir ayıcık kazandığında Dide hala ağzı açık bir şekilde annesine bakıyordu.

"Anne?" Aylin'in eline tutuşturduğu peluş oyuncak o kadar büyüktü ki bir süre gözünün önü kapandı. Önünden çekip Aylin'e baktı.

"Miniğim?" Hala gülüyordu Aylin. Dide'nin kendisinden böyle bir şey beklemediğini biliyordu ama Dide'nin şaşkın surat ifadesini görmek hoşuna gitmişti.

"Sen ne yaptın?" Kucağında tuttuğu ayıcığı kaldırıp baktı. Beyaz renkli bir ayıcıktı. Karnında açık kahverengi bir kalp şekli vardı. Gülümsedi.

"Atış yaptım miniğim. Artık kaldığımız yerden devam edebiliriz." Çok geçmeden Aylin ve Dide'nin yanına Mete de geldi. Evde onları beklemek istememişti yanlarına gelip beraber vakit geçirmeyi tercih etmişti.

Gün boyunca lunaparkta binmedik oyuncak bırakmadılar. Sanki Aylin, Dide'nin buraya son kez geleceğini bilmiş gibi tadını çıkarmasını istemişti. Dide'nin en mutlu olduğunu düşündüğü günlerden biriydi. Son güldüğü, son mutlu günüydü...

Akşam olduğunda anca eve dönen Aylin, Dide ve Mete evde rahatça oturmuştu. Dide'nin tatlı istemesiyle mutfağa girdi Aylin ve Dide.

"Anne ben Leyla'ya notları verip geleceğim. Bir şey olursa bana haber verin." dediğinde ceketini aldı Mete. Bu sözden sonra korkudan suratı düşen Dide'yi gördü. "Babam değil abim, herhangi bir şey olursa diye dedim. Tatlı hazır olmadan gelirim ben tamam mı?" Kardeşinin yanına geldi. Önce Dide'yi öptü sonra Aylin'e geçti. Çok geçmeden çıktı evden.

"Ne yapalım miniğim?" Dide'nin hangi tatlıyı istediğini sordu.

Dide önce dolabı açtı, aklındaki tatlının önce malzemesine baktı. Malzemesi olmayan tatlıysa söyleyip boşuna bu saatte dışarıya çıkmak istemedi. Vardı, Magnolia için her şey vardı. "Magnolia." dedi yüksek bir sesle.

Aylin başını sallayınca Dide malzemeleri çoktan çıkarıp tezgaha koymuştu. Birlikte yapmaya başladılar, muhallebisinin tencerede kalan kısmını Aylin'e yıkatmadı. "Onu ben sıyıracağım tamam mı?"

"Tamam miniğim." Aylin, Dide'ye yardım etti. Birlikte tatlıları kavanoza yaptılar.

"Bitti..." dedi Dide son çilek parçasını ağzına atarak.

"Ellerine sağlık annem." Aylin uzun zaman sonra ilk kez bu kadar güzel bir gün geçirmişti.

"Ne zaman yeriz?" Hemen yemek istese de Mete'yi de bekliyordu.

"Ne zaman istersek..."

O an mutluluk bitti, kapı sertçe açıldığında gelenin Mete değil de Ali olduğu belliydi. Ayakta durmakta zorlanan ama devrilmeyecek kadar sağlam olan bir adamdı. Gelmeyeceğini söylemişti ama yine sözünde durmamıştı.

Dide korkmaya başladığında yalnız değildi, Aylin de korkuyordu. İçini değişik bir duygu çoktan kaplamıştı. Gözü her zamanki gibi Aylin'den önce Dide'ye gitti. Odasının dışına adım atması Ali'yi deli etmeye yeterken onun zaten halihazırda dışarıda olması ve Ali'nin kafasının zaten yerinde olmaması ipin ucunu koparan andı.

Sendeleyen adımları Dide'ye ilerlediğinde Dide sanki ayakları olduğu yere çivilenmiş gibi olduğu yerde kaldı, nefes almayı bırakmıştı. Sanki bunu yaparsa babası onu görmez diye düşünüyordu.

Canavar geldiğinde yatakta ince yorganın altına saklanıp kendini sonsuz güvende hisseden bir çocuk gibi.

Ali durmadı, Dide hareket etmedi. Aylin, Dide'nin önüne geçip etten bir duvar oldu.

"Hayırdır, Ahsen hanım odasından mı sıkılmış?" dediğinde Aylin'in önündeydi. Alkol kokuyordu ama Aylin, Ali'nin sadece alkolle yetinmeyeceğini biliyordu.

"Neden geldin Ali?" Soruya cevap vermeden başka bir soru yöneltti Aylin. Bir eli Ali'nin göğsünde yaklaşmasını engelliyor bir diğer eli ise arkasındaki Dide'ye destek veriyordu.

"Sana hesap mı vereceğim, dönmek istedim döndüm! Gittim diye bu küçük piç dışarıya mı çıktı? Ben her evden çıktığımda rahat rahat dolaşıyor mu bu?" diye söylendi Ali.

"Düzgün konuş! O senin de çocuğun, artık kabullen şunu Ali!" Aylin de bağırıyordu artık.

"Odana geç." dedi Ali, kafasını Aylin'in arkasındaki Dide'ye eğdi.

"Odana geç dedim lan, duymuyor musun? Siktir git odana!" Ali'nin şimdi daha çok çıkan sesine Aylin de şaşırdı. Bu seferki bağırış öncekilerden çok farklıydı.

Sadece "Tamam." diyebildi. Aylin'in arkasından çıkıp babasından uzak tarafına geçti. Gitmeden kolu tutuldu, Aylin'di tutan.

