@naz.avg
|
MASUMİYETİN ÖFKESİ 05/12/1998 Tekrardan okuldan eve döndüğüm bir gündü. Dışarıda eğlenen çocukları görmek canımı sıkıyordu. Koşuşturan, saklambaç, kovalamaca, seksek, beş taş ve daha nice oyun oynayanları görmek canımı sıkıyordu. Sonra kardeşim geldi aklıma. Gülümsedim, o benim herşeyimdi ve o da o çocuklarla dışarıda oynamalıydı. Büyüyünce oynayacaktı, bunu sağlayacaktım. Eve girmeme çok az kalmıştı ki biten sigaramı yere atarak üstünden geçtim. Çevrenin canı cehennemeydi, eğer bu kadar yüceyse o beni korumalıydı. Eve boğazımı temizleyerek girdim. Kardeşim yine ağlıyordu, annem bakamamıştı yine. Hızla mutfağa bir bakış atıp pislikten duvarları is bağlamış odamıza girdim. Kardeşim için bu oda zararlıydı. Onu burdan çıkarmayı diledim. Hayır istemedim, insan yapamayacağı bir şeyi isteyemezdi. O yüzden diledim. Sadece diledim, dileğimin gerçekleşmesi için umut ettim. Babam kanlı gömleğiyle sert bir şekilde daldı odaya. Hayır, kardeşimi susturamamıştım, şimdi olmazdı. "Sustur artık şu piçi!" Dişlerimi sıktım. Her geçen gün elimi daha fazla kana boyamak istiyordum. Üstünde annemin kanı olan gömleği, kendi kanıyla boyamak istiyordum. Kararan bakışlarımı farketmeden ayrıldım kardeşimin başından. Bana 'hazırlan' komutunu verdiğinde dünya başıma yıkılmamak için bir örümcek ağının ipine tutunmuş sallanıyordu. Anne, neredesin? Korkuyorum. Anne evet gelemezsin, ama gelsen olmaz mı? Ben hâlâ korkuyorum. Anne çok korkuyorum, lütfen uyan, kalk ve gel. Annem uyanmadı yine ve ben yine berbat bir gecenin sabahına uyandım. Anne biliyorum ben erkeğim, güçlü olmalıyım, güçlenip sizi kurtarmalıyım, ama en azından ben o güce ulaşana kadar bana bu işkenceyi çektirtmesen olmaz mıydı, izin vermesen... Elinde miydi tüm bunlar anne? Elinde değilse neden her sabah sadece yanağımdan öpüp gidiyorsun, neden karşı çıkmıyorsun anne? Bunları söyleyebilmeyi ne çok isterdim o güzel yüzüne. Hayır anne merak etme, söyleyemedim. Hiçbir zaman o cesarete ulaşamadım ben. (Dikkat! Buradan sonrası üstteki hikaye ile bağımsızdır. Aynı gün farklı şeyler yaşayan iki kişi gibi düşünülebilir.) 05/12/1998 Saat sabahın beşi. Ben hâlâ onları bekliyorum. Penceremden aşağı bakıyor ve bu yağmurlu havada nasıl üşümeden geleceklerini düşünerek üzülüyorum. Hayır, onların üşümesini istemiyorum gelmesinler. Yağmurun olmadığı bir havada gelsinler, üşümeyecekleri ve üşütmeyecekleri. Koridordan gelen sesle elimi buz gibi soğuk olan mermerden çektim ve hızla yatağıma girdim. Eğer nöbetçi beni uyanık görürse çok kızardı. Ama çok uykum vardı ve uyuyormuş gibi yapsam uyuyabilirdim. O zaman onlar gelirse kandırırlardı, benim burada olmadığımı söylerlerdi. Ya inanırlarsa ve beni almaya gelmezlerse ne yapardım ben. Bu korku tüm uykumu almaya yetmişti. Nöbetçi gidene kadar bekledim ve gittikten sonra tekrardan mermerin olduğu yere oturdum. Buz gibiydi ama ben içerideydim. Buraya ev diyemezdim, çünkü burası ev olsa sadece annem, babam, ben ve varsa kardeşlerim olurdu. Ama burada çok fazla kişi vardı. Müdürler, aşçılar, öğrenciler, hizmetliler hatta bebekler bile. Ama binanın içindeydim, ev değil, ama bir binanın içerisindeydim. Burda üşürsem dışarıdakilere haksızlık yapardım. Üşüyemezdim, üşümemem lazımdı. Ama ben üşüyordum. Yoksa neden dişlerim sürekli birbirine çarpacaktı başka, üşüdüğüm içindi. "Gelmeyecekler aptal, her gece beklemekten vazgeç artık. Seni bebekken bırakan bir aile tekrardan neden almak istesin ki?" Yandaki çocuğun sesiyle öfkeli bakışlarım ona döndü. Burada şiddete meyilli olanlar da vardı, yani benim gibi. Bu yüzden mi gelmiyorlardı yoksa, öfke sorunumu aşmam için mi? "Nefesini kesmemi istemiyorsan, sen sesini kes kılıbık!" Gözümde gördüğü bir şey ona korkuttu, hem de benden o kadar çok korktu ki, korkuyla bir nefes verdi ve hemen arkasını dönerek uyumaya devam etti. Benden korkmuştu, benden. Ailemde mi benden korktuğu