"Ne duyarsan duy, sana ne söylerse söylesin asla odadan çıkma miniğim tamam mı? Kapını kilitle..." diye fısıldadı Dide'ye.

Bu seferkinin farklı olduğunu annesinin gözünden anlamıştı sanki Dide. Annesinin gözlerine baktı "Anne..."

Aylin'in gözleri doldu, Dide'ye son kez sunduğu buruk gülümsemeyle Dide'yi odasına gönderdi.

Dide odasına girer girmez kapıyı kapattı ardından kilitledi. Anne ve babasının içeride kavga etmesini dinledi. Defalarca adının geçtiğini duydu. Babasının onu hiç kabul etmeyişini, annesinin kabul ettirmeye çalışını...

Telefonunu aldı, polisi aramak istedi. Çok istedi ama yapamadı. Bunu en son yaptığında babası tarafından parmakları kırılmıştı, annesi de uyarmıştı Dide'yi. Abisi geldi aklına, onu hep babasının elinden alan ya da son anda kurtaran kişi, Mete'ye yazdı.

DİDE: Abi eve gel lütfen babam geldi.

METE: Sen şu an neredesin abim?

DİDE: Odamdayım, annem gönderdi ama babam çok sinirli abi.

METE: Tamam sen odandan sakın çıkma tamam mı? Ben şimdi geliyorum abim.

DİDE: Bir şey olacak abi, korkuyorum.

METE: Dide bir şey yok abim, ben geliyorum.

Sesler uzaklaşırken Dide yerde sırtını yatağının yanına yaslamış ayaklarını göğsüne kadar çekmiş korkudan ağlıyordu. Zaman geçtikçe Mete'nin hala gelmemiş olmasıyla daha da panik oldu. Sesler kesilmişken kafasını kaldırıp kapısına baktı Dide.

DİDE: Neredesin?

METE: 5 dakikaya oradayım, sana mı geldi?

DİDE: Hayır ama sesler kesildi.

METE: Nasıl yani?

DİDE: Hiç ses yok abi.

METE: Annem geldi mi yanına?

Cevap veremedi Dide. Kapısının altındaki siyah gölge gözüne çarptı. Annesi olsun dedi içinden ama değildi. "Aç kapıyı!" diyen ses Aylin'e değil Ali'ye aitti.

Sesini çıkartmadı Dide.

Ali kapıya sertçe vurdu. "Kırdırma şu kapıyı, aç dedim!" Dide'den ses çıkmadıkça daha da sertleşti vuruşları. "Senin yüzünden oldu, her şeyi mahvettin, hayatımı bitirdin lan!"

Ses kesildi. Dide ayaklandı, kulağını kapısına dayadı. Dış kapının sesini duyduktan sonra bir süre daha ses bekledi. Yoktu.

"Benim yüzümden..." dedi Ali'nin dediklerini üstüne alınarak. Annesinden ses çıkmayınca kapıyı açtı. Salona baktı kapıdan annesini göremeyince hiç girmediği ve girmek istemediği yatak odasına koşmaya çalıştı, sadece çalıştı.

Babası Ali çıkmamıştı, kapının dibine saklanmış Dide'nin çıkmasını beklemişti. Ali'nin büyük eli Dide'nin saçına dolandı.

Gücü Ali'ye yetmeyen Dide de çoktan önce gerileyip yere düşmüştü. "Odandan çıkman için illa benim evden gitmem mi gerekiyor? Ben varken de çıksana!" Elindeki bıçağı Dide'ye savurdu.

Ali'nin elini tutan Dide bıçaktan kurtulmak için var gücüyle babasının elini ittirmeye çalıştı. Bıçak kanlıydı, Dide'nin gözlerinden yaşlar dolup taştı. Annesi yoktu, babası başındaydı, bıçak vardı o da kanlıydı.

"Bırak!" diye sesini çıkarttı Dide, ilkti bu.

Ali'nin gözleri büyüdü, şaşırmıştı ama bu kısa sürdü. Cevap vermiş olması daha da sinirlendirdi Ali'yi. "Bana cevap mı verdin sen?"

"Bitti lan! Anlıyor musun hayatım bitti, senin yüzünden! Geber istiyorum." Bıçağı daha fazla bastırmaya çalıştı. Dide'nin kollarındaki güç tükenirken bıçak yavaş yavaş daha da yaklaşıyordu.

Göğsünde, yüzünde damlayan kanları hissetti. Annesine bir şey olmuştu geç kalıyordu. "Ne yaptın?" dedi babasına. "Ne yaptın..." sesi titredi.

Dış kapı açıldı, Mete geldi. Karşısına çıkan ilk görüntü kardeşinin yerde yatışıydı. Ali üstün gelmiş elinde tuttuğu bıçağı Dide'nin boğazının hemen üstünde tutuyordu. "Ne yapıyorsun lan!" dediği gibi Ali'ye atıldı. Dide'nin üstünden çekip yere yatırdığında öldüresiye yumruk atıyordu Ali'ye.

Şoku atlatan Dide ayağa kalkmaya çalıştı. Ağlayarak savrula savrula annesinin yanına koştu. Yerde yatan Aylin'i gördü, başından ve göğsünden sızan kana baktı, takip etti, kan gölünü gördü. "Anne!" dedi son kez Aylin'e bakarak.

İki eli vardı, iki ayrı kanayan yere bastırdı ama Dide de annesinin artık geri gelmeyeceğini anlamıştı. Ne bir nefesi vardı Aylin'in ne de bir rengi. Solmuştu, çok kan kaybetmişti, buz gibiydi.

"Abi!" Acılı bir feryat duyuldu, yardım isteyeceği tek kişi Mete'ydi. Çok geçmeden odaya koşarak giren Mete geldi. Karşılaştığı manzarayla olduğu yerde kaldı, tek eli ağzını kapattı, anında dolan gözleri kapattığı an yaşlarını akıttı.

Dondu kaldı Mete.

"Abi?" dedi Dide'nin çaresiz sesi. Hala elleriyle annesinin iki yarasını tutuyordu, Aylin'in daha fazla akacak kanı kalmamıştı ama Dide ellerini çekmedi. Mete'ye baktı, gözleri konuştu.

'Bir şey yap...!'

Yapılacak bir şey yoktu, kalmamıştı. Gözleri kapalı olan Aylin'in teninin rengi tamamen kandan arınmış gibi bembeyazdı. Dide en sonunda ağlayarak ellerini çekti abisine ilerledi. "Abi! Bir şey yapsana!" diye haykırdı Mete'nin göğsüne vurarak.

"Geç kaldım..." Mete sadece bunları söyledi. Defalarca kez bu cümleyi söyleyip durdu, kendini suçladı. Dide de kendini suçluyordu, babasının derdi Aylin değildi kendisiydi biliyordu. Annesi belki onu korumasa ya da Dide bugün de odadan çıkmasa böyle olmazdı diye düşündü.

"Benim yüzümden!" dedi Dide de kendini suçlayarak. İkisi de birbirini duymuyordu. Dide, Aylin'in yanına geri döndü, elini tuttu. Buz gibi kaskatı olmuş cansız elini çekip kolunun üstüne yere yattı. Aylin'den ayrılmak istemiyormuş gibi sarıldı.

Mete bayılttığı adama gitti ama Ali yoktu. Toz olmuştu. Mete önce polisi sonra da ambulansı çağırdı.

Ambulans gelip Aylin'i sedyeyle değil de ceset torbasıyla çıkarınca gerçekleri zaten bilse de yüzüne vuran bu gerçekle Dide daha da ağladı.

Artık Dide özgürdü, o odaya bir daha girmesine gerek yoktu ama yalnızdı. Aylin yoktu, onu en çok yıpratan da annesiyle yeterince vakit geçirecek bir vaktinin olmadığıydı.

Yağmur yağmaya başladı, Dide'nin zaten kanla ıslanmış kıyafeti tamamen ıslanıp yağan yağmurun da rengini kırmızı yaptı. Dudakları titredi, dizleri tutmadı yere çöktü.

Mete de Dide'nin yanına çöktü, elleri Dide'nin omzundan tutup kendine çektiğinde ilk defa kardeşinin yanında hıçkırarak gözyaşı döktü Mete. "Özür dilerim, geç kaldım... Yine geç kaldım."

"Benim yüzümden, sorun bendim. Babamın öldürmek istediği bendim..." Dide abisinin sözlerini reddeder gibi sürekli bunu söyledi.

Odada yalnızdı Dide ama ilk defa annesiz ne yapacağını bilmiyordu.

Bütün sokak gelen polise, ambulansa cama çıkmıştı. Ambulans da gitmişti, polisler de ifade için iki kardeşin sakinleşmesini bekliyordu.

Yağmur yerini sele bırakmışken Mete de, Dide de yerden kalkmadı. Zaten çoktan batmışlardı, bu yağmur onların gözlerindeki yaşları geçecek kadar şiddetli gelmiyordu.

Koşarak biri geldi, Leyla. Elinde bir şemsiyeyle gelirken polisler tuttu Leyla'yı. "Tanıyorum onları, erkek arkadaşım orada."

Polisler bırakınca Mete ve Dide'nin yanına gelen Leyla üzerindeki elbiseyi de açık rengini de umursamadı o da attı kendini Mete'nin yanına. Şemsiyeyi açıp ortaya geçti, bir kolunun altına sevgilisini aldı diğerine Dide'yi sardı.

 

ALİ KORKMAZ ARANIYORDU...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GÜNÜMÜZ (2024)-AHSEN DİDE KORKMAZ

Görev yerim belli olmuştu, 4. bölge görevim Diyarbakır'dı. Eşyalarımı çoktan toplamıştım kapının kenarına doğru yöneldim. Son kez etrafı gezdim, almayı unuttuğum bir şeyim yoktu.

Arabama atladığım gibi gitmeden önce uğramam gereken yere geldim; mezarlık.

Bu seferki diğer ziyaretlerden uzun olmak zorundaydı, en az iki yıl olmayacaktım.

Büyük giriş kapısından girdim gerisi ezbere gidiyordu. İlk sağ, ikinci sağ ve sol. Annemin yanındaydım şimdi.

AYLİN KORKMAZ
D.T. 10.01.1973
Ö.T. 01.10.2012

Başım ona bakmamak için kalkmasa da artık boyum çoğu şeyi aştığı için ne kadar eğersem eğeyim, ne kadar kıvransam da küçülsem de taştaki adını görmemi engelleyemiyordu. Utanıyordum yanına gelmeye. Canına karşılık bir hiç olmak koyuyordu insana.

Ona yeterince doyamamak, burada nefes almayışının, artık toprağa basmayıp toprağın içinde yatışının sebebi olmak bir evlat olarak kalbimi parçalıyordu.

16 yıl boyunca ona şu toprak kadar sarılamayışımın acısı yakıyordu içimi. "Özür dilerim..." Her geldiğimde bununla başlıyordum söze.

Şu an yanında olamadığım için, sana sebep olduğum için, benim yüzümden sevdiğin adamla aranı bozduğum için, nefesini tükettiğim için, daha birçok şey için özür dilerim anne...

"Ali hala yok. Dava dosyası kapandı ama merak etme yeniden açtıracağım, söz veriyorum bulacağım anne." Toprağındaki dikili güle uzandım, bunca zaman dokunduğum güllerin dikeni hiç batmamışken bu sefer batmıştı.