için vermişlerdi beni buraya. Onları da mı korkutmuştum ben yoksa. Kötü, korkulması gereken bir çocuk muydum ben. O sokakta ki pis, kimsesiz, kötü kokan, üstü başı yırtık gibi görünen çocuklardan. Bu düşünce beni üzdü ve korkuttu, onlar gibi olmak istemiyordum. Ailemi istiyordum, ben kötü bir çocuk değildim, onları korkutmuş olamazdım. Ama hayır, ailem benim için gelecekti, beni bulacaklardı. Biliyordum. Ben de yatağımda yorganımı aldım ve ona sarılarak beklemeye başladım. Acaba şuan neredelerdi? Çok uzaklarda ışıklar yanıyordu ama orası buradan çok net gözüküyordu. Umutla oraya bakmaya başladığımda arkamdan yaklaşan kişiyi fark edememiştim. Acaba bebekken çok mu yaramazdım. Çok mu üzerdim babamı. Beni buraya babamın bıraktığını söylemişlerdi ama babamın beni bırakmak için nedeni neydi? Hayır babam beni bırakmamıştı, emanet etmişti sadece. Geri gelip alacaktı. Babalar hep alırdı, hiçbir baba oğlunu bir başına bilinmeyen bir yere koymazdı. Bunları düşünerek gururluca sırıttım. Babam gelince onun yanında çok uslu ve asil bir çocuk olacaktım. Herkes babasının oğlu diyecekti! Bu düşünce beni kahkahaya boğdu. Acaba babam beni salıncakta da sallar mıydı? Buradaki çocukların hiçbiri sallamıyordu ve ben de onları dövüyordum. Sallasalar ölürler miydi? Akıllanmıyorlardı ki! Neyse ki babam gelince hiçbirine gerek kalmayacaktı. Saklambaç, kovalamaca, beş taş iki kişilik oyunlar değildi ama babam ve ben gayette eğlenirdik. Hem az ve öz olurduk. Babam ninni de söyler miydi bana? Burada ki erkekler kızlara söylüyor. Bazen de kızlar erkeklere. Ama sesleri hiç güzel değil! Hem uyusunda büyüsün diye ninni mi olur? Hangi çocuk uyur uyumaz büyür ki! Benim babam o çok güzel sesiyle daha güzel ninniler söylerdi bana. Hâlâ camdan bakarken arkamdaki belirsiz adam elini ağzıma bastırdı. Kaşlarımı çattım ve elimle onu yumruklamaya başladım. Daha babam gelmemişti! Gözükmüyordu o yolda kimse! Neden beni götürüyordu, uyumadığım için mi kızmıştı. Oysa hayır, tüm bunlardan hiçbiri değildi. O gece hayatımın dönüm noktası olmuştu. Nereden bilebilirdim ki o gün onları son kez umutla, donarak beklediğimi? Gelmeyenin bahanesi yokmuş meğer, gelen yağmurlu havada da gelirmiş. Gelmek isteyene soğuk işlemezmiş. Bunu da anlayacaktım, geç olacaktı belki ama evet. Anlayacaktım. - Yazardan O gece sadece çocuk olan iki kişinin dönüm noktasıydı. Onlar yaralarını çocukluklarındayken almıştı ve hangi çocukken alınan yara iyileşmişti ki, bu da iyileşmeyecekti. Bunu iki çocukta çok net biliyordu. O gün iki çocuk yara almadı sadece, binlerce kişi yaralandı. Kimi ailesinden, kimi arkadaşından, kimi sevgilisinden, kimi bir sevdiğinden kimi ise bir yabancıdan. Ama ileride bu iki çocuk çok fazla anılacaktı, çünkü kaderlerini değiştirmişlerdi. Kaderlerini kendileri çizmişlerdir, buna zorunlu tutularak. İkisi de ileride iyi ya da kötü olarak anılacaklardı. İyi oldukları sürece bir sorun yoktu ama kötü olurlarsa vah hâllerine. Çünkü herkes onları suçlayacak ve herkes onlardan nefret edecekti. Oysa kimsenin aklına gelmeyecekti onların küçükken ne yaşadığı, herkes şimdiyi konuşacaktı. Buna zorunlu kalma ihtimali kimsenin aklına uğramaycaktı. Herkes sevgisiz kalan bir çocuğun başvurduğu yolların onun suçu olmadığını söyleyecek, ama onlardan biriyle karşılaşınca bu sözlerini yutacaklardı. Hiçbir hırsız ya da katil kendiliğinden oluşmuyordu bu dünyada. En başta ailesi sevgisi alamayan çocuklar sevgiyi başkalarında arıyordu. Kendilerini kanıtlamak istiyorlardı, kendilerini sevdirmek istiyorlardı. Bunun sonucunda ise iyi veya kötü yollara başvurmuş oluyorlardı. O gece kıyamet koptu iki küçük kalp için. Kimi iyiliklerinden vazgeçti kimi kötülüklerinden. Artık birer yetişkin olmuşlardı, kıyametin yetiştirdiği iki çocuk. Şimdi siz söyleyin sevgi görmeyip de kıyametin yetiştiriği iki çocuk, onları dönüştüğü kişiler için suçlayabilir miydiniz? -
|
0% |