Parmağımdaki kan toprağına damladı. "Gidiyorum." dedim güle bakarak. Dikene bakıp gülümsediğimde aynı güle uzattım kanayan elimi ama bu sefer batmamıştı.

"Pek yaşıyor sayılmam artık anne, en son canım on yıl önce yandı. Hissim yok, canım yok, adım yok..." O günden sonra sevdiklerim, yakınlarım dışındaki kimseye Dide olmadım. Ben en çok anneme Dide'ydim sonra abime.

Şimdi kendimi tanıtırken Ahsen diye tanıtıyordum. Babamın bana uygun gördüğü, soğuk bir sesle, nefretle söylediği isimle tanıyordum kendimi.

Onun dışarıya sakin davranıp eve terör estirdiği huyunu kapmıştım belki de. Ama ben eve Dide dışarıya Ahsen'dim. Aileme sevecen, güler yüzlü ama dışarıya babam kadar gaddardım.

Tüm bu soğukluğumlayken bana annemin seslendiği gibi Dide olamazdım. Dide böyle biri değildi.

Dide sessizdi, korkaktı, gülerdi, sıcaktı.

Ahsen bağırırdı, korkmazdı, kaşları çatıktı, ateşti.

Biraz daha vakit geçirdim annemle sonra da elime batan gülü kökünü kurutmadan kesip yanıma aldım ve çıktım mezarlıktan. Arabaya biner binmez sahip olduğum ailemi, geriye kalan tek şanslarımı aradım. "Abi?"

"Dide'm!" Sesini özlemiştim.

"Ne yapıyorsunuz?" Bir yandan arabayı çalıştırdım. Yola tam olarak çıkmıştım, iki yıl içinde İstanbul'u göreceğimi düşünmüyordum.

"İyi öyle evde oturuyoruz sen ne yapıyorsun? Arabada mısın? Nereye gidiyorsun?" Yine daha bir sorusuna cevap vermeden sıralı sorularına başlamıştı. Her zaman böyleydi, güldüm.

"Yola çıktım abi, yeni yere atandım. 4.-5. bölgeye." dedim pek anlayacağını sanmıyordum.

"Yani o ne demek? Neresi oluyor? İyi mi kötü mü? Yoksa tehlikeli mi?"

"Diyarbakır abi, küçük bir yer işte, görev. İki yıl sürer ve her yerin tehlikesi var." Diyarbakır'ı duyunca pek memnun olmayacağını biliyordum.

"İzmir kaçıncı bölge oluyor?" diye sordu, bu sefer tek bir soruda kesmesi beni şaşırttı.

"1,2,3 yerine göre değişiyor abi." dedim sakin bir dille. Endişe edeceğini biliyordum ne yaparsam yapayım bunu engelleyemeyecektim ama en azından bunu minimuma indirmeye çalıştım.

"Buraya da uğrasana seni bir görelim?"

"Yolumun üstü olmadığını biliyorsun abi." Yolu uzatmaya hiç niyetim yoktu ayrıca ben herkesten ne kadar uzak olursam herkes için o kadar iyiydi.

"Uzatamaz mısın?" Israr etmeye devam etti.

"14-15 saatlik yolu daha nasıl uzatabilirim abi?" İki yıl oradaydım o da en az iki yıl. Arabasız gitmek hiçbir şekilde işime yaramazdı.

"Azra da orada değil mi?" diye sorduğunda Azra'nın orada olduğu yeni aklıma gelmişti.

"Evet." dedim kısaca. Onun yanına da gitmeyi tercih etmiyordum çünkü o da yakınımdı.

"Ara da haber ver bari, Dide sakın görüşmemezlik yapma." Abim ve yine tembihleri...

"Ararım abi. Ben kapatıyorum, Leyla'yı da Duru'yu da öp benim yerime." Annem gitmiş yerine Duru gelmişti. Ben büyüyünce abim beni anneme benzetmişti, Duru da benim küçüklüğüme benziyordu.

"Tamam dikkat et. Varınca da beni ara haber ver duydun mu?"

"Tamam abi."

"Seni seviyorum." Sevilmeyecek bir insanı sırf kardeşin atamıyorsun diye seviyordun işte.

"Ben de seni gerçekten seviyorum." dedim ve telefonu kapattım. Benim onu gerçekten sevmek için tonla sebebim varken abimin her bu cümleyi söylediğini duymak bana hak edilmemiş bir muameleyi görmek gibi geliyordu.

Yolun yarısına ulaşmıştım, mola vermek için Adana'da durdum. Yemek yemek için en uygun yer burasıydı. Karnımı kebap, ciğer ve şalgamla doyurduktan sonra saate baktım. 19.26.

Geç değildi, Azra'yı aradım. Çok geçmeden karşı taraftan bir ses duydum. "Alo?"

6-7 yıldır konuşmuyorduk, gerçi ben konuşmuyordum. Numaram onda yoktu. "Alo?" diye yineledi sorusunu.

"Azra? Ben Did- Ahsen." dedim. Dide olduğum kim varsa benim yüzümden yıpranıyordu, yeniden bir başlangıca farklı tanıttım kendimi.

"Dide?" dedi ama, Ahsen değil.

"Ne yapıyorsun? Ben numaranı bilmiyordum, değiştirmişsin." Ben konuşmayınca o konuşmayı tercih etmiş heyecanlı çıkan sesini engelleyemiyordu.

"Yoldayım Diyarbakır'a geliyorum, aklıma sen geldin." Yalandı, abim söylemese hatırlamayacaktım.

"Ben konum atayım hemen." dedi yine.

Gözlerim kapandı, derin bir nefes alıp kendimi toparladım. "Yok yani hemen buluşamayız işlerim var. Ben bir ara yanına uğrarım olur mu?"

"Hemen ev mi tuttun? Ne işin var ki burada?" Hakkımda çok bir şey bilmiyordu, ben onun ne iş yaptığını biliyordum.

"Ev tutmadım daha bir otel ayarladım çoktan." dedim bu da yalandı. Gideceğim yere o kadar da araştırmamıştım. Navigasyonda sadece adliye yolu açıktı önce gideceğim yere bakacaktım.

"Ben buradayken seni hayatta otele göndermem Dide. Konumu atıyorum sen de hemen buraya geliyorsun, o kadar." Büyüyen tek ben değildim, sesi çıkıyordu artık.

Diyecek bir şey bulamadım. Üstten konumunu attığı bildirim geldi. "Gelirim." dedim sessizce. "Ama en az altı saatim var orası için."

"Tamam bekliyorum, dikkatli gel." Karşılık verip telefonu kapattım. Azra'nın attığı mesaja girdim, konum adliyeden değil Azra'nın evinden devam ediyordu artık.

Geri kalan süre de bitmişti, sonunda diyemiyordum çünkü Ahsen olduktan sonra ilk kez korkuyordum. Azra'nın evinin önündeydim, arabadan çıkmak, evine gitmek, yıllar sonra onu görmekten korkuyordum. Ahsen korkusuzdu ama o bana Dide derken haklıydı. Ben her ne kadar Ahsen diye tanıtsam da ona da Dide'ydim. Şimdi de Dide gibi sevdiklerime karşı korkuyordum.

Parmağıma baktım, yan koltuğumdaki güle döndüm. Kendi kendime arabada daha geç kalmak için oyalanırken camımdan çıkan sese döndüm. Bir kadındı, yıllardır fotoğrafından tanıdığım bir kadın, çocukluğumun neşesi olan arkadaşım.

Camı açtım. "Azra? Niye indin aşağıya?"

"Sabahtan beri arabanın içinde ne yapıyorsun diye merak ettim, ayrıca valizin yok mu, yardım etmeye geldim." Bana bakan suratı gülümseyip duruyordu. Bu tepkiyi beklemiyordum, suratıma bir tokat daha olasıydı.

Niye onunla iletişimimi kestim diye bağırıp çağırmasını bekliyordum ama o yüzüme bakarak gülüyordu. "Valizlik bir durum yok." dedim soğuk kalarak ama olmuyordu işte. Beynimin de kalbimin de şu an Dide olası gelmişti.

"Ne demek yok?" Camdan elini sokup kapımı açtı, arabamın içine eğilip bagaj kapısının düğmesine bastı beklemeden arkaya gitti.

Hemen ben de peşinden indim. "Dur bir Azra!" dedim hala bağıramıyordum. Bağırmak istiyordum, beni evine almasın istiyordum.

"Aldım bile." Apartman kapısına döndü. "Sevgilim yardım eder misin?" dediğinde kapıya döndüm. Sevgilisi yanımıza geldi.

"Demek şu Dide sensin." dedi bana bakarak. Azra aynı kendi gibi güler yüzlü birini buluştu. Elini bana uzattı.

"Memnun oldum Doruk, Ahsen ben." dedim. Şimdi Ahsen olmuştum, surat ifadem Azra'ya olduğu gibi değildi şu an. Daha sert ve soğuk duruyordum.

"Tanışıyor musunuz?" dedi Azra bana gülümseyerek.

"Ben tanıyorum, yani ne iş yaptığını, adını, aileni ama detaylara pek bakmadım." dedim. Azra da Doruk da bana şaşkınca bakınca Doruk'un daha çok korkar gibi bir hali vardı. Azra'nın sevgilisi olduğu kişiydi tabii ki araştıracaktım.

"Korkma, legal yollardan yaptım ve gerçekten çok da araştırmadım." dedim sadece. Üstü kapalı birkaç bilgiye bakmış sonra 'ben ne yapıyorum' deyip bırakmıştım.

"Dide?" dedi Azra'nın sesi. Ayaklarıma bakıyordu.

"Ne oldu?" dedim ayaklarıma ben de baktım. Ayakkabılarım kirli mi diye kontrol ettim ama sorun yoktu.

"Topuklu giymiyorsun?" dediğinde boyumdan bahsettiğini anladım.

"Giyiyorum ama şu an giymiyorum Azra." Konuyu çok uzatmadan kapatmak içindi bu cümle, neyse ki beni hala anlıyordu.

Çok beklemeden Doruk benim valizlerimi alıp apartmana ilerlerken Azra da benim koluma girmişti. "Sen Doruk'u mu araştırdın?" Sanki yaptığım şey çok normalmiş gibi gülüyordu.

"Öyle bir baktım." dedim, evine girdiğimde kendi evim gibi hissetmem çok çabuk olmuştu. Hani her evin kendine ait bir kokusu olur ya, bu ev de buram buram evim gibi kokuyordu.

"Ben artık gideyim." diye Doruk konuştuğunda benden mi kaçıyordu yoksa bizi rahat bırakmak için mi gidiyordu anlamamıştım ama başımı sallayıp tebessüm etmekten ileri gidemedim. "Memnun oldum Dide." dediğinde Ahsen diye düzeltecekken o çoktan kapıya gitmişti.

"Ben Doruk'u geçirip geliyorum, bekleme böyle otursana." Azra kapıya ilerlerken ben yavaş adımlarla içeriye geçip koltuğa oturdum, yanda duran hazır masayı gördüğümde benim yüzümden Doruk ile olan yemeği bozduğumu düşündüm.

Azra geri geldi. "Benden mi kaçtı? Yemek yiyecekseniz çağır gelsin çocuk bir şey demem zaten. Sadece adını söyledim bir şey yapmadım." dedim.

"Yok bunlar bizeydi zaten, o bizi yalnız bırakmak için gitti de bir tık korkusundan erken gitmiş olabilir." dedi gülerek. Yanıma gelip bana sarıldığı an kaldım.

Bir süre elim ona değmedi, belki bırakır diye bekledim ama yapmadı. Daha da sıkı sarılınca ellerim sırtına kavuştu, başım yavaşça Azra'nın omzuna bıraktı kendini.

"Uzun zaman oldu." dedi hala sarılırken.

"Uzun zaman oldu." diyerek ben de onu tekrarladım.

"Yemek hazırladım, hadi geç. Yatağın bile hazır!" Sarılmayı bitirdikten hemen sonra ayağa kalkıp beni de kolumdan çekiştirip masaya oturttu. Sessizce önüme koyduğu yemekleri yedim, lezzetliydi.

"İş dedin, ne işi?" diye sordu. Sabahtan beri sormak için öldüğünü biliyordum. Her zaman bana bir şeyler sorup cevapları dört gözle beklerdi.

"Savcı oldum ben..." dedim sadece. Bir hukukçu, avukat olarak buraya neden, nasıl geldiğimi anlamıştı başını salladı.

Önce gözleri büyüdü, şaşırdı. "Burada olman iyi oldu." Tüm mutluluğu gözünden okunabiliyordu.

Benim için bir şey fark etmiyordu. İşimi yapıp başka bir şey yapmıyordum, zaten pek de zaman kalmıyordu. "Fark etmiyor." dedim.

"Benim için çok şey fark etti ama!"

"Farkındayım, Azra bak ben özür dilerim. Yıllardır konuşmuyoruz ve benim yüzümden. Şimdi senin evine gelmem pek mantıklı gelmiyor bana." Bir kere bile arayıp sormamıştım ama şimdi bir anda Diyarbakır'a gelince sanki her gün konuşuyor gibi evine gelmiştim. Şu an gitme isteğim o kadar ağır basıyordu ki masadan kalkıp gitmek istiyordum.

"Dide saçma sapan konuşma. Senin yaptığın her şeyin bir sebebi vardı, bunun da vardır. Yoksa da ben dert etmem." Dert etmesi gerekirdi oysa. Aramamıştım, aramasın diye telefon numaramı değiştirmiştim, beni hatırlamasın diye gözükmemiştim.

"Değiştim Azra, belki şu an evine pislik bir kadın aldın, belki senin canını yakacak biri olarak geldim." İnsan ne kadar nefret etse de bazen farkında olmadan bazı huylara sahip olurdu.

Babamdan korkardım, deli gibi korkardım hem de ama belki de şimdi onun gibi biri olmuştum. Belki onun gözü dönmüştü bana karşı o yüzdendi tüm bu öfkesi. Belki benim de bir anda gözüm dönecekti.

Benim herkesten uzak, tek olduğum bir yerde bulunmam kendim için en çok da çevremdekiler için daha iyiydi belki de. Hastaydım belki, en kötü çıldırıp etrafı dağıtır yine zarar verirdim çevreme?

Babam gibi olmuştum belki de...

"Değişmişsin evet. Boyun uzamış, saçların düz, bakışların sert, duruşun dik ama burada değil." dedi eliyle evi gösterip. "Sen bana Ahsen diye tanıttın kendini çünkü bu saydıkların buna ait ama sen bana hep Dide'sin."

"Bunları söylerken sesin titriyor, karşıma bir savcı olarak çıktın nasıl kötü biri olabilirsin Dide? Karşımda bu şekilde durup bana böyle bakarken ben sana nasıl Ahsen diyeyim?" Karşımdaki sandalyesinden kalkıp yaklaştığını izledim.

Yanıma gelip elimi tuttuğunda canını yakarım diye hareket edemedim. "Sen benim canımı yakmazsın Dide. Hiç yakmadın."

Elimi çekip masadaki boş tabağımı alıp ayaklandım. Masadakileri toplayıp mutfağa ilerledim. Azra da başka bir şey demedi, sessizce masayı topladık.

"Yarın sana adliyeyi gezdireyim."

Gerek yok diyecektim ki tuttum kendimi, daha doğrusu Dide durdurdu. Başa o geçtiğinde başımı salladım. "Olur." dedim.

Salondaki çerçevelere göz attım. Azra'nın bir sürü fotoğrafı vardı; ailesi, sevgilisi, arkadaşları. Gözüme takılan şey de vitrininde bizim de fotoğrafımıza yer vermesiydi.

Çerçevenin yanına gittim, daha yakından bakmak istiyordum o yüzden usulca uzanıp elime aldım.

Azra ve ben, yan yanayız. Dışarıdayız, okulun çok da uzağında olmayan bir kütüphanede. Masanın ucunda dolu kitaplar var, tam ortasında da biz varız.

"Sınav haftamdı, bana fizik anlatıyordun hatırladın mı?" Azra hemen arkamda duruyordu.

"Hatırladım." dedim sessizce geri yerine koydum çerçeveyi. Aynı gün, aynı yerde çekilmiş bir başka fotoğraf da bende vardı. Aynı Azra'nın yaptığı gibi çerçeve içince, salonda ünitemin üzerindeydi.

"Uykun varsa yatağın hazır." Benim onunla az sohbete girdiğimi anlayıp ben konuşmadan bana cevap vermişti.

"Sağ ol..." Odanın kapısı sonuna kadar açıktı, yolu karıştırmamam için açık bırakılmış benim için hazırlanan odaya girdim. Kapıyı kapatıp buraya çoktan gelmiş valizlerimi açtım. Üzerimdeki takımları çıkarıp valizin kenarına koydum, fazla bir şey çıkartmadım. Giymek için pijamalarımı çıkartım bir de yarın giyeceğim takımı çıkarttım.

Yatağa uzandığımda huzursuz oldum, normalde bir başkasının evinde kalmak beni huzursuz edip uykumu bozarken şu an girdiğim yatağın uykumu getirmesi ve huzursuzluk hissetmemem beni huzursuz etmişti.

BEN: Ben geldim, Azra'nın yanındayım.

ABİM: Tamam abim.

Azra'nın yanında olmama deli gibi mutlu olduğuna emindim.

Uyumamak için sürekli yatakta dönüp durdum ama uykum gelmişti. Çok geçmeden pes edip yatakta dönmeyi bıraktım bir süre sonra da uyudum.

Alarmım çalmadan içeriden gelen kokulara uyanmıştım. Oyalanmadan yataktan çıktım, yattığım yeri toplayıp üzerimi giyindim. Kapıyı açacakken açılan kapıyla kaşlarım çatıldı.

"Uyandın mı? Hadi gel kahvaltı hazır." Gelen kokulardan zaten hazır olduğunu anladığım kahvaltıyı pek yiyesim yoktu.

"Ben sabahları pek bir şey yemem." Üniversiteye başladığım günden itibaren kahvaltı ile olan tüm ilişkim kesilmişti. Sabahları sadece bir kupa filtre kahve beni kendime getirebilecek tek şeydi.

"İyi işte bundan sonra yemeye başlarsın..." Gülümseyerek suratıma olan bakışlarını sürdürdü. Kahvaltı masasında olan bir şeyden bir lokma bir şey yemezsem başımın ağrıyacağını anlamıştım.

"Elimi yüzümü yıkayıp geliyorum." dedim son çare. Banyoya gidince saçlarımın halini görünce moralim bozuldu. Yine karma karışık olmuştu mecburen toplamak zorundaydım. Elimi yüzümü yıkadım, gelişi güzel toplayıp mutfağa geri döndüm.

Masada eksik tek bir şey bile yoktu. "Geç geç." Bana bir sandalye çekmişti. Oturdum.

"Sen her gün böyle kahvaltı mı yapıyorsun?" diye sordum, bu biri gelince hazırlanan özenilmiş bir kahvaltıydı ama benlik değildi.

"Hayır tabii ki, seninle beraber yeriz diye hazırladım." Karşıma oturup çoktan tabağını doldurmaya başlamıştı.

Çatalımla uzanıp iki zeytin, bir parça peynir, salatalık, domates aldım. Sabah sabah bir şey yemek midemi bulandırsa da Azra'nın sinirlenmesinden çok üzülmesini istemedim. Söylenmeden yedim.

"Adliyeye gideceksin değil mi?" Sessizliği bozdu. Başımı salladım. "Beraber gideriz? Bende araba yok da." Birlikte gitme cümlesi soru gibiydi. Soğukluğum nasılsa belli etmese de benden çekinmişti.

"Gideriz..." dedim.

"Daha doğrusu ehliyetim yok." diye gülerek devam etti, sanki çekindiği sorunun üstünü kapatmak istiyordu. Şaşırarak suratına baktığımda gülmeye devam etti. "İki kere kalınca hevesim kaçtı." dediğinde ben de gülümsedim.

Kahvaltıyı beraber topladıktan sonra dişlerimi fırçalayıp, saçlarımı sıkı bir topuzla tutturdum. "Hazır mısın?" diye sordum. Bir yerlere geç kalmaktan nefret ederdim.

"Hazırım, çıkalım." Benden farklı değildi kıyafetleri ama benden daha açık ve rahat giyinebildiği için biraz farklı duruyordu.

Birlikte evden çıkıp adliyeye gittik. Adliye küçüktü haliyle daha kalabalık geliyordu. Daha içeri girmeden gelen iki askeri aracı görünce izledim. Azra ile göz göze geldik.

Benim gözüm hala Azra'dayken o araçtan çıkan askerlere bakıyordu. Ben de baktım. "Bir şey mi oldu?"

"Yok tanıyorum onları, merak ettim." dediğinde ilerlemeye başlayınca tuttum kolundan.

"Nereye gidiyorsun?" Ne kadar tanıyıp tanımadığını bilmiyordum ama hemen gitmesine endişelendim.

"Soracağım ne oldu diye, onlar genelde buraya pek uğramazlar." Bana döndü gülümsediğinde tuttuğum kolunu bıraktım.

Gittiğini görüp arkasından izledim, bir süre sohbet etmelerini izledim. Azra'nın yüzü güldüğüne göre baya tanıdık oldukları belliydi.

Geri döndüğünde hala gülüyordu. "Ne olmuş?" dedim. Sormayacaktım ama bir anda soru sorarken buldum kendimi.

"İki terörist getirmişler." Dediği gibi iki tane kıyafetleri pis, eli yüzü kirli, kafasının arkasından tutulup zorla aşağıya ittirilmiş, sürüklenerek adliyeye giriyorlardı.

Biz de onların hemen arkasından adliyeye girdik. "Ben yolu bulurum zaten küçük bir yer sen işini hallet." dedim Azra'ya bakarak.

Bir süre bana baktığında ben çoktan etrafa bakıyordum. Tekrar göz göze geldik. "Hadi git sen ben hallederim."

"Şüphem yok." dedikten sonra yanımdan ayrıldı.

Adliyeyi gezmeye başladığımda önce duruşma salonlarının önüne gelmiştim. İlerledim, bağırış seslerinin geldiği odaya baktım. Kapının önünde duran dört asker kendi arasında konuşuyordu, teröristlere bağırdıklarını anlamak zor değildi. Önlerinden geçip ilerlediğimde çıkan sesle adımlarım durdu.

"Rahatça dolaşabileceğiniz bir yer değil burası, yolu kaybettiyseniz ana kapı geride kaldı geriye dönün." Bu uyarı kibar bir uyarı değildi, sertti. Arkamı dönmeden sadece başımı çevirip baktım ama kim olduklarını anlamam mümkün değildi, hepsinin suratında maskeleri vardı.

Pek dinlemedim, burası artık benim mıntıkamdı. Önüme dönüp ilerlemeye devam ettim. Arkamdan artık daha sinirli ve bağıran sesi duydum. "Kime diyorum!"

Bana diyordu ama önemli olan benim üstüme alınıp alınmamamdı ve alınmadığıma göre yoluma devam edebilirdim, ettim de. Gelmem gereken odaya sonunda ulaşmıştım.

-Cumhuriyet Başsavcısı Erkin BAYER

Kapıyı hafifçe çalarak 'gel' sesinden sonra kapıyı açarak içeriye girdim. Henüz ayaktayken kendimi tanıttım. "Cumhuriyet Savcısı Ahsen Dide KORKMAZ."

Elini uzatıp gülümsediğinde elini sıktım. Önündeki koltukları gösterdiğinde daha fazla ayakta durmadan oturdum. "Hoş geldin..." dediğinde başımı eğerek teşekkür ettim.

"Bir şey içer misin?" Telefonu çoktan almış arıyordu.

"Yok başsavcım sağ olun." dediğimde aradığı telefonda karşıdaki kişiden bir çay istedi ve hemen kapattı telefonu.

"Dosyana baktım. Okudun okulu, sonrasında ne yaptığını, avukatlık yaparken girdiğin davaları, diğer detayları. 4 ve 5. bölge görevin için buraya atanmışsın, hoş geldin."

"Evet, başsavcım sağ olun." Önündeki dosyamı bir kez daha açıp baktı.

"Koç Üniversitesi tam burslu, stajını İstanbul'da tamamlamışsın..." Sanki benden tekrar bir onay bekliyor gibi benim dosyamı bana okumuştu. Başımı hafifçe sallayarak onayladım. "Yarın dava dosyanı alırsın. Ağır Ceza savcımız aramızdan ayrılıyor, Kerim KAYAZ. Yeni dava için de pek zamanımız yok."

"Tabii." dedim.

"Dava askeri bir dava. Karargaha gidip sık sık orada olacaksın, senin için orada bir yer hazırlatırım. Dosyayı buradan alınca karargaha geçersin." Yine başımı sallayıp anladığımı belirttim.

"Yarın burada olacağım." Sözlü bir şekilde dile getirip oturduğum yerden ayaklandım. Tekrar bir el sıkışma merasiminden sonra odadan ayrıldım.

BEN: Benim işim bitti bahçede oturacağım.

AZRA: Tamamdır beş dakikaya yanında olurum.

Geldiğim yolu geri yürümeye başladığımda askerler artık yoktu. İlerleyince bu sefer de başka bir ses durdurdu beni. Asker gibi sert ve kaba değildi bu ses. "Pardon!"

Bu sefer kafamı çevirmeden döndüm arkamı. Görmediğim biriydi bu kişi, suratında maskesi yok üstünde de üniforma yoktu. Takım elbisesi vardı, tıpkı benimki gibi. "Yeni savcı?" dediğinde sesindeki soruyu anlayıp bana gülümsediği gibi gülümsemeye çalıştım.

"Evet, siz?" Adliye de bu kılıkla öylesine biri olmadığı belliydi. Elini uzattı. "Cumhuriyet Savcısı Kerim KAYAZ."

Yerine geldiğim savcı buydu, elini havada bekletmeden tutup sıktım. "Ahsen." dedim sadece gerisinin pek bir önemi yoktu. Savcı olduğumu biliyordu yanına bir isim gelecekse o da Ahsen olmalıydı.

"Memnun oldum." Elimi geri çektiğimde ben de karşılık verdim. "Ben de." Daha fazla konuşulacak bir şey olmadığından yoluma geri döndüm. "İyi günler." dediğini duyunca aynı şekilde karşılık verip adliyeden çıktım.

Dışarıda Azra'nın tanıdığım dediği içlerinde kaba olanının da bulunduğunu sadece boyundan ve sayısından anladığımda yanlarına gitmeden konuşması bitene kadar kenarda beklemeye karar verdim. Beni gördüğü an konuşmasını kesip askerleri bırakıp yanıma yürüdü. "Geç kaldın bir şey mi oldu?"

"Yok Kerim Savcı ile tanıştım yolda ondan geciktim." Gözüm araçlarına binen askerlere kaydı. "Şu askerler. Hepsi mi arkadaşın?" diye sordum. O hödüğün herhangi bir arkadaşının olması pek mümkün görünmüyordu.

"Evet hepsini tanıyorum." dediğinde şaşırdım.

"Tuhaf." deyip arabaya ilerlemeye başladım, Azra da peşimden yürümeye başladı.

"Ne tuhaf? Ne yaptın hallettin mi işlerini?" Hızlı adımları ile yanıma yetişmeye çalışıyordu.

"Evet, hallettim." Arabaya geçtik, yine Azra'nın evine gittik.

***

 

Bölüm sonu...

Beğendiniz mi bölümü?

 

Oy ve yorumlarınız için şimdiden çok teşekkür ediyorum, sizleri seviyorum..

Kendinize iyi bakın.

Loading...
0%